Etiket arşivi: AKP-MHP koalisyonu

Seçimler-7: “Torba koalisyonu” ve muhalefet hakkı

13.07.2023, BİRGÜN

Cumhur İttifakı (Cİ) adıyla AKP-MHP koalisyonu, 27. Yasama döneminde  “torba kanun koalisyonu” işlevi gördü. 28. Döneme aynı yöntemle hızlı başlayan Cİ, 2/12612 sayılı ilk torba yasa önerisine birbiriyle hiç ilgisi olmayan konuları doldurarak ve uzmanlık ilkesini tümüyle yadsıyarak Bütçe ve Plan Komisyonu’nu yine bir “torba komisyon” olarak  kullanmaya başladı.

Ders çıkarılması gereken 27. dönem tuzakları ve yasama belleğini yok sayan ayak oyunları, 28. dönemde bu denli hızlı başladığına göre daha da yoğunlaşacak demektir.

Torba öneriye eklemeler, –kendi vekillerini de dışlayarak– geri çekmeler ve torbalar arası geçişler, dayatma ve zaman baskısı, Cİ’nin bilinen taktikleri.

Bu nedenle, nitelikli yasama için mücadele, muhalefetin hakkı değil yalnızca, sorumluluğu ve  varlık sorunu.

CHP, Yeşil Sol P., İyi P., Saadet P. içinde komisyon ön toplantıları ve kapalı grup toplantıları yanı sıra, TBMM muhalefet grupları arasında eşgüdümün önemi yaşamsal. Komisyon ve Genel Kurul aşamalarında izlenmesi gereken yol ve yöntem nasıl olmalı?

KOMİSYON AŞAMASI

Üyelerin hepsi başından sonuna dek Komisyonda hazır olmalı. Komisyon üyesi olmayan, ancak yasa önerisi ile ilgili vekiller de katılmalı.

Komisyonlarda tekliflerin ilk önce  Anayasa’ya uygunluk incelemesi için kararlı tavır koyulmalı.

  • Torba yasa uygulamasına, kesin ve ortak bir tavırla karşı çıkılmalı.

İlgili yasa önerisinin konusuna göre yasama etki analizi, Anayasa’ya uygunluk incelemesi ve çevresel etki değerlendirmesi olmak üzere üçlü analizde direnilmeli.

Yasa önerisi geneli üzerine görüşme sırasında pek rahat olan ve Komisyona az sayıda katılan Cİ vekilleri, bu gevşekliklerini, kimi zaman madde görüşmelerinde de sürdürdüklerinden, oylama sırasında çoğunluğun bulunmadığı fark edilince Komisyon başkanı, oylama yerine oturuma ara vermekte. Bu tür durumlarda dört Parti grubu, Komisyon başkanını oylamaya zorlamalı.

Değişen zaman gereksinimleri bahanesiyle hızlı ve sıkça yasa çıkarma alışkanlığı karşısında, kalıcı ve nitelikli yasa ereğinde müzakere süreci işletilmeli.

Muhalefet şerhleri (karşı oy yazıları), -anayasallık sorunu dahil- sistematik biçimde yazılmalı.

GENEL KURUL

Genel Kurul’da, ilgili Komisyon üyeleri sürekli hazır bulunmalı ve uzlaşmaya bırakılan maddeleri ve son dakika eklemelerini uyanık  biçimde izlemeli.

Torba yasa önerileri, temel kanun olarak görüşülmemeli.

Anayasallık sorunu üzerinden, tek kişi yönetimi öngören Anayasa değişikliğinin sürdürülemez özelliği de gündemde tutulmalı.

Maddeler üzerinde konuşurken, konu dışına çıkılmamalı.

Genel Kurul’da geri çekilen maddelerin, bir başka torbaya (uzlaşma arayışına gidilmeden) aynen konulmasını önlemek için ilgili Komisyon sözcü ve üyeleri, öbür Komisyon sözcüleri ile iletişim içinde olmalı.

Muhalefet grubu vekilleri, yalnızca yasa görüşmelerinde değil, araştırma önergeleri görüşülürken de Genel Kurul’da bulunmalı.

Belli konularda Anayasa’ya ve kamu yararına aykırı yasama faaliyetini sürdürmekte kararlı olan AKP-MHP ittifakının bu tavrı kamuoyuna sistematik biçimde teşhir edilmeli; buna karşılık yapıcı muhalefet, somut yasa önerileri eşliğinde kamuoyuna yansıtılmalı.

(AYM iptalleri ardından oyunlar ve toplumsal muhalefet sorunu, ayrı yazıların konusu).

YASAMA BELLEĞİ

2017 kurgusu ile Türkiye’nin anayasal ve siyasal belleğini silmek isteyenler, altı yıldır yasama belleğini silme yarışında.

Oysa TBMM, anayasal ve siyasal bellek mekanı.

Bu nedenle demokratik muhalefet, Cİ’nin torba tuzaklarına  karşı pek uyanık olmalı. Yasama belleği bakımından 27. ve 28. dönemler arasında “fay hattı” yaratan özellikle CHP ve öteki partiler, muhalefet hakkı özneleri olarak tarihsel sorumlulukla karşı karşıya. Partilerin tikel yaşarkalma (beka, sağkalım) sorunu ise, yükümlülüğü ağırlaştırıyor.

