Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

TÜRKİYE İŞ BANKASI

TÜRKİYE İŞ BANKASI 

Suay Karaman

Suay Karaman

Eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk‘ün direktifleriyle ve sermayesine bizzat katılımıyla, 26 Ağustos 1924’te Türkiye İş Bankası kurulmuştur. Genç cumhuriyetimizin tüm bankacılık işlemlerini gerçekleştirmek, ulusal tasarrufları harekete geçirmek, temel ekonomik atılımları finanse etmek, kredi gereksinimlerini karşılamak ve sanayi ile ilgili gelişmeyi başlatmak için kurulan Türkiye İş Bankası, Cumhuriyet döneminin ilk ulusal bankası olma niteliğini taşımaktadır.

Türkiye İş Bankası, finans sektörünün yanı sıra Türkiye’de sanayinin gelişmesine de büyük katkılar sağlamıştır. Sanayileşme tarihinin mimarı ve lokomotifi olan Türkiye İş Bankası, Türk özel sektörünün varlık ve gelişimine de büyük destek vermiştir.  Türkiye İş Bankası’nın finans, cam, telekomünikasyon ile sanayi ve hizmet ana gruplarında faaliyet gösteren 23 şirkette doğrudan ortaklığı bulunurken, 95 şirkette de dolaylı ortaklığı vardır. Bugün bankacılık alanında ülkemizin en büyük bankası olmanın ötesinde, birçok büyük şirketin ortağı olarak da ülkemizin en büyük holdingi sayılmaktadır. Bu holdingin %28.09 hissesi Atatürk’ün, %40.12 hissesi banka çalışanları ve emeklilerinin olup, geri kalan %31.79 payı ise halka açılmıştır. Yani bu holdingin patronu yoktur.

Bankanın kurucularından Atatürk’e ait hisseleri, Cumhuriyet Halk Partisi temsil etmektedir; bu temsil, Atatürk’ün vasiyetine dayanmaktadır. Bankadan elde edilen gelirler ise Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na bağışlanmıştır.

  • Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Türkiye İş Bankası’ndan hiçbir gelir gelmemektedir.

Banka Yönetim Kurulu 11 kişiden oluşmaktadır; 7 üye bankanın kendi içinde çalışanlarından seçilmektedir, kalan 4 üye ise Cumhuriyet Halk Partisi temsilcileridir.

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, ekonomik krizin derinleşmeye devam ettiği süreçte Türkiye İş Bankası’nı hedef alan bir açıklama yaparak, bankadaki Cumhuriyet Halk Partisi hisselerinin Hazineye devredilmesi gerektiğini söyledi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik; “Bir partinin niye bir bankanın yönetiminde koltuğu olur? Atatürk’e saygı gereği CHP’nin bu pozisyondan vazgeçmesi gerekir.” derken, Atatürk’e ve anısına yapılan büyük saygısızlıkları görmek istememektedir.

Atatürk’ün mirasçısı Türk Milletidir. CHP, İş Bankası hisselerini Türk Milleti’ne iade etmelidir.” diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Atatürk Orman Çiftliği’nin de Atatürk’ün mirası olduğunu unutmuştur.

  • Milliyetçilik; ülkesinin topraklarına sahip çıkmaktır, ulusal değerlerini korumaktır, ülkesinin kurucusuna saygı duymaktır; mafya ortaklığıyla milliyetçilik yapılmaz.

Büyük önderimiz Atatürk’ün kurduğu Sümerbank, Etibank, Atatürk Orman Çiftliği gibi daha nice ulusal değerimizi yok edenler, şimdi gözlerini Türkiye İş Bankası’na çevirdiler. Ekonominin durumu her geçen gün kötüye giderken şimdi Türkiye İş Bankası’nı alıp Varlık Fonu‘na devrederek, bu büyük kuruluşun içi boşaltılarak, yok edilmek istenmektedir.

8 Ağustos 1951’de Demokrat Parti iktidarınca çıkarılan 5830 sayılı yasa ile 4819 şubesi olan Halkevleri kapatılmış ve mallarına el konmuştu. Ülkenin birçok yerinde siyasal etkinliklerine Halkevlerine ait binalarda devam eden Cumhuriyet Halk Partisi, bu yasa ile parti binalarını boşaltmıştır. Demokrat Parti’nin 14 Aralık 1953’te çıkardığı 6195 sayılı yasa ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına el konmuştu. Ancak Türkiye İş Bankası hisselerine, kamuoyunda büyük gürültü çıkacağı endişesiyle dokunulmamıştı.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra Cumhuriyet Halk Partisi, 21 Şubat 1963’te, 6195 sayılı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, 6195 sayılı yasayı tümüyle anayasaya aykırı bularak, 11 Ekim 1963’te iptal etti.

12 Eylül 1980 döneminde malvarlığı elinden alınarak kapatılan Cumhuriyet Halk Partisi, 9 Eylül 1992’de yeniden açıldıktan sonra dava açmış, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin verdiği kararla mal varlığını ve Türkiye İş Bankası’ndaki hisselerini tekrar geri almıştı. Bu yüzden Atatürk’ün mirasına ve kesinleşmiş mahkeme kararlarına karşın, Türkiye İş Bankası hisselerinin devrine ilişkin tartışmaların hiçbir hukuksal gerekçesi yoktur. Buradaki asıl amaç Atatürk’ün hisseleri değildir;

  • Türkiye İş Bankası’nın dev yatırımlarını satarak, yerel seçimlere dek ekonomik olarak günü kurtarmaktır.

Güven duyulan kuruluşların başında bankalar gelmektedir. Bu güvenin ulusal ve uluslararası kamuoyunda titizlikle korunmasının bankalardan çok ulusal ekonomi açısından büyük önem taşıdığı bilinmelidir. Siyaset malzemesi yapılamayacak önemde bir kuruluş olan Türkiye İş Bankasını hedef almak, aynı zamanda ülke ekonomisini de hedef almak anlamına gelmektedir. Gündem değiştirmeye ve akçeli getiriler sağlamaya çalışılan bu gibi sözlerden kaçınmak gerektiği bilinmelidir. (24.9.18)
==================================
Dostlar,

Değerli dostumuz sevgili Suay Karaman’ın bu yazısı da öbürleri gibi 4/4’lük!
Ekleyecek – çıkaracak – düzeltecek yanı yok:
Kendisini kutluyor, içeriğini ay-nen onaylayarak sitemizde paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 24 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

HESABI SORULACAK ASIL SUÇ

HESABI SORULACAK ASIL SUÇ

Zeki Sarıhan

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Adnan Oktar ve arkadaşlarının suçları hakkında çeşitli haberler çıkıyor. Yıllarca hükümet tarafından el üstünde tutulan Fetullah Gülen Cemaatinin uğradığı akıbete şimdi de Adnan Oktar ve müritleri uğruyor.

“Düşenin dostu olmaz” demişler. Bu atalar sözü her zaman değilse de işimdi tam da iktidar ve yandaşları açısından doğrudur. Gazete haberlerinden anladığımıza göre, Oktar hakkında geniş bir iddianame yazıldığı ve pek çok eylemle suçlanacağı anlaşılıyor. Doğrusu bu konularda bir şey yazacak değilim. Birçok erkeğin ağzının suyunu akıtan güzel kedicikleriyle geçirdiği hoş zamanların görüntülerini yadırgasam da, bunun suç olup olmadığı konusunda bir bilgim yok. Öteki suçlamaların doğru olup olmadığını da adil bir yargılama ortaya çıkarabilir.

Benim yazacağım konunun şu dönemde Adnan Oktar’a bir zararı yok. Benim tanıklığımı kabul etmeleri de ihtimal dışı. Çünkü yazacağım konuda hükümet çevreleri tarafından suçlandığını duymadık. Aksine O’nun görüşleri bu çevreler tarafından yıllardır ve hararetle savunuluyor.

BEŞ KİLOLUK LÜKS KİTAP

21 Temmuz 2009 günü memlekete gitmişken bir vesile ile köyümüze yakın Kumru ilçesine de uğradım. 1953’te ilkokula burada başlamıştım.  Bir yıl okuduğum ilkokulu ziyaret etmek istedim.  Okul yıkılmış, yerine iki katlı bir bina yapılmıştı. Şimdi Belediye olarak kullanılıyordu. Üst katta Öğretmenevi için birkaç oda ayrılmıştı. Salonun bir köşesinde küçük bit kitaplık dikkatimi çekti.

Camlı dolapta her öğretmenevinde bulunabilecek 20-30 kitaptan başka, dolabın ölçülerine sığmadığı için en üste konulmuş kocaman bir kitap duruyordu. Birinci hamur kaliteli kâğıda basılmış bu resimli kitabın ağırlığı 5 kilodan hafif değildi. Üzerinde “Yaratılış Atlası” yazıyordu. Yazarı ise Harun Yahya. Daha önce basına yansımış bu kitabı Kumru gibi ücra ve yoksul bir ilçenin öğretmenevinde görmek varmış!

Bilindiği gibi kitap, Evrim gerçeğini sözde çürütmek için yazılmıştı. Canlılar evrime uğramamıştı! Onların her biri, milyarlarca tür, şimdi nasılsa o biçimde yaratılmıştı! Bazı balık ve omurgalı hayvanların fosilleriyle bugünküleri karşılaştırıyor ve bunların aynı olduğunu, yani bir evrime uğramadığını anlatıyordu!

