Etiket arşivi: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü

ULUSAL EGEMENLİK KÜLTÜRÜMÜZÜN 100. YILINDAYIZ!

Prof. Dr. Özer Ozankaya
ADD Kurucu Üyesi, 4. Gnl. Bşk.

ULUSAL EGEMENLİK DÜZENİNE SALDIRI KARŞISINDA
YURTTAŞIN DİRENME HAKKI ÜZERİNE ATATÜRK’ÜN SÖYLEDİKLERİ

Konya’da Gençlere Sesleniş, 20 Mart 1923

  • “..bayağı ve alçakça aldatmalarla hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini araç yapacak ölçüde alçalan yalandan ve inançsız bilginler, tarihte her zaman rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve hep cezalarını görmüşlerdir. Dini kendi tutkularına araç yapan hükümdarlar ve onlara yol gösteren hoca sanlı hainler hep bu sona düşmüşlerdir…
  • “Artık bu ulusun ne öyle hükümdarlar, ne öyle bilginler görmeğe katlanma gücü ve olanağı yoktur… Eğer onlara karşı benim kişisel tutumumu öğrenmek isterseniz, derim ki, ben bir kişi olarak onların düşmanıyım; onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim kişisel inancıma değil, o adım benim ulusumun yaşamıyla ilgili, o adım ulusumun yaşamına karşı bir kasıt, o adım ulusumun yüreğine gönderilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı düşüncedeki arkadaşlarımın yapacağı şey, kesinlikle ve kesinlikle o adımı atanı tepelemektir.
  • “Kuşku yok ki arkadaşlar, ulus birçok özveri, birçok kan karşılığında en sonunda elde ettiği yaşam ilkesine kimseyi saldırtmayacaktır. Bugünkü hükümetin, Meclisin, yasaların, Anayasanın niteliği ve varlık nedenleri hep bundan ibarettir.
  • “Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim: Bir varsayım olarak, bunu sağlayacak Meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm!”

Hakimiyet-i Milliye, 26 Mart 1923’ten
ATATÜRK’ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ,
Cilt II, s. 146, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü yayını, 1959

KHK’ler; imzacı akademisyenleri cezalandırma fırsatçılığına mı dönüşüyor?

KHK’ler; imzacı akademisyenleri cezalandırma fırsatçılığına mı dönüşüyor?

(AS : Bizim konuya ilişkin kapsamlı irdelelememiz yazının altındadır..)

Ankara Üniversitesi’nde imzacı akademisyenlere yönelik hak ihlalleri artıyor! Yeni çıkan kanun hükmünde kararname ile ‘Fethullahçı örgüt’le hiçbir ilişkisi bulunmayan 8 öğretim görevlisinin işine son verilirken, fiili baskı ve cezalandırmalar da artarak sürüyor…

[akademisyen]
(Son Güncelleme 02 Eyl `16 11:31)

Bercan Aktaş

Üniversitelerin açılmasına kısa bir süre kala açıklanan 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile birlikte çok sayıda akademisyen kamu görevinden çıkarıldı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 21 Temmuz’da ilan edilen OHAL kapsamında yayınlanan yeni KHK’de ‘Fethullahçı Terör Örgütü’yle hiçbir bağı bulunmayan akademisyenlerin de görevlerine son verildiği görülüyor. Bu uygulamanın yaşandığı kurumlardan bir tanesi de Ankara Üniversitesi…

[gozalti15temmuz]


SOSYAL MEDYA PAYLAŞIMLARI DA ATILMA GEREKÇESİ

Ankara Üniversitesi’nde işten çıkarılan 21 akademisyenin 8’i “Barış İçin Akademisyenler” bildirisinin imzacısı. Toplam 120 imzacı akademisyenin bulunduğu Ankara Üniversitesi’nde kamu görevinden çıkarılan 8 imzacı akademisyenin bir diğer ortak özelliği ise geçtiğimiz senelerde rektörlüğün tutumunu eleştiren twitter ve e-posta gönderileri nedeniyle haklarında rektörlük soruşturması açılmış olması. Bu durum, Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında alınan önlemleri aynı zamanda kendi döneminde soruşturulan akademisyenleri cezalandırmak amacıyla da kullanıp kullanmadığı sorusunu akla getiriyor. Zira Ankara Üniversitesi Rektörlüğü bu yılın başından beri imzacı akademisyenlere dönük hak ihlallerini sürdürüyor.

Rektörlüğün “Barış için Akademisyenler” bildirisini imzalayan akademisyenlere ocak ayında açtığı soruşturma sözlü savunmaların alınmasına rağmen halen tamamlanamadı. Böylelikle akademisyenler aylardır “haklarında soruşturma yürütüldüğü” gerekçesiyle hak ihlallerine maruz bırakıldılar. Bu ihlalleri dört başlıkta toplamak mümkün.

[erkanibisrektor]

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL sürecini, ‘imzacı akademisyenleri cezalandırmak’ için kullandığı iddia ediliyor.

Birincisi; soruşturmanın sonuçlandırılmaması akademisyenlerin yurtdışı görevlendirme taleplerinin geri çevrilmesine zemin oluşturuyor. Böylece akademisyenler yurtdışında ders veremiyor, konferanslara katılamıyor ve araştırmalarını sürdüremiyor. İmzacı akademisyenlerden Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Alev Özkazanç’ın çalışmalarına bir süre yurtdışında devam etmesine fiilen izin verilmemesinin üstüne Özkazanç rektörlüğe bir açık mektup yazmıştı. ABD’de bulunan Northwestern Üniversitesi’nin güz eğitim yılında ders vermesi için davet ettiği Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü’ye de aynı şekilde izin verilmedi.

[alevozkazanc]

Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Alev Özkazanç da, çalışmaları ‘fiilen’ engellenen akademisyenlerden…

İletişim Fakültesi’nde bulunan imzacı akademisyenler ise iletişim alanında dünyanın en prestijli kongrelerinden birisi olarak kabul edilen “Uluslararası Medya ve İletişim Araştırmaları Birliği’nin (IAMCR)” bu yıl İngiltere’de düzenlenen konferansına davet edilmelerine rağmen toplantıya katılamadı. Bu defa gerekçe olarak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamu görevlilerine getirilen yurtdışı yasağı gösterildi; ancak Türkiye’deki başka üniversitelerden aynı konferansa rektörlük izinleri ile katılım sağlandı. Öte yandan 15 Temmuz sonrasında YÖK’ün yurtdışında halihazırda görevli bulunan akademisyenlerin geri çağrılması yönündeki talimatı da Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından sadece imzacı akademisyenler için uygulanmış durumda. Yurtdışı görevlendirmelerle ilgili bu örneklerin çoğaltılabileceği imzacı akademisyenler tarafından ifade ediliyor.

672, 673, 674, KHK


ATAMA VE YÜKSELTİLME BEKLEYENLERE ‘FİİLEN’ HAK KAYBI

İkinci olarak; yurtdışı görevlendirmelerin yapılmamasına bağlı gelişen kadro ataması ve yükseltilme sorunları açığa çıkıyor. Böylece Ankara Üniversitesi öğretim üyeliğine atanma ve yükseltilme ilkeleri arasında yer alan iki madde yerine getirilemez hale geliyor. Üniversitenin yardımcı doçentliğe atama için akademisyenlere zorunlu kıldığı uluslararası bilimsel toplantılarda sözlü bildiri sunma ve akademisyenin alanı ile ilgili en az 3 ay süreyle yurtdışında çalışma deneyimine sahip olma gereği atama ve yükseltilme bekleyen akademisyenler tarafından yerine getirilemediği için özlük hakları fillen ihlal ediliyor.

Kadroya atanma ve yükseltilmeyle ilgili sorunların bundan ibaret kalmayacağı ve gelecekte imzacı akademisyenlerin yükseltilme, atanma ve yeniden atanmalarına yönelik bir takım fiili engellemelerin gündeme gelebileceği kaygısı da akademisyenler tarafından dile getiriliyor. Geçtiğimiz aylarda Hukuk Fakültesi’nde imzacı bir öğretim üyesinin, daha önce görülmeyen bir biçimde sözleşmesinin uzatılmaması ve görevine son verilmesi bu kaygıların gerçek bir temele dayandığını da gösteriyor.

İNKILÂP TARİHİ DERSİ DE SBF’DEN ALINDI

Üçüncü sorun; hem öğretim görevlilerini hem de Ankara Üniversitesi’nde lisansüstü eğitim görmek isteyen öğrencileri ilgilendiriyor. Temmuz sonunda Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı yüksek lisans programlarının öğrenci kontenjanları açıklandığında Siyasal Bilgiler, İletişim ve Dil Tarih Coğrafya fakültelerindeki bazı programların kabul edebileceği öğrenci sayısının düşürüldüğü ve bazılarına da hiç kontenjan açılmadığı görüldü. Örneğin Siyaset Bilimi, Sosyoloji, İnsan Hakları ve Afrika Çalışmaları programlarına yüksek lisans için kontenjan verilmedi; geçtiğimiz yıl 10 öğrenciyi kabul eden Uluslararası İlişkiler bölümü’de kontenjan 3’e, Kadın Çalışmaları’nda 10’dan 5’e, Gazetecilik bölümünde ise 10’dan 3’e düşürüldü. Gerekçe olarak bu ana bilim dallarında bulunan kayıtlı öğrenci sayısının fazlalığı gösterilmiş olsa da, programların yoğun olarak imzacı akademisyenlerin ders verdiği alanlardan seçilmesi akademisyenlerin fiili olarak cezalandırıldıkları kaygılarına yol açarken aynı zamanda da aday öğrencilerin bu programlardan mahrum kalmasına yol açıyor…

Dördüncü olarak; yıllardır Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kendi öğretim elemanları tarafından verilen “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi” dersi geçtiğimiz haftalarda fakültenin elinden alınarak Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’ne devredildi. 12 Eylül’den beridir üniversitelerde okutulması zorunlu hale getirilen bu dersi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde veren öğretim üyelerinden Yard. Doç. Dr. Barış Ünlü bu uygulamanın asıl gerekçesinin Türkiye tarihine eleştirel yaklaşmaları olduğunu düşünüyor. Ünlü’ye göre Kürt ve Ermeni meselelerinin anlatılması rektörlük tarafından sakıncalı bulunuyor.

4 ÖNEMLİ FAKÜLTENİN BULUNDUĞU CEBECİ KAMPÜSÜ HEDEF OLUYOR

Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü Siyasal Bilgiler Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Eğitim Fakültesi ve İletişim Fakültesi’nden oluşuyor. Bu fakülteler Türkiye’de ele aldıkları konular üzerine eleştirel düşünen ve araştırma yapan sayılı kurumlar arasında gösteriliyor. Dolayısıyla özellikle son dönemde Cebeci Kampüsü’nde bulunan fakülteler ve öğretim elemanları nefret söylemi saçan bazı basın organları tarafından hedef haline getiriliyor.

Cebeci Kampüsü’nün bazı basın organlarında bu tür haberlerin konusu olması ve öğretim elemanlarına zaman zaman adli soruşturmaların açılması fakültelerle rektörlük arasındaki gerilimi tırmandırıyor. Bu gerilimin bazı ana bilim dallarında uzun süredir atamaların yapılmaması, yeni kadro verilmemesi, öğretim üyelerine açılan idari soruşturmalar biçiminde yansıdığı ve son dönemde Barış İçin Akademisyenler bildirisine Hükümet’ten gelen tepkilerin de zaten uzun süredir var olan bu uygulamaları meşrulaştırdığı ve nihayetinde soruşturma geçirmiş 8 imzacı akademisyenin kamu görevinden çıkarılmasına kadar işin vardığı düşünülüyor.

Bütün bu sürecin geldiği son aşamada ise Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nün fakülte dekanları ile görüştüğü; dekanlardan, imzacı akademisyenlere imzalarını geri çekmelerini telkin etmelerini istediği, aksi takdirde kamu görevinden uzaklaştırma cezası ile karşı karşıya olduklarının belirtildiği iddia ediliyordu. Ayrıca Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbiş’in bir senato toplantısında katılımcılara akademisyenler hakkında yürütülen idari soruşturmanın sonuçlandığını, soruşturma dosyalarının kamu görevinden uzaklaştırma talebiyle YÖK’e gönderildiğini söylediği ve YÖK’ün de bu dosyaları Rektör İbiş’e KHK doğrultusunda işlem yapması için iade ettiği iddialar arasındaydı.

‘YENİ BİR AŞAMA’

Ancak akademisyenler bu süreçte hiçbir tebligat almadıkları gibi sürecin nasıl ilerletildiği konusunda da bilgilendirilmemiş durumda. Bu nedenle imzacı akademisyenler hem öğrencilerine hem de kendilerine açılan soruşturmaların yeni hak kayıplarına yol açmayacak bir biçimde sonuçlandırılmasını talep eden bir mektubu da geçtiğimiz günlerde rektörlüğe iletti. 672 sayılı KHK’nin ekinde yayınlanan kamu görevinden çıkarılanlar listesinde Ankara Üniversitesi’nden imzacı ve daha önce sosyal medya ve e-posta paylaşımları gerekçeleriyle soruşturma geçiren akademisyenlerin bulunması hak ihlallerinin yeni bir aşamaya girdiğini de gösteriyor.

======================================================

Dostlar,

Yukarıdaki yazıyı, bize e-ileti ile ulaşan aşağıdaki erişkeden (linkten) aldık ve aynen sunduk.

http://www.gazeteduvar.com.tr/analiz/2016/09/02/khkler-imzaci-akademisyenleri-cezalandirma-firsatciligina-mi-donusuyor/

Ankara Üniversitesi’nin çok kıdemli bir öğretim üyesi (Tıp Fakültesi) ve bir mezunu (Mülkiye – SBF) olarak elbette bizi yurttaş sorumluluğunun ötesinde ilgilendiriyor yukarıdaki gelişmeler.

Adı geçenlerin bir bölümünü doğrudan tanıyoruz, bir bölümü üniversitede akademisyen arkadaşlarımız, bir bölümü Mükiye öğrenciliğimizden (2011-16) hocalarımızdır..

Rektör Sn. İbiş, Tıbbiyeden sevgili “Erkan arkadaş” ımızdır.

İnsanların en yüce onursal değerlerinin başında ADALET DUYGUSU ve beklentisi gelir..

Ankara Üniversitesi, Türkiye Cumhuriyet’inin kurduğu, temellerinde Büyük ATATÜRK‘ün harcının bulunduğu kadim ve çok özel, çok değerli, büyük ve ünlü bir üniversitedir.

Rektör Sn. İbiş, Türkiye’nin kritik bir döneminde 2. kez 4 yıllığına rektörlük onurunu yaşıyor.
Hiç kuşkumuz yok, Üniversitemizin bu zor yılları en az zararla atlatması için elinden geleni yapacaktır, yapması gerekir, bunu kendisinden özellikle dileriz.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ tartışmasız baş tacı ederek şaşmaz bir pusula edinilmelidir.

Kimsenin hakkı yenmemeli, adaletsizliğe uğratılmamalıdır.
Hele hele özlük hakları titizlikle korunmalı, giderimi (telafisi) olanaksız girişimlerden özenle kaçınılmalıdır. Suç ve cezası kişiseldir; aile, kurumlar ve 3. kişiler haksız bedel ödememelidir.

Konusu suç oluşturmayan bir bildiriye imza atmak, tartışmasız bir demokratik haktır.
Söz konusu Bildiriye biz imza koymadık içeriğine katılmadığımız için; ancak akademisyenlerin ifade özgürlüklerini kullanma haklarının yanında duran, sonraki bir başka bildiriye imza verdik.

Kişilerin, kurumların hele 3. kişilerin hak yitiklerine neden olabilecek tüm girişimler özenle
ve hızla geri alınmalı, herkes ülkemizin  normalleşmesine katkı vermelidir.

  • FETÖ yapılanması ve hukuk dışı, asla kabul edilemez eylemlerinin asli sorumlusunun
    son yarım yüzyıldır sağcı – dinci siyasal iktidarlar, özellikle AKP (kendi itiraflarıyla!) olduğu yalın ve çarpıcı gerçeği akıldan hiç çıkarılmamalıdır. Hukuksal deyimiyle birncil (asli) kusur siyasal iktidarların, ikinci (tali) kusur ilgili kişilerin ve kurum – kuruluşlarındır.
    Dolayısıyla günümüzde kişi ve kurumlara fatura keserken – bedel ödetirken ortaçağın
    yüz kızartıcı ve bağışlanamaz CADI AVINA asla izin verilmemelidir, verilemez!
  • İlle de HUKUK DEVLETİ – HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ! Herkese ADALET!

*****
“Teenni” çok eski bir sözcüktür ama nice görgü ve deneyimden imbiklenerek günümüze dek gelmiştir, hala yaşayan dil dağarcığındadır kadim işlevi nedeniyle. Onu yaşatalım lütfen..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Y. Doç. Dr. Barış ÜNLÜ‘den henüz doktoralı öğretim görevlisi iken ATATÜRK İLKELERİ ve İNKILAP TARİHİ dersini Mülkiye öğrencisi iken (2011-16) aldık. Osmanlı’nın derinliklerinden alınan ders, bir türlü Cumhuriyetin kurulmasına ve devrimlerine gelemedi nedense!? Önceki yıllarda da böyle olduğunu öğrendik. Sınavda da Kürtçülük propagandasına dönük, sözde Ermeni soykırımını savunan yönde sorular geldi. Anadolu’da etnik – demografik yapılanma vs.. Atatürk devrimlerinin 1 teki ele alınmadı.. Kendisini bizzat eleştirdik.
Ankara Üniv. akademik elemanlarının kapalı iletişim ortamı “ankclub” da yazdık, sert biçimde eleştirdik (yanıt alamadık). Dr. Ünlü’nün yukarıdaki savunmasına katılmıyoruz; sorun Ermeni ve Kürt sorununa eleştirel bakış ile sınırlı değil. Dr. Ünlü’nün bilim insanı nesnelliği ile davranması gerek. Bu tutum düzeltilmeyince, Rektörlük dersi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü‘ne vermiştir, özünde doğru olmuştur.

Necip Hablemitoğlu’nu Kim Öldürdü Bulmaya Niyetiniz Var mı ?

Dostlar,

10 yıl önce bu gün, 18 Aralık 2002’de, dostum, kardeşim, arkadaşım, yiğit ve gözüpek Atatürk aydınlanmacısı Dr. Necip HABLEMİTOĞLU, bu saatlerde evinin önünde kalleşçe vurulmuştu. Katiller O’nun gözüne ateş etmişlerdi, tam profesyonel idiler..
10 yılıdır da ne hşkmetse, koca Türk Devleti, yurttaşını evinin önünde alçakça öldürenleri bulamadı, aydınlatamadı!?? Yazıklar olsun, yazıklar olsun

10 koca yıl bitti.. Kanije ve Uyvar adlı 2 kız çocuğu genç kızlar oldular..
Anne-eş Şengül HABLEMİTOĞLU 10 yılda 100 yıl yaşlandı..
Genç bir Doçent idi, kıdemli bir Profesör oldu, Dekan oldu.. 
Birçok bilimsel zeminde birlikte olduk Şengül hoca ile..
Geçtiğimiz yıl mezarı başında anmada da birlikte idik.
Ardından Çayyolu’nda panelde konuşmacılar idik..

En son, öldürülmesinden 2 hafta kadar önce söyleşmiştik Necip hoca ile
ve bizi aracıyla Esenboğa havalanına bırakmıştı. Anlattıkları çok acılı şeylerdi..

* Üniversitede bir odası bile yoktu..
* Arabasının plakasına her ay “bolca” trafik cezası yazılıyordu..
* Maddi-manevi giderim (tazminat) davalarıu bunaltıyordu..
* Özellikle kadın-kız kaynaklı bir komplodan korkuyordu..
* Ve de öldürüleceğini düşünüyor, bekliyordu hatta!

Tasası, araştırma birikimilerini bütünüyle paylaşamamış olmak idi.
Örn. KÖSTEBEK adlı kitabını hiçb,r yayınevi basmaya cesaret edemiyordu.

Bir de eşine ce çocuklarına çok bağlıydı.. Ardından onların çok üzüleceğine kahroluyordu… Öyle de oldu.. Eş ve 2 yavru tarifsiz acılar yaşadılar,
halen de özlemleri yüreklerini kavurmaya devam ediyor..

Bu yıl mezarı başında anmaya katılamanın ezikliği içindeyim.

Bu cinayetin aydınlatılmasını, adında “Adalet” sözcüğü olan iktidardaki bir partiden bekleyebilir miyiz? Bu parti 3 Kasım 2002 seçimini kazanıp 14 Kasım 2002’de hükümet kurmadı mı? Cinayet günü iktidarlarının 34. gününde değiller miydi? Bu gün ise 10 yıl 34 gündür iktidar değiller mi? Her fırsatta “müslümanlıklarını” siyaset pazarına süren kadrolar neden bu hain cinayeti aydınlat(a)mıyorlar?

Soru ve sorun kritiktir..

Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU’nun düşündürücü, sarsıcı, yürek yakıcı yazısını paylaşmak istiyoruz.. Tam da şu dakikada NTV’de söyleşi başladı Şengül HABLEMİTOĞLU hoca ile.. Lütfen bu programı izler ve de yazıyı okur musunuz??

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=========================================================

Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı 

sengul hablemitoglu

Bana 10 Yıldır Sorulan Soruyu Ben Soruyorum:

Necip Hablemitoğlu’nu Kim Öldürdü Bulmaya Niyetiniz Var mı ?

Önce hakkında bu kadar çok şey yazılan bu insan kimdir bundan biraz söz etmek gerek… ‘’ Necip 28 Kasım 1954 yılında Ankara’da doğdu, Atatürk Lisesi’ne gitti, üniversite eğitimini 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda tamamladı. Türkiye’nin siyasi ve toplumsal olarak en karışık dönemlerinde üniversiteyi bitirdi ve 1977-1978 yıllarında Dilde, Fikirde, İşde Birlik
adlı aylık bir dergi yayımladı. 12 Eylül 1980’e kadar geçen sürede de çeşitli kuruluşlarda basın müşaviri olarak çalıştıktan sonra akademiye geçti, YÖK’le birlikte bütün üniversitelerde kurulan Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde
yüksek lisans ve doktorasını yaptı ve öldürüldüğü akşama kadar öğretim görevlisi olarak Ankara Üniversitesi’nde Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi dersleri verdi.

Türkiye dışındaki Türk topluluklarının yakın tarihi ile ilgili olarak çalışmalar yapan Necip, Orta Avrupa ve Balkanlar’da Türk eserleri, Türk azınlıkları ve şehitliklerimiz konusunda alan çalışmaları yürüttü. Bu çalışmalar çeşitli gazetelerde yazı dizisi olarak yayımlandı. 1995-1996 yılları arasında Birleşmiş Milletler Örgütü’nün bir projesinde (UNDP) görev alarak Moldova’da Gagauz Türklerinin Latin alfabesine geçişi ile ilgili olarak danışmanlık hizmeti verdi. Buradaki görevi sırasında Cumhuriyet döneminin başında, bölgede Atatürk tarafından görevlendirilen öğretmenlerin bulunduğunu belirleyerek
bu öğretmenlerin bugün yaşayan öğrencileri ile geniş bir sözlü tarih çalışması yaptı ve bir kısmını “Kemal’in Öğretmenleri” başlığı ile yayımladı.

Çalıştığı alanla ilgili çok sayıda kitap ve makalesi bulunan Necip Hablemitoğlu öldürüldüğü 18 Aralık 2002 tarihine kadar Ankara Üniversitesi’nde “doktor” unvanıyla öğretim görevlisi ola­rak binlerce öğrenciye 25 yıl boyunca dersler verdi. Bir öğrencisi
“…Necip Hablemitoğlu, ülkenin çeşitli yerlerinden gelip üniversiteye yeni başlamış
pek çok genç için, yüzünün aydınlığı ve bilgisinin enginliği ile “demek aydın kişi böyle oluyormuş” dedirten, onların nazarında hiç diğer hocalara benzemeyen, kendisine duyulan sevgi ve saygıyla diğer hocaları da kıskandıran, o dersi verirken sıkmadığı gibi, öğrencilerini pikniğe gitmişlercesine mutlu hissettiren dopdolu bir inkilap tarihi hocasıdır aynı zamanda…’’
Bir diğeri Gülen yüzü, içten davranışları, mütevazi kişiliği, yardımseverliği, öğrencisine duyduğu sevgi ve engin bilgisiyle mükemmel bir hocaydı. ‘’ diyor.İlk kitabı II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet Rusya tarafından Kırım Türklerinin ken­di topraklarından zorunlu göç ettirilişini anlatan ve 1974 yılında yayımlanan

– Yüzbinlerin Sürgünü
’dür.
– Çarlık Rusyası’nda Türk Kongreleri (1905-1917),
Şefika Gaspıralı ve Rusya’da Türk Kadın Hareketi (1893-1920),
Alman Vakıfları ve Bergama Dos­yası,
Kırım’da Türk Soykırımı,
– Gaspıralı İsmail,
– Milli Mücadele’de Yeşil Ordu Cemiyeti,
– Sovyet Rusya’da Devlet Terörü ve
Köstebek.. yazarın diğer kitaplarıdır.

Necip Hablemitoğlu’nun özellikle Tür­kiye dışında yaşayan Türk toplulukları ve
Kırım Türkleri konusunda yayımlanmış tarihi belgelere dayalı çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Bir Kırım Türkü olan Dr. Necip Hablemitoğlu Kırım Türklerinin
Türkçü lideri İsmail Gaspıralı’ya ait tarihi belge­lerden oluşan bir arşive de sahipti.
Ayrıca öldürüldüğü dönemde Türkiye ve yurtdışında faaliyet gösteren bölücü terör örgütleri ve Alman vakıfları ile Avrupa Birliği Uyum Yasaları içinde yer alan vakıflar yasası konularında çeşitli araştırmaları bulunan Necip Hablemitoğlu,
çalışma alanına ilişkin Türkiye’de ve yabancı ülkelerde sempozyum, panel gibi toplantılarda sayısız konferanslar verip çeşitli televizyon ve radyo programlarına katıldı. Ama her şeyden önemlisi yaşadığı sürede Kanije ve Uyvar için mükemmel babanasıl olunur için hep örnek oldu… ‘’Türkiye gibi sancılarla kurtulmuş ve kurulmuş, hep sancılarla ayakta durmaya,
var olmaya çalışan bir ülkede, hele de Necip gibi bir yol arkadaşınız varsa,
yaşamda böyle bir noktaya gelmek, benim bulundu­ğum yerden, bu satırları yazıyor
ol­mak hiç de şaşırtıcı değil. Bu Ölümleri öyle kanıksamışız ki, olaydan sonra benim
ilk sözlerim “…zaten bekliyorduk…” oldu. Öylesine kanıksamışız ki, bir gün böyle bir şey olur­sa ne yapacağımızı bile O’nunla konuşmuşuz. Öyle çok ka­nıksanmış ki,
kurulan cümleler hep şöyle başlıyor; “…Hablemitoğlu, kendisinden önce öldürülen aydınlarımız gibi…” deniliyor.

  • Sevgili Necip, hangi değer, hangi inanç, hangi kazanç, hangi çıkar,
    -ya da ne denirse densin- ne uğruna öldürül­dü?
Bu sorunun yanıtını benim vermem mümkün değil.. Ama ben O’nun ne uğruna ölümü göze aldığını çok iyi biliyorum. O’nun bildik deyişle “karıncayı bile incitemeyecek” naif ve zarif, insanlığı kadar geniş ve cesur yüreği ile Türkiye’yi çok sevdiğini biliyorum.

  • “…Türkiye’nin üniter ve laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bun­ca zahmete, mihnete değer mi, diyorsanız, Atatürk’ün manevi mirasçısı olarak
    evet değer, diyorum. Çünkü Türküm ve başka Türkiye yok!…”
diyen Necip, bir gün öldürüleceğini bilerek yaşadı. O ve O’ndan öncekiler biliyorlardı da, ne yazıktır ki, bu ülkeyi yönetenler bunca cinayete, teröre rağmen bu ülke­nin yol geçen hanı olmasının önüne geçmeleri gerektiğini hala anlayamıyorlar.Necip, “Şeriatçı Terörün ve Batının Kıskacındaki Ülke: Türkiye” çalışmasında diyor ki,

  • “…bir terör eylemi­nin planlanmasından gerçekleştirilmesine kadar geçen evrelerde o kadar çok çıkar hesapları ve manüplasyonlar söz konusu olmaktadır ki,
    bir terör eylemi­nin nereye kadar ulaşacağı ya da nihai sonuçlarının ne olacağı asla önceden kestirilememektedir. Küresel­leşen terörde son örnek, ikiz kulelerin yerle bir edili­şidir. Diyelim ki failleri de belirlenmiştir. Ama bu ey­lemi kimin yaptırdığına, kimin yönlendirdiğine gelin­ce, bu sorunun yanıtı asla tam olarak ortaya çıkarı­lamayacaktır. Tıpkı, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ah­met Taner Kışlalı, Muammer Aksoy gibi Cumhuriyet şehitlerinin öldürülmesini esas planlayanların ortaya çıkarılamayışı gibi. Sadece araç olan tetikçilerin kim oldukları, ideolojileri, tabiyetleri, inanç ya da inanç­sızlıkları önemli değildir;
    yanıltıcı olan, sadece tetik­çilere bakarak yargıya varmaktır. Doğru yaklaşım ise, söz konusu Cumhuriyet şehitlerinin faaliyetlerin­den en çok hangi dış ülkenin çıkarlarının zarar gör­düğünün belirlenmesinin yanı sıra, aynı kayıpları tek­rar vermemek için gerekli caydırıcı önlemlerin alın­masıdır…”

