Etiket arşivi: AMİRAL TÜRKER ERTÜRK

TELE1’de DEMOKRASİ ARENASI Programı Konuşmamız

Dostlar,

17 Aralık 2021 gecesi saat 21:00’de başlayarak gece yarısını aşan bir süre, TELE1 TV’de Sn. Uğur Dündar‘ın konuğu idik. Beylikdüzü Belediyesinin Atatürk Kültür Merkezinde yapılan DEMOKRASİ ARENASI program, ülkemiz genelinde çok ilgi gördü.


Sn. E. Amiral Türker Ertürk, Mizah sanatçısı Kaan Sekban da program konuğu idiler.

TELE1 tarafından Youtube’a yüklenen bizim konuşma bölümlerimizi paylaşmak isteriz :

https://www.youtube.com/watch?v=2TAIAR_UZvg

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin hızla yapılması dileğiyle..

Yurtsever usta gazeteci Sn. Uğur Dündar’a ve TELE1 TV’ye çok teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 19 Aralık 2021, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Din maskeli soyguncular..


Türker ERTÜRK

Din maskeli soyguncular..

Maske

Bir yandan yolsuzluktan – rüşvetten düşük (sabık) Bakan Egemen Bağış‘ın

“Bakara – makara” nakaratı, bir yandan Başbakan başta olmak üzere AKP’lilerin
ölçüsüz – ve hukuksal deyimi ile sebepsiz- varsıllaşması…

Bir yandan yaygın halk kitlelerinin yoksullaştırılması ve borçlandırılması,
gelir dağılımının iyice adaletsizleşmesi,

Türkiye’nin Dolar milyarderi yetiştirmede dünyada başlarda gelmesi..

Bir yandan da ülkenin giderek dincileştirilmesi..

Başbakan’ın Cumhurbaşkanı adaylık sürecindeki bağışları bile açıkla(ya)maması..

İşte saydam, ileri ve AKP’nin RTE’si – RTE’nin AKP’sinin “İSLAMİ DEMOKRASİ”
bu olsa gerek; Türkiye’nin de başını göğe erdiren..

Nedense, yolsuzluk – rüşvet – kokuşma ve ülkenin dinciliğe boğulması doğru orantılı.. Aralarında çok yüksek bir korelasyon var.. Bilimsel olarak sorgulamak zorundayım :

“Korelasyon” kesin ve güçlü de; acaba aradaki bu bağ neden – sonuç ilişkisi mi??

Yoksa, bize bu “halkta karşılığı olmayan” saçma sapan (absürd) sorular sorduran “Adrassan’ın açık hava saunası” mı??

Türker paşa tatil matil dinlemeden üretiyor; kısa, özlü ve vurucu..
Okumayan halkım “kısacık” iletilerle gerçeklerle yüzleşsin, azıcık düşünsün.. diye..

Bize tatilde de rahat vermiyor (!); baksanıza neler çağrıştırdı ve yazdırdı??

Bu arada, aylardır sitemizin manşetinde tuttuğumuz dileğimize dönük R.T. Erdoğan’dan da CB Abdullah Gül’den de tık yok..

**************

Sn. Cumhurbaşkanı A. Gül, Başbakan R.T. Erdoğan, Düşük (Sabık) Bakanlar;

İsviçre Hükümeti’ne açık resmi yazı yollayın; 
Şaibe altındayım..” deyin..
Aklanmak için hesaplarınızı kamuoyuna açıklamaya onları açıkça yetkilendirin!
İddialar asılsızdır..” demekle olmaz.. “İspatlamayan şerefsizdir..” diye gürlemekle de..
Biliyorsunuz ki “İsviçre Bankaları” 3. kişilere bilgi vermezler. Öyle olduğu için “İsviçre Bankaları” olmuşlardır.. Tek yol sizin onlara yazılı “açıklama” talimatı vermenizdir.
Yalnız sizin de değil; 1. derece yakınlarınız dahil. Yakın erim de değil; en az 10 yıllık hesap hareketleriyle. 
Kayıp trilyon davasını, Wikileaks belgelerini kamuoyu unutmadı.

Sayın TBMM Başkanı Cemil Çiçek;

Bir Parti TBMM’ye dilekçe verdi aylar önce.. Bu konuyu İsviçre’den sizin sormanız için. Aylardır gereğini yapmadınız! Niçin? Halkı belki bir süre atlatabilirsiniz
ya kendinizi ve tarihi??

Deniz Baykal tam da böyle yol izledi yakın geçmişte ve aklandı; O’na danışın..

***** ///// *****

Bu durumda ispatlamayan mı müfteri, kanıtlamayı engelleyen mi?

Sevgi ve saygıyla
28.7.2014, Adrassan

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

 

Türker ERTÜRK : SORUN İŞBİRLİKÇİ ZİHNİYET!


Türker ERTÜRK : SORUN İŞBİRLİKÇİ ZİHNİYET!

Sorun İşbirlikçi Zihniyet

 

Dostlar,

Değerli emekli Amiral Türker ERTÜRK, ülkemize daha yararlı olacağını düşünerek,
3 kuşak denizci bir ailenin evladı olarak çok sevdiği, aşkla bağlı olduğu görevinden
istifa ederek Yurt savunmasını sürdürüyor..

Çok hazin ve traji-komik değil mi?

Bir amiral resmi görevi olan yurt savunmasında yeterince etkili olamayacağı gerekçesiyle erken emekli oluyor ve sivil savaşımı (mücadeleyi) seçiyor..

Ne diyelim, neden olanlar utansın..

Sivil amiral Türker Ertürk’e de kolay gelsin..

Kısa, etkili, vurucu bir görsel daha..
Özellikle az okunan, “okumayı sevmeyen” (!?) yurdum insanı da baksın,
“bakarak okusun” diye.. Çoook ilginç bir fiili oluştu değil mi??

“bakarak okumak”..

Dün de Sayın Ertürk, sitemizde yayımladığımız “Merdoğan” başlıklı yazısında
benzer temayı kapsamlı olarak işlemişti :

  • Erdoğan, bölgemiz ve ülkemiz için stratejik hedefleri olan emperyalist bir projenin ürünüdür. Bu proje için bulunup desteklenmiş ve iktidara getirilmiştir.
    Böyle bir proje olmasaydı siz Erdoğan’ı hiç tanımayacaktınız.

– Çektiğimiz acıların,
Teröristlerle masaya oturulmasının,
Ekonomik değerlerimizin haraç mezat satılmasının,
– Ayrışma ve bölünme sürecinin,
– Bölgede haydut devlet olarak algılanmamızın esas nedeni

Erdoğan değil, O’nun arkasındaki emperyalist düşüncedir.

Sevgi ve saygı ile.
17 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

CEM GÜRDENİZ: Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp


Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp

CEM GÜRDENİZ
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/cem-gurdeniz/39730-cem-gurdeniz-deniz-kurmay-albay-murat-ozenalp.html, 4.5.14

O’nu ilk kez, 1995 yılında sınıf arkadaşım Amiral Türker Ertürk’ün Gemi Komutanı olduğu TCG Alçıtepe Muhribi’nin Harekât Subayı olarak tanımıştım. 2002 yılında komodorluğum sırasında TCG Gediz II. Komutanı olarak benim emrimde de çalışmıştı. Dinamik, akılcı, aydın, çalışkan, araştırmacı, yüksek karakter sahibi, çok iyi bir denizci, örnek bir lider, sınıf birincisi bir kurmay ve mükemmel bir aile reisi idi. Komutanlığını yaptığı TCG Gökova Fırkateyni’nden ayrıldığında, personelinin ardından hüngür hüngür ağladığını duymuştum. Balyoz kumpasına henüz eklenmediği 2011 yılında da,
bizlerin ilk esir alındığı 11 Şubat tutuklamalarına karşı yapılan 19 Şubat 2011
Anıtkabir eylemine, bulunduğu Marmaris Aksaz’dan yüzlerce silah arkadaşımızı ve ailelerini Ankara’ya o getirmişti. O denli cesur ve yüksek ruhlu bir denizciydi.

