Etiket arşivi: Barış Pehlivan

Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan ve Gezi tutuklularından mesaj: Bu kumpas da bozulacak

CHP’li Utku Çakırözer’in ziyaret ettiği TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, gazeteci Barış Pehlivan ile Gezi davası tutukluları cezaevinden mesaj yolladı. Yanardağ bu kumpasın da bozulacağını söyledi.

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, İstanbul Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde bir dizi ziyaret gerçekleştirdi. Gezi Parkı davası tutukluları yaklaşık 6 yıldır cezaevinde tutulan Osman Kavala ve 500 gündür cezaevinde bulunan Ali Hakan Altınay, Tayfun Kahraman ve TİP Hatay Milletvekili Can Atalay ile gazeteciler Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan’la görüşen Çakırözer, ziyareti sonrasında cezaevi önünde ANKA Haber Ajansı’na konuştu.

‘BÜYÜK HUKUKSUZLUK’

Ziyaret ettiği isimlerin cezaevinde kalıyor olmasının; Türkiye’nin demokrasisinin, Türkiye’de hukuk devletinin, adaletsizliğin ölçüsünü göstermekte olduğunu belirten Çakırözer, şunları söyledi:

“Gazeteci Barış Pehlivan 3 haftadır burada; hem de bu cezaevinden, yani açık cezaevinden sürekli insanlar tahliye olurken. Hangi insanlar, hükümlüler; uyuşturucu, tecavüz, çocuk tacizi, mafya gibi suçlardan hüküm giymiş insanlar erken tahliye olurlarken İnfaz Yasası’nda yapılan düzenlemeyle, Barış Pehlivan içeriye girmek zorunda kaldı ve daha da yaklaşık 8 ay burada, açık cezaevinde yatmak zorunda bırakılıyor, Hakkında kesinleşmiş bir hüküm olmamasına karşın infaz düzenlemesinden faydalandırılmayarak. Kendisinin mesajı da var. Onları da okuyacağım. Öte yandan, kapalı cezaevinde Osman Kavala yaklaşık kasım ayı başında eğer burada tutulmaya devam ederse 6’ncı yılını cezaevinde doldurmuş olacak. Hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin haksız tutukluluk uygulandığına dair bir kararı var. Kendi mahkemelerimizin beraat kararları, tahliye kararları var. Buna rağmen 6 yıldır cezaevinde tutuluyor büyük bir hukuksuzluk ile.

‘TÜRKİYE’NİN AYIBI’

Yine konuştuğum Can Atalay, Hakan Altınay ve Tayfun Kahraman, 7 Eylül’de 500’üncü günleri olacak, 500 gündür içeride olacaklar. Baktığınızda henüz davaları Yargıtay’da, kesinleşmemiş durumda. Haklarındaki karar kesinleşmemiş durumdayken ve iddianameleri bomboşken maalesef burada tutulmaktalar. Gazeteci Merdan Yanardağ da yine kapalı cezaevinde haksız, hukuksuz tutulmakta. Türkiye’nin büyük ayıbı. İşte iki gazeteci, işte bir milletvekili, seçilmiş milletvekili olmasına karşın, seçimlerin üzerinden mayıstan bu yana 4 aya yakın bir süre geçmiş olmasına karşın cezaevinde tutuluyor. Türkiye’nin en iyi şehir plancılarından, yine Türkiye’nin en iyi düşünürlerinden, isimlerinden Tayfun Kahraman, Hakan Altınay cezaevinde. Türkiye’nin ayıbı, demokrasinin ayıbı ve adalet ve hukuk devleti noktasındaki eksiğimizi en iyi gösteren durum. Onların mesajları var. Onları bir bir okumak istiyorum aracılığınızla.”

YANARDAĞ: TÜRKİYE’NİN BİRİKİMİ BU KUMPASI BOZACAK

Merdan Yanardağ, Çakırözer aracılığıyla ilettiği mesajında Avrupa şampiyonu olan Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı’nı kutladı. Yanardağ, Çakırözer aracılığıyla şu görüşlerini dile getirdi:

“Kadın voleybolcularımızın şampiyonluğuna gösterilen gerici tepki bile Cumhuriyetimizin kazanımlarının bu ülke insanları için ne büyük bir erdem olduğunu ortaya koydu. Voleybol takımımızın başarısı Cumhuriyet’in bir zaferidir. Cumhuriyet kazanımları ve ilerici birikimi olmasa böyle kadın bir voleybol takımına sahip olamayacaktık. Aynısı adalet sistemimiz ve basın özgürlüğü için de geçerlidir. Türkiye, Cumhuriyetin 100’üncü yılında onun hedeflediği özgürlük ve demokrasiden her gün daha fazla uzaklaşarak karanlık, totaliter bir rejime sürükleniyor; basın ve ifade özgürlüğünün yok edildiği, adeta Nazi hukukunun uygulandığı bir ülke hâline geliyor.

Anayasa’nın güvence altına aldığı, hak ve özgürlüklerin ihlal edilerek benim hukuk dışı yöntemlerle tutuklanmam, hakkı olmasına karşın Barış Pehlivan’ın infaz indiriminden yararlandırılmaması, yine seçilmiş milletvekili Can Atalay’ın hâlâ hapiste tutulması, işaret ettiğim gerici, faşizan, totaliter rejimin önemli göstergeleridir.

  • Türkiye’nin ve bu toprakların aydınlanma ve demokratik birikimi bu ablukayı kıracak, bu kumpası da bozacaktır.
  • Demokratik ve cumhuriyetçi güçlerin birliği bunun için gereklidir,
    olmazsa olmazdır.

Basın ve ifade özgürlüğünün kararlı bir şekilde savunulması bunun ilk adımını oluşturacaktır.

  • Türkiye’nin, hukukun üstünlüğüne inanan cumhuriyetçi güçleri
    kendi evlatlarına sahip çıkmalıdır. Benim de buna inancım tamdır.”

PEHLİVAN: TECAVÜZCÜLER, ÇOCUK İSTİSMARCILARI HER GÜN ÇIKIYORLAR

Barış Pehlivan, Çakırözer aracılığıyla ilettiği mesajında şunları kaydetti:

“Ben bu cezaevinde düzenli olarak her akşam sayımdayım ve bu sayımda her gün birkaç kişinin firar ettiğini öğreniyorum. Ben, hiçbir şekilde bunu aklımdan bile geçirmeden, yani oradan firar ederim vesaireyi aklımdan geçirmeden teslim oldum. Tecavüzcüler, çocuk istismarcıları çıkıyorlar, çıkarmışlar, hâlâ her gün çıkıyorlar ancak ben hakkım olan bir yasadan faydalanmak için hâlâ infaz hakiminin karar vermesini bekliyorum. Yani haklılığımın, bana karşı yapılan hukuksuzluğun bitmesi, haklılığımın onaylanması için, hakkım olan yasadan faydalanmak için infaz hakiminin karar vermesini bekliyorum. Meclis’te çıkan bir yasadan ben faydalanamıyorum ama işte tecavüzcüler, tacizciler çıkıyor. Onlara tanınan bu hakkın bana tanınmıyor olması bu ülkenin bir ayıbıdır.”

KAHRAMAN: BU ÜLKENİN İNSANLARININ VİCDANLARINA GÜVENİYORUZ

Tayfun Kahraman da yaklaşık 500 gündür cezaevinde olduklarına dikkat çekerek “500 gündür bu hukuksuzlukla yaşıyor olsak da umudumuzu asla yitirmedik. Bu ülkenin insanlarının vicdanlarına güveniyoruz. Bizleri 500 gündür hukuksuz bir şekilde burada tutanlara karşı en güçlü ses olacaklarına insanlarımızın inanıyoruz, biliyoruz. Güzel günler çok yakında” mesajını iletti.

ALTINAY: ADALETSİZLİĞE TOPLUM KARŞI AMA…

Utku Çakırözer, Hakan Altınay’ın da sözlerini ise şöyle aktardı:

“Gezi davasında kendilerine yapılan adaletsizliğe, hukuksuzluğa aslında toplumun büyük çoğunluğunun, % 60’tan çoğunun karşı olduğunun bilindiğini ama bu adaletsizlikte ısrar edildiğini söyledi. ‘Adaletsizliğe toplum karşı ama adaletsizlikte maalesef ısrar ediyorlar’ dedi. Bu hatadan ne kadar çabuk dönülürse o kadar aslında Türkiye’nin ve kendi milletimizin yararına, çıkarına olduğunu söyledi. İddianamede haklarında hiçbir delil olmadığını bir kez daha ifade etti ve Yargıtay’dan bir an önce haklarındaki bu ilk derece mahkemesinin verdiği kararın bozulması kararını beklediklerini ifade etti.”

ATALAY: HATAY’DAKİ SU İHTİYACININ GİDERİLMESİNE YOĞUNLAŞILMALI

TİP Hatay milletvekili Can Atalay’ın mesajıyla ilgili de Çakırözer, şöyle konuştu:

“Benden önce İYİ Parti Milletvekili (Selçuk Türkoğlu) kendisini ziyaret etmişti. Öncelikle Meclis’te temsil edilen diğer partilerin de kendisine yönelik bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa karşı olduğunu görmekten memnuniyetini ifade etti. Yani bu konunun, dayanışmanın belki de bu adaletsizliklerin aşılmasında en önemli öge olacağını söyledi. Kendisi Hatay Milletvekili, 4 aydır kendisini seçen Hataylılarla kavuşamamış durumda ama Hatay’daki gelişmeleri yakından izliyor. O yüzden de iki mesajından birincisi Hatay’la ilgili. Hatay’da başta su olmak üzere temel ihtiyaçların karşılanmasında, karşılanamıyor olmasında sıkıntı gördüğünü ve bu konunun, yani bu ihtiyaçların giderilmesine yoğunlaşılması gerektiğini ifade etti. Seçim hesaplarıyla hızlıca yapılanların ya da yapılıyor görülenlerin maalesef Hataylıların acil sorunlarına çare olamadığını ifade etti.

‘ERİNÇ SAĞKAN’I SELAMLIYORUM’

Adli yıl açılışını ve orada verilen mesajları yakından izlediğini söyledi. Birinci konuşma olan avukatları ve onları temsilen Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın yaptığı konuşma için Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’a selamlarını iletti. 2022’de başlayan ve maalesef 2023’te de süren Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın adaletsizlik krizine ilişkin sözlerinin sansürlenmesini yanlış bulduğunu, kınadığını ifade etti ve şu mesajı verdi.

‘Değil yeni Anayasa; asgari, hukuki tartışma için bile bir demokratik tartışma zemini olması gerekir Türkiye’de. Bu koşullarda bile görüşlerini, eleştirilerini ifade eden avukat Erinç Sağkan’ı Silivri’den selamlıyorum’ dedi.”

Cezaevinde bulunanların mesajlarını okuduktan sonra Çakırözer,

“Ben size de ANKA’ya da ve sizin şahsınızda Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti, tabii bunların başında yer alan basın özgürlüğü için mücadele veren tüm meslektaşlarımıza, basın kuruluşlarına, gazetecilere teşekkür ediyorum. Burada özgürlükleri kısıtlanan gazetecilerin, sivil toplum savunucularının, hak savunucularının, iş insanlarının, aktivistlerin hakkını savunduğunuz için sizlere teşekkür ediyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 6 Eylül 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GERİCİ

RTE’nin konuşma yaptığı, 2023-2024 su ürünleri av sezonu açılışında kadın ve erkekler brandayla ayrıldı.

Durmak yok gericiliğe devam…

İLGİSİZ

Gazeteci Barış Pehlivan ile aynı koğuşta olan bir mafya üyesi, “Birçok suç örgütünün mermi kaynağı bazı polislerdir ama mafyanın en çok para yedirdiği grup hâkimlerdir” dedi.

Çakıcı çete davasından beraat etti.

Ne ilgisi var?..

TERS

Maaşların yetersizliği konusunda gösteri yapan öğretmenlere polis ters kelepçe vurdu.

Bu işte terslik var…

FETÖCÜ

AKP’li Metin Külünk, DİB Erbaş’a Fetöcülüğü ile ilgili sorular sormaya devam ediyor.

Karşıdan tık yok.

Sessizlik nedendir?..

ATIN

İ. Melih Gökçek, final maçı öncesinde milli voleybolcu Ebrar için “Atın bunu milli takımdan” yazmış.

Ebrar milli görevini en iyi şekilde yaptı, milleti mutlu etti.

Vurduğu her smaç, aldığı her sayı, “atın” diyene…

GÜVENİLİRLİK

Diyarbakır’da, kendini ‘şeyh’ olarak tanıtıp muska yazan kişinin ayda 1 milyon liradan fazla kazandığı ortaya çıkmıştı. Dolandırıcılık yaptığı gerekçesiyle gözaltına alınan şüpheli, adli kontrol koşuluyla serbest bırakıldı.

Dönemin güvenilir insanıdır. Yargı üzemez…

ÇOMAK

Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) eski yöneticisi Ramazan Aydoğdu, TÜGVA’nın MİT ve Emniyet ile ilişkisi olduğunu, bu yolla bazı isimlerin takip ettirilip bilgilerine ulaşıldığını iddia etti.

Devlet çarkına çomak sokuldu…

BİLGİSİZ

Kemal Kılıçdaroğlu, Atatürk ve laiklik düşmanı, kendisine hakaretler yağdıran Perinaz Mahpeyker Yaman’ın danışmanı olarak atanmasına ilişkin, “O günler koşullarında araştırma yapacak zamanım yoktu. Bu mesajlarını bilseydim elbette atamazdım” dedi.

Pes birader. İnsan danışacağı kişiyi bilmez mi?

İyi ki seçilmedin diyeceğim geliyor…

ÇAKAR

Menzil tarikatı liderinin aracı çakar takılı.

Emniyet-İçişleri Bakanlığı çaktı…

Barış için…

Barış için…

SERPİL GÜVENÇ

 

                                       “Mektuplar alırım

                                        Allı-karalı
                                        Üstünde Görülmüştür
                                        Yiyecek alınmaz damgaları
                                        …
                                        Okurum, içim daralır
                                        Bakamam göğe, utanırım
                                        Alır mektuplarımı
                                        Havalandırmaya çıkarım

                                        Dışarda deli bir lodos
                                        Esrik bir sonbahar
                                        Aylardan Aralık
                                        Adrasan üstünde eflatun bulutlar
                                        Tahtalı’da kar vardır
                                         Yasemin kokar ortalık

                                        Dostlar ki gurbette
                                        Dostlar ki hapistedir
                                        Mektuplarıyla yetinirim artık”1

ÇHD yöneticileri, Gezi davası sanıkları, Merdan Yanardağ, ülkenin dört bir yanından muhalif gazeteci, Demirtaş ve çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu siyasetçiler gibi Barış da artık içerde. Bir kez daha, beşinci kez parmaklıklar arkasına geçti.

AKP iktidarında cezaevleri dolup boşalıyor. Kadın katilleri, çocuk tecavüzcüleri, mafya şefleri ve artıkları, Cumhuriyet düşmanları gönderildikleri bu mahallerden bir yasayla ya da bir torba yasanın ek maddesiyle salıveriliyorlar; onların yerini yurtsever gazeteciler, aydınlar, muhalif siyasiler alıyor.

Haberi okuduğumda, Aziz Nesin’in Romanya’da yayımlanan ‘Presa Noastra‘ dergisinin uluslararası soruşturmasındaki bazı aktarımları geldi aklıma.
Gazetecilik mesleğinin erdemleri nelerdir?” sorusunu şöyle yanıtlar Nesin.

Bir gazetecide bulunması gereken üç erdem yani gerçeğe saygılı olmak, doğruluk duygusu ve halktan yana olmak – zaman ve yere göre – değişkenlik gösterirler. Bunun nedeni, insanların “gerçek, “doğru”, “halk” kavramlarına farklı anlamlar yüklemeleridir. Çağımızda insanların kavramlar üzerinde anlaşabilmeleri, ancak aynı sınıfın insanları olmalarıyla gerçekleşebilir. Örneğin bir Amerikan emperyalistiyle onun Türkiye’deki aracısı olan Türk kompradoru “Gerçeğe saygı” deyince aynı şeyi anlarlar. Onlar için doğruluk, sınıflarının egemenliğinin sürmesi için kendi koydukları hukuk kurallarına ve sosyal kurallara bağlı kalmaktır. Derginin sorusunu “1970 yılında Türkiye’de gazetecilik mesleğinin erdemleri nelerdir?” olarak değiştiren Nesin, Türkiye’de bütün basının büyük sermayenin malı olduğunu ve iki kaynaktan – devletten ve özel sermayenin reklamcılık işletmelerinden gelen – ilan geliriyle beslendiklerini söyler. Bu durumda bir gazetecinin “gerçeğe saygılı olması”, “doğruluktan yana olması”, “halktan yana olması” olanağı yoktur.  “Gerçek” egemen olan sermayenin gerçeğidir, doğruluk onun doğruluğudur, halk da salt onun tüketicisi olan ve hep tüketicisi kalması istenilen halktır.

Bu çarkın dışına çıkabilen yok mudur?

Aziz Nesin, bu koşullara rağmen, sayıları az da olsa, halktan yana, doğruluk duygusu taşıyan ve gerçeğe saygılı gazetecilerin varlığına işaret eder. Bu insanlar “az yerde görülen yüreklilikle büyük tehlikeleri göze alarak halkımız açısından erdemli olabilmişler ve olabilmektedirler”. Emekçi sınıfın aydınları olan Türk gazetecileri, büyük sermayenin baskısından kurtulmak için, (o tarihte) kendilerinin birçok zorluklarla çıkardıkları çok az tirajlı dergilerde, gerçeğe saygılı olmakta, doğruluk duygusu taşımakta ve halktan yana yayın yapmaktadırlar”.2

Bu ülkenin emekçi sınıfına gönül vermiş, onlardan yana tavır koymuş aydınları, gazetecileri için 1970’lerde ifade edilen bu gerçeklerin 50 yıl sonra halen geçerli olması, demokratik hak ve özgürlükler konusunda bir arpa boyu ilerlemek şöyle dursun ne denli geriye gittiğimizi göstermektedir. Barış, denetimli serbestlik talebinin (isteminin) reddedilmesi üzerine teslim olmak üzere gittiği Silivri cezaevi kapısında, sorunun kendisinin içeri alınmasından ibaret olmadığını, halkın haber alma özgürlüğünün, bilgi alma özgürlüğünün gasp edilmek istendiğini belirtirken hem bu vargıyı doğruluyor hem de muhalif aydın kesim üzerindeki baskıların devam edeceğine işaret ediyor.

Gerçekten de siyasal iktidar elindeki tüm olanaklarla hedeflediği düzeni yerleştirinceye dek zor seçeneğini sürdürmeye ve tepki gösterenleri de saf dışı etmeye kararlı görünüyor. Sürekli olarak kullanageldiği, toplumun tüm hücrelerine zerk etmeye çalıştığı kader, fıtrat ve benzeri dinsel kavramların ve bunların yanı sıra şoven milliyetçiliğin en büyük yardımcısı olduğunu eklemeye bilmem gerek var mı?

Umutsuzluk çağrıştıran bu koşullar, kendi içlerinde gelecek güzel günlere ulaşmanın çözümünü taşıyorlar. Halkın yarısının kendisine dayatılan bu ortaçağ dünyasını reddetmesi ve bu karşı koyuş içinde sosyalist partilere verilen bir milyonu aşkın oy güçlü bir direnişin göstergesidir.

Bir örnek, okulları tümden cami/medreseye dönüştürecek olan, Anayasa ve yasalara aykırı CEDES projesine karşı çıkan 100 kurumun “laik yaşam, laik eğitim, eşit yurttaşlık” sloganıyla 16 Eylül’de İzmir’de yapacakları mitingdir. Yapılan açıklamada CEDES iptal edilinceye dek illerde laiklik buluşmalarının düzenleneceği de belirtilmiştir. Bir başka örnek, Ankara Beşevler’de Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı ve Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesinin yıkılmasıyla açılan alana ABB meclisi kararıyla bir “ibadet alanı” yapımına karşı, başta Ankara Mimarlar Odası olmak üzere mahalleliler ve derneklerce başlatılan imza kampanyasıdır.

İşçiler hakları için direnmekte, ülkenin birçok yerinde maden tekellerine ve onların yerli ortaklarına karşı, canını dişine takan halk, ağaçlarını, derelerini, topraklarını savunmaktadır.  

Bu birkaç örnek bile

  • Örgütlenmenin, direniş ve mücadelenin ilk koşulu olduğuna işaret ediyor.

İnsanın örgütlenmesinin bir fantezi değil büyük bir gereksinmenin sonucu olduğunu, insanın tek başına kendini koruyamayacağını ve savunamayacağını söylüyor büyük gülmece ustamız. Çağdaş insanın örgütlü insan olduğunu, bir örgütün üyesi olmayan insana çağdaş insan denemeyeceğini, örgütlenme gereğinin çok derinden duyulduğu dönemlerde insanların birden çok örgüte üye olduklarını da ifade ediyor.

  • Toplum üzerindeki ölü toprağını hızla silkip atmaya başlamış,
  • yolun sonunda ışık görünmüştür.

