Etiket arşivi: Ergenekon tertibi

İŞTE ALTANGİLLERİN KABARIK SİCİLİ

Altan kardeşler ve Ilıcak'a tahliye yokAltan kardeşler ve Ilıcak’a tahliye yok


https://www.aydinlik.com.tr/altan-kardesler-ve-ilicak-a-tahliye-yok-turkiye-kasim-2017

AYDINLIK, 13.11.2017

Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak’ın yargılandığı davada mahkeme heyeti tahliye taleplerini reddederek sanıkların tutukluluk durumunun devamına karar verdi.

İŞTE ALTANGİLLERİN KABARIK SİCİLİ

Seni iyi tanıyoruz Ahmet Altan!Seni iyi tanıyoruz Ahmet Altan!

https://www.aydinlik.com.tr/medya/2017-haziran/seni-iyi-taniyoruz-ahmet-altan
AYDINLIK, 24.6.2017, ERCAN DOLAPÇI 

Tutukluluğuna devam kararı verilen Ahmet Altan ‘gazetecilik’ pozlarına devam ediyor ancak neyse ki arşiv unutmuyor! İşte Altangillerin kabarık sicili

‘Darbeye teşebbüs’ ve ‘FETÖ’ye üye olmak’ suçlamasıyla 23 Eylül 2016 günü tutuklanan ve 22 Haziran 2017 günü hakkında açılan davanın ilk duruşmasına çıkan “gazeteci” Ahmet Altan, Ergenekon ve Balyoz kumpaslarını savunmayı sürdürdü. “Ergenekon bir katiller sürüsüdür. Ben bu çetelerin ortaya çıkarılmasını kesinlikle destekliyordum, bugün de destekliyorum” ifadesini kullanan Altan, “Balyoz haberleri gibi haberleri yayınlamak bir gazetecinin en önemli görevlerinden biridir” iddiasında bulundu. FETÖ’nün medya yapılanmasına yönelik, aralarında Nazlı Ilıcak, Altan kardeşler, Ekrem Dumanlı, Emre Uslu ve Tuncay Opçin’in de bulunduğu 17 sanıkla birlikte İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim huzuruna çıkan Altan, bir de meydan okudu ve “Kumpas diyenlerden hesap soracağım” dedi.

Ahmet Altan’ı Türkiye Ergenekon tertibi sırasında yazdıkları ve Taraf gazetesinde attıkları manşetlerden tanıyor. Orduyu hedefe koydukları günlerde “Fatih camii bombalanacaktı” şeklindeki manşetleri hâlâ hafızalarda.

TERTİBİN GAZETESİNİ YÖNETTİ

Hürriyet, Güneş, Milliyet ve Yeni Yüzyıl gibi gazetelerde uzun yıllar yazarlık yapan Ahmet Altan, 15 Kasım 2007 günü Fethullah Gülen’in gizli finansıyla kurulan Taraf gazetesinini Genel Yayın Yönetmenliği koltuğuna oturtuldu. Köşe yazarlığına da devam etti. 2012 yılında da tertip mahkeme aşamasında çökmeye başlayınca, Taraf gazetesinde sıkıntılar başladı ve Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar’la birlikte 15 Aralık 2012 günü gazeteden ayrıldı. Altan, gazetede yayımlanan ‘son yazı’sında, “Ee, her hikâyenin bir sonu var. Muhteşem bir macera yaşadım. İçinde insana ait her duygu vardı. Komediden trajediye kadar insanlık yelpazesinde bulunan her rengi burada birarada, birlikte gülüp, birlikte ağlayarak gördük. Ama artık gitme vakti. Asıl işime, romanıma dönüyorum” ifadesiyle veda etti.

Altan’ın ardından gazetede uzun yıllardır yazan Murat Belge ile röportajlar yapan Neşe Düzel de ayrıldı. Gazetenin sahibi Başar Arslan, istifaların ardından yaptığı açıklamada, “Altan ve ekibi çok önemli işler yaptı. Ama geldiğimiz noktada bir anlayış farkı oluştu” dedi.

Altan’ın gazeteden ayrıldığı gün, gazeteci Nuh Gönültaş attığı twitte şunları paylaştı: “Taraf gazetesi misyonunu tamamladı. Taraf Ergenekon davası için özel olarak kurulmuştu. Taraf bu görev için kurulmuş bir koalisyondu.”

‘TARAF BİR PROJEYDİ’

Taraf gazetesinde bir dönem Genel Yayın Yönetmenliği yapan Oral Çalışlar ise, 2014 yılında gazete hakkında CNN Türk’e yaptığı açıklamada “Taraf bir projeydi. Ayda 1,5 milyon zarar ediyor. Sahibinin başka bir geliri yok ama 7 yıldır yayında…” ifadesini kullanmıştı.

Altan uzun yıllardır yazdığı Hürriyet gazetesinden ayrılarak Taraf gazetesini çıkarmak için 2007 Ekim’inde harekete geçti. Altan, Taraf’ın hazırlık aşamasında 4 Kasım 2007 tarihli Sabah’a yaptığı açıklamada, “Gazetecilik artık göstermekten ziyade saklıyor! Diğer gazeteler çok zorlanacak çünkü medyanın sakladığı her şey Taraf gazetesinde olacak, biz bu gazeteyi bunun için çıkartıyoruz.” dedi. “Türkiye tehlikeli bir dönemeçte, bu süreçte sesimizi çıkarmalıydık” sözlerini de sarf eden Altan, gazetenin mali destekçisi konusunda işe şunları söyler: “Gazetenin perde arkasında hiç kimse yok.”

Ahmet Altan, Taraf gazetesinde Fetullahçı Gladyo’nun ürettiği sahte belge ve bilgileri her gün manşetlere taşıyordu. Uluslararası çevrelerde de ‘başarı’ ödülü aldı. Gazetenin muhabiri Mehmet Baransu da bavullarla bunları yargıya taşıdı. Bu dönemin gözde tetikçi gazetesi oldu.

AYDINLIK’A TERTİP YAPTILAR ALTINDA KALDILAR

Ahmet Altan’ın yönettiği Taraf, Aydınlık gazetesi ve Vatan Partisi’ni de hedef alan uydurma haberler yaptı. 21 Mart 2008 gözaltıları sırasında İşçi Partisi genel merkezinde Yargıtay krokisinin çıktığını iddia etti. Bu asılsız iddia için açılan davada Taraf, Nusret Senem’e 8 bin TL tazminat ödemek zorunda kaldı. Ayrıca 2011’de gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Sabuncu’nun gözaltına alındığı günlerde de yaptığı haberle bizi hedef gösterdi. Sözde 19 Ağustos 2011 tarihli bir aramada, Aydınlık’ta sahte e-mailler bulunmuş! Bunlardan birisi de Taraf gazetesi yazarı Yasemin Çongar adına düzenlenmiş. Adı kullanılmış. Daha sonra bunların düzmece olduğu ve F tipi polislerin benzer yöntemlerle başkalarına da operasyon yaptığı ortaya çıktı. Sabuncu serbest bırakıldı. Ahmet Altan da 7 Aralık 2011 tarihli yazısında şunları yazdı: “Aydınlık Gazetesi’nin bürosunda bazı mailler yakalanmış… Yayımlamayı düşündükleri sahte mailleri hazırlamışlar.”

Konuyu ele alan Aydınlık, “Mehmet Altan ve Yasemin Çogar Aydınlık’a tertibin neresinde?” diye sormuştu.

İKİNCİ CUMHURİYETÇİLERİN AKİL ADAMI

Kardeş Prof. Dr. Mehmet Altan da yazı ve televizyon konuşmalarında, Ergenekon tertibi çerçevesinde vatanseverleri hedef aldı. 1965 yılının TİP Milletvekili, ateşli hatip ve yazar Çetin Altan’ın oğulları olan Altan kardeşlerin en önemli özellikleri, İkinci Cumhuriyet fikri çerçevesinde Ordu ve Cumhuriyet karşıtlığı yapmalarıydı. Bu nedenle gerici çevrelerde çok sevildiler. El üstünde tutuldular. AKP döneminde zirveye çıktılar… Ancak 2002’de verdikleri AKP desteği, ABD’nin Türkiye’yi hedef aldığı günlerde AKP karşıtlığına dönüştü. Oysa Altan, 24 Mart 2008 tarihli Yeni Şafak’a verdiği mülakatta, “AK Parti dik durursa İttihatçı zihniyet biter” demişti. Dönekliğiyle meşhur baba ve oğul Altanlar, AKP’ye de sırt çevirerek ABD ve Fethullah tertiplerinde rol aldılar.

GÖREV MİSYONLARI NEYDİ?

15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra kapatılan Taraf gazetesi, 9 yıl içinde özellikle 21 Mart 2008 günü dalgalar halinde başlayan Ergenekon ve Balyoz gibi FETÖ’cü tertiplerin basın ayağını oluşturdu. Bunun için çıkartıldı. 4 ay sonra başlayan operasyonlarda Türk Ordusu’nu, İsçi/Vatan Partisi’ni ve vatansever aydınları hedef aldı. Onlara ilişkin karalama haberler yaptı. Kişiliklerine yönelik FETÖ’cü polis ve savcıların hazırladıkları sözde rapor ve iddianamelerdeki iftiraları ‘haber’ yaptı.

2009’da Abdullah Gül’ün ‘Güzel şeyler olacak’ dediği PKK açılımına destek verdi. Bu çerçevede hazırlanan ve milli kuvvetleri hedef alan iftiraları yayımladı. PKK ile mücadele eden subayları hedef aldı. Onları katliam yapmakla suçladı. Bununla ordunu direncini kırarak ‘Açılım’ adı altındaki teslimiyeti kabul ettirmeye çalıştı. PKK’yı barışçı gösterdi. PKK ve HDP yöneticilerinin açıklamalarını manşetlerden ‘barış’ söylemleriyle sundu. Yazarları da bu politikalara köşelerinden destek verdi. ABD dayatmalarını kabul ettirmek için psikolojik haberler yaptı. Cumhuriyet devriminin şahsiyetlerine ve devrimin kazanımlarına saldırdı. Devrimcileri ‘diktatör’lükle suçladı. FETÖ’nün 17/25 Aralık 2013 ve MİT tertibinde hükümeti hedef aldı. Hükümetin bu tarihden sonra FETÖ’ye yönelik operasyonlarında FETÖ’cülerin sözcüsü oldu. Operasyonları yıpratmaya ve durdurmaya çalıştı. 28 Aralık 2011’de Uludere’de ABD’nin verdiği istihbaratla kaçakçı konvoyunun vurularak 35 vatandaşın hayatını kaybettiği olayda, saldırıyı TSK’nın yaptığını iddia etti. ABD parmağını gizledi.

