Etiket arşivi: BOP eşbaşkanı

BEN SENİ ÇOK İYİ BİLİRİM

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

1979 yılında M. Külünk ile birlikte yaptığın eylemlerden bilirim.

Arapları, Ermenileri, Rumları, Türk Milletinden daha çok sevmenden bilirim.

Yahudilerden “Cesaret Madalyası” alan ilk Başbakan olmandan bilirim.

22 İslam Ülkesini parçalayacak, milyonlarca Müslümanı öldürecek işgal sürecine, on binlerce Müslüman kadına tecavüz eden ABD Askerleri için “Sağ Salim Ülkenize Dönün” diye dua etmenden ve “Eşbaşkan” olmandan bilirim.

Ben seni yıllar öncesinden bilirim!

Karpuz gibi dışının yeşil, içinin kan kırmızısı olduğunu bilirim.

Avrupa’daki camilerde gariban Müslümanlardan para toplamandan, El-Kaide Liderinin dizinin dibine çökmenden, Bosna’ya yardım paralarından, Mercimek’ten, Darçın’dan, Marmara Gemisinden, Deniz Feneri e.V adlı yüzyılın yardım soygunundan, Ofer’den, Yasin El-Kadı’dan, SBK’dan,

Reza Zarrab’tan, tek yüzükten, Gri Listeden, yurt dışı yatırımlardan bilirim!

Her şeyini bilmesine bilirim de, bunu yapacağını bilemedim, yine şaşırttın beni!

Çok sayıda ölüme neden olan bir deprem felaketi sonucu,

  • Depremzede insanları, benden- benden değil diye ayıran bir yönetici dünyanın
    hiçbir ülkesinde görülmemiştir.

Yamyamlar diyarında bile!

Sen, kendi partinden olan Belediye Başkanlarını telefon ile arıyor ve yardım gönderiyorsun.

Fakat deprem felaketine uğramış illerin senin partinden olmayan Belediye Başkanlarını aramıyorsun! Üstelik görevden almaya kalkıyorsun!

Devletin tüm olanaklarını kendi insanlarına veriyorsun, sana muhalif (karşıt) olanlara hem yardım etmiyorsun, hem de devlet gücüyle tehdit ediyorsun!

  • Dünyada, ölümde-depremde- felaketlerde, kendi toplumunu ayrıştıran bir siyasetçi, şimdiye dek görünmemiştir. Taa ki sana kadar!
  • Bu kadar “Kara Yürekli”, “Kendi insanlarına düşman” olduğunu ben bile bilememişim!

Aramaya, geçmiş olsun demeye tenezzül etmediğin şehirlerde, sana oy vermiş insanları da
yok mu saydın?

Senin bu ayrımcılığın yüzünden, sana oy vermeyen vatandaşlarımızdan birinin ölümünün sorumluluğunu alabilecek misin?

Yazık sana! Bu ömrü boşuna yaşamışsın. Kötü anılacaksın.

DOĞRU Parti senin adını-resmini tüm devlet dairelerinden kaldıracak, bilesin…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 07 Şubat 2023

100. YILDA SEÇİMLER ve GELECEĞİMİZ

Dostlar,

Dün akşam, 3 Şubat 2023 Cuma günü saat 21:00’de (Türkiye saati ile) Avusturya’dan yayın yapan DÜZGÜN TV‘nin konuğu olduk.

Sn. Kazım Balaban‘ın sorularını yanıtladık. Konumuz,

  • 100. YILDA SEÇİMLER ve GELECEĞİMİZ

idi. AKP iktidarının 3 Kasım 2002’den bu yana 20 yıl 4 aydır ülkemizde neler vaad edip neleri yaptığını / yapamadığını irdeledik :

– Sağlık ve sosyal güvenlikte
– Ekonomide
– Hukuk ve Adalette
– Eğitimde
– Dış politika ve güvenlikte
– Din sömürgenliğinde (istismarında) 

Ülkemizin nasıl perişan edilerek uçurumun eşiğine sürüklendiğini sayısal veriler ve somut örneklerle açıkladık. Vaadlerinin ezici bölümünü yapamadılar / yapmadılar. Tam tersine!

Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” özdeyişine gönderme ile, AKP/RTE 2023 seçimlerini kazanırsa neler yapabileceğinin kestirilebileceğini belirttik.

Ulusal gelir 2023’te kişi başına 25 bin Doları aşacak, Türkiye ilk 10 ekonomiye girecekti. 2022 sonunda hala 10 bin Doların altındayız ve 21-22. sıraya gerileyerek G20’den düştük Dünyanın en yüksek enflasyonu olan 6 ülkesi içindeyiz. Kurgulu bir yoksullaşTIRma ile perişan edildi Ulus!

Hukuk devleti çöktü!

Dış Politikada AB-ABD uydusu, maşası, taşeronu, Erdoğan’ın itirafı ile BOP eşbaşkanı bile  olduk. Ulusal çıkarlar savunulamıyor. Kıbrıs’ta KKTC kritik eşikte. Ege’de 19-20 ada / adacığımız Yunanlarca işgal edildi ve üstelik, Paris Andlaşmasına aykırı biçimde silahlandırıldı..

Ülkede can güvenliği yok, siyasal cinayetler başladı, aydınlatıl(a)mıyor; Sinan Ateş, SADAT, mafya!

Laiklik ayaklar altına alındı, pupa yelken din devletine sürükleniyoruz. Diyanet fetva yağdırıyor!?

Eğitim “ulusal – bilimsel – kamusal…” olmaktan çıkarıldı, tarikat – cemaatlerce tutsak edildi.
……………..
Liste uzatılabilir.. Yayında ayrıntılı açıkladık..
***
Seçime giderken Erdoğan’ın DİPLOMA SORUNU, sağlık durumu ve 3. kez aday olmasının olanaksızlığı ile ilerledik. 1982 Anayasası yürürlükte, 2018’da kronometreyi sıfırlama palavra!

YSK Erdoğan’ın adaylığını  kabul etmeden YSK önüne tüm Millet İttifakı vekilleri, hukukçularla.. gidilerek bir uyarı metninin kamuoyuna açıklanması ve YSK’ya verilmesi uygun olur. Anayasayı çiğnememesi ve anayasa ihlali suçu işlememesi gerektiği eksenli anımsatma..

YSK gene de RTE’nin 3. kez adaylığını kabul ederse, yürütmeyi durdurma istemiyle hemen AYM’ye gidilmesi.. Anayasa md. 79 elvermiyor gözükse de, Anayasanın bütünsel olarak sistematik yorumu durumunda YSK kararının denetlenmesinin hukuka uygun olacağı savıyla.

Aynı zamanda hemen AİHM’ne (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘ne) ivedi başvuru.. İç hukuk yollarının Anayasa md. 79 ile tıkandığını savlayarak ve ivedi tedbir kararı isteyerek..

Tırnak boyasında ısrar…
Sandıklarda ıslak imzalı tutanakların mutlaka alınması..
Seçime yüksek oranlı katılımla AÇIK ARA FARKLA RTE’yi geride bırakmak..

Evet… giderler… Paşa paşa giderler… 2019 İstanbul BŞBB seçiminde olduğu gibi.. 13 bin fark 806 bine çıkınca halkın tokadını yiyip oturmuşlardı..

Savaş – çatışma çıkarıp seçimi erteleme.. Anayasa md. 87 yetkiyi TBMM’ye veriyor. RTE böyle bir yola başvurursa, kendi parti gurubuna egemen olamaz… 1 Mart 2003’te olduğu gibi..

Umutluyuz.. Yaşam pahalılığı çoooooooook ağır, çoooooooook yakıcı. Halk bunu yaşıyor.
TEK ADAM diktatörlüğü istemiyor. Kamuoyu yoklamaları hep bu yönde.. Abbas yolcu..

Millet İttifakı hata yapmamalı, TÜRKİYE İTTİFAKI‘na büyütmeli dayanışmayı..

70 dakika süren kapsamlı irdelememizi ve çözüm önerilerini dinlemek için lütfen tıklayın..

https://www.youtube.com/live/X8rbTZxevt8?feature=share

https://fb.watch/itds3TrOYX/

1908’de despot Padişah 2. Abülhamit’i tahttan indiren ve HÜRRİYETİ İLAN EDEN halkımız, 1807’den bu yana 216 yıldır süren demokratikleşme uğraşısını ve başarısını sürdürecektir. Tarihin tekerleği geri döndürülemeyecektir.

20 yıllık AKP/RTE parantezi kapatılacaktır.

Zaman, ULUSAL BİRLİK zamanıdır.

Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..

Sevgi ve saygı ile. 4 Şubat 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

19 MAYIS TÜRK’ÜN EMPERYALİZME BAŞKALDIRISIDIR

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

(40 yıldır Kur’an araştırmaları yapan Değerli Yazar ve DOĞRU Parti Gen. Bşk. Yrd. Sayın Sedat Şenermen’e teşekkür ve saygılarımla.)

(AS: Kısa bir katılmama notumuz yazının sonundadır…)

Türk’ün vicdanındaki Milli Sır, Emperyalizme karşı çıkmaktır. Bu karşı çıkış, Kur’ani’dir. Kur’an, emperyalizmi “Küresel şer ve şeytanlık, düşmanlık” anlamında “Tağut” olarak tanımlamaktadır.

Nutuk’ta, “Milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiği büyük gelişme kabiliyetini “Milli Sır” olarak belirleyen Atatürk, onun “Milli Egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk Devleti kurabilmek” olduğunu ifade eder.

Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantığı da Atatürk “Nutuk sh. 9-10” da açıklamaktadır:

  • “Temel ilke, Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklalden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez. Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki, Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. O halde, ya istiklal ya ölüm! İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır.”

Peki, Atatürk’ün dediklerine Türk Milleti olarak uyduk mu? Hiç düşündünüz mü?
Atatürk’e ve annesi Zübeyde Hanıma en aşağılık hakaretleri yapan yobazları, devlet sofrasında konuk etmekten utanmayan siyasetçileri kim seçti?

  • T.C. Başbakanı olabilme yetkisini, ABD Oval Ofiste alan biri, sizin Başbakanınız olabilir mi?
  • ABD Başkanından, BOP Eşbaşkanı diplomasını alan zavallılar, Türkiye’nin bağımsızlığını sağlayabilir mi?
  • 1,5 milyon insanın katledilmesine, 150 binden fazla Müslüman kadının tecavüze uğramasına yol açan bir istilanın uygulayıcılarının Eşbaşkanı olan bir iktidardan, Türk Milletinin yararına ve bağımsızlık adına bir şeyler beklemek mümkün mü?
  • Diploması ve serveti şaibeli, hırsızlığı uluslararası kuruluşlarca tespit edilmiş bir İhvancı-Ümmetçi kafa Türk Milletini hangi çağdaş-medeni seviyeye getirebilir?

Peki, Atatürk ve çağdaşlık düşmanı soyguncuların zulmüne son verecekleri iddiasıyla, İşadamlarımız ve İBB destekli basınımız tarafından desteklenmek üzere, muhalefet olarak kimleri Türk Milletinin huzuruna çıkardık?

Yönünü Atatürk’e değil de, Seyit Rıza’ya ve Şeyh Said’e dönenleri mi?

Türkiye’yi eyaletlere bölecek, AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartını kabul edenleri mi?
Kürtçeyi ikinci resmi dil olarak kabul etmeyi söz verenleri mi?
Atatürk’ü “Dersim Katliamcısı” ilan edenleri mi?
FETÖ’nun Prensesi olarak, toplantılarda FETÖ’ya övgü düzenleri mi?
Türk Ordusunun Amirallerine “Zevzek” diyenleri mi?
Said-i Nursi’yi ÖNDER olarak kabul edenleri mi?
Suriye politikasının mimarlarını mı?
Telekom’u, Cumhuriyetin eserlerini satan İngiliz Tefecilerinin elemanlarını mı?
Sivas Katliamının organizatörlerini mi?

Bunlarla çağdaş-bağımsız-onurlu Türk Devletini yeniden kuracağınızı düşünüyorsanız, buyrun meydan sizin! Kurun sizi tebrik edelim.

Yalnız şunu hiçbir zaman unutmayın!

Tek sermayesi, Türk Milletini ve Atatürk’ü sevmek olan bizler, yanıldığınız ve ağladığınızda size merhamet göstermeyeceğiz.

Herkesin kaderini kendi tercihi belirleyecek…

“Ne Mutlu Türküm diyene” ve sözünden dönmeyene…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 19 Mayıs 2022
==============================================
Dostlar,

Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başardığımız şanlı ulusal kurtuluş savaşımız,
yalın bir tarihsel – eytişimsel (diyalektik) gerçekliktir.
Bu ulusal bağımsızlık savaşının son derece zorlama birtakım yorumlarla Kuran’a bağlanması, orada bağlantılar gösterilmesi hem olanaksız hem de gereksizdir.
Yazının bu bölümüne katılmıyoruz.
Yurtsever yazar Sn. R. Serdaroğlu’na bu düşüncemizi ilettik.
Bu sınırlama ile makaleyi web sitemizde paylaşmış oluyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 20.05.22
Dr. Ahmet SALTIK

 

İSLAMIN 5 ŞARTI

İSLAMIN 5 ŞARTI

Rifat Serdaroğlu

“İslamın beş şartı nedir” diye sorsak, çok büyük bir çoğunlukla alacağımız yanıt;
Namaz, Oruç, Hac, Zekât, Kelime-i Şahadet” olacaktır.
Kur’an-ı Kerim’de böyle bir şart var mı? İslam Bilginlerine göre yok! Şart olmadığına göre cezası olabilir mi? Ulemaya göre, olamaz!
Yoksa bunlar “Hadis” adı altında sonradan yapılan eklemeler midir?

“Şart” öyle bir kuraldır ki, o olmazsa onun temsil ettiği sistem de olmaz…

İslam beş ilke üzerine kurulmuştur; (Kur’an Ayetleri ile sabit)
Adalet
Emanet
Ehliyet
Maslahat (Fayda, bir işin doğru-düzgün ve uygun yapılması)
Meşveret. (Danışma)

Şimdi şu soruları lütfen kendimize soralım;
Adalet olmadan, İslam olur mu?
-Emanete sadakat olmadan, İslam olur mu?
-Yönetimi ehline vermeden yani ehliyet olmadan, İslam olur mu?
-Bir şahsın veya bir grubun değil, halkın yararını esas almadan, İslam olur mu?
-Danışma, fikir alışverişi, düşünce özgürlüğü, meşveret olmadan, İslam olur mu?

Yine İslam Bilginlerine göre; İslam’da, yasak olan ve uymazsanız cezaları da Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiş dört şart vardır;
Bu şartların tamamı kişi hak ve özgürlükleriyle ilgilidir!
-Öldürmeyeceksin,
-Çalmayacaksın,
-İftira atmayacaksın,
-Zina yapmayacaksın!

Bu doğru ve kesin bilgiler karşısında Türk Milleti olarak kendimize şunları sormak gerekmez mi?
-17 yıldır ülkede Adaletin kıymığı kaldı mı? AKP, Yargıyı önce FETÖ’nün, sonra da kendi emrine almadı mı? Eğer bu iddia doğru değilse, niye beş binden fazla Savcı-Yargıç meslekten atıldı, cezaevlerine kondu?
-AKP emanete sahip çıktı mı?
Cumhuriyetin eserlerini satmadı mı? Ülkeyi boğazına kadar borca sokmadı mı? Sonunda ekonomi gemisini kayalara bindirmedi mi? Fakir daha fakir, zengin daha zengin olmadı mı?
-AKP yönetimi ehil kişilerden mi oluşuyor?
Rüşvet yediği için görevinden ayrılan adam Büyükelçi yapılmadı mı? Bakanlar, Bakan veletleri AKP’nin vatansever ilan ettiği sahtekâr Zarrab’ın önüne yatmadılar mı? Sıfırlama rezilliğini beraberce yaşamadık mı?
-AKP tüm halkın yararına mı yoksa bir avuç yandaşın yararına mı çalıştı?
Halk fakirleşirken, AKP yöneticileri zenginleşmedi mi? Bunlar sizlerin gözleri önünde olmadı mı?
-AKP, bilenlere hiç danıştı mı? Hazine-Maliyenin başına getirilen damat daha iki ay önce, “enflasyon ekimde tek haneye düşecek” demedi mi? Aynı damat şimdi enflasyon tahminini %20’nin üzerinde ilan etmedi mi? İki ay ötesini dahi öngöremeyen bir kişiye, ülkenin hazinesi ve maliyesi teslim edilir mi?
Şimdi AKP’ye oy veren ve Müslüman olduğunu iddia eden vatandaşlarıma soruyorum;

  • SİZLER AKP’YE OY VERMEKLE
    İSLAM’A KARŞI ÇIKMIŞ OLMUYOR MUSUNUZ?

Gelelim Türkiye’yi yöneten iki güçlü kişiye! ERDOĞAN ve BAHÇELİ’ye!
Siz ikiniz Müslüman mısınız? Herkesin inancı kendisini bağlar ama sizler Türk Milletini yönetme sorumluluğunu bilerek ve isteyerek aldığınız için bu soruyu sormak bizim doğal hakkımızdır. Kaderimiz sizlerin elinde!

İslam’da, yapılması men edilen ve büyük cezaları olan yasaklar neydi?

-Öldürmeyeceksin!
“Çözüm Süreci” diye, 54 bin insanımızın hayatını çalan katil sürüsü PKK ile masaya oturma emrini veren hanginiz idi? Hanginiz milyonlarca Müslümanın katledilmesine, tecavüze uğramasına, göç etmesine, Ege ve Akdeniz’de boğulmalarına sebep olan projenin (BOP) eşbaşkanı idiniz? Hanginiz, devletin Vali ve Komutanlarına emirle “PKK’lılara dokunmayın” dediniz?

-Çalmayacaksın!
Devlet Bahçeli, siz bir buçuk yıl öncesine kadar AKP üst yöneticileri ve ortağınız için “HIRSIZ-RÜŞVETÇİ-SOYGUNCU” kelimelerini Türk Milleti huzurunda defalarca söylemediniz mi?
O dedikleriniz mi doğruydu, bugün suçladığınız kişilerle ortak olmanız mı doğru?

-İftira atmayacaksın!
Bu ülkede başta Genelkurmay Başkanı ve Komutanlar olduğu halde, gazeteciler, akademisyenler bizzat AKP tarafından iftiraya maruz kalmadılar mı?
Türk Ordusuna atılan iftira sebebiyle kozmik odaya girilmedi mi?
Sadece bu sebepten Türk Devletinin çok değerli 833 evladı öldürülmedi mi?

-Zina yapmayacaksın!

TÜİK ve Millî Eğitim Bakanlığı verilerine göre;
AKP döneminde FUHUŞ %790, küçük çocukların cinsel istismara uğrama oranı %434 ARTTI! Daha ne diyeyim ki!

Yazıyı bağlayalım bağlamasına ama, şu soru tüm vicdanları titretecek şekilde Türk Milletinin önünde duracaktır. Bu soruya Allah için doğru cevap verilmedikçe, Türk Milleti rahat ve huzur bulamayacaktır…

  • “Hırsızdan, yalancıdan, ikiyüzlüden, beceriksizden Müslüman olur mu?

    Hırsızlığa, yalana, ikiyüzlülüğe, kötülüğe karşı çıkmayanların “Dilsiz Şeytandan” bir farkı kalır mı?”

  • Hadi artık, hep beraber ayağa kalkmanın zamanı gelmedi mi?

Sağlık ve başarı dileklerimle. 24 Eylül 2018

Duydunuz mu Bese Hozat’ı?


Duydunuz mu Bese Hozat’ı?

????????????????????????????????????????????????????????????

 

Naci BEŞTEPE
AYDINLIK
, 22.6.2015

Geçen haftaki yazımda ”Becerdiniz!” demiştim.
HDP’yi Meclis’e sokan tatlı su aydınlarına.
8 Haziran’da, AKP belasına HDP’nin eklendiğini, sorunun katmerlendiğini yazmıştım.
Sağ olsun Bese HOZAT destek açıklamasında gecikmedi.
Ne dedi;

“Anayasa da değişse, Kürt kimliği de tanınsa,
Türkiye’de barışçıl demokratik temelde Kürt sorununu çözsek de bunun sonucunda PKK silah bırakmaz…

Nedeni şudur; PKK bir Kuzey Kürdistan örgütü değil, PKK ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir partidir, bir örgüttür. Kürtler sadece Kuzey Kürdistan’da yaşamıyor…

Önderliğimiz böyle bir çağrı (silah bırakma) yapamaz.
Çünkü özgür değil. Yapsa da örgüt kabul etmez.”

DEĞİŞMEYEN AMAÇ

1984’ten bu yana söylemler ne şekil alırsa alsın değişmeyen bir gerçek vardır;

PKK’nın amacı Büyük Kürdistan’ı kurmaktır.

Zamana ve zemine göre kıvırtmalar olmuştur. Ama esas, Bese Hozat’ın dediğidir.
1999’da Öcalan yakalandığında da “Silahlarınızla Türkiye’den çekilin” talimatı vermiş, örgüt dinlememiş, kısmen çekilmişti. Şimdi koşullar PKK için çok daha elverişlidir.
Türkiye’de,

AKP iktidarı PKK’yı serbest bırakmış – palazlandırmıştır.

Suriye ve Irak’ta, ABD ve BOP eşbaşkanlığının desteğiyle söz sahibi olmuştur.
PKK hedefe yaklaştığının farkındadır. Silah bırakmaz, Türkiye’den çekilmez.
Milli iktidar ve irade olmadıkça.

SÜLEYMAN ŞAH

BOP eşbaşkanının kafasına taş düşmüş, dönmüş ABD’yi suçluyor.
Kendi katkılarını ne çabuk unutmuş.
Millet unutmaz.
Şimdi “Güvenlikli Bölge” derdine düşmüş.
Süleyman Şah Türbesi’ni geriye çekerken aklınız neredeydi?
Kürt koridoruna karşı elde bulundurulması gerekli değil miydi?
Türbeyi yerine taşıyın.
Koridoru böler, engellersiniz.
Yasal hakkınız da var. Türbe yeri Türkiye’nindir.

*****

VATAN ve NAMUS

Vatan Partisi seçimde başarısız oldu ama “Vatan-Namus” sözünde dimdik duruyor.
Dün neyse bu gün de o.
HDP’nin Meclis’e girmesinin sakıncalarını her fırsatta haykırdı; dinletemedi.
Kürt koridorunu senelerdir söyledi. Beyinler dumura uğramış, kulaklar sağır.
TSK mensubu yeni CHP’li vekil bile, HDP ile koalisyondan yana olduğunu açıkladı.
Hem de PKK yayın organına.

Gnkur. Karargahı’nda uzun yıllar çalışmış, birikimli, akıllı, seçimde başarılı ve
Silivri’de aslanlar gibi mücadele etmiş olsa ne yazar? Kendine çalışmış.
Onu taşıyan üniformaya acıdım.

GÖRÜNEN KÖY

Yandan destekli AKP-CHP iktidarı adım adım geliyor.
Koşullar ona göre hazırlandı. ABD/HDP/PKK istekleri en kolay bu yolla sağlanır.
Vatan Partisi, % 0.5 oyla yaptığını  % 0.05 de alsa yapmaya devam edecektir.
Derdimiz oy değildir; Vatan ve namustur.
Namusumuz; dürüstlüğümüz, vatanın bütünlüğü milletin birliğidir.

Bese HOZAT, duydunuz mu?
Vatan’ı da duyun…

*******

PAZARTESİ İĞNELERİ

YOBAZ

İnegöl Milli Eğitim Şb. Md. Mustafa Karaarslan,
ATATÜRK’ün cehennemden, ”Sıcak diye orucu bırakmayın, burası daha sıcak”
dediğini varsayan mesaj göndermiş.
Behey cahil, münafık, yobaz;
– Dindar olsan Allah’ın işine karışmazsın,
– Adam olsan Ata’ya dil uzatmazsın…

VALİMİZ

Vali Küçük, sorusunu beğenmediği dört gazeteci için “götürün bunları” emri verdi.
Küçük vali…

ATATÜRK diyor ki :”.. hep bir ırkın evlatları – hep aynı cevherin damarları” yız..

ATAM

Atatürk diyor ki                              :

Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı..
hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır
Bizim yeni işimiz budur

Bu damarlar birbirini duysun ve birbirini tanısınBu dediğim şey hakikat olacak, çünkü hakikattirBu dediğim şey, olduğu zaman başka bir âlem görülecek ve bu âlem dünyaya hayat verecek,
nur ve feyzini insanlığa saçacaktır

Hakikat güneşi durmazdaima yükselecekTürk’ün varlığı bu köhne âleme
yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek

Bu karmaşık işlerin içinden çıkıp yükselebilmek için, bize dirlik gerektir.
Birlik onunla beraber yürür. Diri yalnız Türk Milletidir, birliği ortaya koyan da Türk’tür, dirliğin ne olduğunu anlatan da Türk’tür, çalışalım…”

Kaynak: 8 Eylül 1932, Dolmabahçe Sarayında,
Atatürk’ün Bütün Eserleri
(ATABE), 25. Cilt

==================================

Dostlar,

Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün yukarıdaki sözleri ne denli insancıl,
ne denli bütünleştirici değil mi??

Bu durumda “ÇÖZÜM SÜRECİ- AÇILIM” ne anlama geliyor?
Ürkülecek – korkulacak bir içeriği yoksa, kamuoyunda büyük tepki – patlama – isyan .. doğurmayacaksa… neden AKP – CHP – HDP, birtakım enteller  yıllardır geveleyip duruyorlar?

Çıkar; Mustafa Kemal Paşa gibi apaçık fikrinizi söylersiniz.
Bu durumda artık biz de AP-AÇIK görüyoruz ki,

– Bu sözde “ÇÖZÜM SÜRECİ- AÇILIM” politikası ülkemizi ve halkımızı ayrıştırıcı – bölücüdür!

Bu durumda Halkımızın = Türk Ulusu’nun böylesine kökü dışarıda Sevr çağrıştıran
bir ihanet girişimine onay vermeyeceği ap-açıktır.

Irk temelli, etnik kökene dayalı, din – mezhep ekseninde inanca dayalı siyaset çağdışıdır.

İNSAN HAKLARINA dayalı, ülkenin tüm insanlarının hak ve özgürlüklerini demokrasinin en üst standartlarına kavuşturmak günümüz çağdaş siyasetinin omurgasıdır. Siyasal Partileri ancak bu evrensel amaca giden yolda izleyecekleri
politika ve araçlarda ayrışabilirler. 

Dolayısıyla İNSAN HAKLARI olgusunu kötüye kullanarak insanları mikro-milliyetçilik
başta olmak üzere olağan farkılıkları üzerinden ayrıştırmaya ve uzun yüzyıllar boyunca
kanlı süreçlerle kaynaşarak (integrasyon) ULUSLAŞMIŞ HALKLARI birbirine düşürerek
sözde özgürleştirme – özerkleştirme adına bir çarpık insan hakları anlayışına izin verilemez.

Bu  politika olsa olsa, dünyayı karakol – istasyon devletçiklere bölerek emperyalizmin buyruğuna KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm süreci üzerinden sunmaktır.
Ap-açık kökü dışarıdadır, kanlıdır, kardeşi – kardeşe kırdırmaktır ve en azından
son çeyrek yüzyıldır Ortadoğu’da gözler önündedir.. Adı da süslü – püslü, zihinlere tuzak (retorik) Büyük Ortadoğu Planıdır (BOP) !

Ne hazindir ki; Türkiye’de 12,5 yıldır iktidarda olan AKP’nin kurucu başı, kendisini
“BOP Eşbaşkanı” ilan ederken en azından vahim bir yanılgı içindedir ve “BOP’un Ortadoğu barışına hizmet” olduğunu ileri sürebilmektedir!? Fakat tarihsel pratik Erdoğan’ı yalanlıyor. Ortadoğu Irak’ın 1. işgalinden bu yana (1990; 1. Körfez Harekatı diyorlar!) bölge kan – revan içindedir. Dahası Erdoğan bu gelişmelerden hiç ders almış da değildir.

Komşumuz Suriye’de iç isyan ve savaşı kışkırtan politikalar izlenmiştir ve örneğin son olarak “Eğit – Donat” projesiyle ABD ile “ortaklaşa” (!?) bu kanlı serüven sürdürülmektedir.
Bu bağlamda Erdoğan’ın “BOP Eşbaşkanlığı” ödevinin saflık – iyi niyetle – kandırılma (!?) ile açıklanamayacağı bu kez ap-açık olmanın çooook ötesinde çırılçıplak ortadadır.

*****
Sonuç olarak                                   :

1. Türkiye’de ırk – etnik köken – dinsel inanç – bölgecilik.. bağlamında ilkel politikalar
derhal terk edilmelidir.
2. HDP vb. partiler bu bağlamda Kürtçülük – Kürt hakları gibi ilkel siyaseti bırakarak
programını kökten değiştirmeli ya da bunu yap(a)mayacaksa kendisini feshetmelidir.
3. Kökü dışarıda ve amacı kanlı bölücülük -kardeş kavgası – iç savaş olan AÇILIM – ÇÖZÜM SÜRECİ masalı ve çoooook tehlikeli oyuncağı Türkiye gündeminden düşürülmelidir.
4. Çözümü, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu insancıl önder Mustafa Kemal Paşa
8 Eylül 1932’de, 83 yıl önce dile getirmiş.. Yukarıya aktardık.. Tekrar tekrar okunması ve
üzerinde düşünülmesi gerek.

Reçete hiç de karmaşık değil.. Yine O’nun hepimize akıllıca uzlaşı çağrısı yapan sözleriyle :

“Türkiye Cumhuriyetini kuran halka / ahaliye (AS: “Halklar” diye ayrıştırmak çok yersiz değil mi!?) TÜRK MİLLETİ denir..”

Ülkemizin bu anlayışa öyle çok gereksinimi var ki…
7 Haziran 2015 “kritik” seçimlerine giderken de, sonrasında da..

Sevgi ve saygı ile.
29 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

1 Haziran 2014 Türkiye’sinin görsellerle hazin ve o ölçüde umutlu gündemi..


1 Haziran 2014 Türkiye’sinin görsellerle hazin ve o ölçüde umutlu gündemi..

Gezi_sehitleri_1._yil_31.5.14

ABD'nin_BOP_hedefleri_Turker_Erturk_31.5.14

ADALET_ISTIYORUZ_HEMEN_SIMDI_SESSIZ_CIGLIK_31.5-2014

SOMA_da_toplu_mezarlar_15.5.14

Platon_ve_Demokrasi

ATA_kaza_ve_kader_talih_tesaduf_Arapcadir

Hirsiz_vaaar_29.12.13

1789_Fransiz_Insan_ve_Yurttas_Haklari_Bildirgesi BOP_haritasi

Ata, Sayın gençler..


Sevgi ve saygı ile.
1 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

 

 

“İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ“ nin 65. Yılında Görünüm..


Dostlar
,

Geçtiğimiz yıl, Dünya İnsan Hakları Günü‘nün ya da
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ‘nin 64. yılı nedeniyle kapsamlı bir yazı yazmıştık.. Bu yazıyı anımsayalım istiyoruz..

Gözden geçirerek yeniden paylaşmak istiyoruz..

Aşağıda..

Acıyla vurgulayalım ki, günümüzde kişi hak ve özgürlükleri İngiltere’de Krala karşı 1679’da yürürlüğe konan HABEAS CORPUS rejiminin bile gerisindedir!

Orada, “Habeas Corpus” ta, özce denilmektedir ki;

  •  Korkma, Kralın adamları seni haksız tutarsa, suçsuzsan bağımsız yargıçlar seni ilk fırsatta salıverecektir..

Oysa günümüzde Ergenekon – Balyoz – Casusuluk vb. düzmece davalarda,
sahte ve hatta düzmece oldukları kezlerce kanıtlanan sözde kanıtlarla (delilerle)
masum insanlar yıllardır zindanlarda tutsaktır ve birçoğu da yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Zindanlarda ölümler / öldürmeler başlamıştır!..

Ayrıca TSK; kurumsal olarak büyük ölçüde güç yitiğine uğratılmıştır!
Bu durum kabul edilemez, çünkü ulusal savunmayı zayıflatarak ülke – ulus çıkarlarına giderimi olanaksız zararlara yol verebilecektir.

Medya tutsak alınmıştır.. Halk gerçekleri öğrenememektedir.
4. güç devre dışıdır, ülkemizde apaçık AKP dinci faşizmi yürürlüktedir!
“Güçler ayrılığı” felç edilmiştir.. Her şey tek adamın 2 dudağı arasındadır.

Bu görünümüyle Türkiye’nin AKP rejimi Platon’on, Aristo’nun, Montesquieu’nun öngörülerinin bile gerisine savrulmuştur ancak 2 yüzlü Batı ve maşası
sözde insan hakları kuruluşları, yakıcı sorunun özünü görmezden gelerek,
insan haklarını “ayrılıkçı” biçimde kullanmayı utanmazca sürdürmektedirler.

Ülkemizde inanç ve etnisite temelli kışkırtıcı ayrımcılıkla kanlı bir iç savaşı ve bölünmeyi hedeflemektedirler.. Yabanıl (vahşi) kapitalist sözde serbest piyasa ile ekonomik Sevr’i uygulamak ve ülkeyi borçlandırarak yoksullaştırmak, özelleştirme ile talan etmek yetmemiştir. Siyasal – coğrafi bağlamda da Sevr; Lozan yırtılarak yürürlüğe konmalıdır; Başbakan RTE, bu süreçte, BOP eşbaşkanı olarak sonuçlarını
bilerek – bilmeyerek Batı’dan bir “görev” almıştır.

Bir ülke halkının kaynaşarak uluslaşması ve yurt tutup uğrunda ölerek vatanlaştırdığı topraklarında dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip onurlu bir üyesi olarak
yaşama hakkını görmezden gelerek o halkı türlü iğrenç oyunlarla iç savaşa sürüklemek insan haklarının neresinde yazılıdır?

İnsan hakları şampiyonu Batı emperyalizminin bu onmaz hastalığı nasıl ve ne zaman düzel(til)ecektir??

İçeriye dönersek; önleyici gözaltı diye hiçbir çağcıl hukuk düzeninde yeri olmayan bir biçimde, Başbakan R.T. Erdoğan’ın gittiği yerlerde TGB (Türkiye Gençlik Birliği) üyesi gençler peşin olarak, potansiyel suçlu ilan edilmekte ve gözaltına alınmaktadırlar..

Başbakan R.T. Erdoğan o kentten ayrılana dek, bu TGB’li gençler,
geceyi polis karakollarının nezarethanelerinde geçirmektedir.

Bu uygulama hangi pozitif hukuk normuna dayalıdır??

Cumhuriyet Savcıları kolluğun (kentlerde polisin / kırsalda jandarmanın) bu istemine hangi yasa maddesine dayanarak izin vermektedir?

Bu hususun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca açıklığa kavuşturulmasını diliyoruz.
Ayrıca HSYK’yı da göreve çağırıyoruz..

  • Bu savcılar yasaları çiğneyerek suç işlemektedir.

Türk Hukuk Kurumu ve Türkiye Barolar Birliği sorunu üzerine gitmelidir.

Türkiye, yüz kızartıcı bu hukuk dışı uygulamadan kurtarılmalıdır.
İnsan haklarının en başında “kişi dokunulmazlığı” gelmektedir.
Hiç kimse keyfi biçimde özgürlüğünden alıkonulamaz.

Anayasa madde 19 : Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Fakat 19882 Anayasası’nın kişi hak ve özgürlüklerini oldukça sınırlayıcı dokusu kapsamında temel hak ve özgürlükler ülkemizde pervasızca çiğnenmektedir.
Bu hukuk tanımaz ürkünç durum, AKP iktidarında katlanılmaz düzeye tırmandırılmıştır.

Habeas Corpus’tan bu yana aradan 344 yıl geçmiştir ve ülkemizde
AKP, hukuku bir toplumsal terör aracı olarak kullanmaktadır.

Geçtiğimiz hafta emekli olan bir Yargıtay Daire Başkanı yüksek yargıcın bu yöndeki sözleri kulaklarda yer etmiştir.. Bu sayın yargıca göre hukuk Türkiye’de adaletin aracı değil, terörün silahına dönüştürülmüştür.

65 yıl sonra Dünya İnsan Hakları Günü‘nde Türkiye’nin dökülen görünümü
(hal-i pür melali) özetle böyledir..

Sevgi ve saygı ile.
10.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

“İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ“ nin 64. Yılında Görünüm..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
profsaltik@gmail.com,   www.facebook.com/profsaltik,  www.ahmetsaltik.net  

     2. Büyük Paylaşım Savaşı’nın ardından ciddi yıkım yaşayan insanlık, bir daha bu çapta savaş olmasın özlemiyle Birleşmiş Milletler (BM) örgütünü kurar (1945) ve 3 yıl sonra 10 Aralık 1948’de uluslararası bir Bildirgeyi benimser: İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ (İHEB)..

Türkiyemiz de, BM’nin kurucu üyelerinden biri olarak, söz konusu İHEB’ne imza koyar. Bu Bildirge, insan hakları tarihinde son derece önemli bir dönemeçtir. MÖ 1760’a uzanan Hammurabi Yasalarından, 1215’e tarihlenen Magna Carta’ya, 1679’da yayınlanan Habeas Corpus’a, 1776 ABD ve 1789 Fransız Devrimi Yurttaş Hakları Bildirileri’ne, Osmanlı’da 1839 “güdükTanzimat Fermanı’na, giderek 1. ve 2. Meşrutiyet’e (1876 ve 1908) dek, oradan da 1923’te Atatürk’ün Cumhuriyetimizi kurmasına, 1944’te Filadelfiya Bildirgesi’ne, 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS, Türkiye’nin onayı 1954) dek uzanan en azından 4 bin yıllık çook uzun bir tarihsel süreç. Paris’te Louvre Müzesi’nde sergilendiği üzere, İnsan Haklarının temel metni olan Anayasalara erişmek hiç ama hiç kolay olmamıştır. Egemenler insan haklarını tanımamak üzere çok direnmişlerdir. Sonuçta temel özgürlükler metni anayasalar adeta “insan derisi ile kaplı” dırlar! Ne mutlu ki; İHEB, ilk maddesinde “Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar.” diye gürler.
Bunun anlamı, binlerce yıllık “köleliğin son bulması” dır.

Büyük ATATÜRK, -çağında henüz telaffuz edilmemekle birlikte- gerçek bir insan hakları eylemcisi olarak, Sevr ile yok edilmek istenen Türk Ulusunun yaşam hakkını sağlayarak tarihte benzersiz bir destan yazmıştır.

İronik olarak da, “şanlı” (!) Batı uygarlığının çok ağır bir insanlık suçu (soykırım, jenosit) işlemesine engel olmuştur! Daha sonra Anadolu halkına Cumhuriyet’i armağan ederek çağdışı saltanat ve halifeliğe son vermiş ve egemenliğin kaynağını “sözde” gökyüzünden yeryüzüne indirerek, ulusu egemen kılarak Türkiye’de insan haklarına dayalı çağcıl bir devlet kurmuştur. Aşağıdaki sözleri, 1944’te benimsenen
Filadelfiya Bildirgesi’nde öz olarak yer almıştır:

     “ Eğer sürekli barış isteniyorsa, insan yığınlarının durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün gönenci, açlık ve baskının önüne geçmelidir. Dünya yurttaşları çekememezlik, aç gözlük
ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir.”

Anılan Bildirge’nin öz içeriği ise; “Dünyanın hangi köşesinde yoksulluk ve sefalet varsa; bu, Dünyanın gönenç içindeki köşeleri için büyük tehdittir.“ yönündedir. Doğumunun 100. yılına (1981) armağan için UNESCO’da 156 ülkenin oybirliğiyle onanan karar ise, ATATÜRK hakkında şu değerlendirmeye yer vermektedir;
altı çizili sıfata lütfen dikkat :

  • Uluslararası anlayış ve barış için çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü
    bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder,
    İNSAN HAKLARINA SAYGILI,
    dünya barışının öncüsü, insanlar arasında
    hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı;
    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.”

İnsan hakları, tarihsel zamanda 3. Kuşağa erişmiştir :

– Temel hak ve özgürlükler ilk kuşaktır.

– 2. Kuşak Haklar sosyal ve ekonomik hak ve özgürlükleri içerir.

– Günümüzde ise sağlıklı-güvenli bir çevrede yaşama, tarihsel kalıtın korunmasını isteme … vb. haklar 3. Kuşak İnsan Hakları kümesindedir.

Günümüzde İHEB ne yazık ki, tüm dünyada yaşama geçirilememiştir.
Dahası, giderek özü boşaltılmakta ve kendisini “Küreselleşme” diye zihinlere
-retorik- tuzak kurarak sunan yeni emperyalizm, insan haklarının en büyük engeli
hatta düşmanı durumuna gelmiştir.

ABD eski Dışişleri Bakanı, Küresel Elit devletinin örtük Başbakanı Dr. Henry Kissinger açıkça,

  • Küreselleşme; Amerikan hegemonyasının öteki adıdır.” diyebilmiştir!

Dünya ağır bir sömürü, işsizlik, yoksullaştırma, sağlıksızlaşma, sosyal güvencesizlik, eğitimsizlik, adaletsizlik, soğuk ve sıcak çatışma, “post-modern 3. kuşak savaş” ortamına sürüklenmiştir. Oysa Atatürkçülük = Kemalizm; “Yurtta barış dünyada barış!”ı öğütlemektedir. İkiyüzlü Batı, insan haklarını bölücülük yaparak sömürmektedir!

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; şu önermelerine ne demeli, ne denebilir ki??
Ders, hedef alınmalı elbette..

– “Resmi makam ve üniformaya sığınarak mücadele devri bitmiştir.
Artık açıkça ortaya çıkmak ve milletin hakları adına gür sesle bağırmak gerekir.
– Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü bir siyasal düşünceye sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak
hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına egemen olunamaz.
– Bu ülkenin halkı üzerinde kimsenin egemenlik kurma hakkı yoktur; ama bu ülkeyi başkalarına el açmadan geçindirmek ve yaşatmak da size düşen bir ödevdir.”

Gönül isterdi ki, 10 Aralık 1948’den günümüze dek geçen 64 yılda İHEB “eskisin” ve
3. Binyıl türevini yapalım.. Bunun için ise “aklın ve bilimin egemen kılınması” gerek. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi :

Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilimdir.”

Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü olan bu ilke, yalnız Türkiye’yi değil,
tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir.

Dolayısıyla başta ülkemizde, “her-ke-si” –özellikle iktidarı– , kapitalizmi akla-bilime, adalete davet ederiz.

Tarih, insanların er-geç haklarını aldığının tanığıdır; insana yakışan, bu akışa karşı koymak değil, savunmaktır.

“İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ“ nin 64. Yılında İstemlerimiz       : 

  1. İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ (İHEB), tüm kavram, kural ve kurumlarıyla yaşama geçirilmelidir. “Her-ke-sin, ülkesinin kamu hizmetlerinden
    eşit olarak yararlanma hakkı vardır.” (md.21).
    KüreselleşTİRmeciler, insanlığın binlerce yılda oluşturduğu uluslararası
    hukuk metinlerini; başta İHEB, BM ve Dünya Sağlık Örgütü Anayasaları,
    ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü)  özleşmeleri, Avrupa Sosyal Konvansiyonu..
    vb. kazanımları pervasızca çiğniyorlar. Kendi eylemsel (de facto) hukuklarını (sözde!?) dayatıyorlar..
    Bunun ilk ve vazgeçilmez koşulu Yeni Emperyalizmin = KüreselleşTİRmenin yeryüzünden yok edilmesidir.
  2. Büyük ATATÜRK bu tarihsel olguyu görmüş ve “bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusça savaşımı
    meslek edinmemiz
    ” gerektiğini vurgulamıştır. Bu amaçla, M. Kemal Paşa’nın mazlum anti-emperyalist Türkiye’si, dünyaya öncülük ederek KüreselleşTİRmecilere (ABD-AB’nin yeni emperyalistlerine)
    yem olmamalı 
    ve benzer durumdaki ülkelere çağrıda bulunarak;
    DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİni örgütlemelidir.
  3. Post-modern ekonomik çökertme savaşı 1. öncelikli tehdit olarak tanımlanmalı ve tüm ulusal refleksler bu bağlamda canlandırılmalıdır. ÖZELLEŞTİRME, emperyalizmin yıkıcı, ideolojik bir talan aracı olup,
    kesinkes son verilmeli, kritik satışlar geri alınmalıdır. İç ve dış borçta konsolidasyona gidilerek vadeler uzatılmalı,  1 kezlik Servet-varlık vergisi konulmalıdır. Gelir dağılımı iyileştirilmeli, işsizlik çözülmelidir.
  4. Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve Cumhuriyetimizin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek 6 temel niteliği,
    – toplumun huzuru /
    – ulusal dayanışma ve
    – adalet
    içinde ödünsüz uygulanmalıdır :

1. İnsan haklarına saygılı,
2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
3.
Demokratik,
4. Laik
5. S o s y a l bir
6. Hukuk Devleti..

  1. Avrupa Birliği, Gümrük Birliği, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi emperyalist kurumlarla yapılan tüm teslimiyetçi 2’li ya da çok yanlı anlaşmalar halka açıklanmalı ve köktenci biçimde gözden geçirilmelidir.
    Dış politika ve dış ticarette yeni seçenekler yaratılmalı, Türkiye yüzünü Batı dışındaki ülkelere de çevirmelidir. AVRASYA, BRICS ülkeleri gibi yeni stratejik seçenekler üzerinde gecikmeden ve büyük ciddiyetle durulmalıdır.
  2. Yaşayageldiğimiz yıkım süreci göstermiştir ki, devletimiz, milletimiz, vatanımız ve çağdaşlaşma kazanımlarımız, ancak Atatürk Devrimi temelinde yaşatılabilir. Atatürk Devrimi, Türkiye için herhangi bir seçenek değil, tek seçenektir.
    Atatürk önderliğindeki kurucu irade, Türk Devrimi’nin deneyimlerine göre Cumhuriyet’imizin temel niteliklerini 1937’de Anayasa’nın en başına koymuştur. İnsan haklarının ülkemizde ve dünyada yaşama geçirilmesinde 6 Ok’u; denenmiş, başarmış evrensel bir model olarak görüyor ve kararlılıkla savunuyoruz.
  • “Türkiye Devleti;Cumhuriyetçi,
    – Milliyetçi,
    – Halkçı,
    – Devletçi,
    – Laik ve
    – Devrimcidir.”

     

  1. Batı’dan devşirme emperyalist ezberleri bırakarak, ulusal devrim sürecimizde ürettiğimiz ve dünyaya model bu temel stratejik formülü, yeniden Anayasamıza koymak koşuldur. Atatürk Devrimi temelinde Cumhuriyeti yeniden örgütlemek amacıyla aşağıdaki ilkelere dayalı yeni Anayasa, “kurucu iktidar eliyle” yapılabilir:

– Bağımsız ve güçlü devlet,
– Etkin hükümet,
– Hızlı adalet,
– Örgütlü halk,
– Özgür ve eşit yurttaş,
– Planlı, halkçı, karma ekonomi,
– Bölgelerarası denge,
– Çalışan ve üreten Türkiye.

  1. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” tanımı temelinde Ulus Devlet pekiştirilmeli hiçbir etnik, mezhepsel, dinsel, sosyal, kültürel vb. nedenle ayrışmaya izin verilmemelidir. Sorun, bu alt aidiyetlerin sorunu olmayıp; insan haklarının en üst demokratik standartlara çıkarılması ile çözülecektir.
  2. Gönül isterdi ki, 10 Aralık 1948’den günümüze dek geçen 64 yılda İHEB “eskisin” ve 3. Binyıl türevini yazalım.. Bunun için ise “Dünyada us ve bilimin egemen kılınması” gerek. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi :“Yaşamda en gerçek yol gösterici, us (akıl) ve bilimdir.” Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü olan bu “bilimsel akılcılık” ilkesi, yalnız Türkiye’yi değil, tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir. Başta ülkemizde, “her-ke-si” -özellikle iktidarı- akla ve bilime, ülkenin temeli olan toplumsal adalete, Silivri ve Hasdal’dan başlayarak, BOP’u derhal bırakmaya çağırırız.Gelir dağılımını iyileştirmeye, işsizliği azaltmaya, Batı’nın insan haklarını sömüren ikiyüzlülüğüne ödün vermemeye çağırırız.

    Çevreye saygıya, hayvan halkLarına, doğaya hürmete;

    Büyük Atatürk’ün YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ’ına çağırırız.

Tarih, insanların er-geç haklarını aldığının aynasıdır; insana yakışan, doğala karşı koymak değil, omuz vermektir. Türkiye’nin insan hakları sicili kapkaradır ve sorumlular; kritik muhasebe için geç kalmaktadır. (10.12.2012)

İHEB, Anayasamızın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca yasa gücündedir;
ek olarak

* İç yasalarla çelişmesi durumunda üstün hukuk normudur,

* Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez…

Mahkemeler karar gerekçelerinde bu Bildirge’ye giderek daha çok dayanmaktadırlar.

30 maddelik Bildirge’nin tümünü (İngilizce ve Türkçe) okumak için erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz..

Universal_Declaration_of_Human_Rights_UDHR

INSAN_HAKLARI_EVRENSEL_BILDIRGESI

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.12.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE SAPTAMA ve ANIMSATMALAR


KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE

SAPTAMA ve ANIMSATMALAR

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net 

“Elsiz ayaksız bir yeşil yılan,
yaptıklarını yıkıyor Kemal!”
Attila İlhan

Anayasalar, klasik olarak “Toplumsal Sözleşme” biçiminde tanımlanır

(JJ Rousseau; Du Contrat Social ou Principes du droit politique, 1762).

Sözleşmede tarafların özgür istençleriyle yer almaları vazgeçilmezdir.
Tersi durumda sözleşme yok hükmündedir.

Anayasa “yapılırken” taraflar kimlerdir? Devlet ve toplumdur.

Tarafların temsilcileri kimlerdir?
Devleti Hükümetin, halkı da TBMM’nin temsil ettiği söylenir.

Première édition, Amsterdam, 1762.

Ancak AKP Hükümetinin, TBMM üzerinde belirgin bir denetimi, yönlendirmesi açıktır.
Dahası, Prof. Ayman’a göre “TBMM, AKP Usulü Darbeyle Askıya Alınmıştır!”
(http://ahmetsaltik.net/tbmm-akp-usulu-darbeyle-askiya-alinmistir/, 8.7.13)

Yürürlükteki Anayasanın temel aldığı Güçler Ayrılığı ilkesi ayaklar altındadır. Başbakan RT Erdoğan, güçler ayrılığının kendisine “ayak bağı” olduğu kanısındadır (18.12.12, basın).

Öte yandan halkımızın TBMM’de adil temsili de söz konusu değildir!

“Geçerli” oyların % 49,83’ünü (toplam oyların ise yalnızca %40’ını) alan iktidar partisi AKP, Meclis’te 327 / 550 = % 60 temsil ağırlıklıdır. 10 oydan 4’ünü almış ama TBMM’de 10 sandalyeden 6’sını ele geçirmiştir. 3 Kasım 2002’de ise toplam 42,4 milyon seçmenden 10,808 milyon oy alarak, % 25,5 oranında oy yani 1/4 oy ile TBMM’de 363 / 550 vekille, %66 ya da 1/3 oranında temsil edilmiştir.

Bu durum, ağır temsil adaletsizliği üzerinden son derece sakıncalı bir meşruiyet sorunu doğurmaktadır. Platon‘dan bu yana geçen yaklaşık 2400 yılda (MÖ 427 –
MÖ 347) demokrasinin hala “doğrudan demokrasi“ye geçemeyişi bir yana,
temsili demokraside bile bu denli sorunlu oluşunun sürmesi acı bir ironidir.

Söz konusu sayısal tablo ile AKP, hiçbir uzlaşmaya girmeden, halkoylaması ile dilediği gibi Anayasal düzenleme yapabilecek durumdadır. Anayasa’nın 175. maddesi,
anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağını düzenlemektedir. Buna göre 3/5 oy,
-330 kabul- halk oylamasında da onanmak koşulu ile anayasa değişikliği için yeterlidir. AKP’nin 4 oy eksiği vardır ki, bu durum pek sorun olacağa benzememektedir.

Oysa bırakalım kökten “yeni Anayasa” yapmayı, sınırlı değişiklik için de meşru zemin yoktur. Basın susturulmuş, öncü aydınlar ve askerler yaygın olarak gözaltına alınmıştır. 4-6 yılı da aşan tutukluluk süresi (!) peşin cezaya dönüştürülmüştür. Bu insanlarımız “rehin, tutsak” alınmış, adeta canlı kalkan olarak tutulmaktadırlar. İkiyüzlü Batı, bunca insan hakları çiğnemine (ihlaline) suskundur. Ne hikmettir ki, 3 adet yargı paketi çıkarılmış ama azılı katiller sebest kaldıkları halde yurtsever asker – sivil aydınlar hala tutukludur. TBMM, ucube “özel yetkili mahkemelerin” bu tutsakları tutuksuz yargılamasını sağlayacak netlikte yasal düzenleme yapmaktan aciz midir?
(Son olarak Temmuz 2013 başında Anayasa Mahkemesi’nin yargılamada terör suçları için 10 yıllık tutukluluk süresini Anayasaya aykırı bulup iptal etmesi bile, 4-6 yıldır tutuklu yargılanan sanıkların serbest bırakılmasını ne hikmetse sağlayamamıştır!?)

AKP iktidarının Türkiye’yi içine sürüklediği açık dinci faşist iklim; özgürce, demokratik ortamda bir anayasa değişikliği yapılmasına asla ve asla elverişli değildir.

Bu asimetrik küresel oyuna gelinmemelidir.

Partiler Arası Uzlaşma Komisyonu’na eşit üye verilmesi aldatıcıdır. Bu Komisyon’da oybirliği yöntemi getirilmesi tuzaktır. Anayasa değişiklikleri kapsamı bakımından bir sınırlama yoktur. Dolayısıyla Komisyon’da uzlaşılamayan konular, asıl Komisyon olan Anayasa Komisyonu’nda, AKP’li üyelerin oylarıyla dikte edilebilecektir. Acı örnekleri yaşanmıştır.. Son olarak 4+4+4 ucube yasa teklifi ilgili TBMM Komisyonunda görüşülürken Başkan Nabi Avcı (şimdi Milli Eğitim Bakanı!) muhalefet milletvekilleri
fiilen salonda yok sayılarak, konuşturulmayarak, dahası kaba güçle salondan çıkarılarak, hatta darp edilerek geçirilmiştir!

Ayrıca, hükümetin Genel Kurul’da ezici bir çoğunluğu olduğundan, bu aşamada da
son söz pratik olarak AKP’nindir. 330 oy, halkoylamasına sunulmak koşuluyla
Anayasayı değiştirmeye yetmektedir.

Federasyon, yerel özerklik, vatandaşlık tanımı konularında BDP vd. ile pazarlık temelli açık / örtük işbirliği yapılabilecektir. Nitekim BDP, önceki tümcede değinilen istemleri karşılanırsa Başkanlık rejimi için AKP’ye destek verebileceğini açıklamıştır.
Bu partinin TBMM’de 30 üyesi vardır (+5 vekil de tutuklu).

Bu durumda, gizli oylamada MHP ve CHP’den örtük desteklerle 367 eşiği bile geçilebilir ve Cumhurbaşkanı götürmezse, halk oylamasına bile gidilmeksizin Anayasa,
dış merkezlerin de istediği ve hatta dayattığı yönde, kritik biçimde değiştirilebilir.

  • Ülkenin yazgısı asla tehlikeye atılamaz! 

12 Eylül Anayasası, 1982’den bu yana 3 onyılda Türkiye’yi küresel ekonomiye dönüşümsüz biçimde eklemlemiştir. Gerekli “yumuşatma” ekonomik – politik – düşünsel eksenlerde başarılmıştır.

Ulusal mevziler yeterince dövülmüştür. Artık tabanda (altyapıda) yabanıl (vahşi) piyasa ekonomisi, tepede ise (üstyapıda) yer yer kısık tonda bile olsa sosyal devletten
söz eden bir Anayasaya tahammül yok! Toptancı biçimde hem alt – üstyapı uyumu sağlanacak hem de BOP kapsamında Türkiye tekil – ulus devletten koparılacak, özerk bölge – federasyon üzerinden bölünmeye hazırlanacaktır. Muhalefet edebilecek asker – sivil güçler zindanlarda tutsak – rehindir yıllardır! Balyoz’da 16 -20 yıl ve yaşamboyu hapis cezaları yağdırılmıştır; Ergenekon’da ise karar duruşması 5 Ağustos’a 1 ay kala çıkan ve 1 haftadır hüküm doğurmamış olan yukarıda değindiğimiz Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı düşündürücüdür..

Bu bağlamda muhalefet partilerinin Uzlaşma Komisyonu’na üye vermeleri, demokratik ve hukuksal meşruiyeti olmayan Anayasa değişikliği sürecini meşrulaştırmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. CHP ve MHP masadan kalkan taraf olmayacaklarını kezlerce açıklamışlardır. BDP ise açık pazarlık içinde kritik dengelerde maksimum avantaj peşindedir. İstediği ödünler bellidir :

  •  Öcalan’a af, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hatta özerklik,
    yeni vatandaşlık tanımı, 2. resmi dil ve giderek Kürdistan kurarak federasyona gitme ve Büyük Kürdisan ile de ülkemizden kopma..

AKP’nin de BOP Eşbaşkanlığı kapsamında benzer misyonlara atandığı apaçıktır.
MHP ve CHP, AKP’nin Başkanlık isteminden vazgeçmesini, Anayasa Değişkikliği Partilerarası Komisyonu’nun sürmesi için yeterli bulmaktadırlar. Peki BDP istekleri
ne olacaktır? Onlara bir itirazları yok mudur? Aşağıdaki BOP haritası günümüze dek yalanlanmamıştır, anlamı nedir?

BOP_haritasi

İdeolojisiz Anayasa ne demektir? Yeryüzünde böyle bir anaysa var mıdır?
Açıkçası ATATÜRK’ün ve ideolojisi 6 Ok’un ilkelerinin yadsınması mıdır?
Böyle bir Anayasa’ya CHP ve MHP “evet” diyecekler midir?

1982 Anayasası 17 kez değişiklik geçirmiş ve neredeyse 2/3’ü değiştirilmiştir. Dolayısıyla, “Darbe Anayasası” polemiğine artık yer yoktur. Kaldı ki, asıl anayasal darbe, 12 Eylül 2010 halkoylaması ile yapılmış, 26 madde değiştirilerek yargı bağımsızlığı yok edilmiş ve 3 ana erkten biri olan yargı, büyük ölçüde siyasal iktidarın yönlendirmesine açılmıştır. Öte yandan İktidarın başı, geçen yıl değiştirilen
26 maddeye “dokundurtmayacağını” belirtmektedir. Elde 1’dir.

Bu durumda girişimin “yeni anayasa” değil, “anayasa değişikliği” olacağı da netleşmiştir.

İktidarın niyeti bellidir; AB-ABD’ye verilen sözler, açık-gizli anlaşmalar doğrultusunda ülkemizin tekil (üniter) yapısı federasyona dönüştürülerek Başkanlık / Yarı Başkanlık rejimine geçilmesi, yurttaşlık tanımının değiştirilmesi, ilk 3 maddenin yeniden düzenlenmesi ile de Cumhuriyet’imizin değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek
temel niteliklerinin dokunulmazlığının kaldırılması,

AB Parlamentosu’nun kezlerce dayattığı üzere Atatürk’süz (ideolojisiz!?) bir anayasa yapılması (!).. (Yeryüzünde ideolojisi olmayan tek bir anayasa varmış gibi!?..)
AKP’nin başlıca görevlerdir. Batı’nın AKP’ye, BDP’ye havucu – sopası ise
Anadolu Federe İslam Devletidir.

Yeni anayasa yapılması ise “asli kurucu iktidar” gücü ve meşruiyeti gerektirmektedir.
Bu açık, yalın ve kesin siyasal ve hukuksal zorunluk karşısında herhangi bir ödün verilmesi düşünülemez. Kaldı ki, yukarıda da belirtildiği üzere AKP zaten 12 Eylül 2010 değişikliklerine “Dokundurtmam!” demektedir. Şimdilik, toptancı bir girişimle “yeni bir anayasa” yapılması gündemde değildir. Rejimi parça parça başkalaştırma,
izlenen başlıca yol olarak gözükmektedir.

A Planı, bize göre, AKP ile masaya oturmamaktı. Bu taktik hata yapılmıştır.
Ancak yine de, dokunulmaz ilk 4 madde, bölünme riski doğuracak maddeler,
yerel özerklik, federasyon, başkanlık rejimi, tek resmi dil, vatandaşlık tanımı, laiklik, Devrim Yasaları gibi maddeler gündeme getirildiğinde, muhalefet partilerinin masadan kalkması kesin zorunluktur.

Fakat bunlar yapılmayacaksa, geri kalan da AKP – BDP – BOP süreci için asla “doyurucu” olmayacaktır. Dolayısıyla muhalefetin, Uzlaşma Komisyonu’na katılmasının hiçbir tutarlı yanı bulunmamaktadır.

Yine de yukarıda sayılan, Atatürk Türkiye’sinin sonu anlamına gelebilecek içeriklerin dayatılması durumunda muhalefetin gecikmeksizin durumu kamuoyu ile paylaşarak görüşmelerden tümüyle çekilmesi ve halkımızla birlikte meşru direnme hattı örmesi kaçınılmaz olacaktır.

AKP’nin kimi “oltalama” tuzaklarına kesinkes düşülmemelidir. Sıkı durulması durumunda, asıl örtük niyetini gerçekleştiremeyeceğini gören iktidar partisinin
yüz geri çekilmesi bile olasıdır!

B planı bağlamında, büyük iyi niyetle (açıkçası ham hayalcilikle!) 1982 Anayasası’nda 12 Eylül’ün izlerini silme ve daha çağdaş bir içerik yaratma olanağı yakalanabilirse -ki bunun ilk koşulu, 12 Eylül 2010 değişikliği ile yok edilen
yargı bağımsızlığı başta olmak üzere yitirilenlerin geri alınmasıdır-  kimi temel önermelerde bulunulabilir.

Örn. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “akla ve bilime dayalı” bir devlet olarak da tanımlanarak yeni bir nitem (sıfat) daha kazandırılabilir. Dahası; Yasama, Yürütme, Yargı’ya ek olarak 4. bir erk olarak “Bilimsel akılcılık” gündeme getirilebilir. Anımsayalım, Büyük Atatürk bize tinsel (manevi) kalıt (miras) olarak akıl ve bilimi bırakmıştı.

Ayrıca tüm yurttaşlara insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak siyasal – sosyal – ekonomik – kültürel hakları güvenceleme gündeme getirilebilir. Somut örnek vermek gerekirse, sağlık-sosyal güvenlik-eğitim hizmetleri herkese hak; Devlete yüküm olarak tanımlanabilir ve Sağlık Bakanlığı bütçesinin merkezi yönetim bütçesinin 1/10’undan
az olamayacağı kurallaştırılabilir (DSÖ önerisi).

AKP iktidarının “Hedef 2023” sloganının içeriği nedir, çok dikkatle sorgulanmalıdır…
TBMM’de bu konuda Başbakan RT Erdoğan’a soru önergesi verilerek, “bağlayıcı” açıklama istenmelidir.

Türkiye’nin yakıcı ve son derece kritik, potansiyel tehlike ve tehditler içeren bir gündemi vardır. Ekonomik bunalım; ulusal gelirin %10’unu bulan çok tehlikeli cari açık,
süregen ve yüksek oranlı işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı uçurumu,
derin bölgesel kalkınma ayrımları, ayrılıkçı Kürt isyan hareketi, 23 Ekim 2011’den bu yana Van depremi sorunu.. AKP 2002 Kasım’ında hükümet olduğunda cari açık yalnızca 0,6 milyar $ idi (<1Bn $!) ; 2013 başında 100 (yüz!) katına ulaşarak 60 milyar $’ı aşmıştır! Toplam borçlar 221 milyar $ iken 700 milyar $’a dayanmıştır. IMF borcunun ödendiği safsatası ile nereye varılabilir? IMF borçları yabancı bankalardan alınan yeni döviz borçlarıyla kapatılmıştır. AKP 2005’te IMF’den 10 (on) milyar $ kendisi borçlanmıştır.

Dış politikada emperyalizme uyduluk, taşeronluk yapılarak, Ülkemiz, kadim komşularıyla savaşa sürüklenmektedir.

Tarihte sayısız örneği vardır; iç sorunlarla baş edemeyen iktidarlar gündem oyunlarına başvurmakta, faşizme kaymakta, hatta ülkeyi savaşa sürüklemektedirler. AKP de benzer yoldadır iktidarının 11. yılında. Öte yandan AB ve ABD eski gücünde değildir, ciddi sorunlarla boğuşmaktadırlar. Bu durumları bizim için hem lehte hem de aleyhte sonuçlar doğurabilir.

AKP’yi sürgit kullanma olanakları ve güçleri kalmamıştır. Duvara dayanılmıştır.
Sıra yaşamsal ödünlere gelmiştir. Bunlar da sözde Anayasa değişiklikleri ile
“ileri demokrasi” sanrıları (hezeyanları) içinde toplumu kandırarak  ve / veya dayatma ile kotarılmak istenmektedir.

BOP eşbaşkanı sadakat ve vefa borcunu eda edecek, Ortadoğu’da-Kuzey Afrika’da sınırları değişerek küçülen ülkelerden biri de Türkiye olacaktır. Çırılçıplak söyleyelim :

Vatan ve ulus bölücülüğü misyonu yerine getirilecektir. Ödülü (!), ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ olacaktır. Bu konjektür de iyi değerlendirilerek, içeride yükselen
halk muhalefeti akıllıca örülmeli ve yaratılacak sinerji  ile

  • AKP hükümeti erken seçime / istifaya zorlanmalıdır.

Son kamuoyu yoklamalarında AKP iktidarının oyları azınlık hükümeti düzeyine inmiştir.
Politik terminolojide geçtiği üzere RT Erdoğan “topal ördek” tir (lame duck).

Milyonlarca insan 40 gündür sokaklardadır ve “Hükümet istifa!” diye haykırmaktadır.
İktidarı geçelim, muhalefet 3 maymunları oynamayı daha ne denli sürdürebilir?

Muhalefetin, 27 Mayıs’tan bu yana çok ağır bedeller ödenmesine karşın 40. gününe giren halk isyanını gereğince değerlendir(e)memesi çok ama çok düşündürücüdür.

İyi saatte olsunlar, bir yerlerden “sinyal” mi beklenmektedir?? Nereden ve ne??

Anayasa değiştirilecekse; ilk 4 madde, devrim yasaları (174. md.), laiklik (24. md.) ve vatandaşlık tanımı (Anayasa md. 66 : Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.) gibi Cumhuriyet’in vazgeçilmez temel niteliklerine dokunmamak koşuluyla bir anayasa yapmak üzere kamuoyundan yetki istenerek bu amaçla seçime gidilebilir ve temsil adaletine dayalı olarak %5’ten küçük seçim barajı, siyasal partilerde iç demokrasi, seçim ittifakı olanağı, sağlıklı seçmen kütükleri, oyların elle güvenilir sayımı.. sağlanarak oluşturulacak yeni TBMM
bunu yapabilir.

  • Gerçekte Türkiye, 2023’e, 100 yaşına varmadan bitirilip
    teslim alınmak istenmektedir.
  • Hedef Lozan’ın rövanşı ile yeni Sevr’in yaşama geçirilmesidir.

Etnik ve inanç temelli ayrışma çatışma toplumda tohumlanmaktadır ve fay hatları
kritik düzeyde derinleşmiştir. Türkiye hızla bir derlenme – toparlanma – rehabilitasyon sürecine girmek zorundadır.

Bu bağlamda tüm ulusalcı güçlerin bir büyük siyasal koalisyonu zorunludur.

Ülke ve ulus bütünlüğünü, iç ve dış barışı korumak en ivedi gündemdir.
Bunun dışında, Anayasa değişikliği / yeni anayasa yapımı,
Türkiye’yi bilerek oyalamaktan başka bir işlev görmez.

Sonuç                                    :

Anayasa değişikliği / yapımı güncel sorun değil, net bir gündem oyunudur.
Bu çok tehlikeli gidiş, AKP’nin ateşle dansı halkımıza yaygın olarak açıklıkla anlatılmalı ve bir ulusal muhalefet, güçbirliği hareketi yükseltilmelidir.
Yakıcı ve acil olan gündem ve gereksinim budur, gerisi sanaldır, oyalamadır,
gaflet (aymazlık) ve dalalettir (sapkınlık) ve hatta ihanettir..

MİLLİ MERKEZ olanağı,
ATATÜRK’te BİRLEŞTİK sloganı eşliğinde çok iyi değerlendirrilmelidir.

  • Atatürk’ün partisi CHP ve Türkeş’in partisi MHP, bu bağışlanmaz cürüme ortak olamaz, olmamalıdır! Bölücü anayasa tuzağına düşmemeli;
    dahası ülkemizi ve ulusumuzu bu görünür yıkımdam korumalıdır!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net

Atma irecep, din kardeşiyiz


Atma irecep, din kardeşiyiz

T.C. Levent Kırca
AYDINLIK, 27 Mayıs 2013
ulusalkanal.com.tr

Abimin, Obama’nın sözünden çıkmadığını, abim derken kimi kasdettiğimi biliyorsunuz.

Sağ olsun, hiç ikiletmiyor Obama’yı. Adam ne derse o oluyor.
Abim, Suriye için bir plan yaptı Reyhanlı’da.
Geri tepti, yüzüne gözüne bulaştırdı.
Esad yaptı dediyse de, kimse yemedi. Abim Reyhanlı’ya gideceğine, soluğu kardeşi Obama’nın yanında aldı. Amerika bunları yedirdi, içirdi, bağrına bastı. Abim, Bill Clinton’dan dolayı iyi tanıdığımız oval ofiste başbaşa Beyaz Saray’ın önünde bir konuşma yaptı, kimse iplemedi.
“Reyhanlı’da feleğimiz şaştı, gel bir el at şuraya. İsteyenin bir yüzü kara.
Sen zaten zencisin.’’

Parmağını salladı Obama. “Valla” dedi, “Seni severim din kardeşiyiz ama sen yüzüne gözüne bulaştırdın bu işi. Biz seni Bop Eşbaşkanı yaptık. Sen işin Bop’unu çıkarttın.
Bir çuval inciri Bop’ettin. Bundan böyle “taktik” değişecek, “tiktak” olacak. Artık patlama, çatlama yok. Ne olacaksa, diplomatik yoldan yapılacak. Ben Putin’e imza verdim,
söz kestik. Kavli karar ettik.”

a) Esad, seçime gidecek. Seçime kadar hükümetin başında kalacak.
b) Seçimleri “Baas Partisi” kazanacak. Esad’sız yola devam edilecek.

Böyle buyurdu Putin.

Bana bir şans daha ver dediyse de dinletemedi abim.
Türkiye’ye doğru gelirken karıkoca, “ellerim böyle boş, boş mu kalacaktı?” şarkısını okudular yol boyu… Üstüne birde jet lag oldular mı sana…

Bu durum Türkiye’de bütün hesapları değiştirdi. Akan sular durdu, göller oldu ırmak.
Şimdi abim “hangi yüzle” Reyhanlı’ya gidiyor?
Birkaç Akil, akil verdi. Dedi ki; “Reyhanlı’nın tıpkısını kuralım film seti gibi… etrafa da figüran koyalım. Abimiz, Reyhanlı’ya gidiyormuş gibi film setine gitsin, figüranlar tezahürat yapsın. Yandaş basın da, kendilerinden beklenileni yapsın.
Olur mu?
Olmaz.
Obama’ya sordular. Dedi ki;
“Yer, yine Reyhanlı olsun. Reyhanlı’yı Reyhanlı’dan çıkarın, figüranları Reyhanlılı gibi yapın.
Hani Abdullah Abi gittiğinde de, öyle yapmıştınız ya… Durum bundan ibaret.
“Abim yaptı, Cafer bez getir” durumunda. Değneğin iki ucu da Bop’lu.
“Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen pis bıyık.”

Yani abimin işi zor.

**********

BATAN GEMİNİN MALLARI

Devlet Tiyatroları, Devlet Bale ve Operası ve de Senfoni Orkestrası kapatılıyor.
Haydi gözümüz aydın!
Susma sustukça sıra sana da geldi.
Söz sloganlıktan çıktı, reel oldu.
Güzel Sanatlar da kapatılıyor…
Oh… Sen sağ ben selamet. “Yok canım” diyenler, “Vah canım” diyorlar… söylemiştik.
Şimdi sırada sinemalar ve televizyon dizileri var. Özel tiyatrolar şimdilik duruyor.
Onları da abim denetleyecek. Hükümetin istediği oyunları oynarsanız mesele yok.
O takdirde, devletten besleneceksiniz. Aksi takdirde sizi “Tarihin karanlık suları” bekliyor. Abime şakşak tutanlar kalacak.
Muhalefet yapanlara “elveda” şarkısı okunacak.
Ne var ki, en sonunda “Sanat” bütünüyle yok olacak.

Yok öyle heykelmiş, resimmiş, Fazıl’mış, Say’mış… Hepsi “mişli geçmiş” olacak.
Ama, biz buna müstehakız.
Başkaldırmadığımız için, ağlamadığımız için meme yok bize.

ABD

Türkiye’nin adı ABD olacak. Yani açılımı “Anadolu Birleşik Devletleri”
“İçerdekiler” oyunumuz turneleri nedeniyle, iki günde bir Atatürk Havaalanı’ndayız. Geçen gün alanda bilet işlemlerini yapan bankolarda, birkaç açık saçlı bayan çalışanın yanına, ikide sıkma başlı hanım oturtmuşlar. Kadınlar örtük ve kapalı. Doğrusu çok yadırgadım, ilk kez karşılaşıyorum. Kanıma dokundu. Makyajları full yapılmış, kaşlar cımbızlanmış, gözler sürmeli, kirpikler rimelli, dudaklar parlatılmış, yanaklar allıklı… Özellikle seçilmiş iki güzel bayan ama full otomatik,
pardon full kapalı.

Zavallı zavallı oturan başı açıklara “Ne diyorsunuz bu duruma?” diye sordum.
“Yakında bizi de kovup, yerimize bunlardan alacaklar. Çünkü biz zamanında başkaldırmadık. Şimdi başımıza geleceklerin müsebbibi biziz” dediler. Telefonumu çıkardım. Full örtük bayanlardan birinin fotoğrafını çektim. Durumu anlayan “full” bana çemkirdi. “Fotoğrafımı çekemezsiniz.” dedim;

“Çekmiyorum, çekmeye niyet ettim, besmele çekiyordum. “Amirimden izin almanız lazım” dedi. “Tamam, alayım da geleyim” dedim. Full yine çemkirdi. “İzin alsanız da, ben çekmenize müsaade etmiyorum.” Bu kez ben, biraz da herkesin duyabileceği bir sesle;

“İsminin Atatürk olduğu bir havaalanında, ben de sizin bu kıyafetinize
müsaade etmiyorum.

Burası Atatürk Havaalanı. Bu havaalanı da Türkiye Cumhuriyeti’nde.”
Çevredeki insanların “Oh”lamış bakışları ve gizliden havaalanındaki başparmakları gördüm. Ama korkusundan kimse yanımda yer alamadı.

**********

MALTEPE BELEDİYESİ

Maltepe Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Zengin ile birbirimizi çok severiz. Mert, dürüst ve de çalışkan bir adam. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde “İçerdekiler”i oynadık. Kulisteki soyunma odalarına, yitirdiğimiz değerli sanatçıların fotoğraflarını ve özgeçmişlerini asmış.

Adile Naşit, Erol Günaydın, Müşfik Kenter, Metin Serezli, Suna Pekuysal vs..

Ben Erol Günaydın’ın odasında soyunup, giyindim.
Bir an için, Günaydın’ın fotoğrafının yerine kendimi koydum.
Şüphesiz öldüğümde başkan bir kapıya da beni yapıştıracak.
Kendi kendimi takdir ettim. Hayat madem bu kadar kısa…
Sonunda bir kapıya asılı kalacağız…

  • Öyleyse vatanı savunmaktan, T.C.’yi korumaktan daha önemli bir ilke olmamalı.

“Onur” kalmalı, geriye “Şeref” kalmalı.

Saygılarımla…