Barış’ın da, Merdan’ın da, öbür tutukluların da aramıza dönmelerini hızlandırmanın yolu, örgütlenerek direnmek ve

  • Her alandaki gerici, faşist, anti demokratik, yasa dışı uygulamalara karşı yasal hakkımız olan demokratik tepkiyi göstermektir.
  • Örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez.
  • 1.Metin Demirtaş, 1988, Bir Mendil Gökyüzü içinde ‘Mektuplar Alırım’, 33-35, Cem Yayınevi, İstanbul
  • 2.Aziz Nesin, 2013, Aziz Nesin Soruşturmada, Sorulara yanıtlar belgeler, s. 88-93, Nesin Yayınevi, İstanbul

Kutsal Zalimlik ve İktidar II

58. gün…

Merdan Yanardağ
Siyaset 21.08.2023, BİRGÜN

Türkiye, popüler dilde ‘‘tek adam rejimi’’ de denilen yönetim anlayışı ile, kabile-aşiret düzenine iade edilmiş bulunuyor. Dolayısıyla din-tarım-tacir toplumlarına özgü bir kabile/aşiret kültürü ve asabiyesi (sosyo-psikolojisi) bürokratik düzen ve idari işleyiş üzerinde giderek etkili hale geliyor. Liyakatin yerini sadakat alıyor. Diplomasız olmak neredeyse avantaja dönüşüyor. Toplumsal ahlak, ortak etik değerler çöküyor. Toplum ‘‘ortak iyi’’yi yitiriyor.

İslamo-faşizmin en önemli gücü, işte bu siyasal dönüşümün kitle tabanını oluşturan kesimlerdir. Eziklik, dışlanmışlık, kenarda kalmışlık psikolojisini, kutsal değerler ve siyasallaşmış bir dincilik üzerinden hoyrat bir saldırganlığa ve kıyıcı bir intikamcılığa dönüştüren İslamcılar; bu gücü etkin iktidar aracına dönüştürür. Böylece ulusal zenginliklerin yağmasına dayalı bir talan ekonomisini ilkel sermaye birikimi modeli haline getiren iktidar, yarattığı İslamcı-muhafazakâr burjuvazi (buna ‘‘sermaye sınıfı demek sanırım daha doğru olacak) ile kurduğu düzeni garanti altına almaya çalışır.
***
Siyasal İslamcılık, yeni zenginler sınıfının ve muhafazakâr kodamanların sermaye birikim aracına dönüşür. Türkiye’de popüler olan ve ‘‘Beşli Çete’’ diye kodlanan iktidar yanlısı sermaye çevreleri, bu modelin ürünüdür. Bu sermaye çevreleri, ‘‘sıra bizde’’ saldırganlığı ve ilkelliğiyle servetten ve iktidardan daha fazla pay isteyen, doymak bilmez bir saldırganlık içindedir. Su akarken küplerini doldururlar; çünkü önlerinde hiçbir engel yoktur. Başyüceyi memnun etmek yeterlidir.

‘‘AKP’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tanıdığı olağanüstü yetkiler nedeniyle parti ve devlet aygıtının, lider hizmetinde yönetilmesine ve -Osmanlı ve cumhuriyet idare tarihinin neredeyse hiçbir döneminde görülmeyen- bir güç yoğunlaşmasına neden oldu.’’ (Açıkel, 2023 s.47)

Siyasal İslamcılık ve saldırganlığın bir aşırı milliyetçilik ile ne kadar sentezlenmeye çalışılsa da ortaya eklektik bir yapı çıkar. Bu, içinde yer yer uyumsuzlukları da taşıyan bir yapılanmadır. Tam anlamıyla bir ‘‘sentez’’den söz edilemez. İslamcılar, milliyetçi kültürel havza ile ‘‘terörle mücadele ideolojisi’’ diyebileceğimiz güvenlikçi bir retorik üzerinden ilişki kuruyor. Muhafazakâr ve İslamcı havza, eziklik kompleksinden kutsal bir zalimliğe doğru biraz da retorik üzerinden kışkırtılır.

Bu anlayışa göre, ‘‘Vatan dış güçler ve onların uzantısı olan iç düşmanlar’’ tarafından kuşatılmıştır. Terörü de onlar beslemekte ve desteklemektedir. O halde bu kesimlere ‘‘düşman’’ muamelesi yapılmalı, savaş hukuku uygulanmalıdır. Yapılacak her zulüm meşrudur, mubahtır.

Böylece gerçek olmayan hayali düşmanlar üzerinden açığa çıkarılan ilkel öfke, toplumun en geri, eğitimsiz ve geleneksel değerlerin etkisi altındaki kesimlerine dayanır, onlardan beslenir. Cehaletin despotizmidir.

SİLİVRİ NOTLARI

Evet, Barış Pehlivan da Silivri’ye geldi. İslamcı oligarşinin, hastalıklı bir ruh hali içindeki iktidar trollerinin umarım başları göğe ermiştir! Barış Pehlivan, bu zulüm rejiminin simgesi haline gelen Silivri Cezaevi’ne konuldu diye, Türkiye daha demokratik, daha güvenli, daha kalkınmış, daha eğitimli, daha zengin bir ülke haline gelmedi. Daha güçlü olmadı. Tam tersine güç ve statü kaybetti. Demokrasi dışı totaliter rejimler kategorisine alındığı gibi bu skalada (ölçekte) daha geriye düştü.

Barış ile avukatlarımız aracılığıyla karşılıklı selamlarımızı ilettik birbirimize. İnsan böyle durumlarda ne diyeceğini bilemiyor, ‘‘Hoş geldin’’ desen olamayacak, ‘‘Geçmiş olsun’’ desen uymayacak, adli tutuklu ve hükümlüler gibi ‘‘Allah kurtarsın’’ demek yakışmayacak -buradaki FETÖ’cüler bile böyle demiyor artık- geriye, ‘‘Yanındayım kardeşim, omuz omuzayız’’ demek kalıyor; ‘‘Bu duvarları hep birlikte yıkacağız!’’

İki Barış (Pehlivan ve Terkoğlu) 2010’da buradayken, onları ziyaret için gelmiş fakat savcılıktan izin alamamıştım. Silivri Adliyesi’nde savcı ile neredeyse birbirimize girmiştik. Şimdi ise aynı kampüste (yerleşkede) ama ayrı ayrı cezaevindeyiz! Çünkü yerleşkede 10 ayrı cezaevi bir de duruşma salonlarının bulunduğu adliye kısmı var. Bunlardan 9’u kapalı, biri ise Barış Pehlivan’ın kaldığı açık cezaevi. Kampüsün ekmeği ve yemekleri de orada üretilip dağıtılıyor. İyi halli ve kıdemli mahkûmların kaldığı işçi koğuşları var.
***
Her cezaevi ayrı binalar ve avlulardan oluşuyor. Her birinin güvenliği ve personeli ayrı. Açık cezaevi koğuş sistemine sahip, hükümlüler sadece ortak alanlarda değil, her yerde görüşebiliyorlar. Koğuş kapıları açık ve farklı suçlardan yatan herkes birbiriyle görüşebiliyor. Fiziksel temasın önünde engel yok. Açık cezaevinde hafif suçlardan ceza almış hükümlüler ile cezasının büyük bölümünü yatmış iyi halli olduğu belgelenmiş (disiplin cezası olmayan) ve yatarı 5 yılın altına inen mahkûmlar kalıyor.

Benim kaldığım 9 No’lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ise yüksek güvenlikli. Genellikle tek kişilik odalarda kalınıyor. Havalandırma avluları ayrı. Koğuşlar ise en fazla üç kişilik. Tutuklu ve hükümlüler arasında fiziki temas olanağı sıfır. Sadece pencerelerden, kapı altlarından ve bir de açık yapılan avukat görüşmeleri sırasında denk gelinirse fiziki temas olmaksızın uzaktan görüşüp sohbet edilebiliyor. Biz de öyle yapıyoruz. Can Atalay, Osman Kavala ve diğer “Gezi“ci arkadaşlar ile çeşitli sol örgütlerden siyasiler, 15 Temmuzcular bu bölümde kalıyor. Ağır suçlular, ‘‘terör örgütü’’ mensubu olmakla suçlananlar, suç örgütü liderleri de bizim bölümde. Personel eğitimli ve iyi, güvenlik yüksek. Ortak spor ve üç kişilik koğuşlarda kalmak için ‘‘hasım’’ ve ‘‘düşman’’, zıt örgütlere ya da görüşlere sahip olmamak gerekiyor.
***
Bu karşılaştırmayı, Barış Pehlivan’ın güvenli bir ortamda kalmadığını anlatabilmek için yaptım. Birbirinden çok farklı suçlar işlemiş kişilerin fiziki bir temasa imkân verecek şekilde bir arada olması, ortak alanların kullanımı, koğuşlar arasında gidiş-geliş serbestisi ciddi bir güvenlik sorunu yaratabilir. Bir duyum almış değilim, ciddi bir sorun çıkacağını da sanmıyorum. İdare yüksek bir dikkat göstereceği gibi Barış da kendi önlemlerini alacaktır. Ona destek olacak çok sayıda kişi çıkacağını düşünüyorum. Ancak bütün bunlar nihayet bir öngörü ve varsayımdan ibaret. Barış Pehlivan hakkında sosyal medyada yapılan saldırgan mesajlara açıkça suça azmettirici telkin ve kışkırtıcı yayınlar anımsanınca, önlem almak şart; çünkü hınç ve intikamcı bir hastalıklı ruh haliyle yapılan bu yayınlar, tam da irdelemeye çalıştığım ‘‘kutsal zalimlik’’ kavramının ifade ettiği durumuna denk düşüyor. İlgililerin ve kamuoyunun dikkatini ‘‘içeriden biri’’ olarak bir kez de ben çekeyim istedim. Mutlaka önlem alınmalı.
***
Bu hafta ziyaretime gelenler arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer de vardı. Çok mutlu oldum, İzmir’den kalkıp ziyaretime gelmesi büyük incelikti. Sayın Soyer, kültürel donanımı ve siyasal birikimi ile görgülü ve bilgili bir Belediye Başkanı. Bu yanıyla öne çıkan bir siyasetçi, Türkiye’nin geleceğinde önemli roller üstlenebilecek potansiyellere sahip bir aydın.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Başkanvekili ve ortak dostumuz Avukat Taner Kazancıoğlu ile gelen Soyer ile güzel bir sohbet yaptık. Benim davamı, TELE1’i, memleket sorunlarını konuştuk.

  • İhanete uğrayan cumhuriyeti, yarım bırakılan devrimi konuştuk.

Desteği, dostluğu ve TELE1 ile dayanışması için çok teşekkür ediyorum.

Adana Büyükşehir Belediyesi’nin değerli Başkanı Zeydan Karalar da selamlarını ve dayanışma mesajını iletmiş. Sevgilerimi iletiyorum.

Bu arada özellikle belirtmeliyim; bütün sosyalist ve devrimci partilere gösterdikleri destek ve dayanışma için çok teşekkür ediyorum. Benim için çok değerlidir. Hemen hemen tamamı avukat dostlarımızı göndererek yanımızda olduklarını bildirdiler, güç verdiler. Sevgiyle selamlıyorum.
***
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla, benim için milletvekillerinden oluşturulan özel komisyon daha ilk haftadan itibaren (başlayarak) beni yalnız bırakmadı. Bu nedenle Sayın Kılıçdaroğlu ve Parti yönetimine çok teşekkür ediyorum. Enis Berberoğlu, Utku Çakırözer, Evrim Korkmaz, Yüksel Mansur Kılınç ve Zeynel Emre’den oluşan komisyon üyeleri hem toplu olarak hem de ayrı ayrı ziyaretime geldiler. Komisyonun sözcüsü değerli meslektaşım Enis Berberoğlu her hafta geliyor. Zahmet verdiğim için mahcup oluyorum. Ayrıca, parti yönetiminde bulunanlar dahil çok sayıda CHP milletvekili de ziyaretime geldi ve gelmeyi sürdürüyor. Tümüne minnettarım isimlerini not aldım, yazacağım. HDP’den de Ömer Faruk Gergerlioğlu geldi, sağ olsunlar.

Oluşturulan komisyon şimdi Barış Pehlivan ile de ilgileniyor. Zaten her geldiklerinde Can Atalay ve diğer arkadaşlarla da görüşmeye özen gösteriyorlar. Eren Erdem de bu hafta geldi. Bu tablo Silivri’nin, siyasal bir mekân ve rejimin niteliğini ortaya koyan simge olarak ülke gündeminde daha sık yer alacağını gösteriyor. Bu durum, ülkenin nereye gittiğini gösteriyor.

Sonuç olarak; dayanışma güç veriyor, yaşamı Silivri’de bile güzelleştiriyor.
Bizim sevincimizdir. Teşekkür ediyorum.

Parmağımdaki nasır

Barış Pehlivan
Barış Pehlivan
baris.pehlivan@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

“Hiç canını sıkma kardeşim, yine baştan yazarız.”

27 yaşındaydım ve terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyordum. Koğuşlarımızın açıldığı cezaevi maltasında Barış Terkoğlu’nu gördüm. Avukat görüşünden dönüyordu.

Haftalar önce tutuklanmasaydık ilk kitabımızı yayınevine teslim etmiş olacaktık. İzin vermediler. 14 Şubat 2011 sabahı evimize gelen onlarca polis hem bizi hem tüm bilgisayarlarımızı ele geçirdi. Gardiyanların hızlıca koğuşa sokmaya çalıştığı Barış’a “Kitap da gitti, yazık oldu onca emeğe” diye bağırdım. Yanıtı, bu yazının ilk cümlesi oldu. Sahi, yazar mıydık? İyi de nasıl? Birbirimizi bile göremiyorduk ki…

(AS: Fotoğrafı biz ekledik, cezaevine girerken hala gülümseyebiliyor!)

Bir gün avukatımla o küçücük görüş odasında konuşuyorduk. Barış’ın bana yazdığı bir mektubu verdi, gizlice okumaya başladım. “Yazalım” diyordu. Dönemin Taraf gazetesi WikiLeaks belgelerini sansürleyerek yayımlıyor, Fethullahçıları zora sokacak bölümleri saklıyordu. Madem öyle, asıl şimdi yazmalı, bizi içeri atanlara kalemimizle meydan okumalıydık.

Gizli yazışmalarımız günlerce sürdü. Konuları paylaştık, işbölümünü yaptık. Dışarıdaki dostlarımız belgeleri Türkçeye çeviriyor, onlarca sayfayı parça parça içeri sokuyorduk. Gece olduğunda da hücremizdeki o plastik masaya oturuyor, boş beyaz kâğıtlara elimizle yazmaya başlıyorduk. El yazılı sayfalar yine gizlice dışarıya çıkarılıyor, eşlerimiz tarafından bilgisayara geçiriliyordu. Kimse duyup engellemesin diye sakladığımız bu süreç aylar sürdü.

Bir gün Çağlayan Adliyesi’nde duruşmamız vardı. Ne güzel bir gündü, sanık sandalyesinde de olsak sevdiklerimizi görüyorduk. Sonra, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin sahibi Haluk Hepkon’la göz göze geldik. Haluk ağabey onlarca jandarmanın arasından bir kâğıt uzattı bize. Kimse anlamadı ama kitap sözleşmesiydi.

Duruşmaya ara verildi. Adliyenin eksi 7. katındaki nezarethanedeydik. Orada imzaladık sözleşmeyi, mahkeme salonuna çıkarılınca geri teslim ettik. Artık heyecanla ilk kitabımızın çıkmasını bekliyorduk…

Ve o gün geldi. Koğuşta yerimde duramıyor ve kitaba dair gazetelerde çıkan haberleri tekrar tekrar okuyordum. Başarmıştık. Gazetecilikten tutuklanmış, tutuklu olsak da gazetecilik yapmıştık. Dünyada örneği var mıdır bilmiyorum ama biz Barış’la birbirimizi görmeden cezaevinde ortak kitap yazmıştık. Önsözünü de bir başka koğuşta abide gibi dik duran Doğan Yurdakul ağabey kaleme almıştı.

Sızıntı/WikiLeaks’te Ünlü Türkler kitabının çıkış öyküsü böyleydi.

  • Bu topraklardaki adaletsizliklerin nasıl planlandığını gizli Amerikan belgeleriyle ortaya koyduk.
  • İktidarın devlete yerleştirdiği terör örgütünün büyükelçilere verdiği kirli brifingleri duyurduk.

Evet, kimine göre teröristtik ama aylarca en çok okunan bir kitabın yazarlarıydık da…

19 ay tutuklu kaldık. Gün geldi, devlet “Pardon” dedi, beraat ettik. Bizi yargılayan hâkimler kaçtı, bizi mahkeme önüne atan savcılar kaçtı, bizi takip eden polisler kaçtı. Bilirkişi diye önümüze attıkları şakirtler bile kaçtı. Biz ise iman tahtamıza memleket ve hürriyet yazdık.

Şimdi 40 yaşındayım. Barış’ın da benim de parmaklarımızda bir nasır halen duruyor. Bu satırları yazarken ona bakıyorum. Bundan 12 yıl önce ellerimizle yazdığımız kitabın nasırı, Yine yazarız diye bana sesleniyor.

Ve şimdi yine yeni bir mücadelenin içine giriyorum.

  • Can güvenliğimin olmayacağını bilecek deneyimdeyim.

Lakin kimsenin kuşkusu olmasın, yine yazacağım.

Ne güzel demiş Ahmet Telli“Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün…”


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Parmağımdaki nasır16 Ağustos 2023
Bildiğiniz gibi değil11 Ağustos 2023

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Şubat 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DÜŞÜŞ

MİT mensubu ile ilgili haberleri dolayısıyla cezaları kesinleşen Murat Ağırel ve Barış Pehlivan, Silivri Cezaevi’nde beş saat kaldıktan sonra tahliye edildiler. Halk TV’ye çıkıp konuştular.

Aydınlık Gazetesi ve VP Gen. Sekreteri basın özgürlüğüne yapılan baskıyı es geçip gazetecileri sömürü ile, gözaltından rant çıkarmakla suçladı.

Bir dönemin direniş kahramanlarının önlenemez düşüşü…

BERABER

RTE, “Külfeti hep birlikte sırtlayacağız”

Sırtlayalım da;

  1. Gemicikleri beraber almadık,
  2. Kaymak garantili ihaleleri beraber kazanmadık,
  3. Merkez Bankası birikimlerini paylaşmadık,
  4. Sarayları, uçakları beraber kullanmıyoruz…

GÜÇLÜ

RTE halktan fedakarlık istedikten bir gün sonra, “Türkiye ekonomik olarak tarihinin en güçlü dönemine girmektedir.” dedi.

Güçlendikçe fedakarlık edeceksek zayıflayalım…

GEÇÇEK

Tarkan’ın AKP sözü veya iması geçmeyen şarkısı için AKP’lilerin demediği kalmadı.

Gerçeği kabul etmek zor…

ŞARKILAR

Tarkan’dan “Geççek”,

Bülent Ersoy’dan “Götür”,

Kocakafalar’dan “Yüksek yüksek oranlarda zam yapmasınlar”

şarkıları sosyal medyayı sallıyor.

Zeki Müren’in dediği gibi,”Ah bu şarkıların gözü kör olsun”

Geçirir de, götürür de…

 ZORBA

İBB’nin halka yardım çağrısıyla toplanan 6.2 milyar TL. Kaymakamlıkça defterdarlığa aktarıldı.

Halkına yardım etme, halkın yardımlaşmasına engel ol.

Kıskanç zorba…

DEĞERLENDİRME

Elektriğe, akaryakıta gümbür gümbür zam yaptılar, ucundan azıcık düşürmek için değerlendire değerlendire bir hal oldular.

Seçimde değerlendirilir…

AHLAK

Siyasal davadan hüküm giyen gazeteci Hülya Kılınç,”Ahlak polisi” tarafından gözaltına alındı.

Ahlaksızlık…

DÜZEN

TÜİK’e göre yaşamdan mutlu olan erkeklerin oranı geçen yıla göre %0.7 artarak %43.9; kadınların oranı %53.1’den %54.6 olmuş.

Düzenden memnunlar…

ÖNEMLİ

MSB Akar NATO toplantısında, “Karadeniz’de Montrö’nün getirdiği bir statüko var. Bu statüko ile Karadeniz’de denge, güvenlik ve istikrar var. Bunun da hayati önemi haiz olduğunu her fırsatta belirttik, belirtmeye devam ediyoruz.

Amiral Gürdeniz’in eşi de soruyor, ”Öyleyse, bildiri yayımlayan amiralleri neden gözaltına aldınız, neden kelepçe taktınız, neden yurt dışı çıkış yasağı koydunuz, neden yargılıyorsunuz?”

Akar söylerse önemli, başkaları söylerse suç…

NATO

MSB, NATO’ya üye oluşumuzun 70. yılı için hazırladığı özel klipte “NATO’nun en güçlü ikinci ordusuna sahip Türkiye, ‘güvenilir, güçlü ve etkin’ bir müttefik olarak NATO’nun güvenliğinin tam merkezinde yer almaya ve üzerine düşen görevleri eksiksiz yerine getirmeye devam ediyor.” diyor.

Bu NATO’cuyu, ABD’ye karşı bağımsızlık mücadelecisi göstermezler mi!..

SUÇLU

MİGROS’ta işten atılan işçiler YK Bşk. Özilhan’ın evinin önünde eylem yaptıkları için kelepçelenerek gözaltına alındı.

Hak arama suçu…

ÖZENTİ

Kılıçdaroğlu, 28 Şubat mağduru olduğunu söyledi.

RTE böyle iktidar oldu diye özeniyor mu?..