Bu kitabı Kumru gibi Karadeniz’in iç kesimlerinde yoksul köylü kitlelerinin yoğun olduğu bir ilçede görmem beni fena halde üzdü. Bu üzüntümü orada öğretmenevi yetkililerine söylemek istedim fakat ortada bunları söyleyeceğim kimse yoktu!

KARANLIĞA MAHKÛM ETMEK

Ankara’ya dönünce internetten öğretmenevinin posta adresini buldum ve duygularımı bir mektupla öğretmenevi yöneticilerine yazdım. Evrim gibi gibi yalnız canlılar bilimini değil, evrenin oluşumunu da reddeden bir görüşle Türkiye nasıl aydınlanacak, nasıl kalkınacaktı? Kumru’da çalışan öğretmenler, çocuklara o kitaptaki görüşleri mi anlatacaklardı? Bu durum, köylü çocuklarının sonsuz bir karanlığa mahkûm etmek değil miydi?

Bu kitabı kütüphaneye koymuş olabilirlerdi ama yanına Evrim Teorisini anlatan bir kitap da koysalar daha iyi değil miydi?

Aradan 5 yıl geçti. 6 Haziran 2014 günü, bir grup arkadaşla Batı Karadeniz’den geçerken İnebolu Öğretmenevinde geceledik. Hayret! Aynı kitap buranın kütüphanesinin de demirbaşlarındandı. TIR’lar dolusu kitap milletvekillerine de dağıtılmıştı, muhtemelen bütün öğretmenevlerine gönderilmişti.  Kaygılarımı Öğretmenevinin bayan müdürüne söyledim. Kitap O’nun dikkatini çekmemiş. Derhal kaldıracağına söz verdi.

SUÇ ORTAĞI

Bence Harun Yahya takma adını kullanan Adnan Oktar’ın hesabını vermesi gereken asıl suçu budur. Karşısında yarı çıplak kedicikleri oynatması, bu suçunun yanında hiç kalır.

Çünkü Adnan Oktar, 16. yüzyılda Takiyüddin Efendi’nin gözlem evini topa tutarak yerle bir etmiş olanlar, matbayı 300 yıl ülkeye sokmayanlar, Osmanlı dönemi gericileri ve bugünkü iktidar gibi bilimin Evrim gibi en temel konularından biriyle savaşmış, bu hareketiyle Türkiye’ye en büyük kötülüklerden birini yapmıştır.

  • Eğitim programlarında Evrimi anlatılmayan bir millet sittin sene iflah olmaz. 
  • Bu eğitim sisteminin içinden bilim adamı yetişmez. Ancak şarlatanlar çıkar.

Bu hükümet ve emrindeki yargı, bunun hesabını Adnan Oktar’a sormuyor! Nasıl sorsun ki, bu konuda O’nun gibi ve O’nun ilham (AS: esin) aldığı Evanjelistlerle aynı görüşleri savunuyor.

  • Krizimiz yalnız ekonomide olsaydı bunu atlatabilirdik ama eğitimdeki bu gitgide derinleşen kriz Türkiye’nin geleceğini tutsak almıştır. Kötü etkileri kuşaklar boyu sürecektir.

Yeni öğretim yılı “hayırlı ve uğurlu” olsun!

(Bloğumdaki diğer yazılar için: zekisarihan.com)
===========================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Zeki Sarıhan‘a bu uyarı dolu bu yazısı için teşekkür ediyoruz.
Keşke tüm yazılarına sitemizde yer verebilsek.. Ancak buna gerek kalmadı, çünkü kendi kişisel sitesinde bütün yazılarına erişilebilir. Sağolsunlar, gene de bize e-ileti ekinde gönderiyorlar..

Biz bu vesile ile bilerek ve isteyerek, kasıtlı olarak ileri sürülen bir yalana dikkat çekeceğiz yalnızca..

  • EVRİM KURAMI insanın maymundan geldiğini ya da insanın atasının maymun olduğunu ileri sürmüyor..

EVRİM KURAMI, insanın ve maymunun ortak atadan evrimleştiğini ileri sürüyor ve sayısız bilimsel kanıtla ortaya koyuyor. En başta, Evrim’in hemen hemen tüm basamaklarını kanıtlayan fosil serileri.. Öyle “kusursuz tasarım” diye birşey de yok ortada.

Yaradışışçılar (Kreatoristler) ise tüm bilimsel kanıtları yok sayıyor ya da çarpıtıyor.

Bir de EVRİM KURAMINI kabul etmeyi din dışına düşmek olarak kasıtlı sunuyorlar.
İkisi de yanlış, ikisi de kötü niyetli..

Kaldı ki, Harun Yahya takma adıyla yazan Adnan Oktar o denli çok değişik konuda öylesine çok kitap yazdı ki, bir insanın  bunca uzmanlığı ve üretimi olması olanak dışı.

Ankamakta çooooooooooook zorlandığımız bir nokta da bu kalın kitapların çok kaliteli – renkli baskılar yapması, görece oldukça ucuz olması ve ücretsiz olarak binlerce dağıtılması idi.. Özellikle eğitim kurumlarına..  Değirmenin suyu ile Devletimiz ilgilenmedi, göz yumdu.

Ne yazık ki geçmiş sağ iktidarlar onlarca yıl bu dezenformasyon ihanetine kayıtsız kaldı hatta desteklediler.. Çok yazık.. Özellikle çocuk yaşta bilim dışı koşullansın diye Türk çocukları..

NOBEL ödüllü tıp doktoru, ulusal övüncümüz Prof. Aziz Sancar‘ın sözleri ibret verici :

  • “Ben Allah’a inanıyorum, Evrim ise  bir inanç konusu değil bir gerçek.
  • Güneşi balçıkla sıvayamazsınız. Kreatoristlerle (AS: Yaradılışçılarla) de bir ilgim yok.”

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

YENİ HAVALİMANI

YENİ HAVALİMANI

Suay Karaman

Suay Karaman

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

İstanbul’da bugün kullanılan havaalanı, 1912 yılında askeri havaalanı olarak Yeşilköy’de açılmıştır. 1944 yılında uluslararası havaalanına dönüştürülmesine karar verilmiş, uzun süren çalışmalar sonucunda 1 Ağustos 1953’te tamamlanarak Yeşilköy Havalimanı adıyla hizmete açılmıştır. Yeşilköy Havalimanı, zamanla yeni pistler, yolcu terminalleri ve kimi tesisler eklenerek bugünkü durumuna getirilmiştir. 29 Temmuz 1985’te adı, Atatürk Havalimanı olarak değiştirilmiştir.

Günümüzde İstanbul Atatürk Havalimanı’nın yetersiz kaldığı gerekçesiyle kapasitesinin artırılması gündeme getirilmiş ve siyasi iktidar eskisinin kapatılarak, yeni bir havalimanı yapılması için çalışmalara başlamıştır. Bu durumda belki yeni bir havalimanına gereksinim olabilir ama bu bir taşınma, bir yer değişikliğidir; yeni bir ad aramak yersizdir. İşte bu yüzden 29 Ekim 2018’de açılması planlanan havalimanının adının ne olacağı merakla beklenmektedir.

Aslında meraka hiç gerek yoktur, Atatürk Havalimanı kapatılacaksa, ülkemizin yapılacak yeni ve en büyük havalimanının adının da Atatürk Havalimanı olması gerekmektedir. Ancak bu konuda alınan bilgiler farklıdır. Atatürk adına alerjisi olanlar ve rahatsızlık duyanlar tarafından yeni yapılan havalimanına, 34. Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit’in adının verileceği dillendirmektedir. 2. Abdülhamit ülkede tek adam rejimini güçlendiren, vatanseverleri sürgüne gönderen, imparatorluğun çok fazla toprak yitirmesine neden olan baskıcı bir kişiliktir. Atatürk silinince, altından Abdülhamit’in çıkması doğaldır. Adları almak kolaydır ama taşımak zordur.

Yeni havalimanı yapım ihalesini alan ortak şirketlerin genel müdürü yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Yeni havalimanının isim konusu, yönetim kurulu üyelerimizin dünya genelinde yaptıkları araştırma çalışmaları ve ilgili mercilerle yapılacak değerlendirmeler sonucu alınacak kararla belirlenecek.”  

Tabii bu sözler inandırıcı değildir, olamaz da. Çünkü siyasal iktidar Atatürk adını silebilmek için sürekli çalışmalar yapmaktadır. Bu yüzden Atatürk adı olan birçok stat ve spor kuruluşu yıkılmış, yerlerine yapılanlara Atatürk adı verilmemiştir.

İstanbul’un kuzeyinde, Karadeniz’in kıyısında yapılan yeni havalimanının yer seçimi de yanlıştır. Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporunda heyelan alanı olduğu belirtilen bölgede ormanların yok olacağı, su kaynaklarının kurutulacağı ifade edilmiştir.

  • Deniz doldurularak yapılan yeni havalimanı görünmez tehlikelere açıktır.

Projeyle kuşların yuvaları yıkılmış, içinde yaşayan hayvanlar sürülmüş, kıyısındaki ağaçlar kesilmiş ve göletler doldurulmuştur. Bunların dışında havalimanı inşaatında çalışan işçiler, aylardır ödenmeyen aylıklarının verilmesini ve yeme – içme – barınma gibi temel gereksinimlerinin sağlıklı koşullarda karşılanmasını isteyerek, şu anda eylem yapmaya başlamışlardır. Ancak eylem yapan işçilere biber gazıyla müdahale edilmiş ve birçoğu gözaltına alınmıştır. İşçilerin haklı ve insani direnişi baskı altındadır, tam da Abdülhamit dönemini andıran bir durumla karşı karşıyayız.

Yeni havalimanının adı ile ilgili tartışma çok geç başlamıştır. 3 Temmuz 2013’te yeni havalimanının ihalesi yapılırken, 19 Kasım 2013’te sözleşme imzalanırken, 7 Haziran 2014’te temel atılırken, yeni havalimanına Atatürk adının verilmesi gündeme getirilmeli ve çeşitli eylemlerde bulunulmalıydı. Muhalefetteki uyuşukluk ve uyumuşluk, toplumu da uyutmuş ve zamanında tepki veremez duruma getirmiştir. Kaçak sarayda da aynısı yaşanmıştır. Büyük önderimiz Atatürk, bizlere yalnızca toprağımızda ve denizimizde değil, gökyüzümüzde de özgür ve bağımsız yaşamamızı armağan etmişti.

Bu nedenle “istikbal göklerdedir” diyen eşsiz liderimiz Atatürk’ümüzün adının yeni havalimanına verilmesi gerekir.

  • Çünkü Atatürk Türkiye’dir, Türkiye Atatürk’tür.
    ==========================================

    Dostlar,

Yerel seçimler yaklaşırken AKP yönetimi taşra örgütlerine genelge çıkararak Atatürk posterinin mutlaka tüm birimlerde asılmasını emir buyurdu…

Seçim kazanmak zor dostum zor..

Takiyye sınır tanımadan sürüyor.

AKP = Erdoğan‘ın yeni havaalanına ATATÜRK adını vermek istemediğinden kesin olarak eminiz. “Bir umut” yerel seçimlerin yaklaşması. Havaalanının açılışının 29 Ekim’e yetişmeyip 31 Aralık’a kalması, Mart 2019 seçimlerine daha da yaklaşılması..

Bu olay AKP’nin sınavıdır. Hata yapmaması her şeyden önce kendi yararınadır.

Zerrece aklı, vefası ve Atatürk’e saygısı varsa, yeni havalanna çooooooooook doğallıkla ATATÜRK adı verilmelidir, verilecektir.

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kıbrıs’ta Garantörlüğümüzün Müzakere Edilebileceği Yolundaki Haberlere Tepkiler

Kıbrıs’ta Garantörlüğümüzün Müzakere Edilebileceği Yolundaki Haberlere Tepkiler

Onur ÖYMEN

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Basında yer alan bilgilere göre  Yunanistan Dışişleri Bakanı Nicos Kocias yaptığı bir konuşmada “Kıbrıs’ta müzakere masasında artık güvenlik ve garantiler konusu var. Bunu, BM Genel Sekreter’i de İsviçre’deki müzakerelerde kabul etti. Dolayısıyla daha öncekine göre çok daha iyi pozisyondan başlayacağız.” demiş. Geçen yıl İsviçre’nin Crans Montana şehrinde yapılan görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, BM Genel Sekreteri Guterrez, hazırladığı raporda, garantiler sisteminin sürdürülemez olduğu görüşünü dile getirmişti. Türkiye ise daima garantiler konusunun müzakereye açık olmadığını vurgulamıştı. Buna karşılık KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın müzakerelerin Guterrez prensipleri üzerinden sürdürülebileceği yolunda bir açıklama yapması, Türk tarafının garantiler konusunu görüşmeye hazır olduğu izlenimi yaratmış ve bu Türkiye’de tepkiyle karşılanmıştı. 

Nicos Kocias’ın bu kez yaptığı açıklama sanki iki taraf arasında garantilerin görüşülebileceği konusunda bir ön uzlaşmaya varıldığı izlenimi vermektedir. 

Bu konuda Yeniçağ gazetesine verdiğim demeçte özetle şunları söyledim:

Türkiye’nin Londra ve Zürih antlaşmalarından kaynaklanan güvenlik ve garanti hakları müzakere edilemez.Kıbrıs sorununun özünde bu yatıyor. Türkiye, 1974 yılında  Londra ve Zürih antlaşmalarındaki garanti hakkına dayanarak müdahalede bulunmuştur. Garantilerden vazgeçmek demek Kıbrıs’ı Girit gibi teslim etmek demektir. Toprak, garantiler ve oradaki askerlerimizin varlığı, bizim kırmızı çizgilerimizdir. Aksi takdirde Kıbrıs Türklerinin güvenliğini sağlayamayız. Umut ediyorum ki, Türkiye bunu kabul etmeyecektir. KKTC Başkanlığının böyle eğilimleri olduğu yolunda basında haberler çıkıyor. Ancak Türkiye’nin böyle bir çizgiyi kabul etmesi son derece sakıncalıdır. Garantilerden vazgeçilmesi Kıbrıs’ın tümüyle teslim edilmesi anlamına gelir. Bu Rumların ve Yunanistan’ın istemiydi ve BM Genel Sekterinin raporunda da garantilerin müzakere edilebileceği yönünde görüşler vardı ve biz ona çok tepki göstermiştik. 

“ Bu yaklaşım kabul edilirse Kıbrıs’tan asker çekilmesi de gündeme gelebilecektir. O zaman da geriye gerçekten fazla bir şey kalmayacaktır. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan yüzbinlerce soydaşımıza karşı tarihi bir sorumluluğu vardır. Kıbrıs harekatını yapan Bülent Ecevit‘e, ayrıca Rauf Denktaş‘a karşı da manevi sorumluluğumuz var. En kötü durumlarında bile devletler kimi temel çıkarlarından fedakarlıkta bulunamazlar. Yunanistan Dışişleri Bakanının sözlerini sanki Türkiye garantiler konusunu müzakere etmeyi kabul etmiş gibi değerlendirmek yanlış olur. Bu olacak şey değildir. Türkiye’nin bunu kabul ettiğine ilişkin bir işaret henüz yoktur. Umarım ki hiç olmaz. Türkiye’nin böyle bir vahim hatayı yapabileceğine ben ihtimal vermek istemiyorum.”

=====================================
Dostlar,

Çooooooooook kritik koşullar içindeyiz.

Türkiye çok ağır bir iç – dış borç bunalımı içinde AKP = Erdoğan’ın mutlak sorumluluğu ile.
Değil Demirel’in 1965’lerde itiraf ettiği “70 Cent’e muhtacız”; “1 Cent’e” muhtaç durumda..

Böylesi zamanlar Batı emperyalizminin özellikle kurguladığı ortamlardır ve olağan koşullarda ileri süremedikleri her türlü  ağır – kabul edilemez istemlerini masaya koyarlar. Büyük olasılıkla, AKP = Erdoğan ile perde gerisinde “dış kredi” karşılığında böylesine kabul edilemez pazarlıklar yapılıyordur ki; durup dururken kamuoyuna bu haberler sızdırılarak hem kamuoyunun tepkisi ölçülüyor hem de alıştırılıyor..

Dolayısıyla, 16 yıldır ülkeyi Batı ve dinci rantiye adına yağma ve talan eden iktidar; şimdi bunun çok ağır bedelini, iktidarda kalma adına, hayal bile edilemeyecek ödünleri vererek ödemek / ülkemize ödetmek isteyebilir.. Bu çok tehlikeli bir durumdur.

  • Hem AKP iktidarı = Erdoğan‘ı bu kumardan – ihanetten kesin olarak kaçınmaya çağırır,
    hem de tüm Türkiye’yi bu bağlamda son derece uyanık olmaya davet ederiz..

Sayın Öymen’in uyarısını bütünüyle paylaşıyor, destekliyor ve kendisine teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 22 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kıyamet koparan bakan

Kıyamet koparan bakan

Işık Kansu
Cumhuriyet, 22.09.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Milli Eğitim Bakanı dedi ki: “Üstün zekâlı sayısı bizim ülkemizin nüfusu kadar olan ülkeler var dünyada. Bizim kıyameti koparmamız lazım eğitimde.”
Epeydir bindik bir alamete (Katar’dan gelen milyarlık uçak en büyük alamettir), gidiyoruz kıyamete zaten.
Öğretim birliği diye bir şey kalmadı. Her okulda açılan mescitlerle mi, imam okulları ile mi, Ensar Vakfı’nın “değerler eğitimi” ile mi, kızlarla erkekleri ayrı sınıflarda okutarak mı “üstün zekâlı” çocuk yetiştireceğiz?
Ulusal Eğitim Derneği Başkanı Nazım Mutlu, kimi kıyamet izleri belirlemiş, sıralıyor:
♦Erkan Mumcu’yla başlayıp Hüseyin Çelik’le hızlanan, bugüne dek ara verilmeksizin sürdürülen, yandaş sendika üyesi ya da tarikat-cemaat militanı olma dışında hiçbir liyakat ölçüsüne bakılmaksızın yürütülen kadrolaşmaya karşı kaç kez kıyamet kopmuştu.
Avrupa Birliği’ne üye olma heveslerinin zirve yaptığı “yalan rüzgârı” sıralarında ‘kopyala yapıştır’ yoluyla, yerli-yabancı ortaklar eliyle üç ayda çırpıştırılan “küreselleşme” odaklı sözde ders programları (müfredat) konusunda ne kıyametler kopmuştu.
2012’de açık edilen dindar-kindar nesil” amacına uygun, yamalı bohça örneği 4+4+4 düzeneği hazırlanırken gerek TBMM’de gerekse sokaklarda, okul önlerinde kopan kıyametler “arşı âlâ”yı bulmuştu.
Geçen yıl yürürlüğe konan bilimsiz, Atatürk’süz, sanatsız, hurafe ve safsatalarla şişirilmiş sözde ders programlarına karşı da kıyametler kopmuştu.
Milli Eğitim Bakanı, madem “üstün zekâlı çocuk” yetiştirmek istiyor. Kaldırsın gerici müfredatı…
Kaldıramaz ama. Kızılca kıyamet kopar sonra…
O yüzden yalnızca konuşmakla yetiniyor.

Boşbank
Saray’dan yükselen ses: “Siyasi partiler banka kurabilir mi? Hayır, kuramaz.”
Peki, siyasi partiler banka boşaltabilirler mi? Örneklerle sabittir ki, boşaltabilirler.
O işlem, tümüyle serbest piyasa kuralları içine girer.

Liberal sol
Birileri “liberal sol”cu olmakla övünüyor.
Hem liberalizm, hem solculuk çok garip bir bulamaç olmalı:
Adam Smith’çi Marksistlik.  Bireyci toplumculuk.
Tutucu devrimcilik. Gerici ilericilik.
Kısacası: Öküzün altındaki buzağı.

Üs
“Yes be annem”den (yetmez ama evetçiliğin Kıbrıs türlemesi) “Kıbrıs’ta deniz üssü kurabiliriz” noktasına gelmek, dehşetli bir tutarlılık göstergesidir. “Bu dönüşümün gerekçesi ne olabilir?” derseniz. KKTC’yi yok sayan planın yaratıcısı eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın geçen ay ölmesidir büyük olasılıkla. Adamcağıza, sağlığında “Ayıp olmasın” diye “Kıbrıs’tan vazgeçmeyiz” diyemediler. Şimdi, Annan’ın daha toprağı kurumadan, kırkı çıkmadan Kıbrıs’ta Türk üssü kurmaya karar veriyorlar. Ayıptır, günâhtır…

Kimsesizlik
İşçiler, molozlar altında ölüyor. İşçiler, tahtakurusu dolu yataklarda yatırılıyor.
Ve ADD, Atatürk” adının bir kez daha kaldırıldığını duyuruyor:

  • “İstanbul Atatürk Havaalanı genişletilme ve modernize edilme seçenekleri göz ardı edilerek, Cumhuriyetin ilan edildiği gün kapatılmaktadır.” 

Cumhuriyet, (AS: “bilhassa- özellikle”)  kimsesizlerin kimsesi olmaktan çıkmış bir kez.
==================================
Dostlar,

REİS,
16 YILLIK VAHŞİ TALANI TERSİNE ÇEVİRMEYE MECBUR ve MAHKUM!

Cumhuriyet‘in tutarlı – yürekli – katıksız Kemalist yazarlarından biridir sevgili dostumuz Sn. Işık Kansu.. Bu önemli yazısı için teşekkür ederiz kendisine. Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulundaki Genel Yazmanlık (Sekreterlik) görevinde de başarılar diliyoruz elbette.

Sn. Kansu’nun değindiği, bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanı sevgili dostumuz Sn. Nazım Mutlu’nun söz konusu önemli makalesini sitemizde paylaşmış ve altında biz de epey katkı koymuştuk..

2018-2019 Öğretim Yılı Ders Zili Çalarken EĞİTİMDE KIYAMET KOPACAK MI?

Okunmasını dileriz.. (üstünde tıklayınız)

Yüzde 1 milyar kez 1 milyar gereksiz olan İstanbul’daki yeni havaalanı sonsuz bir israf ve yandaşlara uzun onyıllar sürecek rant aktarımıdır.  (3. değil çünkü Atatürk havaalanı kapatılıyor!) Üstelik, Atatürk havaalanı kapatılarak bir taş daha vurulmaktadır.
Yeni havaalanı bir anlamda Atatürk havaalanının modernleştirilmiş – büyütülmüş – yenilenmiş biçimi ise, hiç tartışmasız adı gene İSTANBUL ATATÜRK HAVAALANI olmak zorundadır. Bu bağlamda tartışmaya girmek, seçenekleri tartışmak bile tuzağa düşmek demektir. AKP = Erdoğan hemen kamuoyuna bir açıklama yapmalı ve tartışmayı böylece bitirmelidir. Hazır çoooook zorda ve oyları düşerken Atatürkçü oylara gereksinimi inanılmaz ölçüde iken, “gereğini” yapacak politik feraseti göstermesi kendi yararına olacaktır.

Öte yandan, ülkenin kaynakları – pınarları – akarları kurutuldu.

  • Ulusal servet 16 yılda dinci yandaşların kasalarına ve büyük ölçüde yurt dışına aktarıldı.

Daha açıkçası;

  • Türkiye ölçüsüz bir hırsla soyuldu – talan edildi.
  • Krizin gerçek adı budur ve Erdoğan bu korkunç gerçeğin anlaşılmasından ödü patladığı için canhıraş biçimde algı yönetimiyle “kriz miriz yok” diye kendini paralamakta.

Tulumbada su kalmadı..
Haydan gelen huya gidermiş..
Şimdi, bu muazzam haram serveti yeniden dolaşıma sokun, tulumbaya su verin ki çark dönsün.

Tüyü bitmemiş yetimin, gelecek kuşakların bile nafakaları çalındı, hiç edildi.

  • Milletin “a..” sına resmen ve fiilen kondu, konuyor, AKP kaldıkça da ko-na-cak!

Havuz medyası içi Reis emir buyurmuş ve 600-700 milyon Doları hemencecik atıvermişlerdi “rant efeleri / rant kulları” keseye ve yandaş basın cephesi oluşturulmuştu bu politik rüşvetle.

  • Ülkenin yüzlerce milyar Dolar serveti 16 yılda dinci – kinci rantiyenin cebine indirildi..

Yeniden halka bağışlayın demiyoruz ama hiç olmazsa boool kepçe kamu teşvikleri ile yatırım yapın. Zaten kaynağı sorulmuyor, içeri getirin, ulusal bankalara yatırın ya da siz banka kurun, bu dövizlerin bir bölümü munzam karşılık olarak Merkez Bankasında (TCMB) tutulacağından, dış borç ödemeleri, dış ticaret açığı ve cari açık finansmanında kullanılır. Siz bu bankanızla Devlet tahvili vb. alarak kamuya borç verin haram servetinizle .. TCMB rezervleri dibe vurdu bu arada.

Zaten her yıl 10 milyar Dolardan aşağı düşmeyen ve her nasılsa kaynağı belirlenemeyen (!?) bir kara servet bu ülkeye göz göre göre “net hata noksan kalemi” adı altında hiç utanmadan meşrulaştırılarak ve de kambiyo dengelerinde muhasebeleştirilerek sokuluyor..
****

  • Reis bu “tersine operasyon”a öncülük etmeye ve gerçekleştirmeye zorunlu ve mahkumdur..

Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste..

Anladınız mı efendiler, başka hiçbir kurtuluşunuz kalmadı!

Bumerang gibi dönüp sizi de vurdu!

Sınır tanımayan karunca ve haliyle (sine qua non) haram servetlerinizi tıpış tıpış yeniden ülkeye geri vereceksiniz. Sonra da mahkeme-i kübrada, eğer gerçekten inanıyorsanız, hesabını ayrıca verirsiniz.

  • Bu mazlum vatanı dar-ül harp ilan ederek yıllarca ve hiç acımadan yağma ve talan ettiniz..

Şimdi dağlarca kibirinizi, ölçüsüz hasetinizi, 2’si bir arada nasıl oluyorsa sonsuz dinci-kinciliğinizi, doymak bilmez habis nefsinizi… ayaklarınızın altına alacaksınız; çatlasanız da patlasanız da..

Sizin anlayacağınız dille işte bu “ilahi adaletin” ta kendisi, anladınız mı Türkiye Cumhuriyeti’ nin takiyyeci, ıslah olmaz kadim düşmanları, kötülük toplumu mimarları. Rahman ve rahim olan Allahınız, yeri geldiğinde siz mücrimlere ilahi gazabını da gösteriyor sağolsun.

Sevgi, saygı, derin acı ama hep UMUT ile. 22 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

AMAÇ İŞ BANKASI DEĞİL, BÜYÜK PASTA!..

AMAÇ İŞ BANKASI DEĞİL, BÜYÜK PASTA!..

Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

İş Bankası, bankacılık alanında Türkiye’nin en büyük bankası olmasının ötesinde, birçok büyük şirketin ortağı olarak, aynı zamanda Türkiye’nin en büyük holdingidir.

Atatürk bu bankayı kurarken, “girişimcilere kredi vererek ve gerekirse doğrudan kurucu olarak ulusal sanayinin oluşmasına öncülük etmesini” özellikle belirtmiştir. Bu buyruk doğrultusunda çalışılması nedeniyle cam sektöründen sigortacılığa, gayrimenkulden demir çeliğe ve lastikten tekstile dek Türkiye’nin lokomotifi olan birçok sektörde, İş Bankası iştirakleri önde gelir.

Şişe ve Cam sektöründe Avrupa’nın en büyükleri arasındadır. Soda AŞ, Ortadoğu’nun en büyük soda kuruluşudur.

Şu satırlar Banka’nın web sitesinden alınmıştır:

Finans sektörünün yanı sıra Türkiye’de sanayinin gelişmesine de büyük katkılar sağlayan Bankamız, kurulduğu günden bu yana 294 şirkete iştirak etmiş ve zaman içinde 271 şirketteki ortaklığını devretmiştir. Aralık 2017 itibariyle finans, cam, telekomünikasyon ile sanayi ve hizmet ana gruplarında faaliyet gösteren 23 şirkette doğrudan ortaklığı bulunurken, dolaylı olarak kontrol ettiği şirket sayısı 95’tir.”  Bu siteden şirketler öğrenilir. (https://www.isbank.com.tr/TR/hakkimizda/bizitaniyin/istiraklerimiz/Sayfalar/istiraklerimiz.aspx)

Dolaylı olarak kontrol ettiği şirketler, genellikle kuruluşuna katılmamış ancak verdiği kredileri geri alamayınca ortak olunmuş şirketlerdir. Buna göre toplam 118 şirkete ortaktır.

2015 yılı Haziran ayında yapılan bir törende konuşan Borsa İstanbul Genel Müdürü Tuncay Dinç, “İş Bankası ve halka açık iştirakleri olan 15 şirketin toplam piyasa değerinin 12 Haziran itibariyle 17 milyar dolara ulaşmış olduğunu” bildirmiş ve “halka açık şirketlerimizin toplam değerinin 223 milyar Dolar düzeyinde olduğu düşünüldüğünde, İş Bankası Grubu’nun piyasamız açısından önemi daha iyi anlaşılacaktır” demiştir. (http://www.fortuneturkey.com/is-bankasi-ve-istirakleri-17-milyar-dolar-14580)

Halka açık 15 şirketin 2015’deki piyasa değeri 17 milyar olduğuna göre, geride kalan 103 şirketi de (ki bunların arasında Paşabahçe Cam, Çayırova Cam, Trakya İplik ve Türk Pirelli gibi büyük şirketler var) göz önüne alırsak pastanın büyüklüğü anlaşılır.

İşin ilginci bu holdingin patronu da yok. Atatürk’ün hisseleri dışında en büyük hissedar banka çalışanları, gerisi halka açık.

Amaç Atatürk’ün hisseleri değil. Atatürk’ün hisseleri ile ilgili, vasiyeti gereği Yönetim Kurulu’nda 4 CHP’li üye var ama bu hisselere karşılık verilen paraları zaten AKP kontrol ediyor. “Atatürk, Atatürk” diyerek, ABD’nin buyruğu doğrultusunda AKP iktidarına giden yolu açan Kenan Evren ve diğer Amerikancı generaller, Atatürk’ün vasiyetini çiğneyerek Türk Dil Kurumu’nu ve Türk Tarih Kurumu’nu devletleştirdiler. Şimdi bunlar AKP’nin denetiminde olduğuna göre Banka’dan gelen paralar denetim altında demektir.

Asıl iştah kabartan yukarıdaki büyük pasta.

Devletin elinde satacak bir şey kalmadı.

Cumhuriyet tarihinin tüm birikimlerini haraç mezat sattılar.

Şimdi deniz bitti. Ekonomik kriz kapıya geldi, dayandı.

6 ay sonra da seçim var. Şimdi bu pastadakileri satarak seçime dek günü kurtarmayı düşünüyorlar.

Çin’den 3.5 milyar $ borç aldıkları için sevindikleri, Kuveyt Emiri’nin gönderdiği 20 milyar $ ile ekonominin biraz nefes alabildiği düşünülürse, bu pasta onlara can kurtaran gibi görünüyordur….
=======================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Prof. Dr. Süleyman Çelik kısa ve özlü olarak AKP iktidarının İŞ BANKASI iştahını ve oyunu yazmış sağolsun.

1970’lere koşarken, Başbakan Demirel ünlü “70 sente muhtacız!” tümcesini kurmuştu ve % 65’e erişen belimizi büken bir devalüasyon yapılmıştı. 10 Ağustos’tan bu yana AKP’nin saklamaya çalıştığı devalüasyon %50’yi buldu.. Nerede duracak, belirsiz..

Hazine – Maliye Bakanı Damat Albayrak Yeni Ekonomik Programı (YEP) dün açıkladı (19.9.18). Halka içirilecek acı ilaç belli oldu. Kriz apaçık kabul edilmiş oldu YEP içeriğine göre. Erdoğan -türlü ama anlaşılabilir nedenlerle- “kriz – mriz yok… bunlar manüplasyon..” diyedursun. Uçan kuştan medet umulduğundan, kör kuruşa muhtaç olunduğundan, İŞ Bankası’nın 20 milyar Doları aşan varlığını da Havuza (Varlık Fonu) atarak borç bulabilmek için gerektiğinde ipotek etmek, rehin vermek..

Bu yeni borçlar da ödenemezse İŞ Bankası’nı da alacaklı yabancı sermayenin dişlerinin arasına terk etmek.. Sonrası tam iflas ve Türkiye’ye el konması

İnsaf yahu, el insaf..

İŞ-BANKASI‘ndan pis ellerinizi çekin..

İğrenç emellerinize bu ulusal bankamızı da alet etmeyin..

İŞ BANKASI Cumhuriyetin ve ATATÜRK‘ün Türk halkına ve ekonomisine armağanıdır.

O nedenle yönetim kurulunda, Atatürk’ün kendisinin kurduğu parti CHP‘den 4 üye, güvence amacıyla atanmıştır.  İŞ Bankasından CHP’ye maddi katkı yoktur.

Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna gelir güvencesi sağlanmıştır ileri görüşlülükle.

Laf kalabalığı ve düzeysiz – ucuz polemikle halka tuzak kurarak bu bankayı da Varlık Fonuna aktarıp yutmak vatana ihanetle eşdeğerdir. Şiddetle kınıyoruz!

Sevgi ve saygı ile. 21 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İltihaplı bölge: Idlib

AHMET YAVUZ
Emekli Tümgeneral
Cumhuriyet, 20 Eylül 2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’nin Suriye’ye bakışında varolan ‘Esad’sız olsun’ algısı, Suriye’ye yönelik sürdürülebilir bir politika yürütmesine de engel teşkil ediyor. BM’de temsil edilen, ordusuyla savaşan bir ülkenin geleceğinde Esad’a odaklanmak, ‘miyop’ bir bakış açısı.

Bedeli ağır olacaktır ve ABD’ye yarayacaktır.

Suriye’de devam eden iç savaş önemli değişimlere uğradığı için son gelişmelere odaklanıyor ve başlangıç yanlışlarını gözden ırak tutuyoruz. Oysa meseleyi doğru anlamak ve doğru analiz edebilmek için geride kalanı dikkatten uzak tutmamalıyız.
Suriye’de rejimi değiştirme hayali, üstelik buna emperyalist ülkelerle birlikte girişmek yanlış bir jeopolitik tercihti. Bedelini ödüyoruz. Ödemeye de devam edeceğiz. Yakın ve orta gelecek buna işaret ediyor.
ABD-Batı ile dans önce IŞİD belasını sonra PYD/YPG sürprizini ortaya çıkardı. Kuzey Suriye’de de birleştirilen kantonları… Tabii Rusya’nın müdahil olması ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamayı amaçlaması, işin tabiatını değiştirdi. Bu durum Türkiye’ye yeni hareket alanı yarattı. İktidar, ortaya çıkan bu yeni durumun sağladığı inisiyatif ile duruma müdahale imkânı buldu. Doğru bir değerlendirmeyle “beka” sorununu gördü ve iki kritik hamle yaptı:

Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı.

ABD’nin amacının IŞİD ile mücadele olmadığı ve esas amacının Suriye’yi bölmek, mümkünse Irak ve Suriye kuzeyinde Kürt etnisitesine dayalı bir devlet kurmak olduğu zihinlerde berraklaşınca yeni bir saflaşma yaşandı: Bir yanda ABD-Batı, diğer yanda Rusya-İran-Türkiye ve Suriye…
Kuzey Irak referandumu da bu saflaşmayı belirginleştirdi. Türkiye’nin Irak Merkezi Yönetimiyle ilişkilerini de olumlu kıldı.
Bu süreçte Suriye içinde dört Çatışmasızlık Bölgesi belirlendi. Bunlardan biri İdlib’ti. İdlib’in ana sorumlusu olarak Türkiye bölgede 12 Gözlem Üssü inşa etti. Rusya ve İran da kendi üslerini kurdular.
Bu dört çatışmasızlık bölgesinden üçü Suriye Ordusu ve destekçilerince rejim muhaliflerinden temizlendi. Temizleme elbette kanlı oldu. Ancak kimi görüşmeler sonucu, bu alanlardan bazı terörist grupların ve bölge sakinlerinin de İdlib bölgesine taşınmasına izin verildi. Bu durumun Rusya tarafından bilerek yapıldığı varsayılabilir.

Tahran zirvesi
An itibarıyla Suriye devleti bu bölgeyi temizlemek istiyor. Rusya ve İran da… Ancak Türkiye bunun yapılmasına hem evet hem de hayır diyor. Evet derken mecburiyetten ve kerhen, hayır derken haklı kaygılardan hareket ediyor.
Kerhen evet diyor. Zira 7 Eylül’de Tahran Zirvesi sonuç bildirisinde yer alan “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı” ifadesini reddetmesi halinde Astana sürecinin biteceğini ve yeniden ABD’nin dümen suyuna girmek mecburiyetinde kalacağını biliyor.
Bu bölgede Suriye’nin egemen olmasını da istemiyor. Onun bu bölgeye egemen olması halinde önce Afrin, daha sonra Cerablus bölgelerine basınç yapacağını görüyor.
İdlib’de hemen yapılacak bir operasyona hayır demesi ise çok doğrudur. Zira acele ve hızlı yürütülecek bir operasyonun bedelini en çok Türkiye ödemek durumunda kalacaktır. Yeni bir göç dalgası Türkiye’nin tahammül sınırlarını zorlayacaktır. Bunun yanında terörist grupların sızması olasılığı çok güçlüdür. Türkiye’nin güvenliğine yönelik tehdit ortaya çıkarma potansiyeli vardır. İdlib’e yönelik operasyonun Türkiye’ye maliyet çıkarmadan/ asgari maliyetle yürütülmesi esas alınmalıdır:

  • Zamana yayarak, halkı yerinden etmeden ve El Kaide türevlerini hedef alarak…

Bu nasıl olacak? Yanıtı sahada verilebilir. Masa başında değil. Ancak başarılı bir operasyon için gerek şart, bölgenin Heyet Tahrir Şam (HTŞ) mensuplarının temizlenmesini istemekte samimi olmaktır. Bu sağlanırsa arkası gelecektir.

Esas sorun alanı 
CB Erdoğan’ın Bakü dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı açıklamalar (Gazeteler, 17.9.2018), Suriye rejimini meşru olarak görmediğini bir kez daha ortaya koymuştur. Oysa rejim BM’de temsil edilmekte, ordusuyla savaşmaktadır. Bu bakış açısını değiştirmeden ülke lehine Suriye’de sürdürülebilir bir politika yürütmek mümkün değildir. Zira

  • Türkiye için sorunun kaynağı Suriye’nin bölünmesidir.

Bölmek isteyenler bellidir. PYD devletçiğini kurmakta olan ABD’dir. Ona ancak Suriye devletiyle işbirliği yapılarak dur denilebilir. Oysa Suriye devleti yok sayılıyor. Miyop bir bakış açısıyla Esad’a odaklanıldığı takdirde bedeli ağır olabilecektir. Bu tutum ancak ve ancak Suriye’de ABD’nin işini kolaylaştırır.

Soçi kararları 
Yukarıdaki satırları yazdıktan sonra Soçi Zirvesi’nin kararları açıklandı. Mutabakat sağlanan konulara girmeden Rusya-Türkiye işbirliğinin devam ediyor olması ve CB Erdoğan’ın esas sorun alanı olarak Fırat doğusunu işaret etmesi kıymetlidir. İran’ın da devre dışı kaldığı anlaşılıyor.
Silahlardan arındırılmış bölgeler oluşturulması, Rusya ve Türkiye’nin ortak devriyeler icra edecek olmaları kamu düzeninin sürdürülmesi açısından yerinde bir önlemdir. Olası bir göç dalgasının şimdilik önüne geçilmesi büyük kazançtır. Öngörüldüğü gibi 15 Ekim’den sonra ağır silahların tasfiyesi konusunun nasıl yapılacağı önemli ölçüde Türkiye’nin üstleneceği bir sorumluluk gibi duruyor. Bunun nasıl yapılacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. İltihap kurutulabilecek mi, yoksa üstümüze mi sıçrayacak; süreç gösterecek.
===============================

Teşekkürler Sn. E. Tümg. Ahmet Yavuz Paşamız..

Dengeli, ağırbaşlı, ölçülü bir değerlendirme.
Doğrusu biz çok kaygılıyız..
Dünyanın değişik bölgelerinden, Haçlı Seferi yaparcasına Suriye’de rejimi çökertmek üzere paralı militan savaşçı – cihatcıları büyük ölçüde topladınız.. Eğitip donattınız, aylık bağladınız, sağlık hizmeti verdiniz.. Bir tür Muaviye ordusu kurdunuz, kurdurdunuz Alevi Esad’a karşı!
50 bini aşkın terörist savaşçı ağır silahlı. ve köprüleri atmış durumdalar. Dönecekleri  yer yok!
Bu adamlar yer yarılıp da yerin dibine mi girecekler?
Türkiye, AKP = Erdoğan’ın başından beri olağanüstü yanlış politikalar zinciri ile bu çıkmaza sürüklendi. Bu ücretli teröristler ülkelerine dönmek istemiyor, yargılanabilirler.
Suriye’de kendilerinin imhasına göz yumacak da değiller..
Vuruşmak zorunda kalırlarsa bu TSK’nın çok sayıda can yitiği demek değil midir?
Suriye – Rusya – İran bunları temizlemek istiyor, İdlib’de göçten korkuyorsunuz bir yandan, bir yandan cihatçılarınızı / teröristlerinizi koruma derdindesiniz. Makasta kaldınız, suçüstü yakalandınız! Uluslararası hukuku kezlerce ve çok ağır biçimde çiğnediniz, kan döktünüz, suç işlediniz.
Ayıklayın bakalım pirincin taşını Mehmetçiğin kanını dökmeden, Türkiye’ye yeni ve ağır faturalar çıkarmadan.. Ne mümkün!

  • Yanarız ki;
  • “İdlib’te çıkarılacak kontrolllü sıcak çatışma” ile (tabii kontrol altında tutulması sürdürülebilirse!) içeride yaşanan yakıcı – yıkıcı ekonomik bunalım maskelenmeye çalışılabilir bir de.. Vah Türkiye’m vah!

Sevgi ve saygı ile. 21 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Gökhan Hotamışlıgil’e mükemmel bir ödül

Gökhan Hotamışlıgil’e mükemmel bir ödül

Orhan Bursalı

25 yıldır kendini metabolik – kompleks hastalıklar konusuna adamış ve bu bağlamda obezliği bu hastalıkların odağına oturtmuş ünlü bilim  insanımız Prof. Gökhan Hotamışlıgil’e hakkettiği büyük ödül verildi: Avrupa Diyabet Araştırmaları Derneği (EASD) ve Novo Nordisk Vakfı Mükemmeliyet Ödülü
Hotamışlıgil, 25 yıllık özverili çalışmaları ve bu çalışmaların diyabet ve obezlik konusunda önemli yeniliklere, farkındalıklara yol açmış olması ve yeni bilimsel araştırmaları tetiklemesi nedeniyle, alanında en büyük ödüllerden biri verildi..

Bir baş belası hastalık 
Diyabet ve obezite tam bir baş belası. Diyabetle dünyada en az 425 milyon insan, obezite ile de 650 milyon insan, yani toplarsanız, dünyada en az 7 insandan 1’i cebelleşiyor. Obezite ve diyabeti, yalnızca obezite ve diyabet olarak görmeyin, bu ikili, kalp hastalıklarından tutun çok sayıda başka hastalıkları geliştiriyor. 
Özellikle obezitenin, “kalp”, kalp-damar hastalıkları, diyabet, karaciğer yağlanması gibi hastalıkları da geliştirdiği biliniyor. 
Hotamışlıgil, gönderdiğim kutlama iletisine verdiği yanıtta, bu hastalıklara artık son zamanlarda astım, demans ve kanser gibi, obezite ile ilişkisi yeni fark edilen hastlalıkların da eklendiğini belirtiyor. Yani obezite, aşırı kiloluk durumu, tam bir baş belası ve ölümcül hastalık etkeni, kaynağı, yuvası!

Yenilikçi ve çığır açıcı araştırmalar 
Bu tür ödüller, yenilikçi araştırmaları teşvik amacını da taşıyor ve kendi alanında çığır açıcı araştırmalara imza atanlara veriliyor. Ödül gerekçelerinde de bu vurgulanıyor: 
“Bugüne kadar gerçekleştirdiği çalışmalar, yaygın ve karmaşık hastalıkların genetik mekanizmaları ile yeni tedavi yöntemleri üzerine odaklanan ve çok yeni bir alan olan immunometabolism’de çığır açıcı yeni bilgilerin edinilmesine yol açtı. Keşifleri, metabolik hastalıkların anlaşılması ve tedavi edilmesinde kullanılan mevcut yaklaşımları oluşturdu. Ayrıca 100’den çok öğrenci ve bilim insanını eğitti ve yol gösterici oldu… olağanüstü çalışmaların sahibi ve çığır açıcı katkılar yaptı..”

‘Sana mantıklı geliyor mu?’ 
Gökhan Hotamışlıgil, uzun yıllardır tanıdığım ve çok yakından izlediğim bir bilim insanı. 25 yıldır büyük bir adanmışlıkla sürdürdüğü çalışmaları, en üst düzeyde bilim dergilerinde yayımlandı. Bana obezite-metabolik hastalıklarla enflamasyon arasındaki ilişkiyi ve döngüyü çizerek anlattığı ve büyük bir alçak gönüllülükle “Ne diyorsun, sana mantıklı geliyor mu?” diye yönelttiği sorusunun da aramızda gülüşmelere yol açtığı zamanlardan, şimdi vardığı sonuçlar arasında bir uzun mesafe koşucusunu görüyorum. Bu ödül, bu koşuda önemli bir merhale.

Daha büyük ödüllerin kapısı 
Süren koşusunda daha büyük kesin sonuçlara ulaşması durumunda, çalışmalarının, şimdiki ödülünü aşacak daha büyük bilim ödülleriyle taçlanacağını biliyorum. 
Hotamışlıgil, ödülü öğrencileri, asistanları ve meslektaşları adına aldığını belirterek hepsinin sıra dışı özverisini övüyor ve “ilkokuldan bu yana bana yol gösteren ve hayatımda büyük etkileri olan olağanüstü öğretmenlerim ve akıl hocalarımın yanı sıra, 25 yıl boyunca çalışmalarımıza cömertçe destek sağlayan herkese minnettarım.” diyor.

Bilimsel başarımlarına bakın: 
25 yıllık odaklanmanın bilimsel sonuçları da büyük tabii ki. 302 bilimsel yayın. Yüzlerce konferans. Akademilere üyelikler. Kitap bölümleri. Google Scholar indeksine göre, bilimsel araştırmalarına verilen 80.304 referans, yine bir başarım göstergesi olan h-indeksi 101. 
Bu göstergelerde dikkatimi çeken bir nokta da şu: Bu referansların yarısından çoğunu, 41.000’den fazlası son 5 yıl içinde almış. 101 h-indeksinden 75’ini de… 
Bu şu demek: Araştırmaları giderek daha dikkat çekici bir ivme kazanıyor ve bilim insanlarınca kullanılıyor. 
Yolu açık olsun..
===================================
Dostlar,

Biz de meslektaşımız Prof. Gökhan Hotamışlıgil‘in tıp bilimine anlamlı katkılarından övünç duyuyoruz. Dileyelim, temel bilim düzeyinde erişilen yeni bilgiler tıp uygulamasında da karşılığını bulur ve insan – toplum sağlığına somut katkısı olur..
Ek olarak da, Sn. Hotamışlıgil önümüzdeki yakın erimde NOBEL Tıp Ödülüne uzanır..
Sn. Prof. Aziz Sancar’dan sonra göğsümüz ne çok kabarır..

Bu arada, bu tür gelişmeleri ve haberleri sürekli, bitmeyen bir emek ve sabırla izleyen ve yazarak paylaşan sevgili dostumuz Orhan Bursalı‘ya da teşekkür borçluyuz.

25 yıl dolayında “Cumhuriyet BİLİM TEKNİK” dergisini her Cumartesi yayınlayan Sn. Bursalı! Dileriz Cumhuriyet’in yeni yönetimi “Cumhuriyet BİLİM TEKNİK” i yeniden sahiplenir. Sn. Bursalı, birçok güçlükle boğuşarak son birkaç yıldır HERKES İÇİN BİLİM TEKNİK Dergisini her Cumartesi kişisel çabasıyla yayınlıyor; saygı ile selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 21 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AÜTF D5 Dersi : KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı

AÜTF D5 Dersi :
KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı

Sevgili AÜTF Dönem V Öğrencilerimiz,

Sizlere 1 ders saati sunduğumuz “KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı” dersimizin
güncellenmiş yansılarını pdf olarak aşağıda paylaşıyoruz..

Bu konu, salt teknik düzeyde tıbbi bağlamda ve daraltılmış olarak Halk(ın) Sağlığı – KüreselleşTİRme bağlamını kavramak açısından değil fakat genel ölçekte söz konusu KüreselleşTİRme süreçlerinin “ne mene bir şey” olduğunu kavramak bakımından da önemlidir. Çok yalın ve çarpıcı olarak, kısadan vurgulamak gerekirse, denklem çok nettir ve matematiksel kesinliktedir : KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm = ABD hegemenonyası… Dolayısıyla 21. yüzyılı kavrayabilmenin anahtarı söz konusu çarpıcı denklemin adamakıllı kavranmasına bağlıdır.. Salt iyi bir hekim olmak için değil;

– bir yurtsever, bir dünyalı ve
– giderek BEYİN İĞFALİNE uğrayarak zavallılaştırılmış – teslim alınmış, 
– “insansı” bir bir Dünyalı.. olma yıkımından korunma için sizlere bir reçete olacaktır bu notlar.. 20 yılı aşkın bir süredir lisans ve lisansüstü düzeyde veregeldiğimiz bu dersin yansılarının bu göz ve bilinçle değerlendirilmesinde büyük yarar olduğunu düşünüyoruz..

Sağlık hizmetleri her toplum için yaşamsal ve vazgeçilmezdir. Bu hizmetler de öbür kamu hizmetleri gibi yerel – uluslararası sermayenin eline geçmektedir. Küreselleşme sürecinde asıl olan ülke halkının sağlığı değil, bu alanda da kapitalizmin tunç yasası gereği en üst düzeyde kârdır (kâr maksimizasyonu!) Ülkemiz, dış güdümlü sağlık politikalarıyla sağlık hizmetlerini özelleştirmeye zorlanmaktadır.

Genel sağlık sigortası;
PRİM = EK VERGİYE dayalı ahlaksız bir soygun düzenidir!
GSS sizin sağlığınızın değil sermayenin kârının sigortasıdır!
ŞEHİR HASTANELERİ soygun – talan düzeninin aracıdır!

Türkiye’miz bu süreçte giderek daha çok sağlık harcaması yapmakta ancak o ölçüde sağlıklı bir toplum olamamaktadır. AKP’nin Haziran 2003’te başlattığı Sağlıkta Dönüşüm tuzağı – masalı ile yüzlerce milyar $ ulusal servetimiz yerli – yabancı sermayenin kasasına aktarılmıştır. Bu açık ve iğrenç bir post-modern sömürüdür ve kabul edilmesi de sürdürülmesi de olanaksızdır. Kuşku yok, tıp dışından okuyuculara da rahatlıkla hitap edebilecek bir içerik kurgulanmıştır.

Ülkemizin, geçtiğimiz yüzyılın başında emperyalizmin pençesinden Büyük ATATÜRK sayesinde çok ağır bedellerle kurtuluşumuzun üzerinden yüz yıl bile geçmeden ve tek kurşun bile atmadan yeniden emperyalizmin, Mustafa Kemal Paşa‘nın nitelemesiyle

  • Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizmle mücadele etmeyi MESLEK edinmiş insanlarız….”

Bu 2 kadim düşmanın pençesine bir kez (son kez!) daha düşülmemesi temel dileğimizdir.
Bunun sonu YENİ SEVR‘dir! 215 yansıyı (13,3 MB) görmek için lütfen tıklar mısınız??

Sınavda ilk 91 yansıdan sorumlusunuz. Sonrakiler ek bilgi amaçlıdır.

KuresellesTIRme_ve_Halk_Sagligi

Sevgi ve saygı ile. 20 Eylül 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Not : Daha önce AÜTF Dönem VI’da 4 saat süreli verilen daha kapsamlı 2 dosyanın erişimi :
KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi-1
KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi-2

KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı / Globalisation & Public Health


Yine AÜTF D3’te 1 yarıyıl boyunca 30 saat süreli verilen
SEÇMELİ KÜRESELLEŞME VE HALK SAĞLIĞI dersimizin yansıları ise 3 dosya olarak aşağıdaki erişkelerden çağrılabilir :

1_KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi
2_KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi
3_KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi
http://ahmetsaltik.net/2014/03/19/secmeli-kuresellesme-ve-saglik-dersi-yansilari-autf-donem-3-2013-14/

2018-2019 Öğretim Yılı Ders Zili Çalarken EĞİTİMDE KIYAMET KOPACAK MI?

2018-2019 Öğretim Yılı Ders Zili Çalarken
EĞİTİMDE KIYAMET KOPACAK MI?

Nazım MUTLU
Ulusal Eğitim Derneği ve Öğretmen Dünyası Dergisi adına
17.09.2018, Ankara

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yeni öğretim yılına, göreve 8 Temmuz günü atanan “Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’tan Beklentiler Yılı” desek yanlış olmaz.

Kimi toplantı ve televizyon izlencelerindeki konuşmalarıyla, basına verdiği demeçlerle böyle bir sonucun oluşmasını sağlayan Sayın Selçuk, en son 8-9 Eylül günleri İstanbul’daki “2023’e Doğru Türk Eğitim Sistemi” konferansında yaptığı açış konuşmasındaki Eğitimde kıyameti koparmamız lazım çıkışı ses getirmişti. Bu konuşmasının başlığının “Yusuf’un hakkını vermek” olduğunu söyleyen Selçuk, “Bizim Yusuf’un hakkını vermemiz  lazım. Eğitim meselesini çok uzun yıllardır dava edinmiş, üzerinde düşünmeyi görev addetmiş birisi olarak Yusuf’un hakkını çok önemsiyorum.” da dedi.

Bu toplantının adına “Bulma Konferansı” dediklerini de ekleyen Milli Eğitim Bakan Selçuk, bunun asimetrik bir düşünce olması için yapılmadığına dikkat çekerek, “Bu toplum Katip Çelebi’den beri arıyor. 1610’lardan beri arıyor. Artık bulalım..” dileğinde de bulundu.

“Araştırma, sorgulama akıl ve kalp için buradayız. Eğitim, antropolojidir. Nörobilimdir. Biyolojidir. Eğitim ilahiyattır, felsefedir. Eğitim sadece ‘eğitim’ değildir. Sadece eğitim olursa kısır kalır. (…) Bir şey yapmak lazım. Dahi sayısı, üstün zekalı sayısı bizim ülkemizin nüfusu kadar olan ülkeler var dünyada. Başka bir rekabet var. Başka bir bilim ve teknoloji var dünyada. Bizim kıyameti koparmamız lazım eğitimde. ‘Bir şey yapmak lazım’ın ötesinde kıyameti koparmamız lazım.”

Öyleyse Sayın Selçuk’un burada özetlenen saptama ve dileklerine katkıda bulunalım.

“Kıyameti koparmak” hakkında

Sayın Selçuk, şimdi sizin oturduğunuz koltukta daha önce oturan kişiler zamanında eğitimle ilgili irili ufaklı sayısız kıyamet kopmuş, koparılmış; ancak özellikle Cumhuriyet Devrimlerinden, Aydınlanma düşüncesinden, bilim ve sanattan intikam alma güdüsüyle yola çıkan ve tam bir militan iştahıyla güç zehirlenmesi yaşayan bu kişiler kulaklarına beton dökmüş, gözlerine kara perde çekmiş, dolayısıyla o sırada kopan kıyamet çığlıkları bir kulaklarından girip öbüründen çıkma şansı bile bulamamıştır.

Erkan Mumcu’yla başlayıp Hüseyin Çelik’le hızlanan, bugüne dek ara verilmeksizin sürdürülen, yandaş sendika üyesi ya da tarikat-cemaat militanı olma dışında hiçbir liyakat ölçüsüne bakılmaksızın yürütülen kadrolaşmaya karşı kaç kez kıyamet koptu, sizinkiler oralı bile olmadı.

Sizin Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığınız döneminde, Avrupa Birliğine üye olma heveslerinin zirve yaptığı “yalan rüzgârı” sıralarında görücüye çıkarılmış kız gibi ülkeyi birilerine beğendirmek amacıyla ve ‘kopyala yapıştır’ yoluyla, yerli-yabancı ortaklar eliyle üç ayda çırpıştırılan “küreselleşme” odaklı sözde ders programları (müfredat) konusunda ne kıyametler kopmuştu bilseniz… Ama ne siz duydunuz o yıllardaki “güç bizde artık” çılgınlığı içinde ne de o günkü amirleriniz duydu.

2012’de açık edilen “dindar-kindar nesil” amacına uygun, yamalı bohça örneği 4+4+4 düzeneği hazırlanırken gerek TBMM’de gerekse sokaklarda, okul önlerinde kopan kıyametler “arşı âlâ”yı buldu, ama Cumhuriyete, bilime, laik eğitime karşı ezelden şerbetli öncülleriniz o sırada akşam yemeklerinde buluşup zaferlerini kutlama partileri arasında bunları duymadılar, duyamadılar.

Geçen yıl yürürlüğe konan bilimsiz, Atatürksüz, sanatsız, hurafe ve safsatalarla şişirilmiş sözde ders programlarına karşı kopan kıyametler çok taze. Siz şimdi Eğitim, antropolojidir. Nörobilimdir. Biyolojidir. Eğitim ilahiyattır, felsefedir” diyorsunuz ya, bu dediğinizi sözle, yazıyla binlerce kez anımsattık ama selefiniz İsmet Yılmaz, yaptıklarını “dünyanın en bilimsel ders programı” diye tanımlayıp çıktı işin içinden. Bununla ilgili kıyamet koparma süreci hâlâ bitmiş değil. Siz şimdi Bakansınız, yetki sizde, buyurun, kaldırın bu “müfredat”ı, kıyameti koparmakta içtenlikli iseniz…

“Yusuf’un hakkı” hakkında

 “Yusuf’un hakkını vermek gerek” diyorsunuz. Bu “hak” konusunda verilecek çok örnek var ama sözü unutmamak için bir tanesiyle yetinelim. Şu tablo, MEB’in 2017-2018 verilerinde yer aldı:

 Ne acıdır ki MEB, 16 yıldır bu ve buna benzer verilere hiç bakmadı, başarısızlığı bağıra bağıra anlatan sayıları önüne koyup bir güne bir gün “Bu ne iştir, biz ne yapıyoruz?” demedi. Bu tabloya iyi bakın ve şimdi başında bulunduğunuz köklü kurumun hangi politikalarla 1 milyon 675 bin çocuk ve genci okul dışında tutmayı başardığını bulun, bulmakla yetinmeyip onları okulla buluşturun Sayın Selçuk. “Yusuf’un hakkı” da “Ayşe’nin hakkı” da böyle bir kararlılıkla ödenir ancak.

Buna ek olarak, toplumsal yaşamın doğal gerekliliği nedeniyle bir bütünü oluşturan Yusuf ile Ayşe’nin aynı okulda, aynı sınıfta eğitilmesine savaş açıp “karma eğitimi” hedef tahtası yapan Ortaçağ artıklarına karşı da az kıyamet koparmadık, ama dinleyen kim! En yetkili makamın sahibi olarak bu ilkelliğe bir çift sözünüz olmaz mı acaba?

“Kâtip Çelebi’den beri” hakkında

“Bulma Konferansı”nızda “Bu toplum Kâtip Çelebi’den beri arıyor” diyorsunuz ya… Elbette “aramak”, yaşamın gerektirdiği sürekli bir eylemdir. Bilimde “iyi”nin, “doğru”nun sonu yoktur. Hep öyle olacaktır. Ama örneğin, dönüp kendi eğitim tarihimize baksanız bir… Baksanız ve neleri, bırakalım kendimizi, dünyaya örnek olmuş ne modelleri bulmuş, uygulamışız, bunları görseniz. Görseniz, bunların Karşıdevrim iktidarlarınca nasıl yok edildiklerini söyleseniz, sonra da “Olan olmuş, bundan sonra bütün deneyimlerimizden yararlanarak daha iyisini bulacağız” diyebilseniz keşke…

Sonuç olarak…

Eğitimde içinde bulunduğumuz durumu anlatmak için verilecek çok örnek var. Madem bir “bulma” derdimiz var, bulunacak en temel varlığın “gerçek” olduğunu, yıllardır üretilmiş yalanlarla görünmez olan “gerçek”i bulmamız gerek önce. Okula başlayan yaklaşık 25 milyon çocuk ve gencimiz için önce “gerçek”te buluşalım Sayın Bakan, sonra “doğru”ları hep birlikte, “bilimin kılavuzluğu”nda bulalım.

  • Hurafenin, dinsel inançların, buna destek için de paranın merkeze alındığı bir bakışla eğitimde ne gerçeği bulabiliriz ne doğruyu.
  • Dolayısıyla sözünü ettiğiniz kıyamet de kopmaz.

Öğrencilerimizin, öğretmen ve velilerimizin yeni öğretim yılını bu düşüncelerle kutlarız.
=================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği ve sürdürümcüsü (abonesi) olduğumuz Öğretmen Dünyası Dergisi adına, sırasıyla Genel Başkan ve Genel Yayın Yönetmeni sıfatlarını kullanmadan bu makaleyi yazan çok değerli dostumuz, on yılların yetkin, özverili ve yürekli Eğitim emekçisi Sn. Nazım Mutlu‘yu kutluyoruz.

Sn. Bakan Selçuk’a verilen krediler henüz tükenmedi, umutlar sürüyor ihtiyat içinde. Göreceğiz. Çok zaman almaz, Sn. Mutlu’nun bu makalesinde dillendirdiği alanlarda Bakan Selçuk’un alacağı tutum turnusol kağıdı işlevi girecektir.

Ne var ki; tepedeki adam Erdoğan tek ve mutlak belirleyici!

Sorunların sonsuzluğu karşısında ne ölçüde hepsine egemen olabilir ve inisiyatifi Bakanlara -gerçekte Sekreterlerine- bırakmak zorunda kalır, onu da göreceğiz. Bakan Selçuk’un arkasında oluruz gerçekten “Eğitimde kıyamet koparacak” ama ÇAĞCIL – BİLİMSEL adımlar atarsa. Değilse biz Aydınlanmacılar “Eğitimde kıyamet koparacak” savaşımımızı (mücadelemizi) sürdüreceğiz. Çünkü biz hem haklıyız hem de hancı!

Şimdiden balonları uçurmak düş kırıklığına yol açabilir..

Bu arada; anababalar da çocuklarının LAİK – BİLİMSEL – AYDINLANMACI – AKILCI – SORGULAYICI… eğitim alabilmeleri için “kıyameti koparmalı”!

Kitaplar, ödevler, çocuktaki gelişim… dikkate alınarak;

  • Resmi okul müfredatı karşısında etkin bir ev – aile eğitimi seçeneği yaşama geçirilmeli..
  • Gönüllü eğitim kooperatifleri kurularak buralarda eğitimdeki gerici – yobaz – dinci karşıdevrime direnilmeli. Eğitim sendikaları halkımıza bu süreçte öncülük etmeli..

Sevgi ve saygı ile. 19 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Ulusal Eğitim Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com