Etiket arşivi: Millet İttifakı

Türkiye sorunu ve Kürt sorunu

Türkiye sorunu: demokratik hukuk devleti (DHD) sorunudur.

Kürt sorunu da, özünde bir DHD sorunu.

İlki, ikincisini zehirliyor; ikincisi ise, ilki üzerinde uzlaşma zeminini gölgeliyor. Nasıl?

Anayasa’ya göre Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygılı, demokratik ve laik, bir sosyal hukuk devletidir.

Kürt sorunu ise, toplumsal yapıyla ilişkili; Devletin insan topluluğuna içkin.

Yurttaş, halk ve millet/ulus, insan topluluğunun hukukileşmiş soyut kavramları olup, 1924 Anayasası’nda ‘Türkiye ahalisi’ şeklinde tanımlanıyor.

GENEL SORUN: DHD

Önce şu sorulmalı: Türkiye’de ‘demokratik hukuk devleti’, -Kürt sorunundan bağımsız olarak- ne ölçüde saygı görmekte? Hukuk devletinin üç ölçütü -insan hakları, demokrasi ve devlet- açısından birer cümle ile yanıt:

İnsan hakları: Düşünce özgürlüğü, toplu özgürlükler ve siyasal haklar, sistematik ve sürekli olarak çiğneniyor.

Demokrasi: Siyasal iktidarın eldeğiştirme yollarını, “sürekli anayasal darbe” yoluyla tıkamaya harcanan emek, Devlet yönetimi için harcanandan daha yoğun.

Devlet: Yasama-yürütme-yargı erklerinin birbirinden ayrılığı ve yargı bağımsızlığı, Anayasa metni üzerinde kaldı.

Eşitlik-laiklik-yurttaşlık: Cumhuriyet’in bu üçlüsünü resmen aşındırma etkinlikleri sürekli ivme kazanıyor.

Ülkesel ve çevresel haklar: Bütün Türkiye tehlikede; tarihsel-kültürel-doğal varlıklarıyla, kentsel-kırsal ve kültürel çevresiyle yağmalanıyor.

KÜRTLER İÇİN DAHA ÇOK

Eşit yurttaşlık eksiği nedeniyle, DHD açığının bedeli, Kürt yurttaşlara ve siyasal hareketine Türkiye geneline göre çok daha ağır bir biçimde yansıyor.

Demokratik açıdan, yerel demokraside Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı bir yana, anayasal güvenceler hemen tümüyle askıda. CHP’li belediye yönetimlerine uygulanan Anayasa dışı baskıdan farklı ve çapraz baskılar yelpazesi:

Kayyum: Sayısı 60’ı aşan HDP’li belediye başkanı yerine kayyum atandı.

Tutuklama: Başta S. Demirtaş olmak üzere 6000 kadar seçilmiş mahpus.

Kapatma: MHP dayatması sonucu açılan HDP’yi kapatma davası.

TBMM ve HDP

TBMM, Anayasa değiştirme yetkisi olan tek kurum: Türev kurucu iktidar. Parlamenter rejim için eksen alınan kurum; haliyle Anayasa değişikliği çalışmalarının merkezi.

CHP Genel Başkanı, haklı olarak ‘Kürt sorunu için çözüm yeri TBMM, muhatap ise HDP’ dedi.

Ulusal ölçekte toplu temsil özelliği bulunan tek kurum olarak TBMM, işleyişi en saydam olan anayasal merci. Yetki olarak da, asli ve genel yetkiye sahip tek kurum. Hükümet yokluğu da TBMM’nin müzakere organı olma özelliğini daha da öne çıkarıyor.

“TUTUM BELGESİ”

Güçlü demokrasi; bağımsız ve tarafsız yargı; kayyım rejimi değil, halk iradesi; Kürt sorununda demokratik çözüm; barışçı dış politika; kadına özgürlük ve eşitlik; ekonomide adalet; kamu yönetiminde liyakat; doğaya saygı; gençler için özgür yaşam; demokratik anayasa. Bunlar, HDP’nin ‘Tutum Belgesi’başlıkları.
Bu başlıklar altında yapılan önerilerin tümüne yakını Millet İttifakı tarafından savunulan demokratik hukuk devleti amacı ile örtüşüyor:

“Çözümsüzlüğün başlıca kaynağı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni değiştirmek istiyoruz. Hedefimiz otoriter ve tekçi sistemin yerine çoğulcu demokratik sistemin tesis edilmesini sağlamaktır… Sorunlarımızı şiddet aracılığıyla değil; konuşarak, müzakere ederek, diyalog yoluyla çözmek temel düsturumuzdur” .

TÜRKİYE ÇAĞRISI

Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur; ama Türkiye sorunu çözüme kavuşmadan Kürt sorununu çözme olanağı bulunmadığı gibi demokratik hukuk devletinin temel gerekleri uygulamaya geçirilmeden Kürt sorununu tartışma olanağı bile doğmaz.

Tutum Belgesi, bu bağlamda -ayrıca ele alacağım- üç ana sorunu gündeme çıkarıyor:

-Anadili hakkı ve evrensel kimlik haklarının tanınması,

-Yurttaşlık,

-Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.

Kürt sorununun çözümünde TBMM’yi merkeze alma, TBMM eksenli parlamenter rejim öngören anayasa çalışmaları ile de örtüşmekte. Tutum Belgesine göre; eşit yurttaşlığı esas alan Anayasanın hazırlanma süreci, her kesimi kapsayan, demokratik katılım ve toplumsal müzakereye dayalı bir yöntemle yürütülmeli.

İTTİFAK VE İKTİDAR

Cumhur İttifakı, gelecek seçimlerde de çoğunluğu kaybetmemek için, HDP’yi Millet İttifakı dışında tutmak için her yolu meşru sayacak.

Bu nedenle, Türkiye tarihsel bir dönemeçte:

Eğer demokratik hukuk devleti ekseninde bir ittifak sağlanabilirse, Kürt sorunu için çözüm yolu da açılır; tersine, bu sağlanamaz da yeniden Cumhur İttifakı çoğunluğu elde ederse, “mezhep-etnisite” bireşimli tek kişi yönetimi pekişmiş olacak. Bu durumda, Kürt sorununun çözümü bir yana, Türkiye sorunu, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti sorunu daha da derinleşecek.

Bu nedenle, TBMM’nin merkezi konumu, ülkemizin geleceği için yaşamsaldır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 8 Eylül 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DEĞİŞİM

  1. Perinçek, Millet İttifakı’nın adayını ABD’nin belirlediğini söyledi.

2015 seçimleri öncesinde CHP ile yapılan görüşmede kendisi Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını desteklediklerini ifade etmişti.

  1. Kulağına ABD mi üflemişti?
  2. ABD o zamanlar emperyalist değil miydi?
  3. Kılıçdaroğlu aynı kişi değil miydi?
  4. Kim veya ne değişti?..

ADALET

RTE, “Devletin dini adalettir” dedi.

AKP iktidarı Cumhur İttifakı belediyelerine %97, Millet İttifakı belediyelerine %3 destek verdi.

Din ile aldatanların adaleti?..

ADALETSİZ

Adalet Bakanlığı meslekte yükselme sınavına giren 350 katipten sınavda yüksek puan alanlar yerine mülakatta yüksek puan verilerek öne çıkarılan düşük puanlılar müdür yapıldı.

Bakanlığın adı ile işlevi uyumlu değil…

VESAYET

Adalet Bakanı Gül, 28 Şubat süreciyle ilgili, “Milletimize o karanlığı yaşatanlara da, millet iradesine vesayet ve darbe vuranlara da yine adaletle cevap verdik”

İktidar vesayetindeki yargının adaletiyle…

DUA

Yargıtay binası açılış töreninde DİB yargıçlara dua okuttu.

  1. Resmi törende okunan her dua laikliğin ruhunadır.
  2. Yargıya din girdikçe adalet çıkmaktadır…

ÇUVAL

Çevre ve Şehircilik eski Bakanı Erdoğan Bayraktar, 17-25 Aralık 2013 döneminde kendisi ile ilgili dosyadaki bilgilerin ve telefon konuşmalarının doğru olduğunu açıkladı. “Reis Cumhurbaşkanım beni hırsız çuvalına attı” dedi.

  1. Doğruluğu zaten biliniyordu.
  2. Üç Bakana resmen hırsız dedi.
  3. Hırsız çuvalı iktidar gücüyle kapatıldı.
  4. Zırhla kaplansa da açılacak, hırsızlar ve işbirlikçileri yargılanacak…

BÜYÜME

RTE, TÜİK’e belirlettiği ekonomik büyüme rakamları ile övünüyor.

Mutlu azınlık dışındaki halk pahalılıktan/yoksulluktan dövünüyor…

SANSÜR

Avrupa şampiyonasında harika maçlar çıkaran kadın voleybol milli takımının maçtan sonra gururla söylediği İzmir Marşı, vergilerimizden geçinen TRT tarafından sansürlendi.

  1. İlahi okusalardı,
  2. Yunan marşı daha iyi olurdu…

NUTUK

AKP Ordu Ulubey İlçe Başkanı S. Özdemir, “Nutuk okuyanlar barda kafa çekerken, Kur’an okuyanlar göklerde SİHA uçuruyordu” diye yazmış.

Nutuk okuyanların dedeleri ülkeyi kurtarma savaşında canlarını ortaya koyarken, Özdemir’in dedeleri neredeydi acaba?..

YETİŞME

RTE, Rize’deki törende kurdele kesiminde acele eden küçük çocuğun kafasına vurarak uyardı.

Bildiğini uyguluyor…

KOMÜNİST

RTE, Rize’nin İkizdere ilçesindeki İşkencedere Vadisi’nde açılması planlanan taş ocağına karşı yapılan eylemler hakkında, “Türkiye’nin değişik yerlerinden ne kadar sol varsa, komünist varsa alıp buraya geliyorlar.” dedi.

Erdoğan’ın bu sözlerine İkizdereliler, “Burada komünist momünist falan yoktur. Ben, malımı, vadimi koruyorum.” yanıtını verdi.

Cumhurun mu, patronun mu başkanı?…

İTİBAR

Kılıçdaroğlu, “İskilipli Atıf Hoca’ya nasıl iadeyi itibar verilmiş ise tabii ki Çerkez Ethem’e de iadeyi itibar verilmeli, daha ötesi mezarı da Türkiye’ye getirilmeli, bunlar bizim değerlerimiz.”

  • Kılıçdaroğlu’nun itibarı da bunlarla ölçülür…

AY-YILDIZ

Gnkur. Bşk.lığı ve Kuvvet Komutanlığı binaları ABD usulü (Pentagon) birleştiriliyor.

Emir komuta birliği yerine binaların birliği dönemi…

DOLDURMA

Konya İl Sağlık Müdürü Mehmet Koç, müdürlüğün koltuklarına AKP’li siyasetçilerin eş-dost-akrabalarını doldurmuş.

AKP’li olmanın, AKP ile iş tutmanın doğal sonucu…

SORUYORUM                                 :

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. Bakan Ruhsar Pekcan ve diğer bakanların / yakınlarının devlete mal satmasının (hem de bozuk)soruşturulması neden engelleniyor?
  3. Sedat Peker’in suçlamaları kamuoyunda karşılık bulmasına karşın niçin araştırılmıyor? Suçlanalar niçin kendini savunmuyor? Cumhurbaşkanlığı niçin sessiz kalıyor?
  4. Orman yangınlarına karşı gerekli önlemleri almayarak yurdumuzun cayır cayır yanmasına, uygunsuz imara izin vererek sel felaketine sebep olanlar ne zaman hesap verecek?..

 

 

Erdoğan artık gündemi belirleyemiyor

Alev CoşkunAlev Coşkun
Cumhuriyet, 25 Temmuz 2021
Siyasal yaşamda, gündemin belirlenmesi önemlidir. Çağdaş iletişim bilimi de bu konu üzerinde yoğunlaşmıştır.
20 yıllık AKP iktidarının büyük bölümünde genel dünya koşulları ekonomik hayatı rahatlatmıştı. Bir yandan dış para kaynaklarından yararlanılması, öte yandan Cumhuriyetin birikimi tüm fabrikaların özelleştirilmesi sonunda elde edilen büyük gelir AKP için çok büyük yararlar sağladı, elde edilen gelir üretim ekonomisine değil, inşaat ve altyapıya yöneltildi. Son 20 yılda AKP iktidarı ekonomik hayatta mutlu bir dönem yaşadı. Erdoğan gerek başbakanlığı döneminde gerekse Cumhurbaşkanlığı’nın ilk aşamasında politik ve toplumsal gündemi belirliyordu.

Erdoğan genellikle bir sorun ortaya atıyor, muhalefet partileri de bu konuya cevap yetiştirmek için günlerce uğraşıyorlardı. Türkiye, yapay gündemlerin tartışıldığı bir alana dönüşüyordu. Kabul edilmelidir ki Erdoğan ve siyasal danışmanları bu konuda çok etkin oluyorlardı.

Ancak ekonomi politikalarında yapılan büyük hatalar, döviz kurlarının ve enflasyonun yükselmesi, hayat pahalılığının her geçen gün kendisini göstermesi karşısında özellikle son altı aydır, Erdoğan gündemi belirleyemiyor.

Eskiden gündemi saptayan ve daima muhalefete saldırı içinde bulunan Erdoğan artık savunmaya geçmiş bulunuyor. Gündemi tespit etmekte yetersiz kalıyor.

Son 20 yıldır ilk kez muhalefet partileri gündemi yönlendiren bir konumuna yükseldiler.

Cumhuriyet gazetesinin her pazartesi günü anımsattığı, “128 milyar dolar nerede”,
10 bin dolar rüşvet alan AKP’li kim” gibi sorular karşısında, AKP siyasal iktidarı cevap veremez duruma düşmüş bulunuyor.

Gündemi belirleyememe konusunun en çarpıcı örneği geçen hafta Kıbrıs’ta yaşandı.

Erdoğan’ın Kıbrıs gezisi haftalar öncesi öne çıkarıldı, Kıbrıs’ta önemli konularda açıklama yapacağı, sürpriz öneriler getirileceği belirtilerek kamuoyu heyecanlandırılmak istendi. Sonuç, Kıbrıs’ta bir “külliye” yapılacağı noktasında kaldı. Kamuoyunda bir etkinlik yaratmadı.

Başta CHP olmak üzere Millet İttifakı içinde bulunan İYİ Parti, Saadet, DEVA ve Gelecek partilerinin iktidara yönelttiği sorularla artık iktidarı bunaltmaya başladıkları kabul edilmelidir.

Özet şu : Siyasal gündemi belirleyen Erdoğan, bu yeteneğini yitirmiştir. Şimdi, muhalefetin sorduğu sorulara yanıt verememektedir ve savunmaya geçmiştir. AKP siyasal iktidarının yanıtlanamayan bu sorular nedeniyle zor günler yaşadığı açıktır.
***

TALİBAN ŞERİATÇIDIR

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, Afganistan Kâbil Hamid Karzai Havaalanı’nda görevlendirmek isteyen Erdoğan, bayram namazı çıkışında Taliban’la ilgili şu açıklamayı yaptı:

  • “Taliban ile görüşmeleri Türkiye ile daha rahat yapmak lazım. Çünkü Türkiye’nin onların inancıyla alakalı ters bir yanı yok.”

Bu, çok talihsiz bir açıklamadır. Genel tanımlama çerçevesinde Türkiye’deki İslamla, Taliban’ın temsil ettiği İslam arasında ortak bir nokta bulunması çok güçtür. Taliban açıkça “terör” üreten bağnaz bir örgüttür. Taliban, insan haklarına, kadın haklarına karşıdır ve vahşet derecesinde infazlar yapmakla şöhrete ulaşmıştır. Şeriat devleti kurmayı hedeflemektedir.

Fransız AFP ajansının verdiği bilgiye göre eylül ayından bugüne tam 180 kadın Taliban tarafından öldürülmüştür.

  • Türkiye laik bir devlettir ve Taliban’la ortak bir düşünce birliğine sahip değildir.

Erdoğan, yaptığı bu açıklamayla öteden beri söylenen 2023 tarihli halifelik hedefini göstermek istiyorsa bu açıklama talihsizlik ötesinde skandaldır.

  • Laik ilkelere dayalı Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

ERKEN SEÇİM KONUSU

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP milletvekilleriyle toplantılar yapıyor. Milletvekillerine, “Şimdiden 2023 seçimleri için çalışmaya başlamanızı istiyorum” diyor. Bir başka konuşmasında “artık masada değil, sahalarda” olmalarını istiyor, “Hepimiz arazide olacağız” diyor. Ardından Diyarbakır’a gidip konuşmalar yapıyor. Tüm bunlara bakılarak Erdoğan’ın erken seçim için karar verdiği yorumları yapıldı.

Bu arada, Meclis seçim yasası, seçim barajı ve seçim bölgeleri için yasa tasarıları üzerinde çalışıyor. Bunlar seçimlerin erkene alınacağının en belirgin kanıtlarıdır. Sorulan soru üzerine AKP Grup Başkanı Akbaşoğlu, “Zamanında yapılacak seçime erken hazırlık yapıyoruz” yanıtını verdi. Erdoğan, giderek eriyen AKP oylarını yeniden toparlamak istiyor. Ekonomi daha da kötüye gitmeden seçimlerin 2022 yılının ilkbaharında yapılacağına kesin gözüyle bakılıyor…

28 ŞUBAT DAVASI, 80’LİK GENÇ VE SAYGIN GENERALLER

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 28 Şubat davası olarak adlandırılan davada, eski komutanlara verilen cezaları onadı. Bu kararı, Yargıtay Genel Kurulu’na taşıması istenen Yargıtay Başsavcılığı, karara itiraz etmeyeceğini bildirdi. Buna göre, eski Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, eski Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri, eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, eski Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkaynak dahil 14 üst düzey eski komutan hapse atılmayı bekliyor. Komutanlar, yaptıkları açıklamalarla dik duruş sergilediler ve tutuk evine gitmek için bavullarını hazırladıklarını bildirdiler.

  • 28 Şubat, siyasal iktidara değil devleti ele geçirmek isteyen tarikatlara ve dinci hareketlere karşı bir uyarıydı.

Hepsinin yaşı 80’i geçmiş olan bu eski komutanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerine sahip çıktıklarını belirtiyorlar. Saygın ve dik duruşlarını yineliyorlar…

HABER, KAMU YARARI VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

Basın İlan Kurumu’nun gazetemize verdiği ilan kesme cezalarını okuyucularımız çok iyi bilmektedirler. Bu cezalarda etkili şikâyetçinin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun olduğu da bilinmektedir. İletişim Başkanı Altun, gazetemizi Kişisel Verileri Koruma Kurulu’na (KVKK) da şikâyet ederek “kendi şeref ve haysiyetini ihlal ettiğini ve gerçeklere aykırı içerikli yayın yaptığını” da belirtmişti.

KVKK’nin kararı geçen günlerde açıklandı. KVKK, hukuka uygun bir duruş sergileyerek Altun’un düşüncesine karşı çıktı. KVKK, verdiği kararda “yapılan haberleri basın özgürlüğü kapsamında” gördü ve “somut bir olaya dayanması nedeniyle haber değeri taşıdığını” belirtti.

İletişim Başkanı Altun, daha öncede yazdığımız gibi, 657 sayılı yasaya bağlı bir kamu görevlisidir. Ancak Altun, kendisini atanmış bir memur olarak değil, seçilmiş ve dokunulmazlığı olan bir yüksek görevli olarak görmektedir. KVKK’nin bu kararından memnun olunmadığı anlaşılıyor. Nitekim geçen hafta yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı genelgesi ile muhalefet yapan basına yeni yasaklar getirildi.

Belediyeler artık gazete satın alamayacaklar. İlan veremeyecekler.

Şu sıralar 3-5 yerden ballı maaş alan Cumhurbaşkanlığı danışmanları ve bürokratları korunurken, kamuda araç saltanatı sürerken, kamu kuruluşları ve bankaları yandaş basına milyarlar akıtırken belediyelerin bir veya iki liraya gazete alması yasaklanmaktadır. Muhalif basın, Cumhuriyet, Sözcü, BirGün satın alınmasın, onlara ilan verilmesin ve onlar ekonomik sıkıntı içine girsin…

AKP iktidarının göremediği bir gerçek var : Ne yaparlarsa yapsınlar Cumhuriyet’i susturamayacaklardır. Bu gazetenin sahibi okuyucusudur. Gazetesine sahip çıkacaktır ve bu yasakları etkisiz kılacaktır…

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 12 Temmuz 2021

 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki genel seçimlerde “Millet İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayı olacağına dair CHP’nin içinden gelen bazı açıklamalar, doğal olarak tepkiyle karşılandı.

Birincisi, “Millet İttifakı”nın adayının kim olacağına CHP tek başına karar veremez. Bu karar “Millet İttifakı”nın diğer unsurlarıyla birlikte karara bağlanır.

İkincisi, CHP, “Millet İttifakı”na bir aday adayını önerse de bu aday adayının kim olacağına CHP Genel Başkanı ve onun yakın çevresinde kendi siyasi kariyerinin derdine düşen birkaç kişi karar veremez. Bu karar partinin tabanının, seçmeninin, üyelerinin beklentileri dikkate alınarak verilebilir. Aksi halde CHP’lilerin tamamı böyle bir aday adayına sahip çıkmaz.

Üçüncüsü, “Millet İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayının, cumhurbaşkanı seçilebilecek birisi olması gerekir. Söz konusu adayın cumhurbaşkanı seçilebilmesi için de geçerli olan sisteme ve mevcut siyasi koşullara göre, her siyasi partiden oy alabilecek birisinin olması gerekir.
***
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in de “Cumhur İttifakı”nın adayı olan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan karşısında seçilme olasılıkları son derece zayıftır.

Akşener’in, HDP tabanından ve CHP tabanının bir kesiminden oy alması çok güçtür. Kılıçdaroğlu ise 11 yıl önce genel başkan seçildiğinden beri girdiği tüm genel ve yerel seçimleri kaybetmiş bir liderdir.

CHP’nin son yerel seçimde bazı illeri AKP’nin elinden almış olması, tüm Türkiye için bir genelleme yapılmasına olanak tanımaz. Bu genellemeyi yapanlar, Türkiye’nin sosyolojik gerçeklerinden tamamıyla kopuk bir biçimde, çok ciddi hesaplama hatası yapmaktadırlar.

Kılıçdaroğlu, CHP ve HDP tabanının çoğunluğunun oyunu alsa da İYİ Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti tabanından, yani muhafazakâr merkez sağ seçmenden çok ciddi fireler ve kayıplar verir.

Söz konusu siyasi partilerin yapılan kamuoyu araştırmalarına göre ortaya çıkan oy oranlarını toplayarak bir karar vermek de büyük bir hatadır. Bu hesabı yapanlar çok ciddi bir yanılgı içindedirler. Çünkü bu kamuoyu araştırmalarında seçmene hangi siyasi partiye oy vereceği sorulmaktadır, hangi cumhurbaşkanı adayına oy verileceği sorulmamaktadır. Hangi olası cumhurbaşkanı adayına oy verileceğinin sorulduğu araştırmaların hiçbirisinde, Kılıçdaroğlu ve Akşener, Erdoğan’dan fazla oy almamaktadır.
***
Kamuoyu araştırmalarına göre, Erdoğan’dan fazla oy alan olası aday adayları, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’tır. Ancak bu iki adayın içinde de farklı araştırmaların ortalaması alındığında, İmamoğlu önde görünmektedir. İmamoğlu her siyasi partiden oy alabilen bir olası adayken, Yavaş’ın HDP tabanından oy alabilmesi konusunda sıkıntı yaşanmaktadır.

İmamoğlu’nun aday olmasıyla ilgili en büyük zorluk ise İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde çoğunluğun AKP’de olması, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olmak için istifa etmesi durumunda, İstanbul Belediyesi’nin, bir veya iki yıl için AKP’ye geçeceği gerçeğidir.

Ancak bu durumda da “Türkiye’nin geleceği, İstanbul’daki yerel yönetimden daha önemlidir” düşüncesiyle, İstanbul bir süre için, bir sonraki seçimde yeniden geri alınmak üzere, AKP’ye teslim edilebilir, kötülerin iyisi yönünde bir tercih yapılabilir.

İmamoğlu ve Yavaş, ideal adaylar olmasa da geçerli olan siyasi sistem ve mevcut sosyolojik gerçekler dikkate alındığında, onların adaylığı konusunda da yine kötülerin iyisi yönünde bir tercih yapılabilir. Sonuçta onların yöneteceği bir hükümetin, AKP iktidarından daha kötü olamayacağı kesindir.

Bu arada zaman içinde, İmamoğlu ve Yavaş dışında başka olası adaylar da elbette ortaya çıkabilir ve onlar da kamuoyu araştırma kurumları tarafından araştırmalara dahil edilebilirler.

AKP’yi yenmek için önce egoları yenmek gerekir!

23-24 Haziran olayları

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
25 Haziran 2021, Cumhuriyet

 

Siyasi ve sosyal tarihimizde bu tür birkaç “ardışık sayılı” mühim gün veya dönüm noktaları vardır. Mesela 6-7 Eylül olayları. 1955 senesinde, utanç verici bir ırkçı-kafatasçı-ultra milliyetçi-faşist pogromun yaşandığı iki gündür. Mesela, 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi. Emekçilerin sendikal haklarına sahip çıkmak için yaptıkları ve Cumhuriyet tarihimizde işçi sınıfının bir iftihar madalyası gibi göğsünde taşıdığı bir başkaldırı destanıdır.

Bunlara 23-24 Haziran tarihlerini de eklemek isterim. Her ne kadar bir yıl ara ile yaşanmış iki önemli olayın yıldönümleri ise de 2018 ve 2019 yıllarının 23 ve 24 Haziran günleri, tarihi “virajlar” olarak anılmayı hak ederler.

23 HAZİRAN YEREL SEÇİMİ

Bundan iki yıl önce 23 Haziran’da, sayıca ve “sosyolojik, sosyoekonomik, kültürel, etnik, siyasi kompozisyon itibarı ile” Türkiye’nin geneline teşmil edilebilecek önemli bir “temsil kabiliyeti” taşıyan İstanbul halkı, ülke demokrasisi açısından tarihi bir ders niteliğinde bir karar vermiştir.

İstanbul halkı, yerel yönetimde tam çeyrek asır hâkimiyet süren (1994-2019) “Akape zihniyeti” ni yer ile yeksan ederek “yetti artık” demesini becermiştir. Hem de 31 Mart’ta aynı yönde verdiği kararın utanç verici biçimde “yok hükmünde” sayılmasını elinin tersi ile iterek sağladığı 800 binin üzerinde oy farkıyla.

O gün İstanbullular, millet iradesini küçümseyen, yok sayan ve “biz kimi istersek seçtiririz, onu bile” kibri ve küstahlığı ile aday gösterilen Binali Bey’in ertesi sabah hâlâ (hezimetin şaşkınlığı ile) pişkin pişkin “durun bakalım, yine de biz kazanmış olabiliriz” tavrı ile ortalıkta dolaşmasını sağlayacak sıkı bir tokat aşk etmiştir muktedirlerin suratına.

Seçim öncesinde kibrin ve antidemokrasinin zirve yaptığı bir anlayışla “zaten seçilseler bile çalıştırmam. Yedirmem İstanbul’u” yollu beyanlara ağır bir ceza kesmiş, “Yok artık öyle yağma. Eski günleri unutun. Bundan böyle maymunun gözü açıldı” anlayışıyla, ilçelerde bile 31 Mart oylarının üzerine çıkılmış, 31 Mart’ta 16 ilçede önde iken, 23 Haziran’da 28 ilçede öne geçmiştir. Yani Meclis seçimleri de tekrarlansa, İstanbul’da “İBB Meclisi’nde de çoğunlukla” iktidar olacak oyu ulaşmıştır.

Bu seçmen “dirilişi ve şahlanışı”, Ekrem İmamoğlu’nun ya da Millet İttifakı’nın başarısı olmanın ötesinde, “İktidarın gidişini hazırlayan ve hatta müjdeleyen” bir büyük meşalenin yakılması anlamını taşımayı hak eder.

23 Haziran 2019’da “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi de kaybeder” veciz sözünün bir sağlamasının yapılmasına ilk adım atılmıştır.

24 HAZİRAN GENEL SEÇİMİ

Bundan üç yıl önce de genel seçimde birlikte yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde onaylanan “Şahsım Rejimi”, Türkiye’yi içinden çıkılamaz yeni sorunlara boğmanın tescili anlamına gelmiştir. Türkiye’nin, o güne kadar ciddi arızaları ile de olsa bir tür kuvvetler ayrılığı sistemi ile sürdürmeye gayret ettiği siyasal sistemini onarılamaz yeni bir dertler yumağına dolamak anlamına gelen bu yeni rejim, Cumhuriyetin temellerine konulan ve devleti berhava eden (mecazi anlamda) patlayıcılara, yenilerini eklemiştir.

Sadece sistemi tek bir şahsa bağlayıp, yargıyı, yasamayı yürütmeyi ve dolaylı yoldan “dördüncü kuvvet” medyayı mefluç (felç) hale getirmekle kalmamış, buna bağlı bir şekilde ekonomiden sağlığa, savunmadan dış siyasete, hukuktan eğitime kadar binlerce konu başlığında her şeyin duvara dayanmasını da beraberinde getirmiştir.

Doğrunun ve yanlışın, hukukun ve zorbalığın, cehaletin ve aydınlanmanın, barışın ve kavganın her zaman ayrı kutuplarda olduğundan hareketle, bu anlamda “kutuplaşmanın sanıldığı gibi kötü bir şey olmadığını” savunsam da insanların birbirine düşman edilmesi anlamında “kutuplaşmanın ve kamplaşmanın, nefretin ve husumetin” doruğa ulaştırıldığı bir iklimin de esiri olmamızı sağlamıştır, “Şahsım Rejimi”

Türkiye’nin bir an önce bu rejimi değiştirmesi bu kibrin, bu tepeden bakmacılığın, bu halkı ve istişareyi, müzakereyi, münazarayı yok sayan yönetim anlayışının, neredeyse resmi – özel her kuruma “kayyum ataması ile çökertmeyi amaçlayan” zihniyetin son bulması en acil görevdir.

Son “mafyacı videoları” vesilesi ile ortaya dökülen pisliklerin kokusu da bu “çökme, çöküntü ve çöküş” devrinin sonunu muştulamaktadır. Bir tür “müsilaj”ın kaldırılması ve bir çökeltinin temizlenmesi gereğinden söz ediyorum.

Çare, bir an önce sandığın ortaya konulması ve halkın iradesi ile bu kâbustan kurtuluşun ilk kilometre taşının döşenmesidir. O gün geldiğinde, tabii ki her şeyin çözülmeyeceğinin idrakinde olarak uzun ve meşakkatli ama torunlarımıza umutla bakacakları bir gelecek vaat eden yeni bir dönemi başlatmak gerekmektedir.

Herkesin birbirini ve en başta da “kendisini” bu tarihi görevin gerekliliği ve önemi konusunda uyarması gerekir.

Kendinizden başlayın.

Saymeyoz

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
Cumhuriyet

02 Nisan 2021

Saymeyoz

Şapka ve kıyafet devriminin ilan edildiği yer olması ile de çok müstesna bir bağlamda anılır.

Ne kadar çok da öykünün kaynağıdır, (G)astamonu.

Malum, “Daş düşebülü, ayı çıkabülü” deyişinden tutun da maçlarda yaptıkları “Gastamonu Gastamonu dep dep dep!” şeklindeki tezahürata kadar, tüm ülkede nesillerdir meşhur olması gibi, Devrek bastonu, ünlü saray helvası ve pek çok özelliği ile anılır.

Ama benim hep “sportif mızıkçılık” bağlamında dilime pelesenk ettiğim ünlü “saymeyoz” kavramının da (tezahüratının) kaynağıdır. Özellikle 2019 yılının 31 Mart gecesi, mevcut siyasi iktidarın sergilediği, “Aslında siz kazandınız ama biz kazandık” diye özetlenebilecek siyasi çiğliği, en güzel anlatan sözdür bu. Malum, 2019 yerel seçiminden sonra yaşananlar, adeta “Biz kazanana kadar gerekirse tekrar tekrar oylama yapılır” şiarını, sadece bu ülke siyasi tarihine değil, kendi tarihlerine de yüz kızartıcı bir not olarak yazdıranlar, bu huylarından asla vazgeçmiyorlar.

İşte, çarşamba akşamı ve dün TBMM’de yaşananlar bunun “müzelik” bir örneğini oluşturuyor.

CHP’nin TBMM grup başkanvekillerinden Sayın Özgür Özel, dün dehşet ve haklı bir öfke içinde şöyle haykırıyordu bu “siyasi çiğlik” karşısında:

“19 senedir, ben bu Meclis’te yüzlerce kez ‘Hayır’ diye el kaldırdım. Hepsinde iktidar oyları galip geldi. Bir kez yenildiler. Ama kabullenemiyorlar…”

Akıl alır gibi değildi dün yaşananlar. TBMM oturumunu yöneten Başkanvekili Haydar Akar’ın, CHP’li olduğu için, haksız yere “taraf tutmakla ve içtüzüğe aykırı olarak oylamayı muhalefetin kazanmasına yardım etmekle” suçlanması da tam bir hazımsızlık örneğiydi. AKP- MHP koalisyonu, oylama sırasında genel kurulda bulunmama ve biraz da rivayete göre kendi saflarından argo tabirle “satışa gelme” şeklindeki bir “ofsayta” düşmüş ve yenilince de feryat ediyordu:

“Saymeyyoz!.. Saymeyyoz!..”

İşin esprisi ve bu “(G)astamonu usulü” göndermemiz bir yana, ortada ciddi bir demokrasi ayıbı ve rezaleti var. Aynı, 2019 yılı 31 Mart gecesi ve 1 Nisan sabahı yaşanan ayıp ve demokrasi düşmanlığı tekrarlanıyor. Her ne kadar 23 Haziran gecesi bu ayıbı milyonlarca İstanbullu, bu demokrasi özürlü güruhun suratlarına çarptıysa da, bu güruhun “DNA’sı” bundan ibaret olduğundan, siyasi arenada güçleri azaldıkça ve “gidici” oldukları kesinleşmeye başladıkça, bunları daha çok göreceğiz maalesef.

İşte, yerel yönetimleri kaybettikleri her yerde, Millet İttifakı’na geçmiş bütün belediyelerde yaptıkları ortada. Kimi zaman (çoğunlukla HDP’nin elindeki yerel yönetimlerde) “kayyımlama” yöntemi ile demokrasiyi ezip geçmek sureti ile bu hazımsızlığı sergilediler. Kimi zaman sudan gerekçelerle, başkan görevden almalarla, kimi zaman ellerindeki Meclis çoğunluğu ile başkanı çalıştırmama yöntemi ile.

Üniversitelerde de “seçim yerine atama” mantığı da aynı “demokratik ezikliğin” tezahürü değil mi? Kazanamayacağımız yerde “atama”, kazanabileceğimiz yerde “seçim” yapıp arkanızı döndüğünüzde de bol kepçeden “Halkın iradesi, sandığın kutsiyeti…” palavraları filan.

Ondan sonra da iktidarın el değiştirme günü geldiğinde ne yapacakları kastedilerek “Bunlar seçimle gitmez…” diyene karşı utanmazca atağa geçerek, “Vay!.. Sen bizi darbe ile mi indirmeyi tasarlıyorsun?..” diye pişkince saldırmalar.

Kimsenin darbe filan kastettiği yok. Tam tersine, sizin “Kazanamayacağınız her yerde ve durumda çamura yatma ve oy iradesini inkâr” alışkanlığınızı yüzünüze vuruyoruz muhteremler. Bırakın laf ebeliğini.

“Seçimle gitmez bunlar” izlenimini oluşturan sizlersiniz.

Çünkü sandık ve oy iradesini her fırsatta çiğnediğinizi ve çiğnemeye “ileride de pekâlâ niyetli olduğunuzu” sürekli ikrar ve teyit ediyorsunuz.

Demokrasi, hazımlı olma rejimidir. Demokrasi, kurallar ve teamüller rejimidir.

Demokrasi, maç oynanırken sahanın ve kale direklerinin boyutlarını, oyunun kurallarını değiştirme ayıbına tevessül etmeme rejimidir.
Demokrasi, sandıktan çıkan sonuca saygı rejimidir.

Demokrasi, sandıktan kendiniz çıkmadığında “hır çıkarma” ve oyun masasını devirme rejimi değildir.

Biraz öğrenin.

Mahkeme kararlarına saygısızlık, hatta işinize gelmeyen kararlar alan mahkemelerin “ilgasını” talep etmek, oylamaları “Siz kazanana kadar tekrarlama” sığlıkları, hiç hayra alamet şeyler değildir.

Günü geldiğinde “anahtarları ve mührü bırakıp gitmeyeceğiniz” yolunda bir kanıyı güçlendirmeyin isterseniz. Çok tehlikeli bir eğilim bu.

Bilmeniz lazım. Tarih, hazımsızların akıbetine ilişkin sayısız hazin örneklerle doludur.

En yakın örnek de 23 Haziran 2019’dur. Bizden hatırlatması.

Muharrem İnce olayı  

Muharrem İnce olayı  

Örsan K. Öymen

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 15 Şubat 2021

İktidarda olan AKP’nin oylarının düştüğü bir ortamda, CHP’nin bölünmesi kabul edilebilir bir durum değildir. İnce, her ne kadar, “Cumhur İttifakı”nın içinde yer almayacağını söylese de ve bu nedenle “Millet İttifakı”nı bölmeyeceğini iddia etse de siyasetin organik gerçekliğinde, bu tür ayrılmaların bölünmelere neden olacağı açıktır.

Ayrıca İnce’nin, CHP’den ayrılırken sarf ettiği sözler, “Millet İttifakı”na şimdiden zarar vermiştir. Bu durumda kendisinin başlattığı hareketin, “Millet İttifakı”na bir zarar vermeyeceği ve bölünmelere yol açmayacağı iddiası da herhangi bir temelden yoksundur.
***
İnce, “Millet İttifakı”nın en güçlü ve öncü partisi CHP hakkında ağır suçlamalarda bulunarak ayrılmıştır ve şu ifadeleri kullanmıştır:

  • Atatürkün emaneti kalmamıştır, ortada bir tabela vardır sadece. ABD’den demokrasi dilenenlerle, Atatürk’e kefere diyenleri yönetici yapanlarla yolumu ayırıyorum. ‘Mustafa Kemal’ deyip ‘Mustafa Kemal Atatürk’ diyemeyenlerle yolumu ayırıyorum. ‘Ben askeri değilim, yoldaşıyım’ diyenlerle yolumu ayırıyorum. Grup başkanvekilliği seçimini bile kaldırıp atamayla getiren bu yönetimle yolumu ayırıyorum. CHP aday yapmayınca başka partiden aday olup bugün CHP’yi yönetenlerle yolumu ayırıyorum. Elli yıl CHP’ye küfredip bugün sahte CHP’li olanlarla yolumu ayırıyorum. Geçmişte CHP aleyhinde miting düzenleyip bugün CHP’ye yönetici olanlarla yolumu ayırıyorum. FETÖ’cüleri, Sorosçuları koruyanlarla yolumu ayırıyorum.

Eğer İnce, CHP yönetiminde olup CHP yönetimi ile yollarını ayırsaydı, bu iddiaların doğru olup olmadığı tartışması bir yana, söylediklerinin bir anlamı olabilirdi. Oysa İnce CHP’den ayrılmıştır, CHP’den istifa etmiştir, partinin yönetim kademesindeki bir görevden istifa etmemiştir!

İnce, CHP’den istifa ettiğine göre, bu iddiaların CHP’nin kurumsal kimliğini ve tüm CHP’lileri hedef aldığı gibi bir izlenim doğmaktadır. İnce, aynı konuşmada, partinin tabanı ile yönetimi arasında bir uçurum oluştuğunu vurgulamış olsa da bir genelleme yapmıştır, partiyi ve tüm yöneticileri kapsayan bir suçlamada bulunmuştur.
***
İnce’nin parti içi demokrasi konusundaki tespitleri doğru olsa da bazı iddiaları ciddi tartışma konusudur. Atatürk’ün emanetinin kalmadığı ve ortada sadece bir tabelanın olduğu iddiası neye dayanmaktadır? CHP’nin milyonlarca üyesi ve seçmeni ile birlikte, il, ilçe ve genel merkez yönetimlerinde, Atatürk’ün ilkelerine sahip çıkan kimse kalmamış mıdır? ABD’den kim demokrasi dilenmiştir? Atatürk’e “kefere” dediği iddia edilen kişi hâlâ CHP yönetiminde midir? “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenler de Atatürk soyadını atladıkları için, Atatürk’ün ilkelerini reddetmiş mi oluyorlar? Atatürk’ün hem askeri, hem yoldaşı olmak olanaklı değil midir? CHP’de FETÖ’cüleri ve Sorosçuları koruyanlar kimlerdir? CHP yönetiminde FETÖ’cüleri ve Sorosçuları koruyanlar varsa, İnce bu kişilerin adlarını neden vermemektedir?
***

  • İnce’nin bu orantısız davranışlarının AKP’ye yarar sağladığı açıktır.

CHP’de parti içi demokrasinin yeterli olmadığı, yönetim ve taban arasında kopuklukların olduğu, sayıları çok fazla olmasa da bazı yöneticilerin sahte CHP’li olduğu doğrudur. Ancak bu sorunlar da CHP içinde kalarak ve mücadele vererek çözülebilir. CHP’den istifa ederek ve kaçarak değil!

İşin gerçeği İnce, CHP tarafından cumhurbaşkanı adayı yapılmayacağını anlayınca, cumhurbaşkanı adayı olmak hırsıyla, CHP’den istifa etmiştir. Oysa yapılması gereken şey, seçilme olasılığı en yüksek olan CHP’li bir kişinin cumhurbaşkanı adayı olmasına destek vermektir.

Yapılan tüm araştırmalara göre, İnce de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da o kişilerden birisi değildir. Bu sorunu çözmek de CHP üyelerine ve seçmenine düşmektedir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 19 Ağustos 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İNCE
Muharrem İnce, kendini Atatürk’e benzeterek 4 Eylül’de Sivas’tan “1000 Günde Memleket Hareketi” yürüyüşünü başlatacağını açıkladı.
Atatürk milleti birleştirmek için yola çıkmıştı…

ATATÜRKÇÜ
Devlet Bahçeli ‘Muharrem İnce CHP içinde Atatürk’e dönüşü başlatacaktır’ dedi.
Kendisi AKP içinde başlattı da…

AMAÇ
Amacını açıklayamayan İnce, Millet İttifakı’nda olduğunu söyledi.
Karıştırıcı olarak…

FRANSIZ
Doğu Akdeniz’de ulusal çıkarlarımız çerçevesinde sürdürdüğümüz girişimlere karşı Fransa, Yunanistan’a destek amaçlı askeri güç gönderdi. Ortak tatbikat yaptı.
Yüz yıl önce de Yunan’ı Anadolu’ya bu emperyalistler sürmüştü.
Tarih ders almak içindir…

DOLAR
Damat Bakan Dolardan endişe duyduğunu söyleyen çanakçı gazeteciye soruyor, ”Maaşını dolarla mı alıyorsun?”
Bu kadar nükte gücü ve zeka bir kişiye fazla,
Tanrım bu adamı bizden uzak tut, Tayyip’ten ayırma…

ÇÖZÜM
5,4 metrekarelik Hücredeki Murat Ağırel’e 112 TL elektrik faturası kesilmiş.
Hücreden de yalı fiyatına kira alırlarsa ekonomiye çare olur…

BİDEN
Biden yedi ay önce, “Erdoğan’ı mağlup edin. Darbeyle değil, seçim süreciyle” demiş.
Halt etmiş.
Erdoğan’a gündemlik can simidi atmış…

SARAY
Bilal Erdoğan, Nagehan Alçı’ya Ahlat’taki sarayı göstermiş. Nagehan,”Çok uzun ve unutulmaz bir gün geçirdim” demiş.
Hayırlısı…

YAPTIKLARI
RTE, 18 yıllık iktidarları için, “Yaptıklarımız say say bitmiyor” dedi.
Hesabını verirsiniz…

MİLLİ
Trump, RTE için,”Ben onunla anlaşıyorum. Beni dinliyor” dedi.
Bağımsız, yerli ve milli…

MİZAÇ
Uşşaki Tarikatı şeyhi Fatih Nurullah, müritlerine “Devletin kontrol mekanizmaları içerisinde olalım… Tayyip Reisimiz aynı bizim mizacımızda”
Benzer mizaçtakilerin Cumhuriyet sevgisinden geçilmiyor…

GÜÇ
Berat Albayrak, ekonomik krizden güçlenerek çıkılacağını söyledi.
Her seferinde birileri güçleniyor ama Türkiye ve Türk milleti değil…

CHP NASIL İKTİDAR OLABİLİR?

CHP NASIL İKTİDAR OLABİLİR?

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com, 04.08.2020

Muharrem İnce hırsına yenilip yeni bir parti kurar ve CHP’den bir dilimi koparırsa bu partinin iktidar olma hayalleri şimdilik suya düşer. Oysa Parti,  son kongresinin adını “İktidar Kurultayı” koymuştu. İktidara geleceği vaadi ve bunun çabası yeni değilse de bu kurultayın iktidar hedefine bağlanması, Parti yöneticilerinin bu konuda iyice umutlandığını gösteriyor.

CHP’yi umutlandıran gelişmeler de yok değil. AKP’nin 18 yılda uğradığı kendi ifadesiyle “metal yorgunluğu”, CHP’nin Büyük kentlerdeki yerel seçimlerde, hele İstanbul’da gösterdiği başarı bu umutları artıran olgulardır. Üstüne son ekonomik erimeyi, partizanlığın açtığı sosyal yarayı ve Tek Adam kibrinin yarattığı tepkiyi de koyun. Bunlar en büyük muhalefet partisinin iktidar iştahını açmaz da ne yapar?

Bütün bu gelişmelere karşın, CHP tek başına iktidara gelemeyeceğini biliyor. Bu nedenle son seçimlerde kurduğu Millet İttifakı’na güveniyor. Kamuoyu araştırmalarında partilerin oy oranları inip çıkıyor. Dolayısıyla iktidarın bu yolla ele geçirileceğinin de garantisi yok. AKP, seçimlerde çoğunluğu kaybetmemek için sürekli yeni çareler üretme peşinde. Seçimleri yitirse bile iktidarı bırakmayacağı kuşkuları da zihinlerde gitgide daha çok yer buluyor. AKP (Erdoğan), şimdiye kadar Türkiye’nin gördüğü partilerden çok farklı. Bu partinin yöneticileri, kendilerini İslam’ın hamisi olarak görüyorlar. Böyle yüz yılda bir doğan fırsatı seçim, millî irade, demokrasi gibi kavramlara rıza gösterip kaçırmak istemiyorlar. Bunun için sürekli politikalar üretiyorlar.

CHP’NİN TARİHSEL ŞANSSIZLIĞI

CHP günümüz ihtiyaçlarına yanıt veren Politikalar üretmeye çalışıyor.  Bazılarının sandığının aksine Partide liderlik sorunu da bulunmuyor. Genel Başkan Kılıçdaroğlu görevini bir başkasına bıraksa, CHP’nin bu kadar bile oy alabileceğinin garantisi yok.

CHP’nin şanssızlığı bagajıdır. Geniş halk kitlelerinde, yani yoksullarda Tek Parti Döneminden kalan olumsuz izlenimlerdir. Devletin partisi olarak CHP o dönemde Türk ve Kürt eşraf ve ağalarının çıkarlarını korumuş, onların zenginliklerinin artmasına ve topraklarının genişlemesine yardım etmiştir. Demokrasi ve kuvvetler ayrılığı konusunda o döneme ilişkin sicili de parlak değildir. Gerçi ülkemiz aydınlarının bir kısmında o döneme hayranlık duyanlar az değildir. Bunları Tek Parti Dönemi’nde devlet görevlerinde bulunanlar (memurlar), devletle özdeşleşmiş kentli zenginler teşkil eder. Yoksulluk çekmiş hatta kendi dergâhları kapatılmış olmakla birlikte, Sünnî gericiliğe karşı tutum aldığı için CHP ile bütünleşen Aleviler de onun doğal seçmeni durumundalar. Fakat bu kesimlerin sayısı, CHP’yi iktidara taşımaya yetmiyor. Oran, %30’a %70, haydi haydi % 35’e %65 olarak kendini gösteriyor.

SAĞA MI AÇILSIN SOLA MI?

Bu dengeler nasıl değiştirilecektir? Bir merkez veya merkez sol partisi olan CHP, Sağa açılarak mı oylarını artırabilir, yoksa biraz daha sola yaklaşarak mı?

Sağa açılmak bir süreden beri deneniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı seçimlerinde İttifakın da oyunu alabilmesi için muhafazakâr bir aday gösterilmesi, Meclis grubunu eski sağcı veya liberal şahsiyetlerle takviye etmesi, laiklik tanımında ve uygulamasındaki yumuşama “sağa açılma” politikası olarak kabul ediliyor.

Fakat iktidar olmak için bunların yeterli olmadığı da görüldü. Çünkü sağın sahibi var ve tarihsel geçmiş nedeniyle bu bloklaşmayı bozmayı neredeyse olanaksız duruma getirmiş.

CHP sola daha çok yaklaşsa, örneğin Sol Parti veya TKP’nin programını benimsese iktidar olabilir mi? Bu partilerin programları oy getirseydi, önce kendileri ayağa kalkarlardı. Bir süreden beri zaten bütün dünyada sağcılık ve popülizm revaçtadır. Kitlelerin ayağa kalktığı 1960 ve 1990’larda değiliz.

UMUT Z KUŞAĞINDA MI?

Çaresizlik kokan bu arayışlar arasında, bazı politikacılar ve araştırmacıların “Z Kuşağı” denen gençlere umut bağladığı görülüyor. Aksine, dünya yansa bir kalbur samanı yanmayan apolitik bu kuşağın da kendine hayrı yok.

Askerî ve sivil bürokrasinin, yargının, basının artık iktidarı dengeleyici bir rolü kalmadı. Bunlar aksine, günümüzde Tek Parti Rejimini ayakta tutmanın araçlarıdır.

  • CHP’nin iktidar için elinde tutabileceği en güçlü koz, yoksulların yaşamını ekonomik olarak iyileştirilecek bir programı içtenlikle savunmak ve kitleleri bu konuda ikna etmektir.

Unutulmamalıdır ki, AKP, bu politikalarıyla seçimleri kazandı ve artık yoksullara verecek bir şeyi kalmadıysa da uyguladığı o eski politikanın ekmeğini yemeye devam ediyor. Yoksullar, aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen Tek Parti döneminin yoksulluk ve hürriyetsizliğini nasıl unutmuyorlarsa, AKP’nin uyguladığı sosyal politikaları da unutmuyorlar.

CHP’yi güçlendirecek olan böyle bir programdır ve asıl sola açılma budur. Parlamentarizme geri dönme, özgürlük ve demokrasinin gerçekleşmesi, din ve devletin ayrılması bu politikanın üzerine bina edilebilir. Bunu fark edemeyen bir CHP’nin iktidar şansı yok ve son kurultay nedeniyle parti merkezine yöneltilen eleştiriler, bunu anlayamayanların parti içinde ve dışında varlığını gösteriyor. Eğer bir parti kurup seçime girerse, Muharrem İnce ve ekibinin yaşayacağı da büyük bir hayal kırıklığıdır.

Son olarak    : AKP nasıl Celal Bayar’ın, Adnan Menderes’in partisi değilse; CHP de doğal olarak artık Atatürk ve İnönü’nün partisi değildir. Köprülerin altından çok sular aktı. Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarına saygıda kusur etmeden Tek Parti döneminin uygulamalarını tartışmaya bırakmak, hatta bunların içinde olumsuz olanları bizzat CHP’nin eleştirmesinde yarar var. Bunları gözü kapalı olarak savunmak, CHP’ye oy getirmeyeceği gibi onun şimdiki özgürlükçü karakterini de gölgeler.

 

İKTİDAR TARAFINA GEÇMEK

İKTİDAR TARAFINA GEÇMEK

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com 16.01.2020

Yüz dolayında belediye başkanı, partilerinden istifa ederek AKP’ye geçecekmiş. Bunlardan ilk beşine yeni rozetlerini taktılar bile.

Ne denli talihsiz bir zamanlama.

Tam da AKP’nin sonu görünmüşken.

İktidar ne yapsın? Ayakta kalabilmek için her yola başvuracak. Kimi belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyım atayacak, kimini çeşitli vaatlerle partisinden istifa ettirerek kendi partisine kaydedecek. Muhalif belediyelerin kaynaklarını keserek onları çalıştırmayacak.

Siyasal yaşamımızda ilk kez karşılaşılan bir şey değil. Sayıları az değildir: İktidar mensupları için ağza alınmaz hücumları yapan kimileri, bir sabah bakmışsın ki iktidar partisine geçmiş.

Bunun siyasal ahlakla en ufak bil ilgisi yok. Siyaseti halk için değil, kendi çıkarı için yaptıkları gün gibi açık.

Siyaset kurumu bunların yüzünden her gün ağır yaralar alıyor, halk kitlelerin gözünde gitgide saygınlık yitiriyor.

Bir de tek tek değil, parti olarak, bulundukları konumu terk edip hükümetin yanına kapağı atanlar var.

BUNU DA GÖRMEK VARMIŞ!

TV ekranlarında ibretle görüyoruz ki, uzun süredir hükümete en ağır hücumları yapan ve tek devrimci partinin kendileri olduğunu söyleyenlerin sözcüleri, hükümetin yanında saf tutmuş. Sağda üç, solda üç tartışmacı… Sağdakiler, AKP, MHP sözcüleri. Yanlarında yeni peydah olmuş biri daha var. “Biz üçümüz aynı cephedeyiz. Bizi birbirimizden ayıramazsınız” diyor. Öbür sırada oturanlara hükümetin diliyle yanıtlar yetiştirmeye çalışıyor. Demokrasiyi savunan Millet İttifakı’nı oluşturanları Amerika’nın projesi, terör destekçisi olarak suçluyor.

İzleyiciler şaşkınlık içinde. Onların 50 yıllık muhalif lideri için “Ne yapmak istiyor bu adam?” diye birbirlerine soruyorlar. Geçmişte O’ndan hoşlanan da vardı, hoşlanmayan da. Sözlerine kulak kabartanlar bulunurdu. Şimdi hepsi hayretler içinde. Bütün bir sol ve demokratlarla köprüleri atmış olan bu hareketin, bundan sonra nereye evrileceği merak ediliyor. Olur da, politikada bu denli zikzaklar olur mu?

Bu uzun yolda ara duraklar da var ama özetle belirtmek gerekirse, proletarya diktatörlüğünden Atatürkçülüğe, orada da mekân tutamayıp Tayyip Erdoğan’ın yanına! Türkiye’nin şimdiye dek gördüğü en gerici, en şoven ve savaşçı, kamu kaynaklarını talan eden, saltanat sevdalısı bir iktidarın yanına onları hangi rüzgâr atmış olabilir?

Kimileri bunu, her dönemde ilgiyi üzerinde toplamak isteyen bir serüvencilik olarak yorumluyor ki haklı olabilirler. Bir arkadaş, dünya siyaset tarihinde bunun birçok örneği olduğunu söylüyor. Benim aklıma da İtalya ve Alman tarihinden örnekler geliyor. Azılı milliyetçilik, azınlıklara düşmanlık ve savaş sevdası konusundaki üsluplar (AS: biçemler) benzerlik gösteriyor.

  • Partinin içi giderek boşalıyor.

Eski yandaş ve üyelerin çoğu eylemsiz duruma gelmiş. Bir bölümü resmen istifa etmiş. Ne gazetesine ne televizyonuna adam dayanıyor!

Ne gam, parti artık eski kitlelerinden ve devrimci demokrat çevrelerden oy alma umudunu çoktan yitirmiş. Şimdi, ortağı olduğu iktidara bel bağlamış.

Umudu artık sağ-milliyetçi-rantiyeci kesimde.

Demek bunları da görmek varmış!