Halkı yoksullaştırmak için araçsallaştırılan TBMM’yi Saray paryası olmaktan çıkarmak, demokratik muhalefetin Cİ’nin paryası olmaması ölçüsünde olanaklı.

Bunun için, Anayasa andı’ yeterli ortak payda; yeter ki siyasal irade olsun.

Saymeyoz

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
Cumhuriyet

02 Nisan 2021

Saymeyoz

Şapka ve kıyafet devriminin ilan edildiği yer olması ile de çok müstesna bir bağlamda anılır.

Ne kadar çok da öykünün kaynağıdır, (G)astamonu.

Malum, “Daş düşebülü, ayı çıkabülü” deyişinden tutun da maçlarda yaptıkları “Gastamonu Gastamonu dep dep dep!” şeklindeki tezahürata kadar, tüm ülkede nesillerdir meşhur olması gibi, Devrek bastonu, ünlü saray helvası ve pek çok özelliği ile anılır.

Ama benim hep “sportif mızıkçılık” bağlamında dilime pelesenk ettiğim ünlü “saymeyoz” kavramının da (tezahüratının) kaynağıdır. Özellikle 2019 yılının 31 Mart gecesi, mevcut siyasi iktidarın sergilediği, “Aslında siz kazandınız ama biz kazandık” diye özetlenebilecek siyasi çiğliği, en güzel anlatan sözdür bu. Malum, 2019 yerel seçiminden sonra yaşananlar, adeta “Biz kazanana kadar gerekirse tekrar tekrar oylama yapılır” şiarını, sadece bu ülke siyasi tarihine değil, kendi tarihlerine de yüz kızartıcı bir not olarak yazdıranlar, bu huylarından asla vazgeçmiyorlar.

İşte, çarşamba akşamı ve dün TBMM’de yaşananlar bunun “müzelik” bir örneğini oluşturuyor.

CHP’nin TBMM grup başkanvekillerinden Sayın Özgür Özel, dün dehşet ve haklı bir öfke içinde şöyle haykırıyordu bu “siyasi çiğlik” karşısında:

“19 senedir, ben bu Meclis’te yüzlerce kez ‘Hayır’ diye el kaldırdım. Hepsinde iktidar oyları galip geldi. Bir kez yenildiler. Ama kabullenemiyorlar…”

Akıl alır gibi değildi dün yaşananlar. TBMM oturumunu yöneten Başkanvekili Haydar Akar’ın, CHP’li olduğu için, haksız yere “taraf tutmakla ve içtüzüğe aykırı olarak oylamayı muhalefetin kazanmasına yardım etmekle” suçlanması da tam bir hazımsızlık örneğiydi. AKP- MHP koalisyonu, oylama sırasında genel kurulda bulunmama ve biraz da rivayete göre kendi saflarından argo tabirle “satışa gelme” şeklindeki bir “ofsayta” düşmüş ve yenilince de feryat ediyordu:

“Saymeyyoz!.. Saymeyyoz!..”

İşin esprisi ve bu “(G)astamonu usulü” göndermemiz bir yana, ortada ciddi bir demokrasi ayıbı ve rezaleti var. Aynı, 2019 yılı 31 Mart gecesi ve 1 Nisan sabahı yaşanan ayıp ve demokrasi düşmanlığı tekrarlanıyor. Her ne kadar 23 Haziran gecesi bu ayıbı milyonlarca İstanbullu, bu demokrasi özürlü güruhun suratlarına çarptıysa da, bu güruhun “DNA’sı” bundan ibaret olduğundan, siyasi arenada güçleri azaldıkça ve “gidici” oldukları kesinleşmeye başladıkça, bunları daha çok göreceğiz maalesef.

İşte, yerel yönetimleri kaybettikleri her yerde, Millet İttifakı’na geçmiş bütün belediyelerde yaptıkları ortada. Kimi zaman (çoğunlukla HDP’nin elindeki yerel yönetimlerde) “kayyımlama” yöntemi ile demokrasiyi ezip geçmek sureti ile bu hazımsızlığı sergilediler. Kimi zaman sudan gerekçelerle, başkan görevden almalarla, kimi zaman ellerindeki Meclis çoğunluğu ile başkanı çalıştırmama yöntemi ile.

Üniversitelerde de “seçim yerine atama” mantığı da aynı “demokratik ezikliğin” tezahürü değil mi? Kazanamayacağımız yerde “atama”, kazanabileceğimiz yerde “seçim” yapıp arkanızı döndüğünüzde de bol kepçeden “Halkın iradesi, sandığın kutsiyeti…” palavraları filan.

Ondan sonra da iktidarın el değiştirme günü geldiğinde ne yapacakları kastedilerek “Bunlar seçimle gitmez…” diyene karşı utanmazca atağa geçerek, “Vay!.. Sen bizi darbe ile mi indirmeyi tasarlıyorsun?..” diye pişkince saldırmalar.

Kimsenin darbe filan kastettiği yok. Tam tersine, sizin “Kazanamayacağınız her yerde ve durumda çamura yatma ve oy iradesini inkâr” alışkanlığınızı yüzünüze vuruyoruz muhteremler. Bırakın laf ebeliğini.

“Seçimle gitmez bunlar” izlenimini oluşturan sizlersiniz.

Çünkü sandık ve oy iradesini her fırsatta çiğnediğinizi ve çiğnemeye “ileride de pekâlâ niyetli olduğunuzu” sürekli ikrar ve teyit ediyorsunuz.

Demokrasi, hazımlı olma rejimidir. Demokrasi, kurallar ve teamüller rejimidir.

Demokrasi, maç oynanırken sahanın ve kale direklerinin boyutlarını, oyunun kurallarını değiştirme ayıbına tevessül etmeme rejimidir.
Demokrasi, sandıktan çıkan sonuca saygı rejimidir.

Demokrasi, sandıktan kendiniz çıkmadığında “hır çıkarma” ve oyun masasını devirme rejimi değildir.

Biraz öğrenin.

Mahkeme kararlarına saygısızlık, hatta işinize gelmeyen kararlar alan mahkemelerin “ilgasını” talep etmek, oylamaları “Siz kazanana kadar tekrarlama” sığlıkları, hiç hayra alamet şeyler değildir.

Günü geldiğinde “anahtarları ve mührü bırakıp gitmeyeceğiniz” yolunda bir kanıyı güçlendirmeyin isterseniz. Çok tehlikeli bir eğilim bu.

Bilmeniz lazım. Tarih, hazımsızların akıbetine ilişkin sayısız hazin örneklerle doludur.

En yakın örnek de 23 Haziran 2019’dur. Bizden hatırlatması.

“N’OLDU  BANA?  

“N’OLDU  BANA?  

Dr. Uğur CİLASUN
YURT, 22.4.19
Yıllar önce, Hacettepe Tıp Fakültesi Hastanesi Acil  Sevisinde görevli olduğum bir gün, baygın halde bir kadın hasta getirdiler. Getirenler, yaralıya Kızılay’da bir arabanın çarptığını söylediler.
Yaralının fizik muayenesinde, kafasında ve vücudunun çeşitli yerlerinde ciddi olmayan sıyrıklar dışında bir bulgu yoktu.
Hasta, müdahalemizden kısa bir süre sonra kendine geldi. Ama sürekli  olarak “n’oldu bana, n’oldu bana ” diye sayıklamaya, arada bir de anlaşılmaz cümleler mırıldanmaya başladı.
Hasta kafasını çarpması sonucu, “retrograd amnezi” dediğimiz  geçici bellek yitimine uğramıştı. Kendisini konuşturduğumda, en son, Kırıkkale’deki evinin kapısından çıktığını hatırladığını söyledi.
Belleği yavaş yavaş geri geldi. Peyder pey, Kırıkkale-Ankara otobüsüne bindiğini, terminalden Kızılay’a geldiğini, alış-veriş yaptığını, karşıdan karşıya geçmek için kaldırımın kenarına geldiğini hatırladı. Film orada tekrar koptu. Hasta “n’oldu bana?” demeyi kesti. Kendisini ertesi gün taburcu ettik.
31 Mart 2019 seçimlerinde AKP-MHP koalisyonuna -benzetmek gibi oluversin- böyle bir “araba çarpmış” gibi oldu. İktidarın uğradığı hasar öyle çok büyük değil ama yukarıda sözünü ettiğim hasta gibi bir “bilinç bulanıklığına” uğradığı besbelli.  Yoksa, koskoca AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Bey,
* “Hiçbir şey olmamış olsa bile kesinlikle bir şeyler olmuştur. Biz farkına varmamışız..” gibi olağanüstü bir cümleyi kurabilir miydi?
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin o günkü başkanı Mesut Bey, “Soyadlarından AKP’ye oy verecekleri belli olan kişileri seçmen kütüklerinden silmişler” gibi bir aforizmayı (!) söyleyebilir miydi?
AKP Milletvekili Muhammet Bey, “5 kişilik bir aile, günde üç öğün simit-çay yerse,asgari ücretten bin küsur lira tasarruf eder” gibi bir inciyi yumurtlayabilir miydi?
Ve son olarak MHP Genel Başkan Yardımcısı Yaşar bey,
* “CHP’nin amacı tek adam rejimini devirip Demokrasiyi getirmek. Buna izin veremeyiz” diyerek bilinç altını “şak diye” ortaya serebilir miydi?
Bütün bunlar, AKP-MHP iktidarının, 31 Mart’ta uğradığı “demokrasi kazasının” sonucu olan travmanın belirtileri.
50 yıla varan hekimlik deneyimim  ile söyleyebilirim ki, kazada en ciddi darbeyi alan Tayyip Bey de daha bir süre, yüksek sesle olmasa bile, içinden, “n’oldu bana, n’oldu bana??” diye söylenerek dolanacaktır.
Allah cümlesine şifalar versin!