Etiket arşivi: Veryansın TV

Bilimcinin gözyaşları

featured

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

Önce birkaç olayı dile getirelim:

  • AKP sözcüsü Ömer Çelik depremi izleyen saatlerde konuşmaktaydı : 
  • Cumhur ittifakının tüm unsurları sahadadır.” Böylesine ürpertici pek az söz işitilebilirdi. O da oldu…
  • Uzaklardaki belediyelerin ulaştırdığı yardımlar gelmiş deprem alanına. Bunca dehşet ve telaş içinde yardımları gönderenlerin adlarının üzerine valilik adlarının konması unutulmadı. Cumhur ittifakı alanda, diğerleri yok ya! Onun gereği yapıldı. İnsafın ve vicdanın buharlaştığı anları yaşamak büyük şanssızlıktı.
  • İBB Başkanı İmamoğlu deprem bölgesine gelmiş. Ama, eski milletvekili olduğu öğrenilen bir hanımefendi teşekkür etmek bir yana, çemkirmeyi yeğleyebiliyor. İktidar aşkı ve tutkusu bu denli mi nasırlaştırdı vicdanları?
  • Bir başka yaralayıcı haber İstanbul borsasından geldi. Yedi günlük ulusal yas haberi bu
    çok önemli kurumumuzun kapısından içeri giremedi anlaşıldığınca. Kapısı açık kaldığı gibi,
    küçük yatırımcıyı örselemekten de geri durulmadığı haberi düştü ortama. Yazıklar olsun!

Uzunca süredir televizyon izlemiyordum. Depremle birlikte yeniden izlemeye başladım.

Her bir can kurtarma haberi duygularımızı kabartıyor. Ulusal ve uluslar arası dayanışmanın
canlı örneklerini izlemek de acımızı biraz olsun hafifletiyor.

Öte yandan, bilimcileri de izlemeye çalışıyorum.

Yıllardır olduğu gibi neredeyse çığlık çığlığa aklın, bilimin ışığını yansıtmaya çalışıyorlar buldukları her fırsatta, her ortamda.

Bu sabah bir kanalda izlediğim İTÜ hocası yerbilimci, izlencenin sonunda gözyaşlarını tutamadı.

Artık yeter dedi!

İstanbul’u, İzmit’i, Bursa’yı daha çok büyütmekten vazgeçelim dedi. Anadolu bizi bekliyor, ticaretimizi, sanayimizi oralara taşıyalım diye neredeyse yakardı.

Akla ve bilime kulak vermenin zamanı şimdi değilse ne zaman demeye getirdi!

Cumhurbaşkanı ise yaşananı kader planı olarak gördüğünü ifade etmiş. Amasra’daki maden faciası sonrasında da işitmiştik bu sözleri.

Türkiye’nin bir kez daha kader çıkmazı içine sürüldüğünü görmemek olanaksız.

Bu felaketin hemen ardından ortaya çıkan ikilem şudur!

Türkiye, hiç olmazsa bundan sonra aklın ve bilimin ışıttığı güvenli yola girecek midir?

Yoksa, “kader çıkmazı”ndaki anlamsız yürüyüşünü sürdürecek midir?

Hiçbir karşılık beklemeden ve kişisel çıkar ummadan, bıkıp usanmaksızın çalışan, bilim insanlarımız gözyaşı dökmeyi sürdürecek mi?

Onların gözyaşlarını dindirip yaptıklarının yaşamda karşılık bulması sağlanacak mı?

Başka deyişle, yüzlerini güldürebilecek miyiz onların?

Tarım-din toplumu olarak mı kalacağız?

Takvimlere uyup bilgi toplumu olmaya bir kez daha yönelmeyi deneyecek miyiz?

MEYDAN OKUYORUM!

Olabildiğince kaçındığım bir meydan okumayla bitirmek istiyorum yazıyı.

Özellikle bizim gibi geri kalma konusunda tutkulu bir kararlılık sergileyen toplumların, bilimin vesayetine gereksinim duydukları açıktır. Vesayet kavramı rahatsızlık verici olsa da böylesi bir vesayetin doğru ve gerekli olduğunu anlamak için daha başka ne gibi felaketler yaşamamız gerekiyor?

HUKUK VE AHLÂK

Mustafa AYDINLIMUSTAFA AYDINLI
Eğitimci – Yazar
http://www.corumhaber.net/hukuk-ve-ahlk-makale,11678.html

Hukukun sözlük anlamı; ‘Toplumu düzenleyen ve devlet yaptırımıyla güçlendirilmiş bulunan kuralların, yasaların bütünü. Bu kuralları, yasaları, hakları konu alan bilim dalı’ olarak tanımlanıyor.

Ahlâk ise; insanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümü. Kişide huy olarak bilinen nitelik; iyi ve güzel olan nitelikler.

Her hukuksal olan ahlâksal mıdır? Ya da her ahlâksal olan hukukla güvence altına alınmış mıdır?

Yirminci yüzyılın önde gelen hukuk felsefecilerinden Lon Louis Fuller’e göre “Parlamentolar seçime dayalı güçlü bir meşruluğa sahip olsalar da, yasa yapma yetkilerini kullanırken kimi hukuksal, ahlâksal sınırlara uyma zorunluğundadır.” (http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/545.pdf)

Buradan anlıyoruz ki; yasalar yapılırken, o ülkenin özgül koşullarının yanında, evrensel ve ahlâksal değerlere ve Hukukun temel İlkelerine uymak ve gözetmek gerekmektedir. Bu nedenle, hukuksal terimler arasında sık sık “yaşamın olağan akışı” deyimini duyarız.

Sayın Prof. Şahin Filiz’in Veryansın TV web sitesinde yayınlanan makalesinden anlıyoruz ki (https://www.veryansintv.com/hukuk-ahlakin-emrinde-olmak-zorundadir, 05.10.2021); “Badeci Müptezel’in” ilk derece mahkemesinde 62 yıl olarak belirlenen cezası, “mağdurların rızası olduğu” gerekçesiyle Yargıtay 14. Ceza Dairesince bozulmuştur. Ceza kaldırılıp salıverme (tahliye) kararı verilirken gerekçe şöyle kurulmuş:

  • Kendisini din alimi olarak tanıtan sanığın oral ve anal yoldan gerçekleştirdiği cinsel ilişki eylemlerinde, cebir ve tehdit kullanmadığı gibi mağdurların da bu yönde iddiasının olmaması, sanığın kendisine itibar edilmesini sağlamak amacıyla sarf ettiği sözlerin aldatıcı nitelikten uzak olması ve eylemlerini mağdurların rızası ile gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında…

Gerekçeli kararda “Badeci Müptezel’in” söz konusu eylemi gerçekleştirdiği vurgulanıyor. Bu eylemi “Mağdurları zorlayarak değil, rızasını alarak” yaptığına yer verilerek salıveriliyor.

  • Rızası olana oral ve anal yoldan, her şey yapılabilir mi?

Bu rıza” ile çocuğun dinsel duygularının sömürüldüğü çok ağır biçimde hırpalandığı (travma aldığı) gerçeğini nasıl yadsıyacağız? Hukukça olay kitabına uyduruluyorsa, ahlaksal açıdan ve toplum vicdanında da aklanmış oluyor mu?

Bir başka deyimle, vergi kaçırmak için, kimi vergi cenneti adalarda şirketler kurulsun. Diyelim ki Man Adası’na paralar gitsin veya gelsin, hukukça kitabına uyarsa, şirkete / kişilere ceza verilmezse, ahlâkça ve kamu vicdanında o şirketler / kişiler aklanıyor mu?

Tarikat batağına teslim edilen çocuğun, kimliği ve kişiliği daha baştan, tarikat yurtlarına eşikten adımını atarken alınıyor! “Rıza” nasıl ve hangi koşullarda oluşmuştur? Bir çocuğun “oral ve anal” yoldan kendisine tecavüze rıza göstermesini (!?) “yaşamın olağan akışını” her fırsatta dile getiren hukuk mantığı ile nasıl örtüştüreceğiz? “Çocuğun rızası” diye bir dayanaktan nasıl söz edilebilir? Sonuçta iki yüksek yargıç üye karara itiraz etmiş ve karşıoy yazısı (muhalefet şerhi) yazmıştır. (AS: Özgür istenç / irade için hukukça ergin olmak, us sağlığı yerinde olmak ve hiçbir baskı altında olmamak koşullarına ek; söz konusu olayla ilgili (anal – oral cinsel ilişki) tam ve güncel bilimsel bilgi sahibi olmak gereklidir.)

Bu çocuklara tecavüzü tartışırken, Bekir Bozdağ’ın “Küçüğün rızası varsa” savunması pek de uyumlu!! Eh, bir dönemin Adalet Bakanı böyle zırvalarsa, çıkan mahkeme kararlarına da pek  şaşırmamak gerekiyor (!?) Kısacası AKP iktidarı yıllardır ektiği yoz ürünü biçiyor.

Badeci Müptezel“, mağdurlara utanç verici cinsel tecavüzünü, “manevi ilim aktarmak için yaptım” diyerek kendisini savunmaktadır!? Oysa birtakım hile ve yanıltmalarla çocukları kandırmıştır, karşı durmasını önleyen söz ve davranışlarda bulunduğu apaçık ortadadır. (AS: Haykırarak sormak gerekir : Diyelim ki “manevi ilim” diye bir şey var; bunun aktarılması çocuklara cinsel saldırı / tecavüz ile mi olur? Bilimsel eğitim yöntemleri nerededir??!!)

Konusu açıkça evrensel ceza hukuku ilkeleri bağlamında suç oluşturan ve ağır yaptırımlara bağlanan bu tür iğrenç eylemler, ne Türk toplumunun değerlerinde ne de kutsal inançlarda dayanak bulabilir! Düpedüz kokuşmadır!

Diyanet İşleri Başkanlığı / Başkanı, Cumhuriyetin kurucularına, değerlerine açıkça hakaretten fırsat bulup, bu tip yüz kızartıcı, utanç verici, Türkiye’yi dış dünyaya rezil eden… sapkınlıkları kınayamıyor, lanetleyemiyor ve suça ortak olup, batağa saplanıyor.

Tarikat yapılanmaları zaten baştan yanlış ve suç; sivil toplum kuruluşları oldukları savı düpedüz safsata. ‘Eğri cetvelden doğru çizgi’ beklemek saflık olur.

Mustafa Kemal ATATÜRK bu nedenlerle tarikat, tekke, zaviye gibi bataklık yuvalarını kapatmıştı!

  • “Bugün bilimin, tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın alevi karşısında filân veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddî ve manevî mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır.” 1925 (Atatürk’ün S.D. II, syf. 215)
  • “Tekkeler kesinlikle kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her kolda doğru yolu gösterecek güce sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz uygarlıktan, bilim ve teknikten kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz; başka bir şey tanımayız. Doğru yoldan sapmışların amacı, halkı kendinden geçmiş ve abdal yapmaktır. Halbuki halkımız, abdal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit bir iş görünür; fakat önemi vardır. Biz dünya ailesi içinde uygarız. Her görüş noktasından uygarlığın gereklerini uygulayacağız.” (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün S.D.K. ve İS., syf. 68, 1925)

Yobaz – sapık dinci Hukuk ve ahlakı, akıl ve bilimin evrensel değerlerini eksen alsaydı, gelinen yer böylesine utanç verici, kahredici olmazdı.

AKP iktidarının bu sefilliğe artık “dur” deme zamanı gelmiş, geçmektedir.

Tüm toplum bu kırılma noktasında en net ve şiddetli tepkisini artık gecikmeden koymalıdır.

Üçok: Bu değişiklik TSK’nın sonunu getirebilir

Üçok: Bu değişiklik TSK’nın sonunu getirebilir

Emekli askeri hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok, Harp Okulları ve Astsubay Yüksekokulları’na giriş koşulları arasında bulunan ‘irticai faaliyete karışmamış olma‘ şartının kaldırılmasının TSK’nın sonunu getirebilecek kadar tehlikeli olduğunu söyledi.

(AS: Bizim katkımız yasının altındadır..)

Üçok: Bu değişiklik TSK'nın sonunu getirebilir

Emekli askeri hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok, gündemdeki konuları Veryansın TV’ye değerlendirdi… İşte Üçok’un açıklamalarından satır başları:

İRTİCA TEHLİKESİNİN KALDIRILMASI

“Bu yönetmelik değişikliğinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sonunu getirecek kadar tehlikeli olduğunu değerlendiriyorum. Bu orduda cemaat mensubu askerler, kendi başkomutanları olan Cumhurbaşkanının evini bombaladılar. Bu ülkenin Millet Meclisi’ne, halkın üzerine şeyhlerinden aldıkları talimatla saldırdılar. Bunlardan ders çıkarmayan bir ülkenin kaderi benzer olur. Bundan derhal vazgeçilmeli. Eğer o tarikat terör örgütü ilan edilmemişse, Harp Okuluna girer. Yönetmelik değişikliğinde ‘Bakanlar Kurulu kararı ve mahkemelerce terör örgütü ilan edilen’ diyor. Bizim ülkemizdeki tarikatların % 99’u terör örgütü değil ki. Ama şunu biliyoruz; hepsinin dini liderlerinin amacı bu ülkede dini bir yönetim kurmak. Bizim anayasamız ve kırmızı kitabımızda ‘Türkiye Cumhuriyeti laik, demokrat, hukuk devletidir’ diyor. Bunu değiştireceğini ilan eden tarikattan adamı alıyorsun, buna nasıl engel olacaksınız.

’15 TEMMUZ’U YAŞAYAN TSK BUNU KABULLENMEZ’

Ne Kara, ne Hava ne de Deniz Kuvvetleri Komutanlıklarından kimsenin bu değişiklikten haberi olmamış. Bu dersi yaşamış komuta kademesinin buna onay vereceğine aklınız yatıyor mu? TSK’daki boşluğu doldurmaya yönelik olarak hükümetin bir savunma refleksi olarak bu kararı aldığını, komuta kademesi tarafından onaylanmasının mümkün olmadığını söylüyorum. En kısa zamanda değiştirileceğini ümit ediyorum. 15 Temmuz’u yaşamış olan Türk Silahlı Kuvvetleri bu kararı benimsemez.

TARİKAT ZİYARETİ YAPAN SARIKLI AMİRAL YORUMU

Bu son yönetmelik değişikliğiyle beraber o kişiye bir işlem yapılacağını sanmıyorum. Yönetmelik değişmeseydi anayasaya karşı bir amiral silahlı kuvvetlerde tutulmazdı. Şu anda bu yönetmelik değişikliğiyle irticai faaliyet tanımı ortadan kaldırıldı. Bu kişinin tarikattan olması suç sayılmıyor. Ama bu tarikatın anayasamızın değişmez maddelerine karşı olan bir tarikat olduğunu herkes biliyor. Anayasa’ya karşı olanların TSK’da yeri yoktur denirdi.

Programın tamamını izlemek için…

================================
Dostlar,
Bu bağlamda paylaştığımız tweet iletisi 100 bin  okumaya koşuyor..

Sayın ÜÇOK’un uyarıları son derece yerindedir.

VERYANSIN TV ve sevgili Erdem Atay‘ın konuya duyarlığı  da çok değerlidir.

Görünen o ki, AKP iktidarı, durdurulamayan / durdurulamayacak sonunu gördükçe, her gün Türkiye’ye bir OPERASYON ile vurmaktadır.
“2023 hedefleri” maratonu adeta hızlandırılmıştır.

Hem bir an önce “kutsal – kadim” hedeflere ulaşmak hem de dinci – tutucu – gerici bloku sıkılaştırmak amaçlı olarak bu kesimlere “ulufe” dağıtılırcasına Laik – Demokratik – Sosyal – Hukuk devleti olan Cumhuriyet’e ağır ve ardışık darbeler indirilmektedir.

Dolayısıyla zaman, hem AKP darbecileri açısından hem de Cumhuriyeti savunacak kesimler için eşzamanlı olarak daralmaktadır.

Bu kritik bir saptamadır, ayrımındayız yazdığımızın.
Ancak tarihin tekerleği dönmekte, saatin tik takları da kulakları sağır edercesine, durmaksızın akmakta..
  • AKP darbelerinin / darbeciliğinin ve Ülkede giderek içine sürüklenilen sıcak çatışma ortamının – riskinin mutlaka durdurulması gerek..

Sevgi ve saygı ile. 29 Mart 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik