Etiket arşivi: Dersim İsyanı

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 11 Ağustos 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SORUN

Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli’den sonra AKP Cumhurbaşkanı RTE de yangınlardan belediyeleri sorumlu tuttu.

Sorumlulardan sorunlu yaklaşım…

İMAM

RTE, istifa eden MEB Selçuk’un yerine İmam Hatip kökenli, Türkiye Gazetesi eski yazarı Mahmut Özer’i atadı.

Her yer imam, durmak yok yola devam..

ÇAKMAK

Bakan Pakdemirli’nin 13 Temmuz 2021’de Türkiye Gazetesi’ne demeci ”Çakmak yaksalar haberimiz oluyor”

Kibrit yakmışlar…

AYRAN

“Envanterimizde yangın uçağı yok” dedikten sonra “Yangına karşı en çok uçak, araç ve personeli olan ülkelerden biriyiz” diyerek kendini yalanlayan ve milleti kandırdığını sanan Bakan Pakdemirli Yunanistan’a uçak yardımında bulunacağımızı açıkladı.

En güzel iğne Sözcü Gazetesi’nden: ”Ayranı yok içmeye…”

İSTİFA

Yunanistan’da 14 helikopterden yalnızca 3’ü uçunca sorumlu general istifa etti.

Bizde uçaksız kalındı, ülke yandı herkes başarısıyla övünüyor…

SARIKLI

Sarıklı amiral uzun oyalamaların ardından emekli edildi.

Tarikat ödülü…

SEBEP

RTE, faizlerin düşeceğini söyledi, Dolar zıpladı.

Erdoğan sebep, enflasyon sonuç…

ÇÖZÜM

Şanlıurfa’da AKP’li Akçakale Belediye Başkan Yardımcısı Navi Çokan, CHP’yi ‘lanet bir parti’ olarak nitelendirip ‘bunları asmak şart’ dedi.

Ne mutlu bize böyle bilinçli, ileri görüşlü, yurtsever insanlarımız var da her sorunumuza çözüm buluyorlar!..

DON

Boya tüccarı Zafer Bağkale, “Kız (AS: “Kız” değil “kadın”) voleybol takımında ben maça konsantre olamıyorum. Federasyona söyleyin bacaklarına uzun don giysinler yoksa işimiz kötü” ifadelerini kullandı…

Sapık yobazın dünyası donla sınırlı…

KARDEŞ

MSB Akar, ”Şartlar oluşursa Afgan kardeşlerimizin güvenliği, huzur ve ihtiyaçlarının karşılanması, Afgan kardeşlerimize destek olması, havaalanını işletmeye talibiz.’’

  1. İsteyen kim: AB-ABD-AKP-RTE-Akar’ın kendisi- Türk milleti?
  2. Taliban’la savaşmak neden Türk askerinin görevi olsun?
  3. Sınırlarımızdan giren başıbozuk Afgan kardeşlerimizi önlemeye istekli değil misiniz?..

ÇOCUK

İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Kemal Memişoğlu, “Lütfen en az 3 çocuk yapalım”

Olur. Vatandaş yapar sana yollar; beslersin, büyütürsün, okutursun, yurt bulursun, iş bulursun.. gül gibi geçinir gideriz… (AS: Tam bir aymazlık her bakımdan; tersine HER AİLEYE 1 ÇOCUK! Hedefleri kalabalık, niteliksiz bir sürü toplum – ümmet yaratmak; reddediyoruz!)

KAMP-ÜS

AKP sözcüsü Ömer Çelik “Türkiye ölümden kaçan insanlara kucak açar. Bunun istismar edilmesine kesinlikle müsaade etmeyiz. Türkiye, hiç kimsenin göçmen kampı değildir” dedi.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nin 2021 yılı tercih döneminde açtığı 21 bin 260 kişilik kontenjanın 10 bin 165’ini yabancı uyruklu öğrenciler için ayrıldığı öğrenildi.

Kampüs…

GÖÇMEN

Afgan göçmen Sunatullah Saadat Bolu Belediye Başkanı’na ve açık giyimli Türk kadınlarına hakaret etti.

Bu adamı ülkemizde zorla kim getirdi?…

THK

Hilal Kaplan, “Bir dönem halkın kurban derilerine el koyan, okullarda öğrencilerden zorla bağış toplayan, fitre ve zekâtlara çöken THK’nın orman yangınlarıyla mücadele gibi bir derdi olsaydı, bugün bünyesinde üretimi bile 90’larda durdurulmuş eski püskü uçaklar değil; modern yangınla mücadele uçakları olurdu.” diyor.

AKP iktidarının Kurumu çökertme ve arpalık olarak kullanma eylemlerini görmezden gelen ; yasal yetkileri “el koyma/zorlama/çökme” olarak niteleyen, dışarıdan gelen uçakların THK‘ nınkiler ile aynı olduğunu unutan Kaplan kendi çamurunda boğulmuş…

KUZU

Burhan Kuzu’nun kirli ilişkileri ortaya saçılıyor.

Yiğit ölür kalır yiğitliği, pislik ölür gider kalır pisliği…

KATLİAM

CHP’li Orhan Sarıbal’ın Dersim isyanının bastırılmasını ‘katliam’ olarak nitelemesinin ardından bu kez de Cumhuriyet Halk Partisi Erzincan İl Yöneticileri HDP’nin Zini geçidi anmasına katıldı.

Kılıçdaroğlu’nun YCHP’si…

SORUYORUM                                                     :

  1. 128 milyar Dolar nerede?
  2. Bakan Ruhsar Pekcan ve diğer bakanların/yakınlarının devlete mal satmasının (hem de bozuk) soruşturulması neden engelleniyor?
  3. Sedat Peker’in suçlamaları kamuoyunda karşılık bulmasına karşın niçin araştırılmıyor? Suçlanalar niçin kendini savunmuyor? Cumhurbaşkanlığı niçin sessiz kalıyor?
  4. Orman yangınları için gerekli önlemleri almayıp ülkeyi cayır cayır yakanlar ne zaman hesap verecek?..

DERSİM ve ATATÜRK’e YAPILAN SALDIRILAR

DERSİM ve
ATATÜRK’e YAPILAN SALDIRILAR

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

Değerli arkadaşlar,

Serdar Kaan Korkmazgil’in Dersim konusundaki bu derlemesini içerik  bakımdan beğendim. Seçim öncesi süreçte bu konunun da gündeme getirilmesi olasılığı var. Üyelerimizin bilgilendirilmesi için yararlı olacağını düşünerek paylaşıyorum. Sevgilerimle. æ 29.3.2015

***

Dersim İsyanı

Serdar Kaan Korkmazgil

Yıllardır Dersim konusu çarpıtılarak anlatılır ve özellikle gerici ve Kürtçü kesimlerce

Dersim’de yaşanan acı olaylardan Atatürk sorumlu gösterilmeye çalışılır
.

Sanki Dersim’de Atatürk tarafından bir Alevi katliamı planlanmış ve uygulanmış gibi yansıtılır. Ayrıca bu konunun Alevilikle bir ilgisi yok. Bu konu Sivas, Çorum, Maraş katliamlarına benzemiyor. Bu konu Madımak katliamından çok farklıdır.

Eğer Kurtuluş Savaşı sırasında çıkartılan isyanlar, Cumhuriyet dönemindeki feodal kalkışmalar Alevilere mal edildiği takdirde Alevilere en büyük iftira yapılmış olur.
Bir hırsızın, bir katilin, bir sapığın mezhebine bakıp “Bu Sünniymiş” diyerek
ne tüm Sünniler karalanabilir, ne de “Bu Aleviymiş” diyerek tüm Aleviler.

Seyit Rıza‘nın mezhebi Alevilik olabilir. Ama yaptıklarının ve isyanının Alevilikle ilgisi yoktur. Yandaşları ona Alevi olduğu için değil, kanun-kural tanımazlıklarından, uşaklıklarından, akrabalıklarından, aşiret dayanışmasından ve feodal zihniyetlerden dolayı katılmışlardır. Çapulcu feodal derebeyi Seyit Rıza idama giderken

“Evladı Kerbelayız, zulümdür, günahtır..” demiş ya;
aslında zulümden şikâyet eden bu eşkiyadan daha zalimi çıkmamıştır Dersim’den:

Seyit Rıza’nın oğlu Bava bir görüşmeden dönerken pusuya düşürülerek öldürülür. Katilinin Sadoğlu aşiretinden olduğu söylenir. Seyit Rıza intikam almak için silahlı adamlarıyla aşiretin köyünü basar. Herkesi çoluk-çocuk-kadın-yaşlı demeden katleder. Evleri yakar. Taş üstünde taş bırakmaz. Öyle bir kindir, öyle bir zalimliktir ki,
bu hırsını alamaz, köy mezarlığına bile saldırırlar. Mezar taşlarını yerlerinden söker, mezarları parçalar, dağıtırlar. Yani sağ olanların canını almakla yetinmemiş,
geçmişteki ölülerine bile saldırmıştır. Üstelik katlettiği bu insanlar da Alevidir.

Bu bilgiyi Alevilerden saklarlar. Açığa vurulsa bir anda gözden düşecektir ama siyaseten gizlerler. O dönemin ünlü bir Alevi ozanı vardır Dersim’de, adı Sey Kaji. Seyit Rıza,
bu ozandan oğlu Bava için bir ağıt yazmasını ister. Ancak Sey Kaji kabul etmez:
Sen ki Sin’i yaktın, ben senin oğluna ağıt yakamam” der.

Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerin kışkırtmasıyla çıkarılan Koçgiri İsyanının
elebaşılarından Alişer ile Baytar Nuri’yi devlete teslim etmeyip, onlarla yeni bir isyana hazırlanan çapulcu Seyit Rıza’nın İngilizlere yazdığı mektubu görelim şimdi:

***

Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,

Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp,
Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor.

Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930′da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını
tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar
masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin
ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt,
barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor.
Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.”
30 Temmuz 1937

Seyit Rıza
Dersim Generali

*****

Bu mektubun aslı Londra’da, ‘Public Record Office’ arşivleri arasındadır.
O yüzden inkâr edemiyorlar ama Seyit Rıza’yı kurtarmaya çalışan zihniyet, mektubu O’nun yazmadığını, Nuri Dersimi’nin yazdığını iddia ederler. Öbür yalanları gibi bu da yalandır. Mektubun altında Seyit Rıza’nın olduğu kesin olan imza vardır. Nuri Dersimi’ye yazdırtan ve imzalayan Seyit Rıza’dır. Seyit Rıza’ya seyitlik babasından kalmıştır.
Bu şeyh-seyit denen soytarılar babadan oğula, oğuldan toruna sömürür milleti.

Şeyh Sait ya da Seyit Rıza fark etmiyor. Çünkü Şeyh’in karşılığı, Seyit’tir.
İkisinin de isyanı Laik Cumhuriyete karşıdır, devrimlere karşıdır.
Gerici niteliğe sahip isyanlardır.

Mustafa Kemal, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.” demiştir.
Ama hala bu ünvanları sürdürmeye çabalayanlar mevcut.

DERSİM YALANI

Dersim konusu Atatürk‘ü, Cumhuriyeti ve Devrimleri itibarsızlaştırmak amacıyla
karşı devrimciler tarafından kullanılan bir tezgâhtır. Bu nedenle, katliamın gerçekleştiği 1938 yılını değil, ilk harekât kararının alındığı 4 Mayıs 1937 tarihini katliamı anma günü olarak belirlemişlerdir. Bu tezgâhın gericiler ve Kürtçüler tarafından ortak dille
ortaya atılan yalanı şöyledir:

“Dersim bir çıban olarak görülüyordu. Amaç Dersimi Türkleştirmekti. Ama bunda başarılı olamayınca katliama karar verdiler. O amaçla 1935’te Tunceli Kanununu çıkardılar ve 1937′de de katliam harekatına giriştiler. Ortada bir isyan yoktu.
Sanki isyan varmış gibi, isyanı bastırıyormuş gibi Dersim’i yakıp yıktılar,
halkı katlettiler.
Katliamdan Atatürk’ün de haberi vardı. Bizzat “vurun!” emrini Atatürk verdi. Manevi kızı Sabiha Gökçen de uçakla Dersim’i bombalayanlar arasındaydı. Dersim’in katliam planını Atatürk yaptı. Trabzon Atatürk evi’nde
bu plan hala duvarda asılı durmaktadır.”

