Etiket arşivi: Tekel işçileri

MESAJINIZI ALDINIZ MI ??

MESAJINIZI ALDINIZ MI ??

portresi

Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ

ADD Genel Başkan Yardımcısı
Ankara Üniv. Veteriner Fak.

 

Kestirimim, tarihçiler ve sosyal bilimciler gelecekte Türkiye’yi 31 Mayıs 2013 öncesi ve sonrası diye iki dönemde anlatmak zorunda kalacaklar.

Mayıs öncesi dönem Kemalist devrimin nimetlerinden yararlanan, bu dönemi
har vurup harman savuran, Kemalist devrimin en önemli olmazlarından Devletçilik, Halkçılık ve Devrimcilik ilkelerini unutan, yalnızca Cumhuriyet, Laiklik ve Ulusalcılığı ön plana çıkaran, geleceği devrimci bir gözle okuyamayan,
halktan kopmuş, bize bir şey olmaz, neme lazımcı bir ulusun yaşadığı bir Türkiye.

Sonrası ise henüz belli değil. Bunu toplumun dinamikleri olan gençler ve uyandırmaya çalıştıkları kişiler hep birlikte belirleyecek. Ya Kemalizmin en önemli bütünleyici ilkesi olan tam bağımsızlığa kavuşacak ya da söylemesi bile kötü ama çağdaş uygarlıktan kopup karanlığa boğulacağız.

Kemalizmde Halkçılık veya Atatürk’ün kendi el yazısıyla yazdığı notlarda Demokrasi olarak tanımladığı ilkesinden anlaşılan; toplumda hiç kimseye, zümreye ya da herhangi bir sınıfa ayrıcalık tanınmamasıdır.

  • Herkes yasalar önünde eşittir.

Hiç kimse başkasına karşı din, dil, ırk, mezhep veya ekonomik açıdan üstünlük sağlayamaz. Bu ilkeden ilk kopuş 2. Dünya Paylaşım Savaşı sonrası biçimlenen
2 kutuplu yenidünyada işçi sınıfının egemenliğine dayanan sosyalizmle, belirli bir üst ekonomik sınıfın egemenliğine dayanan kapitalizm arasında sıkışmamız sonucu, sanki bir tarafı tutmak zorunluluğumuz varmışçasına kapitalist sisteme taraf olmamızdan sonra başladı. Özellikle her mahallede bir milyoner yaratma sevdasına düşüldü (AS: Demokrat parti döneminde.. halkımız 1 milyonerin 1000 yoksul yaratma ile olanaklı olabileceğini anlayamadı!). Önceleri henüz Kemalist Devrimin temel taşları yerinde durduğu için pek anlaşılamadı ama önce 12 Mart 1971 yarı-darbesi ve ardından 12 Eylül 1980 darbesi ile taşlar tümüyle yerinden oynatıldı.

Ardından Atatürk’ün adı da kullanılarak topluma Türk-İslam Sentezi dayatılmaya başlandı. Kimi yörelerde ulusun kullandığı yerel diller yasaklanmaya, İslam adına belli bir mezhep dikte edilmeye başlandı. Buradan, sakın ana dilde eğitimi savunduğum gibi
bir saçmalık kimsenin aklına gelmesin.

  • Bir halkın ulus olabilmesinin vazgeçilmez koşulu dil birliğidir.

Ayrıca “Türk ulusu” derken de bir ırktan söz etmiyoruz.

Atatürk’ün de dediği gibi Ulus;

  • Geçmişte bir arada yaşamış, bir arada yaşayan, gelecekte de bir arada yaşama inancında ve kararında olan, aynı yurda sahip, aralarında dil, kültür
    ve duygu birliği olan insanlar topluluğudur.

– Ancak sosyal ilişkilerinde kimsenin ana dilini konuşması yasaklanamaz.
– Kimse belli bir mezhebe sahip olan köylere, o köylülerin fikirleri sorulmadan istemediği ibadethaneleri zorla dayatamaz.

Ama ne yazık ki bunlar yapıldı.

Atatürk’ün Halkçılık ilkesi ile bağlantılı olarak değerlendirdiği Devletçilik ise
Türk Ulusu’nun ulaşmak istediği çağdaş ve modern bir düzen için gerekli olan ekonominin güçlendirilmesi ve ulusallaştırılmasıdır. Buna göre devlet, ekonomiyle ilgili olarak doğrudan doğruya müdahale yapabilir. Ekonomik girişimler yalnızca Devletçe yapılmayacak, özel girişime izin verilecek ama hiçbir özel girişim devlet denetim ve gözetiminden çıkamayacaktır.

Özellikle Halkçılık ilkesinden uzaklaşmaya başladığımız günlerden başlayarak ve yukarıda sözünü ettiğimiz 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri ile neoliberal politikaların dünyada yükselmeye başladığı dönemde bu ilkeye ne denli bağlı kaldığımızı ve savunduğumuzu tartışmaya bile gerek yok.

Ve gelelim Atatürk’ün yaptığı devrimin korunmasının gereği olan Devrimcilik ilkesine.. Bu ilke, seçkinciliği açıkça dışlayan, halkla bütünleşmeye ve dolayısıyla demokratik yöntemlere büyük önem veren ulusalcı bir devrimcilik anlayışıdır. Eski düzenin geçerliğini yitirmiş kurumlarını yıkıp, yerlerine çağın gereksinimlerini karşılayacak kurumları koymak ve sürekli yeniliklere, değişimlere açık olmak biçiminde iki yanı bulunmakta ve kalıplaşmaya karşı çıkmaktadır. Cumhuriyet döneminin kazandırdıklarının korunması tümüyle bu ilkeye dayanır. Koşullara koşut olarak yalnızca kurumların değil, düşüncelerin de değişmesinin gerekliliğini anlatan bu ilke gereği, en ileri bir devrimin bekçiliği ile yetinenler, günün birinde değişen koşulların gerisinde kalmaktan, tutuculaşmaktan kurtulamazlar. Kemalizm’in “Sürekli Devrimcilik” anlayışının
temel nedeni budur.

Gerçek devrimciler kendilerini değil, savaşımlarını ve savaşım araçlarını öne çıkaran kişilerdir. Her toplantıda, her törende “falanca da aramızda” diye kendilerini öne çıkaranlar veya yalnızca makam ve konumlarıyla seçkinlik yaratmaya çalışanlar
gerçek devrimci olamayacakları gibi; onlara salt bu makamları nedeniyle saygı duyan kişiler de devrimcilik ilkesinden habersizdir. Bunların ileri görüşlülüğü veya uzakları görmesi, gözlerinin keskinliğinden veya devrimcilik bilincinden değildir. Olsa olsa devlerin omuzunda yükselmelerindendir. Ayrıca bu türden kişiler devin omuzundan düştüklerinde ne denli cüce oldukları belli olacağından, bulundukları yere her türlü yolu deneyerek
sıkı sıkı tutunmaya çalışan zavallılardır.

Sözün kısası; örgütlü Cumhuriyet mitingleriyle başlayan, ancak yalnızca belli bir kesimi hedefleyip fabrika ayarlarını isteyen, daha sonra ilk olarak Tekel işçilerinin direnişlerinde gaz yemesiyle süren, 29 Ekim 2012’de gaz yeme ve barikatların yıkılmasıyla doruk noktasına ulaşan eylemler, Kemalist Devrimi tam anladığına inandığım gençlikle yeni bir aşamaya geldi. Doğru olarak her kesimi kapsamaya başladı. Ancak verilen iletiler  salt varolan iktidara değil, yukarıda belirttiğim, devlerin omuzlarında yükseldiği için ileriyi gördüklerini sanan kişilere de verildi.

  • Mesajınızı aldınız mı?