Etiket arşivi: Mustafa Kemal Atatürk

PAZAR SÖYLEŞİLERİ : CUMHURİYET TARİHİ NEDEN ÖNEMLİ?

Nurzen AMURAN

Domatesin, biberin, patatesin, soğanın taneyle satın alındığı bu süreçte, yönetimin görkemli yaşantısı kimi kızdırmaz ki; üç maaşa doymayanlar, kamunun araçlarını aile boyu kullananlar, çanta – eşarp aksesuarında marka peşinde koşanlar, şatafata doymayanlar kimi kızdırmaz ki; gözleri beyinleri doymayanların mağrurluğu, mağrur olması gerekenlerin mağdurluğu nasıl öfke seline dönüşmez ki?

1929 Dünya ekonomik krizinin sarsıntılarının ülkemize yansıdığı yıllarda, alınan önlemler devlet aklının nasıl kullanıldığının en büyük göstergesidir. Bugün haksız kazanç sağlayarak 3 – 5 maaş alanlara tarih kitapları TBMM’nin aldığı bir kararı anımsatıyor:

7 Mart 1931 yılında “Meclis üyeleri, ülkenin içinde bulunduğu ağır ekonomik krizi göz önüne alarak, 9 ay önce 500 liraya yükseltilen maaşlarını %otuz oranında indirerek 350 lira yapmaları ve bu kararı 2 gün önce aldıkları “yeniden seçim” kararına rağmen almaları” devlete duyulan güveni artırmıştı.

Bu karar, fedakarlığın (AS: özverinin) kimlerden başlaması gerektiğinin en çarpıcı örneğidir. Dönemin Hükümeti, o yıllarda ekonomik krizin etkilerini mümkün olduğu kadar halkına yansıtmamaya özen gösterdi. Sözgelimi Nur Serter’in 2012 de yaptığı bir çalışmada açıkladığı gibi, öğretmen maaşının 1930’larda 24 altın karşılığı olduğunu anımsatmak isterim. Bu sadece öğretmenlere gösterilen saygının ifadesiydi. Atatürk’ün ‘Vekil maaşları, öğretmen maaşını geçmesin” dediği hep anlatılır. Oysa şu anda %50 artırılan asgari ücretin bir iki ayda hangi oranda eriyeceği tartışılıyor. Bir lütuf gibi aktarılan zamlar, memurun, işçinin emeklinin gururunu incitmeye devam ediyor. Fedakarlık halktan değil, devleti yönetenlerden beklenir.

1 Kasım 1931 günü Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün, TBMM’de yaptığı konuşmada dikkate değer bir cümlesi vardır: “…Cihanşumul buhranın tesirlerine karşı her yerde yeni vergilerle tedbir aranırken, Türkiye Büyük Millet Meclisi bilâkis bazı vergileri indirmek gibi fevkalâde cesurane bir harekat ihtiyar etti.”  (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.25, Kaynak Yayınları, 2009, s.266-268)

20.2.1930 tarihinde çıkarılan 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Korumayı amaçlayan Yasa, ülkenin mali bağımsızlığının güçlenmesi için alınan önlemlerden sadece biridir. 3 Ocak 1930 günü kurulan Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin ilk üyesi de Mustafa Kemal Atatürk’tür. Hükümet özellikle devlet kurumlarında tasarruf tedbirlerine özen göstermiş ve birçok kurum ve bakanlığın bütçesini uzun yıllar artırmamış hatta kısıtlamaya gitmiştir.

Devlet o yıllarda planlı sanayi hamlesini başlatmıştır. Evet bugün bir hayal gibi gelebilir alınan bu önlemler, ama Türkiye o yıllarda uyguladığı planlı ekonomi stratejisiyle ayağa kalkmayı başarmıştı. Halk, oy verdiği vekiline, vekilin seçtiği bakana güven duyuyordu, seçimle gelenlerin seçmeni için çalıştığını biliyordu. Bugün güven eksikliği varsa bunu giderecek olan seçim sandıklarıdır. Bir an önce erken seçimin tarihleri belirlenmeli, geleceğinden endişe duyan halka yeniden güven aşılanmalı.

İtibar, gösterişli mekanlarla, son model makam arabalarıyla, görevlendirilen onlarca korumalarla değil, halk lehine vatandaştan yana vereceğiniz doğru kararlarla inşa edilir.

Hepinize iyi bir hafta diliyorum.

10 Aralık ve “10 Aralıkçılık”

Lütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. / İTÜ

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 10 Aralık 1948’de yürürlüğe girmesinin üzerinden 73 yıl geçti. Elbette pek çok ülkede yaşayan insanlar için 10 Aralık 1948 Bildirgesi ileri bir adımdı. Ancak insanlık tarihi açısından bakıldığında 10 Aralık 1948 gerçekten ileri bir nokta mıydı? Yoksa bir geri adım mıydı? Cesaretle tartışmak gerekiyor.

Bildirge’nin kabul edildiği tarihte dünyanın pek çok ülkesi için insan hakları mücadelesi açısından ileri bir adım olduğu tartışılamaz. Ancak bu ülkelerde insan haklarının düzeyi, Bildirge’nin yürürlüğe girdiği tarihi bırakın, bugün bile yüzyılların gerisindedir. Sözleşme kâğıt üzerinde kalmıştır. Zaman zaman da bizim ve bizim gibi ülkeler açısından da benzer durumlara düşülmediği söylenemez. Ancak bu gibi ülkelerde insan haklarının bulunduğu düzeyin geriliğinin kaynağı doğrudan doğruya insan hakları mücadelesinin ilk ortaya çıktığı ve adının önüne “çağdaş”, “gelişmiş”, “kalkınmış” gibi sözcükler eklenen emperyalist devletlerdir.

İnsan hakları mücadelesi tarihine baktığımızda, ilk sırada 1215 yılında İngiltere kralına kabul ettirilen Magna Carta adlı sözleşmeyi görürüz. Yine 1776 yılında Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile birlikte yayınlanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesini görürüz. Denilebilir ki Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, kimi önemli maddeler açısından 10 Aralık 1948 bildirgesinden daha da ileridedir. Ve tarihin gördüğü en ileri insan hakları belgesi ise 26 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesidir. En ileri belgedir diyoruz, çünkü bu Belge kanla yazılmıştır. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde yer alan meşruluğunu yitiren hükümetleri değiştirme hakkı, 1789 Büyük Fransız Devrimi‘nin simgesi olan Bildirge’de daha ileri bir adımla “DİRENME HAKKI” olarak yer almıştır. Direnme Hakkı sonraları unutturulmaya çalışılmış ancak Türkiye’de 1961 özgürlükçü anayasası “Direnme Hakkı’nı” anayasanın Başlangıç bölümüne koymayı başarmıştır.

İnsan hakları mücadelesine (AS: savaşımına) öncülük eden ülkelerden İngiltere, ABD ve Fransa yüz yıllardır bütün dünyaya kan, zulüm ve esaret (AS: tutsaklık) götüren ülkeler olmuşlardır. Bu durum, içinde bulunduğumuz iletişim çağında çok daha çıplak bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Toprakları üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk adıyla bilinen İngiltere’nin egemen olduğu ülkelerde özgürlük güneşinin doğması hiç kabul edilmemiş, ABD son 75 yıldır bütün dünyayı kana boğmuş, Fransa kara Afrika’nın kara talihi olmuştur. Bu ülke ve benzerleri için ezilen ülkelerde İnsan Hakkı, eğer o ülke yönetimlerinde emperyalizme karşı bir direnç varsa mevcut (AS: varolan) yönetimleri devirmenin aracı olarak gündeme getirilmiştir.

TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARI

Türkiye Cumhuriyeti emperyalizme karşı topyekûn bir mücadele içinde doğmuş ve gelişmiştir ki, bu mücadele içinde yaşama hakkı en temel insan hakkı olarak var olmuştur. Kurtuluştan sonra ise dışarıdan gelen kuşatmalar, yine dış destekli ayaklanma ve darbelerin izin verdiği ölçüde insan hakları gelişebilmiş, ülkemizin verdiği bu kutsal savaşım, öbür ezilen ülkelere de umut ışığı olmuş, bu ülkeler özgürleştikçe insan hakları konusunda da adımlar atmışlardır. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Aydınlanma Savaşımında Büyük Fransız Devrimi’nin etkisi her alanda görülür. Bu etkiyi Atatürk’ün sözlerinden olduğu ölçüde, okuduğu kitaplar listesinden de izleyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti’nin özgürlükler yolculuğu 1950-60 yılları arasında diktatörlük hevesleri ile kesilmek istense de 1961 Anayasası ile “Direnme Hakkı” anayasanın giriş bölümüne yazılırken, 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki engelin üzerinden atlayarak, 26 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile buluşmuştur.

“10 ARALIKÇILIK”

Büyük Fransız Devriminin İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi arasında 159 yıllık bir zaman var. 10 Aralık tarihli Bildirgenin zaman olarak daha ileride olması, bu Bildirgenin insanlığın gelişimi açısından daha ileride olduğunu ne yazık ki göstermiyor. 73 yıl önceki Bildirgeyi hazırlayanlar 232 yıl önce kanla yazılan Bildirgedeki ölçüde cesur ve özgürlükçü olamamışlar, insanlara “zulme dur!” diyecek direnme hakkını vermekten korkmuşlardır. O halde şöyle bir saptama yapabiliriz : 232 yıl önceki 1789 Bildirgesi, 73 yıl önceki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden (İHEB) daha cesur ve daha ileridedir.

Bu saptamadan sonra “10 Aralıkçılık” kavramı ve “10 Aralıkçılar” üzerinde durabiliriz. Türkiye Cumhuriyetini kuran parti içinde son 12 yılda etkin duruma gelen ve “ilerici” olduklarını söyleyenler, 10 Aralık 1948 tarihinden esinlenerek kendilerine “10 Aralıkçılar” adını takmış, ilk zamanlarda Cumhuriyet Halk Partisi’nin kapatılarak müzeye dönüştürülmesini” savunmuşlardır. Ancak, parti içinde üst kademeleri işgal edip giderek etkinlik kazanınca partiyi ele geçirip, Kemalist çizgisinden saptırmayı kendileri ve “etkin güçler” için daha uygun bulmuşlardır.

– Ekmeleddin Vakası
,
– Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı için adının geçebilmesi,
– “Kefere Kemal” diyenlerin kadın kotası ile Genel Başkan Yardımcısı olabilmesi,
– Apo’nun avukatı “TR 705” kodlu şahsın Genel Başkan Yardımcısı olabilmesi,
– “Dersim Katliamı” sözleri,
– Seyit Rıza heykeli önünde milletvekili nöbeti ve son olarak
– “Helalleşme” adıyla partinin geçmişinden hesap sorma hareketi

hep “10 Aralıkçılar” marifetiyle olmuştur.

Bugün büyük bir özgüvenle kendilerine “10 Aralıkçı” diyenler 10 Aralık 1948 ile 26 Ağustos 1789 arasındaki farkı bilemeyecek ölçüde cahil mi? Bir bölümünün adları önünde kocaman Prof. unvanı (AS: sanı) taşıyanların bu denli cahil oldukları düşünülemez. Pekalâ kendilerine “1919’cular”, “1923’cüler” ya da İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin tarihi ile Büyük Taarruz’un tarihini birleştirerek “26 Ağustoscular” da diyebilirlerdi. Ama diyemezler, çünkü Mustafa Kemal deyip Atatürk diyemeyenlerden başka bir şey beklenemez. Kendilerine “10 Aralıkçı” adını verenler, bilinçli bir tercihle CHP içinde kendilerini daha gerici bir yerde konumlandırmaktadırlar.

Türkiye Cumhuriyetine ve Mustafa Kemal Atatürk’e karşı olanların başından beri Atatürk adına, hatta Mustafa Kemal adına karşı olduklarını biliyoruz. Bunlar arasında çok “cesurları” pervasızca “keşke Yunan kazansaydı” diyebilmekte, bir kesimi ise Ulusal Kurtuluş Savaşına karşı tutum alamadıkları için Mustafa Kemal Paşa demekten öteye gidememekteydi. Son yıllarda başları sıkışınca Atatürk demeye başlayabildiler. Ne acıdır ki Atatürk’ün partisi içinde mevzilenmiş “10 Aralıkçı” kafalar yeminli Atatürk düşmanlarından da daha geri bir noktaya gittiler. “10 Aralık” kavramının ilericilik görüntüsü altında yatan tutuculukla birleşerek Atatürk’ün partisinin Atatürk’ün partisi olarak kalmasını isteyenlerin direnme hakkını yok ederek partiyi “ulusalcılardan” temizlemekle öğündüler.

Çabaları boşunadır. Kemalizm’in devrimci düşünceleri er ya da geç Mustafa Kemal Atatürk’ün Partisini yeniden Atatürk’ün devrimci partisi yapacaktır. 26 Ağustos, “10 Aralıkçıları” yenecektir.
====================

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MUSTAFA KEMAL’İ SEVMEK VE ANILAMAK

Ali Ercan
Prof. Dr., Çekirdek Fiziği
ADD Genel Mrk.Bilim Kurulu başkanı
10 Kasım 2021

_______________________
MUSTAFA KEMAL’İ SEVMEK VE ANILAMAK

Değerli arkadaşlar,
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk‘ü, tarihsel kayıtların güvenilir tutulamadığı öyle bin, iki bin yıllık uzun geçmiş devirlerin tozlu belirsizliklerinden, -mış- lı geçmiş masallardan değil; 100 yıl önceki matba, kitap, fotoğraf, sinema dönemi belgelerinden ve aynı dönemi yaşamış güvenilir tanıkların net aktarımlarından tanıyoruz, biliyoruz.
Tarih, kahraman askerler, büyük komutanlar, insanlığa ışık tutan bilge filozoflar, yurt sevgisiyle dolu devlet adamları, geleceği öngören ve düzenleyen devrimciler gördü; ama bütün bu nitelikleri bünyesinde toplayan bir insanı ilk kez kaydediyordu:
  • Mustafa Kemal Atatürk!
Mustafa Kemal‘in söyledikleri, yazdıkları, yaptıkları, yapmak istedikleri, Türkiye ve Dünya üzerine düşünceleri ortadadır… (Kişisel zevkleri, özel yaşamı, inancı, inanıyorsa neye nasıl inandığı vs. bunlar kimseyi ilgilendirmez)
Mustafa Kemal‘i bir vatan kurtarıcı, kahraman bir asker, iyi giyimli çağdaş bir insan olarak gören, beğenen, “seven”, “sarı saçlım, mavi gözlüm” diye türküler düzen, övücü şiirler yazan, göğsünde rozetini taşıyan, O’nun adı arkasında politika yaparak koltuk yarışında olan çok insan var… Tamam da; iş O’nu “anlamak” ve “izlemek” konusuna gelince, aynı yüksek oranı göremiyoruz ne yazık ki…
O büyük Adam, 20 yıl gibi kısa bir sürede, adeta yoktan var edilmiş Laik, Demokratik, tam bağımsız bir Cumhuriyet yarattı; Ortaçağın karanlık batağındaki Anadolu halkından Yurtta ve tüm Dünyada Barışı önceleyen, Barış içinde yaşamı amaçlayan, imtiyazsız-sınıfsız, kaynaşmış bir çağdaş bir toplum, bir Millet yaratmak için savaştı..
Ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe, Savaş bir cinayettir” diyen, “Hayatta en doğru yol göstericinin (müspet) Bilim” olduğunu söyleyen, Kapitalizmin ve Emperyalizmin karşısında Ulusal hak ve çıkarlarını savunan Mustafa Kemal’i anlamak, bence “insan olmak-olmamak” olgunluk sınavının birinci basamağıdır.
***
Değerli arkadaşlar,
Atatürkçü Düşünce sistemi (yani Kemalist ideoloji, Kemalizm) en kısa tanımıyla,
  • Bilimin rehberliğindeki Ulus-Devlet anlayışıdır
ve bu yalnızca Anadolu’ya özgü, yerel değil, evrenseldir.
Kapitalizmin İnsanlığı ve Gezegenimizi getirdiği bu noktada, 21. yy’ın devasa sosyo-ekonomik, ekolojik problemlerinin (AS: sorunlarının) batağından çıkarak, 22. Yüzyıla salimen (AS: güvenle) girecek ülkeler, –adını doğrudan, açıkça dile getirmeseler de– sonuçta Atatürkçü Düşünce Sistemini başarıyla uygulayan, yani pozitif bilimin yol göstericiliğinde ilerleyen Ülkeler olacaktır.
Sevgilerimle. æ

DEMOKRASİLERİN KUSURLARI VE ONARIMI ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Değerli sosyal antropolog Prof. Bozkurt Güvenç diyor ki:

” Demokrasi, yönetim sorumluluğunun, seçmen ile yöneten arasında belirsiz kaldığı özürlü bir düzendir. Daha iyisi bulunamadığı için bel bağlanmışızdır. Yönetenleri ve prenslerini değiştirebiliriz AMA SEÇMENLERİ NASIL DEĞİŞTİREBİLECEĞİZ (cehaleti nasıl yok edebileceğiz)? Asıl soru ve sorun sanırım buradadır.(1)

Sizce haksız mı? Çoğunluk cahil kaldıkça, halkın bilgisizlik ve cehaletinden kendilerine ikbal ve istikbal türetmek isteyen ırk, din, mezhep, tarikat ve cemaat istismarcıları kitlelerin cehaletini sömürmeye devam edeceklerdir. Ne diyor Mustafa Kemal Atatürk;

  • Dünyada en gerçek yol gösterici bilimdir.”

Ne diyor Hünkâr Hacı Bektaş Veli;

  • Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”

Kıssadan hisse                 :

Demokrasilerin kusurları bile, aklı ve bilimi toplumun ve devletin, istisnasız (AS: ayrıksız) her alanında egemen kılarak cehaleti yok edip genel toplumsal zihniyeti çağdaşlaştırmakla olur.
Bu nedenle; Türkiye’deki eğitim sisteminin yeniden kusursuz olarak laikleşmesine, bozulmuş eğitim ve öğretim birliğinin (AS: tevhidi tedrisat) yeniden onarılmasına, eğitimin her alanında aklın ve bilimin geciktirilmeden egemen kılınmasına şiddetle gereksinim vardır.

Sonuç              : 

  • Toplumun çoğunluğu çağdaşlaşırsa siyasal yönetim mutlaka çağdaşlaşmak zorunda kalır.
  • “Her toplum layık olduğu yöneticilerle yönetilir.” özdeyişi bu nedenle söylenmiştir.

    (1)- GÜVENÇ, Bozkurt. Demokrasi Din Devlet, Efil yayınları, 2015, syf.111.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 3 Kasım 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YİYİN

CHP Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap tarafından hazırlanan ve kamu görevlilerinin birden çok maaş (AS: aylık) almasının engellenmesini öngören kanun teklifi (AS: yasa önerisi), TBMM Genel Kurulunda AKP ve MHP milletvekillerinin oyları ile reddedildi.

Yiyin efendiler yiyin…

ŞİKE

Demirören Holding’in, Ziraat Bankası’ndan çektiği milyonlarca dolarlık kredi karşılığı ipotek ettirdiği İstanbul Göktürk Kemer Country’deki golf sahası arazileri, beş yıl süreli toplam 15 milyon liraya Demirören’e kiralandı.

Futbolun içinden, şikeyi bilir…

KATLAMA

Yoksul aile sayısı son bir yılda 3.3 milyondan 6.6 milyona çıkarak ikiye katladı.

Verin ekonomist kardeşinize yetkiyi hemen düzeltsin!…

KAYMAKAM

Bafra Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği tarafından organize edilen (AS: düzenlenen) ve bütün ilçe halkının davetli (AS: çağrılı) olduğu Cumhuriyet Yürüyüşü, Muharrem İnce katılacak diye Kaymakam Cevdet Ertürkmen tarafından iptal edildi.

Gücün kaymakamı…

DİYANET

Diyanet, Cuma Hutbesinde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarken Mustafa Kemal Atatürk’ün adını yine anmadı.

AKP’nin yobaz diyaneti…

AKİT

Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu, AKM‘nin yapılışına karşı olduğunu, oradaki etkinliklerin çoğunun dinimize aykırı olacağını yazdı.

Ortaçağ…

İRONİ

Anıtkabir’deki Cumhuriyet Bayramı törenine ve AKM’nin açılışına muhalif (AS: karşıt) (Atatürkçü ve cumhuriyetçi) gazeteler alınmadı.

AKP tipi ironi…

LİNÇ

RTE, AKP grup toplantısında Çubuk’taki şehit cenaze töreninde Kılıçdaroğlu’na linç girişiminin videosunu gösterdi.

Demokrasiden mafyokrasiye…

ÖLMEYİN

AKP Genel Başkan Yardımcısı Vedat Demiröz, asgari ücret ve emekli ücretleri için, ‘”En azından insani bir şekilde yaşama seviyesine getireceğiz.” dedi.

Bir 20 yıl daha beklenirse…

İŞGALCİ

Eski HDP milletvekili Osman Baydemir, “İşgalciler bilmelidir ki şu an üzerinde misafir oldukları yeri ya Kürdistan olarak kabul edecekler ya da gelecekte Kürdistan’a komşu olacaklar.” dedi.

Hayal iyidir…

TELEFERİK

AKP’li Afyon Belediye Başkanı, yolcu garantili teleferik yaptırıp, “Teleferiğe herkes binebilir ama muhalefet asla!” yazdıracakmış.

Baş imam ….rursa cemaat de böyle yapar…

ZAM

Sanayide kullanılan doğal gaza %48 zam yapıldı.

Karadeniz’den bir gaz yatağı müjdesi daha alırsak yandık…

BAŞARI

RTE, medya haberlerinin aksine Biden’le 20 dakika değil 70 dakika görüştüğünü gururla söyledi, koltuk değneği de bunu önemli buldu.

Artık başarı görüşmenin sonucunda değil süresinde, gerisini siz anlayın…
***

HAYYAM’DAN

Dünyada olan biteni ben de görmedeyim, 
Haksızları hep baş köşelerde görmedeyim,
Fesuphanallah! Nereye bakarsam bakayım
Kendi mutsuzluğumu her yerde görmedeyim.

CUMHURİYETİN SAĞLIK DEVRİMİ : Sosyalleştirme ve Günümüz Piyasacı Sağlık Hizmetleri

Dostlar,

15 Ekim 2021 Cuma günü, öğlen arasında, Hacettepe Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun çağrısı ile bir konferans sunduk. Poster aşağıdaki gibi hazırlanmıştı.

Topluluk Başkanı, Hacettepe Tıp 4. sınıf öğrencisi Eray Peker tüm hazırlıkları yapmıştı sağolsun. Sabah Atılım Tıp Fakültesindeki dersimizden 12:00’de ayrıldık ve yarım saatte Kızılcaşar’dan Sıhhiye’ye yetişmeye çabaladık. Hacettepe’nin bahçesinde park yeri olanaksız! Geçen yıl emekli olduğumuz Ankara Tıp bahçesine bıraktık aracımızı ve “4 nala” (!) Yeşil anfiye koştuk.

50 (evet, tam elli!) yıl önce 1971’de henüz ergin (reşit) bile olmayan bir çocuk / genç olarak bu güzelim – seçkin Tıp Fakültesinde Tıp Eğitimine başlamıştık. Tam yarım yüzyıl sonra ise, ak saçlı ve emekli bir öğretim üyesi olarak aynı koridorlarda, mekanlarda idik.

Hazırladığımız yansılarla 45-50 dakika içinde sunumumuzu yaptık. 13:30’da derslere devam edilecekti. Bu yansıları aşağıda bilgi ve ilginize sunuyoruz (97 yansı, 7 MB):

Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri ve Günümüz, Ahmet Saltık

Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün Devrimleri arasında SAĞLIK DEVRİMİ yeterince incelenmemiştir Oysa bu alanda yapılanlar da gerek Felsefesi gerek eylemi ve gerek sonuçları bakımından gerçek bir Devrim niteliğindedir.

Tarihçilerin, özellikle Cumhuriyet Tarihi – Devrim Tarihçilerinin, Tıp Tarihçilerinin, yeni kuşak hekim ve sağlıkçıların bu alana mutlaka eğilmeleri gerekmektedir. Sunumumuz yansıları oldukça varsıl sayılabilir. 1988 – 2020 arasında Tıbbiyede öğrencilerimize bu konuyu aktardık. Atılım Tıp’ta da sürdüreceğiz. Web sitemizde yazdıklarımız da oldu..

Bilgi ve ilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 18 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik     

Şeriatçılık ve Kürtçülük

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Son Yazısı / Tüm Yazıları

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik iki büyük tehdit vardır :

  1. Bunların birisi şeriatçılık, dincilik, köktendincilik, İslamcılık, irtica olarak da adlandırılan laiklik karşıtı harekettir,
  2. Öbürü de Kürtçülük olarak da adlandırılan bölücü harekettir.

Laiklik karşıtı hareketler demokrasi yerine teokrasiyi kurmayı hedefler.

Bölücü hareketler de üniter (AS: tekil) yapıyı yıkarak Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eder.

Laiklik karşıtı hareketler din ve mezhep üzerinden, bölücü hareketler etnik kimlik üzerinden siyaset yapar.

Türkiye’yi bir kanser tümörü gibi saran bu iki hareket, emperyalizme hizmet eder. Türkiye’yi zayıflatmak için mücadele edenler, bu hareketleri kullanırlar. Dünyada Türkiye’nin kötülüğünü isteyen ne kadar güç varsa, bu hareketlerden birisini veya ikisini birden destekler. Emperyalizm, bir ülkenin dışarıdan değil, içeriden yıkılabileceğini bilecek kadar kurnazdır. Emperyalizmin bu kumpası, Kurtuluş Savaşı’ndan beri sürmektedir.

Din, mezhep ve etnik kimlik, emperyalizmin en büyük silahlarıdır.

O nedenle emperyalizm, sömürdüğü ülkelerde, anayasaya ve vatandaşlık bilincine düşmandır. Çünkü . Din, mezhep ve etnik kimlik ise siyasallaştığı zaman bölücü, yıkıcı ve parçalayıcıdır.
***

İsmail Kahraman adlı cumhuriyet, laiklik ve demokrasi düşmanı AKP’li zattın, halkın istemesi durumunda laiklik ilkesinin anayasadan çıkarılabileceğini söylemesi, Türkiye’nin temellerine dinamit yerleştirmektir!

Birincisi, yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, halkın büyük çoğunluğu laiklik ilkesini savunmaktadır ve bir din devletini, teokratik bir rejimi istememektedir.

İkincisi, halkın çoğunluğu laiklik ilkesinin anayasadan çıkmasını savunacak olsa bile bu durum, laiklik ilkesinin anayasadan çıkmasını haklı çıkarmaz ve meşrulaştırmaz.

Çünkü dünyada hiçbir anayasal demokraside, halkın çoğunluğunun demokrasinin ortadan kaldırılmasını istemesi üzerine, demokratik düzene son verilmez.

Halkın çoğunluğu faşizm isterse faşist düzen kurulmaz; halkın çoğunluğu monarşi isterse monarşik düzen kurulmaz; halkın çoğunluğu teokrasi isterse teokratik düzen kurulmaz; halkın çoğunluğu diktatörlük isterse diktatörlük kurulmaz. Kurulursa onun adı halkın egemenliğine dayalı demokrasi olmaz.

Halkçılık ile popülizm aynı şeyler değildir. Halkın egemenliği popülizm değildir. Faşizmin, monarşinin, teokrasinin, diktatörlüğün geçerli olduğu düzenlerde, halk egemen olamaz. Diktatör, padişah, kral, halife, papa, ruhban sınıfı egemen olur!

Almanya’da 1933 yılında Nazilerin ve Adolf Hitler’in oyçokluğuyla iktidara gelerek faşist bir diktatörlük kurması, nasıl haklı ve meşru görülemezse, laiklik ilkesinin oyçokluğuna dayanarak kaldırılması da haklı ve meşru görülemez!

Laiklik karşıtlığı İslamofaşizmdir. İslam dini siyasallaşmadığı sürece, laiklik ilkesiyle barışık bir biçimde, demokratik bir düzende varlığını sürdürebilir, siyasallaştığı zaman da İslamofaşizme dönüşür.
***
Son haftalarda olduğu gibi, “Kürt sorunu” söylemi üzerinden siyasal partilerin içinde bir tartışmayı açmanın da Türkiye’ye bir yararı yoktur.

Türkiye’de Kürt kökenli vatandaşların dili, onlarca yıl baskı altında kalmıştır ve asimile edilmeye çalışılmıştır. Bu, elbette yanlıştır. Ancak bu sorunların çoğunluğu çözülmüştür. Halen devam eden bazı eksikler de giderilmelidir.

Örneğin Kürt kökenli vatandaşların çoğunlukta olduğu illerdeki tüm okullarda seçmeli Kürtçe dersleri olmalıdır; bu illerdeki tüm üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri kurulmalıdır; arzu eden vatandaşlar köylerin, kasabaların, kentlerin Kürtçe adlarını kullanabilmelidir; HDP üzerinde uygulanan bazı hukuka aykırı baskılar ortadan kaldırılmalıdır.

Ancak Kürt sorununun çözülmesinden, bağımsız bir ülke olarak Kürdistan’ın kurulması veya federasyon, özerklik, anadilde eğitim gibi uygulamalar anlaşılıyorsa, bunun Türkiye’nin anayasasına ve
üniter yapısına aykırı olduğu açıktır. 

Dini, mezhebi, etnik kimliği, dünya görüşü ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes, mevcut anayasaya göre de anayasa ve yasalar önünde eşittir. Önemli olan, devletin bunu uygulaması ve vatandaşların da vatandaşlık bilincine ulaşmasıdır.

HUKUK VE AHLÂK

Mustafa AYDINLIMUSTAFA AYDINLI
Eğitimci – Yazar
http://www.corumhaber.net/hukuk-ve-ahlk-makale,11678.html

Hukukun sözlük anlamı; ‘Toplumu düzenleyen ve devlet yaptırımıyla güçlendirilmiş bulunan kuralların, yasaların bütünü. Bu kuralları, yasaları, hakları konu alan bilim dalı’ olarak tanımlanıyor.

Ahlâk ise; insanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümü. Kişide huy olarak bilinen nitelik; iyi ve güzel olan nitelikler.

Her hukuksal olan ahlâksal mıdır? Ya da her ahlâksal olan hukukla güvence altına alınmış mıdır?

Yirminci yüzyılın önde gelen hukuk felsefecilerinden Lon Louis Fuller’e göre “Parlamentolar seçime dayalı güçlü bir meşruluğa sahip olsalar da, yasa yapma yetkilerini kullanırken kimi hukuksal, ahlâksal sınırlara uyma zorunluğundadır.” (http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/545.pdf)

Buradan anlıyoruz ki; yasalar yapılırken, o ülkenin özgül koşullarının yanında, evrensel ve ahlâksal değerlere ve Hukukun temel İlkelerine uymak ve gözetmek gerekmektedir. Bu nedenle, hukuksal terimler arasında sık sık “yaşamın olağan akışı” deyimini duyarız.

Sayın Prof. Şahin Filiz’in Veryansın TV web sitesinde yayınlanan makalesinden anlıyoruz ki (https://www.veryansintv.com/hukuk-ahlakin-emrinde-olmak-zorundadir, 05.10.2021); “Badeci Müptezel’in” ilk derece mahkemesinde 62 yıl olarak belirlenen cezası, “mağdurların rızası olduğu” gerekçesiyle Yargıtay 14. Ceza Dairesince bozulmuştur. Ceza kaldırılıp salıverme (tahliye) kararı verilirken gerekçe şöyle kurulmuş:

  • Kendisini din alimi olarak tanıtan sanığın oral ve anal yoldan gerçekleştirdiği cinsel ilişki eylemlerinde, cebir ve tehdit kullanmadığı gibi mağdurların da bu yönde iddiasının olmaması, sanığın kendisine itibar edilmesini sağlamak amacıyla sarf ettiği sözlerin aldatıcı nitelikten uzak olması ve eylemlerini mağdurların rızası ile gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında…

Gerekçeli kararda “Badeci Müptezel’in” söz konusu eylemi gerçekleştirdiği vurgulanıyor. Bu eylemi “Mağdurları zorlayarak değil, rızasını alarak” yaptığına yer verilerek salıveriliyor.

  • Rızası olana oral ve anal yoldan, her şey yapılabilir mi?

Bu rıza” ile çocuğun dinsel duygularının sömürüldüğü çok ağır biçimde hırpalandığı (travma aldığı) gerçeğini nasıl yadsıyacağız? Hukukça olay kitabına uyduruluyorsa, ahlaksal açıdan ve toplum vicdanında da aklanmış oluyor mu?

Bir başka deyimle, vergi kaçırmak için, kimi vergi cenneti adalarda şirketler kurulsun. Diyelim ki Man Adası’na paralar gitsin veya gelsin, hukukça kitabına uyarsa, şirkete / kişilere ceza verilmezse, ahlâkça ve kamu vicdanında o şirketler / kişiler aklanıyor mu?

Tarikat batağına teslim edilen çocuğun, kimliği ve kişiliği daha baştan, tarikat yurtlarına eşikten adımını atarken alınıyor! “Rıza” nasıl ve hangi koşullarda oluşmuştur? Bir çocuğun “oral ve anal” yoldan kendisine tecavüze rıza göstermesini (!?) “yaşamın olağan akışını” her fırsatta dile getiren hukuk mantığı ile nasıl örtüştüreceğiz? “Çocuğun rızası” diye bir dayanaktan nasıl söz edilebilir? Sonuçta iki yüksek yargıç üye karara itiraz etmiş ve karşıoy yazısı (muhalefet şerhi) yazmıştır. (AS: Özgür istenç / irade için hukukça ergin olmak, us sağlığı yerinde olmak ve hiçbir baskı altında olmamak koşullarına ek; söz konusu olayla ilgili (anal – oral cinsel ilişki) tam ve güncel bilimsel bilgi sahibi olmak gereklidir.)

Bu çocuklara tecavüzü tartışırken, Bekir Bozdağ’ın “Küçüğün rızası varsa” savunması pek de uyumlu!! Eh, bir dönemin Adalet Bakanı böyle zırvalarsa, çıkan mahkeme kararlarına da pek  şaşırmamak gerekiyor (!?) Kısacası AKP iktidarı yıllardır ektiği yoz ürünü biçiyor.

Badeci Müptezel“, mağdurlara utanç verici cinsel tecavüzünü, “manevi ilim aktarmak için yaptım” diyerek kendisini savunmaktadır!? Oysa birtakım hile ve yanıltmalarla çocukları kandırmıştır, karşı durmasını önleyen söz ve davranışlarda bulunduğu apaçık ortadadır. (AS: Haykırarak sormak gerekir : Diyelim ki “manevi ilim” diye bir şey var; bunun aktarılması çocuklara cinsel saldırı / tecavüz ile mi olur? Bilimsel eğitim yöntemleri nerededir??!!)

Konusu açıkça evrensel ceza hukuku ilkeleri bağlamında suç oluşturan ve ağır yaptırımlara bağlanan bu tür iğrenç eylemler, ne Türk toplumunun değerlerinde ne de kutsal inançlarda dayanak bulabilir! Düpedüz kokuşmadır!

Diyanet İşleri Başkanlığı / Başkanı, Cumhuriyetin kurucularına, değerlerine açıkça hakaretten fırsat bulup, bu tip yüz kızartıcı, utanç verici, Türkiye’yi dış dünyaya rezil eden… sapkınlıkları kınayamıyor, lanetleyemiyor ve suça ortak olup, batağa saplanıyor.

Tarikat yapılanmaları zaten baştan yanlış ve suç; sivil toplum kuruluşları oldukları savı düpedüz safsata. ‘Eğri cetvelden doğru çizgi’ beklemek saflık olur.

Mustafa Kemal ATATÜRK bu nedenlerle tarikat, tekke, zaviye gibi bataklık yuvalarını kapatmıştı!

  • “Bugün bilimin, tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın alevi karşısında filân veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddî ve manevî mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır.” 1925 (Atatürk’ün S.D. II, syf. 215)
  • “Tekkeler kesinlikle kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her kolda doğru yolu gösterecek güce sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz uygarlıktan, bilim ve teknikten kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz; başka bir şey tanımayız. Doğru yoldan sapmışların amacı, halkı kendinden geçmiş ve abdal yapmaktır. Halbuki halkımız, abdal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit bir iş görünür; fakat önemi vardır. Biz dünya ailesi içinde uygarız. Her görüş noktasından uygarlığın gereklerini uygulayacağız.” (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün S.D.K. ve İS., syf. 68, 1925)

Yobaz – sapık dinci Hukuk ve ahlakı, akıl ve bilimin evrensel değerlerini eksen alsaydı, gelinen yer böylesine utanç verici, kahredici olmazdı.

AKP iktidarının bu sefilliğe artık “dur” deme zamanı gelmiş, geçmektedir.

Tüm toplum bu kırılma noktasında en net ve şiddetli tepkisini artık gecikmeden koymalıdır.

6 Ekim ruhu

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
Cumhuriyet, 06 Ekim 2021

 

Bir türlü üzerlerinden atamıyorlar şu “emperyalist sevici” ezik ruh halini.

Bir türlü kabullenemiyorlar, 100 yıl öncesine artık asla dönülemeyeceğini, bunun için ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, başaramayacaklarını.

Bir türlü yanaşmıyorlar şu gerçeği görmeye.

6 Ekim 1923 günü, İstanbul’u ve sembolik olarak Türkiye’nin tamamını düşman çizmesinden temizleyen irade, bir daha ne kılık, ne şart ve şekilde olursa olsun, o çizmelerin şu canım kentin caddelerinden boy göstermesine izin vermeyecek. Bunu anlayın artık.

İster bir yobaz gazetenin sütunlarından işgalcilere selam çakan işbirlikçi zihniyetin temsilcisi bir yazara söyletin, ister “Keşke Yunan galip geleydi” diyen bir hokkabazın ağzından o ezik duygularınızı dillendirin. İster bu eziklikleri dillendiren fesli palyaçoların ayağına kadar gidip sırtını sıvazlayın…

Ne yaparsanız yapın, o günler geçti artık.

Laikliğin yergisi, yobazlığın ve ortaçağ kafasının övgüsü üzerine kurulu zihniyetinizin er ya da geç bu topraklardan, üstelik bir daha geri dönmemek üzere silineceği, temizleneceği gerçeğini kabullenin artık.

Bugün bir din görevlisinin, yarın gerici, sağcı, kaşarlanmış bir siyasetçinin “Laikliğin ne gereği var?” mealindeki zehirli propagandalarını, milletin kafasına ve yüreğine zerk etmelerine daha fazla tahammül edilmemeli, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilke ve devrimlerinde vücut bulan “Cumhuriyet panzehiri”ni, artık uzun süredir durduğu dolaplardan alarak “itiraz şırıngalarına” çekmelidir diyorum.

“Emperyalist düşman ve işbirlikçilerinin Gidiş Marşı” ne olursa olsun, “Geliş Marşı”nın sözlerini geçmişte yazanların ve ileride yazacakların, “laik demokratik sosyal bir hukuk devleti” şiarından asla ayrılmadan, katılımcı ve çoğulcu bir anlayışın gereğine, bunun “mutlakçı ve şahsımcı” zihniyete galebe çalması için ellerinden geleni yapmaları gereğine dikkat çekiyorum.

Vahdettin artığı, emperyalist uşağı kafaların “İstanbul’u Kuvvacılar almadı, İngiliz sulh içinde, tek bir kurşun atmadan teslim etti. Bunu da hilafetin kaldırılmasını şart koşarak yaptılar” şeklindeki alçak yalanları daha fazla yaymalarına tahammül etmemeli diyorum. Bu yalanların deşifre edilmesi ile tam da bugün yani 6 Ekim günü, İstanbul’u, emperyalist düşman çizmesinden kurtaran kahraman atalarımızın ruhlarının huzur bulmasını diliyorum.

“Keşke Yunan galip gelseydi” diyen hain ve uşak ruhlu zihniyetin, Vahdettin’in İstanbul Limanı’ndan bindiği gemilere yüzerek de olsa yetişerek onun arkasından istediği yere gitmesi gerektiğine vurgu yapıyorum.

13 Kasım 1918 ve 16 Mart 1920 kara lekelerinin, doğduğum büyüdüğüm şu canım kentin, İstanbulumun her bir santimetre karesinden, Kuvayı Milliye logolu bir deterjanla ilelebet temizlenmesine vesile olanları, şükran ve minnetle anıyorum.

Bu şehrin ve yurdumun hiçbir toprak parçasının, bir daha emperyalist düşman çizmesi ile kirlenmemesi için içtiğimiz anda, ettiğimiz yeminlere ve verdiğimiz sözlere bağlı kalabilmek için gözümü bile kırpmadan savaşmaya devam diyorum.

6 Ekim 1923 günü İstanbul’u kurtardıkları gün, Galata Köprüsü üzerinde saygı geçişi yapan Şükrü Naili Paşa komutasındaki, Mustafa Kemal Paşa’nın kahraman askerlerinin aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum.

Dil Derneği’nin 17. Genel Kurulu

Dostlar,

Bu gün (18 Eylül 2021), bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği‘nin (kuruluşu 1987) 34. yılında 17. seçimli genel kuruluna katıldık.


Oturumu, 90. yaşına giren, Dil Derneği’nin öncülerinden, Anayasa Mahkemesi önceki başkanlarından Sn. Yekta Güngör Özden yönetti. Genel Kurul Başkanlık Kurulunda (Divanında) 2 kadın, 2 erkek dengelenmişti.

1932’de Mustafa Kemal Paşa‘nın başlattığı Dil Bayramımız bu yıl 89. yılında..

.

Emektar Genel Başkanımız Dilbilimci Sn ve emek veren Yönetim Kurulu üyelerine çok teşekkür borçluyuz.  Salon girişinde bir masada, Dil Derneğimizin güzelim yayınları satılmaktaydı. Sn. Özel’in ve merhum Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın imza koyduğu kitapların telif hakkı Derneğe bağışlanmıştı.

Övündük, kutladık ve eksik kalan, baskısı yenilenenleri edindik; Sn. Özel de lütfedip bize göz nuru alın teri betiklerini (kitap) imzaladı!

Dernek üyelerimiz bizi şımarttılar ve epey fotoğraf çekildi. Sn. Özel ve Sayman Sayın Güneş Çakmakoğlu konuşmalarında bize övgü (iltifat) belirttiler 2 nedenle:
1. Kovit-19 salgınında veregeldiğimiz savaşım, özellikle yürekli TV konuşmaları.
2. Konuşma ve yazılarımızda, web sitemizde Türkçe’ye özenimiz.. sağolsunlar.

Zaten başlıca bu 2 gerekçeyle de bu yıl Dil Derneği Onur Ödülü’ne bizi yaraşır (layık) bulmuşlardı; ödülümüzü 25 Eylül 2021 akşamı Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezinde düzenlenecek bir törenle bize sunacaklar.. Şükran doluyuz..

Emektar Genel Başkanımız Sn. Sevgi Özel’in konuşma metnini aşağıda sunacağız.

Unutulmasın; Dil, bir ulusun ses bayrağıdır. Özenle korunması ve geliştirilmesi zorunludur. Tarih de öyledir, bir ulus kendi tarihini özellikle özüne bağlı (aslına sadık) biçimde kaydetmeli, öğretmelidir.

Dil Derneği Genel Başkanı Sn. Sevgi Özel’in konuşma metni aşağıda..
***

Öncelikle Kurtuluş Savaşının öncüsü, cumhuriyetimizin kurucusu, devrimlerin yapıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ü, bütün üyelerimiz adına saygıyla anıyorum.

Bağımsızlığımızı yayılmacı dünyaya onaylatan Lozan Barış Antlaşmasının öncüsü İsmet İnönü’yü, bütün üyelerimiz adına saygıyla anıyorum.

Dedelerimiz ninelerimiz olan, hem yayılmacıyla hem işbirlikçiyle savaşan Kuvayımilliyecileri saygıyla anıyorum.

Ben, Duatepe’nin sırtında büyüklerimden Polatlı’ya dek gelen yayılmacılarla savaşan dedelerimizin, ninelerimizin öyküleriyle büyüdüm. Hepsini saygıyla anıyorum.

Derneğimiz 34. yaşında.

17. Olağan Genel Kurulumuzu yapıyoruz. 2018’deki 16. Olağan Genel Kurulumuzdan bu yana üç yıl geçti.

Dünyayı ve ülkemizi saran salgın nedeniyle İçişleri Bakanlığı genelgeleriyle genel kurulumuzu 2020 Ekiminden başlayarak 3-4 kez ertelemek zorunda kaldık. Salgın sürerken toplanmak, bir araya gelmek kolay değil. Çekinip gelemeyen üyelerimize sitem hakkımız yok. Dileriz ülkemiz bu beladan daha çok kayıp (yitik) vermeden kurtulur.

Sağlık emekçileri büyük bir savaşım içindeler. Burada bulunan, salgınla savaşımını
övünçle izlediğimiz değerli üyemiz Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın kişiliğinde
bütün sağlıkçıları saygıyla esenliyorum.

Sizlere sunduğumuz yazanakla yönetim kurulumuz son üç yıldaki çalışmalarını sizlere aktardık.

Parasal durumumuzu saymanımız Necdet Özer sizlere aktaracak. Kazancımızı gözeten ve giderimizi gün gün titizlikle yöneten Necdet Özer’e genel kurul önünde teşekkür ederim.

Gelirimizi nasıl harcadığımızı, giderlerimizi Denetleme Kurulu üyelerimiz Meryem Gümüş, Sibel Seval ve Mehmet İspir izleyip, yazanak oluşturdu. Hepsine titiz çalışmaları için genel kurul önünde teşekkür ederim.

Salgın günlerinde doğallıkla dernekle iletişimi, çalışmaları bilgisayar ortamında sürdürdük. 65 yaş üstü olanlarımız az değildi. Salgının ilk aylarında Çağdaş Türk Dili’ni (bu adlı dergimizi) Yayın Kolu Başkanımız Ertuğrul Özüaydın, yarın yayımlanacakmış gibi bilgisayarda tuttu. Yasaklar gevşeyince dergi basılıp dağıtıldı. Ertuğrul Özüaydın’a, derginin bilgisayar ortamında yer almasına ve dernek etkinliklerinin sürmesine çaba harcayan Genel Yazmanımız Figen Çakmakoğlu ile Bilişim işlerimizi hiç aksatmayan Güneş Çakmakoğlu’na genel kurul önünde teşekkür ederim.

Salgın günlerinde her türlü önlemi alarak derneği açık tutan çalışanımız Cemal Pancar’a genel kurul önünde teşekkür ederim.

Fırsat yaratarak çalışmalarımızı aksatmayan, önlemler alarak toplanan yönetim, onur kurullarının üyelerine ve elbette bütün üyelerimize genel kurul önünde teşekkür ederim.

2019’un Cumhuriyet Bayramında derneğimiz, Çankaya Belediyesinin, Cumhuriyete Değer Katanlar Ödülüne değer bulundu.

Derneğimiz tam 34 yıldır, Atatürk’ün Dil Devrimini başlattığı Çankaya’da, Çankaya Belediyesinden büyük destek almıştır. Bu kurultayın sağlıklı bir ortamda yaşanması için de ne denli özenildiğini gördünüz. 25 Eylülde de yine Çankaya Belediyemizin el vermesiyle 89. Dil Bayramını kutlayacağız. Başkan Alper Taşdelen’e, Başkan Yardımcısı Sayın Gülsün Bor Güner’e, belediyenin bütün emekçilerine teşekkür ederiz. Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Ethem Torunoğlu’na ve Yılmaz Güney Sahnesinin çalışanlarına teşekkür ederiz. Cenova adlı kurumun önderi Doğan Durmuş ve ekibine teşekkür ederiz.

Bu yılın başında Çukurova Sanat Girişimi’nce düzenlenen Çukurova Ödülü ilk kez bir tüzel kişiliğe, derneğe verildi. Çetin Yiğenoğlu, Orhan Apaydın, Yaşar Öztürk, Sevim Sezer ile Asuman Söylemez’den oluşan Seçici Kurul, “Dil Devrimi’nin ülküsel bilincini canlandırma, Türkçemizin gelişimini sürdürebilir kılma ereğiyle yaptığı çalışmalar dolayısıyla” 2021 Çukurova Ödülünü derneğimize verdi. Çukurova Sanat Girişimine teşekkür ederiz.

Kişi ve kurumlara teşekkür ederek başladım. Sözü çok uzatmayacağım. Ancak bir teşekkürüm de CHP Genel Merkezinedir. Her ay CHP’li belediyelere yüzlerce dergi postalıyoruz. Birkaç belediye Türkçe Sözlük’ü bitirdi. Bizler güç koşullarda Harf ve Dil Devrimleri için savaşım veren, değerbilir aydınlarız. Bu nedenle dergimize, sözlüğümüze ilgiyi yönlendiren Genel Başkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na ve yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Seyit Torun’a genel kurul önünde teşekkür ederim.

Bir teşekkür de dernekle iletişimini hiç koparmayan, etkinliklerimizi izleyen, öneri ve eleştirileriyle yakın duran, ödentisini hiç aksatmayan üyelerimizedir. Hepsine genel kurul önünde teşekkür ederim.

Değerli Üyelerimiz,

Öyle bir dönemden geçiyoruz ki… Ömer Asım Aksoy, Prof. Dr. Şerafettin Turan,  Prof. Dr. Cevat Geray, Uğur Mumcu, Aziz Nesin, cumhuriyet öğretmenleri Emin Özdemir,  Beşir Göğüş gibi uzakgörüşlü onlarca aydınımız, bu kurultayı yöneten Anayasa Mahkemesi Başkanımız Yekta Güngör Özden 12 Eylül belasının ülkeyi karanlığa sürüklediğini onlarca kez dile getirmişti. Yaşamını yitirenlerin, yaşayanların hiçbiri gelecek okuyucu değildi. Hepsi öngörüsü yüksek bir örgütçü ve devlet adamı olan Mustafa Kemal Atatürk gibi devrimciydi. Uğur Mumcu birkaç yazısında, belgeler ışığında neredeyse bugünkü yönetimi, yaşadıklarımızı tanımlamıştı.

Otuz yıl önce biri gün gelecek giysileri sırmalı, lüks içinde yaşayan ama din adamı olduğunu savlayan biri yiyeceğimiz midyeden kalamara, günaydın seslenişimize dek her şeye karışacak, dilci, mühendis, iletişimci, ekonomist, havabilimci gibi her ağaç gölgesinde “fetva” verecek deseler, “Hadi ordan!” der, gülerdik belki.

Oldu, bu da oldu. Eğitim dinselleşti, üniversite dilini yuttu, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü buharlaşmış görünüyor. Harf ve Dil Devrimleri üzerinden Atatürk’e saldırılar sürüyor. Asla karamsar değiliz bu iki devrim, bir bütün olan Türk Devriminin temelidir.

Harf Devrimi bir gecede cahilleştirmiş; Osmanlının yarısı okuryazarsa, 21. yüzyılda torunları niçin bu denli cahil? Dil Devriminin sözcükleri olmadan konuşabiliyorlar mı?

Boşuna debeleniyorlar.

Biz, yokluk yoksulluk içinde Kurtuluş Savaşını yapanların ardıllarıyız.

Boşuna debeleniyorlar. Cumhuriyetin bütün kurumlarını kemirerek cumhuriyetin olanaklarıyla ayakta duruyorlar. Ancak bastıkları yer batak!

Yara bere alan bu cumhuriyeti ayağa kaldırmak her birimizin yurttaşlık görevi. Bu görevden kaçmayacağız. Biz bu cumhuriyetin bütün kurumlarını yıkar paklarız!

Biz Atatürkçüyüz!
Biz cumhuriyetçiyiz!

Bu duygularla hepinizi selamlıyorum.
============================================

Sevgi ve saygı ile. 18 Eylül 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik