Kategori arşivi: Hekim Saltık

Fransa’da plastik kaplar yasaklandı!

Fransa’da plastik kaplar yasaklandı!

Sayın Hocalarım, Arkadaşlar, 

Bu haber ile enaz 4 sonuca ulaşmak olanaklı. Bu sonuçlar:1-Halk sağlığı adına Fransız kamuoyunun bilinçli olduğu ortaya çıkıyor.
2-İktidarda Yeşiller Partisi olmamasına karşın önerinin ciddiye alınıp yasalaşması “çoğunlukçu” (AS : majority) değil çoğulcu (AS : Pluralist) demokrasiyi gösteriyor. İktidarın muhalefete saygısını gösteriyor.
3-Endüstri devlerinin halkın sağlığının korunması hususunda
yoğun para/kulis baskısına karşın dize getirilebileceğini gösteriyor.
4. Kısacası bu ülkede (Fransa) demokrasinin, hukuk devletinin ve
sosyal devletin var olduğu kanıtlanıyor. Darısı başımıza.

Saygılarımla. 20.9.16
Dr. Kemal M. Hisar

Fransa’da plastik kaplar yasaklandı!

Fransa’da kabul edilen yeni bir yasayla tüm plastik kapların kullanımı yasaklandı!
Fransa plastik kap

Plastik yasağı ülkede, iklim değişikliğinin önüne geçilmesi için alınan önlemlerden birisi. İngiliz Independent’in haberine göre, çevrebilimciler yasağı desteklerken, bazı kesimler ise kararın Avrupa Birliği kurallarına aykırı olduğu görüşünde.

Avrupalı paketleme üreticilerini temsil eden Brüksel merkezli bir organizasyon olan Pack2Go, yeni yasaya karşı geleceklerini söyledi ve bunun tüm Kıtaya yayılmasından endişe duyduklarını belirtti. Fransa’da bu yıl süpermarketlerde plastik poşet kullanılması da yasaklanmıştı.

============================

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Y. Doç. Dr. Kemal M. Hisar‘ın iletisini sevinçle karşılıyoruz.. Halkın sağlığı / Halk sağlığı herhangi bir gerekçeye  / değere (plastikler elbette dahil!) kurban ya da feda edilebilir mi??

  • Hiçbir ekonomik zorunluluk, insan sağlığına zarar verecek bir işlemin nedeni olamaz!

Sevgi ve saygı ile.
20 Eylül 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hüsnü Mahalli : GDO’lu AKP

GDO’lu AKP

Portresi

 

Hüsnü Mahalli
YURT
Gazetesi, 17.09.2016

(AS : Bizim bilimsel katkımız yazının altındadır..)

Aslında her şey çok basit. Birileri insanlığı yok etmek istiyor.
Silah üretip savaş çıkardılar, olmadı.
Laboratuvarlarda virüs üretip hastalık yaydılar, olmadı.
Daha kolay, uzun erimli ve kârlı formüller bulmaları gerekiyordu.
Sonunda buldular : GDO!
Genetiği yani doğal yapısıyla oynanmış gıdalar.. Oyun başladı.
Önce genetiğiyle oynanmış yani genetiği bozulmuş tohumlara el attılar.
Bu tohumlarla, doğal yapısıyla yetişen ağaç, sebze ve meyve yetiştirdiler.
Ağaç, sebze  ve meyveler bozuldukça ilaçlamaya başladılar.
İlaçlar toprağı zehirledi. Bozulan toprağı verimli kılmak için gübre imal ettiler.
Bu topraktan otlanan hayvanlar hastalandı. Hayvanlara GDO’lu yem yüklediler.
Bu hayvanlardan elde edilen ürünleri yani et, süt, yumurta ve bunlardan üretilen
tüm gıdaları insanlara yedirdiler.
GDO’lu tahıl, meyve, sebze ve hayvan ürünlerini yemek zorunda bırakılan insanlar
kolay hastalanır oldu.
GDO’lu kaynaklı gıdalar insanların bağışıklık sistemini çökertti.
Hastalıklarda patlama oldu. Özellikle kanserde.
İlaç şirketleri acayip zengin oldu. Somut bir örnek:

Hafta başında Alman ilaç firması Bayer dünyanın en büyük tohum ve tarım ilaçları üreticisi Amerikan Monsanto şirketini 66 milyar dolara satın aldı.
Çok basit: GDO’lu tohum sat, peşinden tarım ilacını kakala sonra da hastalıklı tohum ve topraktan alınan ürünleri yiyerek hastalanan insanlara ilaç sat.
Müthiş bir tezgâh. Bu yalnızca bir örnek.
Benzer ilişkiden trilyonlarca dolar kazanan belki de yüzlerce şirket var.
Hemen hemen hepsi İsrail ve ABD kökenliEmperyalizm-Siyonizm İttifakı.

  • İsrail’in başta Türkiye ve KKTC olmak üzere dünyanın her tarafında tarım arazisi satın alması boşuna değil. 

Özellikle Afrika, Latin Amerika ve Hindistan. GDO’nun henüz bulaşmadığı
temiz topraklar. Bu Siyonistler çok cin ve biraz da puşt. İdeoloji gereği.
GDO’lu gıdaları başkalarına yedirirler ama kendileri dokunmaz.
İnsanlık ölsün diye. Yaşam tacirleri.
‘7 milyar insan ölse de bir tek biz kalsak’ inancı.
Topraklar, doğal yapısıyla hayvanlar, böcekler ve yaşama dair her şey yok olmalı.
Yeniden bir Nuh Tufanı. Peki devletler ve hükumetler ne işe yarar?
Hiçbir şeye! Dev şirketler onları da satın alıyor.
GDO’lu tohumları, sebze ve meyveleri ve bilumum (AS: her türlü) zehirli ürünleri yasaklayan yok. Herkes yavaş yavaş ölmeli.
Türkiye dâhil dünya medyasında bu tehlikeli gidişatı anlatan haber, program ve yorum bulamazsınız. Bazı dürüst insanların kıt olanaklarıyla yapılanlar dışında.
İnsanlar da şartlandırıldı. Evlendirme, giyim-kuşam ve bilumum aptal eğlence programlarına alıştırılan insanlara artık hiç kimse GDO ile ilgili program izlettiremez.

  • Toprağımız, suyumuz, havamız ve her şeyimiz yavaş yavaş yok oluyor ama
    bizden çıt yok. İnsanlar toptan GDO’lulaştırıldı. Her tarafları hormonlu.

AKP sayesinde! AKP iktidar oldu memleket GDO ile tanıştı.
AKP bu toprakların yerel tohum üretimini yasakladı.
AKP sayesinde Türkiye yabancı GDO, GDO’lu tohum, GDO’lu yem, GDO’lu meyve ve sebzeler, tarım ilacı ve bilumum hormon cennetine dönüştürüldü.
‘İslamcı’ AKP sayesinde. Her şeyi bozduğu gibi toplumu da yozlaştırdı.
GDO’lu tohumla ‘Dindar ve kindar gençlik yetiştirmek için’.
Hormonu bol, ilacı yok.
Ölümlerden ölüm seçin : Ya GDO’dan ya da AKP’den.
Siz uyumaya devam edin.