Suriye tertibinde ABD politikalarını destekledi. Ali Tatar gibi intihar eden subayları bile suçlayan haberler yaptı. Türkiye’yi Ermeni ve Dersim meselesinde ‘katliamcılık/soykırımcılık’la suçladı. Aynı yalanı PKK’ya yönelik de geçmişteki faili meçhul cinayetlerde sürdürdü. Bu çerçevede E. Albay Hasan Attila Uğur’u hedef aldı. Tatar’ın intihar haberini bile, “Suikast zanlısı yarbayın intiharı” şeklinde verdi. FETÖ’nün işlediği Danıştay ve Hrant Dink gibi cinayetleri Ergenekon tertibinde içeriye atılan vatanseverlerin üzerine atmaya çalıştı. Ordu’ya yönelik tertiplerde üretilen sahte belgelerle Türk Ordusu’nun darbe yapacağı iftirasını attı. Oysa 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde görüldü ki darbeyi asıl FETÖ’cü çete yapacaktı.

AHMET ALTAN NELER YAZMIŞTI?

Yüz yıllık temizlik: 1923’te kuruldu 2008’de arınıyor: “Bu toplum neredeyse bir asır boyunca ‘devletin çıkarı’ için adam öldürmeyi ‘kutsal bir gelenek’ olarak benimseyenleri sessizce izlemek zorunda kaldı. Şimdi ilk kez ciddi bir davayla karşı karşıyayız. İlk kez hukuk İttihatçı zihniyetin mirasçılarını sanık sandalyesine oturtuyor.” (Taraf, 26 Temmuz 2008)

Orgeneral Başbuğ’un iyi çocukları: “Yeni genelkurmay başkanı Ergenekon sanığı orgenerale ziyarete bir korgeneral gönderdi. İftihar ettik. Ordu bu resmi ziyaretle kendisini Ergenekon sanıklarına bağladı.” (Taraf, 4 Eylül 2008)

Başbakan dürüstçe açıklasın: “Can Dündar dün Başbakan’a çok yakın bir kaynağa dayanarak Aktütün belgelerinin Taraf’a ABD ya da İsrail’den sızdırıldığını yazdı. Başbakan ya çıkıp açıkça ‘Evet bunu ben söyledim’ desin. Ya da yanındaki o yalancının kimliğini açıklasın.” (Taraf, 12 Kasım 2008)

Yalanlama ve kafes: Ne kadar çok yalanlama gördük. Dağlıca’dan bu yana. Aktütün, Lahika, Poyrazköy’deki ‘mühimmat’, ‘kâğıt parçası’ ilk aklıma gelenler. Bunu yapan Genelkurmay ne yazık ki birçok konuda halkına doğruyu söylemiyor. Açıklamalarından anladığım kadarıyla, her hukuksuz eylemin ortaya çıkarılmasını bir ‘komploya’ bağlıyor.” (19 Kasım 2009)

Askerliği kaldırın: “Fatih Camii bombalanacaktı” manşetinin atıldığı gün: “İş, ‘bizim ordu böyledir canım, kendini memleketin sahibi sanır’ dalgacılığın çok ötesine geçmiş durumda. Herhalde hepsi değil ama generallerin büyük çoğunluğu hastalanmış gibi gözüküyor. Neredeyse her yıl yeni bir darbe plânı hazırlıyorlar. Bizim bugün yayımladığımız darbe planı, bugüne dek görülenlerin en kapsamlısı, binlerce sayfadan oluşuyor, her aşaması en ince ayrıntısına kadar hazırlanmış.” (Taraf, 20 Ocak 2010)

Görevleri suç: “Bu darbe merakı ‘bozuk bir gen’ gibi kuşaktan kuşağa aktarılıyor anlaşılan. 2003’teki Balyoz Planı’ndaki isimlerden bir kısmının daha sonra ‘Kafes Planı’nın da içinde yer aldığını görüyoruz. Bir tür ‘takıntı’ bu, generallerde. Yıllar geçiyor, generaller değişmiyor ama ‘hastalık’ orada duruyor. Ve, askerler ‘hastalandıklarını’ bile fark edemiyorlar.” (Taraf, 21 Ocak 2010)

Kırılma: “Şimdi cumhuriyet değişiyor. ‘Diktatörlük’ dönemi bitiyor. Darbeciler gözaltına alınıyor, adaletin önüne çıkarılıyor. Bu, halk iradesinin güçlenmesi, bir dönemi sona erdirme arzusunun hayata geçirilmesidir. Türkiye’yi bu ülkede yaşayan insanların seçtiği siyasetçiler yönetecek, halkın talepleri siyasete yansıyacak, Kürtlere eşit haklar verilecek, kızların türbanına karışılmayacak.” (Taraf, 23 Şubat 2010)

Balyoz ve anayasa: “Herkes gerçek yüzüyle, fikriyle, kimliğiyle, tarafıyla ortaya çıkıyor. Balyoz’da ‘savaşın’ en kızgın olduğu bölge. Çünkü Balyoz’la ilgili belgeler çok bol, çok net, çok ayrıntılı ve çok kesin.” (Taraf, 6 Nisan 2010)

Dikkatli bakın: “Sadece Türkiye tarihinde değil, dünya tarihinde de pek rastlanılmamış olaylar yaşıyoruz. Bir ordunun generallerinin neredeyse onda biri ‘darbe’ suçlamasıyla tutuklanıyor. Bunca kalabalık bir general kadrosunun ‘darbe’ işlerine bulaşması dehşet verici ama bunun kadar dehşet verici başka gerçekler de var. Generallerin tutuklanmasına neden olan darbe planları ne zaman yapılmış? 7 yıl önce. Bu darbe girişimi nasıl ortaya çıkmış?” (Taraf, 25 Temmuz 2010)

Geriden muhalefet: “Genelde bütün Türkiye’nin, özelde ise demokratların ortak bir çıkmazı var. AKP, bugün Türkiye’nin en ‘demokrat’ partisi. Ama AKP yeterince demokrat değil. Deli gömleği gibi zihinlerin en dinamik, en açık kafalı, en özgürlükçü kesimi olması gereken gençler bile ’emekli generallerin’ laflarına benzer laflarla muhalefet ediyor.” (Taraf, 10 Aralık 2010)

Hay huy: “Bugün ‘fuhuş ve askeri casusluk’ davasının iddianamesini okuyacaksınız bizim gazetede. Bir ülkenin kendi ordusundan subayların, iktidarı ele geçirebilmek için neler yapmış olduğunu gördüğünüzde dehşete kapılacağınıza eminim.” (Taraf, 25 Şubat 2011)

Bu gidiş iyi gidiş değil: “Ergenekon sanıkları hapiste, onların görüşlerinin takipçilerinin düzenlediği mitingin başında ise Ergenekon’un ‘hedefi’ olan AKP’nin bakanı. Nasıl bir politika, nasıl bir strateji, nasıl bir hesabı bulunuyor? Ben AKP’nin ne yaptığını ne yapmak istediğini tam anlamıyorum, ‘beyaz şapkalı’ cenayet heveskârlarıyla böyle kol kola girmekten nasıl bir hayır bekliyor?” (Taraf, 28 Şubat 2012)

Operasyon Balyoz: “Tunceli’de 7 gerillayı öldürünce Kürt meselesi mi çözülecek, PKK silah mı bırakacak, niye bu ölmeler öldürmeler şimdi? Sonu yok ki bunların.” (Taraf, 29 Nisan 2011)
====================================
Dostlar,

Arşivler unutmuyor görüldüğü gibi…
Biz yine de herkesin adil ve saydam yargılanmasını diliyoruz.
Mahkemelerin mutlaka ADİL kararlar vermesini diliyoruz.
Yargılama süreci devam ederken de hukuka uygun davranılmasını diliyoruz.
Tutuklu yargılanma hukuka uygun olarak zorunlu değilse tutuksuz yargılama diliyoruz.
Kuşku yok bu davanın sanıkları Ahmet – Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak için de..
Yukarıdaki tüm “kabarık sicil” lerine karşın..

Sevgi ve saygı ile. 13 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Merdan Yanardağ : Veda Zamanı


Veda Zamanı

Veda Zamanı

Merdan Yanardağ

merdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr
03 Haziran 2014
Yeni ve daha büyük başlangıçlar yapabilmek için bazen veda etmeyi bilmek gerekiyor. Bugün veda günü… Kurucusu olduğum, genel yayın yönetmenliğini yürüttüğüm, yaklaşık iki yıl her gün başyazı yazdığım, pazar günleri
başyazının yanı sıra kapsamlı analiz ve yorum makaleleri kaleme aldığım
Yurt Gazetesi’ne bugün veda ediyorum.Yurt başarılı bir gazete oldu. Arkadaşlarımızla büyük bir özveri göstererek,
dinci ve faşizan iktidarın bir karabasan gibi ülkenin üzerine çöktüğü koşullarda, Türkiye’de muhalif gazeteciliğin önemli örneklerinden birini oluşturduk.

Medyanın kuşatıldığı, büyük bölümünün teslim alındığı, gazete ve televizyonların sermaye bileşiminin yasa ve ahlak dışı yöntemlerle değiştirildiği, ağır bir sansür ve
oto-sansürün uygulandığı bu karanlık dönemde, Yurt ile bir özgürlük penceresi açtık.

Gerçeğin karartıldığı, bilginin eğilip büküldüğü bir medya ortamında, halkın haber alma hakkını ve özgürlüğü savunduk. Hâlâ devam eden büyük sıkıntılar yaşadık,
ama evrensel gazetecilik ilkelerinin yaşama geçirildiği bir gazete çıkardık.

AKP iktidarının baskılarına da Cemaatin kurduğu tertiplere de direndik.
Ergenekon tertibi kapsamında hakkımda verilen tutuklama kararında,
Yurt gibi muhalif bir gazeteyi çıkarmış olmamın payı büyük.

Yurt, basın tarihinde, ilk sayısında çıkış bildirisi yayınlayarak gazetecilik ilkelerini
ve yayın politikasını ilan eden ender gazetelerden biri oldu.

Gazetenin yayın politikasını bir mühendis titizliğiyle hazırladık. Özgürlükçü, toplumcu, yurtsever, solda duran ve öncü bir halk gazetesi çıkardık. Hedef kitlemiz bütün Türkiye oldu. Geniş bir kesimi kapsamaya çalıştık. Türkiye’nin bağımsızlığından ve birliğinden yana olduk, Kürt düşmanlığı yapmadık, yapılmasına da izin vermedik.
Eşitlikçi ve halkçı bir çizgi izledik.

Gazetenin adından logosuna, sayfa düzeninden yayın politikasına kadar alanına ve
her santimetre karesine kişisel olarak yoğun bir emek verdim. Haftalık ve yıllık izinlerimi kullanmadan çalıştım.

Sonuç olarak; gazete ve televizyon haberlerine diktatörün doğrudan müdahale ettiği, yazarların ve gazetecilerin işlerine hükümet baskısıyla son verildiği bu dönemde, muhalif ve cesur bir gazete çıkardık.

Ancak bilirsiniz; muhalif gazete ve televizyonların ayakta kalması çok zordur.
Reklam ambargolarıyla, mali sorunlarla uğraşmak gerekir. Kâğıt, baskı, dağıtım
ve
taşra örgütlenmesi başlı başına bir sorundur. Yurt’ta bu zoru başardık.
Yurt, son yıllarda bir marka yaratan tek gazete oldu.

Ancak, bir gazetenin çıkış ilkelerini koruması, hedeflerini yakalaması ve onu ileriye taşıması, sadece onu yaratanların ve çalışanların gazetecilik yeteneklerine, entelektüel kapasite ve emeklerine bağlı değildir. Başka şartların da yerine getirilmesi gerekir.

Yurt yoluna devam edecek. Etmelidir. Gazetecilik etiğinin gereklerini yerine getirmeyi sürdürmelidir. Okurlarının desteğiyle, yukarıda genel hatlarıyla çizdiğim bu medya ortamında bir özgürlük penceresi olarak kalmalıdır. Ben bu amaçla elimden gelen desteği vermeyi sürdüreceğim. Kaldı ki, gazetedeki arkadaşlarımın gazeteyi en iyi şekilde çıkarmaya devam edeceklerinden de kuşkum yok.

Bütün okurlarımıza, bize destek veren dostlarıma, her kademedeki çalışma arkadaşıma her şey için çok teşekkür ediyorum.

Yazılarımla, haberlerimle, televizyon programlarımla yazılı, görsel ve elektronik medya üzerinden gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Kitap yazmayı sürdüreceğim.
Bu fırsattan yararlanarak, cezaevinde hazırlamaya başladığım “Liberal İhanet”
adlı kitabımı kısa sürede bitirmeyi umuyorum.

Veda etmek zordur…
Yurt Gazetesi’ni basın dünyasına armağan ediyor,
yeni projelerde buluşmak üzere hoşça kalın diyorum.

Sevgiyle, saygıyla.

===================================

Sevgili Merdan Yanardağ,

Keşke devam edebileydi YURT..

Keşke siz de orada yazmayı sürdürebilseydiniz..

Çok üzüldük..

Umarız o önemli birikiminizi ve usta muhakemenizi – çözümlemelerinizi okuma olanağı bulabileceğiz..

Tüm çabalarınız için çok teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile.
8 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

SABAHATTİN ÖNKİBAR: ERDOĞAN’A ULUSLARARASI SORUŞTURMA EŞİKTE


Erdoğan’a uluslararası soruşturma eşİkte


SABAHATTİN ÖNKİBAR

İran petrolu ve doğal gazına ödemeler altınla…
Ve Dubai üzerinden kurulan Ankara-Tahran kara para hattı

Bu iddialar artık uluslararası boyut kazandı.

Dahası, İran’da bu konu bağlamında soruşturma açıldı ve
eski Devlet Başkanı Ahmedinecad’ın yardımcısı Rıza Rahimi hedefte.

Rahimi, Babek Zencani ile olan ilişkileri çerçevesinde suçlanıyor.

Zencani malum bizim bakanlarımıza rüşvet dağıttığı ileri sürülen
Reza Zarrab’ın patronu.

Evet Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın hayırsever işadamı diye lanse edip protokol listesine aldığı Reza’nın patronu Babek Zencani,
esrarengiz ilişkileri ve özel görevleri ile boy hedefi.

Zencani eğer konuşursa -ki beklenen odur-
Türkiye Başbakanının uluslararası yargı ile başı derde girebilir.

Mesela El Beşir misali hakkında tutuklama kararı bile çıkartılabilir…

Olmaz demeyin, İran’da Ahmedinecad’ın tasfiyesi,
aslında bölgedeki başka liderlerin tasfiye edileceğinin işareti gibidir.

HEPİNİZ BERABERDİNİZ

Ali Fuat Yılmazer’e göre İlker Başbuğ’u Tayyip Erdoğan tutuklatmış.

Yalnızca o değil bütün Ergenekon şüphelileri O’nun emriyle
hapse girmiş.

Keza Oda TV davası O’nun istemiyle açılmış.

Bunlar doğru mu yalan mı bilmiyorum zira Ali Fuat Yılmazer,
kendisinden hesap sorulur endişesi ile panikte ve temize çıkmak istiyor.

Bildiğim ya da kamuoyundaki yaygın kanaat, Ergenekon tertibinde Cemaat ile AKP’nin el ele, omuz omuza olduğudur.

Ek olarak Genel Kurmay eski Başkanı Başbuğ,
Tayyip Erdoğan’a rağmen tutuklanamaz…

Kazayla böyle bir şey O’na karşın olsaydı Hakan Fidan olayında olduğu gibi Erdoğan harekete geçip yasal zeminleri inşa edip
ona engel olurdu…

Özetle ne Ergenekon, Balyoz, Şike ve Oda TV gibi davalarda
Cemaat-Tayyip koalisyonu tartışılamaz.

ADAMINA GÖRE ANKET

Türkiye’de kurumlaşmış anket firmaları maalesef yoktur. Birkaçı dışında pek çoğu anket cambazıdır ve seçim dönemi vurgunlarının peşindedir.

Yakından biliyorum, bu anketçilerden kimileri yaptığı anketlerden değil yapmadığı anketlerden para kazanırlar.

Aldıkları paralar karşılığı aday ya da partiler için manüplasyon yapıp yapay rüzgarlar estirirler.

Buradan hareketle siz siz olun, bugünden başlayarak kamuoyuna
mesaj niyetine açıklanan anketlere itibar etmeyin.

Doğru anketler ise özel yaptırılan ve açıklanmayan anketlerdir ki;
büyük bir ticari grubun yaptırdığı ankete göre İstanbul’da Kadir Topbaş, Sarıgül’ün 1 puan önünde, Ankara’da Mansur Yavaş, Gökçek’in 4 puan önünde, Adana’da MHP seçimi garantiledi, İzmir ve Antalya’da CHP banko…

KILIÇDAROĞLU KENDİNİ TUNCELİ BELEDİYE BAŞKAN ADAYI ZANNEDİYOR!

Ne zaman Tunceli’ye gitse Kemal Kılıçdaroğlu’na bir haller oluyor. Kimileri aslına rücu ediyor bile diyor.

Önceki gün Tunceli meydanında yine Dersim bayrağını göndere çekti. Yetmedi, PKK ile girilen kirli bölünme süreci için, “AKP gitse de
devam eder..” diyor.

Hatırlayın, Kılıçdaroğlu benzer sözleri 2010 referandumunda etti ve seçmenden tokat yedi.

Buna karşın yine aynı şeyi söylüyor…

Amacı Tunceli selamı ile Kürtlerden oy almak ise mümkün değil zira Kürtlerin ırkçısı BDP’de, dincisi AKP’de, ortası ise bugün için maalesef yok.

Ama buna mukabil Dersim ve süreç söylemi ile Karadeniz, Akdeniz, Ege ve Marmara’da oy kaybediyor haberi yok.

Kılıçdaroğlu kendini Tunceli Belediye Başkan adayı zannediyor oysa o şimdi Atatürk’ün partisi CHP’nin lideri.

FENERBAHÇE ARSLANLI YOL’DA

Önümüzdeki Pazar büyük gündür.

Futbolu fetih adına taarruza uğrayan Fenerbahçe,
Ata’nın huzuruna çıkıyor.

Hayır, bu isyan Fenerbahçe’ye hak aranmasının ötesinde
Atatürk Türkiyesi adınadır.

Dolayısı ile değil yalnızca Fenerbahçeliler değil,
bütün futbolseverler Pazar günü Anıtkabir’de olmalıdır.

Yalnızca onlar da değil.

Türkiye bölünmesin, diktatörlük tasfiye edilsin diyen bütün Ankaralılar orada olmalıdır.

Pazar günü Aziz Yıldırım’dan açık ve net olarak Fenerbahçeli seçmene vereceği mesajı bekliyoruz.

Nihat Behram’dan Merdan Yanardağ’a mektup


Dostlar,

YURT Gazetesini yoktan vareden devrimci yazar – gazeteci Merdan Yanardağ‘a, Ergenekon tertibinde 10,5 yıl hapis cezası verildi.

 

(http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/merdan-yanardag-ve-tegmen-celebi-nicin-tutuklandi-h14138.html, 26.8.13)


Merdan’ın KESKİN KALEM köşesi boş artık.
Oysa ne denli nitelikli yazılar yer alırdı orada..
Ufuk açan, yol gösteren, engin bir birikim ve sıkı bir muhalemenin imbiklediği yorumlar..

Nihat BEHRAM’ın Merdan Yanardağ’a mektubu tam bir edebiyat harikası.
Duygu yoğunluğu ise tartılamayacak ölçüde..

Okumalısınız..

12 Eylül darbesinin 33. yılında ülke bu kez AKP’nin sivil – postmodern gerici – islamcı faşist darbesi ile yüz yüze..

Karşıtlara kesilen faturalar çok ağır.
Hele Merdan gibi sıkı karşıt – savaşımcı iseniz dumanınız atılmalı..

“Bunlar da geçeer…” büyük sözdür..

Merdan’a dayanç diliyoruz, eşsiz beyninin ürünü yazı – yorumlarını çok arıyoruz.

Bu sitede kendisi ile ilgili çıkan yazılardan birkaçı için lütfen tıklayınız..

http://ahmetsaltik.net/2013/08/15/16714/

http://ahmetsaltik.net/2013/08/10/ilhan-cihaner-bir-beraat-bir-mahkumiyet/

http://ahmetsaltik.net/2013/08/08/cuneyt-ulsever-merdan-yanardag-uzerinden-ergenekon-davasi/

http://ahmetsaltik.net/2013/08/06/polis-devleti-artik-bir-ollgudur/

http://ahmetsaltik.net/2013/01/08/bin-yillik-kavga/

……………..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 12.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Merdan Yanardağ’a mektup

Sevgili Merdan Yanardağ,

O cübbeyi giyip, o kürsüde oturunca adaleti temsil ettiğini sanan,
aslında ise iktidar güçlerinin infaz bürosu olarak çalışan kurul, senin ömründen de 10 (on!) yıl biçmeye karar verdi!

Sana verilen “ceza”;
– insanlığa,
– yurtseverliğe,
– halka bağlılığa, bilime,
– aydınlığa,
– özgür düşünceye,
– kalem tutan ele,
– dinci faşizme duyduğumuz öfkeye,
– bilgiye,
– bilince “kesilmiş” cezadır.

Geri tepecek, bu kesin!

  • Yüreğimiz yüreğinin yanında, omzumuzu omuz başında bil!

Sen boyun eğmeyen dik duruşunla bütün zorlukları yenecek güçtesin!
Yanardağ, en çok sana yakışan isim.

Genel Yayın Yönetmenim ve çok değer verdiğim devrimci bir yazar olmanın ötesinde kardeş duygusuyla dostum, yakın arkadaşımsın.

Seninle buluşamadığımız, konuşamadığımız; düşlerimizi, düşüncelerimizi paylaşamadığımız için, köşemde mektup yazmak zorunda kalışım,
nasıl bir belayla karşı karşıya, ne tür bir demokrasi düşmanlığıyla yüz yüze olduğumuzun, ne menem bir insanlık düşmanlığıyla boğuştuğumuzun da göstergesi.

Zindan kararı sadece senin hakkında verilmedi. O karar benim özgürlüğüme de saldırı, kelepçe, zulüm. O karar sadece sana ve bana değil, gazetemize, okurlarımıza, halka, düşünce dünyamıza, demokrasi ve insan hakları mücadelemize de saldırıdır. Asıl ona, yani halka kelepçe vurmak istediler.

Bu saldırı karşısında susmak, en basit tanımıyla, insan olmakla bağdaşmaz.
Bana, F Tipi hücrelerden gelen mektuplardan birinde ‘özgür tutsak’ imzalı bir genç, Hz. Ali’nin bir sözünü yazmış. Diyor ki

“Bir köyde biri açlıktan ölüyorsa o köyün hepsi katildir!”

Aynen öyle. Hakkında verilen karar karşısında susan herkes o kararın ortağıdır!

Mantık ve vicdan dayanağı olmayan 10 yıl gibi ağır bir ceza verip,
hakkında yakalama kararı çıkarmalarının tabi ki onlar açısından nedeni var. Neredeyse tamamını yavşaklaştırdıkları medyada sen çok önemli direniş odaklarından birisin. “Keskin Kalem”inle, yapıtlarınla, köşe yazılarınla,
yoktan var edişinle, dimdik duruşunla, boyun eğmeyişinle, dişe diş dövüşünle, aydın onurunla, birikiminle…

Bilmem ki şimdi neredesin? Hakkındaki cezayı ve yakalama kararını, yüce bir onur sahibi olarak “meşru bulmadın”, tanımadın. Çok açık ki, zindanda olsaydın da
seni teslim almaya güçleri yetmeyecekti. Zaten zindanlar da, teslim olmamış, boyun eğmeyen özgür tutsaklarla tıklım tıklım! Senin nabzında teslimiyetin zerresine yer yok. Seni tanıyanlar bunu biliyordu, sen bir kez de ele güne karşı kanıtladın.

Hakkındaki karardan bir süre sonra gazetemize gittim. Önceki gelişlerimde
hemen çıkıp kucaklaşmak için koştuğun odan bomboştu. Önünde ancak birkaç solukluk durabildim. Odandaki boşluğun bir yanı nehir, çağlayan, hançer, biley taşı, kanattı. Bir yanı ağır mı ağırdı; uğultusu acı ve öfke verici. Bu gazeteyi nice zorluklar, nice belalarla boğuşarak yoktan var edişinin yakın tanığıyım.

17 yıllık sürgünlüğümden sonra 13 yıl da ülkemde işsiz gezdim. “Gazete çıkarmaya çalışıyorum, köşe yaz, omuz omuza olalım..” sözün 30 yıl işsizlikten sonra ülkemde bana ilk iş teklifiydi. Yakışan oydu: iş olarak değil omuzdaş olarak yanında durdum.

Yurt’u çıkarmanın çabası aylar ve aylarca sürdü. Onu sen nice acıların, zorlukların içinde doğurdun. O seninle büyümeli Merdan, bu gazete sensiz yetimdir.
En azından bir yolunu bulup yazmalısın. Köşenin boş kalmasını kabullenemiyorum. Her şeyden öte yazılarındaki ses pusulamızdı. Bizi, mücadelemizi, okurumuzu, hayata ve topluma ilişkin güncel yorumlarından, ufkundan mahrum bırakmaya hakkın yok. Bu bize verilen cezayı misline katlamaktır. Kişi olarak buluşamıyor da olsak, ufkunla buluşmamızın bir yolunu bul!

Sen direndikçe kazanacaksın, onlar çırpındıkça saldıracak, saldırdıkça daha çok çırpınacak ve batacaklar.

Korku duvarını yıkan, baş eğmeyen, teslim olmayan halkın gücü önünde hiçbir şeyin duramayacağını tarih bir kez daha ve Anadolu’muzda kanıtlayacak.

Bu kesin.

Sevgiler kardeşim.
(YURT, 25.8.13)

* * * 

Dörtlük

Gövdende çağlar uğulduyor
Yenilmez dağlar uğulduyor
Milyarların katliam silahlarına harcandığı dünyada
Senin varlığında insancıl şarkılar uğulduyor

Hanefi Avcı TÜBİTAK raporuyla kanıtarı çürüttü; peki şimdi ne olacak?


Dostlar
,

Ergenekon tertibinde çok çarpıcı bir savunma daha..

Eski ve kıdemli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı çok net bir savunma yaptı
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinde..

Zehir zemberek bir dizi soru ve TÜBİTAK raporuna dayalı teknik – bilimsel yanıtlar..

Savcılık makamı ne diyecek acaba?

O makamda olmak istemezdik.
Olsaydık, savlarımızı (iddialarımızı) geri çeker, sanıkların aklanmasını isterdik.

Yargı heyeti yerinde olsaydık, “davanın kanıtsız ve de konusuz kaldığını” karara bağlayarak iddianameyi reddeder, sanıkları aklar, dosyayı kapatırdık..

Belki, düzmece kanıtlar sunanlar ve de bunları iddianamesine alanlar hakkında
suç duyurusunda bile bulunurduk

Bu son 2 tümcemiz, Anayasanın yasakladığı mahkemelere telkinde – tavsiyede bulunmak vb. yaklaşım ve amacın tümüyle dışında olup (md. 138), yine Anayasanın görüş ve düşünce açıklama özgürlüğü (md. 25, 26 vd.) bağlamında değerlendirilmelidir. Nitekim hukuk yazınında (literatürde, doktrinde) mahkeme kararları da bilimsel düzlemde rahatlıkla eleştirilebilmektedir. Tersi düşünülemezdi zaten..

  • Ergenekon tertibi yüzlerce kezlerce çürütüldü..
    Tartışılabilir bilimsel kanıtı neredeyse kalmadı..

Ama yargılama yapan heyetler son derece ağır cezaları yaygın biçimde vermekten
geri durmadılar.. Yüz yılı aşan hapis cezaları, müebbetler, birkaç kez müebbetler, ağırlaştırılmış müebbetler yağmur gibi yağdırıldı..

En kritik not şudur :

  • Kamuoyunun adalet duygusu doyuruldu mu, katledildi mi?
  • Adalet mülkün = ülkenin temeli ise o temel ciddi derecede tahrip olmadı mı?

Ayrıca, yılların kıdemli emniyet müdürü bir kitap yazacak (HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR), fincanının katırları ürkecek ve bu kişi birden bire terör örgütü bağlantısıyla suçlanarak alelacele hapse tıkılacak?

İlahlar gazaba geldi mutlaka..

Bu acul senaryoya kimlerin inanması bekleniyor?
Dahası, bu zırva senaryonun hazırlayıcıları için hiçbir fatura olmayacak mı??

Bir dahası; tüm saçmalığı bilindiği halde kurgulayanların kazanmayı tasarladığı zaman hala bitmedi mi sanılıyor??

  • Hanefi Avcı TÜBİTAK raporuyla kanıtarı çürüttü; peki şimdi ne olacak?

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 11.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Hanefi Avcı TÜBİTAK raporuyla delilleri çürüttü!

Odatv davasında yargılanan Hanefi Avcı, kendisi hakkında yapılan suçlamaları TÜBİTAK raporuyla çürüttü. Avcı,
Emniyet mailleri incelerken neden virüslü saldırıyı görmezden geliyor?” diye sordu.

Ergenekon soruşturması kapsamında Odatv’de yapılan aramalar sonrasında gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener ve Soner Yalçın’ın da aralarında bulunduğu
13 sanık hakkında açılan davanın görülmesine devam edildi.

İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesince Çağlayan’daki İstanbulAdalet Sarayı’ndaki
büyük salonda yapılan duruşmaya, tutuklu sanıklar eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı
ve Yalçın Küçük ile gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener ve Doğan Yurdakul‘un da aralarında bulunduğu 11 tutuksuz sanık katıldı.

Hanefi Avcı durumada kendisi hakkında yapılan suçlamaları TÜBİTAK raporlarıyla çürüttü. Avcı şunları söyledi:

-Emniyetin laboratuvarları var, uzmanları var, neden bu bilgisayarlar bu uzmanlara değil, düz komiserlere gönderiliyor. Peki Odatv bilgisayarları izlenirken bu virüsler
bu bilgisayarlara girerken Emniyet neden izlemiş? Neden takip yapmamış?
Bu tezgah baştan belli…

– Görülüyor ki, Emniyet içinden her şey başından planlanmış.

Öyle ki raporun altında üç imza var. Hepsinin ayrı ayrı tarih yazıp imzalaması lazım.
Ama tek tarih yazılmış” ifadelerini kullandı.

Emniyet mailleri incelerken neden virüslü saldırıyı görmezden geliyor?

  • Bu dosyalar uzaktan virüs yoluyla gönderilen dosyalardır.
  • Dosyalara bakıyorsunuz, aynı dosyalar, aynı tarihte, aynı dakikada, aynı saniyede hem evdeki hem ofisteki bilgisayara kaydolmuş.
  • Bu nasıl oluyor?
  • Aynı anda aynı dosyalar nasıl aynı kişinin iki bilgisayarına birden kaydoluyor?
  • Bunun bir yanıtı var :
  • Bu dosyalar sonradan virüsle gönderilmiş ve kendisini sanki bu tarihte kaydolmuş gibi göstermiş.

-Bakın kitabımın yayınlandığı gün Odatv‘deki telefon konuşmalarına. Soner Yalçın kitabı gazetede görüp Barış Pehlivan‘ı arıyor ve haber veriyor. Odatv’de kitabıma ilişkin ilk yayınlanan haber o gün 12:38’de. O da Hürriyet’ten alıntı yapılmış.
Kitaptan haberleri yok.

-Benim kitabımdan Odatv’nin hiç haberi yok; bu ek klasörlerde görülüyor.
Benim kitabımı yayınevine gönderdiğim tarihe bakın bu notlardan önce.