ÇANAKKALE

RTE, 26 Şubat’ta doğum gününde açmayı planladığı 1915 Çanakkale Köprüsü’nün açılışını halkın isteği üzerine 18 Mart’ta aldıklarını açıkladı.

Halkının isteklerine karşı bu senli duyarlı bir lider bir daha gelmez dünyaya!..

YALAKA

Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur, Cem Yılmaz’la birlikte Tarkan’ı hedef göstererek, “Muhalefetin militanlığına soyunarak yalakalığın sınırlarını zorluyor” dedi.

İktidara yalakalık yapsalardı sınır yoktu…

ZEKA

AKP milletvekili Akbaşoğlu, Almanya ve Fransa’da 150 Avroya dolan poşetin %7 enflasyonla şimdi 750 Avroya dolduğunu söyledi.

%7 ile yedi katı karıştırıp aklınca millete AKP zamları için “az bile” mesajı verdi.

Saray soytarılığı “zeka” ister…

TECAVÜZ

Erzurum’da Diyanet’e bağlı bir Kur’an kursunda çocuklara işkence yapıldı, 7 çocuk cinsel istismara uğradı.

Laik eğitimde düşüş, ahlaksızlıkta yükseliş…

BATIYOR

Erzurum’da 400 kadar AKP-MHP üyesi toplu halde İYİ Parti’ye geçti.

Geminin su aldığını gördüler…

PİSLİK

Bayburt’ta İl Özel İdaresi’nin mescidinin tabelasındaki T.C. ibaresini kaldırdılar.

T.C. sofrasında yerler, sofrayı pisletirler…

ÖZTÜRKÇE

Aydınlık’ta U. Reyhan, Tarkan’ın şarkısının Türkçesinin bozukluğunu tenkit ediyor.

Tarkan’ı eleştirenlere katlanılmadığından yakınıyor, ”Böylece ülkede kimsenin değil ama Tarkan’ın eleştiriden münezzeh olduğunu anladık” diyor.

Ne Türkçe ama!..

 

 

Sağanak halde faşizm

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 15.6.2020

Sağanak halde faşizm

AKP hükümetinin faşizm uygulamaları, sağanak halde toplumun üzerine yağmaya, halkı bunaltmaya devam ediyor. OdaTV’nin erişime kapatılmasından ve OdaTV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan’ın, OdaTV Haber Müdürü ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu’nun, OdaTV muhabiri Hülya Kılınç’ın, Yeniçağ gazetesi yazarı Murat Ağırel’in, Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ferhat Çelik’in ve Yazıişleri Müdürü Aydın Keser’in tutuklanmalarından sonra, şimdi de OdaTV yazarı Müyesser Yıldız ve TELE 1 kanalı sunucusu İsmail Dükel gözaltına alındılar ve tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildiler.

Bu da yetmiyormuş gibi, CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun, HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’in ve HDP Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları’nın, tutuklanmak üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki dokunulmazlıkları kaldırıldı.

AKP, TBMM’nin “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini yerle bir etmeye, “Egemenlik kayıtsız şartsız padişahındır” zihniyetini adım adım yürürlüğe koymaya, monarşik ve teokratik düzeni yeniden kurmaya, bir yandan halkın seçtiği siyasetçileri devre dışı bırakmaya, bir yandan da halkın haber ve bilgi alma hakkını gasp ederek anayasal düzeni ortadan kaldırmaya devam etmektedir.
***
OdaTV, bugüne kadar dinci Fethullah Gülen çetesine karşı en büyük mücadeleyi vermiş yayın organlarından birisidir. Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Müyesser Yıldız, araştırmacı gazetecilik alanında en başarılı çalışmaları yapan kişiler arasında yer alırlar. Söz konusu üç gazeteci de, AKP’nin ve Fethullah Gülen örgütünün bir kumpası sonucunda hapiste yattılar. Ancak onlar, hapisten çıktıktan sonra da bu mücadelelerini sürdürdüler, AKP’nin güdümüne girmediler, gazetecilik ahlakını ve vatanseverlik duygularını, hapishanenin dışında kalabilmek için satmadılar. Onlara uygulanan baskılar aslında, AKP’nin Fethullah Gülen çetesine karşı gerçek, yeterli ve samimi bir mücadele vermediğinin kanıtıdır! AKP, dokuz yıl sonra OdaTV’ye bir darbe daha vurarak kendisini deşifre etmiştir, kendi bindiği dalı kesmiştir.
***
Faşizm, medya ve siyaset alanındaki uygulamalarını sürdürürken, din alanını da ihmal etmeyerek, fetihçi bir zihniyetle, İstanbul’daki Ayasofya Müzesi’nin camiye çevrilmesi girişimlerini de başlattı. Osmanlılar, o dönemde bir Bizans kenti olan İstanbul’u ele geçirdikten sonra, aslen bir kilise olan Ayasofya’yı camiye çevirmiş, Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise Ayasofya, Mustafa Kemal Atatürk tarafından, bir dünya kültür mirası olarak müzeye dönüştürülmüştür. Böylece Atatürk, hem Ayasofya’nın yeniden kilise olmasını isteyen Ortodoks dinci kesimleri, hem de Ayasofya’nın cami yapılmasını takıntı haline getiren neo-Osmanlıcı İslamcı kesimleri boşa çıkarmıştı.

Ne kadar çok cami açarsa o kadar iyi Müslüman olunacağını sanan AKP, mevcut camilerde bile doluluk oranları oldukça düşükken, ayrıca Ayasofya’nın tam karşısında koskoca Sultan Ahmet Camisi dururken, bu konuyu gündeme getirerek, hem ulusal hem de uluslararası boyutta bir provokasyon yapmıştır.

İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz ortamında, Türkiye’nin en büyük turizm gelirlerinden birini sağlayan Ayasofya Müzesi’nin ortadan kaldırılmasının neden olacağı ekonomik kaybı ve yurtdışından gelecek tepkileri bile göze alan AKP, neo-Osmanlıcı köktendinci takıntılarını tatmin etmek için, Türkiye’yi felakete sürüklemeye devam etmektedir.

Birileri, müzeye dönüştürülmüş olan eski bir camiyi kiliseye çevirse, Müslümanlar nasıl haklı bir tepki verirlerse, Ortodoks Hıristiyanlar için de tarihsel manevi değeri yüksek olan Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, tepkiyle karşılanacaktır. Bu bağlamda, nüfusunun çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan olan Rusya, Ukrayna, Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Moldovya, Belarus, Gürcistan gibi ülkelerle sorunların yaşanacağı, o ülke halklarında Türkiye’ye yönelik olumsuz duyguların oluşacağı bellidir.

  • AKP’nin amacı, Atatürk ne yaptıysa, onun tersini yapmaktır.

Cumhuriyet Halk Partisi ve İYİ Parti, Atatürk’e ve onun “yurtta barış, dünyada barış” ilkesine sahip çıkmalıdır.

BARIŞ TERKOĞLU’ndan Tarihsel Savunma..

BARIŞ TERKOĞLU’ndan Tarihsel Savunma..

Harika bir savunma, mümkünse daha çok kişiye ulaştırın

Gazetemiz yazarı ve Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu ile gazeteci Hülya Kılınç dün sabah gözaltına alınmalarının ardından, çıkarıldıkları Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğince gece saatlerinde tutuklandılar. Barış Terkoğlu kararın ardından,

  • Bugün bir çetenin bizi susturma kararı yüzümüze okundu ama susmayacağız. dedi.

Barış Terkoğlu, mahkemede yaptığı savunmada şunları söyledi:

“HAKKIMDA DAHA SORUŞTURMA BİLE YOKKEN İDDİANAMELERİ YIRTIP BU SALONLARDAN ÇIKTIM”

“Bahse konu haber içeriği ile ilgili üzerime atılı suçu kabul etmiyorum burada hukuki bir yargılama olduğunu varsayarak savcılık aşamasında bir savunma yaptım. Ben bu soruşturmada evimden alındığım andan çok daha öncesinde burada sanık olarak bulanacağımı biliyordum. Bunu avukatıma da önceden haber verdim. Üstelik burada şüpheli olmamın bu haber ile ilgisi olduğunu da düşünmüyorum, bu haber beni burada bu mahkemelerde sanık yapabilmek için üretilmiş bir bahanedir. Ben 9 yıl öncesinde bu zamanlarda bu mahkemelerde savunma yaptım ve tutuklandım, yıllar sonra o yargılama bizim karşımıza kumpas olarak çıktı, bugünse sadece adı değişmiş bir zihniyet eli ile bana ve bize tezgah kurulmuştur, bunu söylememdeki amacım 9 yıl öncesinde daha hakkımda soruşturma bile açılmamışken bugünkü iktidarın desteklediği Fethullahçı yapılanma beni günlerce hedef gösterdi. Hakkımda daha soruşturma bile yokken iddianameleri yırtıp bu salonlardan çıktım.

“GÜNLERDİR İKTİDAR İÇİNDEKİ BİZİM DEŞİFRE ETTİĞİMİZ ÇETELER BİZİ HEDEF GÖSTERDİ”

Bugün de daha dün bu haber girmeden çok daha önce günlerdir iktidar içindeki bizim deşifre ettiğimiz çeteler bizi hedef gösterdi, yargılanmamızı defalarca dile getirdiler, hakkımızda mahkeme kararları verdiler, yetmedi TV ekranından Almanya’daki Kızılordu örgütü gibi önce hapse atılıp sonra hapiste infaz edilmemiz gerektiğini söylediler, bütün bunlar olurken memleketin bir tane savcısı bir tane yargı mensubu çıkıp bir yurttaşını korumak için adım atmadı, bu haber sadece hakkımda verilmiş olan cezalandırmanın yargı aracı kalınarak yargı yapılarak üstüme bindirilmiş halidir. O gün nasıl o yargılamayı hazırladılarsa bugün de bu yargılamayı hazırladılar. Bunun tek bir sebebi vardır çünkü biz yazdığımız yazılar ile haberler ile korkup kaçmadan duruşumuz ile tıpkı dün yaptığımız gibi bugün de kendilerini devleti yuva bilmiş çeteleri açığa çıkardık. Delillerini sunduk, bir aydının yapması gerekeni yaptık, ben bu mahkeme kararını hiç önemsemiyorum. Zira ben asıl kendi tarih mahkememde bu tür yargılamaların sonunun bu tezgâhları kuranların eline dolaşacak şekilde çıkacağını adım gibi biliyorum.

“NASIL GAZETECİLİK YAPILACAĞINI SEVK YAZILARINDAN ÖĞRENECEK DEĞİLİM”

Dün nasıl bir çete yargıyı kendi önünde engel gördüğü bizleri üstünde sopa olarak kullandıysa bugün de yargıya baskı kuranlar aynı sopayı bizim üzerimizde kullanıyorlar, herkes şunu bilmelidir ki bir ülkede benim gibi sade bir yurttaşın hukuk güvenliği yoksa hiç kimsenin hukuk güvenliği yoktur. Benim bu mahkemeye çıkarılma nedenim bir tane haberdir. Burada savunma yapmaya zorlanmamın nedeni bir gazetecinin hassasiyet ile hazırladığı haberi yayınlayan kurumun haber müdürü olmamdır. Ben gazeteciliği sorgulamaları bu hale dönüştüren kimselerden öğrenmedim. Nasıl gazetecilik yapılacağını bu iddianame gibi taleplerden mahkeme kararı gibi sevk yazılarından öğrenecek değilim. Bugün bu talebe konu olan MİT kanunu bu adliye salonundaki bazı yargı mensuplarının bilmediğine eminim. Bundan 9 sene öncesinde ben bu salonlarda bir MİT yöneticisi ile sanık oldum. O MİT yöneticisinin adını vermiyorum. O MİT yöneticisi daha mahkeme önüne bile çıkarılmadan cezaevinde katledildi. O katliamın hesabını sözüm ona bugünkü hukuk adamları gelip sormadı. Ama ben sordum. O gün benim de yargılandığım MİT mensubunun adı soyadı, ailesinin adı adresi kimlik numarası fotoğrafı, kitaplığındaki kitaplar, müzik kasetleri, iddianamelere konuldu, medyaya servis edildi. Bunun yanlış olduğunu ben savundum.

“ODATV DAVASINDAKİ MİT YÖNETİCİSİ KATLEDİLİRKEN NEREDEYDİLER”

Merak ediyorum; yaşı benden büyük hukuk adamları Odatv davasındaki MİT yöneticisi katledilirken neredeydiler. Beni bu kadar korkak olmadığım için mi yargılayacaksınız? Beni bu ülkenin kurumlarına kurulmuş kumpasları o gün açığa çıkardığım gibi bugün de açığa bugün de açığa çıkarmaya devam ettiğim için mi yargılayacaksınız? MİT kanununu bilmiyorlar dedim, belki de bilmek işlerine gelmiyor. Zira benim birlikte yargılandığım MİT’çi yalnız değildi. Ergenekon davasında, KCK davasında, MİT TIR’ları kumpasında, 7 Şubat kumpasında, MİT mensuplarının bütün özel hayatları bu adliyenin önünde gazetecilere dağıtıldı. Ve o bilgiler çarşaf çarşaf yayınlandı. Sadece Fethullahçı çete tarafından değil daha birkaç hafta öncesinde bu adliyeden hatta bu iddianame gibi talebi yazan savcıdan 7 Şubat kumpası iddianamesi çıktı. O iddianame gösteriyor ki adliye önünde, emniyet önünde, MİT’çilerin kimlik bilgilerini alıp yaptıkları operasyon bilgilerini alıp devletin onlara verdiği görev bilgilerini alıp kendi gazetelerinde basanlardan bir kısmı da iktidar medyası imi, o iktidar medyası bugün bizim burada her türlü cezayı almamız için kampanya yapıyor. Onları suçlamıyorum. Çünkü onlar kendilerine ne emredilirse onu yaparlar. Ancak ben bunu yapmadım.

“HIRSIZLIK HUKUKU HIRSIZLIKTAN SONRA, YOLSUZLUK HUKUKU YOLSUZLUKTAN SONRA ÇIKTI”

Beni bu ülkeye bu kadar ihanet etmediğim için mi yargılayacaksınız? Dün bir çetenin koynunda yatıp bugün başka bir çetenin koynuna girmediğim için mi yargılayacaksınız? Bugün MİT kanunu var ise bundan 9 sene öncesinde bir mahkeme salonunda direnenler sayesinde var. Çünkü bu mahkeme salonlarında direnenler üstünde cüppe olan kimileri gibi yorganı kafasına örtmedi. Bugün benim haber müdürü olduğum sitede yayınlanan haberin MİT kanunu ile herhangi bir ilgisi yoktur. Çünkü kanunların bir ruhu vardır. Kanunlar tarih önünde kendilerini yaratan eylemlerden sonra düşerler. Hırsızlık hukuku hırsızlıktan sonra, yolsuzluk hukuku yolsuzluktan sonra çıktı. MİT Kanunu da Fethullahçı çete ile bugün iktidar içerisindeki çeteler el ele MİT mensuplarını terör yapılanmalarına yem ettiği için çıktı. Bir daha bunlar yaşanmasın diye çıktı. Benim yargılandığım bu haber vatanından çok uzakta şehit olmuş bir MİT’çinin şehadetinin ardından kendisine yapılan cenaze törenini haberleştirmekten ibarettir. Bu haberin hali hazırda şehit olmuş bir yurttaşımızın görevi ile gizli görevi ile sırları ile ne ilgisi vardır? Buna ilişkin bir tek cümle gösterebilir misiniz? Ayrıca aynı gün benim haber müdürü olduğum sitede başka bir toprakta şehit olmuş askerlerin de haberleri yapıldı. Polisler şehit olduğunda onların da haberlerini yapıyoruz. Bizim için asker de polis de MİT mensubu da öldükten sonra şehitlikte eşitlenirler ve bu topraklarından bağrına emanet edilirler. Bu haber, okuyanların anlamak isterse anlayabileceği gibi köşe bucakta cenazesi yapılan bir MİT mensubunun anısına hiçbir olumsuz öge barındırmamakla aksine onun şehadetini hatırlatmaktadır.

“ÜMİT ÖZDAĞ YERİNE İKTİDAR VEKİLİ BU AÇIKLAMAYI YAPMIŞ OLSAYDI SANIK OLUR MUYDUM”

Bu haber yayınlanmadan öncesinde İYİ Partili Ümit Özdağ, Meclis’te Libya’da şehit düşen MİT mensuplarını ifade ettikten sonra adlarını ve soyadlarını kamuoyuna açıkladı. Bu talebi yapan yargı mensupları çok açık bir şekilde soruyorum, eğer Ümit Özdağ yerine bir iktidar partisi milletvekili bu açıklamayı yapmış olsa idi beni yine burada sanık yapacaklar mıydı? Yoksa susup bir kenarda bekleyecekler miydi? Bu salonda bu sorunun yanıtını bilmeyen biri var ise çok açık şekilde yalan söylüyordur. Bir MİT mensubunun kimliği açıklanmış, şehit düştüğü söylenmiş, bizzat Cumhurbaşkanı şehit düştüğü memleketi söylemiş. Bu cenaze töreni nasıl devletin gizli kalması gerek istihbaratı bilgisi olabilir? Üstelik bu haberi yayınlayan gazeteciler ismi belli olduğu halde MİT mensubunun soyadını karalamışlar. Cenaze fotoğrafları ortaya döküldüğü halde kimseyi rahatsız etmeyecek fotoğrafları seçmişler ve dünya üzerinde evrensel gazetecilik standartlarında bir haber olarak yayınlanmışlardır. Türkiye’nin büyük şehirlerinden birinde belediye başkanının siyasi parti yöneticilerinin, orada yaşayan bütün vatandaşlarının katıldığı bir cenaze töreni devletin nasıl gizli kalması gereken bir bilgisi olabilir?

“GEREKİRSE BETONA GÖMÜLECEĞİZ AMA BU TEZGAHI KURAN ÇETEYE TESLİM OLMAYACAĞIZ”

Burada çok açık bir şey var. 9 sene önce bu salonda,  ‘kurt kuzuyu yemeye karar verdiyse sizin yapacağınız hiçbir şey yoktur’ demiştim. Bugün iktidarın içerisindeki çeteler bizi yargı eli ile yemeye karar verdiyse bugün yapacak hiçbir şeyimiz olmayabilir. Ama emin olun buradaki çığlığımız, yarınki çığlığımız, vereceğimiz mücadele bu duvarları da yıkacaktır. Bizden yazdıklarımızdan çizdiklerimizden gazeteciliğimizden, yazarlığımızdan vazgeçmemizi ülkenin içinde suça bulaşmış yapılanmalar ile daha fazla uğraşmamamızı bekliyorlarsa daha çok beklerler. Gerekirse betona gömüleceğiz, ama bize bir haber bahanesi ile bu tezgahı kuran çeteye teslim olmayacağız. Gerekirse bir daha güneş yüzü görmeyeceğiz. Yargıyı kendi hesaplarına meze eden yapılanmalar ile mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.

  • Bu dava, bu savunma bu mücadele beni yoksul bir halk çocuğu olarak alıp bu ülkenin yurttaşlarının arasına yerleştiren bu ülkeye bu Cumhuriyete benim borcumdur.
  • Bu tezgahı kuranlar şunu bilsinler ki, emin olun tarih göstermiştir ki, hukuku kendi ikballerine aracı yapanlar er ya da geç o hukukun pençesinde can çekişir. Söyleyeceklerim bundan ibarettir.”

“TARİHE ÖNEMLİ BİR NOT”

Terkoğlu’nun avukatı Hüseyin Ersöz ise mahkemede şu savunmayı yaptı:

“Şüphelinin savunmalarına aynen katılıyoruz, müvekkilimiz huzurunda aslında belki de son 10 senenin özeti diyebileceğimiz bizim de tarihe önemli bir not olarak değerlendirebileceğimiz nitelikte bir konuşma yapmıştır. Bu konuşma içinde hem hukuku hem vicdanı hem ahlakı barındıran unsurları taşımaktadır. Şimdi kanunun şu maddesinin şu fıkrasında suçun unsurlarının oluşmadığına dair değerlendirmeler yapmak hem benim vicdanımda hem de müvekkilim ile bu zamana kadar yaptığımız kader birliğine zul gelecek bir yaklaşım olacaktır.

Müvekkilimiz evinde gözaltına gece saat 04.00 sıralarında alınmıştır. Sabaha karşı operasyonların yapıldığı dönemlerin geride kaldığını düşünürken bir anda müvekkilimiz eşinin ve çocuğunun yanından alınarak Vatan Caddesindeki Emniyet’e henüz güneş doğmamışken götürülmesinin onun gazeteci kimliği ve kamuoyuna mal olan kimliği açısından farklı bir anlam taşıdığını beyan etmek istiyoruz. Bizler bu tür gözaltı işlemlerinin ne anlama geldiğini ne amaçlandığını ne tür mesajlar verilmek istenildiğini anlıyoruz, sizin oturduğunuz koltuklarda bir dönem Beşiktaş adliyesinde soğuk koridorlarında gazetecilerin, askerlerin, siyasilerin ve sıradan vatandaşların dahi nasıl bir zulme maruz kaldığını bire bir yaşamış, bunu idrak etmiş hukukçularız, şu anda huzurunuzda bu savunmaları yaparken şüphelinin ruh halini ve 2011 senesinde Fethullahçı bir hakimin karşısında yapmış olduğu savunmaların mahiyetini tekrar hatırlatma gereği duyuyorum.

O gün müvekkilimiz ve onunla birlikte gözaltına alınmış olan diğer gazeteci müvekkillerimiz tarafından söylenen söz şu şekilde idi:

Kurt kuzuyu yemeyi aklına koyduysa kuzu ne yapsın!?’ bu aslında şu anda birebir içinde bulunduğumuz durumu yansıtan özlü bir cümledir. O tarihte karşısında geçip hukuka aykırı deliller Odatv internet sitesinde yayımlanmış olan haberler ve müvekkillerimizin yazmış olduğu köşe yazıları ile bizlerin de dahil olduğu ve Türkiye’de birçok kalemin yazdığı yazılar önümüze delil olarak konmuştu. Bugün burada huzurunuzda yapılan sorguda da yine bir haberin önümüze konulduğunu yine bir komplo ile karşı karşıya olduğumuzu ve bizler yaklaşık 24 saate varan bir gözaltı sürecinde iken ve siz hukuk adamlarına derdimizi anlatmaya çalışırken müvekkilimizin de bahsetmiş olduğu bu komployu kuran çete üyelerinin gizli kapılar arkasında sinsi bir şekilde güldüklerini ve yine o karanlık çarkın içinde yeni komploların hazırlıkları içinde olduklarını tahmin edebiliyoruz. Bunlar daha öncesinde kamuoyunda Odatv Davası olarak bilinen yargılama sürecinde de yaşadığımız şeylerdir.

“15 SAAT GÖZALTINDA KALDI”

Müvekkilimiz sorumlu haber müdürü olarak neredeyse her hafta Çağlayan Adliyesi’ne ve Anadolu Adliyesi’ne giderek basın savcılarına ifade verirken, sabaha karşı saat 04.00’te gözaltına alınmasının hiçbir hukuki açıklaması yoktur. Müvekkilimizin sabah saat 04.00’te gözaltına alındıktan sonrasında kendisine isnat edilen suçlar ile ilgili olarak tarafına hiçbir bilgi verilmeksizin, yaklaşık 15 saat gözaltında kaldıktan sonrasında ifadesi dahi alınmaksızın savcılığa getirilmesinin de hukuki bir açıklaması yoktur. Savcılık makamında bize yöneltilen bütün sorulara sorumlu bir gazeteci bilinci ile cevap vermemize bağımsız ve tarafsız bir gazeteciliğin gereği olarak bugüne kadar yapmış olduğumuz ve yayınlanmış olan bütün haberlerin arkasında durmuş olduğumuza dair beyanlarımız göz önüne alındığında, şüphelinin tutuklanma istemi ile ve birtakım uydurma senaryolar ile kaynağının ne olduğu belli olmayan ve tümüyle varsayıma dayanan unsurlar ile tutuklamaya sevk edilmesinin hukuki bir açıklaması yoktur. Hukuki açıklamanın bulunmadığı yerlerde hukuk dışı konular konuşulur ve hukuk dışı değerlendirmeler yapılır. Bütün bu süreci takip eden kamuoyu zaten buna dair değerlendirmeyi yapacaktır. Bugün yalnızca bir haberden kaynaklı olarak isnat edilen suçlamaların O’nun bugüne kadar yapmış olduğu haberlerden bağımsız olarak değerlendirilmesi söz konusu olamaz. Bugüne kadar yüzlerce habere, köşe yazısına imza atmış olan bir gazetecinin sadece huzurdaki tutuklama istemine konu bir internet sitesi yayınından kaynaklı olarak sorgulanması akla da vicdana da aykırıdır. Müvekkilimiz, bugün örneğine çok az rastlanacak araştırmacı gazeteciler arasında yer almaktadır.

‘TÜRKİYE BAĞIRSAKLARINI TEMİZLİYOR’ DENİLEN DÖNEMDE DAHİ…”

Geçmişte Odatv Davası’nda tutuklu kaldığı süreçte dahi gazetecilik yapmaya devam etmiştir. Hiç kimsenin sesini çıkartamadığı hatta bir dönem ‘Türkiye bağırsaklarını temizliyor’ denilen dönemde dahi gerçekleri bahsetmekten bu komplo senaryolarını ortaya çıkarmaktan ve bu komplonun mağdurlarının sesi olmaktan vazgeçmemiştir. Karşınızda tüm bunları özgü, bağımsız gazetecilik anlayışı ile yapan bir gazeteci dururken onun pür-i pak geçmişi ve ödediği bedeller sadece kendisi için değil ailesi ve çevresi için de ortadayken savcılık makamınca önünüze getirilen haber içeriği ile tutuklanmasının hukuken de ahlaken de vicdanen de bir karşılığı yoktur. Şüpheli gazetecidir, gazetecilikten başka bir şiarı yoktur. Kafasının arkasında başka planlar yatmamaktadır. Gerçeği dosdoğru kamu faydasını göz önünde bulundurarak yayınlamaktan başka bir amacı da hiçbir zaman olmamıştır. Kendisi tarafından yazılmamış, sadece haber müdürü olması nedeni ile soruşturmanın bir parçası haline getirilen müvekkilimizin bizlere okunan sevk maddesi kapsamında bir eylemi bulunmamaktadır. Müvekkilimiz bugüne kadar yazmış olduğu Sızıntı ve Metastaz isimli kitaplar ile devletin içindeki menfaat çetelerini tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermiş ve bu konuda yargı organlarını göreve davet etmiştir. Bundan yaklaşık 10 sene öncesinde yaptığı haberler ve basılmamış bir kitap gerekçe gösterilerek tutuklanmış, Fethullahçı hakimler tarafından yargılanmış müvekkilimizin atılı suçu işlemesi bunu aklından dahi geçirmesi söz konusu olamaz, bugüne kadar yaptığı haberler yazdığı köşe yazılarının tamamı vatan sevgisi ve kamu faydası gözetilerek kaleme alınan yazılardır. Hiçbirisinde şehitlerimizin hedef alınması, onlar ile ilgili olarak aleyhte bir değerlendirilme yapılması durumu söz konusu değildir.

“BİZ TARİHİN BİR KERE DAHA TEKERRÜR ETMEMESİNİ DİLİYORUZ”

Karşınızda herkesten daha fazla vatanseverlik vasfını hak eden bir vatandaş vardır. O hiçbir zaman boynunu çetelerin önünde eğmemiş onların karşısında dimdik, onurlu bir duruş sergilemiştir. Bugün yaptığı da tam olarak budur. Kendisinin ve diğer meslektaşı Barış Pehlivan’ın henüz daha basılmamış fakat yazımı son aşamaya gelmiş olan Metastaz benzeri başka bir kitabı yayınlanmak üzere iken hedef alınması, bu soruşturmaya muhatap kılınması huzurunuzda özgürlüğü kısıtlanarak tutulması ve özgürlüğünün çok daha fazla kısıtlanması amacı ile mahkemenize sevk edilmesi bunun kanıtıdır. Nasıl bundan yaklaşık 10 yıl öncesinde müvekkilimiz komplo yargılaması ile tutuklanmış ise, bugün kapalı kapılar arkasında bunu tezgahlayanların da yapmak istedikleri tam olarak budur. O gün gerçek hukuk adamlarında talebimiz şüphelinin özgürlüğü olmuştur ancak özgürlüğümüzü talep ettiklerimiz kişilerin Fethullahçı yargı mensuplarından olduğu ve bugün Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nde yargılama konusu olan eylemlerinin suç oluşturduğu ortaya çıkmıştır. Biz tarihin bir kere daha tekerrür etmemesini diliyoruz. Vicdanlı bir hakimin, gerçek bir hukuk adamının ne şekilde karar vermesi gerekiyorsa müvekkilimiz hakkında da sizin o kararı tesis etmenizi ve müvekkilimize özgürlüğünü iade etmenizi, şüphelinin serbest bırakılmasını talep ediyoruz.”

 

Oda TV Davasında Tüm Sanıklar Beraat Etti

ODA TV DAVASI

14 Kişiye Toplamda 262,5 Yıl İstendi;
14 Yıl 7 Ay Yattılar, Beraat Ettiler

Yargılanın tüm sanıkların isnat edilen suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle beraat ettiği Oda TV davası sürecinde gözaltı ve tutuklama süreci nasıl işleri?
Sanıklar için ne kadar ceza istenmişti? Kim ne kadar cezaevinde kaldı?

  • Oda TV Davasında Tüm Sanıklar Beraat Etti

    Haberin İngilizcesi için tıklayın

    * Fotoğraf: Tansu Pişkin

    Gazeteciler Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Ayhan Bozkurt, Ahmet Şık, Nedim Şener, Müyesser Yıldız, Doğan Yurdakul, Coşkun Musluk, Sait Çakır, Yalçın Küçük, İklim Bayraktar ve eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı‘nın yargılandığı Oda TV Davası’nın bu gün karar duruşması görüldü.

    İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada sanıkların sonsözleri alındı. Sanıkların konuşmalarının ardından kararın değerlendirilmesi için mahkeme heyeti duruşmaya ara verdi.

    Aranın ardından kararını açıklayan Yener Yıldırım başkanlığındaki, Abdülkadir Ungan ve Kudret Karslı’nın üye olduğu mahkeme heyeti, isnat edilen suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması gerekçesiyle 13 sanığın hepsinin beraatine karar verdi.

    Ahmet Şık: Bu adliye adaletin mezarı

    * Çizim: Zeynep Özatalay

    Oda TV Davası nedeniyle 6 Mart 2011’de tutuklanan, bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra 12 Mart 2012’de tahliye edilen, beş yılın ardından bu kez “FETÖ ve PKK propagandası yaptığı” iddiasıyla tutuklanan gazeteci Ahmet Şık, duruşmaya Silivri Cezaevi’nden getirildi.

    Ahmet Şık şunları söyledi:

    “Söyleyecek çok şeyim var ama aklımdan geçenleri söylersem yeni bir yargı konusu olur.
    “Bu adliye, adaletin mezarı haline geldi. Çok acıdır ki, mezar kazıcılığını yapanlar ise savcılar ve hakimler.
    “Adliyenin girişindeki Themis heykelinin bir kefesinde haysiyet ve şeref, diğerinde haysiyetsizlik ve şerefsizlik var. Ve maalesef bu siyasi iddianamelere imza atan savcı ve hakimler için terazinin kötülük olan kefesi ağır basıyor.”

    Savcı ve hakimlerden şikayetçi oldular

    Gazeteci Soner Yalçın, “Yedi yılda her şeyi söyledik. Bize bu kumpası kuran FETÖ’den şikâyetçiyim” dedi.

    Gazeteci sanıklardan Barış Pehlivan da “Bu sanık sandalyesine kumpası kuranların oturmasını istiyorum” dedi.

    Barış Terkoğlu “Bu davada hakim savcı olmaktansa sanık olmayı tercih ederdim. Öyle de oldu” diye konuştu.

    Sait Çakır ve Coşkun Musluk, “Önceki savunmalarımı tekrarlıyorum ve beraatımı istiyorum” dedi.

    Yalçın Küçük de son savunmasında Ergenekon ve OdaTV süreçlerini anlattı, “Kararı hakimlere bırakıyorum” dedi.

    Eski Emniyet Müdürü sanık Hanefi Avcı, “Savunmalarım geçerlidir. Beraatımı istiyorum. Sahte belgelerle bizim sanık sandalyesine oturmamıza neden olanlar hakkında suç duyurusunda bulunuyorum” dedi.

    Nedim Şener de “Son sözüm ilk savunmamdır. 3 Mart 2011’de gözaltına alınırken ‘Hrant için adalet için’ demiştim. FETÖ’nün en büyük suçlarından biri Hrant cinayetidir. Tekrarlıyorum: Hrant için, adalet için” dedi.

    Duruşmaya katılmayan sanıklar Doğan Yurdakul, Müyesser Uğur ve Ahmet Mümtaz İdil’in avukatları da yargılama süresince yaptıkları savunmaları tekrarladıklarını belirterek müvekkillerinin beraatını talep ettiler.

    AHMET ŞIK: GAZETECİLİK YARGILANIYOR

    TIKLAYIN – ODA TV DAVASINDA SAVCI SANIKLARA BERAAT İSTEDİ
    ==========================================
    Dostlar,

    Her şeye karşı sevinçliyiz.
    Bir devletin en temel 4 kamusal görevi SAĞLIK – EĞİTİM – ADALET – GÜVENLİK tir.

    15. yılına giren AKP – RTE iktidarın da bu 4 temel hizmetin yerlerde süründüğü çok açıktır.
    Bu ülkede kimi örgütler, hatta kamu görevlileri… insanlara kumpas kurmakta ve sahte belgelerle yıllarca hapiste tutabilmektedir. Bu durum yeryüzünde ortalama hiçbir demokratik hukuk devletinde görülemez ve kabul edilemez. Ne yazık ki ülkemizde yaşanmıştır.

    Acaba siyasal iktidarın bu komploları önlemeye gücünün yetmediği düşünülebilir mi?
    Türkiye’de devlet içinde devlet mi vardır örneğin dış destekli ve daha güçlü!?
    Soruya hemen hayır denmelidir, çünkü dönemin

    Başbakanı R.T. Erdoğan “Ben bu davanın savcısıyım!” diye haykırarak meydan okuyabilmiştir. (15.07.2008, http://www.gazetevatan.com/-evet-ergenekon-un-savcisiyim–189246-siyaset/)

    Dolayısıyla bu kumpaslar iktidara karşın, onu da aşarak, iktidarın engelleyemediği biçimde değil; iktidarla birlikte hatta iktidar eliyle yapılmıştır.. Bu kadro 16 Nisan 2017’de
    Anayasa değişikliği ile TEK ADAM MUTLAKİYETİ İSTİYOR!

    Bu halk hala aklını kaçırmadı herhalde 16 Nisan halkoylamasında kendi idam fermanına EVET demek için..

    Yargılanması gerekenler salt bu insanlık suçuna teknik düzeyde alet ve maşa olanlar mıdır??

    Mahkeme kuruluna teşekkür ederiz bu AKLAMA kararı için..
    Kumpas suçuna karışan – katılan kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmasına da! Şimdi sıra TERTEMİZ BİR SEÇİM VE TBMM İLE SİYASAL HESAP SORMADA..

    Bu da olacak elbet.. tarih örnekleriyle dolu..

    Haydi Türk Ulusu.. Senin adını bile anmayan saçma sapan biçimde “TEK MİLLET” diyerek Kürt kardeşlerimizin – Kandil’in – İmralı’nın – PKK’nın oylarına göz kırpan ama bir yandan da ikiyüzlülükle “Kandil – İmralı – PKK HAYIR DİYOR” diye yalan propaganda yapanlara
    16 Nisan 2017 Pazar günü halkoylamasında (Dikkat; seçim değil bu; seçim 2019’da!) kesin bir kararlılıkla  on milyonlarca HAYIR de! En az 30 milyon HAYIR oyu.. Başka kurtuluşun yok!

    Sevgi ve saygı ile. 12 Nisan 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Hanefi Avcı TÜBİTAK raporuyla kanıtarı çürüttü; peki şimdi ne olacak?


Dostlar
,

Ergenekon tertibinde çok çarpıcı bir savunma daha..

Eski ve kıdemli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı çok net bir savunma yaptı
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinde..

Zehir zemberek bir dizi soru ve TÜBİTAK raporuna dayalı teknik – bilimsel yanıtlar..

Savcılık makamı ne diyecek acaba?

O makamda olmak istemezdik.
Olsaydık, savlarımızı (iddialarımızı) geri çeker, sanıkların aklanmasını isterdik.

Yargı heyeti yerinde olsaydık, “davanın kanıtsız ve de konusuz kaldığını” karara bağlayarak iddianameyi reddeder, sanıkları aklar, dosyayı kapatırdık..

Belki, düzmece kanıtlar sunanlar ve de bunları iddianamesine alanlar hakkında
suç duyurusunda bile bulunurduk

Bu son 2 tümcemiz, Anayasanın yasakladığı mahkemelere telkinde – tavsiyede bulunmak vb. yaklaşım ve amacın tümüyle dışında olup (md. 138), yine Anayasanın görüş ve düşünce açıklama özgürlüğü (md. 25, 26 vd.) bağlamında değerlendirilmelidir. Nitekim hukuk yazınında (literatürde, doktrinde) mahkeme kararları da bilimsel düzlemde rahatlıkla eleştirilebilmektedir. Tersi düşünülemezdi zaten..

  • Ergenekon tertibi yüzlerce kezlerce çürütüldü..
    Tartışılabilir bilimsel kanıtı neredeyse kalmadı..

Ama yargılama yapan heyetler son derece ağır cezaları yaygın biçimde vermekten
geri durmadılar.. Yüz yılı aşan hapis cezaları, müebbetler, birkaç kez müebbetler, ağırlaştırılmış müebbetler yağmur gibi yağdırıldı..

En kritik not şudur :

  • Kamuoyunun adalet duygusu doyuruldu mu, katledildi mi?
  • Adalet mülkün = ülkenin temeli ise o temel ciddi derecede tahrip olmadı mı?

Ayrıca, yılların kıdemli emniyet müdürü bir kitap yazacak (HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR), fincanının katırları ürkecek ve bu kişi birden bire terör örgütü bağlantısıyla suçlanarak alelacele hapse tıkılacak?

İlahlar gazaba geldi mutlaka..

Bu acul senaryoya kimlerin inanması bekleniyor?
Dahası, bu zırva senaryonun hazırlayıcıları için hiçbir fatura olmayacak mı??

Bir dahası; tüm saçmalığı bilindiği halde kurgulayanların kazanmayı tasarladığı zaman hala bitmedi mi sanılıyor??

  • Hanefi Avcı TÜBİTAK raporuyla kanıtarı çürüttü; peki şimdi ne olacak?

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 11.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Hanefi Avcı TÜBİTAK raporuyla delilleri çürüttü!

Odatv davasında yargılanan Hanefi Avcı, kendisi hakkında yapılan suçlamaları TÜBİTAK raporuyla çürüttü. Avcı,
Emniyet mailleri incelerken neden virüslü saldırıyı görmezden geliyor?” diye sordu.

Ergenekon soruşturması kapsamında Odatv’de yapılan aramalar sonrasında gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener ve Soner Yalçın’ın da aralarında bulunduğu
13 sanık hakkında açılan davanın görülmesine devam edildi.

İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesince Çağlayan’daki İstanbulAdalet Sarayı’ndaki
büyük salonda yapılan duruşmaya, tutuklu sanıklar eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı
ve Yalçın Küçük ile gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener ve Doğan Yurdakul‘un da aralarında bulunduğu 11 tutuksuz sanık katıldı.

Hanefi Avcı durumada kendisi hakkında yapılan suçlamaları TÜBİTAK raporlarıyla çürüttü. Avcı şunları söyledi:

-Emniyetin laboratuvarları var, uzmanları var, neden bu bilgisayarlar bu uzmanlara değil, düz komiserlere gönderiliyor. Peki Odatv bilgisayarları izlenirken bu virüsler
bu bilgisayarlara girerken Emniyet neden izlemiş? Neden takip yapmamış?
Bu tezgah baştan belli…

– Görülüyor ki, Emniyet içinden her şey başından planlanmış.

Öyle ki raporun altında üç imza var. Hepsinin ayrı ayrı tarih yazıp imzalaması lazım.
Ama tek tarih yazılmış” ifadelerini kullandı.

Emniyet mailleri incelerken neden virüslü saldırıyı görmezden geliyor?

  • Bu dosyalar uzaktan virüs yoluyla gönderilen dosyalardır.
  • Dosyalara bakıyorsunuz, aynı dosyalar, aynı tarihte, aynı dakikada, aynı saniyede hem evdeki hem ofisteki bilgisayara kaydolmuş.
  • Bu nasıl oluyor?
  • Aynı anda aynı dosyalar nasıl aynı kişinin iki bilgisayarına birden kaydoluyor?
  • Bunun bir yanıtı var :
  • Bu dosyalar sonradan virüsle gönderilmiş ve kendisini sanki bu tarihte kaydolmuş gibi göstermiş.

-Bakın kitabımın yayınlandığı gün Odatv‘deki telefon konuşmalarına. Soner Yalçın kitabı gazetede görüp Barış Pehlivan‘ı arıyor ve haber veriyor. Odatv’de kitabıma ilişkin ilk yayınlanan haber o gün 12:38’de. O da Hürriyet’ten alıntı yapılmış.
Kitaptan haberleri yok.

-Benim kitabımdan Odatv’nin hiç haberi yok; bu ek klasörlerde görülüyor.
Benim kitabımı yayınevine gönderdiğim tarihe bakın bu notlardan önce.

Nedim Şener‘in tapelerini inceledim, hepsi gece 12’de başlayıp sabah 7’ye kadar yapılmış. Eminim ki, bu Emniyet’te yapılmadı. Başka yerde yapıldı.

İkincisi; benim hakkımda tahkikat yok. Odatv’yle bir ilgim tespit edilmemiş.
Benim konuşmalarım nasıl oraya konmuş?
Bunu hazırlayanlar bunu nereden biliyor?

Üçüncüsü:

  • TÜBİTAK diyor ki bu dosyalar bu sanıkların bilgisayarında yazılmamış.

Peki hangi bilgisayarda yazılmış?
O bilgisayar neden bulunmuyor?

Bu dökümanlara bakın. Herkesin ismi yazıyor. Böyle örgüt dökümanı olur mu?
Hiçbir örgüt böyle bir döküman yazmaz.
(Kaynak: odatv, 11 Eylül 2013)