2011 yazında Hint Okyanusu’na ilk kez gönderilen Türk Deniz Görev Grubu’nun komodoru da Murat idi. Çok başarılı olduğu bu sefer sırasında bizler Hasdal’da tutukluyduk. Onu sefer sonrası Balyoz denen, Türk tarihinin yüzyıllarca utanarak lanetleyeceği sefil kumpas davanın mahkeme salonunda gördüğümde, başarılarından dolayı kutlamış, her başarılı ve seçkin Türk denizcisinin Balyoz kumpasına eklendiğinden, bu dava için üzülmemesi gerektiğini hatırlatmış ve O’na
“21. yüzyılın Hint Kaptanı ve de Murat Reis’i sen oldun” demiştim.

Murat’ı son olarak 21 Eylül 2012 günü, çadır tiyatrosu Silivri Mahkeme salonunda
Balyoz kepazeliğinin karar duruşmasında görmüştüm. Onun neşeli, hayat dolu aydınlık yüzü o karanlık günde bile ışık saçıyordu. Eğer Balyoz kumpası hiç olmasaydı, bugün sınıf birincisi bir Tuğamiral olarak görev yapıyor olacaktı. Eğer bu kumpasa rağmen Amiral yapılsaydı, ertesi gün istifa eder, makam ve rütbe hırsızlarının yanında anılmayı reddederdi.

Murat’ı, Cumhuriyet Donanması’nın bu seçkin evladını, 1 Mayıs 2014 günü öğle sularında geçirdiği beyin kanaması sonucunda kaybettik. Bir haftadır yoğun bakımda olduğu GATA’da yaşama gözlerini yumdu. Kurulan kumpasa, kumpas itiraflarına rağmen tutsaklığının devamına, Türkiye’nin her geçen gün kirlenen ortamına ve eşi ile çocuklarına duyduğu özleme dayanamayan yorgun bedeni, bir açık görüş günü pes etti ve beyin kanaması geçirdi.

Onun kaybına isyan etmemek mümkün mü? Ölümüne neden olan kumpas bir davanın yarattığı olaylar zincirine lanet etmemek mümkün mü? Onun ölümü ile asıl ölenin, kamu vicdanı ve devlet olduğunu haykırmamak mümkün mü?

Şimdi soru sormak zamanıdır

Genelkurmay Başkanlığı, Yargıtay’ın Balyoz kararında 237 kişi arasında 97’si muvazzaf, 134 denizcinin; buna karşılık 37 karacı içinde 1 muvazzafın bulunmasının yarattığı açık dengesizliği ve tarafgirliği neden görmezden gelmiştir?
Eğer denizci muvazzaflar da karacı muvazzaflar gibi tahliye edilseydi
Murat Özenalp bugün yaşıyor olmaz mıydı?

Bu davada en çok sayıda muvazzaf subaya sahip Deniz Kuvvetleri Komutanlığı,
halen idari komutasına sahip olduğu bu subaylarına neden sahip çıkmamıştır?
Bu hukuksuzluk ve kumpas itiraflarının MGK gündemine kadar taşındığı bir ortamda, neden hiçbir şekilde bu masum denizcileri sahiplenmemiş, onları kaderine terk etmiştir? Yalnızca hastalık ve koma durumlarında mı bu personele sahip çıkılmalıdır?

Dünya âlemin Balyoz davasının bir kumpas olduğunu itiraf ettiği ve sonu bir PKK affına bağlanacağı dillendirilen bir dönemde, bu rezil davanın tutsaklarına neden gereken sağlık özeni gösterilmez? Askeri cezaevlerinde kalan tutsaklar, Genelkurmay Başkanlığı kontrol ve denetimindedir. Bu, büyük bir sorumluluktur. Yaş ortalamasının 50 üzerinde olduğu çok sayıda en seçkin amiral, general ve subayın büyük bir yalan ve iftiranın varlığını bilerek tutsak edilmelerine rağmen, en azından gerekli sağlık altyapısının bu cezaevlerinde tam olarak sağlanamaması ve ambulansların yetersiz ve ekipsiz olması yaşam hakkı ihlali değil midir? Bir orgenerale GATA’da ortalama beş doktor düşerken, Hasdal gibi en yoğun dönemde 200’e yakın tutsağın kaldığı bir cezaevinde bile sadece bir doktorun gündüzleri görev yapması vicdanları yaralamaz mı?

Son soru

Genelkurmay Başkanlığı ve en çok tutsağa sahip Deniz Kuvvetleri Komutanlığı gerçeklere, en üst düzey itiraflara rağmen Balyoz oyununa hâlâ “hukuka saygılıyız” yalanı altında sırtlarını dönmeye devam mı edecek?

Murat Özenalp’in tutsak iken ölümünde, Balyoz kumpası zincirindeki her halkanın ve bu zinciri dışarıdan ellerinde tutarak destek veren ve sessiz kalan herkesin sorumluluğu vardır. Bu sorumluluktan aradan 100 yıl bile geçse kimse kaçamaz.

Murat kardeşim, köprü üstünü erken terk ettin. Seni çok özleyeceğiz. Emin ol, adını
Ali Tatar, Berk Erden ile birlikte nefes aldığımız sürece yaşatacağız. Bu bahriyenin gerçek sahipleri, Hint Kaptanı Murat Reis’i sonsuzluk okyanusundaki son seyrine gözyaşları içinde uğurluyor.

Rotan Cennet Olsun.  

TÜRKER ERTÜRK : Win Win..

E. AMİRAL Türker Ertürk

portresi_gulumseyen

Win Win

Öncelikle şunu ifade etmek isteriz :

Uluslararası ilişkilerde devletlerin birbirinden özür dilemesi diplomatik usuller içinde mutlaka yazılı olarak yapılır. Bir başbakanın bir başbakana telefon açıp

“Ya kusura bakma oldu bir kere üzgünüz, ölenler için üç beş kan parası da veririz, artık uzatmayalım.”

demesi özür yerine geçmez.

Bu sözlerin özür yerine geçmesini istemek sizin kabile devleti yerine konduğunuzu gösterir. Bu nedenle İsrail’den diplomatik usuller dairesince özür dileneceğini
farz ve kabul ederek yazıma başlamak istiyorum.

Dokuz yurttaşımızın şehit edildiği Mavi Marmara olayının arka yüzünü anlattığım
6 Ocak 2011 tarihli Mavi Marmara operasyonu nedir? başlıklı yazımın
sonuç bölümünde “Eğer uslu çocuk olunur ve projeye (BOP) uygun davranılırsa İsrail’in özür dilemesi sağlanır.” demiştim. Kahin değildim! Yalnızca büyük resmi görebiliyor, ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da neler yapmak istediğini anlıyor ve
bunları yapabilmek için Türkiye’ye olan ihtiyaçlarını değerlendirebiliyordum.

Peki, İsrail Türkiye’den niçin şimdi özür diledi? Çünkü Mavi Marmara olayından beri soğuyan ve vites küçülten Türkiye-İsrail ilişkileri ABD ve İsrail açısından
sakıncalar yaratıyordu.

Emperyalizmin acelesi vardı!
Türkiye ve İsrail arasında eşgüdümün (koordinasyonun) azalması
Büyük Ortadoğu Projesi’nin yürütülmesini sekteye uğratıyordu.
Suriye’ye karşı yürütülen artık örtülü hali kalmayan savaş çok uzamış ve iki yılı geçmişti. Bu savaşın içinde bulunan Türkiye ve İsrail’in arasındaki eşgüdümsüzlüğün başarının gecikmesine neden olduğu düşünülüyordu.

Artık bıçak kemiğe dayanmıştı

Türkiye-İsrail arasındaki istihbarat paylaşımı, özellikle Suriye’ye yönelik casusluk
ve sabotaj operasyonları, ortak askeri tatbikatlar, savunma projeleri ve Türk hava sahasında İsrail Hava Kuvvetleri savaş uçaklarının eğitim uçuşları yapılamıyordu. İsrail savaş uçaklarının Türk hava sahasında daha önce yaptıkları uzun uçuş profilli uçuş ve atış eğitimleri çok önemliydi. Bu eğitimler İran’a yapılması planlanan
askeri müdahale için elzemdi.

Artık bıçak kemiğe dayanmıştı, Türkiye-İsrail arasındaki arzu edilen düzeyde olmayan ilişkiler, ABD ve İsrail ile bu stratejik müttefiklerin bölgedeki çıkarlarına zarar veriyordu. ABD Başkanı Obamaİsrail ziyareti sırasında ağırlığını koydu ve bu iş bitirildi.

Ayrıca son günlerde Türkiye’de Narko-Terör örgütü lideri ve bebek katili ile masaya oturulması, anayasa pazarlığı yapılıyor olması ve Nevruz kutlamalarında Diyarbakır’da artık ülkenin fiili olarak bölünüyor noktasına gelmesinden dolayı Erdoğan ve AKP’ye karşı artan isyanı dengelemek için gaz alıcı bir operasyona
ihtiyaç vardı. İşte İsrail’in özür dilemesi bu işe yarayacak.

Gelelim Gazze ablukasının özür dolayısıyla İsrail tarafından kaldırılacağı meselesine. İsrail Kasım 2012’de Gazze’ye yönelik olarak adını kutsal kitap Tevrat’tan alan
“Bulut sütunu” askeri harekatı yapmıştı. Hedef Hamas’ın askeri gücüydü.
Bu askeri harekat sırasında havadan bombalanarak Hamas’ın askeri gücünün
çok büyük bir bölümünü yok edildi. Ardından kara harekatı tehdidi ile ateşkese zorlandı ve teslim koşulları ile Hamas masaya oturtuldu.

İsrail ile masaya oturan Hamas’ın ne parası, mücadeleye devam edecek ne silahı,
ne cephanesi ne de onu destekleyecek Arap ülkeleri vardı! İran ve Suriye’nin
başı dertte idi! Araya emperyalist işbirlikçisi Mısır Devlet Başkanı Mursi girdi,
paralar bastırıldı Hamas satın alındı ve onun İran ve Suriye işbirliğine son verildi.

Gazze ablukasına artık lüzum kalmadı

Sünni olan Hamas’ın Şii hilali olarak görülen şer ittifakı ile beraber hareket etmesi bölge planları açısından kabul edilemezdi.

  • Zaten Hamas’ı 1987’de intifadanın ilk günlerinde Filistin’i bölebilmek için kurduran ve Gazze’de örgütlenmesine müdahale etmeyen İsrail’di.

Bu arada şunu belirtmek isteriz :Arap dünyasında köktendinci radikal İslami hareketlerin ve grupların arkasında İsrail istihbarat örgütü MOSSAD vardır.
Bu gerçeklik benim değil MOSSAD eski ajanı Victor Ostrovsky’nin sözleridir.

Bu nedenle Gazze’ye ablukanın sürdürülmesine lüzum yoktur.
Fakat ablukanın kaldırılmasının Türkiye’den özür dilenmesi şartına bağlanması, Erdoğan’ın son gelişmelerle nefrete gark olan adını Türkiye’de ve Arap dünyasında kurtarmak ve parlatmak içindir.

Ortadoğu’da Sünni-Şii ekseninde kamplaşma ve çatışma istenmektedir. 

Şiiler ötekileştirilen, düşmanlaştırılan antiemperyalist direnci oluşturmaktadır.

Ilımlı, uyumlu hale getirilerek dönüştürülen Sünniler ise emperyalist işbirlikçisi konumunda ABD ve İsrail’in taşeronu durumundadır.

Bu nedenle bölgede ulus devletlere düşmanlık yapılmakta ve
Milli kimlikler yok edilmeye çalışılmaktadır.

AKP liderliğinde Türkiye, Müslüman Kardeşlerin iktidarda olduğu Mısır ile
çağdışı rejimlerin egemen olduğu körfez ülkeleri bu mezhepsel kamplaştırmada emperyalist işbirlikçisi safındadırlar.

Suriye’deki savaşa, bu ülkeye terör ihracına hız verilecek ve İran’a yapılması düşünülen müdahalenin hazırlıkları yapılacaktır. Türkiye’ye ihtiyaç vardır.

Türkiye ve İsrail arasında her konuda eşgüdüm gereklidir. Bu işbirliğinden İsrail’in kazanımları çoktur. Adam başına 100 binden toplam 900 bin doların lafı bile olmaz.

Biliyorsunuz Win Win yani Kazan Kazan bir pazarlama kuramıdır.
Her iki tarafın kârlı çıkması anlamında kullanılır. Gerçekten bu özür işinden taraflar
kârlı çıkmıştır. Bir yanda ABD ve İsrail öbür yanda Erdoğan ve Bebek katili
kârlı çıkmıştır. Ama TürkiyeTürk Milleti ve Ortadoğu’nun Müslümanları
yitiren taraftadır.

Saygılar sunarım. (26 Mart 2013)