Nedim Şener‘in tapelerini inceledim, hepsi gece 12’de başlayıp sabah 7’ye kadar yapılmış. Eminim ki, bu Emniyet’te yapılmadı. Başka yerde yapıldı.

İkincisi; benim hakkımda tahkikat yok. Odatv’yle bir ilgim tespit edilmemiş.
Benim konuşmalarım nasıl oraya konmuş?
Bunu hazırlayanlar bunu nereden biliyor?

Üçüncüsü:

  • TÜBİTAK diyor ki bu dosyalar bu sanıkların bilgisayarında yazılmamış.

Peki hangi bilgisayarda yazılmış?
O bilgisayar neden bulunmuyor?

Bu dökümanlara bakın. Herkesin ismi yazıyor. Böyle örgüt dökümanı olur mu?
Hiçbir örgüt böyle bir döküman yazmaz.
(Kaynak: odatv, 11 Eylül 2013)

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ

KOCATEPE'de_ATA

Dostlar,

26 Ağustos 2005 günü Büyük Taarruz’un 83. yılını Afyon Kocatepe’de kutlayalım önerisini ADD yönetimine Genel Başkan Yardımcısı olarak sunmuştuk. Kabul gördü..

Pek çok kişi ve kuruma çağrı yapıldı..

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ hazırlandı (metin için bize görev verilmişti).

Bu metin, Büyük Taarruz‘un başlatıldığı yerde, 1974 rakımlı Afyon Kocatepe’de, sabah şafak sökerken başlatılan topçu ateşine gönderme ile, çakmakların ışıltısında okundu.

[ Malatya’dan özel aracı ile gelen dönemin İnönü Üniversitesi rektörü, değerli arkadaşımız Sayın Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun aracının içinde uykudan kapanan gözleri beleğimizde iz bırakmış.. ]

Bildirgeyi 2004-6 dönemi ADD Genel Başkanı Sayın Ertuğrul L. Kazancı çakmakların loş ışığında güçlükle ama heyecandan sesi titreyerek okudu. Biz de Ağostos diye güvenerek Ankara’dan kısa kollu gömlek ile gelmiştik.. Soğuktan dişlerimiz birbirine vuruyordu. Birden Mustafa Kemal Paşa’nın Kocatepe’deki ünlü fotoğrafı gözümüzün önüne geldi.. Kalın kumaştan Mareşal üniforması vardı üzerinde.. Nedenini anlamıştık.

Metin basına dağıtıldı, yayımlandı.. (Cumhuriyet’in haberi aşağıdaki erişkede – linkte..)

Kocatepe_bulusmasi_Cumhuriyet_28.08.2005

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ..

Ülkemiz, Kocatepe’den bit ULUSAL İTTİFAKA çağrılıyordu söz konusu bildirge ile.

Bu tarihsel bildirge metnini, power point yansıları olarak pdf formatında (41 yansı) aşağıda sunuyoruz. Lütfen tıklayınız..

ADD_KOCATEPE_BILDIRGESI-2005

*****

Günümüzde de “ulusal birlik çağrıları” sürüyor. Uluaslcı direnişin doruğa ulaştığı bir kesitte de, yaklaşık 2 yıl sonra “Ergenekon tertibi” ile karşılaştık..

Gündüz Afyon’da, Kocatepe Üniversitesi’nde etkinlikler düzenlemiştik..

KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı şimdi rahmetli Sayın Rauf Denktaş da onur verdiler..

Afyon Kocatepe Üniversitesinde, birini bizim yönettiğimiz (Büyük Zafer’in 83. Yılında Türkiye’de Siyasi Konular) 2 panel yapıldı.

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ üzerinde ayrıntılı duruldu, çağrı pekiştirildi.

* 2006 Haziran’ında ADD Genel Başkanlığı’na aday olduk..

Sayın Kazancı da yine adaydı (bize centilmenlik sözü olmasına karşın..)

Yeni emekli ve 15 günlük üye Şener Eruygur Paşa ekibi salt olmayan çoğunluğu aldı. Biz de destek verdik ve yönetime geldiler (Sn. Kazancı ekibi destek vermediler). Ertesi yıl da malum planlar devreye kondu.. Başbakan RTE‘nin 5 Kasım 2007’de ABD Başkanı GW Bush ile görüşmesinin ardından.. Fehmi Koru apaçık yazdı Yeni Şafak’taki köşesinde.

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ, günümüz MİLLİ MERKEZ oluşumuna da büyük ölçüde temel oluşturdu..

Şimdi tema : ATATÜRK’te BİRLEŞTİK..

* Bir kez daha başaracağız..

* Emperyalizme teslim olmayacağız!

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 27.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İlhan CİHANER : Bir Beraat Bir Mahkumiyet


Dostlar
,

Sayın İlhan Cihaner, anımsanacağı üzere, Erzincan Cumuriyet Başsavcısı idi. Başına gelmedik kalmadı. Erzurum’dan kalkıp gelen bir “özel yetkili savcı”,
kendisini makamında adeta derdest ederek gözaltına aldırdı…
Cihaner halen CHP Denizli Milletvekili..

Ergenekon tertibi davasında ayyuka çıkan usulsüzlüklere, hukuk katliamına
ya da “katliama araç edilen hukuka” Merdan Yanardağ’a dönük seçici yakalama işlemi üzerinden yaklaşmakta..

  • Suikast yapanlar, el bombası atanlar serbest ama 
    Merdan Yanardağ hakkında yakalama kararı verildi.
  • Kendisi hakkında gizli tanıklık yaparak aklanmak (beraat etmek)!

Öyle bir açmaz ki; her türlü seçici, ayrımcı, zulme dönük, kişi hedefli….. girişimler
bu davada yargı eliyle serbest; adı ya da kalkanı “yargı kararı” (?!) ama bu eylemleri eleştirmek ise bağımsız yargıyı engellemekten tutun hakarete dek varan suçlamalarla yaptırım görme tehdidi altında..

  • Hukukun adaletin değil katliamın aracı olarak kullanıldığı
    apaçık ortada iken bile! Yani tüm çıplaklığıyla faşist rejim..

Böylesine eşitsiz, adalet duygusunu aşağılayıcı ve vicdanları kanatıcı bir tablo..

Hedefe – belli kişilere dönük “kurban alma – kurban etme” operasyonu..

Bir kez kurban seçildikten sonra her tür yöntem mübah, serbet ve de
“bağımsız yargı kararı” dokunulmazlık zırhı ile korumaya alınmış,
zinhar söz söylenemez, ağız açılamaz, boyun eğilir….

Gelin görün ki, zulüm üzerine kurulu düzenler çok uzun ömürlü olmuyor..
Tarih bize bu gerçeği öğretiyor.
Merdan Yanardağ örneği de bu türden..
İnsanın içini kanatıcı ve isyan ettirici.
Bu denli aykırı – kabul edilemez özellikleri ise diyalektik olarak söz konusu kararın sürdürülebilirliğini – uygulanabilirliğini o oranda olanaksız kılıyor.

Adaletten uzaklaşıldıkça, benzer süreçler adeta uygulanamaz – sürdürülemez potansiyeli yükleniyorlar..

  • Polarizayon – depolarizasyon döngüsü ile
    sistem kendi çözümünü üretiyor
    ..

Merdan Yanardağ ve benzeri durumdaki
tüm Ergenekon – Balyoz ….kurbanlarına
dayanışma duygularımızla selam veriyoruz.

portresi

 

Merdan Yanardağ, zindanda da yazacak, Aydınlanma savaşımını sürdürecektir.
Çeliğe bir kez daha su verilmiştir

 

Sevgi ve saygı ile.
Elazığ, 10.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Bir Beraat, Bir Mahkumiyet!

İlhan CİHANER
CHP Denizli Milletvekili

Aslında tüm AKP davalarını olduğu gibi, Ergenekon davasını da hukuksal açıdan tartışmak ve incelemek, çoğu zaman boşuna bir çaba oluyor.

Boşuna bir çaba çünkü toplumdaki kutuplaşmalarda alınan siyasal pozisyona
paralel olarak, birçok insan için bu dava, iddianame açıklandığı anda bitmişti.
Başlangıçtaki “yanlış” tutumlarıyla cesurca yüzleşen bir avuç “yetmez ama evetçi” hukukçu dışında, hiç kimse pozisyonunu değiştirmedi, değiştiremez de.

  • Oysa iddianame açıklandığı andaki çelişkiler, tutarsızlıklar, yargılama sürecinde giderilmediği gibi daha da derinleşti.

Ceza yargılamasının amacı iddia ile savunma arasındaki çelişkilerin hukuka uygun yöntemlerle aşama aşama giderilip maddi gerçeğe ulaşmaktır. AKP davalarında yargılama diye sunulmak istenen süreçler, bu çelişkilere yenilerini katmaktan başka bir işe yaramadı.

Soruşturma başladı, kuşkular çelişkiler dillendirilince, durun hele iddianameyi bekleyin dediler…İddianame açıklandı durun yargılama aşamasında suçlu suçsuz ayırt edilir dediler…Karar açıklandı, şimdi de Yargıtay’ı bekleyin diyorlar.
“Yargı bağımsızdır, saygı duyun” diyorlar.

Başlangıçta boşuna bir çaba dememin bir abka gerekçesi Osman Yıldırım hakkında verilen beraat kararları:

“(…) Sanık hakkında TCK 309/1 ve 312/1 maddeleri gereğince cezalandırılması istenmiş ise de sanığın 05.05.2006 ve 10.05.2006 tarihinde Cumhuriyet gazetesine yönelik eylemlerinin atılı suçlara elverişli nitelikte olmadığı, bu eylemler yönünden suçların yasal ögelerinin oluşmadığı anlaşıldığından… BERAATİNE.”

Yalnızca kararın bu bölümü yeter olanı biteni anlamaya; yani el bombası ile Cumhuriyet gibi, sembolik değeri yüksek bir gazeteye saldırmak -birilerinin
çok sevdiği terimle- kaos çıkarmak için, darbe ortamı hazırlamak için, cebir ve şiddet için “elverişli nitelikte” değil, ama açılmış web siteleri, haber başlıkları,
haber yapmak, kitap yazmak cebir şiddet için, darbe için “elverişli nitelikte”.

En ziyade korumaya mahzar sanık konumundaki bu kişinin, hakkındaki
ilk yargılamada müebbet hapis cezası alıp, Silivri yargılaması aşamasında
kendi hakkında “gizli” tanıklık yaptığını ve bu tanıklık nedeniyle beraat ettiğini de ekleyelim.

Bir örnek de mahkum olup hakkında yakalama kararı verilenlerden:

Merdan Yanardağ.

Kendi anlatımıyla “Ben bütün yaşamı boyunca faşizme, gericiliğe, emperyalizme, darbelere ve darbecilere karşı mücadele eden, gerçeğin ve doğrunun peşinden koşan, sosyalist bir gazeteciyim.”

Genel yayın yönetmenliğini yaptığı Yurt gazetesini çıkarmaya hazırlanırken,

“Cemaat medyasının kendisine komplo hazırladığı” duyumları üzerine
yaptığı açıklamasında böyle tanımlamış kendisini.

İddianamede kendisine yüklenen suç:
“Ergenekon Silahlı Terör Örgütü Üyeliği!”

Delillere gelince; Kerinçsiz’e atılan bir mesaj:“Kemal abi Allah razi olsun bu irki kirik Tayyibin idamini vurguladin yüregine saglik merdan”!

Ama şöyle gereksiz (!) bir ayrıntı var: Telefon başkası adına kayıtlı!

Üstelik bu durum mahkemede sanıklarca kanıtlanmış. Mahkeme, mesaj atan “gerçek Merdan”ı dinleme zahmetine katlanmamış. Savcılık mı? Yanardağ’ın savunmasına rağmen tabii ki araştırmamış! (Bir diğer gereksiz ayrıntı Kerinçsiz, dava açılmadan önce bir kitabı nedeniyle, Yanardağ hakkında hakaret davası açmıştır.)

Savcı, hakim ve avukatlar ara soru:

Basit bir hakaret iddiasında bile telefonu kullanan gerçek kişi araştırılırken
böyle bir önemli konuda niçin bu araştırma yapılmamış?

Başka bir kanıt Kuvvayı Milliye Derneği’nde ele geçen bir CD’deki toplantı görüntüleri. Birisini Merdan’a benzetmişler. İfadeyi alan savcı “haklısın bu sen değilsin” demiş. Sorguya bile sevk etmemiş. Ama o da ne? Aynı savcı iddianameye bu görüntülerin Merdan Yanardağ’a ait olduğunu yazmış. Peki, tanık, bilirkişi incelemesi? Tabii ki yok! Yahu mahkemede izlenmesi talebi bile kabul edilmemiş! Sonra? Mütalaa da aynı boş iddiaya dayanmış!
Diğer deliller ise mesleği gereği ya da okul yıllarından tanıdığı bazı sanıklarla yaptığı telefon görüşmeleri. Hiçbirisinde hiçbir hukukçunun suç unsuru bulamayacağı konuşmalar bunlar. Merak eden açıp okusun!
Veee sonuç: Silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 10 yıl 6 ay hapis! On yıl altı ay!
Üstelik alt sınırdan ayrılarak, yani “teşdiden”…
Suikast yapanlar, el bombası atanlar serbest ama Merdan Yanardağ hakkında yakalama kararı verildi.
Bir müddet yakınlarımda bağımsız yargı, Yargıtay aşaması, derin devletle hesaplaşıldı, darbecilerden hesap soruldu demeyin; küfür ederim!http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ilhan-cihaner/bir-beraat-bir-mahkumiyet-77641,

07 AĞUSTOS 2013 22:45

Bir Beraat, Bir Mahkumiyet

 

Aslında tüm AKP davalarını olduğu gibi, Ergenekon davasını da hukuki açıdan tartışmak ve incelemek, çoğu zaman beyhude bir çaba oluyor.
Beyhude bir çaba çünkü toplumdaki kutuplaşmalarda alınan siyasi pozisyona paralel olarak, birçok insan için bu dava, iddianame açıklandığı anda bitmişti.
Başlangıçtaki “yanlış” tutumlarıyla cesurca yüzleşen bir avuç “yetmez ama evetçi” hukukçu hariç, hiç kimse pozisyonunu değiştirmedi, değiştiremez de. Oysa iddianame açıklandığı andaki çelişkiler, tutarsızlıklar, yargılama sürecinde giderilmediği gibi daha da derinleşti. Ceza yargılamasının amacı iddia ile savunma arasındaki çelişkilerin hukuka uygun yöntemlerle aşama aşama giderilip maddi gerçeğe ulaşmaktır. AKP davalarında yargılama diye sunulmak istenen süreçler bu çelişkilere yenilerini katmaktan başka bir işe yaramadı.

Soruşturma başladı, kuşkular çelişkiler dillendirilince, durun hele iddianameyi bekleyin dediler…
İddianame açıklandı durun yargılama aşamasında suçlu suçsuz ayırt edilir dediler…
Karar açıklandı, şimdi de Yargıtay’ı bekleyin diyorlar. “Yargı bağımsızdır, saygı duyun” diyorlar.
Başlangıçta beyhude bir çaba dememin bir diğer gerekçesi Osman Yıldırım hakkında verilen beraat kararları: “(…) Sanık hakkında TCK 309/1 ve 312/1 maddeleri gereğince cezalandırılması talep edilmiş ise de sanığın 05.05.2006 ve 10.05.2006 tarihinde Cumhuriyet gazetesine yönelik eylemlerinin atılı suçlara elverişli nitelikte olmadığı, bu eylemler yönünden suçların yasal unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığından… BERAATİNE.”
Yalnızca kararın bu kısmı yeter olanı biteni anlamaya; yani el bombası ile Cumhuriyet gibi, sembolik değeri yüksek bir gazeteye saldırmak -birilerinin çok sevdiği terimle- kaos çıkarmak için, darbe ortamı hazırlamak için, cebir ve şiddet için “elverişli nitelikte” değil, ama açılmış web siteleri, haber başlıkları, haber yapmak, kitap yazmak cebir şiddet için, darbe için “elverişli nitelikte”.
En ziyade korumaya mahzar sanık konumundaki bu kişinin, hakkındaki ilk yargılamada müebbet hapis cezası alıp, Silivri yargılaması aşamasında kendi hakkında “gizli” tanıklık yaptığını ve bu tanıklık nedeniyle beraat ettiğini de ekleyelim.
Bir örnek de mahkum olup hakkında yakalama kararı verilenlerden:
Merdan Yanardağ.
Kendi anlatımıyla “Ben bütün hayatı boyunca faşizme, gericiliğe, emperyalizme, darbelere ve darbecilere karşı mücadele eden, gerçeğin ve doğrunun peşinden koşan, sosyalist bir gazeteciyim.”
Genel yayın yönetmenliğini yaptığı Yurt gazetesini çıkarmaya hazırlanırken, “Cemaat medyasının kendisine komplo hazırladığı” duyumları üzerine yaptığı açıklamasında böyle tanımlamış kendisini.
İddianamede kendisine yüklenen suç: “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü Üyeliği!”
Delillere gelince; Kerinçsiz’e atılan bir mesaj:“kemal abi allah razi olsun bu irki kirik tayyibin idamini vurguladin yüregine saglik merdan”!
Ama şöyle gereksiz (!) bir ayrıntı var:
Telefon başkası adına kayıtlı!
Üstelik bu durum mahkemede sanıklarca ispatlanmış. Mahkeme, mesaj atan “gerçek Merdan”ı dinleme zahmetine katlanmamış. Savcılık mı? Yanardağ’ın savunmasına rağmen tabii ki araştırmamış! (Bir diğer gereksiz ayrıntı Kerinçsiz, dava açılmadan önce bir kitabı nedeniyle, Yanardağ hakkında hakaret davası açmıştır.)
Savcı, hakim ve avukatlar ara soru: Basit bir hakaret iddiasında bile telefonu kullanan gerçek kişi araştırılırken böyle bir önemli konuda niçin bu araştırma yapılmamış?
Diğer bir delil Kuvvayı Milliye Derneği’nde ele geçen bir CD’deki toplantı görüntüleri. Birisini Merdan’a benzetmişler. İfadeyi alan savcı “haklısın bu sen değilsin” demiş. Sorguya bile sevk etmemiş. Ama o da ne? Aynı savcı iddianameye bu görüntülerin Merdan Yanardağ’a ait olduğunu yazmış. Peki, tanık, bilirkişi incelemesi? Tabii ki yok! Yahu mahkemede izlenmesi talebi bile kabul edilmemiş! Sonra? Mütalaa da aynı boş iddiaya dayanmış!
Öbür kanıtlar ise mesleği gereği ya da okul yıllarından tanıdığı kimi sanıklarla yaptığı telefon görüşmeleri. Hiçbirisinde hiçbir hukukçunun suç ögesi bulamayacağı konuşmalar bunlar. Merak eden açıp okusun!Veee sonuç: Silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 10 yıl 6 ay hapis!
On yıl altı ay!Üstelik alt sınırdan ayrılarak, yani “teşdiden”…

  • Suikast yapanlar, el bombası atanlar serbest ama
    Merdan Yanardağ hakkında yakalama kararı verildi.

Bir müddet yakınlarımda bağımsız yargı, Yargıtay aşaması, derin devletle hesaplaşıldı, darbecilerden hesap soruldu demeyin; küfür ederim!

(http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ilhan-cihaner/bir-beraat-bir-mahkumiyet-77641, 7.8.13)

Türker Ertürk : ERGENEKON

Dostlar,

Sayın Türker Ertürk, amiralliğe dek yükselmiş bir kurmay deniz subayı olarak, strateji eğitimi almış olmasının da avantajı ile zekası ve birikimini harmanlayarak ülkemizin önünü açabilecek yazılar yazmakta.

Bu uğurda, belki de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile sonlanacak
mesleksel kariyerini feda etmiş durumda.. İstifa ederek bu yolla savaşımı seçerek.

Kendisini dikkatle izlemekte yarar var. Aşağıdaki yazı da bu nitelikte.
Örn. şu “Ergenekon tertibi” tanımına bakar mısınız ??

  • Ergenekon, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurucu ilkelerinden, ideolojisinden, kırmızı çizgilerinden uzaklaştırmak ve rejim değişikliği yapmak için planlanan darbe sürecine yönelik muhalif siyaseti baskı altına almak ve sindirmek gerekçesiyle emperyalizm tarafından planlanmış ve işbirlikçisi AKP ve Cemaat vasıtası ile kotarılmıştır. Balyoz ve Casusluk gibi davalar ise bu sürece
    itirazı olacak Türk Silahlı Kuvvetleri için sahneye konulmuştur.

Ergenekon_tanimi
İyi bayramlar..

Sevgi ve saygı ile.
Tokat, 9.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

ERGENEKON

Türker ERTÜRK

portresi_sade

Silivri’ye halkın toplanmasını istememişlerdi.
Çünkü kararların büyük bir infiale ve önü alınamayacak bir halk hareketine döneceğinden korkuyorlardı. Ergenekon denen operasyonel dava daha başlarken sonucu kurgulanmıştı. Bu nedenle
gayri hukukilik, masumiyet karinesi, delil, kanıt
ve adalet kimsenin umurunda değildi.

O gün orada gözlemledim, bunlar halkın üzerine ateş bile açabilirler!
Ne yazık ki, bugün ülkemiz, kindar, dinci, faşist, acıma duygusu olmayan, Cumhuriyetimize ve Aydınlanmaya düşman olan, yaşamı bir getirim paylaşımı olarak gören, demokrasiden zerre kadar nasibini almamış ve iktidarda kalmak için her türlü melaneti yapabilecek insanlar tarafından yönetilmektedir.

“ Oh olsun “ demişlerdir

Sanıyorum gözlerinizden kaçmıyordur, komşumuz Suriye’de kutsal ay Ramazan’da bile bombalar patlıyor yüzlerce masum canlar yok oluyor ama bizden bir üzüntü mesajı bile gitmiyor. Biliyorsunuz daha önce Suriye’de bir terör saldırısı sonucunda bu ülkenin bakan seviyesinde üst düzey dört temsilcisi havaya uçurulmuştu.
Fakat ne Başbakan Erdoğan, ne de başka bir yöneticimiz terörden çok çekmiş
ülke olarak komşumuza bu nedenle de baş sağlığı dilemedi ve geride kalanlar için “Allah sabır versin” demedi. Ne dersiniz belki de “ Oh olsun “ demişlerdir.

Bu ruh halinin Türk’ün ve ecdadımız diye övündükleri Osmanlı’nın savaşta düşmanına bile reva görmediği ruh hali ile benzeşir durumu var mıdır?

“Ergenekon davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır.”

diyen Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan; 

“Bu dava ile 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’dan süzülüp gelen müdahale ruhundan hesap sorulmuştur. Bu Türk demokrasisinin
geleceği açısından önemli bir dönüm noktasıdır.“
açıklamasında bulunmuştur.

Asker istedi diye darbe olmamıştır

Bu açıklamanın en büyük çelişkisi, demokrasiyi arzu edilen durakta inilecek tramvay olarak gören zihniyetin demokrasiye referans yapmasıdır.

Geçmişte yapılan askeri darbelerin demokratik bir ülke olma yolunda ilerlemeye çalışan Türkiye’de acılar çektirdiği ve bu süreci olumsuz olarak etkilediği bir vakadır. Ama şu da bilinmelidir ki, bu ülkede asker istedi diye darbe olmamıştır.
Dış ve iç dinamikler Türkiye’yi belli hedeflere doğru yönlendirmek
için darbelerin alt yapısı hazırlanmıştır.

Ayrıca demokrasi ve iktidarın darbe yolu ile değil normal yollarla el değiştirmesi uzun süreli bir birikimin ve kültürün işidir. Türkiye Cumhuriyeti aydınlanma ve demokrasi projesidir ama teslim aldığı miras bunun tam zıttıdır.

Tecavüz etmek bile var

Osmanlı tarihi neredeyse bir darbeler tarihidir. Üvey ananın oğula, kardeşin kardeşe, oğulun babaya, babanın oğula darbesi vaka-i adiyedendir.

  • Darbelerden sonra Padişah ve Halife konumundaki insanı katletmek
    hatta tecavüz etmek bile vardır Osmanlı’da!

Bu açıdan bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti çok masum kalır.

Peki, Yalçın Akdoğan’ın dediği gibi Ergenekon davası darbeler ile bir hesaplaşmadır..” denebilir mi? Kesinlikle hayır!

  • Ergenekon, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurucu ilkelerinden, ideolojisinden, kırmızı çizgilerinden uzaklaştırmak ve rejim değişikliği yapmak için planlanan darbe sürecine yönelik muhalif siyaseti baskı altına almak ve sindirmek gerekçesiyle emperyalizm tarafından planlanmış ve işbirlikçisi AKP ve Cemaat vasıtası ile kotarılmıştır.
  • Balyoz ve Casusluk gibi davalar ise bu sürece itirazı olacak Türk Silahlı Kuvvetleri için sahneye konulmuştur.
  • Bugün ülkemiz, “darbecilerle hukuken mücadele ediyoruz” diyen, gerçekte kendileri darbeci olan emperyalist işbirlikçilerle karşı karşıyadır ve gerçek darbe süreci devam etmektedir.

Bu darbenin askeri darbeler gibi kısa sürede tamamlanmamasının ve
uzun sürmesinin nedeni, demokratik görünümlü ve ana operasyonel silahının
hukuk olmasıdır.

AKP ve Cemaat ikilisi

Bu darbenin arkasında esas güç emperyalizmdir.

Nedeni ise ülkemize ve bölgemize yönelik çıkarları ve planlarıdır.
Bu dış dinamiği görmeden olayın sorumluluğunu AKP ve Cemaat ikilisine indirgemek saflık veya en hafif deyimi ile büyük analiz hatası olur.

O zaman bu kötüye gidiş nasıl durdurulur? Bunun için iki çözüm var. Birincisi emperyalizmle anlaşmak “ Aynı projeleri ben de yaparım, merak etme “ demek. Adlarını şimdilik vermeyeyim ama bu seçeneğe oynayanlar var.

ABD’nin onayı var

İkincisi ise, Ekim’den sonra yükselecek halk hareketini de arkasına alan
geniş cepheli bir siyasal hareketle AKP’ye sandıkta hasar aldırmak ve süreç içinde iktidara gelmek. Ben bu seçeneğin geçer akçe olduğunu değerlendirmekteyim.
Aksi emperyalist projenin ekmeğine yağ sürer!

Halen yaşadığımız bölünme ve iç savaş sürecini durdurmak için Mısır’da yaşananlar Türkiye için farklı koşulları, tarihsel geçmişi ve deneyimleri nedeniyle
iyi bir örnek olamaz. Ayrıca Mursi’nin devrilmesinde bir şekilde de olsa
ABD’nin onayı olduğunu değerlendirmek gerek.

Hiç değilse bugün size daha iyi şeyler yazabilseydim. Ama olmadı!
Bulunduğumuz coğrafyada yaşamanın maliyeti ne yazık ki, çok yüksek.

İyi bayramlar diler saygılar sunarım.  (8.8.13)

Teğmen Çelebi’nin “Sehven” Soruşturmasında Takipsizlik!

Dostlar,

portresiTeğmen M. Ali Çelebi, Ergenekon tertibi kapsamında tutuklu yargılanırken, 08.04.2011 günü yaptığı savunmada,

  • Telefonuma “SEHVEN” Hizbut Tahrir sempatizanlarının numaraları yüklendi, belgeli…

tümcesini kurmuştu. Mahkemede polis komplosunu apaçık kanıtlamıştı.

Teğmen Çelebi, 18 Eylül 2008’de tutuklanmıştı ve ilk savunmasını yapma sırası
2,5 yıl tutuklu kaldıktan sonra gelebilmişti! Bu savunma metnini şu erişkeyi tıklayarak okuyabilirsiniz : Mehmet_Ali_Celebi’nin_savunmasi_8.4.11.

Salıverilmesi ise 20 Mayıs 2011’de, 2 yıl 8 ay sonra olanaklı olmuştu.

Teğmen M. Ali Çelebi, hüküm almadan, polisin alet edildiği bir komplo ile
2 yıl 8 ay hapis yattı.

Şimdi ise, 1 dakika gibi bir sürede 140 dolayında Hizbut Tahrir sempatizanının numaralarını cep telefonuna yükleyen polisler hk. adli işlem sürüyor.

Bu polisler suçlarını itiraf ederek “sehven” (yanlışlıkla) oldu.. demişlerdi.

Gözaltına alınan Teğmen M.A. Çelebi’nin polis emanetinde alıkonulan cep telefonuna, polisler “sehven” 1 dakika gibi bir sürede 140 dolayında Hizbut Tahrir sempatizanının numaralarını yüklemişlerdi. Can ve mal güvenliği kime emanet??

Şimdi bu polisler hakkında savcılık takipsizlik kararı verdi ve dosya kapanacak.
“Sehven” de olsa (!) bu eylemin (komplonun!) bir bedeli olmayacak!?

Oysa Teğmen M. A. Çelebi 32 ay suçsuz biçimde hapis yattı..

Bu adalet perisi nerelere kaçtı / kaçırıldı?
Devr-i AKP’de Türkiye sınırlarını terk mi etti, Atlantik ötesine mi sığındı,
tutsak mı alındı?

Polisin eylemi görevi ihmal derecesinde hafif asla değil.
Görevi kötüye kullanma bile hafif kalıyor.
Polislerin Teğmen M. A. Çelebi’ye yaptıkları; resmen,
komplo kurarak iftira atmalarıdır.

Bu suçun ağır karşılığı Türk Ceza Yasasında tanımlıdır (Md. 267).
Şimdi bu alçakça tertip örtbas ediliyor.
Hem de Cumhuriyetin bir savcısı tarafından.
Bir Cumhuriyet Savcısı, bir T.C. Yurttaşının, TSK’nin genç bir kara pilot teğmeninin başına örülmek istenen çoraba, haydi suça ortaklık demeyelim, en hafif deyimi ile kayıtsız kalıyor!

Bu davranışın da, kadim Türk Ceza Yasasında bir karşılığı olmak gerekir herhalde.

Acaba yetkili başsavcı vekili bu mütalaayı ilgili savcıya iade eder mi?

Bekleyip göreceğiz..
Ve Teğmen M. A. Çelebi, yüksek zekasıyla bu hukuk bulmacasını da
çözmesini bilecektir.

Ülkemizde tuz bile kokuyor artık.. hem de epey zamandır..

Başbakan RT Erdoğan ise “ileri demokrasi” teraneleri anlatıyor,
Şeyh Edebali‘den alıntılar yaparak insanı yücelten sözlerini aktarıyor.
7-8 yüzyıl geriye gönderme yapıyor (referans veriyor). Oysa AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi; 4 Kasım 1950 ve güncellenmesi 9 Mart 2013) ve
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB, 10 Aralık 1948) çok daha somut, nesnel,
yeni ve evrensel.. Ve de iyi kötü 1982 Anayasamız.. Hukuk devleti Türkiye, Anayasasına göre anılan 2 uluslararası hukuk metnine taraf, kendisini bağlıyor
(Anayasa md. 90). Ama Başbakan RT Erdoğan ne bu metinlere gönderme yapıyor
ne de apaçık hukuksuzluktan rahatsız oluyor!?

Niçin acaba??

1 milyar dolar serveti olduğunu savlayan Doğu Perinçek’in iftira attığını söylüyor ve “Ergenekon’dan içerde!” diyor sadistik bir söylemle. “Kanıtlayın İsviçre bankalarındaki hesaplarımı..” diyor.. Oysa bal gibi biliyor ki İsviçre yasaları bu konuda çok katı ve bu yüzden illegal hesaplar o ülke bankalarında. Bunun tek bir yolu var, kendisi İsviçre hükümetine resmen başvurarak adına açılmış tüm hesapların tüm dökümlerini örn.
en az 10 yıl geriye dönük olmak üzere açıklanmasına yetki verecek.

Soylu milletimiz ve muhalefetimiz, AKP’nin dini bütün 326 milletvekili,
16 milyon seçmeni, özgür basınımız.. bu soruyu soramıyor..

Soranı cin çarpıyor..

Teğmen M. Ali Çelebi, 08.04.2011 günü yaptığı savunmasını şöyle bağlamıştı :

  • “Bizler Türk subayları olarak bize emanet edilen devrimleri ve bağımsızlığı Silivri’de kaybetmeyeceğimizi tüm dünyaya göstereceğiz!
  • Burada Silivri Ateş Hattının şeref kürsüsünden büyük milletimi,
    değerli komutanlarımı ve silah arkadaşlarımı Mustafa Kemal’in en yüce,
    en yenilmez duygularıyla selamlıyorum.”

Keşke hepsi bir masal olsa..

Masallar korkuya bağışıktır..

Keşke korkular da birer masal olsa..

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================

Teğmen M.A. Çelebi’nin “Sehven” Soruşturmasında Takipsizlik!

Ergenekon sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi‘nin cep telefonuna emniyette ‘sehven’ yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada polislere takipsizlik verildi.

Vatan Gazetesi’nden Çağdaş Ulus’un haberine göre, iki yıl süren soruşturma kapsamında 5 savcının değiştiği “Sehven” soruşturmasında polislere takipsizlik kararı verildi.

SAVCILAR BİRBİRİNE DÜŞTÜ

Ergenekon davasının tutuksuz sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi‘nin cep telefonuna İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde ‘sehven’ yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada memur suçlarına bakan savcı ile başsavcı vekili anlaşmazlığa düştü. Ergenekonun sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin cep telefonuna emniyette ‘sehven’ yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada savcı, “polis görevi kötüye kullandı” dedi ve 3 yıla kadar hapis istedi. İddianamenin onay için gönderildiği Başsavcı vekili ise, ‘kötüye kullanma’ değil, ‘görevi ihmal’ var diyerek “2 yıla kadar hapis istemli yargılanmalı” görüşünü savundu. İddianame soruşturma savcısına iade edildi.

SAVCI: GÖREV KÖTÜYE KULLANILDI

Savcı Atıcı, Çelebi’nin telefon döküm işlemlerini yapan görevli şüpheli bir polis memuru hakkında ‘görevi kötüye kullanma’ suçundan iddianame düzenlendi. İddianamede polis memurunun 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılması istenildi. Savcı, diğer 5 polis memuru hakkında da dava açmaya gerek görmeyerek takipsizlik kararı verdi.
Hazırlanan iddianame, memur suçlarından sorumlu İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekiline gönderildi.

BAŞSAVCI VEKİLİ: GÖREVİ İHMAL

Ancak başsavcı vekili, iddianameyi savcıya iade etti. Başsavcılık, iade kararında polis memuru hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngören ‘görevi kötüye kullanma’ suçlamasından değil, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezasını öngören ‘görevi ihmal suçlaması’ ile iddianame hazırlanması gerektiğini belirtti. Ayrıca başsavcı vekili, soruşturma dosyasında bazı eksikliklerin olduğunu ve bu eksikliklerin de giderilmesi gerektiğini belirtti. İddianamenin iade edildiği savcı Atıcı, yeniden dosyayı incelemeye aldı.

O POLİSLERE TAKİPSİZLİK

Savcılık soruşturması sonunda verilen kararda polis memurlarının görevi kötüye kullanmadığını belirten savcılık makamı, olayla ilgili takipsizlik kararı vererek polisleri akladı. Adı geçen şüphelilerin görevi kötüye kullandıklarına dair delil bulunmadığını belirten savcılık, şüpheliler hakkında,’kamu adına ek kovuşturmaya yer olmadığına’ kanaat getirdi. (Odatv.com, 25.6.2013)

Batı, 150 yıllık hedefine ulaşıyor mu?


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN 

portresi2

Batı, 150 yıllık hedefine ulaşıyor mu?

Ertuğrul Özkök, nicedir savunduğu görüşünü, 23 ve 24 Nisan tarihli yazılarında
biraz daha vurgulu olarak yeniden yazdı:

  • “İki baskın etnisiteden oluşan devletler yürümüyor. Ailelerde olduğu gibi toplumlarda da dostça ayrılık bazen iki tarafa da en büyük yararı sağlayan çözüm olabilir.”

Taha Akyol, 24 Nisan günlü köşe yazısında Ertuğrul Özkök’ü destekledi.

Hürriyet’in bir diğer yazarı Ege Cansen ise, 27 Nisan tarihli köşe yazısında, aynı görüşü, arkasındaki neden ile birlikte açık sözlülükle dile getirdi:

“Silivri’nin engelleri temizlediği yolda ilerleyen iktidarın izlediği Kürt siyasetinin amacı; ‘T.C. ulusal sınırları içinde bulunan Kürtlere bir tür bağımsızlık verip, barış içinde yan yana yaşamayı sağlamaktır’ şeklinde özetlenebilir. Bu amaç, 19. yüzyıldan beri devam eden, Batılı büyük devletlerin, Dünya ve özellikle Osmanlı Devleti için öngördükleri siyasi yapılanmaya uygundur.”

Ege Cansen, yazısını, “Bükemediğin bileği öp, bükebildiğini kır.” diyerek bitirmiş.

Kısacası “19. yüzyıldan beri karşı karşıya olduğumuz Batılı devletlerin bileğini bükemedik, o halde parçalanmayı kabul edelim.” diyor.

Gerek Ertuğrul Özkök’ün, gerekse Ege Cansen’in görüşleri, rastgele ifade edilmiş değildir.

Türkiye’nin Batı işbirlikçisi büyük burjuvazisi, Batı’nın Kürt sorunu ile ilgili dayatmalarına teslim olmuştur.

Şimdi kamuoyunu bu teslimiyete hazırlamak için çalışıyorlar.

Teslimiyetin nedenleri

Altmış sekiz yıllık Atlantik macerasının sonunda, Kürt sorununda gelinen yer, “ver kurtul” politikasıdır. (A. Saltık’ın notu : Türkiye 1952’de NATO üyesi oldu, 71. yıldayız!)

Büyük burjuvazinin bu noktaya gelmesini sağlayan başlıca iki etken vardır:

1. Son altı yıldır BOP Eşbaşkanlığı tarafından TSK ve İşçi Partisi başta olmak üzere Türkiye’ye karşı yürütülen operasyonda önemli bir mesafe alındı.

Amerika ve onunla yazgı birliği yapan AKP ve F Tipi gibi Ortaçağ güçleri,
bütün bölgeye yönelik planlarında ilerlemek için Türkiye’yi yeniden şekillendirirlerken
her türlü engelden kurtulmak istediler.

Onun için 2001 yılında hazırlanan Ergenekon şemasının içine büyük burjuvaziden de kimi isimleri serpiştirdiler.

Büyük sermayenin basın yayın dünyasındaki temsilcileri; vergi cezaları ve
başka alanlardaki işlerine taş koyularak vb. operasyonlarla hizaya getirildi.

  • On yıllık süreç sonunda büyük sermayenin kayda değer bir bölümünün el değiştirmesi sağlandı.

Kalanı, AKP’nin “akil adamları”na dâhil olacak şekilde ehlileştirildi.

2. Gümrük Birliği’ne dâhil edilerek ve özelleştirmelerle milli ekonomi tasfiye edildi. Çarkların dönmesi sıcak paraya bağlı hale getirildi. 70 milyar doları bulan enerji faturası ve bir o kadar olan cari açık, ekonominin patronlarının tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.

İşbirlikçi büyük burjuvazi, bu koşullarda önüne konan “Kuzey Irak petrolü ve doğalgazı havucu”nu kabul etmek dışında bir çıkış yolu görememektedir.

“Kuzey Irak pastasından pay almak” ise, ABD’nin bölge senaryosunda kayıtsız şartsız rol almaya bağlıdır.

Türkiye’ye doğru genişleyecek olan Barzanistan (kukla devlet),
bu senaryonun olmazsa olmazıdır.

Onun için TÜSİAD takımı, Atlantik ötesinde kotarılan “Kürt açılımı”nı hararetle destekliyor.

Büyük yanılgı, yanlış hesap

Ama fena halde yanılıyorlar.

Gözlerine Atlantik mamulü at gözlüğü takılmış, boyunlarına içinde Musul-Kerkük petrolü hayali bulunan Amerikan malı yem torbası asılmış, ne çevrelerinde olan bitenlerden haberleri var, ne de önlerini görüyorlar.

Görmedikleri ve duymadıkları gerçekler şunlardır:

1. Amerika artık bölgedeki gelişmelere yön verecek durumda değil. Irak ve Afganistan’da uğradığı bozgundan sonra İran karşısında çaresizdir. Suriye’de çıkmazdadır.

2. Emperyalist müdahaleye karşı Suriye, Irak, İran, Rusya ve Çin’den oluşan bir Dünya halkları cephesi oluşmuştur. Bu cephe her geçen gün, daha da güçlenmektedir.

3. Ergenekon tertibi ile kendilerini de teslim almış olan BOP Eşbaşkanlığı ve F Tipi Cemaat ortaklığı, işbirlikçi büyük burjuvazinin teslim olmasına bile razı değildir. Şimdi sıra “28 Şubat’ın sivil generallerinde” diyerek bütün varlıklarına el koymaya hazırlanıyor.

4. Çok geniş bir coğrafyada karışık yaşadıkları ve Kürtlerin çoğunluğu Batıda olduğu için Türklerin ve Kürtlerin önünde “dostça ayrılık” gibi bir seçenek yoktur.
Ayrıca Türk-Kürt çatışması, uygulanmakta olan emperyalist planın ayrılmaz bir parçasıdır.

5. Kürt halkı onların zannettiği gibi Türkiye’den kopmak gibi bir programın peşinden gitmeyecektir. Kürt yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu, Türkiye’nin birliğinden yana ve kendini tek bir milletin ayrılmaz parçası olarak görüyor.

6. Ankara’da milli bir iktidarın varlığı ise Kürtleri, ezici çoğunlukla eylemli olarak antiemperyalist saflarda birliğe çekecektir.

7. Milli Hükümet; İran, Irak ve Suriye ile birlik politikasına yönelerek, bölgemize yönelik emperyalist müdahaleyi alt edecek, Kürt sorununu da nihai çözüme ulaştıracaktır.
(AYDINLIK, 6.5.13)