Etiket arşivi: Yaşasın Atatürkçülük!

Günümüzde Atatürkçülük Nerede?


Günümüzde Atatürkçülük Nerede?

portresijpg


Prof. Dr. Kemal ARI

“-En büyük Türk, Atatürk”

 

 

Şakşakçı, yağdanlık; her türlü ortama kendini uydurmakta pek hünerli kesim konuşuyor:

“Artık Kemalizm bitti!”

Niçin diye sormaya gerek bile yok.
-“Çünkü Kemalizm, çağın gereklerine karşılık veremiyor.

O;

1. Ulusalcı,
2. Devrimci,
3. Laik,
4. Halkçı,
5. Cumhuriyetçi ve
6. Devletçi… (6 Ok ilkesi)

Bu değerlerden bugünümüze dek ne kalmışsa, kalana bile dayanamıyor;
Atatürk gibi “dahi” bir kimlik ve kişiliğin karşısına olmadık kişileri çıkarıyorlar.
Bir tür tarihten rövanş alma… Bir şeyleri içselleştirememe ve kanıksayamama… Dünyayı doğru okuyamama…

Örneğin, çok etkili ve yetkin bir kişilik tutup, ulusçuluk kavramından “ırkçılığı” anlayabiliyor ve çağdaş dünyanın bir önceki evresi olan feodal ilişkiler düzenini ve ümmetçi siyaseti, çoğulcu demokrasinin bir parçası gibi allayıp, şekerleyip önünüze koyabiliyor…

Ulusçuluktan ırkçılığı,
Cumhuriyetçilikten vesayetçiliği;
Halkçılıktan yozlaşmayı anlayan ve konuları böyle algılayan bir kafanın çağdaş bir kafa olduğu söylenebilir mi?

Ya tutup, “demokrasi, demokrasi, ille de demokrasi; Kemalist vesayetçi düzen
sona erdi
, yerlerde debeleniyor; çağın gerisinde kaldı derken”; gidip demokrasiyi
Said-i Nursi’nin nur ayetlerinde, Ortadoğu’nun haremlerin içinde kaybolmuş
Vahabi kültüründe arayan ve Osmanlı Devleti’ne de bakarak, ondan kendine bir kimlik
ve edinim bulmaya çalışan kafaya ne demeli?

İnsanın bu tür tarihe şaşı bakanları görünce, şunu diyesi geliyor:

A “şaşıbakanım”, senin tarihte çok değer verdiğin, sanki bir Altın Çağmış gibi bugüne taşımaya çalıştığın o düzenin temsilcisi olan sultanların kendi bulundukları zaman diliminde oynadıkları rol, senin savunduğun değerler dünyasıyla hiç uyuşmaz. Öyle ya! Neredeyse Roma’yı yeniden ihya etmeyi düşünen; bunun için Otranto Seferi’ne bile çıkmayı göze almış; dönemin katı taassuplarını kırarak, çok dil öğrenmiş, felsefeye merak salmış… dince günah sayılmasına karşın tablosunu yaptırmış bir
Fatih Sultan Mehmet
; o dönemde O’nun düzenine karşı başkaldırmış gerici zümre varken, nasıl senin tarihsel çizgini ve eksenini temsil eder? O, kendi döneminin koşullarına göre, yaşadığı çağın yerleşik kalıplarını kırmaya çalışan bir anlayışa sahipti…

Ve örneğin, bugün yecelttiğiniz ve göklere çıkardığınız Sultan II. Abdülhamit bile, sizin sandığınız ölçüde şeriatçı bir kimlik ve kişilik değildi. Neyi, kime karşı savunuyorsunuz? O’nun, dönemin koşulları içinde İngilizler’e karşı bir siyaset olarak kurguladığı “İslamcı” politikaya bakarak, Sultan’ı taassup içinde bir kimlik ve kişilik mi sandınız? Dince neredeyse dünyanın en büyük tefekkür sahibi kişisi olarak nitelendirdiğiniz,

Said-i Nursi’yi “Delidir” diyerek tımarhaneye attıran
Sultan II. Abdülhamit değil mi?

Bu zıtlıklar bir yana; Atatürk’ün getirdiği değerler dünyasına baktığımız zaman;
geçmişin eleştirisi yerine, günümüze bakıp, o değerler dünyasından bugünün
geri kalmış toplumları olarak ve elbette kendi gerikalmışlık düzeyimizin içinde değerlendirerek, Atatürk’ü ve O’nun aydınlanma ideolojisini nereye koyabiliriz,
bunu düşünmeye değmez mi?

Atatürkçülük’ü tabu biçimine getirmeye çalışanlar olduğu söylenir sık sık… Doğrudur. Belli dönemlerde, O’nu kalıp haline getirerek, tarihin dar bir alanına hapsedip bırakmaya çalışanlar hep bu ülkede olmuştur. Ancak, şunu söyleyelim:

  • Her şeyi bir yana bırakın: Atatürkçülük; akla, bilime, evrensel ve çağdaş değerlere, Türk Kültürü’nü içselleştirmeye, yurtseverlik duygularına yönelmiş ve ezilen uluslara antiemperyalist duruşuyla örnek olmuş
    bir harekettir.

  • Ben size hiçbir katı dogma bırakmıyorum
    İki şey emanet ediyorum; biri akıl, öteki de bilim!” 

diyen büyük Gazi’yle derdi olanın, akılcılıkla, bilimle, çağdaşlıkla, çağdaş ve evrensel değerlerle ve Türk kültürünün en aşağı yedi bin yıllık geçmişiyle bir derdi vardır.

Türkiye dünyanın en güzel ülkelerinden biridir ve her Türk, O’nu yurtseverce duygularla sever… O’nu başının üzerinde yükseltir. Bütün yurttaşlarını, hiçbir etnik, dinsel ve mezhepsel ayrıma bakmaksızın; yasalar, kamu düzeni ve toplumsal yaşam içinde
eşit görür. Bunun güvencesi, bütün dinsel inanışlara ve inançsızlığa eşit uzaklıkta olan çağdaş hukuksal ilkelerdir.

Devlet; din üzerinden siyasal bir yapılanmaya yönelmez.

O yurttaşını ya da bu yuttaşını; ırkı, dini, cinsi, bağlı bulunduğu boy, aşiret kimliğine bakmadan eşit görür…

Bu yaklaşımlarla derdi olan var mı?

Varsa bilin ki; o yalnız Atatürkçülük’ün değil, evrensel değerlerin de karşısındadır.
Çünkü Atatürkçülük, geri kalmış ve akıl devrimini kaçırmış olan Türkler’in
bu değerlerle buluşmasını sağlayan büyük bir devrimci dönüşüm hareketidir.

O nedenle, günümüzde Atatürkçülük; Rönesans ve Reform Hareketlerini yaşayamayarak; bırakın bu değerler düzenini, Sanayi ve giderek de Bilişim devrimini bile gerçekleştirmiş güçlü devletlerin karşısında, ezilen geri kalmış ulusların kendilerini onlara karşı savunmasını ilkesel olarak içselleştirmiş bir karşı duruş hareketinin adıdır.

Ancak bu karşı duruşu, yalnız yayılmacı duygulara karşı askeri ve siyasal düzende engellemekle yetinmez… Geri kalan ulusların geri kalmışlığını, onların tarihsel süreçte Aydınlanma değerlerini; bu değerler sistemi üzerine binmiş olan Sanayi Devrimi’ni
ve bunun arkası sıra gelen bütün modernleşme çabalarını kaçırmalarına bağlar.
Onları bulundukları noktadan alıp;

– kuldan birey, sonra da yurttaş yaratmayı;
– tebayı ulusa çevirmeyi;
– tanrısal bir öze dayanan kişi egemenliğini ulus egemenliğine dönüştürmeyi amaçlar…

  • Gerçek demokratik cumhuriyetin ancak ulus devlette,
    ulus haline gelmiş yurttaşlar topluluğu tarafından yaratılacağını bilir…

Pekala, günümüzde Atatürkçülük nerede?
O’nun geldiği düzey ve içinde bulunduğu koşullar nelerdir?

Derhal yanıtlayalım:

  • Günümüzde Atatürk, yalnız ve yalnız, milletin temiz vicdanındadır.
    O, her an her yerde belirebilir:

Türkiye Türktür, Türk kalacak! Yaşasın Türkiye, Yaşasın Atatürk,
Yaşasın Atatürkçülük” diye atılan naralardadır Atatürk…

Toplumun nefes alışında, ayak seslerinde; gece uyurken rüyalarındadır.
Artık O’nu koruyacak hiçbir yasaya, kurala gerek yoktur. Kim ne kadar vuruyorsa Atatürk’e ve Onun değerlerine; her vuruşta dipdiri yerden fışkıran diri bir filizdir Atatürk, vicdanlarda açan…

O’nun yeşerdiği bahçe o denli bakir, temiz ve coşkuludur ki;
bir vurana, bin yerden seslenir:

“En büyük Türk, Atatürk” diye…

Bugün; hem kabile ya da aşiret düzenini savunup, hem de çoğulcu demokrasinin
bir gereği olarak bu yapıyı olumlu görenler var ya!

Nasıl ki; “Köre gözlük” diyoruz, onlara da tarihe şaşı bakmalarını engellemek için
ayrı bir gözlük vermek gerekiyor.

Eğriyi doğru, doğruyu da eğri olarak görmemeyi başarırlarsa,
emin olun her şey daha yerli yerine oturur…

Şimdi birileri ve o birilerinin oluşturduğu topluluklar yeni savruluşlar yaşıyorlar…
Heyecanla, bulundukları yerden haykırıyorlar:

Yeni Osmanlılık….
– Osmanlı Düzeni…
Gerçek demokrasiyi yaratacak olan şeriat!

Kör, doğruya eğri baktıktan sonra; demokrasinin şeriatla olabileceğini savunan
bir kişi, Atatürkçü olsa ne olur, olmasa ne olur…
Hani derler ya; kumaş çok eskimiş, dikiş tutmaz…
En iyisi, “Koyver” gitsin…
Su akar, yolunu bulur nasılsa…

Kemal Arı 
27.11.2013, İzmir

Prof. Dr. Sina AKŞİN : 10 Kasım…

10 KASIM

portresi_sina_aksin

Prof. Dr. Sina AKŞİN
ADD GYK Üyesi

Bu gün Büyük Önderimizin ölüm yıldönümünde, önce O’nun Türk Ulusuna yaptığı
en büyük hizmeti analım. O büyük hizmet, Sevr Antlaşması ile yakın bir ölüme mahkum edilmiş olan Türkleri ölümün kapısından çekip kurtarmasıdır.

  • 30 Ağustos Zaferi öyle parlaktır ki Sevr’i yırtıp atmıştır.

Yerine, Lozan Antlaşması ile parçalanmamış bir Anadolu üzerinde
bağımsız bir Türkiye doğmuştur.

Sevr ile kurnaz ve sinsi Emperyalizm Rumeli’de Türklerin etnik temizliğini
büyük ölçüde gerçekleştirdikten sonra, 1. Dünya Savaşının sonunda yüzyıllardır beklediği fırsatın oluştuğunu düşünerek Anadolu hakkındaki planını açık etmiştir.

  • Sevr Antlaşması Anadolu topraklarını Ermenistan, Yunanistan,
    nüfuz bölgeleri olarak Fransa ve İtalya arasında paylaştırıyordu.

Ermenistan ve Yunanistan aldıkları yerleri midelerine indirip sindirdikten sonra
Fransız nüfuz bölgesi Ermenistan’a, İtalyan nüfuz bölgesi de Yunanistan’a eklenecekti. Bu arada ordusuz bırakılmış, maliyesi Avrupalının elinde olan Osmanlı Devleti
kara yazgısını bekleyen kurbanlık bir koyun durumunda olacaktı. Demek ki
Yunanistan ve Ermenistan o noktada Osmanlının üzerine çullandıklarında
onlara direnilemeyecek ve Türk Devleti tarihe karışacaktı. Sonra da o iki devlet
etnik temizlik süreçlerini işletmeye devam ederek Türklüğü Anadolu’dan sileceklerdi. Sevr’i biraz dikkatle inceleyenler planın bu olduğunu görüyorlardı.

Lozan ile Türkler bu korkunç akıbetten kurtuldular. Fakat Atatürk ilerisini de düşünüyordu. Batılılar planlarında başarısızlığa uğramışlardı. Ama onlar dünyanın
en zengin, en güçlü, en bilgili insanlarıydılar. Böylesine bir yeryüzü egemenliğine sahip olanlar, planları başarısız oldu diye ondan tümüyle vazgeçerler miydi? Yoksa aynı planı başka zamanlarda, gerekirse başka yollardan giderek gerçekleştirmeye mi çalışırlardı? Bu denli güçlü ve egemen olanlar herhalde ileride fırsat bulduklarında aynı hedefe varmak isteyeceklerdi. Atatürk bunu gördü. Demek ki Lozan’ı sağlamak yetmezdi. Sevr’in bir daha hiçbir zaman Türklerin karşısına çıkarılmaması gerekiyordu.

Bunun olabilmesi için Türklerin her alanda Batılılarla boy ölçüşecek konumda olmaları gerekirdi. Oysa Türkler okumasız yazmasız, şeyhlik ve ağalık düzeninin, ortaçağın tutsağı durumundaydılar. İşte Atatürk devrimi insanlarımızı en kısa zamanda şeyhlik ve ağalık düzeninden çıkarıp çağcıl bir düzene eriştirmeyi hedefliyordu. Atatürk Büyük Zaferle, kazandığı büyük nüfuzla yalnız Lozan’ı değil, Atatürk Devrimini de başardı. Böylesine büyük bir nüfuz, böylesine bir şan olmasa, böylesine kökten bir Devrime karşı büyük bir direnç oluşur, başarılamazdı.

Bu söylediklerimizden önemli bir sonuç çıkıyor:

  • Atatürk Devrimine sarılıp gereğini yaptığımız sürece
    yeni bir Sevr’den uzaklaşırız. Atatürk Devrimine sırtımızı döndüğümüz oranda yeni bir Sevr’e, o büyük felakete yaklaşırız.

Ne yazık ki Atatürk Devrimi denen o kurtarıcı atılım, o mucize 1950’de başlayan Karşıdevrim süreci ile büyük ölçüde (duruma göre) yavaşlatıldı, zayıflatıldı, donduruldu, hatta kimi zaman geri çevrildi.

İşte cumhuriyet tarihimizin büyük faciaları:

– O canım Halkevlerinin kapatılması (1951).
– O görkemli buluş, Köy Enstitülerine son verilmesi (1954).
Öğretimin Birliği Yasasının adeta çöpe atılarak zaman içinde ortaçağ yuvaları olan kıyamet kadar İmam Hatip okulunun açılması.
Devrimin kahraman askerleri, işçileri olan öğretmenlerin mesleklerinin ikinci sınıf meslek durumuna düşürülmesi. Bunlar olmasaydı, Atatürk Devrimi yürümeye devam etseydi Türkiye günümüzde kim bilir nerelerde olacaktı!

Bu gün 10 Kasım’da sevgili Atatürk’ümüzü özlemle anarken;

Atatürkçülük yolunda daha kararlı olarak çabalamaya, ilerlemeye ant içiyoruz!

Çünkü biliyoruz ki, şu günlerde Türkiye’mizin karşı karşıya bulunduğu tehlikelerden, felaketlerden tek kurtuluş yolu Atatürk Devrimidir! Er geç, zorunlu olarak Türkiye’nin
o yola döneceğini, güzel günler göreceğimize inancımız tamdır! (10.11.2010)

Yaşasın Atatürk Devrimi!

     Yaşasın Atatürkçülük!

     Yaşasın Atatürkçü Düşünce Derneği!