Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

GERÇEK “SİYAH TÜRKLER” SOLCULARDIR!..

Prof. Dr. Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’yi bölmek isteyen güçler ve bunların içimizdeki ajanları, ABD’de Siyahları ikinci sınıf yurttaş olarak gören, hatta insan olarak görmeyen ırkçı yaklaşıma benzetme yaparak, Türkiye’de de yurttaşlar arasında ayrımcılık yapıldığını öne sürerler. Buradan hareketle, “Beyaz Türk- Siyah Türk” deyimini icat etmişlerdir.

Bunlara göre dinciler Siyah Türk’tür. Oysa Kubilay’ın katilleri ve Şeyh Sait gibi, Cumhuriyeti yıkmak/ ülkemizi parçalamak isteyen hainlerin dışında hiç kimse, inançları nedeniyle zulüm görmek bir yana sorgulanmamıştır bile. Gerçek dindarlara ise hiçbir zaman dokunulmamıştır…

Çok partili sisteme geçtikten sonra, din istismarının oy getirdiği anlaşılınca dinciler/ tarikatçılar el üstünde tutulur olmuşlardır. Hemen hemen her seçimde çoğu tarikat ve cemaatlerin temsilcileri milletvekili olmuş ve hatta hükümetlerde yer almışlardır. Dinciler devlette iş bulmakta hiç zorlanmamışlar, hatta öncelikli olmuşlar, bürokraside de önemli görevlere yükselmişlerdir…

  • Gerçekte Türkiye’de ezilenler her zaman solcular olmuştur…

Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’nın güdümüne girince, McCarthycilik ülkemizde de başlamıştır. Solcular işe alınmamışlar ya da solcu oldukları anlaşılınca işten atılmışlar; yedek subay olmaları gerektiği halde askerliklerini er olarak yapmışlar, biraz öne çıkanlar hapishanelerde çürütülmüşler; “Günah keçisi” yapılmışlar, her olayın altında solcu parmağı aranmış, hatta devlet kendi işlediği suçları bile solcuların üzerine atmıştır.

Örneğin, dış politikada başarısız olmaları nedeniyle, daha doğrusu emperyalistlerin güdümünden çıkamadıkları için Kıbrıs Türklerinin haklarını koruyamayan Menderes Hükümeti, milletin gözünü boyamak amacıyla MİT’e provokasyon yaptırarak 6-7 Eylül (AS:1955) olaylarını düzenlemiş; ancak beceriksizlikleri nedeniyle olayların kontrolünü kaybetmişler (denetimini yitirmişler) ve sonunda Türkiye için yüz kızartıcı bir tablo ortaya çıkmıştır. Utanmadan suçu solcuların üzerine atmışlar ve ülkemizin yüz akı aydınlarını tutuklatmışlardır…

Ülkesini ve halkını sevmekten başka suçu olmadığı halde solcu oldukları için ezilen, haksızlığa uğrayan aydınları sayacak olsak sayfalara sığmayacağından birkaç örnek vermekle yetinelim:

  • Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, İsmail Hakkı Tonguç, Mehmet Ali Aybar, Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Demir Özlü,  Alpaslan Işıklı…

En acı sonu yaşayan Sabahattin Ali’dir. Yıllarca süren sürgün ve tutukluluklar canın tak ettiğinden yurt dışına kaçmak isterken genç yaşta öldürülmüştür. Ancak, istihbarat örgütleri tarafından yurt dışına kaçırma tuzağı kurularak, ölüme götürüldüğü yönünde savlar da vardır.

Sabahattin Ali’nin, yazarı olduğu Marko Paşa dergisindeki aşağıdaki yazısını okuyunca neden öldürüldüğü anlaşılmaktadır.

Atatürk’ten sonra, ülkeyi yönetenler ne yazık ki onun (AS: O’nun) yerini dolduramamışlardır. Atatürk’ün en çok üzerinde durduğu “tam bağımsızlık” unutulmuş, Amerika’nın güdümüne girilerek siyasal ve askeri bağımsızlık kaybedildiği gibi, Lozan’da en büyük mücadele ile elde edilen ekonomik bağımsızlık da bir kenara atılarak Osmanlı’yı batıran kapitülasyonlara kapı açılmıştır.

O yıllarda en büyük tasa, Türkiye’ye yabancı sermayenin girmesiydi. Herkes yabancı sermayeyi kurtarıcı olarak görüyor, gazetelerde “yabancı sermayenin ülkeye nasıl gireceği?” tartışılıyordu.

Bunun üzerine Sabahattin Ali, bu soruya yanıt vermek üzere, Marko Paşa’da “Biz anlatalım” başlıklı bu yazıyı yazdı: “Evvela Hello Johnny, My Darling, Yes, Okey diye girer. Arkadan Amerikan zırhlıları girer, bahriyelileri girer. Daha arkadan danışma kurulu, denetleme kurulu girer. Ondan sonra, gerekirse borç verileceğine dair haberler girer. Bu arada bazı yazarlar deliğe girer, bazı yazarlar Türkiye’yi Amerika’nın sınırı olarak gösterirler. Ve sonunda ucu dünyanın merkezinde bulunan asıl kazık girer ki her kıvranışta biraz daha girer.’’

Amerika, Amerika, / Türkler dünya durdukça, / Beraberdir seninle..”  gibi aşk (!) şarkılarını millet dilinden düşürmezken, böyle bir yazı yazıp bozgunculuk yaparak emperyalizmin tekerine çomak sokmaya çalışanlar bağışlanamazdı. İşte, Sabahattin Ali için hüküm o zaman verilmiş olmalı!..

Menderes, Amerikan şirketlerine hazırlattığı “Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası”nı Meclis’ten geçirerek Amerikanofilleri tasadan kurtardı. Daha sonra bunlar da yetersiz görüldü; yeni düzenlemeler yapılarak daha daha girmesi sağlandı. Yetmedi, kamu ya da özel, her şeyimizi yabancılara sattık. Böylece Sabahattin Ali’nin dedikleri gerçekleşti…

Şirketlerini yabancılara satanlar aldıkları parayı yurt dışına götürdüler. Bu kez ülkede yerli sermaye kalmadı…

Yerli olarak, sadece (yalnızca) politikacıların ortak olduğu müteahhitlik şirketleri kaldı. Onlar, “biz de yabancıların sahip olduğu hakları isteriz” dedi. İstekleri haklı bulundu: ihaleler ve ödemeler Dolarla yapılmaya başladı. “Türk yargısına güvenmiyoruz” dediler. O halde, “buyurun sömürü hukukunu en iyi bilen İngilizlerin ünlü ‘Londra Tahkim Mahkemeleri’ne gidin. Oradan çıkaracağınız kararla hakkınızı söke söke alırsınız” dendi.

Böylece kapitülasyon bakımından Osmanlı’yı geçtik. Borç desen, aynen Osmanlı gibi. Bu durumda “Düyun-u Umumiye” yakın mıdır, dersiniz?..
===================================
Dostlar,

Prof. Çelik Tıbbi Farmakoloji uzmanıdır. Samsun 19 Mayıs Üniversitesinden emekli ve Samsun ADD Şubesinin önceki başkanlarındandır.

Zaman zaman, çok uyarıcı – silkeleyici yazılarını burada paylaşırız.
**
Bu son yazının son tümcesinin bitimine bakalım :

  • “… “Düyun-u Umumiye” yakın mıdır, dersiniz?..”

Bize göre Türkiye, AKP eliyle 20 yılda istendik (iradi) biçimde iflasa sürüklenmiştir.
Ülkemiz çok yönlü olarak talan ve yağma edilmiştir, edilmektedir.
Yoksulluk, bu kökü dışarıda güdümlü politikaların bir sonucudur, türevidir; gerçekte YoksullaşTIRmadır! Ulusal servet yandaşlara aktarılarak planlı biçimde el değiştirmiştir.
1881’de İstanbul’da kurulan “… “Düyun-u Umumiye” yi beklemek yersizdir; Türkiye, ilan edilmeyen – örtük bir iflasın (Moratoryumun) derinliklerinde “tam sömürge” yapılmıştır.
Bu acı ve ürkütücü gerçekliği ustan çıkarmadan, yeni bir Kurutuluş Savaşı zorunlu olmuştur.

Sevgi ve saygı ile. 05 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Jeostratejik afyon

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Son Yazısı / Tüm Yazıları

Türkiye’de yıllardır, emperyalizme karşı jeostratejik mücadele vermek iddiasıyla çeşitli senaryolar üretilmektedir. Buna bazıları “beka mücadelesi” adını da vermektedirler. Televizyonlardaki ve gazetelerdeki bazı yayınlara bakılacak olursa, Türkiye bir savaş tehlikesinin ortasında yer almaktadır.

Bu tür yayınlarla Türkiye’deki halkın ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları unutturulmaya çalışılmaktadır. Bir yandan dinle, bir yandan da dış düşmanlara dayandırılan korku iklimiyle, halk gerçek gündemden kopartılmaya çalışılmaktadır.

Oysa emperyalizm sadece (yalnızca) jeostratejik bağlamda değil, ekonomik, sosyal ve siyasal çerçevede de işlevini sürdüren bir sömürü düzenidir. Emperyalizmi, kapitalizmden ve laiklik karşıtı dinci hareketlerden bağımsız olarak ele alarak jeostratejik rekabete indirgemek, emperyalizme hizmet eder.

Emperyalizm sömürgelerini sadece (salt) jeostratejik ve askeri baskıyla değil, kapitalizmle, özelleştirmelerle, ekonomik ve sosyal adaletsizlikle, cehaletle, dincilikle, laiklik karşıtlığıyla, toplumu demokrasiden, bilimden, felsefeden, sanattan, uygarlıktan uzaklaştırmakla da yaratır.
***
Savunma amaçlı jeostratejik ve askeri önlem almak her devletin görevidir. Ancak bununla ilgili söylemler gerçeklikle orantısız bir duruma dönüşünce, halkı kandırma, uyutma ve uyuşturma işlevini görür.

Türkiye’nin komşusu olan ülkeler içinde askeri açıdan en güçlü ülke İran’dır. Ancak İran Türkiye’yi tehdit etmediği gibi, bu iki ülke ve toplum arasında yüzlerce yıldır bir savaş yaşanmamıştır.

Irak ve Suriye, kendi içlerinde yıllardır yaşadıkları iç savaştan dolayı, Türkiye’yi tehdit edebilecek bir askeri güce sahip değillerdir. Ermenistan’ın, Gürcistan’ın ve Bulgaristan’ın askeri gücü son derece zayıf olduğu gibi, Türkiye’nin Gürcistan ve Bulgaristan ile herhangi bir sorunu bulunmamaktadır.

Yunanistan’ın askeri gücü Türkiye’nin çok gerisindedir. 10 milyonluk nüfusa ve 145 bin kişilik aktif bir orduya sahip olan Yunanistan’ın, 80 (90!) milyonluk nüfusa ve 350 bin kişilik aktif bir orduya sahip olan Türkiye için ciddi bir tehdit oluşturması söz konusu değildir.

Ayrıca iki ülkenin de NATO üyesi olmalarından ve aynı askeri ittifak içinde yer almalarından dolayı, birbirleriyle savaşmaları oldukça zayıf bir olasılıktır. Başta ABD olmak üzere, NATO ülkelerinin, böyle bir savaşı önlemek için elinden geleni yapacakları açıktır. Türkiye ile Yunanistan arasında askeri ve stratejik gerginlik ve rekabet her zaman olmuştur. Ancak bu durum, bir savaş olasılığının yüksek olduğu anlamına gelmez.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de karşılaştığı baskılar ise büyük ölçüde, AKP hükümetinin dinci ve mezhepçi dış politikasının bir sonucu olarak, Suriye, İsrail ve Mısır ile ilişkilerinin çökmesinden kaynaklanmaktadır.
***

  • Türkiye’yi tehdit eden en önemli güvenlik sorunu PKK terörü sorunudur.

ABD, Avrupa Birliği, Irak, Suriye, İran gibi ülkelerdeki bazı odaklar PKK’ye ve onun uzantısı olan PYD/YPG’ye destek vermektedirler.

  • Terör örgütleri PKK, PYD ve YPG emperyalizmin tetikçisi konumundadır. 

Ancak bu örgütlerin, dünyanın en güçlü ordularından birisi olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yenebilecek güçte olmadıkları açıktır. Bu örgütler işledikleri cinayetlerle ve gerçekleştirdikleri katliamlarla Türkiye’yi rahatsız edebilirler, huzursuzluk yaratabilirler, ancak galip gelemezler.
***
Bir ülkenin sömürge olmaması için askeri açıdan güçlü olması, tek başına yeterli değildir. Bir ülkenin sömürgeye dönüşmemesi için demokrasinin, Yasama, Yürütme, Yargı arasındaki güçler ayrılığının, laikliğin, hukuk devletinin, düşünce, ifade ve yayın özgürlüğünün, ekonomik ve sosyal adaletin, eğitim seviyesinin de güçlü olması gerekir. Aksi halde, o ülke askeri açıdan ne kadar güçlü olursa olsun, emperyalizmin sömürgesi olmaktan kurtulamaz.

Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Aydınlanma devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonu da buydu. Atatürk’ün bu hedefinden sapanların sözde vatanseverlikleri bir yanılsamadan ibarettir.

Türkiye’de halkın yeni bir afyona değil, büyük bir uyanışa ve bilinçlenmeye gereksinimi vardır!

Türkiye sorunu ve Kürt sorunu

Türkiye sorunu: demokratik hukuk devleti (DHD) sorunudur.

Kürt sorunu da, özünde bir DHD sorunu.

İlki, ikincisini zehirliyor; ikincisi ise, ilki üzerinde uzlaşma zeminini gölgeliyor. Nasıl?

Anayasa’ya göre Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygılı, demokratik ve laik, bir sosyal hukuk devletidir.

Kürt sorunu ise, toplumsal yapıyla ilişkili; Devletin insan topluluğuna içkin.

Yurttaş, halk ve millet/ulus, insan topluluğunun hukukileşmiş soyut kavramları olup, 1924 Anayasası’nda ‘Türkiye ahalisi’ şeklinde tanımlanıyor.

GENEL SORUN: DHD

Önce şu sorulmalı: Türkiye’de ‘demokratik hukuk devleti’, -Kürt sorunundan bağımsız olarak- ne ölçüde saygı görmekte? Hukuk devletinin üç ölçütü -insan hakları, demokrasi ve devlet- açısından birer cümle ile yanıt:

İnsan hakları: Düşünce özgürlüğü, toplu özgürlükler ve siyasal haklar, sistematik ve sürekli olarak çiğneniyor.

Demokrasi: Siyasal iktidarın eldeğiştirme yollarını, “sürekli anayasal darbe” yoluyla tıkamaya harcanan emek, Devlet yönetimi için harcanandan daha yoğun.

Devlet: Yasama-yürütme-yargı erklerinin birbirinden ayrılığı ve yargı bağımsızlığı, Anayasa metni üzerinde kaldı.

Eşitlik-laiklik-yurttaşlık: Cumhuriyet’in bu üçlüsünü resmen aşındırma etkinlikleri sürekli ivme kazanıyor.

Ülkesel ve çevresel haklar: Bütün Türkiye tehlikede; tarihsel-kültürel-doğal varlıklarıyla, kentsel-kırsal ve kültürel çevresiyle yağmalanıyor.

KÜRTLER İÇİN DAHA ÇOK

Eşit yurttaşlık eksiği nedeniyle, DHD açığının bedeli, Kürt yurttaşlara ve siyasal hareketine Türkiye geneline göre çok daha ağır bir biçimde yansıyor.

Demokratik açıdan, yerel demokraside Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı bir yana, anayasal güvenceler hemen tümüyle askıda. CHP’li belediye yönetimlerine uygulanan Anayasa dışı baskıdan farklı ve çapraz baskılar yelpazesi:

Kayyum: Sayısı 60’ı aşan HDP’li belediye başkanı yerine kayyum atandı.

Tutuklama: Başta S. Demirtaş olmak üzere 6000 kadar seçilmiş mahpus.

Kapatma: MHP dayatması sonucu açılan HDP’yi kapatma davası.

TBMM ve HDP

TBMM, Anayasa değiştirme yetkisi olan tek kurum: Türev kurucu iktidar. Parlamenter rejim için eksen alınan kurum; haliyle Anayasa değişikliği çalışmalarının merkezi.

CHP Genel Başkanı, haklı olarak ‘Kürt sorunu için çözüm yeri TBMM, muhatap ise HDP’ dedi.

Ulusal ölçekte toplu temsil özelliği bulunan tek kurum olarak TBMM, işleyişi en saydam olan anayasal merci. Yetki olarak da, asli ve genel yetkiye sahip tek kurum. Hükümet yokluğu da TBMM’nin müzakere organı olma özelliğini daha da öne çıkarıyor.

“TUTUM BELGESİ”

Güçlü demokrasi; bağımsız ve tarafsız yargı; kayyım rejimi değil, halk iradesi; Kürt sorununda demokratik çözüm; barışçı dış politika; kadına özgürlük ve eşitlik; ekonomide adalet; kamu yönetiminde liyakat; doğaya saygı; gençler için özgür yaşam; demokratik anayasa. Bunlar, HDP’nin ‘Tutum Belgesi’başlıkları.
Bu başlıklar altında yapılan önerilerin tümüne yakını Millet İttifakı tarafından savunulan demokratik hukuk devleti amacı ile örtüşüyor:

“Çözümsüzlüğün başlıca kaynağı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni değiştirmek istiyoruz. Hedefimiz otoriter ve tekçi sistemin yerine çoğulcu demokratik sistemin tesis edilmesini sağlamaktır… Sorunlarımızı şiddet aracılığıyla değil; konuşarak, müzakere ederek, diyalog yoluyla çözmek temel düsturumuzdur” .

TÜRKİYE ÇAĞRISI

Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur; ama Türkiye sorunu çözüme kavuşmadan Kürt sorununu çözme olanağı bulunmadığı gibi demokratik hukuk devletinin temel gerekleri uygulamaya geçirilmeden Kürt sorununu tartışma olanağı bile doğmaz.

Tutum Belgesi, bu bağlamda -ayrıca ele alacağım- üç ana sorunu gündeme çıkarıyor:

-Anadili hakkı ve evrensel kimlik haklarının tanınması,

-Yurttaşlık,

-Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.

Kürt sorununun çözümünde TBMM’yi merkeze alma, TBMM eksenli parlamenter rejim öngören anayasa çalışmaları ile de örtüşmekte. Tutum Belgesine göre; eşit yurttaşlığı esas alan Anayasanın hazırlanma süreci, her kesimi kapsayan, demokratik katılım ve toplumsal müzakereye dayalı bir yöntemle yürütülmeli.

İTTİFAK VE İKTİDAR

Cumhur İttifakı, gelecek seçimlerde de çoğunluğu kaybetmemek için, HDP’yi Millet İttifakı dışında tutmak için her yolu meşru sayacak.

Bu nedenle, Türkiye tarihsel bir dönemeçte:

Eğer demokratik hukuk devleti ekseninde bir ittifak sağlanabilirse, Kürt sorunu için çözüm yolu da açılır; tersine, bu sağlanamaz da yeniden Cumhur İttifakı çoğunluğu elde ederse, “mezhep-etnisite” bireşimli tek kişi yönetimi pekişmiş olacak. Bu durumda, Kürt sorununun çözümü bir yana, Türkiye sorunu, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti sorunu daha da derinleşecek.

Bu nedenle, TBMM’nin merkezi konumu, ülkemizin geleceği için yaşamsaldır.

Antikorun Kadar Konuş!..

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 01 Ekim 2021

 

Soçi Zirvesi öncesi, basında ve kamuoyunda pek çok konu başlığı ele alındı ve tartışıldı. Başta Suriye olmak üzere, S-400 meselesi, doğalgaz ticareti vesaire.

Ama liderler, girişteki bir iki “diplomatik nezaket cümlesi” haricinde bir laf etmeyince, hatta zirveye Dışişleri ve Savunma bakanları bile dahil edilmeyince, ortak bir bildiri bile yayımlanmayınca, tam bir karanlık durumu söz konusuydu.

Bilgi karanlığından söz ediyorum. Demokratik ülke ve yönetimlere yakışmayan, zaten her ikisi söz konusu olduğunda da “pek demokratik sayılmayacak” formasyonda devletler ve yöneticilerden söz ettiğimiz bir durum.

Bunun yerine, zirve ile ilgili ne biliyoruz?

Şu müthiş muhabbet mesela:

“Antikorunuz kaç sayın Putin?”

“Valla, 4 – 5 filan olmalı… ”

“Ohooo.. O da bir şey mi? Benimki 1000 civarında”

Düşünsenize, aradaki fark tam da hava atılacak bir fark. 5’e 1000 gibi bir uçurum var.

Tabii, ev sahibi devlet başkanı Putin nezaketinden olsa gerek, “Sevgili dostum Tayyip. Bana da ver senin TÜİK’i, ben 10 bin bile çıkarırım antikorumu” dememiş anlaşılan.

Kibarca, “Ölçüm kriterleri farklı olabilir tabii” diye, diplomatik bir manevra ile geçiştirmiş bu “antikor yarıştırma” seansını.

Bizim Cumhurbaşkanımız bir ara da “Hangi aşı?” muhabbetine bağlamış.

Anlaşılan, Putin “Devam aşınızı bizim Sputnik’ten yaptırın” deyince, bizimki de “Turkovac verelim” filan diye marka yarıştırmaya da girişmişler.

Olabilir. Böyle “hoşluklar”, İngilizlerin “Ice breaker” dedikleri tarzda, o “soğuk resmi ortamları ısıtmak ve buzları kırmak” amaçlı ayaküstü muhabbetlerinde yaşanır. Güzeldir de.

Ama neticede üç saat ne konuştuklarını merak etmemize engel değil bunlar.

Hepimiz, hem Rusya halkı hem de Türkiye Cumhuriyeti olarak şunları bilmek istiyoruz:

Suriye’de İdlib’de çok sayıda askerimizin şehit olduğu saldırılar da dahil olmak üzere, yaşanan çatışmaların ve gerilimin sorumlusu kim? Son dönemde şehit olan askerlerimizin katilleri kimler?

Oradaki durum ne boyutta? Daha iyiye ya da kötüye gidip gitmemesi için neler kararlaştırıldı?

Erdoğan’ın Amerikalı TV muhabiri üzerinden Biden’a attığı “zarf”ın içeriğindeki gibi, “Yeni S-400 siparişi ve hatta Rusya’ya uçak siparişi” olacak mı? “Dostum Vladimir”le bunu konuştunuz mu?

Kış geliyor. El yakan doğalgaz fiyatlarının daha da fazla yakması anlamına gelecek bir “zam” gelecek mi Rusya’dan? Yani, Putin “Vatandaşlarının Antalya’da harcadığı dövizleri, doğalgaz parası olarak geri alacak mı?”

“Senin antikorun kaç bilader?” muhabbeti filan iyi, hoş da…

Karın doyurmuyor yani.

Biraz ciddiyet.

HALK TV ve KRT TV Programımız – 2 Ekim 2021

Dostlar,

02 Ekim 2021 Cumrtesi günü 2 TV konuşmamız oldu.
İlki HALK TV’de Sn. Fatih Ertürk ile idi.
Antalya Altın Portakal Festivali nedeniyle, geleneksel olarak saat 20:00 yerine 21:30 gibi başladık ve yaklaşık 20 dakika, güncel durumu ve yapılması gerekenleri sunduk en son güncel veriler ve bilimsel bilgilerle. (ilk 21 dk.)

https://www.youtube.com/watch?v=h1ilo5CrU0s

https://youtu.be/h1ilo5CrU0s

***
Bu gün saat 23:00’te ise KRT TV’de Sn. Semra TOPÇU ile birlikte olacağız..
Hem salgını hem de Halk Sağlığını tehdit eden kimi ürün pazarlamasını konuşacağız..


Sevgi ve saygı ile. 02 Ekim 2021, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

Halil Çivi Şiiri : DİNİN ÖZÜ

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

 

DİNİN ÖZÜ

Dinin özü nedir bilmek istersen,
Din; ahlak adalet, vicdan demektir.
Öze uygun dindar olmak istersen,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Dört kutsal kitabın özü demektir,
Tanrının evrensel sözü demektir,
İnsanlığın adil yüzü demektir.
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Musa, İsa, Muhammed’e verilen,
Tevrat, İncil, Kur’an diye derilen,
Hak buyruğu diye kutsal görülen,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Ahlak empatidir, duygudaşlıktır,
Adil yaşam için arkadaşlıktır,
Ahlaksız bir yaşam başı boşluktur,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Adalet, herkesin insan hakkıdır,
Hukuk devletinin somut aklıdır,
Birlik, dirlik adalette saklıdır,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Vicdan terazidir, insanı tartar,
Doğruyu benimser, eğriyi atar,
İnsanın özüne insanlık katar,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Irkı, dini, cinsi eşit tutmaya,
Dinbazları din bağından atmaya,
Toplumsal yaşama lezzet katmaya,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Zalimin zulmünü yok etmek için,
Yoksulu, yetimi tok etmek için,
Onurlu bir yaşam hak etmek için,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Her canı kendine eşit bil diye,
Düşmanlığı yüreğinden sil diye,
Haramdan, yalandan geri kal diye,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Gerçek dindar insan edeple yürür,
Edepsiz insanın ahlakı çürür,
Edep insanları yanlıştan korur,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Akıl, bilim ikliminde kalmaya,
Cehaleti, hurafeyi silmeye,
İyi insan, İyi yurttaş olmaya,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Akıllı bağbanın bahçesi solmaz,
Aklını kullanan gaflete dalmaz,
Aklı olmayanın dini de olmaz,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Dinbaz düzenbazdır, halkı kandırır,
Hilebazdır, binbir dümen döndürür,
Vicdanı karadır, ocak söndürür,
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx
Halil Çivi der ki dindar olanlar,
Ahlak, vicdan, adaleti bilenler,
Kendi varlığında Hakkı bulanlar.
Din; ahlak, adalet, vicdan demektir.
Xxx

02 Ekim 2021
Doğanbey / Seferihisar / İZMİR

Dil Derneği’nin Onur Ödülünü Aldık

Dostlar,

Bu yıl, 26 Eylül 1932 Dil Bayramımızın 89. yılı…

Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa, kuruluş için gerekli akçalı (mali, finansal) kaynağı kendisi sağlayarak 1932 yılı içinde 2 önemli Kurul oluşturdu :

Türk Dili Tetkik Cemiyeti (12 Temmuz 1932)
–  Türk Tarihi Tetkik Heyeti (28 Nisan 1932)

Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün katılımıyla 1932 yılında düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı‘nın açılış günü olan 26 Eylül‘ü, her yıl “Türk Dil Bayramı” olarak kutluyoruz.

Uzun yıllardır üyesi olduğumuz Dil Derneği, bu yıl, “Dil Derneği Onur Ödülü” ne bizi yaraşır buldu.

Ödül, 25 Eylül 2021günü akşamı, Çankaya  Belediyesi  Çağdaş  Sanatlar  Merkezi’nde,  Dil  Derneği  Başkanı Sayın Sevgi Özel‘in eliyle bize verildi. Yoğunluktan, ancak 1 hafta sonra yazabiliyoruz web sitemizde!O gün, Atatürkçü Düşünce Derneği 16. Genel Kurulunu (seçimli) yönetmek üzere Başkanlık Kurulu (Divan) Başkanı olarak seçilmiştik ve gün boyu Genel Kurulu yönetmeye çalıştık. Çok yoğun olan gündem nedeniyle, ancak 19:00 dolayında koşa koşa salona gelebildik. Büyük bir anlayış ve hoşgörüyle karşılandı özürümüz, sağolsunlar..

Salondaki tören bitmiş, fuayede kokteyle geçilmişti. Konuklara duyuru yapıldı ve hemen oracıkta, bizi çok mutlu eden Dil Derneği Onur Ödülünü ve bir demet çiçeği aldık.. Kısaca kokteyle katıldık ve ayaküstü söyleştik dostlarla..

Büyük ATATÜRK‘ün en önemli devrimlerinden olan DİL DEVRİMİNİ asla öksüz komayacağız.. Yıllardır bu doğrultuda biz de çaba göstermekteyiz. Web sitemizde Türkçe, Dil… konularında epey yazımızı yayınladık.

“YAŞAR KEMAL’in ANA DİLİ ??”

başlıklı yazımızın okunmasını özellikle dileriz. (Yaşar Kemal Usta’ya uğurlar ola… – Prof. Dr. Ahmet SALTIK)

Dil Derneğimizde konferansımız da oldu. “DEVLET ve DİL” başlıklı sunumumuz 25 Nisan 2013 tarihli idi (geleneksel aylık konferanslar..)
***
Çok değerli meslektaşım Prof. Dr. Taner Çamsarı’dan şöyle bir what’s up iletisi aldık:

  • Ahmet’çigim TND (Türk Nefroloji Derneğinin) terim kolu bültenine ocak ayına kadar bir süre içinde; 3-4 A4 sayfasını dolduracak kadar.. Bilim terimleri konusunda bir makale yazar mısın? Hala kongrelerde şurada burada maymun gibi çorba bir dil ile konuşuyor profesörlerimiz.. Süre Ocak ayına kadar.. Ne dersin?

Elbette “evet” dedik Dr. Çamsarı’ya..

Dilimize sahip çıkmalıyız.. Önceki hafta da, 18 Eylül 2021’de Dil Derneğimizin 17. seçimli genel kuruluna katılmıştık. Bu konuyu o gün akşam web sitemizde paylaşmıştık.

Emektar Dernek Başkanımız Sn. Sevgi Özel’e ve yönetime – Derneğe omuz ve emek verenlere şükran ile.

En büyük dileklerimizden biri de, 12 Eylül 1980 darbecilerinin son verdiği Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunu yeniden, Atatürk’ün kurduğu yapıda (statüde) görmek; göreceğiz!

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

GÜZELLİK, DOĞRULUK, ZİHNİYET VE GELİŞME ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Çinli bilge Lao Tse / Tzu-Tao Te Ching (İ.Ö. 634 – 531) diyor ki;

Doğrular ve gerçekler her zaman güzel değildir. Güzel sözler de her zaman doğru değildir.“(1).

Zehiri insanlara it yalağında değil, altın tasla sunarlar. Zehir, ikram edilen balın içine gizlenmiş olabilir. Güzel ve tumturaklı sözler çoğu zaman gerçekleri gizlemek içindir. Çünkü, sanatsal estetik ürünleri dışında, gerçekler ya da doğruların süslü-püslü ambalajlara gereksinmesi yoktur.

Yemin ve kaseme dayalı ekonomik aldatmalar, akıl ve bilim dışı laf cambazlığına dayalı siyasal nutuklar, dinsel sömürü amaçlı dinbazların tumturaklı ve gizemli(!) inanç avcılıkları insanlarda duygusal çekicilik uyandıran güzel, fakat aldatıcı söz kalıplarıyla söylenir.

Güzel sözlerin; yersiz ve zamansız övünme ve övmelerin, duygusal, ırksal ve dinsel hamaset nutuklarının içine gizlenmiş şeytani çıkar ve toplumu aldatma hesapları olabilir. Çünkü duygular her zaman akıldan daha güçlüdür. Eskiler “Aşk kafaya girerse akıl seyahate çıkar” derlerdi. Aşkın temeli de kristalleşmiş ve akıldan kopmuş yoğun duygulardır.

Hiç düşündünüz mü? Azgelişmiş, feodal, yarı feodal, teokratik, dinsel ağırlıklı toplumların hemen her kararında neden hep duygular baskındır? Buna karşın gelişmiş toplumların kamusal kararlarında neden rasyonellik (akılcılık)  – aklın ve bilimin kılavuzluğu merkeze alınır?

Demokrasiler neden geri kalmış toplumlarda tüm kurum ve kuralları ile yeterince benimsenmez . Halbuki gelişmiş ülkelerdeki demokrasiler neden derinleşmiş ve geri dönülemez biçimde kökleşmiştir?

Geri kalmış ülkelerde bireyler ve bireylerin karizmaları hep ön plandayken acaba gelişmiş toplumlarda neden kurumlar, ilkeler ve kurallar (hukuk, adalet) ön plana çıkar?

Acaba geri kalmış ülkelerde siyaset genellikle neden daha çok duygusal, hamasi, gurur – gönül okşayıcı ve dinsel değerlere dayalı söylemler üzerine bina edilir? Toplumsal çoğunluğa neden kanaat, sabır, koşulsuz itaat ve öbür dünya mutluluğu önerilir?

  • Devletin bireyleri cennete götürme görevi var mıdır?

Yoksa insanlar cenneti kendi düzgün ahlakları ile mi hak edebilirler?

Halbuki gelişmiş toplumlardaki siyasetin ana konusu neden hep bireysel, toplumsal, dünyevi ulusal ve uluslararası gereksinimlerdir? Bireyin, ailenin, toplumun ve devletin bu dünyadaki gereksinmeleri neden hep öncelenir? Gelişmiş toplumların tümü neden laik ya da sekülerdir?

  • Din ve devlet işleri neden tamamen (tümüyle) birbirinden ayrılmıştır?

Acaba neden az gelişmiş ülkelerin eğitim sistemleri ağırlıklı olarak daha çok din ve hamaset barındırdığı halde, gelişmiş ülkelerin eğitim sistemlerinin temeline akıl, bilim, teknoloji ve özgür düşünce yerleştirilmiştir?

Peki, geri kalmış toplumlarda yaşayan insanların değerler skalası (paradigmaları) ve davranış örüntüleri neden hep duygu ağırlıklı bir rota izler. Buna karşın gelişmiş toplum insanlarının tutum ve davranış rotaları neden her zaman rasyonel (ussal) yönde olur?

Bu vb. sorular çoğaltılabilir. Söz konusu edilen bu temel ve önemli farkların nedeni aydınlanmamış ya da yeterince aydınlatılmamış bir toplumla, tümüyle aydınlanmış ve rasyonelleşmiş bir toplumsal ZİHNİYET YAPISI ARASINDAKİ FARKTIR. Çağına göre yani her çağda ilerleme ve gelişmişlik hep göreceli olarak daha rasyonelleşmis ve özgürleşmiş bir zihniyetin ürünü olagelmiştir.

Sözün özü                      :

Toplumsal zihniyet yeterince aydınlanmadan toplum aydınlanmaz. Aydınlanmayan bireyler ve yöneticiler de rasyonel davranamazlar. Bir toplumda, her koşulda, toplumların zihniyetini değiştirip dönüştürecek en önemli kaldıraç da ülkelerin rasyonelleştirilmiş (usa dayalı) eğitim sistemleridir. Mustafa Kemal Atatürk‘ü doğru anlayanlar bu rasyonel yapılanma ve rasyonel rotayı kolaylıkla görebilirler.

İbretlik söz..

Az gelişmiş, feodal, yarı feodal, teokratik ya da yarı teokratik ülkelerdeki siyasal iktidarların temel siyasal güç girdisi ise yine siyasal ikbal ya da iktidar amacı için örgütlenmiş toplumsal cehalettir.
Türkiye’de giderek bozulmaya başlayan bu ikircikli ve yetersiz zihniyet yapısının mutlaka değişmesi ve yeniden rasyonel (akılcı) rotaya girilmesi gerekir.
————–
(1) Topalak İsmail. Ahilik, Bektaşilik, Alevilik ve Mevleviliğin Kökenleri. Doğu Kitabevi s.492. 1. bs., İstanbul ,2017

Meclis’te onaylanmayan anayasa halkoyuna sunulamaz

Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK;
Cumhuriyet, 30 Eylül 2021

27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinden sonra oluşturulan iki kurucu meclis tarafından yapılan ve halkoylamasıyla kabul edilen 1961 ve 1982 anayasalarını “darbe anayasası” olarak niteleyen, o nedenle yeni bir “sivil anayasa” yapmak gerektiğini çeşitli vesilelerle söyleyen Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Eylül 2021 günü yeni adli yılın açılış töreninde yaptığı konuşmada yeni anayasa çalışmalarına değinerek şöyle dedi:

“İttifak ortağımızla birlikte kendi hazırlığımızı şekillendiriyoruz. Diğer partilerin de metinlerini açıklamalarını bekliyoruz. Şayet müzakere etme ve ortak bir metin çıkarma imkânı ortaya çıkarsa Türkiye için büyük bir kazanç olacaktır. Ancak geçmişteki tecrübelerimiz ve halihazırda sergilenen üslup fazla ümit vermiyor. Her ne şekilde olursa olsun önümüzdeki yılın ilk aylarında kendi hazırlığımızı milletimizin takdirine sunmakta kararlıyız.”(1)

Erdoğan’ın bu açıklaması, üç ay önce 27 Mayıs 2021 günü AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada yeni anayasa konusunda söylediklerinin hemen hemen aynı sözcüklerle tekrarı gibidir. O konuşmada Cumhur İttifakı’ndaki ortakları MHP ve BBP’nin bu çalışmayı sürdürdüklerini, diğer partilerin de bu yönde hazırlıkları olduğunu bildiklerini söyleyen Erdoğan, şu açıklamayı yapmıştı:

“Amacımız Meclis’teki tüm partilerin yeni ve sivil anayasa çalışmalarına yapıcı, etkin, samimi destek vermeleridir. Şayet böyle geniş bir uzlaşmayla yeni anayasayı Meclis’te kabul ettirip milletimizin takdirine sunabilirsek çok güzel olacaktır. Arzu ettiğimiz şekilde bir uzlaşma zemini oluşmazsa Cumhur İttifakı olarak bizi destekleyen diğer partilerle birlikte kendi hazırlığımızı milletin takdirine sunmakta kararlıyız.”(2)

FARKLI YAKLAŞIMLAR

24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerinde birlikte hareket eden Cumhur ve Millet ittifakları partilerinin yeni anayasa ile düzenlenecek siyasi rejim bakımından da temel ilkelerde iki farklı yaklaşım içinde oldukları, bu konuda yaptıkları açıklamalardan anlaşılıyor. Bunlardan birincisi, 16 Nisan 2017 tarih ve 6771 sayılı kanunla bir alaturka başkanlık sistemi olarak getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin -Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle- “tahkim” edilmesi yani güçlendirilmesidir. Cumhur İttifakı’nın bu yaklaşımına karşılık Millet İttifakı partileri, güçlendirmeyi parlamenter sistemde aramaktadır. Bu iki zıt yaklaşım arasında ortalama bir çözüm yolu olarak Fransa’daki gibi bir yarı başkanlık sistemi üzerinde ise hiç durulmamıştır.

PARLAMENTO ARİTMETİĞİ

Yeni bir anayasanın yapılabilirliğini, yürürlükteki “anayasanın değiştirilmesi, seçimlere ve halkoylamasına katılma” kenar başlıklı 175. maddesi çerçevesinde, üye tamsayısı 600, bugünkü üye sayısı 584 olan TBMM’nin iktidar ve muhalefet partileri ile bağımsız milletvekillerinin toplam sayılarıyla oluşan parlamento aritmetiğine göre değerlendirmek gerekir.

Anayasanın 175. maddesi uyarınca “Anayasanın değiştirilmesi TBMM üye tam sayısının üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir”. O nedenle yeni anayasa teklifi, en az 200 milletvekilinin imzasıyla verilebilir. Dolayısıyla tek başına anayasa değişikliği teklif edebilecek tek parti, halen 288 milletvekili olan AKP’dir. Fakat Cumhur İttifakı olarak AKP 288 + MHP 48 + BBP 1 = 337 imzalı ortak bir teklif verilmesi, güçlü bir olasılıktır. Millet İttifakı ise ancak HDP’nin desteğiyle CHP 135 + İYİ Parti 36 + DP 2 + SP 1 + HDP 56 = 230 imzalı ortak bir teklif verebilir. Bu iki gruba diğer partilerin az sayıdaki milletvekilleri ile bağımsız milletvekillerinden katılmalar olabilir.

ORTAK ZEMİN

175. maddeye göre “Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler, Genel Kurul’da iki defa (AS: kez) görüşülür. Değiştirme teklifinin kabulü Meclis’in üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür”. Bu hüküm uyarınca yeni anayasa teklifinin Meclis’te bütün maddeleriyle iki kez görüşülüp kabul edilmesinden sonra tümünün de beşte üç çoğunluk olarak en az 360 oyla kabul edilmesi gerekir. Böyle bir anayasa değişikliği zorunlu olarak halkoyuna sunulur; üçte iki çoğunlukla yani en az 400 oyla kabulü durumunda halkoyuna sunulması ise cumhurbaşkanının takdirine bağlıdır (m. 175/III-IV).

Halen Meclis’te hiçbir partinin, hiçbir ittifakın bu sayılara ulaşan bir çoğunluğu yoktur. Cumhur İttifakı da Millet İttifakı da anayasa değişikliği yapabilecek bir çoğunluğa sahip değildir. Dolayısıyla -Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle- “geniş bir uzlaşma” olmadıkça, Cumhur İttifakı, 16 Nisan 2017 tarih ve 6771 sayılı kanunla bir tek adam yönetimi olarak getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni “tahkim etme” düşüncesinden vazgeçmedikçe 27. yasama döneminde yeni bir anayasa yapma olanağı bulunmamaktadır. Ortak zemin, muhalefet partilerinden de destek alabilecek, son zamanlarda Türkiye’de önüne “güçlendirilmiş” sıfatı da konulan parlamenter sistemde bulunabilir. Ama bu, AKP’nin yeni anayasa konusundaki beklentisini karşılamayacaktır. O nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan, anayasa teklifini “milletimizin takdirine sunmak” şeklinde bir formül geliştirmiştir.

ANAYASA DARBESİ OLUR

Eğer bu formülle halkoylaması kastediliyorsa hemen söyleyelim ki Meclis’te kabul edilmemiş, başka bir deyişle reddedilmiş bir anayasa teklifinin halkoyuna sunulması gibi bir usul yoktur. Halkoylamasının önkoşulu, Meclis’te kabul edilmiş bir anayasanın varlığıdır. Böyle bir anayasa ortaya çıkmadıkça Cumhur İttifakı’nın hazırlayacağı bir metin, hiçbir şekilde halkoyuna sunulamaz. Anayasa’nın 79. maddesine göre YSK ancak Meclis’çe anayasa değişikliği olarak kabul edilmiş bir kanunu halkoyuna sunabilir. Anayasa’nın 6. maddesine göre “Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz”. TBMM’nin kabul etmediği bir anayasa teklifini bir dayatma olarak halkoyuna sunma girişimiyle sivil bir anayasa değil, bir anayasa darbesi yapılmış olur.(3)

(1) Cumhuriyet, 2 Eylül 2021, s.10.
(2) Cumhuriyet, 28 Mayıs 2021, s.5.
(3) Hikmet Sami Türk, “Yeni Anayasa Aritmetiği”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2021, s.2.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Eylül 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ÖNEM

RTE’yi peygamber yerine koyan AKP Ordu Milletvekili Şenel Yediyıldız, “2023 seçimlerinde verilecek her oyun, kılınmayan namazdan, tutulmayan oruçtan, gidilmeyen hacdan daha önemli olduğunu” söyledi.

Din tüccarı…

ŞERİAT

DİB’lığının bastırdığı “Müslüman ve Hayat” adlı kitapta, ”Yasama, yürütme  ve yargı şeri kurallara uyumlu olmalı” deniliyor.

Taliban’la farkımız kalmaması için Ali’ciği dinleyin…

YARGI

Yargının ceza vermediği Saygı Öztürk haberi için Basın İlan Kurumu, Sözcü Gazetesi’ni cezalandırdı.

AKP’liye laf etme, yargı margı hikaye!…

FAİZ

MB (emirle) faizi bir puan indirdi, Dolar bindirdi.

Dünya lideri ekonomi uzmanı ne demişti?..

FAHİŞ

Ticaret Bakanlığı müfettişleri “fahiş fiyat” araştırmasına girişti.

Fahiş müfettişlik harcamalarını denetim mekanizması kurulmalı…

NECATİBEY

İzmir’de Atatürk’ün Milli Eğitim Bakanı’nın adını taşıyan okul, yasal engele karşın yıkıldı. Yerine Suriyeliler için okul yapılacak.

Okulun bulunduğu Hatay semtinde Suriyeli yaşamadığı açıklandı.

Atatürk dönemini milletin gözünden kaçırmak için sığınmacılara sığınıyorlar…

DOSTUM

RTE, ABD’ye gitmeden önce “Dostum” dediği Biden kendisiyle görüşmeyince, “Diğer başkanlarla böyle değildik” diye dert yandı.

Dost acı söyler, el acıtır…

ELÇİ

Cumhurbaşkanını temsil eden Washington büyükelçisi Mert Mercan’ın Biden tarafından değil bir bürokrat tarafından kabul edildiği ve bir restoranda güven mektubunu sunduğu açıklandı.

Ülkemizi ve devletimizin makamlarını aşağılatanlar aşağılıktır…

HAK

RTE, “Tüm bu programlarda gördüğümüz şudur; Türkiye ekonomisi hak ettiği yere gelmektedir.”

Kişi başına düşen ulusal gelir 2008’e göre 3 bin Dolar azaldı.

Bu mu milletin hakkettiği?..

YAKARIM

İ. Melih Gökçek, yargılandığı davalarla ilgili olarak, “İşin özetini söylüyorum, ‘Acaba Melih Gökçek hakkında suç duyurusunda bulunur da 17/25 Aralık öncesine Sayın Tayyip Erdoğan’a işi sarkıtabilir miyiz’ olayın altına yatan asıl amaç bu.”

Yanarsam, yakarım!..

SORUYORUM                                           :

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. Bakan Ruhsar Pekcan ve diğer bakanların/yakınlarının devlete mal satmasının (hem de bozuk ve fahiş fiyatla) soruşturulması neden engelleniyor?
  3. Sedat Peker’in suçlamaları kamuoyunda karşılık bulmasına karşın niçin araştırılmıyor? Suçlanalar niçin kendini savunmuyor? Cumhurbaşkanlığı niçin sessiz kalıyor?
  4. Orman yangınlarına karşı gerekli önlemleri almayarak yurdumuzun cayır cayır yanmasına, uygunsuz imara izin vererek sel felaketine sebep olanlar ne zaman hesap verecek?..