Etiket arşivi: sosyal devlet

Seçimler-6: Gündemdeki CHP’nin gündemi

Ülke gündeminde CHP var. Ya CHP’nin gündemi? Türkiye’yi değiştirme savı ile yola çıkan CHP, şimdi kendini değiştirme yolunda.

14 ve 28 Mayıs seçim sonuçları, TBMM’de grubu bulunan partiler sıralamasını değiştirmedi: AKP, CHP, YSP (HDP), MHP ve İYİP. Ne var ki, CHP, tartışmaların ilk sırasında.

Kurucu ilkelere dönüşten Devrime kadar birçok öneri yapılıyor, içeriden ve dışarıdan: dönüş (fabrika ayarlarına), değişim (yönetim kadroları ve tüzük), dönüşüm (tabandan tavana), devrim (tümden yenilenme).

‘D’ler zinciri kulağa hoş gelse de kurallar, ilkeler ve değerler ölçüt alınmadıkça ‘D’ler havada kalır.

Yüz yıllık kurumsal yapı olan örgüt için kuralların başında Tüzük, SPK ve Anayasa geliyor; ilke ve değerler ise, örgüt ve kurallar çerçevesinde biçimlenen ideoloji.

ÖRGÜTTEN ANAYASA’YA

6 OK, önce anayasallaştı (1937/md.2), sonra aynı madde Cumhuriyet’in nitelikleri olarak düzenlendi (1961) ve bu gelenek sürdürüldü (1982).

Üç Anayasa dönemi:

  • Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkilapçıdır. (1937).
  • “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve ‘Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.(1961)
  • “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. (1982)

Gözlemler:

-1937’de CHP ilkeleri, Anayasa’ya kondu. ‘İnkılap’, 1945’te ‘devrim’ oldu.

-1961’de yeniden yazılan madde, 1937 ilkelerini genişleterek hukukileştirdi ve çağdaşlaştırdı: –Atatürk Devrimlerine bağlılığı vurgulayan- Başlangıç ilkeleri metne katıldı.

-1982’de ise, Cumhuriyetin nitelikleri hukuki olmayan ögelerle hem genişletildi hem de daraltıldı: Atatürk, Başlangıç kısmı yerine maddeye yazıldı; ama ‘Devrimleri’ değil, ‘milliyetçiliği’ deyimiyle. Dahası, Cumhuriyet, ‘insan haklarına saygılı Devlet’ olarak tanımlandı. (Başlangıç, 1995 ve 2001 değişikliklerinde ırkçı ögelerden kısmen ayıklandı; ‘İnsan haklarına dayanan Cumhuriyet’, yeniden anayasallaştırıldı, md.14).

CUMHURİYET’İN NİTELİKLERİ

Üç Anayasa da, CHP ilkelerinin çağdaş ve evrimci okuyuşuna olanak tanımakta: 1937 metni, CHP’yi “cumhuriyetçi” olarak tanımlıyor; 1961 ve 82 ise, Cumhuriyet’in niteliklerini genişletiyor.

Aslında her iki Anayasa, 6 Ok’u, açılımlarıyla Anayasa bütününe yayıyor. Bu nedenle tıpkı madde 2 gibi 6 Ok da bu bağlamda okunmalı. Anayasal kural, -‘sol’ dahil- ilke ve değerler, hak ve özgürlükler bütünü ışığında 2012’de parti tüzüğüne de aktarıldı.

Anayasa ve Parti tarihi örtüşmesi, güncel de: Anayasa Mahkemesi yoluyla anayasal güvence düzeneğini işleten CHP, yalnızca  27. Yasama döneminde 200’ü aşkın norm denetim başvurusu yaptı.

Bütün bunlar, CHP’de değişimin yönünü açıkça ortaya koyar: 

  • Hukuk, demokrasi, insan hakları, eşitlik, laiklik.

TARTIŞMA EKSENLERİ

Parti içinde ‘ideoloji ve hukuk yoluyla demokrasi’ tartışması yapılabildiği ve ‘emek / uzmanlık / liyakat’ saygı gördüğü ölçüde, ülke için eşitlik / özgürlük / yurttaşlık ekseninde kamucu / katılımcı / toplumcu politikalar geliştirilebilir.

Eğer mikro-demokrasi (parti içi) yoksa makro demokrasi vaadi inandırıcı olamaz.

Yerel yönetimler için güçlü biçimde savunulamayan demokrasi, ulusal ölçekte ilerletilemez.

Parti içinde emek, uzmanlık ve liyakat saygı görmüyor ise, kamu yönetiminde liyakat isteği inandırıcı olmaz.

Eğer hukuk devleti ereğinde erkler ayrılığı ve yasama özerkliği savunulamıyor ve sahiplenilemiyorsa, sol ideoloji için normatif temel olan sosyal devlet istemi etkili olmaz.

Değinilen zaaflar kamucu / katılımcı / toplumcu politikaların geliştirilmesini frenlediği gibi, emek (sınıf) ve çevre (ülke) savunusunun, etkili bir muhalefetle dünyevi norm gerekleri doğrultusunda yapılmasını engelledi.

Nitelikli yasama için TBMM’de “azınlık bilinci” oluşturamayan, ama Parti yönetiminde örgüt içi müzakere yerine azınlık iradesiyle ‘gündemdeki CHP’ aktörleri, şimdi “değişim”! yanlısı.

Parti tartışması yapamayanlar, siyasal rejim / sistem tartışması yapabilir mi?

Depremden depreme bir arpa boyu

Recep Yılmaz | PolitikYol Haber SitesiRecep Yılmaz
İnşaat Mühendisi
29 Mart 2023, Cumhuriyet

Depremden sonra TV kanallarında günlerce fay hatlarını dinledik. Türkiye gibi yerin altındaki levhaların kesişim bölgesinde yer alan bir deprem kuşağı ülkesinin fay gerçeğini öğrenmeyen kalmadı. Ancak her deprem sonrası günlerce fayı konuşmak boğulan bir topluma yüzme öğretmek yerine denizin derinliğini anlatmak gibi bir şeydir.

  • Çünkü deprem değil kâr hırsı öldürür, “imar barışı” öldürür, vurdumduymazlık öldürür!

Artık eski ve güvensiz binaların dönüşümünün neden yapılmadığını, nasıl yapılacağını, ne zaman yapılacağını somut bir biçimde ortaya koymak ve sorgulamak gerekiyor. Yapı stokunu depreme dayanıklı bir biçimde dönüştürmedikçe bir sonraki depremde hangi ilimize ağlayacağımızı kestirmek zor değil!

‘Paran kadar’ dönüşüm

  • Bu düzen en çok yoksul halkı yani emekçileri vuruyor.

Yıllar önce olanakları ölçüsünde “başını sokacak” bir ev sahibi olmuş ve bugün güvensiz olduğunu bile bile o evde oturmak zorunda olan milyonlarca insan var. Yine kirası daha uygun olduğu için güvensiz binalarda oturmak zorunda olan milyonlarca insan var. Sosyal devlet topluma güvenli bir barınma hakkı sunamıyor. Yalnızca “Cebinde 1 milyon lira varsa müteahhidini bul, yık, yaptır” diyor. Şu an uygulanmakta olan “kentsel dönüşüm” sistemi sorunu çözmekten çok uzakta.

Peki, siyasal iktidar ne yapıyor? Bugüne dek ciddi bir karar almadığı gibi işin kötüsü her kezinde siyasal hamaset diliyle toplumu kutuplaştırıp günü kurtarmaya çalışıyor. Aynı iktidarın 2018’de tüm itirazlara karşın çıkardığı imar barışı ile durum daha da içinden çıkılmaz bir noktaya geldi. Binlerce kaçak kat, kaçak bina, kaçak bölüm yasal zırha kavuştu.

Bırakın deprem güvenliğini, afet planını, kentleri içinden çıkılmaz bir duruma getirdiler. İmar rantı yaratmak için işlenen kent suçlarını saymaya kalksak sayfalar yetmez.

Ateş herkesi yakmalı!

Yaşadığımız her depremin çok büyük felaketlere neden olmasını önlemek için artık geniş kapsamlı çalışmalara gereksinimimiz var.

Bu durumda güvenli evleri, güvenli mahalleleri, güvenli kentleri nasıl inşa edeceğiz? Kamu otoriteleri ne yaptı? Yasa yapıcılar ne yaptı? Toplanan vergilerin ne kadarı deprem güvenliğine harcandı? Doyurucu bir yanıt yok!

Kent planlaması, imara açılan bölgeler, sorunlu zeminler, inşaat yapım süreçleri, malzeme niteliği ve denetimi, üretim niteliği ve denetimi, belediye, müteahhit (yüklenici) ve yapı denetim kuruluşlarının sorumlulukları, şantiye şefi uygulaması, mühendis eğitimi, yapı ustası eğitimi ve mevcut (varolan) yapıların dönüşümü gibi birçok konu başlığı hakkında esaslı (temelli) düzenlemelerin yapılması gerekiyor.

“Ateş düştüğü yeri yakar” denilir ancak bu kez ateş herkesi yakmak zorunda!

Sağlığın ticarileşmesi

Prof Dr. Ulaş KAPLAN

LESLEY ÜNİVERSİTESİ
08 Aralık 2022, Cumhuriyet

Canla başla, büyük özveriyle çalışan hekimlerin düşük ücretleri, ağır iş yükü ve uğradıkları şiddet çözüm bekliyor. Bu sorunları kapsayan bir gerçek var:

  • Sağlık çalışanlarını hastalar ve yakınlarıyla zıtlaştırırken her bir kitleyi mağdur eden, fazlasıyla ticarileşmiş bir sistemin girdabındayız.

Batı kaynaklı bu sistem, temel hakların ve güvencenin az olduğu Türkiye’de daha yıkıcıdır. Batı’nın Aydınlanmasını benimseyip emperyalizmini dışlayan yaşamsal ayrımla kurulan Cumhuriyetin dengeleri tersyüz olurken, vahşi kapitalizm toplumsal nefsimize çökmüştür.

TEŞVİK EDİLEN UYGULAMALAR

Zarar verebilecek gereksiz işlemler uygulamak, erken taburcu etmek, kritik kararlarda kazancı sağaltım amacından üstün tutmak… Böyle uygulamalara 1980’li yıllarda dikkat çeken hekim, Georgetown Üniversitesi tıp etiği profesörü Edmund Pellegrino’ydu. Tehdit altındaki bireysel çıkarları koruma gerekçesiyle haklı görülen, “yasal olsa da ahlak bakımından tartışmalı” alışkanlıkların her meslek dalında bulunduğunu vurgulayan Pellegrino’nun ABD’deki saptamaları günümüz Türkiyesi’nin acı gerçeği olmaktadır. Bu yıl yitirdiğimiz babam Av. Sami Kaplan’ın rahatsızlığı süresince böyle uygulamalar yoluyla gözlediğim bu gerçek, Türk insanının kaderi (yazgısı) olamaz.

Pellegrino’ya göre mesleklerde “karakter ve erdem” olgularının önemsizleşmesinden kaynaklanan bu uygulamalar “genellikle yasaldır, sosyal olarak kabul edilir ve hoşgörülür, meslek erbabı ile hastanın/müvekkilin çıkarlarının kesiştiği gri bir bölgeyi kaplar. Bu bölgede hastanın/müvekkilin incinebilirliği, kendisini meslek erbabı tarafından sömürülebilir kılar”. İyileştirilebilecek insanın “evde bakım hastası” diye kolayca kaderine terk edilebildiği bir sistemde yaşama hakkına ve bu hakkın gerektirdiği göreve ne denli saygı duyulabilir? “Hastanın varlığı cebimi nasıl etkileyecek” kaygısı “Hastayı nasıl iyileştirebilirim” düşüncesine karıştığı veya baskın çıktığı an, saf kalması gereken görev kirlenmiştir.

İNSAN YAŞAMININ DEĞERİ

Özel hastanelerin artmasıyla teknoloji yaygınlaşıyor. Peki ya insan? Sağlık, modern inşaattan fazlasını gerektiriyor. Bina donanımı nitelikli hizmet demek değil. Serbest piyasa rekabeti mutlaka hizmeti geliştirmiyor; vatandaşın harcadığı para aynı ölçüde sağlık anlamına gelmiyor; bozuk sisteme daha çok kaynak aktarmak halk sağlığını artırmıyor.

  • Sistem kökten değişmeli,
  • Devlet ve üniversite hastanelerinin koşulları iyileştirilip kapasiteleri artırılmalı,
  • vatandaş özel ticarethanelere mahkûm bırakılmamalıdır.

İstanbul Tabip Odası’nın uyardığı gibi “Sağlık, sosyal devletin vazgeçemeyeceği görevlerin başındadır, piyasanın vahşi koşullarına terk edilemez”.

Bir seçenek şaibeli uygulamaları göz ardı etmek, kanıksamak, bağlı olduğumuz sistemin kaçınılmaz çarkları olarak mantığa bürüyüp haklı görmek; savunmaya geçerek gelişime karşı konumlanmaktır. Öbür seçenek gerçekle yüzleşmek; meslek içi denetim mekanizmalarını etkili işleterek liyakatin artması, insancıl hizmetin yayılması için çabalamaktır. Hangi seçimin insanlık görevi olduğu açıktır.

Yandaşlık ve çıkar güdülerine teslim olmadan, Schopenhauer’ın deyişiyle insan yaşamından çok daha uzun ömürlü olan “gerçeği” haykırmamız, sistemi insancıllaştırmamız gerekiyor.

  • Türk insanının hayatının hak ettiği değeri görmesi için,
    sağlık sistemi tıbbın özündeki ilkelere dönmelidir.

CHP Raporu : TEK ADAM REJİMİNİN KAZANANLARI “TEFECİLER” Raporu

TEK ADAM REJİMİNİN KAZANANLARI “TEFECİLER” Raporu

Değerli Yol arkadaşım, 

Hazırlamış olduğum TEK ADAM REJİMİNİN KAZANANLARI “TEFECİLER” Raporu  ekte bilgilerinize sunulmuştur.

Saygılarımla.

Gamze Akkuş İlgezdi
CHP Genel Başkan Yardımcısı

EK EK 1 : Rapor
Tefecilik-raporu 2009-2021
***
TEK ADAM REJİMİNİN KAZANANLARI : “TEFECİLER” Raporu

“En büyük mücadelem” diyerek faize savaş açtığını ilan eden AKP Genel Başkanı ve
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu iddiasının aksine Adalet Bakanlığı verileri faiz vurguncularının mücadeleyi kazandığına işaret ediyor. Zira Türkiye’yi sözde “teğet geçen” 2008 krizinden, yurttaşı enflasyon canavarı karşısında diz çöktüren 2021 buhranına kadar olan sürede ülkede fahiş faiz oranlarıyla tefecilik yaptığı iddiasıyla hakkında suç duyurusunda bulunulan şüpheli sayısı % 79, mahkemeye sevk edilen sanık sayısı %1044, yargılama sonucunda mahkûm olan kişi sayısı % 1396 arttı. Bu da yoksulluk sınırının 23 bin 600 liraya yükseldiği Türkiye’de, geçinemeyen, borçlarını ödeyemeyen ve çocuğunu okula aç göndermek zorunda kalan yüzbinlerce kişinin tefecilerin insafına terk edildiği anlamına geliyor.

CEZALAR ÖNLEMİYOR

Türk Ceza Kanunu’nda tefecilere verilen cezaların artırılması da suçun yaygınlaşmasını
önleyemedi. Adalet Bakanlığı verilerine göre savcılık koridorları vatandaşın cebine göz
diken sahtekarlara ev sahipliği yaptı. Türkiye’de 2009-2021 yılları arasında toplam
117.939 kişi hakkında tefecilik suçlamasıyla Cumhuriyet savcılıklarınca şüpheli sıfatıyla
işlem yapıldı.

SOSYAL DEVLET BİTTİ TEFECİLİK GERİ GELDİ

Adalet Bakanlığı’na göre 2009’da 6.529 olan şüpheli sayısı 2021’de yaklaşık 2 kat artışla
11.707’ye ulaştı. Diğer bir ifadeyle 2009-2021 yılları arasında Hazineyi beşli çetenin
çıkarları doğrultusunda eriten AKP iktidarları gözetiminde her hafta en az 174 tefeci
sosyal devletten aradığı desteği bulamayan yüzbinlerce kişinin helal lokmasına ortak
oldu.

FAİZE SAVAŞ AÇAN TEK ADAMA DUACILAR

2017 Referandumuyla birlikte, her alanda tüm yetkinin Recep Tayyip Erdoğan’ın elinde
toplandığı Şahsım Hükümetinin yanlış ekonomi politikası tefecilere adeta can suyu
oldu. Ekonomik sıkıntıya düşen ve ağır borç yükü altında ezilen yüzbinlerce kişi çareyi
savcılıklarda hakkında şüpheli sıfatıyla işlem yapılan 42.689 tefeciden yüksek faizle borç
para almakta buldu. Adalet Bakanlığı verilerine göre krizin etkisini artırdığı 2018-2021
yılları arasında tefecilik yapanların sayısında %77 artış yaşandı.

MAHKEME SALONLARI DOLDU TAŞTI

Tefecilik artık gizli saklı değil alenen yapılıyor. Haliyle ana paraya işlettikleri yüksek faizle vatandaşın adeta “kanını emen” tefecilerin yolu mahkeme salonlarından da geçiyor. 2006-2021  arasında mahkemelerde yargılanan sanık sayısı 55.135, mahkûm olan kişi sayısı ise 34.460 olarak kayıtlara geçti.

KAT KAT ARTTI

2008 yılında tefecilik suçlamasıyla sanık olan 1340 kişi varken bu sayı 2021’de 5 kat artarak 7037’ye ulaştı. Aynı şekilde yargılama sonucu mahkûm olanların sayısında da 4 kat artış yaşandı. Bu suçtan ceza alan kişi sayısı 2008’de 853 iken, 2021’de 3740’a yükseldi.

ÇOCUK TEFECİLER

Adalet Bakanlığı verilerinde dikkat çeken bir diğer konu ise tefecilik yapanlarının yaşının 12’ye kadar düşmüş olması. Buna göre 2008-2021 yılları arasında 12-14 yaş arasında 13 çocuk tefecilik yaptığı gerekçesiyle mahkemelerde sanık oldu. Sanık olan çocuklardan 8’i hakkında ise suçu sabit görüldüğü için mahkûmiyet kararı verildi.

DEĞERLENDİRME : YENİK LİDER

İktisadi düşünceler tarihine “Gözlerdeki Işıltı Teorisi”ni kazandıran şahsım hükümeti liderinin “en büyük savaşım faizle” söyleminin aksine krizden krize savrulan ve devletten umudunu kesen vatandaş tefecilerin eline düştü. Devletin resmi kayıtlarına göre ekonomik krizin günbegün derinleştiği Türkiye’de, darda kalan milyonlarca yurttaşın kanını emerek tefecilik yapanların sayısı her geçen yıl katlanarak artıyor.
Çaresiz insanların sırtından milyarlarca lira haksız kazanç elde edenlerin, Türkiye’nin dört bir yanına yayıldığını görüyoruz.
Şahsım hükümeti ise yoksullaşma cenderesi içinde boğulan ve evine ekmek götüremeyen, faturalarını ödeyemeyen, çocuklarının beslenme çantasını dolduramayan milyonların yarasına merhem olmak yerine sosyal devletin güvencesi olan refah payını, “beşli çete” başta olmak üzere yandaşlarına akıtıyor.
Yaşanan krizin faturasını ise işçisi, çiftçisi, memuru, esnafı ödüyor.
Yasadışı yöntemleri ya da yasal boşlukları kullanan tek kuruş vergi ödemeyen tefeciler,
bankaların 1 yılda aldığı faizi 1 ayda alıyorlar. Başvurdukları hukuk dışı ve çirkince yöntemlerle tahsilat yapan tefeciler aynı zamanda başka suçların da oluşması için uygun bir ortam yaratmaktadırlar. Artık neredeyse her mahallede, her kahvede bir tefeci bulunuyor. Tıpkı okul köşelerinde uyuşturucu satıcıları gibi tefeciler de köşe başlarında para satıyorlar.
Kriz nedeniyle ekonomik suçlar artıyor, ahlaki çöküşle birlikte kısa yoldan zenginleşmenin yolları aranıyor. İktidar odaklarıyla iç içe geçmiş yolsuzluk ve soygun düzeni yaygınlaşıyor.

Devletin içine çöreklenen ve belli çevrelerden güç alan rant odaklarının mafyalaştıklarını hep birlikte görüyoruz. Şurası bir gerçek ki; 1. Dünya Savaşının hüküm sürdüğü yıllarda bile tefecilik bu kadar yaygın ve örgütlü yapılmamıştı. AKP İktidarı döneminde ortaya çıkan yeni tip tefeciler,
geleneksel yöntemlerin yanı sıra yeni ve modem yöntemler kullanıyorlar.
Üstelik, bu yöntemler devlet eliyle destekleniyor.

Cumhuriyet baharı ve ekolojik Cumhuriyet

Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” (md.1). Cumhuriyet, “insan haklarına saygılı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti” (md.2). Ne var ki, bu niteliklerin sistematik ve sürekli biçimde ihlali, Cumhuriyet’in özünü boşalttı. Bu nedenle, 2023 seçimleri, ‘Cumhuriyet baharı’ olarak hedeflenmeli. Bir yanda, gitmekte olan 2022 sonbaharı ve Cumhuriyet’e kastedenlerin sonbaharı; öte yanda, gelmekte olan 2023 ilk baharı ve Cumhuriyet’i yeniden kurma baharı. Doğal mevsim ve siyasal mevsim örtüşmesi açık. Aslında, Anayasa bütünsel yorumlanarak Cumhuriyet, üç sıfatla nitelenebilir: Demokratik, sosyal ve ekolojik.

DEMOKRATİK CUMHURİYET (DC)

DC, erkler ayrılığı yoluyla iktidarı sınırlayarak hak ve özgürlükleri güvenceleyen demokratik hukuk devletidir. Siyasal iktidar, serbest seçimler yoluyla el değiştirir. Bunun güvencesi, başta düşünce ve örgütlenme gelmek üzere, hak ve özgürlüklerin kullanılabildiği demokratik toplumdur. İnsan hakları, Cumhuriyet’in ve demokrasinin altyapısıdır.

SOSYAL CUMHURİYET (SC)

SC, ‘sosyal devlet’in (md.2) hak ve özgürlükleri geliştirme (md.5) ve eşitliği sağlama (md.10) yükümlülükleri, sosyal, kültürel ve iktisadi hak güvenceleri ile somutlaştırılıyor. Demokratik Cumhuriyet dayanağı olan insan hakları kullanılabildiği ölçüde, sosyal Cumhuriyet alt yapısını oluşturan hak ve özgürlükler geçerli kılınabilir.

EKOLOJİK CUMHURİYET (EC)

Çevre hakkı, yalnızca madde 56’da öngörülmüş olsa da, Türkiye ülkesi, tarihsel, kültürel ve doğal varlık ve değerleri, kırsal ve kentsel çevresi, kıyılar ve tarım arazileri, ormanlar ve doğal kaynakları ile anayasal düzlemde korunmakta. Devletin çevre kirliliğini önleme, çevreyi koruma ve geliştirme üçlü yükümlülüğü, çevre hakkının anayasal gerekleridir. Ülkesel hükümlerin, md. 56 ve bütün hakların güvence ölçütlerini öngören md.13 ışığında yorumlanması ve uygulanması, çevre devletinin asgari gereklerini tesciller.

NE ÖLÇÜDE GEÇERLİ?

Kurumlar ve kurallar, ilkeler ve değerler bütününden oluşan Cumhuriyet’in üç boyutu ne ölçüde geçerli? Yasama, yürütme ve yargı, demokratik, sosyal ve ekolojik Cumhuriyet yükümlülükleri ile kuşatılmış olsa da,

  • Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme,
    emredici Anayasa hükümlerini sürekli kurşunluyor.

Hukuk devletinin asgari gereklerinin sistematik olarak ihlali, hemen her gün tanık olduğumuz keyfi uygulamalarla doğrulanıyor.

  • Yaygın yoksulluk ve açlık, sosyal devlet gereklerinin (md.65)
    amaç dışı kullanımının sonucudur.

Torba yasalar, torba CBK ve Cumhurbaşkanı kararları ile Türkiye çevresi dizginsiz bir biçimde yağmalanıyor.

Onarılabilir değil…

2023 ilkbaharı, siyasal bakımdan halkın demokratik hukuk devleti kurma iradesini ortaya koyacağı bir tarihsel bir dönem olacak. Hukuk devleti onarılabilir; ama bu yılları alır… Sosyal devlet için, fırsat ve olanak eşitliği on yılları gerekli kılar. Ya çevre devleti?

  • Tarihsel, kültürel ve doğal kaynaklar,
    geriye dönüşü olmayan bir biçimde yok ediliyor.
  • Bu nedenle, çevresel, doğal ve ülkesel değer ve varlıkları ile
    Türkiye ülkesinin onarımı olanaksız.

Ağaç değil, orman…

Seçim takviminin işlemesine aylar kala, öncelikle olup bitenler doğru algılanmalı, anlatılmalı ve tartışılmalı. Zira, 100’üncü yıl ile örtüşen 2023 seçimleri, Cumhuriyet’in varlık dönemeci. Seçim sonuçları, ya Cumhuriyet’in kuruluşunda öngörülen amaçlar yörüngesine girecek ya da Cumhuriyet, tümüyle kuruluş amacı dışında bir mecraya yönlendirilecek. Seçmenlerin doğru bilgilendirilmesi, öncelikle, siyasal aktörlerin, DSE Cumhuriyet’in, geriye dönülmesi olanaksız bir tehlike karşısında bulunduğunu kavramalarına bağlı. Ne var ki, demokratik parlamenter sistem öneren siyasal parti temsilcileri ve mensupları, söylemlerini büyük tehlike ve ana hedef yerine ikincil sorunlar üzerine yoğunlaştırıyor.

Tarihinin en keskin dönemecini, demokratik, sosyal ve ekolojik Cumhuriyet yönüne çevirebilmek umut ve inancı ile 99. yıl kutlu olsun!

Emekçi canına doymayan yağmacı düzensizlik!

SİYASET20.10.2022, BİRGÜN

İktisadi liberalizm, piyasa ekonomisi olarak, günümüz kapitalist sistem veya anamalcı iktisadi düzene belli ölçülerde uyarlanmış bulunuyor. Globalleşme sürecinin yarattığı uluslararası iktisadi dizginsiz yarışmaya karşın, kapitalist devletler, ulusal iktisadi yapılarını, düzenleme-denetleme-yaptırım yoluyla kurallara bağlamakta. AB’de en karmaşık düzenlemeler, iktisadi ve mali yapılara ilişkin: İnsan-para, insan-çevre ve eşya ilişkileri, girişim özgürlüğü çerçevesinde oldukça karmaşık düzenlemelere bağlı.

Refah devleti veya sosyal devlet gerekleri doğrultusunda ekonomik kamu düzeni ve çevresel kamu düzeni ereğindeki kurallara ilişkin çalışmalar, ulusal ve uluslararası ölçekte oldukça yaygın.

İktisadi ve mali alanlarda oldukça katı kurallara karşın siyasal liberalizm, daha az ve esnek düzenlemelerle sağlanıyor. Avrupa’da siyasal partiler yasası olmayan devletler bile var; ama aynı devletler, seçim harcamalarını çok sıkı kurallar yoluyla denetliyor.

Dahası, demokratik toplum dokusu üzerine yasal düzenlemeler, bu özgürlükleri sınırlamaktan çok güvencelemeye yönelik. Düşünce, toplantı ve dernek özgürlükleri, çoğulcu toplumun temel taşları.

Türkiye’de ise, altyapı hizmetleri, göstermelik ve istiktrarsız düzenlemelerle yürütülüyor. Kamu İhale Kanunu değişiklikleri ve maden ruhsatları, hukukun yağma düzeni için kılıf olarak kullanıldığının başlıca göstergeleri.

Büyük alt yapı yatırımları, inşaatlar, tesisler vb. alanlar, düzenleme-denetleme-yaptırım zinciri bakımından çok esnek ve gevşek olduğu gibi yürürlüktekiler bile uygulanamıyor.

Siyasal liberalizm alanı ise, çok katı düzenleme-denetleme ve yaptırım alanı çok yoğun: caydırıcı ve bastırıcı önlemler, yasaklayıcı ve kişiyi özgürlüğünden alıkoyan yaptırımlarla bezeli.

Avrupa Devletleri ve Türkiye arasındaki karşıtlık, son hafta zirve yaptı. Nasıl?

Amasra cinayeti, pazar ekonomisi adı altında yağmacılığı, 41 can ve onlarca yaralı ile acı bir biçimde ortaya koydu.

Sansür yasası ise, AKP-MHP ittifakının demokrasiye ne denli yabancı olduğunu bir kez daha doğruladı.

Karşıtlık o denli açık ki, göz göre göre gelen Amasra maden cinayeti sorumluları ve suçluları, muhtemelen özgürlükleri alıkonulmayacak; tam tersine, ihmaller ve düzenleme-denetleme-yaptırım zincirindeki sorumluları teşhir edenler cezalandırılacak.

Bir de kara mizah: sansür yasası TBMM’de oylandıktan iki gün sonra, Amasra cinayetlerini “kader planı” olarak niteleyerek “bilgi kirliliği” yaratan kişi, iki gün sonra, 7418 sayılı dezenformasyon kanununu yürürlüğe koydu. Dünkü grup konuşmasında ise, Avrupa devletlerindeki durum üzerine tam bir “resmi dezenformasyon” yaptı.

Niyeti/düşünceyi/kanaati ve bilgi paylaşımını bastıran ve yaptırıma tabii tutan yasa, totaliter rejim eğiliminin teşhiri.

İktisadi alanda ise, kapitalizm veya neo-liberalizm değil, tam bir yağma ve kaptı-kaçtı düzensizliği geçerli. Soma acıları ve süreğenleşen iş cinayetleri belleklerde canlı iken, onca rapor ve önlem önerisine karşın geliyorum diyen cinayet, bunun açık kanıtı.

Para aklama yasaları zincirine eklenen Anayasa’ya aykırı kur korumalı mevduat düzenlemelerini Nass’a dayandıran anlayış, cinayeti bile din istismarı vesilesi yapabiliyor.

Bir ay kadar önce Amasra’ya “nezaket” ziyaretinde bulunup madencilerle “hatıra” fotoğrafı çektiren Enerji Bakanı’nın, bilgi vermek için geldiği TBMM’de dalga geçer gibi yaşamını yitiren madenci yakınlarına yardım vaat lütfu, pek öfkelendirici.

Gensoru önergesini de kaldıran 2017 Anayasa kurgusunun keyfi uygulaması karşısında vekillerin istifa çağrısı, Genel Kurul salonunu inletmekle sınırlı kaldı.

Şu halde temel sorun, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme ’nin, Türkiye toplumuna örtmeye çalıştığı totaliter şalı yırtıp atmak.

Bunun için, iktisadi liberalizm ve siyasal liberalizm kavramları başta gelmek üzere, doğru ve gerçek bilgiyi topluma yayma kararlılığı hiç eksik edilmemeli.

Yağmacı (iktisat) ve yasakçı (toplumsal) Cumhur İttifakı çifte kelepçesini sandıkta kırıp atmanın yolu, dayanışma ve daha geniş örgütlenme halkalarını örmekten geçiyor.

BİR ÜLKEDE MUTLU TOPLUMSAL YAPI İÇİN SİYASET KURUMUNUN ÇÖZMESİ GEREKEN 3 ANA ALAN

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

BİR ÜLKEDE MUTLU TOPLUMSAL YAPI İÇİN SİYASET KURUMUNUN ÇÖZMESİ GEREKEN 3 ANA ALAN

1- EKONOMİK ALAN

Toplumda ayrıksız (istisnasız) herkes için istihdam, yani iş güvencesi, yeterli aile geliri ve adil bir gelir ve servet dağılım düzeni oluşturarak halkın beslenme, barınma, eğitim, sağlık vb. temel gereksinmelerini karşılayabilmek için çağın gereklerine göre mal ve hizmet üretip topluma sunabilmek; böylece ekonomik gönenç (refah) ve konfor düzeyini yükselten bir ekonomik örgütlenme sağlamak.

Bir ülkedeki devlet, ekonomik üretim ve özellikle de gelir dağılımı ve refah paylaşımında güçsüz sosyal sınıflar ya da zayıf ve yoksul sosyal kümeler (gruplar) için pozitif ayrımcılık yapabildiği oranda SOSYAL DEVLET olur.

2- ÖZGÜRLÜK ve DEMOKRASI ALANI

Herkes için katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, etnik, azınlık, din ve vicdan özgürlüğünü, ve çağdaş insan haklarını, düşünce ve basın özgürlüğünü güvence altına alan, toplumun tümüne erinç (huzur), barış ve güven sağlayan ve geri dönülemeyen gerçek bir demokrasi rejimi…

Bir ülkedeki kurulu demokratik düzen aydınların, sanatçıların, farklı inançta olanlar ve farklı etnik ve azınlık kümelerin temel insan haklarını, din ve vicdan özgürlüklerini sağlayabildiği oranda gerçek demokrasi olabilir.

3- ÇAĞDAŞ HUKUK GÜVENCESİ

İnsanlar arasında ırk, dil, din, cinsiyet, mezhep… ayrımcılığına fırsat vermeyen, hiçbir aileye, etnik, azınlık, dinsel vb. kesimlere, ayrıca yönetici sınıfa ayrıcalık tanımayan, diktatörlüğe ve teokrasiye kapalı, ayrımsız (istisnasız) herkesi yasa karşısında eşit kabul eden bir anayasal laik ve çağdaş hukuk devleti düzeni..

Bir ülkede eğer devletin dini adaletse, bu adalet her kesim arasındaki sosyal adalete dönüştüğü, yani zayıf, güçsüz ve yoksulların hak ve hukukunu da zengin ve güçlülerin hukuku ölçüsünde eşitlik çerçevesi içinde koruyabildiği oranda ADALET DEVLETİ olur .

Bu 3 alanın çok iyi düzenlenmesi ve eş zamanlı olarak birlikte anayasal güvence altına dalınması gerekir Gerisi ayrıntıdır.

Başta “Altılı Masa” olmak üzere, tüm siyasilere önemle duyurulur.

Güçlü yetkiler demokrasi için kullanılacak

GÜNCEL29.09.2022, BİRGÜN

“CHP için öncelik; seçim değil sistem, iktidar değil Anayasa” yazısındaki (26.09.19) öngörü ve öneriler, ilerleyen zamanda doğrulandı.

  • 2017 Anayasa kurgusunun 4 yılı aşan uygulaması, Türkiye Cumhuriyeti’ni, ülkesi ve ulusu ile yıkım eşiğine sürükledi.

Belirleyici etken, OHAL koşullarında devlete ve hükümete ilişkin bütün yetkilerin tek kişide toplanması oldu: Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY).

Millet İttifakı’nın seçimleri kazanmasıyla CB’nin güçlü yetkileri, rejim/sistem değişikliği için kullanılarak ‘PBDBY ayracı’ kapatılacak. Nasıl?

-Anayasa’nın askıdaki hükümleri uygulanacak.

-Cumhurbaşkanı (CB), parti başkanı olmayacağı için yansız yönetimle, kişi+parti+devlet birleşmesi son bulacak.

-PBDBY yetkileri parlamenter rejim mantığı doğrultusunda kullanılacak.

YÖNETMEK VE KURAL KOYMAK

Yönetmek, yürütmenin; Anayasa değişikliği ise yasamanın görevi.

Bu çifte görevin kullanılması, TBMM’de elde edilen çoğunluğa bağlı. Üç olasılık:

-2/3 nitelikli çoğunluk: TBMM yasama faaliyetleri yanı sıra Anayasa değişikliğini doğrudan gerçekleştirebilecek.

3/5 nitelikli çoğunluk: TBMM’nin oyladığı Anayasa değişikliği, halkoyuna sunularak onaylanacak.

Salt çoğunluk: ‘Güçlendirilmiş parlamenter sistem’ (GPS) yanlılarının TBMM’deki çoğunluğu, uzlaşmacı bir anlayışla Anayasa değişikliği için muhalefet partilerinin de desteği ile yükseltilebilecektir.

PARLAMENTOCU MANTIK

Anayasal kurumların ana sorunsalı, değiştirilecek olan yürürlükteki Anayasa’ya parlamenter sistem mantığı çerçevesinde saygıdır.

Geçiş dönemi”nde Anayasa’nın, güçlendirilmiş parlamenter rejim hedefinde yorumlanması ve uygulanması, Cumhurbaşkanı artık parti başkanı olmayacağı için kolaylaşacak. CB kararnameleriyle oluşturulan Saray’daki Anayasa dışı politika kurullarının yetkileri bakanlıklara aktarılacak; Bakanlar, CB başkanlığında ve CB yardımcılarının da katılımıyla düzenli toplantılarla, dayanışma içinde kurul halinde çalışmalar yapabilecek. Bu çerçevede, CB yardımcıları, anayasal kurum ve kuralların işleyişinde eşgüdüm görevleri ile geçiş döneminde kilit işlev üstlenecek.

Bu yönetim anlayışına koşut olarak Anayasa değişikliği ve temel yasa düzenlemeleri, 28. Yasama Dönemi’nin tarihsel görev ve sorumluluğu olacak.

GPS için erkler ayrılığı çerçevesinde (yasama önünde sorumlu olan ve yasamanın güvenine dayanan hesap verebilir hükümet, anayasal denge ve denetim düzenekleri, görev+yetki+sorumluluk ilkeleri ve yargı bağımsızlığı gibi) teknik nitelik ağırlıklı Anayasa değişiklikleri öncelik taşıyacaktır.

İKTİSADİ GÜVENLİK

Hukuki güvenliğin olmadığı bir devlette ekonomik istikrarın da olmayacağı, 2017 Anayasa kurgusu ile kanıtlandı.

PBDBY’de uzman ve özerk düzenleyici birimler tasfiye edildi (DPT gibi) veya tek kişinin keyfi tercihleri nedeniyle işlevsiz kılındı (TCMB gibi).

  • İktisadi bunalım ve yoksullukta, hukukun çökertilmesinin payı belirleyici.

Bu nedenle, geçiş döneminde Anayasa’nın görev+yetki+sorumluluklar bağlamında uygulanması, iktisadi güven ve istikrar için de gerekli.

Şu halde, iktisadi istikrarı sağlamanın ön koşulu, bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip, siyasal ve yönetsel yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmaktan geçtiğine göre, demokratik hukuk devleti kurumları ve kurallarının işletilmesi önem taşımakta. Yine, geçiş döneminde kamucu ve planlı ekonomi politikalarını uygulamaya koymak veya sosyal devlet gereklerini olanak ve fırsat eşitliğini sağlamaya yönlendirmek de mümkün olacak.

Burada yalnızca değinilen öngörü ve öneriler, CHP öncülüğünde kurulan Millet Masası ortak paydaları haline geldikçe yol haritası da somutlaşacak ve kamuoyu ile paylaşılacak.

Özetle                                         :

  • CB’ye tanınan güçlü yetkiler, bu kez, demokratik hukuk devleti ereğinde güçlendirilmiş parlamenter sistem için kullanılacak ve ‘PBDBY ayracı’, Cumhuriyet’in 2. yüzyılı eşiğinde kapatılacaktır.

Yakın geçmişte öğrencimiz olan bir hekimden uyarılar… SAĞLIKTA ALARM

Yakın geçmişte öğrencimiz olan bir hekimden uyarılar…

SAĞLIKTA ALARM

6 yıllık pratisyen hekimim. Mesleğe zorunlu hizmetimi yaptığım küçük, şirin bir ilçede başladım.
Çalıkuşu edasıyla acil serviste, köy evlerine giderek.. şifa dağıtmaya çalıştım.
Beyaz önlüğün hakkını vermek ve şifa dağıtmak en büyük güdü (motivasyon) kaynağımdı.
İlçe halkının sevgisi ve saygısı ise bu güdülenmemi (motivasyonumu) sürdüren güçtü.
Zaman geçti daha büyük bir kente taşındım. Bu değişiklik açıkçası bana pek iyi gelmedi. Mesleksel kaygılarım başladı, birlikte de bunaltı (anksiyete) sorunlarım.

Bu konuda yalnız olmadığımı, görevdeki binlerce doktora, yurt dışına giden binlerce doktora baktığımda görüyorum.

Peki neler oluyor sağlık sektöründe ?

  • Niye bir yığın hekim isyan ediyor, ülkemizi terk ediyor?

Hasta yoğunuluğu

Özel sektöre geçen doktorlarla birlikte kamuda doktor başına düşen hasta sayısı arttı.
Ve daha da önemlisi ülkemizde koruyucu sağlık hizmetleri ve Birinci Basamak sağlık merkezlerinin öneminin anlaşılmaması üzerine hastanelere özellikle acil servislere yüksek oranda hasta başvurusu var.

  • Polikliniklerde bir günde bakılan hasta sayısı 100’ü, acil servislerde de 1000’i aştı!

Parasal sıkıntı

Böylesine yoğun çalışma ortamı içinde çalışan doktorların önceki zamanları da pek rahat değil. Bulundukları konuma gelebilmek için en az 10 yıl eğitim almaktalar. Sonrasında da yoğun bir çalışma ortamında gece gündüz demeden, tatil zamanları fark etmeksizin hasta bakmaktalar.

  • Böylesine yoğun ve nitelikli emeğin karşılığı daha farklı olmalı.

Sağlıkta şiddet

Ne yazık ki haberlerde, her geçen gün artan sağlıkta şiddet olayları görmekteyiz.
Bu konuda ciddi adımlar gerçekten atılıyor mu?

  • Can tehlikesi ile çalışmanın ne olduğu hissedilip anlaşılabiliyor mu?

Hastanelerde neden güvenlik amaçlı X ışını aygıtı hala yok?

Ve yasal yaptırımlar neden gelmiyor?

Fiziksel şiddet dışında da hakaret ve tehdit gibi durumlarda hekimler “beyaz kod” verebilmekteler.

  • Peki beyaz kodun ardından açılan davalar neden sonuçsuz kalıyor?

Doktor göçü

Bu koşullara dayanamayan doktorların çoğu özel sektöre geçmekte veya yurt dışına gitmekte. Sonuçta hastaneler doktorsuz kalmakta. Bunun sonucunda ne olacak biliyor musunuz? Böyle giderse devlet hastaneleri iyice yetersizleşecek ve sağlıkta daha da yaygın özelleştirilmeye gidilecek!
***
Bu ülke hepimizin…

  • Sosyal devletin olmazsa olmazlarından olan kamusal sağlık hizmeti yurttaşın elinden alınmamalıdır, en temel ve vazgeçilmez insan hakkıdır
  • Tüm Yurttaşlar ücretsiz ve nitelikli olarak sağlık hizmetlerine erişmelidir.

Onun için, alarm vermekte olan sağlık sisteminde

  • Hızla sosyal-kamusal, bilimsel, halktan yana reformlar yapılmalıdır.

Not : Genç meslektaşımızın adı bizde saklıdır. (Dr. Ahmet SALTIK)

“Yıkın, hukuk sonradan gelsin”, “hanım kız”!

“Yıkın, hukuk arkadan gelsin”! emri, kolluk güçlerinin ve mülki idare amirlerinin amiri konumumdaki İçişleri Bakanınca verildi.

Üç Anayasa maddesinin doğrudan ihlali:

  1. Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı (md.11),
  2. Kanunsuz emir (md.137),
  3. Mahkeme kararlarının bağlayıcılığı (md.138).

Konusu suç teşkil eden emir’, Türkiye İçişleri’nin ne durumda olduğunun ya da kimlerin yönetimi altında bulunduğunun ibret verici bir göstergesi.

YA DIŞİŞLERİ?

2017 Anayasa kurgusu, yüzyıllar boyu gelişen Anayasal ve siyasal mirası bir çırpıda sildi. Ulusal alandaki kuralsızlaştırma, kurumsalsızlaştırma, kazanımları değersizleştirme ve sistemsizleştirme , uluslararası savrulmalara da yansıdı. Cumhuriyet dönemi yansız dış politikası ve Anayasa’nın amir hükümleri (AS: buyurucu kuralları) bir yana bırakılarak, kişisel ilişki ve tercihler, kısa dönemli çıkarlar öne çıkarıldı.

ABD Başkanı Biden ile resmi görüşmesinde Dışişleri Bakanlığı çevirmeni yerine Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın özel bir kişiyi tercihi, belirgin bir gösterge.

Siyasal partiler, haklı eleştirilerini yaptı: CB, Türkiye Cumhuriyeti adına ABD Başkanı ile resmen görüştüğüne göre, çevirmenin resmi sıfat taşıması, bu işin doğası gereği.

Bunu, ana muhalefet partisi lideri Sn. Kılıçdaroğlu’nun dillendirmesi, demokratik hukuk devleti ereğinde anayasa değişikliğini gerçekleştirmek amacıyla farklı siyasal akımları bir araya getirmeyi başarmış olan bir siyasal şahsiyet (AS: kişilik) olarak görevi de.

Sn Kılıçdaroğlu’nun, gayri resmi özel çevirmen için “hanım kız” demesi ise, eleştiriler karşısında aylardır suskun kalan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) çevrelerini harekete geçirdi. Fransızların ‘matmazel’ hitabını çağrıştıran ‘hanım kız’, dilimizde bir nezaket söylemi olduğu halde, neredeyse işin özünü unutturdu ve konu hemen mahkemeye taşındı.

PBDBY YORDU…

İşte PBDBY’nin Türkiye’yi, içi ve dışı bakımından getirdiği durum: Bakan, yasa uygulayıcılarına, ‘hukuku tanımayın, yıkın’, Devleti temsil eden kişi ise, uluslararası en önemli görüşmelerinde bile, ‘ben Devlet görevlileri ile değil, özel ilişkilerimle belirlediğim kişiler ile çalışırım’ diyebiliyor.

Özetle; Türkiye, Cumhuriyeti ve yurttaşları ile ‘monokrasi yorgunu bir ülke’ durumuna düşürüldü.

SOSYAL DEVLET ÖNCELİKLERİ

Sayın Kılıçdaroğlu’nun, PBDBY’ye uyarı, öneri ve eylemleri, dayanağını Anayasa’da bulmakta:

Kanunsuz emir yasağına uymayanları uyarmak, md. 137.
•Kamu görevine girişte liyakat ilkesini savunmak, md.70.
•Tüketicilerin haklarını savunmak, md.172.
•KYK borçları faizlerinin ödenmemesini önermek, md.5 ve 65.

Bu örnekler çoğaltılabilir.

Demokratik muhalefet olarak CHP, Anayasal çerçevede tutarlı bir siyasal tutum ile sosyal devlet öncelikleri doğrultusunda güçsüz toplumsal katmanların korunması ve yoksullaşmanın yıkıcı sonuçlarının önüne geçilmesi amacıyla çok yönlü çabalarını sürdürüyor:

Bir yandan, yasama çalışmalarında engelleyici değil, yapıcı ve ön açıcı öneriler geliştiriyor, anayasallık güvencesini işletmek için çok yoğun bir çaba harcıyor; öte yanda, sosyal devlet önceliklerini ve liyakat ilkesine dayalı kamu yönetimi kurallarını gündeme getirerek güçsüz toplumsal katmanların korunmasına katkıda bulunurken, kamu yönetiminin bir an önce hukuk devleti gereklerince yapılanması için sürekli çaba gösteriyor.

Özetle;
– TBMM’de Anayasaya saygı çerçevesinde nitelikli yasa,
– Parlamento dışında Anayasa’nın uygulanması için çok yönlü faaliyetler,
– Seçimler sonrası için de somut anayasa ve yasa çalışmaları

üçlüsü karşısında panikleyen PBDBY, güdümü altındaki yargının kapısını sık sık çalıyor…

Bu itibarla (AS: bakımdan), ‘yıkın, hukuk arkadan gelsin’ diyen kişi karşısında sus pus olanların, ‘hanım kız’ hitabını mahkemeye taşıyanlar, aslında CHP’ye, mahkeme önünde, PBDBY’nin Türkiye’nin içini ve dışını ne hale getirdiğini teşhir olanağını da sunmuş oldu.

  • Türkiye Cumhuriyeti, PBYDBY yükünü taşıyamaz hale geldi...

Bu nedenle, demokratik hukuk devleti yolunda ‘hak, hukuk, adalet için daha büyük dayanışma gereksinimi her geçen gün artmakta.