=======================================

Dostlar,

Bu sitede GDO konusu epey yazıldı..
Biz birkaç yıl, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın GDO’lu ürünlerin ülkemize girişi ile ilgili karar veren bilimsel kurulunda Uzman Öğretim Üyesi  (Tıp, Halk Sağlığı) olarak görev yaptık. Biyogüvenlik Yasası ve bağlı alt mevzuat kurallarına göre 11 kişilik Bilimsel Kurulumuz ezici çoğunlukta bu tür ürünlerin “insan yiyeceği” olarak ülkemize sokulmasını reddetti. Sonra, artan iş yükü gerekçesiyle birkaç Kurul daha oluşturuldu ve “piyasa” hazretlerinin GDO’lu ürünlerin “ithal” (dışalım) istemleri Kurullara dağıtıldı. Daha sonra ise “çok hayır” diyen Bilimsel Kurul üyeleri (biz dahil) dışlandık.. Bu Kurul raporları, bilimsel gerekçeli olarak adı geçen Bakanlıkça web sitesinde yayımlanıyor, kamuoyundan geribildirim (audit) alınıyor.. Kapalıdevre TV yayını gibi..

Sitemizde daha önce yayımladığımız birkaç yazının erişkesi (linki) aşağıda :

GDO_Yonetmeligi_neden_geri_cekilmeli_01.12.09
(İstanbul Barosu Dergisinde makale)

http://ahmetsaltik.net/arsiv/2016/06/Genetigi_Degistirilmis_Gidalar_Stratejik_Boyutlari.pdf  (Ankara Tabip Odası yayını kitapta bölüm)

GD Gıdalar ve Halk Sağlığı, Nevzat Eren kitabına, 28.02.10
(Ankara Tabip Odası yayını kitapta bölüm)

Sevgi ve saygı ile.
18 Eylül 2016, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez Derhal İstifa Etmelidir!

İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez
Derhal İstifa Etmelidir!

portresi

 

Dr. Ali Rıza Üçer
Tıp Kurumu Genel Sekreteri

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Çözüm süreci için  tecrit kaldırılsın!”  bahanesiyle  Abdullah Öcalan ile görüşme talebinde bulunan DTK, HDK, KJA, DBP ve HDP gibi PKK yandaşı örgütlerin Diyarbakır’da başlattığı açlık grevinde İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez’in Öcalan ve PKK’ya verdiği açık destek utanç vericidir.

selcuk_erez_apo_tecriti_kaldirilsin_10-9-16

Erez, pervasız biçimde Öcalan ve PKK için tezgahlanan açlık grevi eylemine destek olurken, “Halkın alkış tutup tebrik etmesi gerekiyor. Kürt halkının temsilcisi Apo’dur. Barışa inanıyorsak, bir an evvel masa başına oturmalıyız” diyecek kadar ölçüyü kaçırmıştır. Erez’in eylem ve açıklaması Türk Ceza Kanununa göre de alenen suç niteliğindedir, derhal İTO Başkanlığı görevinden istifa etmelidir.

Selçuk Erez’in BDP Diyarbakır İl Örgütünde yaptığı bu talihsiz açıklama Türk Tabipleri Birliği yönetimiyle birlikte Başkanı olduğu İstanbul Tabip Odası ve diğer yandaş odaları da bağlamaktadır. Erez’i kınamadıkları ve istifaya davet etmedikleri takdirde suça ortak olmaya devam edeceklerdir.

Hekimlerin örgütlerine sahip çıkması hayat memat meselesidir.

  • Türk Tabipleri Birliği ve Odalarımız asla PKK’ya teslim edilemez.
    10.09. 2016

=========================================

Dostlar,

Çok üzcücüdür bu gelişme.. Prof. Selçuk Erez 80 yaşında, çok kıdemli bir hekimdir, meslek büyüğümüzdür, hocamızdır. Bu yaşında hala çok etkindir (aktiftir); kalkıp Diyarbakır’a gitmiş ve bir etkinliğe katılmıştır Cumhuriyet gazetesinde düzenli ve nitelikli yazılar yazmaktadır. Cerrahpaşa Tıp Fakütesi’nin Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalını uzun yıllar yönetmiştir.

Prof. Erez’in AKLIMIZIN AMBARGOLARI adlı yapıtını herkesin okumasını öneririz. Ancak hazin bir ironi midir Erez hocanın başına gelen?? Erez hocanın aklına kimler – nasıl ambargo koydu da hocamız bu ileri yaşında olmayacak işlere katılıyor??

Sevgi ve saygı ile.
10 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TURKEY HAS RIGHT TO DEFEND ITSELF

 

TURKEY HAS RIGHT
TO DEFEND ITSELF

Değerli okur,

Bu yazı uluslararası okunurluğu ve saygınlığı (!) olan The LANCET adlı tıp dergisi
yayın yönetmenliğine iletilmiştir. Nedeni, aşağıdaki bağlantı okunarak anlaşılabilir.

http://www.dagarcikturkiye.com/lanset-kocbasi-mi-tip-dergisi-mi-yd-1810.html

Dear editor,
I have a few words on “Health-care crisis in Turkey : urgent actions needed”
As I know, Lancet is a prestigious medical journal. But, this time Lancet has been stretched
its limits. Although, the paper seems touching humanitarian topic, article has not been able to discriminate terrorism from human rights problem.
Have you ever heard the name Jean Charles de Menezes who was shot by snipers immediately following London bombings in July 2006? The reason for this shooting could anybody call up British government cease-fire against terrorist groups/attacks? It would be illogical.
Neither British nor Turkish government can not make peace with terror groups unless they
gave up terror.
In souteastern region of Turkey members of terror organisations under the name of PKK or YPG are in action against our constitutional system.
In Great Britain or at an another European country could it be possible to organize armed struggle against state rules? What would be the reaction against such revolt in your country?
In Turkey, PKK terror has been resulted in over 40 thousand death comprising mostly civilians, since 1984.
So, also in Turkey, government couldn’t let such a terrorist action. In other words,
Turkish government and security forces are simply trying to prevent terrorist actions
not only in southeastern region but also in the whole Turkish territory.
As mentioned, in the article, hospital hasn’t been transformed to fortress.
Security forces had no other choice in order to protect Cizre hospital.
In Great Britain or in an another European country it is possible to shoot someone in order to ensure security! Is it forbidden, to preserve integrity of country in Turkey?
Cant’t we have a security problem?
Is such a paradox acceptable?

Ceyhun BALCI, M.D. Orthopaedic Surgeon
General Secretary of İzmir Medical Chamber
İzmir, Turkey

===================================

Dostlar,

Sevgili meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘ya, İzmir Tabip Odası‘na bu yerinde girişimleri için teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
08 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

KHK’ler; imzacı akademisyenleri cezalandırma fırsatçılığına mı dönüşüyor?

KHK’ler; imzacı akademisyenleri cezalandırma fırsatçılığına mı dönüşüyor?

(AS : Bizim konuya ilişkin kapsamlı irdelelememiz yazının altındadır..)

Ankara Üniversitesi’nde imzacı akademisyenlere yönelik hak ihlalleri artıyor! Yeni çıkan kanun hükmünde kararname ile ‘Fethullahçı örgüt’le hiçbir ilişkisi bulunmayan 8 öğretim görevlisinin işine son verilirken, fiili baskı ve cezalandırmalar da artarak sürüyor…

[akademisyen]
(Son Güncelleme 02 Eyl `16 11:31)

Bercan Aktaş

Üniversitelerin açılmasına kısa bir süre kala açıklanan 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile birlikte çok sayıda akademisyen kamu görevinden çıkarıldı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 21 Temmuz’da ilan edilen OHAL kapsamında yayınlanan yeni KHK’de ‘Fethullahçı Terör Örgütü’yle hiçbir bağı bulunmayan akademisyenlerin de görevlerine son verildiği görülüyor. Bu uygulamanın yaşandığı kurumlardan bir tanesi de Ankara Üniversitesi…

[gozalti15temmuz]


SOSYAL MEDYA PAYLAŞIMLARI DA ATILMA GEREKÇESİ

Ankara Üniversitesi’nde işten çıkarılan 21 akademisyenin 8’i “Barış İçin Akademisyenler” bildirisinin imzacısı. Toplam 120 imzacı akademisyenin bulunduğu Ankara Üniversitesi’nde kamu görevinden çıkarılan 8 imzacı akademisyenin bir diğer ortak özelliği ise geçtiğimiz senelerde rektörlüğün tutumunu eleştiren twitter ve e-posta gönderileri nedeniyle haklarında rektörlük soruşturması açılmış olması. Bu durum, Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında alınan önlemleri aynı zamanda kendi döneminde soruşturulan akademisyenleri cezalandırmak amacıyla da kullanıp kullanmadığı sorusunu akla getiriyor. Zira Ankara Üniversitesi Rektörlüğü bu yılın başından beri imzacı akademisyenlere dönük hak ihlallerini sürdürüyor.

Rektörlüğün “Barış için Akademisyenler” bildirisini imzalayan akademisyenlere ocak ayında açtığı soruşturma sözlü savunmaların alınmasına rağmen halen tamamlanamadı. Böylelikle akademisyenler aylardır “haklarında soruşturma yürütüldüğü” gerekçesiyle hak ihlallerine maruz bırakıldılar. Bu ihlalleri dört başlıkta toplamak mümkün.

[erkanibisrektor]

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL sürecini, ‘imzacı akademisyenleri cezalandırmak’ için kullandığı iddia ediliyor.

Birincisi; soruşturmanın sonuçlandırılmaması akademisyenlerin yurtdışı görevlendirme taleplerinin geri çevrilmesine zemin oluşturuyor. Böylece akademisyenler yurtdışında ders veremiyor, konferanslara katılamıyor ve araştırmalarını sürdüremiyor. İmzacı akademisyenlerden Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Alev Özkazanç’ın çalışmalarına bir süre yurtdışında devam etmesine fiilen izin verilmemesinin üstüne Özkazanç rektörlüğe bir açık mektup yazmıştı. ABD’de bulunan Northwestern Üniversitesi’nin güz eğitim yılında ders vermesi için davet ettiği Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü’ye de aynı şekilde izin verilmedi.

[alevozkazanc]

Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Alev Özkazanç da, çalışmaları ‘fiilen’ engellenen akademisyenlerden…

İletişim Fakültesi’nde bulunan imzacı akademisyenler ise iletişim alanında dünyanın en prestijli kongrelerinden birisi olarak kabul edilen “Uluslararası Medya ve İletişim Araştırmaları Birliği’nin (IAMCR)” bu yıl İngiltere’de düzenlenen konferansına davet edilmelerine rağmen toplantıya katılamadı. Bu defa gerekçe olarak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamu görevlilerine getirilen yurtdışı yasağı gösterildi; ancak Türkiye’deki başka üniversitelerden aynı konferansa rektörlük izinleri ile katılım sağlandı. Öte yandan 15 Temmuz sonrasında YÖK’ün yurtdışında halihazırda görevli bulunan akademisyenlerin geri çağrılması yönündeki talimatı da Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından sadece imzacı akademisyenler için uygulanmış durumda. Yurtdışı görevlendirmelerle ilgili bu örneklerin çoğaltılabileceği imzacı akademisyenler tarafından ifade ediliyor.

672, 673, 674, KHK


ATAMA VE YÜKSELTİLME BEKLEYENLERE ‘FİİLEN’ HAK KAYBI

İkinci olarak; yurtdışı görevlendirmelerin yapılmamasına bağlı gelişen kadro ataması ve yükseltilme sorunları açığa çıkıyor. Böylece Ankara Üniversitesi öğretim üyeliğine atanma ve yükseltilme ilkeleri arasında yer alan iki madde yerine getirilemez hale geliyor. Üniversitenin yardımcı doçentliğe atama için akademisyenlere zorunlu kıldığı uluslararası bilimsel toplantılarda sözlü bildiri sunma ve akademisyenin alanı ile ilgili en az 3 ay süreyle yurtdışında çalışma deneyimine sahip olma gereği atama ve yükseltilme bekleyen akademisyenler tarafından yerine getirilemediği için özlük hakları fillen ihlal ediliyor.

Kadroya atanma ve yükseltilmeyle ilgili sorunların bundan ibaret kalmayacağı ve gelecekte imzacı akademisyenlerin yükseltilme, atanma ve yeniden atanmalarına yönelik bir takım fiili engellemelerin gündeme gelebileceği kaygısı da akademisyenler tarafından dile getiriliyor. Geçtiğimiz aylarda Hukuk Fakültesi’nde imzacı bir öğretim üyesinin, daha önce görülmeyen bir biçimde sözleşmesinin uzatılmaması ve görevine son verilmesi bu kaygıların gerçek bir temele dayandığını da gösteriyor.

İNKILÂP TARİHİ DERSİ DE SBF’DEN ALINDI

Üçüncü sorun; hem öğretim görevlilerini hem de Ankara Üniversitesi’nde lisansüstü eğitim görmek isteyen öğrencileri ilgilendiriyor. Temmuz sonunda Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı yüksek lisans programlarının öğrenci kontenjanları açıklandığında Siyasal Bilgiler, İletişim ve Dil Tarih Coğrafya fakültelerindeki bazı programların kabul edebileceği öğrenci sayısının düşürüldüğü ve bazılarına da hiç kontenjan açılmadığı görüldü. Örneğin Siyaset Bilimi, Sosyoloji, İnsan Hakları ve Afrika Çalışmaları programlarına yüksek lisans için kontenjan verilmedi; geçtiğimiz yıl 10 öğrenciyi kabul eden Uluslararası İlişkiler bölümü’de kontenjan 3’e, Kadın Çalışmaları’nda 10’dan 5’e, Gazetecilik bölümünde ise 10’dan 3’e düşürüldü. Gerekçe olarak bu ana bilim dallarında bulunan kayıtlı öğrenci sayısının fazlalığı gösterilmiş olsa da, programların yoğun olarak imzacı akademisyenlerin ders verdiği alanlardan seçilmesi akademisyenlerin fiili olarak cezalandırıldıkları kaygılarına yol açarken aynı zamanda da aday öğrencilerin bu programlardan mahrum kalmasına yol açıyor…

Dördüncü olarak; yıllardır Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kendi öğretim elemanları tarafından verilen “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi” dersi geçtiğimiz haftalarda fakültenin elinden alınarak Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’ne devredildi. 12 Eylül’den beridir üniversitelerde okutulması zorunlu hale getirilen bu dersi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde veren öğretim üyelerinden Yard. Doç. Dr. Barış Ünlü bu uygulamanın asıl gerekçesinin Türkiye tarihine eleştirel yaklaşmaları olduğunu düşünüyor. Ünlü’ye göre Kürt ve Ermeni meselelerinin anlatılması rektörlük tarafından sakıncalı bulunuyor.

4 ÖNEMLİ FAKÜLTENİN BULUNDUĞU CEBECİ KAMPÜSÜ HEDEF OLUYOR

Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü Siyasal Bilgiler Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Eğitim Fakültesi ve İletişim Fakültesi’nden oluşuyor. Bu fakülteler Türkiye’de ele aldıkları konular üzerine eleştirel düşünen ve araştırma yapan sayılı kurumlar arasında gösteriliyor. Dolayısıyla özellikle son dönemde Cebeci Kampüsü’nde bulunan fakülteler ve öğretim elemanları nefret söylemi saçan bazı basın organları tarafından hedef haline getiriliyor.

Cebeci Kampüsü’nün bazı basın organlarında bu tür haberlerin konusu olması ve öğretim elemanlarına zaman zaman adli soruşturmaların açılması fakültelerle rektörlük arasındaki gerilimi tırmandırıyor. Bu gerilimin bazı ana bilim dallarında uzun süredir atamaların yapılmaması, yeni kadro verilmemesi, öğretim üyelerine açılan idari soruşturmalar biçiminde yansıdığı ve son dönemde Barış İçin Akademisyenler bildirisine Hükümet’ten gelen tepkilerin de zaten uzun süredir var olan bu uygulamaları meşrulaştırdığı ve nihayetinde soruşturma geçirmiş 8 imzacı akademisyenin kamu görevinden çıkarılmasına kadar işin vardığı düşünülüyor.

Bütün bu sürecin geldiği son aşamada ise Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nün fakülte dekanları ile görüştüğü; dekanlardan, imzacı akademisyenlere imzalarını geri çekmelerini telkin etmelerini istediği, aksi takdirde kamu görevinden uzaklaştırma cezası ile karşı karşıya olduklarının belirtildiği iddia ediliyordu. Ayrıca Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbiş’in bir senato toplantısında katılımcılara akademisyenler hakkında yürütülen idari soruşturmanın sonuçlandığını, soruşturma dosyalarının kamu görevinden uzaklaştırma talebiyle YÖK’e gönderildiğini söylediği ve YÖK’ün de bu dosyaları Rektör İbiş’e KHK doğrultusunda işlem yapması için iade ettiği iddialar arasındaydı.

‘YENİ BİR AŞAMA’

Ancak akademisyenler bu süreçte hiçbir tebligat almadıkları gibi sürecin nasıl ilerletildiği konusunda da bilgilendirilmemiş durumda. Bu nedenle imzacı akademisyenler hem öğrencilerine hem de kendilerine açılan soruşturmaların yeni hak kayıplarına yol açmayacak bir biçimde sonuçlandırılmasını talep eden bir mektubu da geçtiğimiz günlerde rektörlüğe iletti. 672 sayılı KHK’nin ekinde yayınlanan kamu görevinden çıkarılanlar listesinde Ankara Üniversitesi’nden imzacı ve daha önce sosyal medya ve e-posta paylaşımları gerekçeleriyle soruşturma geçiren akademisyenlerin bulunması hak ihlallerinin yeni bir aşamaya girdiğini de gösteriyor.

======================================================

Dostlar,

Yukarıdaki yazıyı, bize e-ileti ile ulaşan aşağıdaki erişkeden (linkten) aldık ve aynen sunduk.

http://www.gazeteduvar.com.tr/analiz/2016/09/02/khkler-imzaci-akademisyenleri-cezalandirma-firsatciligina-mi-donusuyor/

Ankara Üniversitesi’nin çok kıdemli bir öğretim üyesi (Tıp Fakültesi) ve bir mezunu (Mülkiye – SBF) olarak elbette bizi yurttaş sorumluluğunun ötesinde ilgilendiriyor yukarıdaki gelişmeler.

Adı geçenlerin bir bölümünü doğrudan tanıyoruz, bir bölümü üniversitede akademisyen arkadaşlarımız, bir bölümü Mükiye öğrenciliğimizden (2011-16) hocalarımızdır..

Rektör Sn. İbiş, Tıbbiyeden sevgili “Erkan arkadaş” ımızdır.

İnsanların en yüce onursal değerlerinin başında ADALET DUYGUSU ve beklentisi gelir..

Ankara Üniversitesi, Türkiye Cumhuriyet’inin kurduğu, temellerinde Büyük ATATÜRK‘ün harcının bulunduğu kadim ve çok özel, çok değerli, büyük ve ünlü bir üniversitedir.

Rektör Sn. İbiş, Türkiye’nin kritik bir döneminde 2. kez 4 yıllığına rektörlük onurunu yaşıyor.
Hiç kuşkumuz yok, Üniversitemizin bu zor yılları en az zararla atlatması için elinden geleni yapacaktır, yapması gerekir, bunu kendisinden özellikle dileriz.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ tartışmasız baş tacı ederek şaşmaz bir pusula edinilmelidir.

Kimsenin hakkı yenmemeli, adaletsizliğe uğratılmamalıdır.
Hele hele özlük hakları titizlikle korunmalı, giderimi (telafisi) olanaksız girişimlerden özenle kaçınılmalıdır. Suç ve cezası kişiseldir; aile, kurumlar ve 3. kişiler haksız bedel ödememelidir.

Konusu suç oluşturmayan bir bildiriye imza atmak, tartışmasız bir demokratik haktır.
Söz konusu Bildiriye biz imza koymadık içeriğine katılmadığımız için; ancak akademisyenlerin ifade özgürlüklerini kullanma haklarının yanında duran, sonraki bir başka bildiriye imza verdik.

Kişilerin, kurumların hele 3. kişilerin hak yitiklerine neden olabilecek tüm girişimler özenle
ve hızla geri alınmalı, herkes ülkemizin  normalleşmesine katkı vermelidir.

  • FETÖ yapılanması ve hukuk dışı, asla kabul edilemez eylemlerinin asli sorumlusunun
    son yarım yüzyıldır sağcı – dinci siyasal iktidarlar, özellikle AKP (kendi itiraflarıyla!) olduğu yalın ve çarpıcı gerçeği akıldan hiç çıkarılmamalıdır. Hukuksal deyimiyle birncil (asli) kusur siyasal iktidarların, ikinci (tali) kusur ilgili kişilerin ve kurum – kuruluşlarındır.
    Dolayısıyla günümüzde kişi ve kurumlara fatura keserken – bedel ödetirken ortaçağın
    yüz kızartıcı ve bağışlanamaz CADI AVINA asla izin verilmemelidir, verilemez!
  • İlle de HUKUK DEVLETİ – HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ! Herkese ADALET!

*****
“Teenni” çok eski bir sözcüktür ama nice görgü ve deneyimden imbiklenerek günümüze dek gelmiştir, hala yaşayan dil dağarcığındadır kadim işlevi nedeniyle. Onu yaşatalım lütfen..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Y. Doç. Dr. Barış ÜNLÜ‘den henüz doktoralı öğretim görevlisi iken ATATÜRK İLKELERİ ve İNKILAP TARİHİ dersini Mülkiye öğrencisi iken (2011-16) aldık. Osmanlı’nın derinliklerinden alınan ders, bir türlü Cumhuriyetin kurulmasına ve devrimlerine gelemedi nedense!? Önceki yıllarda da böyle olduğunu öğrendik. Sınavda da Kürtçülük propagandasına dönük, sözde Ermeni soykırımını savunan yönde sorular geldi. Anadolu’da etnik – demografik yapılanma vs.. Atatürk devrimlerinin 1 teki ele alınmadı.. Kendisini bizzat eleştirdik.
Ankara Üniv. akademik elemanlarının kapalı iletişim ortamı “ankclub” da yazdık, sert biçimde eleştirdik (yanıt alamadık). Dr. Ünlü’nün yukarıdaki savunmasına katılmıyoruz; sorun Ermeni ve Kürt sorununa eleştirel bakış ile sınırlı değil. Dr. Ünlü’nün bilim insanı nesnelliği ile davranması gerek. Bu tutum düzeltilmeyince, Rektörlük dersi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü‘ne vermiştir, özünde doğru olmuştur.

HASUDER : 15 Temmuz darbe girişimi Cadı avına dönmemeli!

..HASUDER logosu

HASUDER :
15 Temmuz darbe girişimi Cadı avına dönmemeli!


Değerli Üyelerimiz,

Ülkemizde 15 Temmuz darbe girişimi ile devleti ele geçirmeyi amaçlayan FETÖ yapılanmasına karşıyız ve kınıyoruz.

FETÖ yapılanmasının devletten arındırılmasını destekliyoruz.

Buna karşın sürecin cadı avına dönüştürülerek bu yapılanma ile ilgisi olmayan, aralarında üyelerimizin de bulunduğu pek çok kişinin görevlerinden ihraç edilmesi kamu vicdanını yaralamaktadır.

Sürecin hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde, mağduriyetlerin önüne geçecek şekilde kısa sürede tamamlanmasını beklemekteyiz.

Bu kapsamda, 672 sayılı KHK ile görevinden uzaklaştırılan meslektaşlarımızın bir an önce görevlerine iade edilmesini bekliyor ve bu süreci yakından takip edeceğimizi beyan ediyoruz.

HASUDER Yönetim Kurulu

=============================================

Dostlar,

Kantarın topuzunun kaçırıldığı gözleniyor artık açık açık..
TSK daramadğın edildi ilk hedef olarak..
Amacını aşan düzenlemeler yapılıyor OHAL Kararnameleri ile..
Yasalarda değiliklik bile!
Oysa Anayasa Mahkemesi’nin kararlarından biliyoruz ki, OHAL Kararnameleri ile yasalarda değişiklik yapılamaz. Sonunda bir Bakanlar Kurulu (Yürütme) Kararnamesidir ve asıl Yasama yetkisi sahibi TBMM’nin çıkardığı yasaların üstünde bir hukuksal güce sahip olamaz OHAL Kararnameleri!

Tayyip bey hızla “aslına rücu” etmiş bulunuyor..

15 Temmuz’un üzerinden 1,5 ay geçmişken, kaçak saraydaki Yargı Yılı Açılışına son derece haklı gerekçelerle katılmayan CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu için “O beyefendi” nitemini kullanıyor ve “.. O’nun sözlerinin benim için bir kıymet-i harbiyesi yoktur..” türünden yersiz sözler ediyor. AKP Genel Başkanı psikolojisinden kurtaramadı kendisini. Devlet Başkanı gibi değil hala parti genel başkanı edasında. Kaldı ki bir parti başkanına da yakışmaz bu biçem (üslup)..

Yaratılan mağduriyetler bumerang gibi yarın geri döner..

AİHS uyarınca AİHM’nde açılacak davaların sayısını ve sonuçlarını düşünmek istemiyoruz.. Hukuksuzluğa – AKP gadrine uğradığını düşünen binlerce insan toplumsal barışa ve AKP – RTE’ye hizmet etmeyecektir kuşku yok..

AKP – RTE frene basmak ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNDEN – ADALETTEN zerrece ayrılmamaya en üst düzeyde özen gösternekle kesin bir yükğmlülü altındadır.

Sevgi ve saygı ile.
02 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tıbbiyelilerden Çok Çekmişti!

Tıbbiyelilerden Çok Çekmişti!

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

  • TÜRKİYE’de hürriyetçi fikir hareketleri ilk kez tıbbiyeliler içinde çıktı.

Harbiye’de de gelişti. Halkla da buluşunca 1908 Devrimi oldu. 33 yıl iktidarda kalan Sultan II. Abdülhamid’i de bu hareket 27 Nisan 1909 günü yıktı.

HÜRRİYET YUVASI

Tıbbiyeliler içindeki hürriyet fikri /hareketi ilk olarak İstanbul Demirkapı’da bulunan Mekteb-i Tıbbiye binasında 1887 yılında 5 devrimci tıbbiyeli öncünün bir araya gelerek bu uğurda mücadele edeceklerine söz vermesiyle başladı.

Tıbbiye içindeki hareket gelişme aşamasındayken hafiyeler haber alır ve bunu ezmek için harekete geçerler. Ancak bu baskı gençleri yıldırmaz ve hareketin büyümesine neden olur. İlk soruşturmada 10 öğrenci suçlu bulunur. Divan-ı Harbe verilir. Kelebentlik (AS : Kale dışına çıkmamaya hüküm giyen suçlu, doğrusu Kalebent) cezası alırlar. Askerlikten atılırlar. Abdülhamid bunların cezasını dört buçuk ay hapse çevirir. İşin büyümesini istemez.

TIBBİYE SÜRGÜN EDİLDİ

Bu arada Mektebi Tıbbiye Abdühhamid’in tepkisini çekince, deniz aşırı bir yere nakli istenir. Bugünkü GATA’nın yakınında bulunan Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin bulunduğu yere 1903’yılında özel olarak yapılan binaya taşınır. Ancak bu taşınma gençleri yıldırmaz. ‘Jön Türkler’ olarak adkandırılan bu hareket giderek yayılır. Harbiye ve Mühendishaneye de sıçrar. 1895 yılında İttihat ve Terakki’nin ilk temeli atılır.

İşte geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanlığı tarafından el konulan GATA’ya da bu sultanın ismi verildi. Tezat (AS: çelişki) olduğu kadar da intikam alma amaçlı olduğu her haliyle belli. Oysa bu kuruma ad verilecekse o kadar önemli tıbbiyeliler var ki. Onların içinde Abdülhamid adı akla bile gelmez. Bakanlık sanki ‘Taksim Kışlası’nı yapamadık, bari GATA’ya Abdüülhamit adı vererek intikamımızı alırız diyor.

TIBBİYEDE ATILAN TOHUMLAR

İttihat ve Terakki kurucularından Dr. İbrahim Temo Bey (AS : ve tıbbiyeli arkadaşları Diyarbakırlı İshak Sukûti, Arnavut Rıza, Selanikli Ahmet Bahtiyar) 1939’da kaleme aldığı anılarında tıbbiyedeki hürriyet mücadelesini şöyle anlatır:

“1889’da hürriyet aşkının huzmeleri mihrak noktasını buldu. Ateş almaya başladı. İki Diyarbekirli, İshak Sükûti ve tıbbiyeli ufacık Mehmet Reşid’i ders arasında mektep meydanında ağaçlar arasında yakaladım. Artık bir gizli cemiyet teşkil etmek için her şeyin hazır olduğuna dair fikrimi açtım. İshak Sükûti merhum, Dicle nehri gibi tuğyan eden gözyaşlarını tutamadı, ‘Ver elini arkadaş öpeyim ve sana sarılayım’ dedi. Ant içti. Üç sağ el birleşti, sıkıştı. Ahmet Cevdet geldi. Şaşıladı. Fakat itiraz etmedi. Bir iki gün sonra tıbbiye hamamının büyük odun yığının üzerinde daha birçok talebe müzakereye iştirak etmişti. Az sonra Şerafettin Mağmumi, Trabzonlu Kerim Sebati, İzmirli Hikmet, Selanikli Ahmed Bahtiyar, Asaf Derviş, Giritli Necmeddin, Hasan Arif, Giritli Şefik ve diğerleri cemiyete girdiler.” (Hayat, Aralık 1965, s.23-25.)

İŞTE ÜNLÜ TIBBİYELİLER

Dr. İbrahim Temo, Diyarbekirli Dr. İshak Sukûti, Dr. Akil Muhtar, Dr. Nazım, Dr. Bahattin Şakir, Dr. Yenişehirli Ethem, Dr. Übeydullah Efendi, Dr. Tunali Hilmi, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. Rüsuhi Dikmen, Dr. Adnan Adıvar, Dr. Şerafettin Mağmumi Bey, Dr. Refik Saydam, Dr. Reşit Galip, Dr. Tevfik Rüştü Aras, Dr. Şefik Hüsnü… Bu isimler 1908 yılında Meşrutiyet’i, 1920 yılından sonra da Cumhuriyet’i getirdi (28.8.16).

============================================

Dostlar,

AKP – RTE’nin askeri kurumları darmadağın etme fırsatçılıüı sürüyor..
Ülke OHAL altında demir yumrukla yönetilirken, “Yüce Meclis” (?) zoraki tatilde..
21 Bakan + 5 Başbakan yrd. + 1 Başbakan (?) + CB .. 28 kişi = Tek adam RTE!

Her şey RTE’nin 2 dudağı arasında.. En küçük bir “fırsat kaçırılmadan – eba edilmeden”,  uzuuun onyılarradan beri düşlenen planlar yaşama geçiriliyor.. Hiçbir engel yok.. Ve bunun adı demokrasi öyle  mi??

Öyle bir şaşkınlık ki, FETÖ AKP’nin İçişleri Bakanını bile ele geçirmiş.. (CHP’li vekil Dr. Aytun Çıray, Twitter’dan “İçişleri Bakanı’nın istifasını bekliyordum. Çünkü tutuklanan Sinop Valisi, abilerinin Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı olduğunu söylemiş.”,  ODATV, 01.09.2016, http://odatv.com/chpden-surpriz-efkan-ala-iddiasi-3108161200.html) Son 3 yılın İçişleri Bakanı (hatta milletvekili olmadan da..).. Önceki 6 yıllık müsteşar.. ondan önce Diyarbakır valisi bir gözde, RTE’nin prenslerinden biri.. Gene mi kandırıldılar, yoksa Cemaat ile cicim döneminde “kota pazarlığı” sonucu mu??

AKP içindeki FETÖ’cüler kimlerdir? En yksek oranda işhal bu partide olmak gerekir organik ilişki gereği.. Bunlar neden tasfiye edilmiyor göstermelik birkaç ad dışında?? Ne zaman ?? Ya da AKP için için kaynayacak ve bölünecek mi? Nasıl engellenececk bu karabasan AKP açısından?

Hal böyle iken, 32 yıl istibdat altında ülkeyi inletimiş bir kızıl sultanın adı, GATA Haydarpaşa Hastanesine veriliyor hiç sıkılmadan! O Abdülhamit ki, 1876’da ilan edilen 1. Meşrutiyetin temel kurumu olan Meclis-i Mebudan’ı Osmanlı – Rus savaşını gerekçe yapıp 2. yılında (1878) kapatmıştı.. O Mustafa Kemal ki, ölüm – kalım savaşını hep TBMM ile yürüttü! Taa ki 32 yıl sonra İttihat Terakki Osmanlı ülkesine “Hürriyeti” geri getirdi, despot ve korku hastası padişah 2. Abdülhamit tahttan iindirildi ve Meclis-i Mebusan yeniden açılabildi..

GATA Haydarpaşa Hastanesi son derece donanımlı, üstün nitelikli hekimleriyle Ülkemizin ve TSK’nın övünç duyması gereken bir kurumdur. Özerk olmayan, Sağlık Bakanlığı güdümünde bir Üniversiteye (Sağlık Bilimleri Üniversiitesi) teslim edilmiştir. 2. Abdülhamit’e gelene dek bu Ülkeye sağlık alanında nice dev hizmetle vermiş hekimler vardır.. Çoğu da ülkemizde tıbbiyenin temelini atan askeri tıbbiyeden..

Dr. Refik Saydam (Atatürk’ün Bandırma vapurundan dava arkadaşı, Sağlık Bakanı ve Başbakan), Dr. T. Rüştü Aras (Atatürk’ün 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanı), Dr. Reşit Galip (Atatürk’ün Milli Eğitim Bakanı), Dr. Adnan Adıvar (Sağlık Bakanı, Meclis 2. Başkanı), Dr. Tevfik Sağlam…. Sonraki kuşaklardan Dr. H. Nusret Fişek, NOBEL Ödüllü Dr. Aziz SANCAR

Yazıklar olsun… Bunca vefasızlık – değerbilmezlik, tarihinr saygısızlık… AKP’ye yakışıyor mu?? Hekim olan Sağlık Bakanı Akdağ‘ın kendisini yetiştirenleri yetiştiren tıp hocalarına minnet borcu ya hiç yok ya da Sultan 2. Abdülhamit’e olan sadakatinin (?!) yanında çok değersiz kalıyor!?

Birlik – beraberlik teraneleri arasında ötekileştirme  “brutal” biçimde bilerek sürdürülüyor..

Sevgi ve saygı ile.
01 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İNSAN HAKLARI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

İNSAN HAKLARI
YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır, bakılması özellikle rica olunur…)

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2010 yılından beri yürütülen insan hakları yüksek lisans programına Ankara Üniversitesi Senatosu kararıyla 2016 güz dönemi için kontenjan verilmedi. Her yıl, açtığı kontenjanın en az 10 katı başvuru alan bir yüksek lisans programının gördüğü ilgiyi karşılıksız bırakamazdık.

Diplomasız bir yüksek lisans programı başlatıyoruz.

Ankara Üniversitesi İnsan Hakları Yüksek Lisans Programı; bünyesinde siyaset bilimi, iletişim, hukuk, uluslararası ilişkiler gibi farklı disiplinlerden, alanında kendisini kanıtlamış çok değerli akademisyenleri bir araya getiren Türkiye’deki çok az sayıda insan hakları yüksek lisans programından biridir. Programımız, 2010’dan beri her yıl, programın disiplinlerarası yapısına uygun olarak farklı alanlardan mezun olmuş toplam 15 öğrenci almaktadır. İnsan hakları yüksek lisans programı, kimisi kamuda kimisi özel sektörde kimisi ise sivil toplumda insan hakları alanında çalışan bu öğrencileri bir araya getirerek akademi ile aktivizm işbirliği yoluyla her iki alanı da beslemeyi amaçlamaktadır. SBF İnsan Hakları Merkezi’nin sivil toplumla işbirliği halinde yürüttüğü yaz okullarıyla ve düzenlediği akademik konferans ve toplantılarla bu amaç desteklenmektedir.

2016 yılı için de benzer bir hazırlığa sahip olan yüksek lisans programımıza, istemimize ve Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün olumlu kararına karşn Ankara Üniversitesi Senatosu tarafından kontenjan verilmediğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu karar alınırken, resmi veya gayrı-resmi yoldan Anabilim Dalı ve hocaları bilgilendirilmiş değildir. Dahası Anabilim Dalı ve Enstitü tarafından uygun görülen kontenjanın kimin tarafından uygun görülmediği de belirsizdir, çünkü konu Senato’da da tartışılmış değildir. Bu kararın gerekçesini öğrenmek ve bu kararın geri alınmasını sağlamak için resmi düzeyde idari girişimler yapılmıştır.

Bu karardan dönülmesi, dönülmediği takdirde de bu kararın yalnızca bir döneme özgü kalması umudumuzdur.

Diplomasız Yüksek Lisans Programı

Ancak hevesle yürüttüğümüz ve çok ilgi gören bu yüksek lisans programının geleceği hakkındaki kararları programda ders veren akademisyenlerin belirlemesi gerektiğini düşüncesiyle bu girişimlerin olası olumsuz sonuçlarını da gözeterek aşağıda adlarını görebileceğiniz öğretim elemanları olarak “diplomasız” bir yüksek lisans programı başlatmaya karar verdik. Kuşkusuz bu programı, resmi makamlar aracılığıyla yürütmek olanaklı değildir. Bu nedenle alınan karar bir anabilim dalı kararı değil, anabilim dalında ders veren ve bu programa katılmak isteyen hocaların kararıdır.

Bu yüksek lisans programı, insan hakları yüksek lisans programında ders veren akademisyenlerin gönüllü katılımıyla ve mesai saatleri dışında yürütülecektir. Mekânımız ise Ankara’da faaliyette olan ve desteğiyle bizleri güçlendiren aşağıda adları sayılan çeşitli insan hakları kuruluşlarının sağlayacağı sınıflıklar olacaktır. Programdan mezun olmak için her biri üç kredilik yedi ders ve bir semineri başarıyla tamamlamak gerekmektedir Programda resmi yüksek lisans programı için öngörülen standartlardan hiçbir şekilde ödün verilmeyecektir. Bu nedenle, program devam zorunluluğu olan bir programdır. Başvuru koşullarımız da daha önceki yıllarda olduğu gibi 50 yabancı dil ve 55 ALES (Sözel) puanı ile en az 2.00 lisans ortalaması şeklindedir.

“Diplomasız” yüksek lisans programımıza başvurmak isteyen adaylar 25 Ağustos- 5 Eylül 2016 arasında diplomasizyukseklisans@gmail.com adresine CV’leri ve koşulları sağladıklarını gösterir belgeler (ALES, diploma ve yabancı dil belgesi) ile birlikte başvurabilirler. Mülakat ise 8 Eylül Perşembe günü İnsan Hakları Ortak Platformu’nun ofisinde (İHOP) yapılacaktır.

Destekleyen Hocalar Listesi

  1. Dr. Ayhan Yalçınkaya
  2. Doç. Dr. Ahmet Murat Aytaç
  3. Dr. Bedriye Poyraz
  4. Arş. Gör. Dr. Cavidan Soykan
  5. Doç. Dr. Elçin Aktoprak
  6. Arş. Gör. Dr. Ersin Embel
  7. Dr. Funda Keskin Ata
  8. Dr. Gökçen Alpkaya
  9. Doç. Dr. Kerem Altıparmak
  10. Doç. Dr. Murat Sevinç
  11. Arş. Gör. Nisan Kuyucu
  12. Doç. Dr. R. Barış Ünlü
  13. Dr. Sevilay Çelenk
  14. Dr. Ülkü Doğanay
  15. Arş. Gör. Dr. Zafer Yılmaz

Destekleyen Kurumlar Listesi

  • AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu
  • Gündem Çocuk Derneği
  • Helsinki Yurttaşlar Derneği
  • İnsan Hakları Derneği (İHD) ve İHD İnsan Hakları Akademisi
  • İnsan Hakları Ortak Platformu
  • Kadın Dayanışma Vakfı
  • Kaos GL Derneği
  • Mülkiyeliler Birliği
  • Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği
  • Türkiye İnsan Hakları Vakfı
  • Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

==========================================

Dostlar,

Çok hüzün verici bir tablodur.
Ankara Üniversitesi’ne hiç yakışmamaktadır..
İdarenin her türlü eylem ve işleminin hukuka uygun ve gerekçeli olması,
hukukun evrensel kabul gören yüksek ilkeleri (Jus Cogens) gereği zorunludur.
Ankara Üniversitesi yönetiminin, Rektörlüğün / Rektör Sn. Prof. Erkan İbiş‘in
geçerli bir açıklama yapMAması düşünülemez ve kabul edilemez..

Bu durumu içimize sindiremiyoruz..
İkna edici, makul, haklı, hukuka uygun bir gerekçe gösterilene dek bu eylemi,
simgesel olarak biz de destekliyoruz.. Meşru direnme hakkı türevi olarak görüyoruz.

Bir Mülkiyeli de olsak, bu programda ders vermemiz söz konusu olmadığından,
simgesel olarak desteğimizi açıklıyoruz.
Dileriz hızla sorun çözülsün, yanlıştan dönülsün, bu da bir erdemdir.

Sorun uza(tılır)rsa, gelecek yarıyılda EN TEMEL İNSAN HAKKI : SAĞLIKLI YAŞAM HAKKI konusunda bir dersin programa eklenmesini önerecek ve kabul görürse,
bu dersi Tıbbiyeli sorumluluğumuzla üstleneceğiz..

Yarın 1 Eylül…
Dünya Barış günü..
Üniversite yönetimine anımsatmak ve taze bir gül sunmak istedik..

Islak gül

Sevgi ve saygı ile.
31 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

NÜSED’den 1 Eylül Dünya Barış Günü Etkinliği

NÜSED’den
1 Eylül Dünya Barış Günü Etkinliği

(AS : Bizim notlarımz yazının altındadır…)

Söyleşi: 

“İnsanlık ve Hekimlik İdam Cezasını Mahkum Etmiştir”

Konuşmacı: Dr. Uğur Cilasun (Halk Sağlığı Uzmanı)
(Türk Tabipleri Birliği Eski Genel Yönetmeni)

Tarih: 1 Eylül 2016, Perşembe, Saat: 20:00
Yer: Nazım Hikmet Kültür Merkezi (Bahçe) Konur Sokak No: 51 Kızılay-Ankara

Düzenleyenler:
Ankara Tabip Odası
Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği (NÜSED)

==================================

Dostlar,

NÜSED‘in gerçek emekçilerinden meslektaşımız ve Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımız değerli hekim, Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Derman Boztok‘un Derneğin Genel Yazmanı (Sekreteri) olarak gönderdiği duyuru ve çağrı yukarıda.. Bu saygın Derneğin bir dönem (2010-12) 2. Başkanlığını yapmış olmanın onurunu da taşıyoruz.

Keşke biz de Ankara’da olabilsek ve katılabilseydik bu doyurucu ve önemli etkinliğe.
Konuşmacı Dr. Uğur Cilasun da Halk Sağlığı Uzmanıdır ve halen YURT Gazetesi yazarlarından bizim değerli ağabeyimizdir.

Etkinliğe emek verenlere şükranlarımızı sunar, başarılı geçmesini dileriz.

1 Eylül Dünya Barış Günü‘nün (2. Dünya Paylaşım Savaşı’nın resmen bittiği kabul edilen gün) gerçek anlamda Küremize, tüm insanlığa ve özellikle de Ortadoğu’ya ve ülkemize gerçek anlamda “BARIŞ” getirmesini diliyoruz..

  • Küresel barışın 1 numaralı katilinin EMPERYALİZM olduğunu artık adımız gibi biliyoruz!

Bu bakımdan, Büyük ATATÜRK‘ün 2 önemli sözüzü / uyarısını anımsa(t)madan geçemeyeceğiz:

  1. YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ
  2. ATA_emperyalizm_kapitalizm_ile_savasimi_meslek_edinmis

 

:

 

 

 

 

 

 

Hoşgörünüzle dikkat çekelim :

  • Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizm” ile savaşı
    meslek’ edinmiş,

“Meslek edinmiş” işlev – görev tanımlaması yapılmıştır.. Bu 2 kadim insanlık – barış düşmanı ile savaşım öyle amatörce, boş zamanlarda, yaz tatillerinde, hafta sonlarında… verilebilecek bir savaşım (micadele) değildir.. Bu savaşımın çok ciddiye alınarak, birnicil sorun kabul edilerek merkeze alınması ve “meslek edinilmesi” gerekmektedir..

Güncel deyimle profesyonelce ve 7/24 temposuyla..

Mustafa Kemal Paşa‘yı böyle okuyor ve okutabiliyor muyuz çocuklarımıza, gençlerimize??

Türkiye AKP’li yıllarda BARIŞ içinde mi, sıcak savaşın kıyısında mı?? Niçin ??

TÜRKİYE ATATÜRK’tür; ATATÜRK TÜRKİYE’dir!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
NÜSED 2010-12 Dönemi 2. Başkanı
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

1 MAKALENİN DERGİDE YAYINLANMA ÜCRETİ İNDİRİMLİ 600 Dolar!

1 MAKALENİN DERGİDE YAYINLANMA ÜCRETİ İNDİRİMLİ 600 Dolar!

banner header
Submit your research to Journal of Primary Care & Community Health— now publishing open access
About the journal

Journal of Primary Care and Community Health (JPC), published quarterly, offers peer-reviewed evidence about the practice, impact and outcomes of primary care services and community health programs. Evidence in the form of hypothesis-testing studies is presented, either in the form of pilot projects or larger intervention projects. This facilitates exchange of new information and approaches to assessing performance, and bridges the gap between medicine and public health at the grass-roots level. This journal is a member of the Committee on Publication Ethics (COPE).

JPC is transitioning to a Gold open access journal in 2017 and will publish all new content open access. New submissions will be subject to an Article Processing Charge (APC) if accepted after peer review. The APC is 600 USD, discounted from the full rate of 1,200 USD.

View the Manuscript Submission Guidelines for full author instructions.

journal cover

Editor: James E. Rohrer, PhD, Walden University

Ranking: 2015 SJR (SCImago Journal Rank)
Score: 0.552 | 578/1779 Medicine (miscellaneous) (Scopus®)

*****

Dostlar,

Article Processing Charge (APC) if accepted after peer review. The APC is 600 USD, discounted from the full rate of 1,200 USD.

“Birincil Bakım ve Toplum Sağlığı” başlıklı ve bizim Tıpta Uzmanlık alanımzıla doğrudan ilgili bir derginin çağrısını ve rekleamını sunduk yukarıda..

Kırımız renkli İngilizce bölüm ise Makale işleme ücretinin, hakem okuyuculardan geçip yayıma kabul edilmesinden sonra 1200 Dolardan İNDİRİMLİ 600 Dolar olduğunu görüyoruz.

Hangi genç akademisyen adayı bu parayı ödeyebilecek ve uzmanlık / doktora sırasında en az 1 uluslararası yayın yapabilecektir? Haydi TÜBİTAK, TÜBA, Üniversitelerin BAP (Bilimsel Araştırma Projeleri) fonundan az çok kaynak desteği sağladı diyelim.. Makro ölçekte Türkiye yılda 20 bin yabancı yayın yapsa, bunun faturası nasıl ödenecektir??

Neden ve kimlere ödenecektir??

Görülüyor mu hayın ve boğucu kuşatma??
AKP – RTE ise hala topluma zorla İHL dayatmakta, hatta ortaokul düzeyine çekmekte..
Türkiye’nin en seçkin Liselerinden İstanbul Erkek Lisesi bu yıl hala öğrencileri için pansiyon sahibi değil.. Türkiye’nin en zeki çocukları (120 sorulu TEOG sınavında en çok 1 yanlışı olan!), çok zorlu sınavlarla kazandıkları bu Lisede, İstanbul dışında gelenler eğitim haklarını nasıl kullanabilecekler?? Neden yaz boyunca hazırlıklar ciddi sorumlulukla yürütülmedi de bu kabul edilemez, insanları isyan ettiren sorun ortada duruyor!?.. (yeğenimiz nedeniyle biliyoruz..)

FETÖ’den el konan en güzel binalar ve yurtlar İHL’lere ve hangi dinci vakıflara verildi??

Biz nasıl bilim insanı yetiştireceğiz ve uluslararası indekslerde site edilen (yer verilen) dergiler çıkarabileceğiz??

YÖK, TÜBİTAK, TÜBA, Bilim ve Sanayi Bakanlığı (Bakan Dr. Faruk Özlü) ne düşünürler acaba??

Türkiye bu hengame içinde iken bu konuyu gündeme getirmemiz yerinde mi acaba?
Bu sorumuz sağlıklı mı acaba??

Sevgi ve saygı ile.
24 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com