Dostlar;
Sayın Hüseyin Akbulut keman sanatçıcı ve Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı yapmş bir kültür – sanat üst düzey yöneticisi, kıdemli bir T.C. yurttaşıdır. Bu sitede daha önce, hepsi de birbirinden öğretici ve düşündürücü 4 yazısına ve bir de kitap yanıtımına yer vermiştik.. (Daha fazlasını aşağıdaki kitapta bulabilirsiniz..)
Aşağıdaki yazı da öyle..
Bir sanat – kültür adamının, aydın bir Cumhuriyet yurttaşının deyim yerinde ize feryadıdır, çığlığıdır.
Sn. Akbulut, tüm Türkiye’yi uyarmak istemektedir, alarm çanları çalmaktadır.
Biz de apaçık uyaralım :
- AKP, bilerek ve isteyerek Cumhuriyetin sanat – kültür temelini çöketmek stemektedir!
- Çünkü kurmak istediği Anadolu Federe İslam Devleti için gereksinim duyduğu “mürit” tir; Cumhuriyetin sanat – kültür -bilim kurumlarının yetiştirdiği aydın yurttaş değil!
Bu bağlamda AKP’nin Cumhuriyet’e, başlattığı tehlikeli satrançta “Şah” dediği bile savlanabilir.
Bu bağlamda AKP iktidarını bu tehlikeli oyundan geri çekilmeye ve
“Türkiye Sanat Kurumu ile Sanatın Desteklenmesi Kanun Tasarısı” (TÜSAK) nı hemen geri çekmeye çağırıyoruz.
AKP’nin bunu kendiliğinden yapacağını umacak denli saf da değiliz.
Tolumsal direnişi bu hatta da örmek zorundayız..
Sayın Akbulut bu savaşımı ile bize kadim Melih Cevdet Anday’ın “Uyuyamayacaksın..” şiirini çağrıştırdı..
Sayın Akbulut “uyumuyor”, “Uyuyamıyor..”
Bir sis çanı gibi gecenin karanlığında
Sade, vakur, metin, dirneç ve onurla “çalıyor”..
Ya Türkiye??
Sevgi ve saygı ile.
02.01.14, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
============================
Yeni Yıla Girerken
Kültür – Sanat Yaşantımız Ne Durumda?
Hüseyin Akbulut
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi
Yeni bir yıla girerken kültür ve sanat alanımızı irdeleyen bir yazıyı iki, üç sayfalık bir makaleye sığdırmak kolay değildir. Çünkü söz konusu bu alan yaşantımızın tümüdür, ürettiğimiz her şeydir.
Buna, bir de ülkenin içinden geçtiği ve her şeyin tersine çevrildiği bugünkü süreci eklersek durumun zorluğu daha da anlaşılır.
Ancak biz yine de düşüncemizi özetle ve belli spotlarla aktaralım. Kuşkusuz bunu yaparken de öncelikle yaşamsal değerdeki alanın önemini veCcumhuriyetin gerçekleştirdiği “devrimi” ortaya koyarak, sonunda da günümüzdeki yıkımı aktaralım.
Başlık “kültür ve sanat” olunca, konu daha da önem kazanıyor. Kültür; sanıldığı gibi yaşantımızı dekore eden, günlük haftalık işlerimizden sonra gereksinim duyup başvuracağımız bir nesne (obje) de değildir, insan ve toplum için merkezi bir alandır.
- Kültür; biz nasıl bir insan olacağız,
nasıl bir ülke olacağız, nasıl bir toplum inşa edeceğiz sorunudur.
Konunun öbür önemli yanı, kültürün ulusal kimliğin ve birliğin oluşumunda başta gelen etmen olduğu geçeğidir. Her toplum sahip olduğu kültür değerleriyle kimlik kazanır ve ancak bu ortak değerler paylaşılınca toplumsal birlik sağlanabilir. Şimdi yaşandığı gibi Cumhuriyet kültürümüze yönelik bu saldırılarla ortak kültürümüz ortadan kaldırılarak toplumun kimliği ve birliği yok edilince, konunun yaşamsal değeri daha da açıklıkla
gün yüzüne çıktı.
Cumhuriyet, bu gerçeklerle kültür – sanat alanına olağanüstü bir duyarlılıkla yaklaşmış, alana olağanüstü önem vermiştir. Cumhuriyetin kuruluşunda yeni bir toplum
inşa ederken de, işe her şeyden de önce kültür – sanat atılımıyla başlanmıştır.
- Cumhuriyet bu yönüyle büyük bir “kültür devrimi” gerçekleştirmiştir.
Yeni bir toplum inşa etmekten söz etmişken, kültür tarihimizin öbür toplumların tarihlerine benzemeyen niteliğinden söz etmek gerekiyor.
Özgün ve katmanlı bir kültüre sahibiz.
Uzun bir tarihsel yürüyüşümüz vardır. Bu yürüyüş aşamalarında yarattığımız ve etkilendiğimiz sayısız kültürler vardır. Orta Asya’da yarattığımız kültürler ve orada etkilendiğimiz Çin ve Hint kültürleri, İslam dini ile aldığımız İslam kültürü ile etkilendiğimiz Arap, Fars kültürleri, Anadolu’ya yerleşirken karşımızda bulduğumuz
yerel Anadolu kültürleri ile Avrupa diye adlandırdığımız Batı kültürü…
Bu uzun tarihsel yürüyüşümüz ve katmanlı kültürümüz gerçeğiyle de öz yitmiştir.
Bu nedenle, Cumhuriyetin kuruluşundaki kültür anlayışı; yitirilen “özü arayış”, “
öz”den yola çıkarak “çağdaşlaşmayı” öngören bir kültür anlayışı olmuştur.
Cumhuriyet; Arap Abecesi yerine yeni Türk Abecesini alırken, Türk Dili’ni Arap ve Fars dillerinin etkisinden kurtararak arı Türk Diline yönelirken, dini – inancı hurafelerden, Arap ve Acem kültüründen kurtarmak için Kuran’ın Türkçe tercümesini yaptırırken,
Türk Tarihi üzerindeki çalışmalarıyla da sürekli bir biçimde yitirilen özü aramış,
öze ve kaynağa dönmeyi amaçlamıştır.
Bu kültür anlayışında; özellikle vurgulamak istediğim 4 ana başlık bulunmaktadır :
1. Bunlardan birincisi ‘öz’ü arayış ve ‘öz”e dönüş’ anlayışıdır.
2. İkincisi; özden yola çıkarak “çağdaşlaşma, çağın üzerine çıkma” anlayışıdır. Bu kavram uygarlığın gelişimine kayıtsız kalmayı değil, ona katılmayı, ondan feyiz almayı ve onu geliştirerek, çağdaşlaşarak ilerlemeyi tarif etmektedir.
3. Üçüncüsü; kültür- sanat alanında “kurumlaşmaya” olağanüstü önem verme yaklaşımıdır.
4. Dördüncüsü ise bu kurumlaşmayı; üniversitenin kurulması, demiryollarının inşası, demir – çelik sanayisinin kurulması, sanatın kurumsallaşması, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi vb. anlayışı ile birlikte gerçekleştirmeye çalışan
“bütüncül bakış” anlayışıdır.
Cumhuriyet; kuruluş tarihi 1923’ten başlayarak kültür ve sanat alanında hızlı ve yoğun bir kurumlaşmaya sahne olmuştur.
Türk Dil Kurumu,
Türk Tarih Kurumu,
Musiki Muallim Mektebi,
Üniversite,
Konservatuar,
Halkevleri,
Köy Enstitüleri,
Devlet Tiyatroları,
Devlet Operası,
Devlet Balesi,
Senfoni Orkestrası…
gibi kültür – sanat alanındaki hızlı ve yoğun kurumlaşma atılımı, bu anlayışın
ve Cumhuriyetin kültür temeli üzerinde yükseldiğinin en belirgin ölçütüdür.
- Atılımlar içinde; kültürün yaratıcı çalışmalar bütünü “sanat”a verilen değer
dikkat çekicidir.
Kuruluşundan 6 ay sonra Ankara’ya getirilerek yüce makama bağlanan bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası saltanattan alınan tek kurumdur
(Mızıkayı Hümayun)..
- Musiki Muallim Mektebi Cumhuriyetin 1924’te kurduğu ilk yüksek okuldur.
Yaratıcı, icracı sanatçı yetiştirmede yetersiz kalınınca 1934’te Milli Musiki ve
Temsil Akademisine yöneliş, İlk Türk Operası Öz Soy’un icrasında yaşanan yetersizlik üzerine 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşu ve Konservatuvar kaynağından tiyatronun, operanın, balenin doğuşu sanata verilen değerin örnekleridir.
- Cumhuriyeti kuranlar;
sanatı toplumsal değişmenin,
gelişmenin ve ilerlemenin vazgeçilmez etmeni olarak düşündüler.
Bu kültür anlayışıyla ve kurumlaşmayla da “uluslaşmanın” ve “laik – çağdaş toplumu yaratmanın” yolu açılmıştır. Laikliğe yol açan bu Aydınlanma anlayışı 1937’de
Anayasa’ya girse de, çok daha önce 1926 yılında yürürlüğe konan ve yaşamı doğumdan ölüme dek miras hukukunu da düzenlediği için ölüm sonrasını da düzenleyen
“Yurttaşlık Yasası”nda (AS: Meceller yerine Türk Kanun-u Medenisi,
4 Ekim 1926) tanımını bulmuştur.
Konuya o denli önem verilmiştir ki, Atatürk 9 Mart 1935’te partinin dördüncü kurultayında yaptığı konuşmada, gerçekleştirilen kültür devrimini, cumhuriyetin
“varlık nedeni” görüyor:
- “Geçen kurultaydan bugüne başardığımız işler; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri,
ulusal tarihi, öz dili, güzel sanatlar, bilim; müzik ve teknik kurumlarıyla kadını erkeği her hakta eşit, modern Türk sosyetesi bu son yılların eseridir. Türk Ulusu, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek kapasitesi ve erdemi uluslar arasında tanınır.” diyordu.
Kısa zamanda Ankara’da yoğunlaşarak süren bu kültür – sanat hareketi,
ilerleyen zamanla ne ne yazık ki aynı hızla sürdürülemedi ve giderek bir karşı harekete dönüştürüldü. Aslında kültür başkenti Ankara’da başlatılan bu hareket,
yeniden inşa edilen Türkiye’ye örnek olmak üzere gerçekleştirilmekteydi.
Türkiye, bugün 5–6 il merkeziyle sınırlı bir kültür – sanat yaşamına mahkûm edilmiştir.
İlçelerimizi, köylerimizi biryana bırakalım, geride kalan yaşamdan kopartılmış 70’i aşkın il merkezimiz bile çağdaş kültür – sanat yapılanmasından yoksundur.
Oysa Cumhuriyet; kasabalarda bile kültürel çalışmaları içinde barındıran
4710 Halkevi ve Halkodası açmıştı.
- 90 yıl sonra, 2014 yılına girerken, büyük emeklerle yaratılan kültür – sanat yaşantımızın yok edildiği bir süreci yaşıyoruz.
– Cumhuriyete ve kurucularına yöneltilen akıl almaz saldırılar,
– Uulusal bayramlara getirilen utanç verici yasaklar,
– Her gün karalanan ve unutturulmaya, yok edilmeye çalışılan tarihimiz,
– Siyasallaştırılan din ve inanç sistemi ve
– 4+4+4 gerici medrese eğitimiyle, dine ve etnik yapıya dayalı bir Ortadoğu devleti, bir Ortaçağ toplumu yaratılmak istenmektedir.
Kuşkusuz bu saldırıdan sanat alanı da payını almaktadır.
Yaşanan bu süreci, “Tturizm”e eklenen “Kültür Bakanlığı” anlayışıyla, yıkılmasına
karar verilen Atatürk Kültür Merkezi örnekleriyle, Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”na yapılan utanç verici saldırıyla, yayınlanmamış kitabı toplayan iktidarın sanat anlayışı örnekleriyle çoğaltabiliriz.
Günümüzün iktidarı, hazırladığı Türkiye Sanat Kurumu “TÜSAK” yasa tasarısıyla ülkenin sanat varlığını; tiyatroyu, operayı, baleyi, orkestrayı, geleneksel koroları,
güzel sanatları kapatabilme eylemine dek vardırmıştır.
- Cumhuriyeti yıkmak için onun üstünde yükseldiği kültürü ve sanatı
ortadan kaldırılmaktadır.
Bu yıkımla ulusal ortak tarihimiz, dil birliğimiz, ortak inanç sistemimiz, bizi çağa taşıyan bilim ve sanatımız yok edilerek; kimliğimiz, birliğimiz ve geleceğimiz yok edilmektedir.
Yaşanan süreci birkaç örnekle ortaya koyalım:
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin işbaşına geldikten sonra, bu alanda kurumsal anlamda attığı ilk köklü adım, Kültür Bakanlığı’nı kapatıp, bu alanı turizme eklemek olmuştur.
Bağımsız Kültür Bakanlığının kapatılması tam anlamıyla bir darbedir.
Doğu ve Batı olarak adlandırılan tüm kültürlerin kesiştiği bu coğrafyada,
dünyanın en zengin ve katmanlı kültürüne sahibiz. Bu gerçeklikle dünyada
Kültür Bakanlığı’nı özenle ve önemle yapılandıracak birkaç ülke varsa,
bunlardan birincisinin Türkiye olması gerekirken, kültür ve sanatı ortadan kaldırmak için bu alan kapatılmıştır.
Kültür ve sanat alanını turizm ile birleştirmek ise büyük yanlıştır.
Çünkü kültür de, turizm de yürütmede bağdaşmaz iki alandır.
Birisi sanat, öbürü ticarettir. Birisi duygu ve düşünce dünyamızdır; öbürü maddedir, paradır. Birisi korumacılıktır, öbüründe ise korunacak yere bile tesis yapmaktır.
Bu nedenlerle bağdaşmaz iki alandır. Bu işleyişle Bakanlık, kültür ve sanatı
görev alanından çıkartmıştır.
Bu dönemde kültür – sanata indirilen darbenin başka bir örneği,
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ni (AKM) yıkma kararı ve bu alanda yaşanan faciadır:
Atatürk Kültür Merkezi (AKM); 1 Haziran 2008 tarihinde kapatılmıştır.
Kapatma kararı ile birlikte AKM’ de görev yapan tüm sanat kurumları; sanatçıları ve çalışanları ile birlikte adeta sokağa bırakılmıştır. Dahası, Türkiye’nin en büyük kentinin ana arterinde sergilenen kültür sanat etkinliklerini izleyen, her yıl yaklaşık bir milyon insan kültür- sanat yaşamından uzaklaştırılmıştır.
Tam da bu dönemde, Türkiye’nin kültür sanat alanı daha da büyük bir yıkıma sahne oldu ve sıra Ankara’daki AKM’ yi yok etmeye geldi!
Yıkım; TBMM’ye sunulan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanuna” sıkıştırılan bir iki madde eliyle gerçekleştirilmektedir.
AKP’nin çıkarttığı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu” ile ülkenin tüm alanları, kültür ve tabiat varlıkları ile yasanın gerekçesiyle hiçbir ilgisi yokken Ankara Atatürk Kültür Merkezi alanı da temizlenerek Şehircilik Bakanlığı’na,
TOKİ’ye ve Büyükşehir Belediyesi’ne sunulmaktadır.
2013 yılının Mayıs ayı ortalarında icra sanatları bağlamında, günümüze dek eşi görülmemiş bir yasal düzenleme daha ortaya çıktı. Müzik ve sahne sanatları alanında bugüne dek yarattığımız tüm sanat varlığımızı ortadan kaldıracak bu yeni yasa taslağı,
- “Türkiye Sanat Kurumu ile Sanatın Desteklenmesi Kanun Tasarısı” (TÜSAK) başlığını taşıyor.
Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarısı (TÜSAK); sanat alanı bağlamında, Cumhuriyet tarihimiz süresince gündeme getirilebilen en korkunç, en ağır bir düzenlemedir.
Gündeme getirilebilmesi bile cesaret isteyen bir tasfiye tasarısıdır.
Tiyatroyu, orkestrayı, operayı, baleyi, koroları, güzel sanatları ortadan kaldıran tasarı yasalaşırsa, olay
- “Cumhuriyetin Kültür ve Sanat Devrimi”ni ortadan kaldırmak,
Cumhuriyet öncesine dönmek anlamındadır.
Olay, yakın zamanda Afganistan’da yaşanan çağdışı anlayışı ve bu anlayışı anımsattı. Dünya kültür mirası antik anıtları bombalarla, toplarla yıkan Taliban iktidardan indirilince, radyolarda ilk kez müzik yayını başlamıştı. Bilindiği gibi, Taliban ülkede müzik yayınını da yasaklamıştı. Çünkü müzik Dünyalı yapar, insan yapar.
Kültür – sanat alanındaki bu yıkımı, bir de kamunun bu yaşamsal alana ayırdığı bütçe verileriyle, dünya ve Türkiye örnekleriyle ortaya koyarsak, alana verilen değer ve
kültürel yıkım daha da anlaşılır:
2011 yılında Almanya’nın kültür hizmetlerine ayırdığı bütçe 8,3 milyar Euro, Fransa’nın 12 milyar, İtalya’nın 6,7 milyar, İspanya’nın 5,1 milyar, İngiltere’nin 8,8 milyar Euro dur. Bu rakamlar; Almanya’nın kültür harcamaları için kişi başına 101 Euro, Fransa’nın 197 Euro, İtalya’nın 112 Euro, İspanya’nın 119 Euro, İngiltere’nin 143 Euro kamu kaynağı harcama ayırdığını ortaya koyuyor.
Türkiye’de durum nasıldır? 2012 yılının Kültür ve Turizm adındaki 2 bakanlığın bütçesi
1 510 066 000 TL, yani yaklaşık 690 milyon Euro’dur. Kısaca Türkiye kültür ve turizm gibi iki alan için kişi başına yalnızca 9 Euro’dan da az kaynak ayırıyor.
Yıkımı anlamak için başka bir örnek gerekir mi?
2014’e girerken Türkiye siyasetinde ortaya çıkan geçek gün gibi ortadadır.
Kültür ve sanat alanına yapılan saldırılarla, hazırlanan yasa tasarıları ve tasfiyeyi öngören düzenlemelerle, günümüzün siyasal iktidarı cumhuriyet kültürünü yok ederek;
kültürsüz ve sanatsız bir Türkiye yaratmak, çağdaş Cumhuriyeti ortadan kaldırmak istemektedir.