Sapla saman birbirine karıştırılır, tarihsel gerçekler göz ardı edilir ve sanki
Tunceli Kanunu çıkarılıp Dersim’e saldırılmış ve sivil halk katledilmiş gibi gösterilir. Gerçek ise çok farklıdır.

GERÇEKLER

Dersim’de devleti tanımayan, yasalara uymayan, başına buyruk feodal aşiret düzeni vardı ve devlet 10 yıl boyunca bunu düzeltebilmek için uğraştı. Bu amaçla Tunceli Kanunu çıkarıldı ve 1937’de Tunceli’ye yol, köprü, okul, karakol vb. atılımlara girişildi.
Buna Dersim’deki onlarca aşiretten yalnızca 6’sı karşı oldu ve aralarında anlaşarak
Devlete karşı koyma kararı aldılar.

21 Mart 1937 nevruzunda toplanan kalabalık isyancı grubu telgraf tellerini kesip,
köprüyü yaktıktan sonra karakolu bastılar ve 33 askeri şehit ettiler.
Seyit Rıza denen çapulcu derebeyi, isyancıların başındaydı.
Haber Ankara’ya ulaşınca Atatürk; 
“Başka çare kalmadı, vuracağız.” dedi ve harekât başladı.

Şimdi bu nokta çok önemli: Harekât Ekim ayında tamamlandı ve 262 isyancı öldürüldü.
Altı elebaşı idam edildi. Bunlardan biri de Seyit Rıza‘ydı. Ortada katliam falan yoktu. Sivil halktan-köylülerden öldürülen yoktu. Atatürk’ün harekât planı da böylece tamamlanmıştı.

Gelelim Haziran.1938’deki olaylara :
Tertipçilerin çarpıttığı ve aradaki kalın çizgiyi yok sayıp sanki 1937 ve 19338 iç içeymiş gibi göstererek Atatürk’ü katliamcı olarak sundukları dönem.
Bu dönemi iyi bilmek ve doğru ortaya koymak gerekir.

1938 Haziranında, 1. İsyan’dan yaklaşık bir yıl sonra, birkaç aşiret yeniden
isyana başlıyor. İsyan büyüyor ve Hükümet yeniden müdahale kararı alıyor.
Temmuz-Ağustos ayında isyan dış basına yansıyor. Dış basında hükümetin isyanı gizlediği öne sürülüyor. O sıra Atatürk Ocak ayından beri hasta. Mayıs’tan başlayarak İstanbul’a çekiliyor ve bir daha da Ankara’ya dönemiyor, yatağa düşüyor.
Temmuz-Ağustos döneminde ağır hasta ve memleket sorunlarıyla uğraşacak, emir-talimat verecek durumda değil. Celal Bayar-Fevzi Çakmak ikilisinin sorumluluğunda
çıbanı tedavi etmek yerine kesip atmak fikriyle çok sert bir müdahale başlatılıyor.
Öyle ki; ibret olsun, bir daha isyana kalkışamasınlar düşüncesiyle

insanlık dışı denebilecek boyutta bir katliama girişiliyor.
Sonuç: 13 binden fazla ölü ve 11 bin kadar sürgün.

Katliam Ağustos sonu başlıyor, Ekim’de sona eriyor ki, bu dönemde Atatürk kendinde değil, ölüm döşeğinde. Ve bu katliamın iki sorumlusu ve yandaşları çok partili rejime geçişte CHP değil, DP saflarındadır.

  • Dersim olayını bir soykırım, Atatürk’ü bir katil gibi göstermeye çalışanların tertibini bozacak olan bu bilgilerdir.

O nedenle arşivlerin tamamının açılmasını istiyoruz ki, gerçekler tüm çıplaklığıyla
ortaya çıksın. Celal Bayar “Atatürk vurun dedi, vurdum” demiş.
“Vurun” demek; “katliam yapın” demek değildir ki. Türkçemizde gereksiz abartıya örnek, “Vur deyince öldürmek” deyimi vardır ki, Dersim’de yapılan da bu olmuştur.
Atatürk’ün “7′den 70′e kadın-erkek öldürün, kökünü kurutun, ne pahasına olursa olsun isyanı bitirin!” şeklinde bir emri ya da emirden de vazgeçtik bu yönde bir iması bile yoktur. Ve büyük bir olasılıkla Atatürk, 1938’deki 2. Dersim harekâtının sonuçlarından haberi bile olmadan vefat etmiştir.

KOMÜNTERN’İN DERSİM AÇIKLAMASI

Şimdi herhangi bir katliama en sert tepkiyi vermesi doğal karşılanacak olan Komünist Enternasyonal’in ve o dönemde illegal mücadele veren TKP’nin genel sekreteri
İsmail Bilen’in “Rundschau” dergisinin 32. sayısındaki yazısında Dersim hakkında
ne yazdığına bakalım:

“İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara hükümeti, Dersim bölgesindeki
Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor.
Feodal unsurlar, Kemalist Parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır.
Bu bölgeye geçtiğimiz yıl yasa ile Tunceli adı verilmişti. Dersimin hâkim tabakaları yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasa dışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir.

Halk Partisi (Kemalistler), iç pazarın gelişmesini isteyen milli burjuvazinin baskısıyla, geçen yıl Cumhuriyetçi devletin bütün ağırlığını ortaya koyarak
bu çağ dışı duruma bir son vermeye karar verdi. Özel bir yasa çıkartarak
ölüm cezalarını onaylamak da dahil olmak üzere geniş, olağan üstü yetkilerle donatılmış askeri bir yönetimin bu kendi başına buyruk vilayeti TBMM’nin yerine
iş başına geçirildi. Amacı, göçebeliğe son vermek ve aşiret reisleriyle (şeyhler, beyler, ağalar ve şeyhler) onların kiralık adamlarını Batı Anadolu’nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefi güden bir reform planını zorla uygulamaktı.

(…)

Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişi ile karşı karşıya bulunuyoruz.

Kemalist hükümet TBMM’de şu tedbir kararlarını aldırmayı başarmıştır.

1- Aşiretler bundan böyle tüzel kişiliğe sahip olmayacaktır. Bu karara aykırı
tüm kararların, belgelerin ve hükümlerin hiçbir geçerliliği yoktur.
2-Aşiret reisinin beyin ya şeyhin tüm yetkilerine son verilmiştir.
3-Aşiretlere ait olan ve aşiret reisleriyle beylerin ve ağaların aşiret adına kendi mülkiyetlerinde bulundurdukları bütün taşınmaz mallar, mülkiyetleri hangi resmi belgeye karar ya da geleneğe dayanırsa dayansın, devletin mülkiyetine devredilecektir.

İsyanın arifesinde tapu kadastro idaresi feodal aşiret reislerini elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet tedbirlerini uygulamaya başlamıştır.

Bu durumda feodalizm, kendi yasa dışı egemenliğini iktisadi temellerini tehlikesiyle
karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte özellikle bu tedbir, isyana yol açan neden olmuştur. Kitleleri kendi peşlerinde sürükleyebilmek için feodal unsurlar hükümetin silahlı kuvvetinin zayıf olduğu lafını yaydılar. Yaydıkları söylentiye göre, hükümet, ayaklanmayı bastırmak için silahlı birlikleri göndermeye cüret ettiği takdirde İngilizlerle Fransızlar, Türkiye’ye hemen savaş açacaklardı. Ayrıca Arapların da isyancılardan yana olduğu şeklinde haberler çıkartıldı. Feodal unsurlar kamuoyunu bu şekilde hazırladıktan sonra birçok aşiret kendi arasında ittifak yaptı ve “genel müfettişe” yazılı bir açıklama göndererek idari makamlarla anlaşma temeli olmak üzere utanmazca şartlar ileri sürdü. İstedikleri şey hükümeti feodal yöneticilerin zorbalığa dayanan keyfi rejimlerini tasfiye yolunda aldığı tüm tedbirlerden vazgeçmeye zorlamaktı”

Yazıdan görülmektedir ki; Komünist Enternasyonal, gerici feodal isyan karşısında
T.C. Hükümetinin müdahalesini desteklemektedir. İsyanı inkâr edenlere bu tarihi belge
bir tokat gibidir.

SONUÇ                     : 

Bu tezgâhın ve bu tertipçilerin Dersim İsyanı’nı çarpıtmaları, gerçekleri saptırmaları
ve katliamı Atatürk’e mal etmeye çalışmalarının nedeni ne olabilir? Neden açıktır :

Cumhuriyetle ve Atatürk’le hesaplaşmak. Bu yalanların ve iftiraların dinciler tarafından da destek görmesinin asıl nedeni budur. Bugün açıkça Atatürk’e saldıramıyorlarsa da Dersim’le bunun yolunu açmayı amaçlamaktadırlar. Dersim katliamını Atatürk’e mal edip milletin kafasını bulandırdıktan sonra girişecekleri 2. konu İstiklal Mahkemeleri olacak ve sözde binlerce masum insanın bu mahkemelerde yargılandığını, birçoğunun
idam edildiğini ve idam emirlerinin de Atatürk tarafından verildiğini öne süreceklerdir. Bundan sonraki aşama ise Devrimler olacaktır ve Hilafetin kaldırılması ile yeniden kurulması tartışmaları gündeme getirilecektir.

Bu senaryonun sonunda varılmak istenen HEDEF; Atatürk’ü silmek, devrimleri rafa kaldırmak, devlet işlerinde dinin referans alındığı yeni Osmanlıcı bir siyaset izlemek ve sahte demokrasi görüntüsüyle teokratik bir düzene geçmektir.Geçmişle yüzleşmek, yaraları sarmak ve acıları tazmin etmek böyle olmaz. Gerçekten o amacı taşıyanlar, arşivleri tümüyle açarlar. Seçme birkaç belgeyle insanlar yanlış yönlendirilmez;
nesnel, objektif Araştırıcılara, gazetecilere, tarihçilere bütün belgeler, dokümanlar,
kayıtlar sunulur. Ondan sonra mesele enine boyuna belgeleriyle-kanıtlarıyla tartışılır ve sorumluları ortaya çıkar. Gerekirse gıyaplarında da yargılanırlar. Ama tezgâhçı-tertipçi mahkemelerle değil. Tarihçilerden, ilgili akademisyenlerden oluşan kurulla yargılanırlar. Çünkü bu mahkemeden hapis cezası çıkacak değildir. Kimlerin ne derece suçu, sorumluluğu olduğu belirlenecektir. Yoksa tertipçilere kalsa Ermeni katliamlarından bile Atatürk’ü sorumlu tutacaklardır. Hatta bazıları yapmaktadır da. Mustafa Kemal’in gençliğinde İttihat ve Terakki’ye üye olduğu, Ermeni katliamını İttihatçıların yaptığını, Cumhuriyeti de İttihatçıların kurduğunu, dolayısıyla Cumhuriyetçilerin Ermeni katliamcısı olduklarını söyleyebilecek derecede alçalabilmektedirler. Bilimsel tarih anlayışında
onun bunun düşmanlığına, ideoloji karşıtlığı ya da taraftarlığına yer yoktur. Ön yargısız ve objektif olarak tümüyle belgelerin ve kanıtların ışığında konular ele alınır ve yorumlanır. Cemaatçi, ırkçı, intikamcı ve liboş zihniyetle değil!

Dersim’i bir hesaplaşmak alanı olarak görenlerin ırkçı faşistler intikam çığlıkları atmakta ve Türkiye’de birlik beraberlik halinde yaşamak istemediklerini söyleyecek kadar saçmalamaktadırlar. Bunlar bu şovenliklerini Koçgiri, Şeyh Sait ve Dersim İsyanının
ele başısı olan Nuri Dersimi’nin “Kürt gençliğine Hitabe”sinden almaktadırlar.
Bakın o hitabedeki şu ifadelere:

“Kürdistan denilen harabezar anayurdun istihlası için intikam!… 
Kürt diyarında uluyan sırtlan ve çakallar ırkının mülevves vücutlarından
Kürt vatanını tahrir için intikam! …
Medeniyet dedikleri kahpenin peşine sığınarak bize uluyan köpekleri susturmak için intikam! … İntikam! … İntikam! …
Geçmişi kaşıyanlar ve Millete yanlış aktaranlar bilmelidirler ki; bu tavırlarıyla halkları birbirine düşürebilir ve bir iç çatışmaya yol açabilirler. Çünkü bu gözünü
kin ve nefret bürümüş çapulcu sürüsü karşısında şiddetten başka, kafalarını ezmekten başka yol olmadığı düşüncesinde olan bir faşist potansiyel de mevcuttur.
Bunların çatışması topluma da sirayet eder ve yıllar önceki bir acıyla yüzleşelim derken çok daha büyük acılar yaratılabilir.”

https://tr.facebook.com/TarihtarihSayfasi/posts/378828898917691

1938 – SON YIL

1938 – SON YIL…
BÜYÜK ATATÜRK

Ceyhun_Balci_portresi

Dr. Ceyhun BALCI

O’nu sayısız savaşa tutuşsa da yaşamını doğal yollarla yitiren bir kahraman olarak bildik! Çok iyi tanımamışız diyebiliyorum! Orhan Çekiç’in Kaynak Yayınları’ndan çıkan “1938 – Son Yıl” kitabı pek çok yeni bilgiyle birlikte,
sayısız yanlışı da düzeltmeye aday bir kitap!

Atatürk’ü aramızdan alan hastalık konusunda tartışmalar sürüyor.
Neden ne olursa olsun; O’nu aramızdan alan ülkesine ve milletine hizmet aşkıdır!

Son yılında, ölüme gün sayarken giriştiği mücadele O’nu aramızdan epeyce erken almıştır. Lozan’da sonuca bağlanmayan sorunları birer birer çözmeye kararlıdır!

Hatay da bunlardan birisidir! Hatta öyle ki; bu soruna “şahsi meselem” demektedir. Hatay Misakı Milli topraklarına mutlaka katılmalıdır! Uzun ince bir yoldur
Hatay sorununu çözmek! Barışçıl yollardan çözülmüş olmasına karşın savaş olasılığı hiçbir zaman göz ardı edilmemiştir. Çözüme yakın aylarda Atatürk de aramızdan ayrılmaya yakındır. Çok kritik bir dönemde kendisini hiçe sayarak soluğu güneyde, Suriye sınırında alabilecek denli özverili bir önderdir.

Üstelik tam da o yıllarda her nedense Dersim İsyanı söz konusu olmuş ve tıpkı
Musul sorunu çözülecekken kendisini gösteren Şeyh Sait İsyanı gibi Cumhuriyet’e çelme takma girişiminde bulunmuştur.

Neyse ki, yaşamını bu iş için tehlikeye atan Atatürk’ün gözü arkada kalmamıştır!
Hem Dersim İsyanı bastırılmış hem de Hatay sorunu çözülmüştür.

Değil her gününü, her anını uğruna ölebileceği ilkeler doğrultusunda yaşayan Atatürk’e zaten az olmayan saygım ve sevgim bu kitapla birlikte tanımlanması güç büyüklüklere erişmiş oldu.

Kitap “son yılı” anlatmakla birlikte yeri gelince yüzyıllarca geriye ve sıklıkla da
bugüne uzanıp bütünleş(tir)me işlevini başarıyla yerine getiriyor.

Böyle bir önderi, şu ya da bu biçimde karalama yoluna gidenlere ve hatta bunu yapmasalar bile O’na ilgisiz kalanlara hoşgörüm kalmadı! Atatürk’ü sevmek ya da O’nun görüşlerini benimsemek bir zorunluluk olmamalı düşüncesini aklımın bir kenarında tutmak isterdim ödünsüz bir Atatürkçü olmama karşın!

Bu kitapla tazelenen ve yenilenen Atatürk bilgilerimle artık O’nu benimsemeyen değil, O’na ilgisiz kalanların bile dostum olmak zorunda olmadıklarını orta yere haykırmanın
bir görev olduğunu düşünür oldum! Bu görevi daha fazla ertelemenin gereği yoktu!

Ceyhun BALCI, 18.01.2014