Etiket arşivi: Türkiye Barolar Birliği

AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİNE VERİLEN İZİNLER ONAYLAR HUKUKA AYKIRIDIR

AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİNE VERİLEN İZİNLER, ONAYLAR HUKUKA AYKIRIDIR

http://d.barobirlik.org.tr/2018/20180403_cevrevekentbasin.pdf  03.04.2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu, Akkuyu Nükleer Güç Santraline ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Akkuyu Nükleer Güç Santralini bilimsel ve objektif ölçütler ışığında değerlendirmeden, açılmış davaların sonuçlanmasını beklenmeden, projenin eleştirilmesi bile yasaklanarak varılacak noktada toplumumuz için doğru olanı bulmak mümkün olmayacaktır. Devlet, yurttaşlarına sağlıklı bir çevrede yaşama ortamı sunmakla yükümlüdür (AS: Anayasa md. 56) Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının sağlanması için halkın sağlığı, hukuk kurallarının üstünlüğü, insan haklarına saygı, halkın kararlara demokratik katılımı sağlanarak oluşacak çerçevede her proje için ÇED süreçleri işletilmeli, kamuoyu bilimsel bilgiler ışığında aydınlatılmalıdır. Çevrenin doğanın korunması ve sağlıklı yaşamamızın sağlanması ön plana alınmalıdır.”

Davacıları Türkiye Barolar Birliği, Adana Barosu, Ziraat Mühendisleri Odası, Adana Tabip Odası, Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri (Adana-Mersin-Hatay-İskenderun-Tarsus-Samandağ-Erzin Çevre koruma dernekleri) ve Sabahat Aslan olmak üzere, Akkuyu Nükleer Santralinin üretim lisansı iptali davasını EPDK “ya karşı 07.09.2017 günü Ankara 18. İdare Mahkemesinde açtık. Aynı davacılar olarak 07.09.2016 ‘da EPDK’ya karşı açmış olduğumuz Akkuyu Nükleer Santrali önlisans iptal davası ise Ankara 12. İdare Mahkemesi tarafından reddedilmiş ve istinaf yoluna başvurmuştuk. Bu davada istinaf mahkemesi red kararını lehimize kaldırmış bulunmaktadır. ÇED süreçlerine ilişkin gerek yurttaşların gerekse meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının açmış olduğu çeşitli davalarda devam etmektedir. Ancak, gelinen aşamada Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne dair tüm idari süreçler iç hukukumuza göre değil dış politikamıza göre belirlendiği anlaşılmaktadır. 2014 yılında Rusya Devlet Başkanı Putin’in ziya-reti sırasında alelacele Çevresel Etki Değerlendirmesi (AS: ÇED)  olur belgesi verilmişti. Şimdi de 1. reaktörün inşaat lisansı verildi. Bütün izinler Akkuyu Nükleer Güç Santraline ilişkin tüm idari süreçler Rusya – Türkiye arasındaki ilişkilere göre belirlenmektedir.

  • Türkiye Cumhuriyeti Anayasası hükümlerinin Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesinde uygulanmadığının göstergesidir. Bu, kamuoyunda ciddi bir güvensizlik oluşturmaktadır.

Zira ÇED’in hukuksal denetimi henüz sonuçlanmamıştır. Bu santrale karşı  açılmış davalar şu an temyiz aşamasında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulundadır. Bu gün (03.04.2018) yapılacak olan temel atma töreni aslında hukuksal süreçlerin önünü tıkamaya yönelik ve hukuksal denetimi etkisiz hale getirmeye yönelik, oldu bittiye getirmeye yönelik bir girişimdir. Kaldı ki, geçtiğimiz yıl Aralık ayında temel atma töreni yapılmıştı. Bu bir anlamda politik bir kampanya malzemesi yaratmak, öbür yandan da bu projeye ilişkin yapılacak itirazların demokratik tepkilerin önüne geçmeyi planlamaktır. Mersin Valiliğinin yasaklama kararının da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir. Valiliğin böyle bir yetkisi yoktur. OHAL rejimi olsa da temel hakların bu şekilde keyfi şekilde sınırlandırılması, ortadan kaldırılması kabul edilemez.

  • Akkuyu NGS’nin yapımı, inşası ve hazır edilmesi için varolan hukuk kuralları bile uygulanmamaktadır.

İç içe geçmiş birbirine bağlantılı projelerle planlanan Akkuyu NGS kapsamındaki bazı üniteler ve tesisler ise ÇED süreçleri ayrıştırılmıştır. Akkuyu NGS projesinin tümü için tek ÇED Süreci işletilmemiştir. Halk sağlığı açısından en önemli hususlar Nükleer santralden kaynaklı atıkların denetimi, yönetimi, depolanması, bertarafı gibi işlemler ile taş ocaklarına ilişkin ÇED süreçleri tamamlanmamıştır. Akkuyu NGS kapsamındaki tesislerin birbirinden ayrı ÇED süreçlerine tabi tutulması, entegre projenin her bir tesis ile artan ve çoğalan etkisinin saptanmasını engellemek amaçlıdır.

  • Akkuyu nükleer santrali ülkemiz ve tüm Akdeniz havzası için büyük tehlike oluşturmaktadır:

    – Jeoloji biliminin son bulgularına göre Akkuyu nükleer santral sahası aktif bir fay hattı olan Kuzey Anadolu Ecemiş Fay hattının bitim noktasının 30 km batısındadır. Her 10.000 yılda bir 7 şiddetinden büyük yıkıcı deprem geçiren Kuzey Anadolu Ecemiş Fay hattında son 17.000 yıldır yıkıcı deprem olmamıştır ve bilim insanlarına göre bu hareketsiz dönem her an sona erebilir. (Bkz. Aktif Tektonik Araştırma Grubu 5. Toplantısı Bildiri Özetleri, 15/ 16 Kasım 2001, Ankara / Ecemiş Fayı Üzerinde Paleosismolojik Kazı Çalışmaları, Prof. Dr. Hasan Çetin, Çukurova Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği)

    – Bölgede her an olabilecek 7 şiddetinden büyük yıkıcı bir deprem, Fukuşima nükleer felaketinin sonuçlarını akla getirmektedir.

    – 2011 yılında Japonya’daki deprem sonrası Fukuşima nükleer felaketiyle Pasifik Okyanusuna her gün 300 ton radyoaktif su karışmış, radyasyon nedeniyle Okyanusun karşı kıyısındaki Kanada kıyılarında balıkların solungaçlarından – gözlerinden kan gelmeye, deniz yıldızları radyasyon nedeniyle parçalanmaya başlamış (Bkz. http://countercur rentnews.com/2017/05/ fukushima-japanese-government-guilty-ofdestroying-pacific-ocean/), FUKUŞİMA NÜKLEER FELAKETİ SIRASINDA SANTRALDEN 160 km UZAKTA OLAN AMERİKAN RONALD REAGAN SAVAŞ GEMİSİNİN 5000 KİŞİLİK MÜRETTABATI İÇİNDEN 2000 ASKERDE 1 YIL İÇİNDE KÖRLÜK, TİROİT KANSERİ, TESTİS KANSERİ, LÖSEMİ, BEYİN TÜMÖRÜ GİBİ HASTALIKLAR GÖRÜLMEYE BAŞLANMIŞ, FUKUŞİMA’DA DENİZDEN ALINAN BALIK ÖRNEKLERİNDE SAĞLIĞA ZARARLI SINIRDAN 258 KAT ÇOK  RADYASYON ÇIKMIŞTIR. (//yesilgazete.org/blog/2017/06/30/fukusima-nukleer-felaketinin-birdiger-kurbani-abd-donanma-murettebatina-abd-icinden-yargi-yolu-acildi/)
    FUKUŞİMA VE ÇERNOBİL NÜKLEER FELAKETLERİNDEN SONRA NÜKLEER ENDÜSTRİ DE NÜKLEER KAZA RİSKİNİ İNKAR EDEMEMEKTEDİR. Davacılardan Türkiye Barolar Birliği tarafından açılan Danıştay 14. Daire -2014 / 11695 E. sayılı Çevresel Etki Değerlendirme Raporunun iptali dava dosyasında, 05.12.2016 tarihinde Akkuyu’daki keşifte bilirkişilerin ve tarafların sorularını cevaplayan Rus proje direktörü yetkili,

  • Her nükleer santralde kaza riski vardır. Siz ticari risk satın alıyorsunuz.” demiştir.

– DÜNYA ve TÜRKİYE KÜRESEL ISINMA – İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SÜRECİNİN YOL AÇTIĞI EKOLOJİK FELAKETLER İÇİNDE SAVURULURKEN NÜKLEER SANTRALLE-RİN ATIKLARI VE YAKITLARI ÜLKEMİZ VE TÜM İNSANLIK İÇİN BÜYÜK TEHLİKE OLUŞTURMAKTADIR. Nitekim 300 milyar $ zarara neden olan Irma kasırgası nedeniyle ABD Turkey Point santralini nükleer felaket tehlikesine karşı önlem olarak kapatmıştır. (https:// www.reuters.com/article/us-storm-irma-fpl-nuclear/fpl-shut-one-reactor-atflorida-turkey-point-ahead-of-irma-idUSKCN1BL0MD) Türkiye Barolar Bir-iği tarafından açılan Danıştay 14. Daire -2014 / 11695 E. sayılı Çevresel Etki Değerlendirme Raporunun iptali dava dosyasında Prof. Dr. Hayrettin Kılıç imzalı uzman görüşünde, inşası planlanan Akkuyu Nükleer Santralinin atıklarının ve yakıtlarının nükleer santral sahasında 60 yıl boyunca bulundurulacağı açıkça belirtilmiştir. Öte yandan 12 Temmuz 2017’de Lüksemburg’un 2 katı büyüklüğündeki buzul parçasının Güney Kutbundan kopması ise küresel ısınma nedeniyle deniz düzeyinin yükselme ihtimali bulunan gezegende, içindeki atık ve yakıtlarıyla yanı başımızdaki nükleer santralin ölümcül bir tehlike anlamına geldiğini göstermektedir. (https://www.theguardian.com/world/ 2017/jul/12/ giant-antarcticiceberg-breaks-free-of-larsen-c-ice-shelf)

İdare, Akkuyu Nükleer Güç Santralini bilimsel ve objektif kriterler (AS: nesnel ölçütler) ışığında değerlendirmeden, açılmış davaların sonuçlanmasını beklenmeden, projenin eleştirilmesi bile yasaklanarak varılacak noktada toplumumuz için doğru olanı bulmak mümkün olmayacaktır.

  • Devlet yurttaşlarına sağlıklı bir çevrede yaşama ortamı sunmakla yükümlüdür.
    (AS: Anayasa  md. 56)

Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının sağlanması için halkın sağlığı, hukuk kurallarının  üstünlü-ğü, insan haklarına saygı, halkın kararlara demokratik katılımı sağlanarak oluşacak çerçevede her proje için ÇED süreçleri işletilmeli, kamuoyu bilimsel bilgiler ışığında aydınlatılmalıdır. Çevrenin doğanın korunması ve sağlıklı yaşamamız ön plana alınmalıdır.
===============================
Dostlar,

TBB açıklaması tam anlamıyla dört / dörtlüktür! Kendilerini kutluyoruz.
Ne yazık ki iktidar hiçbir biçimde kural ve hukuk tanımıyor.
Cargill ile ilgili Danıştay kararlarını da Anayasayı açıkça çiğneyerek uygulamamıştı.

Bakanlar Kurulu prensip kararı” diye hukukta asla yeri olmayan bir gerekçe (!) uydurulmuş, Anayasa md. 138 ve 153’ün yargı kararlarının herkesi bağladığı açık ve kesin hükmü bile bile, Türkiye aleyhine ama Cargill / ABD lehine fiilen, hukuk dışı işlem yapılmış, imtiyaz tanınmıştı.
Bir benzerini Akkuyu NGS örneğinde izliyoruz. Pervasız, gözükara, yol yaparak…

Bir de yandaş medyada NGS inşaatlarının artık çok güçlü yapıldığı, deprem riski olmadığı… masalları anlatılıyor. Fukuşima NGS binaları çürük müydü?

Ayrıca atıkların da 1 kibrit kutusu kadar olacağı şehir efsaneleri dinliyoruz. Bunlar bilim ve ahlak dışıdır. Atık sorunu bütün dünyada hala çözülebilmiş değildir ve bunlar Türkiye’de kalacaktır. Sibirya’ya taşınacağı söylemleri doğru değildir ve ve maliyet bakımından akıl dışıdır..

Ok yaydan çıktı mı? Göreceğiz..

Sevgi ve saygı ile. 04 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ ÇOCUK YAŞTA EVLİLİK FETVASI..

 
TBB KADIN HUKUKU KOMİSYONU TÜBAKKOM), DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜNDE YER ALAN EVLENME YAŞI İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI YAPTI

“DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI, ÇOCUK İSTİSMARINA NEDEN OLACAK
TESPİT VE BEYANLARINI DERHAL SİTESİNDEN KALDIRMALIDIR”
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
– Anayasamızın 2. maddesinde belirtildiği üzere; Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Anayasamızın 11. maddesinde “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” denilmektedir.

Evrensel (AS: BM olacak) Çocuk Hakları Sözleşmesi ve iç hukukumuzdaki düzenlemelere göre 18 yaşını tamamlamamış herkes çocuktur. Yasalardaki birkaç istisna (ayrık) haricinde  (dışında) herkes 18 yaşını doldurmakla reşit olmaktadır. Bilimsel verilerle belirlenmeye çalışılan evlilik yaşı, ülkemizde Medeni Kanunumuzun 124. maddesinde “kadın ve erkekler için 16 yaşından küçükler hiçbir şekilde evlenemezler”, “17 yaşını doldurmuş kişiler ise ancak yasal temsilcilerinin izniyle” şeklinde düzenlenmiştir. Medeni Kanunumuzda 16 yaşını doldurmayan kadın ve erkeğin hiçbir şekilde evlenemeyeceği hükmü varken, Diyanet İşleri Başkanlığının sitesinde yer alan Dini Kavramlar Sözlüğünde, İslam hukukçularınca “buluğ çağının alt sınırının erkekler için 12, kızlar için 9 yaş olarak” belirlendiğinin belirtilmesi ve yine “erkek ve kızlar 15 yaşlarına ulaştıklarında, kendilerinde bu ergenlik alametleri görülmese de buluğ olduklarına hükmedilir ve hukuki yükümlülüklere ehil olur” denilmesi Medeni Kanunumuza açıkça aykırıdır. Laik bir hukuk devletinde hukuki ve cezai sorumluluğun ne zaman, hangi yaşta doğacağı kanunlarımızla belirlenir, bu konuda İslam hukukçularının belirleyeceği yaş hiçbir şekilde hukuki sonuç doğurmayacağı gibi, Anayasamızda yer alan laiklik ilkesine de aykırıdır.

  • Anayasamızdaki hukuk kuralları tüm kurum ve kuruluşları bağlamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığınca kanunlarımıza ve Anayasamıza aykırı beyanlarda bulunulması ya da sitelerinde bu yönde açıklamalara yer verilmesi Anayasamızın ihlaline yol açmaktadır. Bu anlamda; anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığının hiçbir ayrıcalığı bulunmamaktadır.
  • Diyanet İşleri Başkanlığınca ve Diyanet görevlilerince kadın, çocuk ve evlilik gibi konularda yapılan ve açıkça kanunlarımıza aykırı beyanlar kamuoyu vicdanını yaralamaktadır. Gerek devletin kamu kurum ve kuruluşlarınca, gerekse sivil toplum örgütlerince kız ve erkek çocukların istismarına yönelik eylemlerin önlenmesi için yoğun çalışmalar yürütülürken, Diyanet İşleri Başkanlığının ve bu başkanlığa bağlı görevlilerin tespit ve beyanları tam tersi bir etki yaratmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı çocuk istismarına neden olacak tespit ve beyanlarını derhal sitesinden kaldırmalı, yine kanunlarımıza, Anayasamıza, BM Çocuk Hakları Sözleşmesine ve ülkemizce imzalanan uluslararası sözleşmelere aykırı olarak kadın ve çocuklarımızın istismarının önünü açacak görüş bildirmekten sakınmalıdır.
  • Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu olarak; Diyanet İşleri Başkanlığını özellikle kadın ve çocukların istismarına yol açacak nitelikteki görüş, tespit ve beyanlarda bulunmamaya, beyanlarında ve tespitlerinde kanun ve Anayasa çerçevesinde kalmaya davet ediyor, konunun takipçisi olacağımızı kamuoyuyla paylaşıyoruz.  03.01.2018

Türkiye Barolar Birliği
TÜBAKKOM 14. Dönem Sözcüsü
Trabzon Barosu Başkanlığı
============================================
Dostlar,

AKP iktidarının 16. yılında Laik düzene dönük açık – örtük saldırılar artık sabır sınırlarını aşmıştır. Kuşku yok, kamu kurumları dahil tarikat – cemaat – vakıf – dernek vb. kuruluşlarca Seküler devlet yapısına saldırılar sistematik ve planlıdır. İktidarın çanak tuttuğu son derece nettir. Örn. Erdoğan kafasına göre önüne gelene “Eyyyyy… ” diye başlarken, çizmeyi çooook aşan Diyanet İşleri Başkanlığı ve AKP’li belediyeler dahil, dinci tarikat – cemaat – vakıf – dernek vb. kuruluşlarca yapılan saldırılara tek bir uyarısı olmamış, hiç sesi çıkmamış, göz yummuştur. 

21. yy’ın şafağında 4. Sanayi Devrimi tüm yaşamı kuşatmış iken Türkiye gündemini böylesine ilkelliklerle ve açık hukuksuzlukla – Anayasayı çiğneyerek meşgul etmek ahlak dışıdır. Ülkemize ölçüsüz zarar vermektedir. Bu saçmalıklara – zavallılıklara artık son vermelidir.

Enflasyon, ve işsizlik TÜİK’e tüm baskılara karşın 2 basamaklı çıkmış, ABD’de yargılanan devlet bankası Halk Bank’ın genel müdür yardımcısı 6 suçlamanın 5’inden jürinin oybirliği ile suçlu bulunmuş, Man adası yolsuzluğunun hesabı verilmemiş, OHAL KHK’ları ile TEK ADAMIN ağzından çıkan “yasa” yapılarak son derece net biçimde Anayasa ve TBMM rafa kaldırılmış; Türkiye’de açık diktatörlük – dinci faşizm ilanına ramak kalmış, asgari ücret açlık sınırının altında kalmış, dış ticaret açığı 80 milyar dolara dayanmış……. meşruluğu sorgulanır aşamaya sürüklenmiş bir iktidar; algı yönetimi ile gündem değiştirerek, kendisine dönük suçlamaları adeta ayna tutarcasına yansıtarak muhalefete yüklemekte, Ataşehir’den sonra
%76 oyla seçilen CHP’li Beşiktaş belediye başkanını da görevden almaktadır.

AKP kurucularından Bülent Arınç,  Başbakan yardımcısı iken, o dönem Ankara Belediye başkanı olan Melih Gökçek için “Ankara’yı parsel parsel FETÖ’cülere sattı..” anlamında suçlama yapmıştı kamuoyu önünde.. Ne oldu, en küçük bir idari – adli işlem yapıldı mı? Bundan daha açık suç bildirimi (ihbarı) olabilir mi? İstifaya zorlanan AKP’li 8 belediye başkanının hiçbir yolsuzluğu – usulsüzlüğü yok muydu, neden istifaya zorlandılar yok idiyse? Karşılıklı şantaj kozları mı seferber edildi bu kişilerle AKP arasında?? AK Partiye ne çok yakışıyor bu “aklama” değil mi??

Dileriz neciiip milletimiz  gerçekleri görsün.. AKP kurmayları içinde de eh artık vicdanı isyan edenler çıkar herhalde!? Yoksa hep birlikte yolsuzluklara suça bulaştılar da “tencere dibin kara seninki benden kara” örneği birbirlerine mahkum mu oldular?? Hangisi, hangisi ey AKP’liler?

Sevgi ve saygı ile. 05 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

BU KHK İNSANLARIN YAŞAM HAKKINI TEHLİKEYE ATMIŞTIR

 “BU KHK İNSANLARIN
YAŞAM HAKKINI TEHLİKEYE ATMIŞTIR”

http://www.barobirlik.org.tr/Detay79774.tbb25.12.2017, 2037
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
 

Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu üyeleriyle ile birlikte bir basın açıklaması yapan Başkan Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, OHAL kapsamında Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren KHK’lara ilişkin çok önemli uyarılarda bulundu.

696 sayılı OHAL KHK’sının insanların yaşam hakkını tehlikeye attığını ifade eden Feyzioğlu, son Anayasa değişikliği referandumunda “hayır” diyenlerin dahi bazılarınca terörist ilan edildiklerini hatırlatarak, “Toplumsal kaosun ve şiddetin fitilini yakmak kolay, söndürmek çok zordur.” dedi.

Feyzioğlu, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu adına, 696 sayılı OHAL KHK’sı için

Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna derhal geri çekme,
– TBMM’ye konuyu acilen ele alma,
– Anayasa Mahkemesine de iptal etme çağrısı yaptı.

Basın açıklamasının tamamı şöyle:

MİLLİ İRADEYİ YOK SAYAN VE DEVLETİN
GÜÇ KULLANMA YETKİSİNİ
SİVİLLERE DEVREDEN
696 SAYILI OHAL KHK’SI VAHİM BİR DÜZENLEMEDİR

696 Sayılı OHAL KHK’sı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi bir kez daha Anayasaya aykırı olarak işlevsiz kılınmıştır. Milli irade bir kez daha yok sayılmıştır.

135 kanun maddesini kalıcı olarak değiştiren bu KHK’nın bir tek hükmü bile OHAL ile ilgili değildir. Bundan daha vahimi şudur: Bu KHK, insanların yaşam hakkını tehlikeye atmıştır.

Çünkü;

15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması için sivillerin silah dahil güç kullanmasını, ceza ve tazminat sorumluluğundan muaf tutmaktadır.

Soruyoruz: Darbe teşebbüsünün devamı niteliğindeki eylemler ne demektir? Kim, neye göre bunu tespit edecektir?

Bir kez daha soruyoruz: Türk Ceza Kanunu’ndaki mevcut düzenlemelerin ötesinde mutlak sorumsuzluk getiren bu düzenlemeyle ne amaçlanmaktadır?

Örneğin; işinden atılan, kıdem tazminatı dahi alamayan veya ürün taban fiyatını az bulan, kadınlara yönelik haksız bir uygulamayı yanlış gören bir grup vatandaş, demokratik protesto haklarını kullanmaya kalkarsa ve bu kişilerin üzerine birileri saldırırsa ne olacaktır?

“15 Temmuz’un devamını istiyorlardı, bunun için öldürdük, bunun için evlerini bastık ve yaktık” derlerse ne yapılacaktır?

Son Anayasa değişikliği referandumunda “hayır” diyenlerin dahi bazılarınca terörist ilan edildiği unutulmamalıdır.

Toplumsal kaosun ve şiddetin fitilini yakmak kolay, söndürmesi çok zordur.

İNSANLARIN YAŞAM HAKKI TEHLİKEDEDİR!

Güç kullanma yetkisi salt devlete aittir. Devlet tarafından bile hukukun evrenselleşmiş ilkelerine uygun kullanılması gereken bu yetki, peşinen ve hiçbir kayıt ve koşula tabi tutulmaksızın başkalarına devredilemez. Oysa bu düzenleme, bazı kişilerde devlete ait güç kullanma yetkisinin kendilerine geçtiği algısı yaratmaya elverişlidir. Bu algının verdiği sorumsuzluk, önünü alamayacağımız, sonuçlarını kestiremeyeceğimiz bir şiddet dalgasına neden olabilir. İşin şakası yoktur.
Küresel ve bölgesel çeşitli güç odaklarının Türkiye üzerine pek çok senaryo yazdığı ve uygulamaya çalıştığı apaçık ortada iken, bizi kardeş kavgasına sürükleyebilecek böyle bir düzenlemenin sonuçlarının, yetkili makamlarca öngörülmemiş olduğuna inanmak istiyoruz.

Bu sebeple;

  • Sayın Cumhurbaşkanı’nı ve Bakanlar Kurulu’nu 696 Sayılı KHK’yı geri çekmeye davet ediyoruz.
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin konuyu, milli bir mesele olarak, siyasi parti kaygılarının üzerinde ve acilen ele almasını diliyoruz.
  • Anayasa Mahkemesi’nin yirmi altı yıllık içtihadına sahip çıkarak OHAL ile ilgili hiçbir hüküm içermeyen bu kararnameyi iptal etmekle görevli olduğunu halkımızın bilgisine sunuyoruz.

Üzerine oynanan tüm senaryoları yüksek öngörüsüyle boşa çıkartmış olan Türk Milleti’nin doğru bilgilendirildiği taktirde sağduyusunun galip geleceğine, bu düzenlemenin yukarıda sıraladığımız yollardan biri kullanılarak ortadan kaldırılmasını sağlayacağına güveniyoruz.

Türkiye Barolar Birliği’nin ve Barolarımızın Milletimizi doğru bilgilendirmeye devam edeceğini kamuoyuna saygıyla duyururuz.

Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu

BASIN TOPLANTISI VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ

=====================================================
Dostlar,

“696 Sayılı OHAL KHK” sı Denen Tehlikeli Düzenlemenin Kritik Faturası

TBB açıklamasını biz de bütünüyle paylaşıyoruz. Ekleyeceklerimiz var :

AKP iktidarının 696 sayılı OHAL (?!) KHK’sı son derece ağır bir sorumsuzluk – ciddiyetsizlik ve ehliyetsizlik belgesidir. İktidar, kural tanımazlığı alışkanlık edinmiş, dahası bunu kendine hak ve olağan görme hastalığı içinde topluma dayatma hakkını bile kendinde görür olmuştur. Çoğulcu (pluralist) rejim demokrasinin temel değerlerindendir ancak AKP = RTE çoğunlukçu (majority) eğilimini patoloik biçimde içselleştirmiş ve siyasasının (politikasının) temel normlarından kılmıştır.

Bu gidiş ülkemizde demokratik hukuk devletini geliştirmez, cüceleştirir.
İç barışı ve toplumsal huzuru darmadağın eder; ulusal birliği parçalar.
AKP iktidarının nedense aceleye getirdiği ve TBMM’yi tatile sokarak dayattığı bu düzenlemeyi, bütün ürkünç (vahim) sonuçlarını bilerek ve isteyerek tasarlamadığını biz de ummak istiyoruz. TBMM’de Kabine’nin yasa tasarısı olarak tartışılsa idi böylesi bir açmaza düşülmeyebilirdi. TBMM’de ve toplumda özgür tartışma ve ortak aklın ürünü siyasal seçimleri yaşama geçirme bu bakımdan da yaşamsal önemdedir ve Anayasa’nın (md. 4 üzerinden) değiştirilemez – değiştirilmesi bile önerilemez 2. maddesinde yer alan 3 ana hedefe erişim için vazgeçilmezdir :

  1. toplumun huzuru,
  2. milli dayanışma ve
  3. adalet

En azından şu aşamada AKP = RTE ne denli büyük bir hata yaptığını görme olgunluğu sergilemeli ve 696 sayılı OHAL KHK’sını hemen geri çekmeli.. Bu siyasal bir olgunluk göstergesi olacaktır ve hatadan dönmek erdemdir. AKP 1 kez de olsa politik erdemli bir davranış göstermeli, kritik düzeye yükselmiş toplumsal gerilimi biraz olsun düşürmelidir.

Gerçekte 696 sayılı KHK kesin olarak olağan bir KHK; OHAL KHK’sı asla değil ve bu kapsamda olağan bir KHK için TBMM’den yetki yasası da çıkarılmış değil! Her 2 durumda da 696 sayılı “OHAL KHK’sı” (!?) nın anayasal dayanağı yok.. Hem şekil hem de içerik bakımından hukuk dışı. Oysa Türkiye, Anayasa md. 2’de bir hukuk devleti olarak tanımlı.

AKP = RTE ülkemizin kurulu düzeninin DNA’sı ile ileri derecede oynamıştır. Artık dayanç, hoşgörü….. sınırları bir kez daha pervasızca çiğnenmiştir. Ülkemizde onmilyonlarca AKP karşıtı insan, derin bir can – mal güvenliği bunalımı içine düşürülmüştür. Gücü yeten ülkemizden kaçmaktadır! Hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Seçim kazanmak böylesi bir ayrımcılığa (diskriminasyona) azla izin vermez; tersine iktidara TÜM TOPLUM için en iyisini = bilimsel akılcı olanı yapma yükümü doğurur.

  • İktidar, İNSANLIK SUÇU / İNSANLIĞA KARŞI SUÇ işlemektedir.

Demokrasinin kalan kırıntıları ile biz de bir kez daha yazmış, anımsatmış ve uyarmış olalım. İktidarın, bu düzenlemenin olası sonuçlarını öngörmüş olabileceğini hayal bile etmek istemiyoruz. Geriye derin ve ölçüsüz bir aymazlık (gaflet) kalıyor..

Eh, artık geri dönün ilk olasılığı (bu düzenlemenin olası sonuçlarını öngörmüş olma) boşa çıkarmak için en azından.. Yazıktır Türkiye’ye, siz ne yaptığınızın ayırdında mısınız?

Ne var ki şu dakikalarda (26.12.17, 15:30) hükümet sözcüsü ve başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ, 696 sayılı OHAL (!?) KHK’sını eleştirenleri metni okumamakla veya okuduğunu anlamamakla (!?) ya da okuyup anladı ve eleştiriyor ise art – kötü niyetli olmakla suçlamakta TV’lerde! Anlaşılır gibi değil.. Üstelik çok umut kırıcı ve tehlikeli; hem ülkemiz hem de AKP için.. Bu denli katı narsisistik davranış ne anlama geliyor, asıl siz anlayabiliyor musunuz??

Türkiye, kadim birikimi ile AKP parantezini de kırar ve iyi kötü yoluna devam eder.. ya AKP?

Sevgi ve saygı ile. 26 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Not   : Sitemizin manşetinde “696 sayılı OHAL KHK” sının Resmi Gazetede yayımlandığı gün (25.12.2017) yer verdiğimiz (sonra yayından kaldıracağımız..) dizeler, konu bütünlüğü bakımından aşağıda ayrıca sunulmaktadır..
***
696 sayılı KHK bir OHAL KHK’sı değil! Peki toplumu çıldırtma dayatması mı??
AKP = Erdoğan ne yapmak istiyor, farkında mı?? 

AKP; 696 sayılı OHAL KHK ile 15/16 Temmuz 2016 gecesi adam öldüren, yaralayan, ateşli silah, kesici – delici darp aletleri ile başkalarına ve kamu mallarına zarar veren hiçbir görevi olmayan siviller (gerçekte kim bunlar??!!) yargının elinden alınıyor.. Gencecik, masum, FETÖ’cü komutanlarınca kandırılmış emir kulu Mehmetçikler ve askeri öğrencilerin, masum sivillerin katilleri  iktidar tarafından korunuyor! Bu kişiler acaba iktidarın milisleri – paramiliter güçleri midir? Düzenleme  tek sözcükle “KORKUNÇ” tur! Hukuk devletinin zerresi bırakılmamıştır. İki bin yıl öncesinin Roma hukuku hatta yaklaşık 4 bin yıl öncesinin Hamurabi yasalarının bile gerisine düşürülmüş bulunuyoruz. Erdoğan başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu bu KHK maddelerini özgürce tartışabilmiş midir acaba? Hiç sanmıyoruz. Tayyip beyin çooook dar çerçevede danışmanlarına hazırlattığı metin geçirilmiştir. Eğer böyle ise Binali bey başkanlığındaki Kabine artık yok hükmündedir. (MİT müsteşarlığından sonra Savunma Sanayisi müsteşarlığı da Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştır. Başbakanlık boşaltılmakta, sorumsuz Cumhurbaşkanına anayasa çiğnenerek yetkiler verilmektedir.)   Bu af maddesi ülkemizde kanlı suikastlere kapı aralayabilir. Siyasal iktidar suç işleyenleri yargıya karşın aklama organı değildir. TBMM tatile sokularak bu tür son derece sakıncalı ve tehlikeli – kabul edilemez düzenlemeler tartışılmadan topluma dayatılamaz. Eriyen AKP ayakta kalmak için her geçen gün daha çok yok ediyor demokrasiyi.
Erdoğan, tarihte örneği olmayan alaturka bir despotizme sürüklüyor ülkeyi!

21. yy’ın şafağında böylesi çağdışı bir mevzuat utanç vericidir. AKP = RTE bu akılalmaz yanlıştan geri dönmelidir. CHP bu KHK’yı derhal Anayasa Mahkemesine taşımalıdır. Dileyelim AYM bu kez kendini yadsımadan apaçık anayasaya aykırı bu OHAL KHK’sını denetlemeye değer bulur. Çünkü bu metin artık bir OHAL KHK’sı değil; toplumu boğma fermanı! Soralım:AKP = Erdoğan ne yapmak istiyor? Türkiye’de iç kargaşa – kalkışma mı tohumluyor?

Yekta Güngör ÖZDEN : Gerçek hukuk devleti miyiz?

Gerçek hukuk devleti miyiz?

yekta güngör özden sözcü ile ilgili görsel sonucu

Yekta Güngör ÖZDEN
SÖZCÜ
, 26.12.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

-Dün (25 Aralık), aramızdan ayrılışının 43. yıldönümünde saygıyla ve özlemle andığımız
İsmet İNÖNÜ için-

Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası bağımsız bir devlet olarak tanınmayı sağlayan Lozan Barış Antlaşması‘nda asıl uğraşın bir “Hukuk devleti kurmak” olduğunu İsmet İNÖNÜ anlatmıştı (Ankara Barosu Dergisi, Atatürk ve Cumhuriyet Özel Sayısı, 1973, sayfa 22-24, “İstiklâl Savaşı ve Hukukî Hedefi” başlıklı yazı). Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinde hukuk ve adalet konusundaki özdeyiş nitelikli, dolgun içerikli sözleri hepimizin bilincindeki özgün yerindedir. Özellikle “Adalet gücü bağımsız olmayan bir ulusun devlet biçiminde varlığı kabûl olunamaz”dan (1920) sonra “Egemenlik bağsız, koşulsuz ulusundur” (1923) sözleri yaklaşımındaki gerçekçiliğin ve çağdaşlığın güzel yansımalarıdır. Cumhuriyet devriminin hukukun yapılanmasında eğitim izlencelerinden, okullar ve yüksek öğrenim kurumlarından başlayan açılım ve atılımları, yönelişteki bilimselliği ve yurtseverliğiyle insancıllığı güçlü biçimde ortaya koymuştur. Anayasa, yasalar ve düzenlemelerin temelindeki anlayışla yaşama geçen hukuksallık, örnek gelişmelerle sürdürülmüştür.
Demokratikleştirilmesi özlenip öncelik taşırken Bay RTE‘ın istediği başkanlık sistemini gerçekleştirmek için küçük değişikliği gündeme getirilen yürürlükteki Anayasa’nın Başlangıç Kısmında sözü edilen “…cumhuriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni .. -…kuvvetler ayırımı.. -… medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme… -… hak ve hürriyetlere kesin saygı…” vurgulamaları yanında özellikle 2. maddesi “… demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti” niteliğini içermekte, 1. ve 4. temel maddelerinin yanında 5. madde “… sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri…” tanımına yer vermektedir. Anayasa’nın 6, 7, 8, 37’nci maddeleri ve yargıyla ilgili 138-159. maddeleri hukuk devletinin yaşama geçme ilkelerinin ve yönteminin kurallarıdır. Hukuka bağlılık, Anayasa’ya bağlılıkla ölçülür. “Bir kere delmekle bir şey olmaz. – Siz bildiğinizi yapın” denilirse hukuk yoktur.

GERÇEK BÖYLE Mİ?

Adaletin gecikmesine ilişkin yakınmalar bir yana, gerçekleşmesine ilişkin eleştiriler günümüzün sorunları içinde önsırada yer almaktadır. 1990’ın son yıllarında %97 olan yargıya güven oranının %2,5 gibi “yok” denilecek bir düzeye düşmesi büyük kaygı yaratmakta ve üzmektedir.
1961 Anayasası‘nın son biçiminde yer almayan Adalet Bakanı’nın Yüksek Hâkimler Kurulu’na başkanlığı, 1982 Anayasası’nın eleştiri alan bölümlerinden birindedir. Kurul seçimlerindeki siyasal nitelikli gruplaşmaların dışında, yüksek yargı üyeliklerinin siyasal kararlarla ve düzenlemelerle düşürülüp yerlerine yenilerinin atanması, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun doyurucu olmayan kanıtlarla kanun hükmünde kararnameye sığınarak yaptığı meslekten çıkarmalar, yetersiz stajla yargıç ve savcı atamaları, yer ve görev değişiklikleri, sakıncalı işlemleri ortaya çıkan kimi yargı görevlilerini görevde tutması düşündürücüdür. Yüksek yargı organlarına seçimlerde ve atamalarda siyasal yandaşlık gözetilmesi, partizanlık çabalarıyla iktidarın dayatmaları, yetersiz kanıt ve incelemelerle, doyurucu olmayan gerekçelerle kararlar alınması, Yargıtay ve Danıştay’a kadrolaşmalarla gruplaşmalardan, Anayasa Mahkemesi üyeliklerine yandaşların atanmasından sözedilmesi üzüntü ve endişeleri artırmaktadır. Yargısına güvenilmeyen devletin saygınlığı, güvenirliği kalmadığı gibi hiçbir işlemi inandırıcı olamaz. Buna neden olan herkes sorumludur. O kadar çok aykırılık var ki saymakla, yazmakla bitmez. Hukuksuz yaşam, ölümle birdir.

EĞİLİM

Hukuk eğitim ve öğretimine gereken önemin verilmediği gerçeği acıdır. Biçimsel yaklaşımlardan öte hukukun anlamı, değeri, yaşamdaki yeri, hukuk kuruluşları (yargı yerleri, barolar ve derneklerle kurumlar) konusunda doyurucu bilgiler verilmemekte, hukukun siyasete araç olmasına karşı çıkılmamaktadır. Türkiye Barolar Birliği ile kimi baroların tepkileri dışında özellikle üniversitelerden ses çıkmamaktadır. Üstünkörü eğitim, diplomayla yetinmek dışında etkin bir çabaya tanık olmak özlemi duyulmaktadır.

  • Şimdilerde kanun hükmünde kararnamelerle hukuk dışılık geçerli gösterilmek istenmektedir.
  • Yasalarla yapılamayacak uygulamaların kanun hükmünde kararnamelerle gerçekleştirilip
    bu uygulamanın sürdürülmesi, hukuk devleti yönünden, sakıncalara neden olmaktadır.
  • Hukuksal niteliğini yitiren devlet, devlet değildir.
  • Gerçek hukuk devleti olsaydı gündemdeki gibi bir Anayasa değişikliği Meclis’e getirilir miydi?Gerçek hukuk devletinin onuru büyük, kıvanç duyurur.

ANMA

Yarın, İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif ERSOY‘u yitirişimizin 80. yılı. Saygıyla anıyoruz.
==================================
Teşekkürler değerli büyüğümüz Sayın Yekta Güngör Özden..

Sizin başkanlık ettiğiniz dönemim (1991-98) Anayasa Mahkemesi’ni öyle çok arıyoruz ki
ve Türkiye’nin gerçekten bağımsız – yansız ve Türk Milleti adına karar verecek bir
Anayasa Mahkemesi’ne ülkemizin bu sırada öyle çok gereksinimi var ki!

Dileriz, ülkemizi karanlıklara sürükleyecek Anayasa değişikliği teklifi TBMM’den geri çekilir.. AKP – MHP – RTE sağduyulu davranır, hatadan dönme erdemi gösterirler..
Değilse, tarihsel bir kritik görev Anayasa Mahkemesi’ni bekliyor..
Yapılacak Anayasa değişiklikleri doğrudan rejimi değiştirmektedir ve Anayasa’nın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek ilk 3 maddesini arkadan dolanarak değiştirmekte, ortadan kaldırmaktadır. Bu kabul edilemez ve şimdiki TBMM’nin bile yetkisi dışındadır.

2 siyasal partinin 330’u aşarak ülkenin geleceğini tehlikeye atmaya hakkı olamaz.
Bu sayı bulunsa bile yapılmak istenen meşru değildir, bir ulusun egemenlik hakkının gaspıdır!

Bu bakımlardan, Anayasa Mahkemesi söz konusu değişiklikleri önüne getirildiğinde salt şekil koşulları (oylama gizliliği, 2 kez görüşme ve ivedi görüşme yapılamaması) denetlemekle kalmayıp (Anayasa md. 148/2; teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı özüne girecek ve temel görevi olan Anayasayı koruma yetki ve sorumluluğu ile iptal edecektir. Tıpkı Esas Sayısı : 2008/16 Karar Sayısı : 2008/116 kararı gibi.

Böylelikle Cumhuriyetin 93 yıllık birikimi, taa 1876’lara uzanan demokratikleşme uğraşının (1. Meşrutiyet) birikimi birlikte bu belayı da defedecektir. Bu tehlikeli serüvene, kişisel hırslarına yenilerek ülkemizi sürükleyenler utançlarıyla başbaşa kalacak ve tasfiye edilerek tarihin çöplüğüne atılacaklardır.. MHP yok olacaktır! Bu hazin sona uğramamak için hala geç değildir..

* ANAYASA DEĞİŞİKLİKLİĞİ TEKLİFİNİZİ LÜTFEN YARIN GERİ ÇEKİNİZ..

Bunu bir inat sorunu yapmayınız.. Sizi bağışlamaya hazırız..
Ülke yönetiminde inatlaşma olmaz.. Sağduyu hepimize çok ama çok iyi gelecektir..

Sevgi ve saygı ile.
28 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

BOĞAZ İÇİNDE KAVGA VAR

BOĞAZ İÇİNDE KAVGA VAR

portresi

Av. A. Erdem AKYÜZ
Hukukun Egemenliği Derneği Gn. Bşk.

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkçe’nin harika deyimlerinden biri de “boğaz içinde kavga var’dır.”

Bu söz; yemek sırasında, özellikle acıkmış bir insanın, acele bir şekilde ve iştahla yemek yemesi nedeniyle, başka bir şeye dikkat etmemesi veya kendisine yöneltilen bir soruya yanıt verememesi üzerine söylenir. O anda acele ve iştahla yemek yediği için başka bir şeyle ilgilenemediğini, cevap veremediğini ifade eder.

Ama şu anda, gerçekten “Boğaziçinde” yani Boğaziçi Üniversitesi’nde” kavga vardır.

Boğaziçi Üniversitesi’nin temelleri 1863 yılında, Robert Kolej’in İstanbul’da kurulmasıyla atılmış ve kolejin kampüsü olarak kullanılan alana kurulmuştur. Kampüs’de tarihi binaları birbirine bağlayan, yapımı 1800’lere uzanan ve hatta karşı yakaya geçtiği söylenen tarihi tüneller vardır. Tünellerin; binanın ısınma ve su ihtiyaçlarını karşılamak ve doğal afetlere karşı korunak olarak yapıldığı söylenmektedir.

Ancak Boğaziçindeki “kavganın nedeni”, yemek veya tünellerden değil; rektör seçiminden kaynaklanmaktadır.

Üniversitelerde Rektörlük ataması öncesinde, o üniversitenin öğretim üyeleri arasında seçim (AS: eğilim yoklaması) yapılmakta ve en çok oy alan üç adaydan biri Cumhurbaşkanı tarafından Rektör olarak atanmaktaydı. (AS: YÖK’e Üniversiteden 6 ad bildiriliyor, YÖK CB’na 3 ad sunuyordu..)

Gerçi önceki uygulamalarda, en yüksek oy alanın değil, en az oy alan adayın bile atandığına tanık olmuştuk ancak “bu kez” seçime giren adaylardan hiçbirinin atanmadığına tanık olduk.

Boğaziçi Üniversitesinde Rektörlüğün boşalması üzerine, yeni rektörün belirlenmesi için 403 öğretim üyesinin katılımı ile seçim yapılmış ve adaylardan Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu, rekor düzeyde % 86 oranında, 348 oy alarak seçimi kazanmıştı. Öbür adaylardan 2. sırada gelen aday ancak 40 oy, kalan dört aday ise 1’er oy almışlardı. Böylece en yüksek oy alan üç adayın adı belirlenerek, Rektör seçiminin bu üç aday arasından yapılması işlemi kesinleşmişti.

Aradan aylar geçmesine karşın Rektör seçimi (AS: ataması) yapılmamış ve yaklaşık dört ay sonra, mevzuatta yapılan bir değişiklik ile (AS: OHAL KHK’si ile!), “bundan sonra” yapılacak Rektör atamalarının; öğretim üyelerinin seçimi sonucu belirlenecek üç aday arasından değil, doğrudan YÖK’ün belirleyeceği üç aday arasından C. Başkanınca seçilmek suretiyle yapılacağı hükmü getirilmişti.

Önceki mevzuata uygun şekilde seçim (AS: eğilim yoklaması!)  yapılmış, yapılan oylama sonucu adaylar (AS: 6 aday) belirlenmiş, bu adaylar YÖK’e ve atamayı yapacak makama (YÖK tarafından 3’e indirilerek) bildirilmişken, daha sonra mevzuat değiştirilerek ve önceki işlemler hiç yapılmamış sayılarak, daha önce adı hiç geçmeyen, önseçime girmeyen bir öğretim üyesi yeni rektör olarak atandı.

Her işlem yapıldığı tarihteki yasal mevzuata tabidir ve o tarihde geçerli olan yasa ve hukuk hükümlerine göre çözümlenir ve karara bağlanır. İşlem tarihinden sonra çıkarılan yasa ve hukuk hükümleri, ancak bu yeni yasal mevzuatın yürürlüğe girdiği tarihden sonraki işlemler için geçerlidir. Önceki işlemlere uygulanamaz. (AS: Kural olarak böyle..)

Daha önce yapılan bir seçim varken ve adaylar belirlenmişken, hiç seçime girmemiş ve aday olmamış bir kişinin, daha sonra çıkarılan değişik bir mevzuata göre yapılan atama işlemi hukuka uygun değildir.

Ayrıca Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK’ların) “yasal statüsüne de dikkatle bakmak” gerekir. Olağanüstü Hal (OHAL) KHK’leri, OHAL ilanını gerektiren konularla sınırlıdır. Olağanüstü Hal ilanını gerektiren terör ve benzeri olaylarla hiç ilgisi olmayan, Üniversitelerde Rektör seçimi gibi öğretim faaliyetleri ile ilgili bir konuda KHK çıkarılamaz. Çıkarılan KHK’ların, Anayasa’ya aykırılığı nedeni uygulanmaması ve iptali gerekir.

Ancak bu seçim sonucu hiç alışık olmadığımız, etik ve örnek bir uygulama olarak, en çok oy alan Sayın Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu istifa ederek akademik kariyerini sonlandırmıştır.

Yani halk deyimi ile “Boğaziçi’nde kavga vardır” ve devam etmektedir.

Bu çekişmenin; hukukun temel ilkeleri çerçevesinde çözülmesini dilek ve temenni etmekteyiz.
==========================================
Dostlar,

Bu sorunu önceki gün de yazdık sitemizde :

Boğaziçili öğrencilerden rektör protestosu

Artık Türkiye’de tam bir kuralsızlık (anomi) egemen kılınmıştır AKP – RTE’nn sürüklemesi ve dayatması ile; bilerek ve isteyerek.. Eski deyimle taammüden, kasıtla, tasarlayarak! Oysa taa Antik Yunan’da Plato – Aristo –hatta öncülleri– Site’de (Atina vd.) kamusal düzeni sağlamak için yazılı hukuk normlarına gereksinim olduğunu, bu normların nasıl çıkarılması gerektiğini, içeriklerinin ne yönde ve hangi ilkelere dayanması gerektiğini… kapsamlı olarak yazmışlardır.

15. yılına giren AKP – RTE tek başına iktidarı ile 2500 yıl öncesinin bile gerisine düşen bir hukuk (hukuksuzluk!) düzenini (!) Türkiye asla hak etmemektedir. Erdoğan, toplumdaki kutuplaşmayı – gerilimi bilerek beslemektedir ve sözde düşmanlar yaratarak kendi oy tabanını sıkılamak (konsolide etmek) dürtüsüyle davranmaktadır anlaşılan. Kazanılmış hak denen bir kadim hukuk kuralı da kökten değersiz anlaşılan.. OHAL KHK’sı öncesi 12 Temmuz 2016’da seçilen Prof. Gülay Barbarosoğlu’nun kazanılmış hakkı söz konusu. Erdoğan 4 aydır kendisine sunulan 3 addan birini seçmeyi de ayaklarının altına almış ve aday bile olmayan bir öğretim üyesini, uygulanamayacak bir hukuk normunu (OHAL KHK’sı ile değiştirilen rektör atama kuralı) kullanarak atamıştır.

R.T. Erdoğan’ın bu davranışı tümüyle keyfidir, kural tanımazlıktır. Oysa Anayasaya ve hukuka uygun davranacağına ilişkin yemin ederek milletvekili ve 10 Ağustos 2014’te de 12. CB olmuştu. Erdoğan açıkça suç işlemektedir. Tüm ülkeye hukuk tanımaz davranışları ile kötü örnek olmaktadır. Hangi yakıcı gündemi, kaç gün örtebilecektir bu son manevra ya da ritüel??

Erdoğan ne yapmak istiyor?? Ülkeyi nereye dek gerecek? Bu kurgulu germe politikası (politikasızlığı!) hangi sınıra dek işletilebilir; sonra döner bumerang gibi sahibini vurur??

Erdoğan neden ve nasıl bunca pervasız olabiliyor? Partisi AKP’nin bir Eskişehir milletvekilinin kardeşi olan öğretim üyesini Boğaziçi gibi uluslararası ünü olan saygın bir üniversiteye tepeden inme atıyor?? Anayasayı, yasayı, Hukuku geçtik.. Etiği de ayaklar altına aldık.. Bir Müslüman böylesine açık hak yiyebilir mi?? % 86 oy alan Sn. Barbarosoğlu’nun yenen hakkı ne olacaktır?

Erdoğan Anayasada salt “vatan hainliği” ile suçlanabileceği bunun da ancak 550 milletvekilinin 3/4’ünün oyu ile yapılabileceğine mi güveniyor?? (Anayasa md.  105/son). O kritik eşiğe gelene dek, “meşruiyet sınırı” nın aşılabileceğini hiç düşünmez mi Erdoğan? Bu üstün hukuk kuralının anılan Anayasa maddesini çiğnemekten daha ağır olduğunu görmez mi?

YÖK Başkanı istifa etmeyi düşünür mü onuruyla?? Hatta YÖK Genel Kurulu üyelerinin tümü!?.

%86 oy alan Prof. Barbarosoğlu neden hukuksal savaşımı seçmez de emekli olur??

Tepeden indirilen, aday bile olmayan, AKP vekilinin kardeşi hoca rektörlüğü kabul edecek midir?? Onrlu bir dik duruş sergileyebilecek midir yoksa önceden iş pişirilmiş midir??

Üniversite bahçesinde protesto amaçlı yürümek isteyen öğrenci ve hocalara polis neden zor kullanarak engel olur? Şiddet kullanılmayan bu yerden göğe meşru ve medeni yürüyüşün hangi hukusal sakıncası, mevuata aykırılığı vardır??
Ayrıca polisi üniversite yerleşkesine hangi yetkili çağırmıştır??

Sorular uzayıp gidiyor..
Erdoğan her fırsatta “milleti – cumhuru” kutsuyor (!??).. “Başkanlık için millete gidelim..” diyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin 400’ü aşan hocası kendi rektörlerini demokratik biçimde seçme yetisinden yoksun mudur? Erdoğan tek başına bu hocalardan daha demokratik bir seçim mi yapmış olmaktadır?? Yoksa demokrasi treninden inmiş midir??

Erdoğan bir kez daha gerçek yüzünü dışavurmuştur. Koyu ve mutlak bir tek adam yönetimi ve demir yumruğudur gönlünden geçen ve kafasına koyduğu.. Gücüne en küçük bir ortak ve gölgeyi asla istememektedir. Faşist rejimden de öte. Hatta 2. Abdülhamit’ten daha çok yetkiyle Türkiye’yi otoriter – totaliter bir dinci rejimle mutlak bir keyfilikle, Halife – Sultan özlmiyle yönetmek istemektedir, yönetmektedir!

TBMM adeta sürgündedir..
Ülkenin önemli – önemsiz sorunları artık kaçak sarayda, 2300 katılımcı ile konuşulmaktadır.

Erdoğan sabırları zorlamakta ve ülkemizde bir çatışmayı tohumlamaktadır.

Bunlar açık suçtur, Anayasadaki parlamemter rejim, anayasa çiğnenerek fiilen (de facto) rafa kaldırılmıştır ve Adalat Bakanı hiç sıkılmadan Anayasayı fiili duruma uydurmaktan söz etmektedir. Bu hem suç itirafıdır hem de RT Erdoğan’ı ihbar etmektir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçmek zorundadır.

Boğaziçi Üniversitesi’ne yaptığı ve hukuksal olarak pek çok gerekçeyle çok açık aykırılık yüzünden “yok hükmünde” olan bu son atamasını geri çekmelidir. Zararı yok, bir kez daha “kandırıldım; Boğaziçi Üniversiteliler, Prof. Barbarosoğlu, milletim ve Rabbim beni bir kez daha affetsin..” desin ve yanlıştan dönsün..

Bu arada adları YÖK’e bildirilen öbür 2 ad bu atamanın iptali için Danıştay’da dava açmalıdır. Bu idari işlem Erdoğan’ın tek başına yaptığı bir işlem değildir, zincirleme işlemin son halkasıdır ve daha önce oluşan Danıştay içtihatlarına göre dava edilebilir durumdadır. Öğretim üyeleri dernekleri de dava ehliyetine sahiptirler. Sanırız Türkiye Barolar Birliği de dava açabilir..

“Artık yeteeeeeer!!!!”
“Artık yeteeeeeer!!!!”
“Artık yeteeeeeer!!!!”

diye haykırıyor milyonlarca insan Türkiye’de.. AKP – RTE bu feryat ve çığlıkları duymaz ve görmez mi? Yoksa istedikleri bu mudur gerçekte ?? Hangisi, hangisi??

Unutulmasın ki; en koyu karanlık ve en uzun gecelerin bile sabahı vardır.. Her şeye karşın sabah güneş gene doğacaktır.. En uzun kışlar bile bahara – yaza gebedir.. AKP – RTE, artık fren yapılması gereken kırmızı çizgileri kezlerce ve fütursuzca çiğnemeye derhal son vermelidir.

Sevgi ve saygı ile.
15 Kasım 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Türkiye Barolar Birliği’nden Şort Giyen Kadına Tekme Atan Abdullah Çakıroğlu Hakkımda Suç Duyurusu

tbb_logosu

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ,
BİNDİĞİ HALK OTOBÜSÜNDE ŞORT GİYDİĞİ GEREKÇESİYLE
BİR KADINI TEKMELEYEN ABDULLAH ÇAKIROĞLU HAKKINDA,
SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDU

Türkiye Barolar Birliği, bindiği halk otobüsünde şort giydiği gerekçesiyle bir kadını tekmeleyen Abdullah Çakıroğlu hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmek üzere, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilen dilekçede (19.9.16), Çakıroğlu hakkında

– kasten yaralama,
– halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama

suçlarından soruşturma yapılarak kamu davası açılması talep edildi.

================================

Dostlar,

Söz konusu olay çok ciddidir ve unutulmayarak, unutturulmayarak izlenmelidir.
TBB’nin, Anayasa’nın 135. maddesi gereği Kamu Kurumu Niteliğinde meslek kuruluşu olma ve tüzel kişiliği bulunma konumuyla, Avukatlık Yasasında sayılan görev ve yetkileri dikkate alınarak (Birliğin dava ehliyeti var..) yapılan suç duyurusu önemlidir. Bilindiği gibi 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Birliğin Görevleri” başlıklı 110. maddesinin 17. bendi uyarınca,

  • “Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak,
    bu kavramlara işlerlik kazandırmak”
    ile yükümlüdür.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı eliyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan dilekçe, başarılı ve örnek bir hukuk metnidir. Suç duyurusu dilekçesinin metni aşağıdaki erişkeden (linkten) çağrılarak okunabilir, bizce okunmalıdır.

sort_giyen_hemsireye_tekme_atan_hakkinda_suc_duyurusu

TBB’ne teşekkür ederken, söz konusu davayı yürütecek yetkili ve görevli İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinden hukuka ve Türk Ceza Yasası’na uygun adil bir yargılama ve karar beklediğimizi belirtmek istiyoruz.

Bu arada, olayın sanığı (dava açılarak tutuklandığı için sanık diyoruz) Abdullah Çakıroğlu’nu Savcılıktaki soruşturma aşamasında (bu aşamada şüpheli) “basit yaralama” suçuyla salıveren savcı hakkında HSYK’ya suç duyurumuzu yineliyoruz.. (Bkz. Yılmaz ÖZDİL : ŞORT… http://ahmetsaltik.net/2016/09/22/yilmaz-ozdil-sort/) Suçun hukuksal niteliğini belirlemede böylesine fahiş hataya düşen (??) savcı – yargıç düşünülebilir mi? Salt “masum” (!?) bilgi açığı ise bu savcı derhal hizmetiçi eğitime alınmalıdır. Daha ötesi ise hakkında HSYK soruşturma yaparak hak ettiği yaptırımı uygulamalıdır.

12. CB Erdoğan’dan ve Başbakan Yıldırım’dan hala bu eyleme ve saldırgana açık bir kınama yok, mağdur yurttaş hemşire Ayşegül Terzi‘ye bir geçmiş olsun yok!? Başbakan ise “mırıldanma” hakkından (!?) söz etmekte!

Sayın Başbakan, “mırıldanma” hakkınız bile yok! Anlaşıldı mı? Mutlak bir saygı duyacaksınız ve duyulmasını da sağlayacaksınız.. Toplumda değer yargılarının bu kapsamda yerleşmesi için başta eğitim sistemi olmak üzere her şeyi yapacak ve her önlemi alacaksınız.

Suç işlendikten sonra Türk Ceza Yasası’nda değişiklik önerisi hazırlatan Adalet Bakanı da sözde itfaiyeciliği bırakacak ve mevzuat düzenlemeleri ile caydırıcılığa ek olarak bu tür suçları engelleyecek bir toplumsal dokunun oluşması için çaba gösterecek..

Sonuç olarak; siyasal iktidar – hükümet salt kendilerine oy verenlerin değil, tüm ulusun – halkın hükümeti olacak.. Demokrasinin ve hukuk devletinin a-be-ce’si bu!

Sevgi ve saygı ile.
25 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

6 Mayıs 1972 – 6 Mayıs 2015.. 43 Yıl Sonra “3 FİDAN” a Özlemle..


6 Mayıs 1972 – 6 Mayıs 2016..
44 Yıl Sonra “3 FİDAN” a Özlemle..

3_Fidan_Deniz_Huseyin_Yusuf


 

 

 

 

 

Dostlar,

Geçen yıl ve önceki yıllarda 6 Mayıs günlerinde “3 Fidan” için yazdıklarımız aşağıda..
Bir yıl daha geçti.. 5 Mayıs 2015 günü, “3 Fidan” ın efsane Avukatı rahmetli
Halit Çelenk‘in 4. ölüm yıldönümü anmasına katılmıştık. Türkiye Barolar Birliği’nin
Balgat’taki tesislerinde düzenlenen etkinlik için ayrılan büyük salon doluydu.
Birkaç yüz katılımcı vardı. Bu kez merhum Av. Çelenk’in anması için ailesinin ödüller koyduğunu gördük. 1. lik ödülünü “GEZİ RAPORU” başlıklı çalışma ile
“Gezi Hukuki İzleme Grubu” kazandı. Bu Grubun başında Prof. İbrahim Kaboğlu var.
Prof. Beyza Üstün, Prof. Taner Gören (dönemin İstanbul Tabip Odası Başkanı), avukatlar, hekimler, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası, Çevre Mühendisleri Odası, DİSK kurumsal destekçilerden.. Çalışma oldukça kapsamlı ve 240 sayfa, tümüyle bilimsel nitelikli. Son bölümü biber gazının insan sağlığına kabul edilemez olumsuz etkileriyle iligili ve yasaklanması önerilmekte. Türkiye Barolar Birliği basımını üstlenmiş ve katılımcılara
ücretsiz dağıtıldı. Şu anda masamızın üstünde ve okumaya başladık bile.

Anma_5.5.2015_TBB

Merhum Av. Halit Çelenk’e en çok yakışan anma biçimi tam da böyle olmalıydı. 2. ve 3. lük ödülü alan çalışmalar da son derece değerli ancak basılı değil. Biri insan hakları ile ilgili bir tez, öbürü de ifade özgürlüğü bağlamında verilen hukuksal savaşım içindi
(AÜ SBF’den Y. Doç. Dr. Kerem Altıparmak ve ark.).

İki saati aşan sunuyu merhum Av. Çelenk’in kızı Serpil Çelenk Güvenç duygulu ama
kararlı bir tonla yaptı. Ardından verilen kokteyl cömert ikramlar ve Litai Otel’in emekçilerinin ustalığı – inceliği ile renklendi. Sohbetler de, konuklar da nitelikliydi. Ankara Üniversitesi
Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda çalışma arkadaşımız – oda komşumuz
merhum Av. Çelenk’in kızı Prof. Ferda Özyurda‘ya, eşi aynı Fakülteden Prof. Ümit Özyurda‘ya, Serpil Çelenk ve eşi Kaya Güvenç‘e (eski TMMOB başkanı), Merhumun eşi
Şekibe Çelenk‘e ve çok sayıda dosta veda ederek ayrıldığımızda saat 22:00’yi epey geçiyordu..

*****

Geçen yıla göre Türkiye, ne yazık ki daha da despotik bir ortama sürüklenmiş durumda.
Ekonomik göstergeler alarm vermekte ve Türkiye, İç Güvenlik Yasası ile hak ve özgürlükleri iyice kıskaca alınmış durumda 7 Haziran 2015 genel seçimlerine koşmakta.. (Yapıldı, AKP 258’de kaldı.. AKP – RTE bunu tanımadı! 1 Kasım’da seçim yinelendi ve AKP 316 ile gene iktidar!?)

3 Fidan’ın hukuk dışı – vicdansızca – zalimce idamından bu yana TBMM’den saygınlıklarını geriveren bir yasa gene çıkmadı!.. AKP iktidarında beklenir miydi böylesi insancıl bir girişim?

Yakın hedef, AKP iktidarına mutlaka son vermekten geçiyor..
Bunun da en etkili yolu VATAN PARTİSİ’nin TBMM’ye güçlü bir grup ile girmesi..
Mustafa Kemal ATATÜRK ideolojisinin ruhu “6 OK” u içtenlikle programına alan tek parti!

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

===============================================

“Adalet İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i Anıyor”
toplantısına katıldık 3 Mayıs 2014 Cumartesi gün..
Çok önemli, tarihe not düşen 3 konuşma dinledik.
Ankara Barosu’nun Sıhhiye’deki konferans salonu doluydu.
Bu programı sitemizde sizlerle paylaştık.
(Bkz. http://ahmetsaltik.net/2014/05/06/adalet-icin-hukukcular-halit-celenki-aniyor/Adalet İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i Anıyor)

devrimci Avukat Halit Çelenk, 3 yıl önce bu gün, 6 Mayıs 2011 günü
toprağa verilmişti.

5 Mayıs 2011 günü aramızdan ayrılmış, Deniz – Yusuf – Hüseyin‘in idam yıldönümleri olan
6 Mayıs günü (1972) yaklaşırken yüreciği daha çok dayanamamış ve aramızdan  
ayrılmıştı.
O devrim şehitleri gibi aynı gün, -ama 39 yıl sonra- toprağa verilmişti.

Bu gün O’nu ve 3 Fidan’ı gömütleri (mezarları) başında anacağız..
Şükran ve minnetimizi dile getireceğiz.

Bir kez daha yetkililerden bu

  • “3 Fidan” ın yasa ile saygınlıklarının geriverimini (iadesini) diliyor ve
  • Uygun yerlere yontularının dikilmesini istiyoruz.
  • Savaşımlarını gelecek kuşaklara aktarmak için anılarına bir Tarih Müzesi açılmasını istiyoruz. Yontuları bu müzenin bahçesinde dikilebilir örneğin..

Menderes – Polatkan – Zorlu‘ya İstanbul – Topkapı’da yapıldığı gibi..

DP Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın  27 Mayıs Devrimi sürecinde yargılanmaları sırasında, baskı altına alınan Yassıada Ağır Ceza Mahkemesi‘nde usul hukukuna uygun davranılmadığı
bir gerçek olmakla birlikte, sanık eylemlerinin Türkiye’ye ihanet sınırına dayandığı
hatta aştığı su götürmez bir gerçektir. (Bkz. 27 Mayıs 1960 Devrimi 53 Yaşında!  http://ahmetsaltik.net/2013/05/27/27-mayis-1961-devrimi-52-yasinda/)

Oysa “3 Fidan” hiç cana kıymamışlardı!
(6 Mayıs 2016 sabahı AKP iktidarı, binlerce can yitiğinden sorumlu değil mi??)

Eylemleri o zamanki TCK (Türk Ceza Kanunu) 146. md. kapsamında değildi.
Pekala TCK 141-142 kapsamında hapis cezası ile yetinilebilirdi.
Açıktır ki, Sıkıyönetim Mahkemesinin Askeri Savcısı ve Yargıçları da (Baki Tuğ,
Ali Elverdi vd.) tam bir mesleksel bağımsızlık içinde davranamadılar.. Yazık..

Görülüyor ki, YARGI BAĞIMSIZLIĞI yaşamsal önemdedir ve adaletin aracı olarak hukuk “bir gün” herkese gerekli olmaktadır.

Aradaki fark, ölüm – yaşam farkı denlidir!

Dolayısıyla, “Güçler Ayrılığına dayalı demokratik hukuk devleti” mutlaka korunmalı, üzerinde yaygın toplumsal uzlaşma sağlanarak dokunulmaz kılınmalıdır.
Bu kurumsal yapılanma ile büyük toplumsal yıkımlardan – yanlışlardan korunabiliriz.

12 Mart faşizminin gölgesindeki TBMM, ne yazık ki bu 3 idamı onayladı..
Hem de “3′e 3 – kana kan – cana can – intikaaam” ilkel çığlıkları içinde..

Bu yaranın sarılmasının zamanı artık gelmiş ve geçmiştir.
Günümüzde Anayasada ve dolayısıyla Ceza yasamızda ÖLÜM CEZASI yoktur.

6 Mayıs 1972′nin üzerinden 44 yıl geçmiştir..

Ülkemizin bu tür barışçı girişimlere çok gereksinimli, son derece gergin bir iklim içinde olduğumuz biliniyor.. Ne yazık ki siyasal ilktidar, bu gerilim – ayrıştırma – ötekileştirme hatta toplumu kutuplaştırma “tehlikeli” siyasetini bilinçli seçimiyle sürdürüyor ve ne acı ki “acı meyvelerini” de siyasal rant olarak devşirebiliyor! Ancak bu tablonun sürgit olamayacağını, durumluk (konjonktürel) olduğunu belirtmek isteriz.

Aslolan ADALET – ÖZGÜRLÜK – EŞİTLİK – GÖNENÇ‘tir…
Bunlar sağlanmadan toplumsal barış ve erinci kalıcı kılmak olanaksızdır.

Biz, Büyük ATATÜRK‘ün özlemini ve hedefini paylaşıyor ve savunuyoruz :

YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ!

Haydi, gerekli adımları atalım..

Gelecek 6 Mayıs’tan önce toplumsal vicdanı derinden yaralayan, adalet duygusunu yıkıma uğratan, güvensizlik doğuran…… çok olumsuz tabloyu onaralım..

TBMM‘de ortak önerge versin partiler..
Çok kısa sürede sorunu çözelim ve
Sosyal Psikoloji bakımından ciddi “travma sonrası stres bozukluğu” (PTSD) nedeni olan bu yakıcı tarihsel sayfaları çooook uzun yıllar sonra kin – nefret – şiddetten arınarak sevgi – barış – uzlaşma iklimiyle sarıp onaralım..

Bu çağrı bizden..

Devrim şehitleri “3 Fidan” ın, yılmaz ve bilge savunman Av. Halit Çelenk’in
sevgin (aziz) anıları önünde saygı ile eğiliyoruz..

Ve çoook özverili emekleri için, Deniz- Yusuf – Hüseyin’e annelik de yaptığı için…
“Şekibe anne” yi esenlik dileğiyle, saygıyla selamlıyoruz..

Bir şiirle bağlamak istiyoruz (cep telefonumuza gelmişti..)

divider_yesil_fiyonk

Bir Hıdrellez sabahı
6 Mayıs 1972 günü
3 Baharı yağlı urgana mahkum ettiler
Devrimcilerin 3 gülü
Deniz gülü;
Yusuf gülü
Hüseyin gülü
Darağıcında gömülü
Devrimcilerin 3 gülü
Gezmiş gülü
Aslan gülü
İnan gülü..
Ölümdür kimileyin kavganın tek ödülü
Öldürdünüz mü sandınız beni cellat, 6 Mayıs’ta?
Say bakalım o günden bu güne doğan çocukların adını?
Kaçı cellat, kaçı DENİZ??

divider_yesil_fiyonk

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

Not     :
Halit Çelenk ve eylemi -savaşımı hakkında kapsamlı bilgilere
http://www.halitcelenk.org/ web sitesinden erişilebilir..

Geçen yıl bu gün yazdığımız “3 Fidana Özlem : 41. yıl…”
başlıklı yazımız da sitemizde okunabilir..
(http://ahmetsaltik.net/2013/05/06/3-fidana-ozlem-41-yil/)

Önceki yıl (40, yıl, 6 Mayıs 2012) yazımız ise :
40. yılda Deniz’e, Yusuf’a, Hüseyin’e..”
http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/6_Mayis_2012_Deniz_Yusuf_Huseyin_40._yil.pdf

TBB Paneli : KIBRIS’ta SON SÖZ SÖYLENMEDİ.. ve Çağrışımlarımız


KIBRIS’ta SON SÖZ SÖYLENMEDİ..
Ve Bizim çağrışımlarımız..

Türkiye Barolar Birliği’nden açıkoturum..
20 Şubat 2016, Cumartesi, saat : 10:00
Yer bilgisi : Posterin altında kayıtlı…

Dostlar,

Bu sitede Kıbrıs için çok yazdık…
Örneğin : KKTC Karambole Kurban Edilmesin..
(http://ahmetsaltik.net/2014/12/29/kktc-karambole-kurban-edilmesin/)

2004’te, ADD Genel Başkan Vekili sıfatıyla, Annan Planı halkoylaması öncesi KKTC’de
çok sayıda konferans verdik – düzenledik, radyo – TV konuşması yaptık ve gazete söyleşileri, makaleleri yazdık..

KIBRIS_konusmalarimiz

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne yazık ki KKTC halkı bu lanetli Plana % 65 “evet” dedi.. Bıktırılmış ve adeta “öğrenilmiş çaresizlik sendromu” na sokularak özgür istenci (iradesi) teslim alınmıştı.
Tarihin cilvesine bakınız ki, daha çoğunu elde edebileceğinden emin olan (!?) Batı’nın şımarık çocuğu Ada Rumları Annan Planı’na “hayır” dediler de KKTC yaşamaya devam etti!..
Yoksa şimdi tek bir Kıbrıs Cumhuriyeti vardı ve 1974 katliamları öncesine dönülmüş idi..

Kibris'ta_kanli_Noel_ve_Makarios'un_katliam_buyrugu

Ne yazık ki, ikiyüzlü AB, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tek parça devleti olmasına karşın,
kendi hukukunu çiğneyerek tüm Kıbrıs’ı temsilen (!) AB’ye kabul etti (2004)..

1983’ten bu yana koca kahbe dünya, Kıbrıs Türklerinin uluslararası hukuka tümüyle uygun kendi yazgısını belirleme (self determinasyon) hakkını görmezden gelerek Ada Türklerine
adeta politik – ekonomik soykırım uygulamakta.. Oysa Ada Türkleri bir “nation community” olarak Self determinasyon eyleminin hukuksal öznesi (süjesi) olmaya ehil (yetkili).
Bu yalın olguyu görmezden gelen kokuşmuş BM sistemi ve Batı emperyalizminin şürekası ise Türkiye’de uluslararası hukuka tümüyle aykırı olarak Kürt kardeşlerimizi kışkırtarak
self determinasyon hakkına gönderme yapmaktadırlar.. Oysa Lozan Antlaşmasına göre Türkiye’de “azınlık” statüsünde olanlar yalnızca Ermeni, Rum ve Yahudilerdir..

Kibris'ta_Turk_varligi_MO_6._bine_uzaniyor

AKP – RTE iktidarı ise kadim kahraman Denktaş‘ı harcamak ve Annan Planı’nı onaylatmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Bay RTE, diplomasi literatüründe yeri olmayan saçma bir kavram ve davranış biçimiyle “herkesten 1 adım önde olmak” gibi -çoooook derin uluslarararası siyaset ve hukıuk bilgisinin ürünü olsa gerek (!)- tuhaf bir politika izledi, izliyor..

KKTC’nin uluslararası düzlemde tanınması için hiçbir somut – içtenlikli çabasını görmedik AKP’nin.. Şimdilerde ise, AKP – RTE iç ve dış politikada, ekonomide, iç terörde ve Suriye – Irak’ta olağanüstü zorda..

BOP = Türkiye’yi parçalama planı Eşbaşkanı RTE, kıskıvrak kuşatılmış durumda uydu ve serüvenci – sığ politikalarının ürünü olarak.. Dolayısıyla hemen her türlü ödünü verebilirler.. İktidarda kalmak üzere ver(e)meyecekleri ödün olmadığı ne yazık ki yaygın kanı..
O bakımdan, KKTC özel bir özen ve sahiplenme istiyor..

TBB (Türkiye Barolar Birliği) bir yurtseverlik ve KKTC halkı Türk soydaşlarımızın haklarını – hukukunu koruma adına böylesi bir açıkoturum düzenliyor..

KKTC, Türkiye güvenliği ve Ada Türklerinin can güvenliği açısından ülkemizin
en temel sorunlarından biridir..

  • Kırmızının da kırmızısı çizgimiz;
    2 kesimli – 2 bölgeli – egemen eşit 2 devletli bir yapının mutlaka korunmasıdır.

KIBRIS_Girit_Olmasin

Son çözümlemede GKRY, Yunanistan ile onyılların özlemi ve politikası yönünde ENOSİS özlemleri uğruna birleşirse, Ada Türkleri KKTC yurttaşları da kendi yazgılarını belirleme hakkını kullanarak Türkiye’ye katılabilirler..

Başkaca ödüncü çözümler, Ada’da 1571’de fetihten bu yana dökülen kanların, binlerce şehitlerin ve gazilerin.. aziz ruhlarına ihanet olacaktır.. Türkiye’nin güvenliğini de tehlikeye atmak ve
Ada Türklerinin assimilasyonuna (katliamına değilse bile!) razı olmak demektir.
Türkiye buna asşa izin veremez, tarih de kesinlikle bağışlamaz..

 

AKP – RTE’yi bir kez daha kaygı ile uyarmak isteriz..
Yapamayacaksanız, bırakıp gitmek diye namuslu – onurlu bir davranış vardır..
Halka gerçekleri anlatır ve yapabileceklere yerinizi bırakırsınız..

Aman ha, sakın ha… KKTC’yi kurtlar sofrasında diplomasi oyunlarına kurban vermeyelim..

TBB’nin bu açıkoturumuna katılalım, sahiplenelim…

Sevgi ve saygı ile.
18 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Yazımızın pdf biçimi; KIBRIS’TA_SON_TANGO’ya_DOGRU

“EMEĞİN HUKUKU” KURULTAYI


SENDİKACILIK TARİHİNDE BİR İLK!


29.05.2015, http://www.barobirlik.org.tr/Detay62933.tbb 

ÜÇ BÜYÜK İŞÇİ KONFEDERASYONU VE TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ
“EMEĞİN HUKUKU” KURULTAYINDA BULUŞTU

FEYZİOĞLU:
EMEĞİN ÖRGÜTSÜZ KALMASI
TÜRKİYE AÇISINDAN EN BÜYÜK TEHLİKEDİR

Türkiye Barolar Birliği, Türk-İş, Hak-İş ve DİSK tarafından ortaklaşa düzenlenen
“Emeğin Hukuku” Kurultayı, 27-28 Mayıs 2015 günlerinde Türkiye Barolar Birliği’nde gerçekleştirildi.

Saygı duruşu ve TBB Emek Komisyonu Başkanı Av. Abdi Pesok’un sunuşunun ardından
açış konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, üç büyük işçi konfederasyonunun ilk kez bu kapsamda bir toplantıda
Türkiye Barolar Birliği’nin ev sahipliğinde yan yana oturduğunu söyledi.

Emekçinin hizmetinde olan sendika ve konfederasyonların, hizmet verdikleri emekçilerin aynı sorunlarıyla uğraştığını ifade eden Feyzioğlu, “Tersten söylemek gerekirse, hangi sendikaya ve sendikamız hani konfederasyona bağlı olursa olsun, emekçinin sorunu aynı. Bu sorunlara sadece sendikalarımız, konfederasyonlarımız belki farklı kadrolarla, belki farklı yaklaşıyorlar,
ama özü aynı. Dolayısıyla emekçilerin sorularının, üç büyük çatı örgüt ve Türkiye Barolar birliği tarafından birlikte tartışılması öyle sanıyorum ki, son derece önemli ve sonuç doğuran
çözüm önerilerini ortaya çıkaracak” diye konuştu. Feyzioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

EMEĞİN HUKUKUNU SAHİPLENMEK,
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN BEKASINI DA GÖZETMEKTİR

Amacımız Türkiye’de toplumsal barışı sağlamak. Amacımız Türkiye’de emekçinin alın teri kurumadan, bunun karşılığını almasını sağlamak. Amacımız emekçinin refah içinde yaşamasını sağlamak.

Aslında bütün bunları arka arkaya koyduğumuzda, amacımız Cumhuriyet’in kuruluş değerlerinin yaşama geçmesini sağlamak. Bu bakımdan, emeğin hukukunu sahiplenmek
aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını da gözetmek anlamına gelir,
milletin üstün menfaatini gözetmek anlamına gelir.

Türkiye’de gerek hukuktan, gerek hukuk uygulamalarından, gerek sendika uygulamalarından çeşitli yakınmalar olduğu herkesin bilgisindedir. Zaman zaman yakınma yasalardandır,
zaman zaman yasalar iyi olsa da uygulamadandır. Zaman zaman aşağıdan değil, yukarıdan aşağıya gelen yanlış bir yapılanmadan dolayı sendikalardandır, sendikacılardandır.
Ancak şunu unutmayalım,

Emeğin örgütsüz kalması Türkiye açısından en büyük tehlikedir.

Yakınmanız varsa, çözüm sendikalara sırtımızı dönmek değil, içinde kalıp mücadele etmektir.

Türkiye’de rakamlara baktığımızda örgütlü işçi sayısı inanılmaz bir şekilde düşüş göstermektedir. Özellikle son 20 – 25 yıllık döneme baktığımızda, grev hakkına sahip örgütlü işçi sayısında, ekonominin büyümesiyle de kıyasladığımızda düşüş dramatiktir. Bizim bugün yapmamız gereken, etkili bir örgütlenmenin emek ve emekçi için nasıl gerçekleştirileceğini
ve herkes için nasıl daha yararlı olabileceğimizi günlük siyasetten, her türlü makam,
mevki kaygısından uzaklaşarak tartışmaktır.

Feyzioğlu’nun ardından kürsüye gelen Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, kıdem tazminatı ve esnek çalışmaya ilişkin sorunlara dikkat çekerek, 30 yaş altında sendikasızlaşmaya doğru bir gidiş olduğunu vurguladı.

Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan da 1. sorunun

Türkiye’deki tüm sendikaların işçilerin ancak %10’unu temsil etmesi olduğunu

belirterek, “İşçilerimizi sendikalarda örgütlersek, bugün bunları konuşmazdık” dedi.

Daha sonra kürsüye gelen DİSK Genel Başkanı Kani Beko, bundan sonra işçilerin ölmemesi için Soma Davası’ndan ders niteliğinde bir karar çıkması gerektiğini söyleyerek,
emekçilerin karşı karşıya bulunduğu sorunlara dikkat çekti.
Beko,

“İşsizlere iş bulmanın tek yolu kölelik değildir.”

diye konuştu.

Açış konuşmalarının ardından Kurultay’ın

“Artan İş Kazaları Çağrıştırmasıyla İş Güvenliği ve İş Sağlığı”

başlıklı ilk oturumuna geçildi. Hak-İş Hukuk Müşaviri Av. Hüseyin Öz’ün başkanlığını yaptığı oturumda Prof. Dr. Levent Akın, Prof. Dr. Oğuz Karadeniz ile Doç. Dr. Mahmut Kabakçı
birer sunuş yaptılar.

Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Av. Kürşat Karacabey’in başkanlığını yaptığı,

“Emeğe Etkileri Bağlamında Özelleştirmeler, Taşeronluk ve Özel İstihdam Büroları”

başlıklı 2. oturumda Prof. Dr. Aydın Başbuğ, Av. Dr. Murat Özveri, Doç. Dr. İbrahim Aydınlı görüşlerini dile getirdiler.

Kurultay’ın ikinci gününde; Türk-İş Hukuk Müşaviri Av. Ferhan Tuncel başkanlığında gerçekleştirilen

“Yargı Kararları Işığında İşçilik Hakları ve İşçilik Haklarının Tahakkuku ile İş Güvencesi”

başlıklı oturumda Prof. Dr. Müjdat Şakar, Prof. Dr. Kübra Doğan Yenisey, Doç. Dr. Muhittin Astarlı ve Av. Gökhan Candoğan, DİSK Hukuk Müşaviri Av. Necdet Okcan başkanlığında gerçekleştirilen

“Uluslararası Normlar Karşısında Türk Mevzuatı ve Uygulamasında Sendikasızlaştırma”

başlıklı oturumda ise Prof. Dr. Metin Kutal, Doç. Dr. Aziz Çelik ve Yrd. Doç. Dr. Ulaş Baysal konuşmacı olarak yer aldılar.

======================================

Dostlar,

Bu toplantıyı ve emeği önemsiyoruz..
Dileriz TBB sunumları – oturumları kitaplaştırır ve kalıcı bir kaynak ediniriz..

TBB Başkanı Sn. Prof. Feyzioğlu’nun

Emeğin örgütsüz kalması Türkiye açısından en büyük tehlikedir.

Ve HAK-İŞ Genel Başkanı Sn. Mahmut Arslan’ın 1. sorunun

“Türkiye’deki tüm sendikaların işçilerin ancak %10’unu temsil etmesi olduğunu”

bir kez daha öne çıkarmak istiyoruz.. Bize göre,

“SENDİKA YOKSA İSG (İŞÇİ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ) DE YOKTUR!” 

Ve de DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun isyanı :

“İşsizlere iş bulmanın tek yolu kölelik değildir.”

TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) kavşak konumdadır ve politikalarında emekten yana köktenci değişimler – uygarlaşma adımları beklenmektedir.. Bu olumlu tercih değişikliği siyasal iktidarla sinerji yaratarak ülkemizin yüz kızartıcı İSG göstergelerinin iyileşmesine anlamlı katkılar sağlayabilir.. Buna çooook gereksinimimiz var…

AKP’li 12 buçuk yılda en az 15369 işçi yaşamını yitirdi…
YETER ARTIK…

CAN_GUVENLIGI_ISTIYORUZ

Emek verenlere teşekkür borçluyuz…

Sevgi ve saygı ile.
31 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SEÇİM GÜVENLİĞİ İÇİN BÜYÜK GÜÇ BİRLİĞİ


SEÇİM GÜVENLİĞİ İÇİN
BÜYÜK GÜÇ BİRLİĞİ

Oy ve Ötesi Derneği ile Temiz Seçim Platformu temsilcileri ve konunun uzmanlarının katılımıyla Türkiye Barolar Birliği’nde yapılan toplantı ortak bildiriyle sonuçlandı

“TÜRKİYE’DE ÇAĞDAŞ BİR YAŞAMDAN VE GERÇEK DEMOKRASİDEN YANA OLAN GENİŞ KİTLELERİN GÜCÜ, HER TÜRLÜ DEMOKRASİ DIŞI OYUNU BOZMAYA FAZLASIYLA YETECEKTİR”

“Temiz – Adil ve Güvenli Seçim” başlıklı yuvarlak masa toplantısı Türkiye Barolar Birliği’nde Oy ve Ötesi Derneği ile Temiz Seçim Platformu temsilcileri ve konunun uzmanlarının da katılımıyla gerçekleştirildi.

Toplantıyı açan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu,
Türkiye Barolar Birliği’nin bir seçim güvenliği odası oluşturduğunu ve salonlarını Oy ve Ötesi Derneği’ne açtığını söyledi. Feyzioğlu, “Buradan hem Ankara’yı hem Türkiye’yi Oy ve Ötesi ile birlikte kontrol edebileceğiz. Diğer gruplara da kapımız elbette açık. 40’a yakın ilde de
avukat desteğini vermeye gayret ediyoruz.” dedi.

Türkiye Barolar Birliği’nin tarafsızlığıyla Türkiye’nin en güvenilir kurumlarının başında geldiğine dikkat çeken Feyzioğlu, toplumda seçim güvenliğine ilişkin birtakım kaygılar bulunduğunu ifade etti. Feyzioğlu sözlerine şöyle devam etti:

“Orijinal tutanakların toplandığı, saklandığı, arşivlendiği; her sandığa yeterli sayıda temsilci, o temsilcileri destekleyecek yedekler; okulların başına heyetlerin görevlendirildiği bir örgütlenmenin yapıldığı noktasında tereddütler olduğu için toplumda güvensizlik de maalesef artıyor. Dolayısıyla bütün siyasal partilerin çıkarması gereken sonuç,
bu işin asli sahibinin siyasal partiler olduğu. Biz asli sahipleri üzerlerine düşeni tam olarak yapamadıkları düşüncesinde olduğumuz ve toplumun hissiyatını yansıttığımız için
burada sandığa ve oylara sahip çıkmak adına bir araya geldik.

Toplantıyı yöneten Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av. Başar Yaltı,
seçim güvenliğine ilişkin hukuksal çerçeveyi anlatarak başladığı konuşmasında,
7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının Cumhuriyet değerlerini ve parlamenter demokratik sistemi altüst edecek bir aşamaya götürebileceği kuşkusunu yarattığını söyledi.

Bu seçim sürecinde;
– %10 barajı,
– Cumhurbaşkanı’nın parti lideri gibi propaganda yapması,
– yargı organlarının tarafsızlığı ve bağımsızlığıyla ilgili kuşkular,
– İç Güvenlik Paketi ile vali, kaymakam ve emniyet amirlerine verilen yetkiler

olmak üzere 4 olgunun öne çıktığını kaydeden Yaltı, “Kamuoyunda seçim güvenliği dendiği zaman sandık güvenliğine indirgeyen bir bakış açısı var. Oysa seçmen kütüklerinden başlayan ve seçimin yürütülmesini, bilgisayar ortamındaki yazılımını içine alan çok geniş ve kapsamlı bir anlamı var seçim güvenliğinin” diye konuştu.

*****

“Temiz – Adil ve Güvenli Seçim” başlıklı
yuvarlak masa toplantısı SONUÇ BİLDİRİSİ

Türkiye Barolar Birliği tarafından 25 Mayıs 2015 tarihinde düzenlenen ve açış konuşmasını Birlik Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun yaptığı “Temiz, Adil ve Güvenli Seçim Yuvarlak Masa Toplantısı” metnin altında isimleri yazılı kişilerin katılımlarıyla gerçekleştirildi.

Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu konuşmasında; Türkiye Barolar Birliği’nin bir seçim güvenliği odası oluşturduğunu, seçim güvenliği ile ilgili kaygı duyan ve çalışmalar yapan her sivil toplum örgütüne kapılarının açık olduğunu, kendilerine Türkiye genelinde avukat desteğinin sağlandığını belirtti.

Yuvarlak masa toplantısında; 7 Haziran 2015 Genel Seçimi ile ilgili ülkemizin içinde bulunduğu durum, seçimle ilgili kurumların çalışmaları, adil ve temiz bir seçim konusunda kamuoyuna yansıyan kuşkular, önceki seçimlerdeki usulsüzlükler, hileler ve seçmen iradesine yapılan müdahaleler ayrıntılı biçimde tartışıldı.

– %10 seçim barajı
,
– milletvekillerinin partilere dağılımında büyük adaletsizliklere yol açan d’Hond yöntemi,
– çok sayıda seçmenin bilgileri dışında seçmen listelerinden çıkarılması ve ;
– sahte seçmenlerin listelere kaydı,
– sandık çevresinde, ilçe ve il seçim kurullarında yapılan usulsüzlükler,
– SEÇSİS sisteminin güvenliği,
– seçim çalışmalarının finansmanında partiler arası adaletsizlikler,
– devletin olanaklarının seçimde iktidar partisi için kullanılması ve
– Cumhurbaşkanının Anayasa dışına çıkarak önceki partisi için meydan meydan oy isteyerek seçimin güvenliğine darbe vurması..

yuvarlak masanın başlıca konuları oldu.

Yapılan ayrıntılı konuşmalar ve belgeler üzerinde yapılan incelemeler sonrasında
aşağıdaki bildirinin kamuoyuna duyurulmasına oybirliğiyle karar verildi.

Geçmiş seçimlerde kamuoyuna yansıyan yaygın seçim usulsüzlükleri ve hileleri ile 7 Haziran 2015 seçim sürecinde Cumhurbaşkanı tarafından eşitlikçi ve demokratik kurallara uyulmaması toplumumuzda seçimin güvenliği konusunda büyük kaygıların doğmasına ve seçimin meşruiyeti hakkında tartışmalara yol açmıştır. Temiz ve adil bir seçim konusundaki kaygılar ilk kez ulusal sınırları aşarak uluslararası boyut kazanmış durumdadır.
AGİT gözlemcileri cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında yayınladıkları tavsiye niteliğindeki raporda; Başbakanın seçimde, resmi devlet organizasyonları ile birleştirilmiş büyük çaplı organizasyonlarını, YSK kararlarına itirazın mümkün olmamasını ve uluslararası kurumların ve vatandaşların seçim gözlemi yapması ile ilgili yasal hükümlerin bulunmaması da dahil olmak üzere AGİT’in temel tavsiyelerinin dikkate alınmamasını eleştirmiştir. AGİT’in kaygıları o denli büyümüştür ki ilk kez bu seçimlerde sandık güvenliğini gözlemlemek için 33 İl’e gözlemci gönderme kararı almıştır.

Ülkemizin seçimlerle ilgili yetkili kurul ve kurumları, son yıllardaki her seçim sonrasında ortaya çıkan usulsüzlüklere ve birçoğu mahkeme kararlarıyla da kanıtlanmış geniş kapsamlı hilelere ve uluslararası uyarılara rağmen gerekli önlemleri almamaktadır. Temiz ve adil bir seçimle ilgili kaygılar o denli artmıştır ki yapılan kamuoyu yoklamalarında seçmenlerimizin yüzde 50’ye yakını seçimin adil ve temiz olacağına inanmamaktadır. Demokratik rejimlerde seçimlere güvenin yitirilmesi, seçim sonuçlarının meşru olmayacağına inanılması ülkenin iç barışı ve toplumsal huzurunun önündeki en büyük tehlikedir. İktidarın bu tehlikeyi görmezden gelerek seçim güvenliği ile ilgili gerekli önlemleri almaması ve Cumhurbaşkanı’nın temiz bir seçim için gerekli olan demokratik kuralları hiçe sayarak oy toplamaya çalışması ulusal ve uluslararası kamuoyunda bir sivil darbe korkusunu da beslemektedir.

Öte yandan seçimlerle ilgili bu olumsuz gelişmelere karşın, ülkemizde barıştan ve huzurdan yana olan, çağdaş ve özgürlükçü bir demokrasinin gerekliliğinin farkına varmış geniş kitlelerde oyuna sahip çıkmak isteği ve bilinci güçlenmeye ve hızla yayılmaya başlamıştır. Bu isteği yaşama geçirebilmek için “Temiz Seçim Platformu” ve “Oy ve Ötesi” gibi sivil toplum kuruluşları ile hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin kararlı savunucusu Türkiye Barolar Birliği etkili bir toplumsal dayanışma ve çalışma içine girmişlerdir. Bu noktada, varlıkları
temiz ve adil seçime bağlı olan özellikle muhalefet partilerinin de sandık güvenliği konusundaki sorumluluklarını en yüksek düzeyde yaşama geçirmeleri büyük önem taşımaktadır. Çağdaş bir yaşamdan, özgürlükçü bir demokrasiden yana olan geniş kitlelerin temiz seçim isteği seçimlerde seçmen iradesine dönük tüm müdahaleleri aşabilecek bir güçtedir. Bu bilinç ve istek içindeki tüm vatandaşlarımız seçimlerde yapılması olası tüm hilelere karşı mutlaka sandık başına gitmeli, oylarını kullanmalı, yakınlarına da kullandırtmalı ve oylarına sayım bitip resmen açıklanana kadar sahip çıkmalıdırlar. Türkiye’de çağdaş bir yaşamdan ve gerçek demokrasiden yana olan geniş kitlelerin gücü her türlü demokrasi dışı oyunu bozmaya fazlasıyla yetecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

TOPLANTIYI YÖNETEN:

Av. Başar YALTI Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı

KATILANLAR : (Soyadı sırasına göre)

1. Erdal AKSÜNGER İzmir Milletvekili
2. Av. Turan ATEŞ (Em. Yargıç)
3. Av. Prof. Dr. Necdet BASA Türkiye Barolar Birliği Başkan Başdanışmanı
4. Sercan ÇELEBİ Oy ve Ötesi Temsilcisi
5. Prof. Dr. Ali ERCAN Emekli Müsteşar
6. Tarhan ERDEM Araştırmacı Yazar
7. Yrd. Doç. Dr. Şeref HOŞGÖR Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi
8. Atilla KART Konya Milletvekili
9. Sadık KIRBAŞ 21. Dönem Çanakkale Milletvekili
10. Yaşar OKUYAN 20. ve 21. Dönem Yalova Milletvekili, Eski Bakan
11. Tacidar SEYHAN 23. Dönem Adana Milletvekili
12. Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY 22. Dönem Ankara Milletvekili
13. Erol TUNCER 15. ve 16. Dönem Milletvekili, TESAV Başkanı
14. Prof. Dr. Kemal YILDIRIM Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi

http://www.barobirlik.org/Detay62827.tbb, 27.5.15

==========================================

Dostlar,

Bu toplantıyı dün biz de izledik. 13:30’da başladı ve 5 saate yakın sürdü.
TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun açış konuşmasının ardından
toplantıda katılımcılar yaklaşık olarak 20’şer dakika sunum yaptılar.

Toplantı kamera ile kayda alındı ve hızla kitaplaştırılacak.

YSK’yı Anayasa’ya ve 298 sayılı yasaya içtenlikle uymaya çağırıyoruz.

Tüm Yurttaşlarımızı da oy kullanmaya, sandığa ve oyuna sahip çıkmaya…

Sevgi ve saygı ile.
26 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com