Evet, kendi ölümünün faillerini de açıkça ortaya koyan, katilini çok yakından tanıyan Canım Necip, bahsettiğin ön­lemler, uyarıların dikkate alınmamıştır. Bu önlemleri almak yerine, “…kardeşim, sen de git yazdıklarına biraz dik­kat et., “denmiş ve hatta hakkında sahte tutuklanma / gö­zaltı belgesi düzenlenmiş, bir de bu sahte belge -yaygın de­yişle- bir kısım medya tarafından kullanılmış, aynı bir kısım medyaya Necip tarafından açılan tazminat davaları kazanıl­mıştır. Geçmiş suikastlerden hiçbir ders çıkarılmamıştır. Sistematik bir biçimde aydınların katledildiği ci­nayetleri önlemek ve faillerini ortaya çıkarmak sorumlulu­ğunu yerine getirmesi gereken ilgililerin dahi, “…faili meç­hul olarak kalacak…” yaklaşımı ile baktıkları bir ülkede, hangi demokrasiden, hangi hukuk devletinden ve en önemlisi devletten söz edilebilir mi? Siz kendinizi devlet zannetmeye devam edin…

Ben biliyorum ki, teröre karşı tedbir alması gerekenler, ilgililer, yetkililer vs. Necip’i ve Necip’ten öncekileri anlamasalar da, yazdıklarını / çalışmalarını riskli bulsalar da,
O’nu anlayabilmiş o kadar çok insan var ki.. Bunların başında yüzlerce öğrencisi geliyor. Onlar Necip’i çok iyi anladılar ve fikirlerini içselleştirdiler. Bu çok önemli bir kazanım, çünkü onlar Türkiye’nin aydınlık geleceği… Necip zeki, duyarlı ve yalın bir Türk aydını idi. Aynı za­manda kocaman, sevgi dolu yüreği, sıcacık bakan gözleri ve hiç eksilmeyen gülümsemesi ile özel bir insandı. Dürüst, gözüpek, güvenilir ve onurlu biriydi.
Yaşamın tüm zorluklarına karşın elindeki avucundaki her şeyi, ama en çok da sevgiyi paylaşmayı bi­len gerçek bir beyefendi ile sırt sırta vererek geçirdiğim yıl­lar için
Tanrı’ya şükrediyorum. Suikastten sonra, kimlere ve nerelere hizmet ettikleri herkesçe malum, sermayenin ve gücün basınındaki o çok bilmiş kimi köşe yazarları, ya bu olaya hiç değinmemeyi yok saymayı tercih ettiler ya da her zamanki gibi kuşku ya­ratmaya çalıştılar ve hak edilmiş bir ölüm olarak bir “derin devlet” senaryosu içine koyuverdiler. Tıpkı şimdi yapıldığı gibi… O zaman bunu açığa çıkarmak da basının
işi mi diye görülüyor pek çok olaydaki gibi… Belki soruşturmayı da ajitasyon-provokasyon ve bavul gazetecileri yürütüyordur savcılar Hablemitoğlu suikastı soruşturuluyor mu ya da dosya nerede bilmediklerine göre.

Hani 10 yıldır bana soruyorsunuz ya;

  • ‘’… Necip Hablemitoğlu neden öldürüldü ve kimler yapmış olabilir…’
diye, bana göre Necip susturulmuştur. Bu bir yok etme cinayetidir ve aynı zamanda, ülkede her çeşit emperyalizme direnç gösteren tüm sivil inisi­yatife bir gözdağıdır. Kimlerin yaptığını bulmak ise yetkililerin görevidir. Sahi bir de namus borcuydu bu (Abdullah Gül, başbakan iken) cinayetin çözülmesi, ama diğer yandan da bu cinayeti bu ülke ört bas etmişti (Başbakan RT Erdoğan). Hangisine inanacağız, varın benim yerime Allah Rızası için biraz da siz düşünün ve sorun …Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi