Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

EĞİTİM SORUNLARIMIZ..


Dostlar
,

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden değerli meslektaşımız Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar aşağıdaki iletiyi paylaşıyor.. Biz de sizlere sunalım istedik..

3 Mart 1924 Devrim Yasalarının 89. yılındayız bilindiği gibi..

Sevgi ve saygı ile.
28.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================

Değerli arkadaşlar,

Eğitim sorunlarımız, azalması gerekirken giderek artıyor. Hatırlayın lütfen,
bizler ilkokulu, ortaokulu ve liseyi bitirirken sınavlara girdik. Hatta liseyi bitirmemiz bile sınavla olmuştu. Üniversiteye girerken de tek sınav vardı. Sonra 2 aşamalı oldu.
Daha sonra da tek sınava indirildi. Şimdi yine 2 aşamalı hale döndü.

Kolejlere ve özel okullara giriş sınavları vardı, kaldırıldı. SBS sınavları kondu.
Şimdi onlar da kaldırılıyormuş. Yani her kolej ve özel okul kendi sınavını kendisi yapacakmış. Bu koşulda öğrencilerimiz yıl sonunda birçok sınava girmek zorunda kalacak. Umarım sınav çarpmasına uğramazlar !!!

Esasen, kaldırılan SBS’nin lise döneminde de olmasını isterdim. Çünkü her yıl sonunda girilecek SBS’lerin toplam puanı ile öğrencinin bilgi ve becerisi daha somut olarak ölçülecektir. Ayrıca lise sonda muhatap oldukları 2 aşamalı sınav yüzünden
lise son sınıf derslerine çalışamaz oldular. Galiba o nedenle limit, türev ve integral eğitimi gereksiz bulundu !!!

Ne yazık ki, son 10 yılda eğitim sistemimiz hep değiştirildi ve sanki yaz-boz tahtasına döndürüldü. Bu konuda değerli Mehmet Tezkan’ın Milliyet gazetesindeki bugünkü yazısını aşağıda bilgilerinize sunmak istedim.

Umarım; yöneticilerimiz ve danışmanları, güzel ülkemizin eğitim sorunlarını
günübirlik önlemlerle değil, mutlu geleceğimizi düşünerek ve çağdaş eğitim sistemlerini örnek alarak çözmeye çalışırlar.

Sevgi ve saygılarımla (28.02.2013).

 Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

=======================================

HER BAKANLA AYRI SİSTEM

(Mehmet Tezkan, Milliyet-28.02.2013)

Eğitim sistemi yaz boz tahtasından beter oldu.. Her bakan olan yeni bir şey icat ediyor.. Kendine göre ayar çekiyor.. Neredeyse son on yılımız böyle geçti.

Bakanlar aynı partiden ama çocukları liseye nasıl yerleştireceklerine bir türlü karar veremediler.. Birinin yaptığını öteki bozdu.. Minicik çocukların geleceğinin bir,
bir buçuk saatte şekillenmesi doğru değil denildi, sınav sistemi üç yıla yayıldı..

Çocuklar 6. sınıftan itibaren sınava girmeye başladılar..
Yalnızca sınav notuyla yetinilmedi, okul notu da katıldı.. Öğretmen kanaati de konuldu.. Öğretmen kanaati işi bozuyor araya torpil, iltimas giriyor diye itiraz edildi..

Çıkarıldı.. Yabancı okullar zaten bu sistemi hiç kabul etmedi..
Bakanlık bastırınca kapatır gideriz diye hafiften tehdit ettiler, bakanlık bastıramadı..
Bu sisteme geçilmesinin nedeni dershane düzenine son vermekti..
Tersi oldu, dershaneler ihya oldu..

****

Bakan değişince üç yıllık sınav maratonu da rafa kaldırıldı..
Yeni Bakan “öğrenciler mahvoldu, çocukluklarını yaşayamadılar,
eğitim sistemi test çözme sistemine döndü” dedi ve kendine göre ayar çekti..
Sınavları bir yıla indirdi..

O Bakan gidince yerine gelen Bakan eğitimin tümüyle oynadı.. Yeniden kurguladı..

4+4+4 denilen yapıya böyle geçtik.. Bakan okul düzenini değiştirdi ama sınav düzenini değiştirmeye ‘bakanlık ömrü’ yetmedi..

Görevden gitti, yeni Bakan geldi.. Yeni bakanla birlikte sınav sistemi sil baştan yapıldı..

Kaldırıldı.. Kaldırılmış gibi yapıldı diyebiliriz.. Öğrencilerin liseye girmelerinde
ders notlarıyla birlikte ders dışında katıldıkları etkinlikler de etkili olacakmış!..

Ama durun.. Bu yöntem Kabataş Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Galatasaray Lisesi.. gibi memleketin iyi okullarını kapsamayacakmış.. Oraya nasıl girilecek?

Yine sınavla.. Her okul ayrı sınav yapacakmış?
Bu şu demek : Ortaokul son sınıfa gelenin yaşamı sınavdan sınava koşmakla geçecek..

Şöyle izah edeyim : Kabataş Lisesi’ne girmek için yüz binlerce öğrenci sınava girecek.. Aynı yüz binler Kadıköy Anadolu Lisesi sınavında da buluşacak..
İstanbul Lisesi sınavında da..

Bitmedi.. Yabancı okullar sınavı var.. Özel okullar sınavı var..

****

Durun telaş etmeyin.. Nasıl olsa bir sonraki Bakan ‘bu ne biçim’ iş diyerek kaldırır..

“3 Mart 1924 Yasaları”.. Panel ve Konser; Başkent Üniversitesi

Dostlar,

3 Mart 1924, Devrim Tarihimizin en önemli dönemeçlerinden biridir.

Bu tarihte 4 adet köklü devrimsel dönüşüm gerçekleştirilmiştir.

1. Halifelik kaldırılmıştır!

2. Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Artık Devletin işleri “Şer’i” (Şeriata dayalı) değil, laik kurallara dayalı olacaktır.

3. Genelkurmay Bakanlığı kaldırılarak Genelkurmay Başkanlığı düzenine geçilmiştir.
Böylelikle askerlik ve siyasetin ayrılmasına çalışılmaktadır.

4. “Tevhid-i Tedrisat“, “Öğretimin Birleştirilmesi” (unification of education) ilkesi benimsenerek hem din temelli hem de laik temelli 2 başlı ve ülkeyi çatışmalara itecek sistem bırakılarak “laik – bilimsel – karma” eğitim düzenine geçilmiştir.

Bu 4 görkemli devrimin 89. yılındayız ve ciddi yara almış bulunuyoruz.

Bu devrimlere sahip çıkmak gerekiyor.

1982 Anayasası’nın 174. maddesinde 8 adet Devrim Yasası korunmaya alınmıştır ancak bu da yeterli değildir. AKP hükümetinin “dindar nesil yetiştireceğiz” hedefli 4+4+4 düzeni, açıkça bu Devrim Yasasına meydan okuma ve eylemli olarak da çiğnemektir.

Bu gidiş ülkemizi iç çatışmalara sürükler.
Sözde “yeni anayasa” ile bu maddenin de kaldırılması hedeflenmiştir.

3 Mrat günü Dil Derneği öncülüğünde Tandoğan Meydanı’nda bir sahip çıkma eylemi var.. Saat 13 : 00’te..

Biz de 3 Mart günü, bu konuda daha önceleri verdiğimiz görsel konferansların
power point yansılarını web sitemize koyacağız..

Hepimize kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
28.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Başkent Üniversitesi'nin Amblemi  
ve
ANKARASOYAD
Ankara Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
 
Panel – Konser
 
Ankara Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin kuruluşunun
1. yılında düzenlemiş olduğu 3 Mart 1924 Yasaları” Konulu Paneli Onurlandırmanızı Saygı ile dileriz.
 

Prof. Dr. Kenan ARAZ                         Dr. Ercan YENAL                                      Başkent Üniversitesi Rektörü              ANKARASOYAD Yön. Kurulu Başkanı                   

Program

  • Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı
  • AnkaraSoyad Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan YENAL Açış Konuşması
  • Panel
  • Oturum Başkanı : Yekta Güngör ÖZDEN
  • Konuşmacılar: Prof. Dr. Ali ERCAN ve Prof. Dr. Ünsal YAVUZ
  • Kültür Ve Turizm Bakanlığı Çok Sesli Korosu Konseri

Tek Kapıdan “Prof. Dr. Ertuğrul BAYRAKTARKATAL”
Ceviz Oynamaya “Nedim YILDIZ”
Bir Dalda İki Elma “Muammer SUN”
10. Yıl Marşı “Cemal Reşit REY”

  • İkram
  • Konukların Uğurlanması
1 Mart 2013 Cuma, saat 14:00 – 17:00
Başkent Üniversitesi Prof. DOĞRAMACI  Konferans Salonu

Bağlıca Kampüsü Eskişehir Yolu 20.km (LCV : 0 530 230 36 50 ,27.Şubat.2013, 17.00

Yargıçların Tarafsızlığı…

Dostlar,

Artık ülkemizde “yargıçlar” da gazete makalesi yazabiliyorlar.. diye sevinmeli miyiz??

Yoksa artık bıçak kemiği kesiyor da kimi yürekli yargıçlar kararları dışında
makale yazarak da mı konuşmak zorunda kalıyorlar??

Yargıç Oktay Kuban, Ergenekon tertibi yargılamalarında yansız kararlarıyla
öne çıkmış ve siyasal baskı-tehdit altında kaldığını açıklamıştı.. Yeni HSYK
(12 Eylül 2012 Anayasa halkoylaması ile kurulan..) Sayın Kuban’ın görev yerini değiştirmişti!??

Bir Cumhuriyet yargıcının, hukuk-felsefe-etik-ahlak dersleriyle dolu makalesi aşağıda..
Sayın Kuban’a teşekkür ediyor ve ülkemizde yargıçlar olduğunu güveniyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
28.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Yargıçların Tarafsızlığı…

  • Yargıçların tarafsız olmadıkları yönünde sanıklarda ve kamuoyunda oluşan güvensizlik, yürütme ve yasama mensuplarında karşılık bularak
    kamuoyu önünde ciddi eleştiriler yapmalarına neden olması,
    yargıçların tarafsızlığının tartışılmasına neden olacaktır. 

Oktay KUBAN 
Yargıç
(27.2.13, Cumhuriyet)

Yargıçların tarafsızlığı, dürüst yargılamanın başta gelen unsurlarındandır.
Siyasal rejimi ve ideolojik yönelişi ne olursa olsun, yargının tarafsızlığı günümüzün vazgeçilmez ilkesi olup, anayasal güvence altında bulunmaktadır. Anayasalarda genellikle yargıçların bağımsızlığından söz edilmesine karşılık, tarafsızlığından
söz edilmemektedir. Ancak, kuşkusuz tarafsızlık da bağımsızlık gibi anayasamızın
2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin önkoşulu ve adil yargılamanın
temel güvencesidir. Tarafsızlık, mahkemenin yargılamada uyguladığı usul ve sergilediği tutum itibarıyla kurum olarak sanıklarda ve kamuoyunda bıraktığı güven verici izlenim ve tarafsız görünümdür, önyargı sahibi olmamaktır.

Yargıçların tarafsızlığı ilkesinin, anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde
yer almasıyla tarafsızlık gerçekleşmez. Bu ilkenin gerçekleşmesi ve korunması bakımından da yeterli değildir. Yasal düzenlemelere bu ilkeyi koruyacak ve gerçekleşmesini sağlayacak hükümler getirilmekle birlikte uygulanmasını da sağlamak önemlidir. Adaletin gerçek anlamda sağlanması kadar aynı zamanda yerine getirilmesinin görülmesi de gereklidir. Bu ilke, yalnızca doğrudan karar için değil,
aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir. Bu da yargılama sürecinde mahkemenin silahların eşitliği ilkesini sağlaması ve yargılama hukuku ilkelerine bağlı kalmasıyla gerçekleşecektir. Buna aksi uygulamalar mahkemelerin tarafsız olmadığı şüphesini doğuracaktır.

  • Hiçbir tanık, hukuken kabul edilebilir ve yasada açıklanan nedenler yoksa
    gizli olarak dinlenemez.

Aynı davada, aynı suçtan sanık olarak yargılanan kişinin gizli tanık olarak dinlenmesi de tanıklık kurumunun tarafsızlık öğesine aykırıdır. Dinlenen tanığın neden gizli tanık olarak dinlendiğini yargılamayı yapan mahkeme somut gerekçeyle ortaya koymalıdır.
Mahkeme bu kararı verirken tanığın bu tanıklık nedeniyle kendisinin veya yakınlarının karşı karşıya kaldığı tehlikenin ağırlığı ve ciddiliğini göz önünde bulunduracak ve
bunları gösteren, hukuken kabul edilebilir nedenleri de gerekçesinde açıklayacaktır.

Gizli tanıklık

Anayasamıza ve ceza yargılama yasamıza göre mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılmalıdır. Silahlı terör örgütü yöneticisi olmak ve vahim eylemlerde bulunmak suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış ve yıllardır
yüksek güvenlikli cezaevinde bulunan bir kişinin gizli tanık olarak dinlenilmesi kararında, mahkeme, bu tanığın kendisinin veya yakınlarının karşı karşıya kaldığı tehlikenin ağırlığı ve ciddiliğini gerekçeli olarak mutlaka ortaya koymalıdır.

Tanığın gizli dinlenmesi, bunun gerekçesinin olamayacağını veya varsa bu gerekçenin de gizli olacağını gerektirmiyor. Sanık hakkındaki suçlamaların ağırlığı hiçbir zaman suçlamanın gerçekliğini ve ciddiliğini gösteren bir ölçü olmadığından, mahkemenin, savcılığın getirdiği, giderleri yasaya göre örtülü ödenek esaslarına göre karşılanan her tanığı gerekçe göstermeden gizli tanık olarak dinlemesi,
yargılamada silahların eşitliği ilkesine aykırılık oluşturacaktır.
 Yargılamada silahların eşitliği ilkesini sağlamayan yargıcın tarafsız olduğu söylenemez.

Deliller

Ceza yargılama yasamıza göre, sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin
ortaya konulmasına başlanacağı, daha sonra ortaya konulan delillerin tartışılacağı ve yargıcın kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış hukuka uygun elde edilmiş delillere dayandırabileceği düzenlemiştir. Sanığın sorgusunun yapılması delillerin tartışılması olarak değerlendirilemez. Delillerin ortaya konulup tartışılması aşamasında, iddia makamı tarafından ortaya konulan delillerin hukuka aykırı olarak elde edilmiş bir delil olup olmadığı ve delil olarak kabul edilip edilemeyeceği değerlendirilip tartışılacaktır. Sanığa savcılıkça ortaya konulan delilleri tartışma ve değerlendirme hakkı verilmeden yargılamanın sonuçlandırılması, mahkemenin silahların eşitliği ilkesine uymadığı, iddia makamının getirdiği delillere peşinen
itibar edip karar verdiği, tarafsız ve dürüst yargılama yapmadığı kuşkusunun duyulmasına haklı neden olacaktır.

Mahkemelerin anayasal ve yasal yetkili olmadıkları yargılama görevlerini sahiplenip bunda ısrarcı davranmaları, adil yargılama ilkelerine aykırıdır ve hukuksal güvenlik hakkının ihlalidir.

  • Hukuk devletinde asıl olan adil, düzenli ve güvenilir yargılamadır.

Hukuk düzenindeki belirliliğin sarsılması doğal yargıç ilkesine aykırı yargılamaların yolunu açacaktır.

Anayasamıza ve uluslararası sözleşmelere göre sanık, savunmasını meşru mahkemelerde ve doğal yargıç ilkesine göre kurulmuş olan mahkeme huzurunda yapar. Anayasaya göre yüksek yargının görevine giren kişi ve suçlarda, yargılama yetki ve görevine sahip olmayan mahkemenin, yargılama yapmakta fiilen ısrarcı davranması,
o mahkemenin yargıçlarının tarafsız olmadıkları kuşkusunu doğurabileceği gibi,
sanığın mahkemeye karşı hukuken direnme hakkını gündeme getirecektir.
Bu hak;
– savunma,
– hak arama,
– doğal yargıç ve
– hukuksal güvenlik..

haklarının bir sonucudur.

Sonuç               :Demokratik bir toplumda bütün yargıçlar, tarafsız oldukları yönünde kişilere güven vermelidir. Makul olarak düşünme yeteneği olan her kişi yargıçlara güvenmeli, inanmalı, bu yönden herhangi bir kaygı ve tedirginlik içinde olmamalıdır. Yargıç, mahkemede yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, anayasal kurumlar, hukuk mesleği ve sanıkların güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içinde olmalıdır. Yargıçların tarafsız olmadıkları yönünde sanıklarda ve kamuoyunda oluşan güvensizlik, yürütme ve yasama mensuplarında karşılık bularak kamuoyu önünde ciddi eleştiriler yapmalarına neden olması, yargıçların tarafsızlığının tartışılmasına neden olacaktır. Sanığın haklı nedenlerle tarafsız olmadığına inandığı yargıçlarca yargılanması, ruhsal olarak ağır acı ve ıstırap veren en önemli insan hakkı ihlalidir. Yargıcın tarafsızlığından kuşku duyulmasını gerektiren nedenlerin bulunması durumunda, yargıç davadan çekilmelidir. Bu, yargılamanın dürüst ve tarafsız yargıçlarca yapılmasını sağlayan yollardan biridir. Tarafsız ve dürüst yargılamayı sağlamak bu ilkeleri özümsemiş yargıçlarca gerçekleştirilecektir.

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV; ‘Kemalizmden Kurtulmak’ mı?

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

Türkkaya Ataöv-4, Ulusal Eğ. Drn. Ermeni sorunu, 09.05.09

‘Kemalizmden Kurtulmak’ mı?

  • Eşsiz Mustafa Kemal Türkiye için tam zamanında gelmişti;
    ama bize benzeyen topluluklar için erkendi. Asya ve Afrika neredeyse
    tüm sömürge, Latin Amerika ve Çin de yarı sömürge.
    Ama Kemalizmin uluslararası anlamı o zaman da vardı, şimdi de var.

Biri “Çok şükür Kemalizmden kurtulduk” buyurmuş. Önce de bir başkası “1923’lerde yabancı işgali olsaydı da din serbestliğine kavuşsaydık.” demişti. Dürrizade Abdullah türünden bu yana başkaları da var. Irak’ta az bilinenleri özetleyip konuyu yukarıdaki sözlere bağlayalım.

ABD yönetiminin uydurmalarıyla Irak’a saldırıp işgal eden askerlerin Bağdat’ta
ilk eylemleri, petrol kuyusu haritalarına el koymak ve ünlü müzeyi soymaktı. Irak
ve Hazar çevresi petrol dolu; Dicle – Fırat suları da var; üs olanakları hazır; gir ve iktidarını kur! Bağdat Müzesi’nden çalınan parmak büyüklüğünde 5 bin antika mühürden biri bile New York’ta yaklaşık 750.000 dolara satıldı. Küçük bir aslan heykeli de 57.2 milyon dolara. Ya ötekiler? Yalnız bu talan üstüne kitaplar yazılır.

Irak’ta olanlar

O kadar mı? Asıl, eğitim düzenine yabancıların bilinçli zararını özetleyelim.
Amaç Irak’ın kişiliğini öldürmek. Üniversite gibi kurumlardaki yazanaklar, belgeler, çalışma araçları yok edildi. Iraklı bilimciler, üniversite ve ortaöğretim üyeleri ile seçkinlerin adları, ev ve işyerleri saptanarak öldürüldüler; askerler laboratuvarları makinelilerle taradılar, 30 bin bilgisayarın parçası kalmadı. Brüksel Mahkemesi’ ndeki belgeye göre 30 Ocak 2012’ye değin öldürülmüş olan üniversite hocalarının sayısı 467. İlk ABD genel yöneticisi Paul Bremer 15 bin araştırmacı, bilimci ve öğretmeni işten atmıştı. 20 bin öğretmen ve orta sınıfın % 40’ı ülkeden kaçtı. Gidenlerin emeklilik hakları silindi. İşgalci daha başında Andrew Erdmann adlı
hiç ders vermemiş, okullarda yöneticilik yapmamış, Arapça da bilmeyen birini
eğitim bakanlığı başdanışmanı yaptı. Önceki bakan tutuklandığından,
bu Amerikalı fiilen bakandı. Bütçe, atamalar, programlar ve ders kitapları
onun elindeydi.

UNESCO’nun yazanağı

UNESCO’nun 28 Mart 2003 tarihli yazanağı diyor ki: “İlköğretimde % 100 yazılma olan Irak’ta eğitim çöktü.” Okuma yazma oranı 25 yıl öncesine geriledi. Özellikle okullar, kültür kurumları bombalandı, yakıldı, soyuldu. Irak’ın eski övünç kaynağı
Bağdat Üniversitesi şimdi üst sıradaki 12 bin dünya üniversitesinin arasına bile giremiyor. Mustansıniyye Üniversitesi’ndeki kıyım Saddam’ın düştüğü 9 Nisan 2003 gününde yaşandı. Binlerce öğrenci, hele kızların % 75’i okulları bıraktı. Okulların % 80’i kullanılamaz durumda. Kuzeydeki Kürt yönetiminde Arapça eğitimi geçmişte kaldı.

  • Ayrıca, 2 bin doktor, yüzlerce hukukçu, 376 gazeteci ve binlerce meslek sahibi planlı biçimde öldürüldüler

BM istatistikleri 

Irak özellikle çocukların cehennemi. UNICEF’e göre çoğu açlık çekiyor, kaçırılıyor, satılıyor, öldürülüyor, uyuşturucu satıcılığına zorlanıyor ve küçük kızlar kiralanıyor. Anasız-babasız çocuklar beş milyon. 500 bini sokakta yaşıyor ve dileniyor. Ülke içinde göçmüş ailelerin 93 bin 500 çocuğundan haber yok. Ruhsal hastalıklar yaygın,
ama hiçbir ruhsal bakım merkezi yok.

Irak’ın geleceğini bu kuşaklar mı kuracak?

ABD’nin ambargodan bu yana hazırlığı buydu. Bu yazdıklarım Birleşmiş Milletler istatistiklerine ve yazanaklarına dayalıdır. Kimi bölümlerini hazırlayan uluslararası örgütün 1976’dan bu yana merkez yöneticilerindenim.

Sahte diplomalılar

Irak’taki sözde İslamcıların bir bölümü işgalcilerle birlik oldu. İslamcı partiden sonraki yerli Eğitim Bakanı Ali El-Edip ABD işgalinin başında umutlarla Irak’a döndü.
İlgili müdürden medrese çıktılarının doktora diploması sayılmasını istedi. Reddeden Davut Salman Rahim 31 Temmuz 2011’de öldürüldü. Bu cinayetten sonra medrese eğitimi doktora sayıldı. Boşalan yerleri birtakım sahte diplomalılar doldurdular.
Bakan Edip’in diplomasının da sahteliği üstüne BM belgesinde iddia var.

  • Paul Wolfowitz 2003’te ne demişti: “Irak’ta devlete son vereceğiz!” 

İşgalciler toplumsal yapıyı, birliği, eğitim ve sağlık düzenini bilerek yıktılar.

  • Bir ABD’li keskin nişancı, CNN’de “Dün 146 kişiyi öldürdüm” diye övünmüştü.

Bu yabanıllık antlaşmalara, din öğretilerine ve insanlık ölçülerine aykırı.
Bunları yapanlara sıradan Iraklılar şu adı takmış: “Harami!”

Eşsiz Mustafa Kemal Türkiye için tam zamanında gelmişti; ama bize benzeyen topluluklar için erkendi. Asya ve Afrika neredeyse tüm sömürge, Latin Amerika ve
Çin de yarı sömürge. Ama Kemalizmin uluslararası anlamı o zaman da vardı, şimdi de var. Keşke oralarda da Atatürk gibileri olsaydı, Güney Kore’de Rhee, İran’da Zahidi, Lübnan’da Çamun, Mısır’da Mübarek yerine. O’nun olmadığı, ama yabancı işgalcilerin girdikleri yerlerde güney sınır komşumuz Irak’takine benzer acıların yaşanacağı, örneklerle iyi bilinmelidir. (27.2.13, Cumhuriyet)

İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılında Ütopyalarımızı Korumak

Dostlar,

Türkiye İktisat Kongresi‘nin İzmir’de toplanmasının (dikkat buyurulsun, İzmir İktisat Kongresi değil..) 90. yılını gündeme getiren Yaşar Üniversitesi‘ne ve konuyu işleyen yazarlara teşekkür ederiz.

Bilkent Üniversitesi’nden Sayın Prof. Yeldan bu toplantıdan değerlendirmeler sunuyor.

Biz bu Kongre’nin toplanma nedenini, Kemal Paşa’nın Kongre açılışındaki
uzun konuşmasını ve ardından Lozan görüşmelerinin tamamlanmasını dikkate alarak
şöyle açıklıyoruz :

– Batı, Lozan’da “Kapitülasyon” dayatması yapmış ve Atatürk’ün kesin talimatı bağlamında Başdelege Dışişleri Bakanı İsmet İnönü görüşmeleri keserek Ankara’ya dönmüştü. Bilindiği gibi Lord Cürzon mali şantaj yapmıştı İnönü’ye.. Ülkemizin harap ve yıkık olduğunu, paramızın olmadığını ve çok geçmeden gelip diz çökerek borç para isteyeceğimizi, bu paranın kendilerinde ve ABD’de olduğunu ve Lozan’da Türklerin reddettiği Batı istemlerini teker teker önümüze koyacağını belirtmişti. İnönü de,
Gelir borç istersek siz de çıkarın cebinize koyduğunuz redlerimizi..” der.

İşte bu kritik kırılmada, büyük önder Mustafa Kemal Paşa Batı’ya bir ileti vermek ister. Ülkemizin ne pahasına olursa olsun ekonomik kalkınmasını da başaracağını ve
bu yüzden Batı’ya diz çökmeyeceğimizi, savaş meydanlarında çok kan dökerek
utku (zafer) kazandığımızı, Osmanlıyı bitiren kapitülasyonları asla kabul etmeyeceğimizi, ekonomik şantaja boyun eğmeyeceğimizi duyurmak ister.

1135 delege 15 gün boyunca bu kritik kongreye büyük özveri ile katılır.
İzmir harap ve bitiktir. Yunanlarca yakılmıştır. Delegeler hanlarda kalmaktadır.

Günümüzde bile olağan bir kongre için 1135 delege rakamı çok büyüktür,
süre de son derece uzundur. Kemal Paşa, Kongre açılışında 1,5 saat süren önemli bir konuşma yapar. NUTUK (Ekim 1927), Dumlupınar (30 Ağustos 1924) konuşmaları ve bu konuşma, Kemal Paşa’nın en önemli 3 konuşmasıdır.

Batı, iletiyi alır ve “Kemal” in pes etmeyeceğini anlar. Yeniden çağrı yapılır
Lozan görüşmeleri için ve 4 Şubat 1923’te kesilen oturumlar yeniden başlar,
24 Temmuz 1923’te başarıyla sonlandırılır.

Büyük ATATÜRK‘ün strateji dehası bir kez daha ülkemizin önünü açar..

Sevgi ve saygı ile.
27.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Prof. Dr. Erinç YELDAN

portresi

İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılında Ütopyalarımızı Korumak

İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923’te toplandı. Kongrenin biricik amacının Kurtuluş Savaşımızın eseri olan siyasi bağımsızlığımızı, iktisadi bağımsızlık ile perçinlemek olduğu bilinmektedir. 1135 delegenin katılımıyla düzenlenmiş olan Kongre, öncelikle genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız, katılımcı ve ulusal bir ekonomi stratejisinin temellerini atmayı amaçlamış ve bu yönde ülkenin tüm sosyal sınıf ve katmanlarının temsilcilerini bağımsızlık ve kalkınma idealleri etrafında
bir araya getirmiş idi.

Geçen hafta içinde İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılı “21. Yüzyılın Kalkınma Stratejilerini Tasarlamak” temasıyla Yaşar Üniversitesi’nde toplandı. Kongrenin düzenlendiği tarihsel dönemi yakından irdeleyen tebliğlerinde Serdar Şahinkaya ve
İlter Ertuğrul, İzmir Kongresi’nin çoğunlukla basitleştirilerek, iddia edildiği üzere “tıkanmış olan Lozan görüşmelerinde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı’ya
güvence vermek
” üzere alelacele toplanmış bir birliktelik değil, Sivas ve Erzurum kongrelerinin devamı olarak Cumhuriyetimizin ilanından önce bilinçli ve programlı bir şekilde tasarlanmış, iktisadi bağımsızlığa yönelik, Anadolu’nun aydınlanma savaşımını yönlendirecek özgün bir girişim olduğunu vurguladılar.

Prof. Dr. Bilsay Kuruç sunumunda 1920’li ve 30’lu yılların küresel konjonktürü ile günümüz arasında geçişler sağlayarak, çökmekte olan İngiliz hegemonyasındaki
altın standardına dayalı serbest ticaret rejimi ile günümüzün serbestleştirilmiş finans sermayesinin dayanmakta olduğu ABD hegemonyasındaki kapitalist birikim rejiminin çöküşü arasında paralellikler kurdu. Bilsay Hoca, finans kapitale dayalı birikimin artık tıkandığını ve küresel kapitalizmin yeni arayışlarının dünya barışını tehdit etmekte olduğunu vurguladı.

Hasan Ersel Hoca ise, iktisat kuramının artık gelenekselleşmiş önemli kavramlarının ardındaki gerçek anlamları sosyal değerler sistemi içinde değerlendirdi.
Bunlar arasında sıkça dile getirilen rekabetçi piyasa kavramının gerçekten de kaynakların etkin dağılımında ve toplumsal gönenci artırmada kuramsal olarak
en etkili araç olduğunu; ancak kavramın tek bir sorunu olduğunu vurguladı:

Dünyada hiçbir ekonomide söz konusu olmaması…

***
İlkinden 90 yıl sonra toplanmış olan İzmir İktisat Kongresi’nin tüm katılımcıları, küresel ekonominin mevcut geleneksel iktisadi paradigmaların açıklamakta zorlandığı bir kriz içine sürüklenmiş olduğuna vurgu yaptılar. Küresel ekonomide büyümenin kaynaklarında gözlenen niteliksel dönüşümlerin kalkınma yazınının artık gelenekselleşmiş modellerince açıklanabilir olmadığı; yepyeni iktisat paradigmalarının arayışı içinde olduğumuz sıklıkla dile getirildi.

Prof. Dr. Korkut Boratav, küresel ekonomide üretim merkezlerinin batıdan doğuya ve kuzeyden güneye bir eksen kayması içinde olduğu günümüz konjonktüründe,
21. yüzyılın kalkınma stratejilerini tasarlamaya yönelik arayışlarının
muhakkak siyasal iktidar mücadelesiyle iç içe geçmesi gerektiğini vurguladı.

Korkut Hoca ısrarla insanlığın yüzyıllar boyu süregelen adalet, özgürlük ve eşitlik arayışları doğrultusunda ütopyalarımızı korumamızın önemine değindi.
Korkut Hoca’nın sözlerini yeniden anımsayarak

“Adım adım
 ‘aykırı’ düşünmeye yönelmemiz gerekiyor. Önce, bugünün egemen düşünce biçiminin sınırlarını, giderek kurulu düzenin parametrelerini de zorlayarak…”

Türkiye krizi derinde yaşıyor

Dostlar,

Türkiye’nin yakıcı gündemi malum..

“İmralı” (!?), Kürt sorunu.., PKK’lı katillerin yargılanmadan yurtdışına çıkması,
koskoca Türk devletinin PKK elindeki tutsakları (rehinleri) 1 yıla varan süredir kurtaramaması.. sözde “yeni anayasa..” ve RT Erdoğan‘ın başkanlık / yarıbaşkanlık projesi üzerinden tek adam yönetimine sürüklenme..

Bir dizi tuzak ve retorik söylem kuşatması.

Halkın kafasını karıştırma ve bulanık suda alaturka politika.

Oysa derinden derine ülkemizin ekonomik bunalımı boyutlanarak sürüyor..

Öylesine hastalıklı bir ekonomik yapı çatılmış ki, içinden çıkılamıyor.

Ve bu tablo elbette içte ve dışta bağımsızlık sorunu dayatıyor.

Ekonomisi hasta ve dışa bağlı bir ülke, ulus egemenliğine dayalı bağımsız politikalar izleyebilir mi?

Bizi asıl ürküten ve korkutan tablo budur.
AKP hükümetinin izlediği, halkımıza dayattığı sözde “açılım” politikaları,
bir bakıma ekonomideki vahim durumun türevidir, sonucudur.
Bu tümceyi, söz konusu AKP politikalarını aklama ya da meşulaştırma bağlamında kurmuyoruz. Bir kısır döngüye işaret etmek istiyoruz.

Ekonomide alarm çanları çaldığını ülkenin en yetkin ekonomistleri vurguluyor.
Prof. Boratav, Prof. Kuruç ve Prof. Yeldan..

Bu yetkin hocaların değerlendirmeleri aşağıda..

TBMM’deki muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin bu kritik sorunsalı
gözden kaçırmamaları gerekiyor..

Sevgi ve saygı ile.
27.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Türkiye krizi derinde yaşıyor..

“Ekonomi iyiye gidiyor” söylemlerine karşın, borçlanma oranlarının büyümesiyle 2014’te Türkiye’nin ekonomik sıkıntıyı daha fazla hissedeceği belirtiliyor.
Prof. Boratav ve Prof. Yeldan, işsizlikteki artışın yanı sıra
yabancı sermayenin getirdiğinden fazla götürdüğünü belirtiyor.
“Türkiye ekonomisi iyiye gidiyor” söylemlerine karşın, borçlanma oranlarının büyümesiyle 2014’te ülkemizin ekonomik sıkıntıyı daha fazla hissedeceği belirtiliyor. İşsizlikteki artışın yanı sıra yabancı sermayenin getirdiğinden fazla götürdüğünü belirten ekonomistler, Türkiye’nin krizi derinden yaşadığını vurguluyor.

Emekli Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilsay KuruçTürkiye’de kriz tohumunun yeşerdiğini, büyüme hızı düşmesine karşın
cari açığın azalmadığını söyledi. Uygulanan politikalarla Türkiye’nin dış kaynağa bağımlı olduğunu belirten Kuruç, “Dış kaynak girişine bağlı olan zincir kırıldığı zaman kriz ve sıkıntı ortaya çıkacak. İlk olarak iş dünyası bu sıkıntıyı hissedecek. Bu durum 2013 sonu ve 2014’te daha net ortaya çıkacak.
Şu anda sıkıntı bankalara yansımadı. Şirketlerin borçluluğu büyüdükçe
bu durum bankalara yansıyacak ve sıkıntıya girecekler. ”
 dedi.

Dolaylı vergilerle halkın cebinden alınanların sınıra geldiğini, tek kaynak olarak özelleştirmelerin görüldüğünü belirten Kuruç, “Birkaç yıldır Türkiye’de kriz tohumu var. Tüketici kredilerinin artması, halkın gelecekteki gelirlerine ait ödeme vaadi kriz tohumunu yeşertiyor. Halkın bütçesindeki deliğin büyümesi ve ödeyememe ihtimali bankaları sıkıntıya sokacaktır.” diye konuştu.

(Cumhuriyet, 24 Şubat 2013)

“YARATICI DRAMA VE DİL EĞİTİMİ”

 

“DİL-EKİN SÖYLEŞİLERİ” SÜRÜYOR

     Her ayın son perşembesinde dilseverleri, üyelerimizi, derneğimizde düzenlediğimiz “Dil-Ekin Söyleşileri”nde sanatçılarla, bilimcilerle, aydınlanmacılarla buluşturuyoruz.
Şubat ayında, Oluşum Drama Enstitüsü kurucusu ve drama eğitimcisi Naci Aslan, dil eğitiminin yaratıcı dramayla ilişkisinin ele alınacağı konuşmasıyla konuğumuz oluyor.


“YARATICI DRAMA VE DİL EĞİTİMİ”

     1984’te dramayla tanıştıktan sonra yurtiçi ve dışında eğitimler alıp bu alanda pek çok ilke imza atan Naci Aslan ülkemizin ilk drama işliğinin (atölyesinin) de kurucusu.
Çocuklara, gençlere, yetişkinlere yönelik drama eğitimleri düzenlenmesine önderlik eden Aslan, 28 Şubat 2013’teki Dil-Ekin Söyleşisinde “Yaratıcı Drama ve Dil Eğitimi” başlıklı bir konuşma yapacak.

     Söyleşimiz, Oluşum Drama Enstitüsü ile Dil Derneği’nin Haziran ayında birlikte düzenleyeceği “Ulusal Drama Günleri”nin içeriğine ilişkin önerilerin derlenmesiyle sürecek.

NACİ ASLAN
Oluşum Drama Enstitüsü kurucusu ve drama eğitimcisidir.
1977 yılında tiyatro, sinema-televizyon çalışmaları yapmaya başladı. 1984’te dramayla tanıştı ve o günden sonra hep bu alanla ilgilendi. Yurtiçi ve dışında pek çok drama eğitimine katıldı.
Dramanın ülkemizde tanınması ve benimsenmesi için emek vererek çok sayıda ilke öncülük etti. 1988 yılında ilk “drama atölyesini” kurdu. 1990’da drama derneği kurucular kurulunda yer aldı ve uzun yıllar genel sekreterliğini yaptı. 1997’de ilk kez drama önderlik (liderlik) izlencesini başlattı.
Yüze yakın bildirisi (makalesi), yazdığı ya da editörlüğünü yaptığı 14 kitabı yayımlandı. Drama konusundaki ilk süreli yayın olan “Oluşum”u uzun yıllar yayımladı. Çocukların Tiyatrosu örnekleri hazırladı ve uluslararası festivallerde Türkiye’yi temsil etti.
2003 yılından bu yana Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı drama danışmanlığını sürdürmekte; vakfın drama eğitimi içeriklerini oluşturmakta ve eğitici eğitimlerini yürütmekte.
Kısa adı IDEA olan Uluslararası Drama/Tiyatro ve Eğitim Üst Birliği, IATA (Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği) ve ASSITEJ (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği) başta olmak üzere pek çok ulusal-uluslararası birliğin üyesidir.

* * *

     Sanata, bilime, ekine, aydınlanmaya gönül verenleri,
Dil Derneği dostlarını söyleşimize bekliyoruz.

                       Gün:  28 Şubat 2013 Perşembe
                 Saat: 18.00
                   Yer:  Dil Derneği
Konur Sok. 34/4
Kızılay-Ankara

20. Yüzyıldan Çok Etkileyici Kareler..

Dostlar,

20. yy. tarihine ışık tutan son derece ilginç, düşündürücü ve öğretici kareler..

Hazırlayanlar sağolsun..

Derin derin düşünerek, hüzünlenerek, keyiflenerek ama geleceğe dönük çıkarımlar yaparak sakin sakin izlenmesini öneririz..

The20thCentury

Sevgi ve saygı ile.
27.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

Başbakanın Milliyetçilikle İlgili Sözleri

onur-oymen

Başbakanın Milliyetçilikle İlgili Sözleri

Anayasamızın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek 2. maddesinin metni şöyledir:

Cumhuriyetin Nitelikleri

  • “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde;

    1. insan haklarına saygılı,
    2. Atatürk Milliyetçiliğine bağlı,
    (başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan)
    3. demokratik,
    4. laik ve
    5. sosyal bir
    6. hukuk devletidir.”

Yürürlükteki anayasamızın “Andiçme” başlığını taşıyan 81. maddesi,
milletvekili yeminini şöyle belirliyor:

  • “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Sayın Başbakan dahil bütün milletvekilleri bu andı içerek göreve başladılar.

Sayın Başbakan Erdoğan dün (18.2.13) Midyat’ta halka hitap ederken şunları söylemiş:

  • “Biz Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde hep beraber tek bir milletiz. 
  • Bu milletin içinde Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Laz’ı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Abazası var…
  • Bizde ayrım, bölücülük, bölgesel milliyetçilik, etnik milliyetçilik, dinsel milliyetçilik yok. Bizim kitabımızda bunlara yer yok. Biz tüm insanları seviyoruz. Türkü, Arabı, Lazı, Çerkezi, Gürcüsü, Abazası ile hepinizi seviyoruz. 76 milyonu seviyoruz…Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın. Kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına almışız. Kuru milliyetçilik yok. 
  • Bizim milliyetçilik anlayışımızda vatanseverlik, insan severlik var.

Daha önce de hatırlattığımız gibi,
Atatürk’ün Türklük ve Türk milliyetçiliği konusundaki bazı sözleri ise şöyle:

  • “Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.”
  •  “Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’ tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.”
  • “… Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere saygı duyarız…”
  • “Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti; hissî, fikrî ve fiilî olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.”

Başbakanın bir yandan tek bir milletten söz ederken bu milletin adını söylememesi, hemen arkasından Türklükten bir alt kimlik gibi söz etmesi,

  • Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almışız..” demesi,
Atatürk’ün Türklük, Türk milleti ve milliyetçilik söylemlerine ne kadar zıt düşüyor…

Üstelik anayasamızın 2. maddesi ve milletvekili andı ortadayken bu sözlerin
sarf edilmesi çok düşündürücü.

Başbakanın her sözüne anında yanıt yetiştiren CHP yönetimi,
acaba Başbakanın bu sözleri karşısında şimdiye dek niçin sessiz kaldı?

Biz hepimiz Türk’üz ve milletimizin adı da Türk milletidir” demekten kaçınanlar,
yeni anayasa hazırlık çalışmalarında bu kavramları sulandıracak formüller arayanlar Cumhuriyetimizin temel değerlerine ve kazanımlarına sahip çıkabilirler mi?

Onur Öymen
19.2.13

Sağlık el yakıyor!

Dostlar,

Ve sağlık hizmetlerinin perişan durumu..

  • IMF-DB dayatmalı sözde SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM masalı bitti.

Balayı dönemi kapandı.

Acı faturalarla karşılaşan halkımızın artık gözlerinin açılması tesellimiz mi olsun ??

2012’de SGK Bütçesi’nin sağlık kalemi yaklaşık 20 milyar TL açık verdi.
Merkezi Yönetim Bütçesinden SGK’ya aktarım (transfer) 70 Milyar TL’yi buldu
(kamu çalışanlarının işveren olarak primleri dahil). Bu muazzam rakam SGK bütçesinin yarısına, genel bütçenin ise 1/5’ine karşılık. Bütçe açığının 2,5 katı..
Toplam borç faizlerinin 2 katı. Toplam kamu yatırımlarının ise kezlerce katı..

Bizzat önceki Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer‘in ağzından, finansal açıdan “sürdürülemez”. Bakan Dinçer, birkaç yıl öncesinden “radikal tedbirler alacağız” buyurmuştu.. Yavaş yavaş çıplak kral gözükmeye başladı.

Buyurun, yarattığınız devi doyurun..
Öylesine devasa (hipertrofik) bir özel sağlık sektörü oluşturuldu ki,
buyurun gözünü doyurun..

ABD benzer hatayı yaptı, ulusal gelirinin %16-17’sini her yıl sağlığa harcamak zorunda kalıyor. 2012’de bu rakam yaklaşık 2,2 trilyon $ oldu. Savunma (saldırı mı desek!?) harcamalarının 3 katı! Muazzam sağlık harcamalarına karşın en az 20 milyon / 305 milyon ABD’li yoksul gariban sistem dışı (30 milyon gariban ABD’liyi minimal güvence ile Nisan 2010’da Obama kapsama aldı..) ve ABD sağlık düzeyi göstergeleri ile dünyada 37. sırada. Tam bir fiyasko.. İnanılmaz düzeyde verimsiz kaynak kullanılıyor.

Türkiye’nin de sağlk harcamaları AKP’nin iktidar oluşundan bu yana nominal (rakamsal) olarak 4-5 katına, ulusal gelirdeki payı olarak 2 katına vardı ama dünyada sağlık düzeyi bakımından 90. sıralardayız!? Salt ilaç harcamalarımız TSK’ya ayırdığımız kaynaklara yaklaşıyor.. Ulusal gelirden payları sırasıyla % 2,1 ve 2,3!

Soru ve sorun çıplaktır                          :

  • AKP sağlık politikalarıyla kimler zengin edilmektedir?
  • Sağlıkta onlarca milyar $ kimlerin kasasına aktarılmaktadır?
    Niçin ve bu muazzam rantın siyasal karşılığı nedir?
  • AKP’nin ve hükümetin başı RT Erdoğan, “şehir hastaneleri” projesinde
    neden bu denli aceleci ve hırçındır?
  • Kamu-özel ortaklığı” nın uygulandığı ülkelerde yarattığı yıkımın farkında olan
    kaç AKP’li vekil vardır? TTB’den bir brifing almaya ne buyururlar??
  • Yerli-yabancı sağlık şirketleri konsorsiyumlarında kimlerin ne oranda
    payı vardır?
     Başbakan’ın 1. derece yakınları ve önde gelen AKP’liler ile
    Sağlık Bakanlığı kurmaylarının 1. derece yakınları bu projelerde pay sahibi olmadıklarını açıklayabilirler mi??

Artık “necip” halkımızın da gözünün açılmasının zamanı gelmedi mi?

Çözüm                            :

– Ulusal sağlık politikalarıdır..
Sağlık yurttaşa hak, devlete de ödevdir.
Koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik vermeden ne sağlık faturasının üstesinden gelinebilir ne de sağlıklı bir toplum yaratılabilir..
Yalnızca yerli-yabancı özel sağlık sektörüne halkın sırtından kaynak aktarılır..
Dış ve iç borçlar büyür ve de
aile başına 3-5 çocukla bu ülke kalkınmaz, BA-TAR!

Artık bu yalın ve acı gerçeği görelim..
Belletenlerinin DB-IMF olduğunu, işbirlikçilerinin de AKP kadroları olduğunu..

Bir şeyi daha asla unutmayalım :

  • “ Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde durulacak
    ulusal sorunumuz dur. Çünkü Cumhuriyet; düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımdan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.”  Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

“Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı” salt teknik bir politika sorunsalı ve hedefi olmayıp; Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesidir de..

Sevgi ve saygı ile.
26.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Sağlık el yakıyor!

Hükümetin “sağlıkta dönüşüm” projesi bir ayda zam yağmuruna yol açtı

  • Son bir ayda sağlık hizmetlerine % 57 zam yapıldı.

Yılbaşından bu yana diş, ameliyat, tahlil ve doğum gibi sağlık uygulamalarının
ücreti arttı. En dikkat çekici artışsa % 209’la laboratuvar tahlil ücretlerinde görüldü.
% 129 artışla ultrason, oransal olarak 2. en çok fiyatı artan sağlık kalemi oldu.

Başbakan 3-5 çocuk çağrısında bulunmayı sürdürüyor ama doğum ücretleri de büyük zam gördü. Normal doğum 2012 yılı Aralık ayında 393.51 TL iken bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 732.99 TL’ye yükselerek % 86 arttı. Sezaryen de yaklaşık % 30 zamlandı.

  • Hükümetin “sağlıkta dönüşüm” projesi çerçevesinde son bir ayda
    sağlık hizmeti ücretleri % 57 arttı

Bu zam hasta eder

AKP hükümeti, sağlık hizmetlerinden yararlanmak isteyen vatandaşın cebine el attı.

Yılbaşından bu yana diş tedavisi, ameliyat, tahlil ve doğum gibi sağlık uygulamalarının ücreti arttı. En dikkat çekici artışsa % 209’la laboratuvar tahlil ücretlerinde görüldü.

ANKA’nın haberine göre, Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Sağlık-Sen,
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerini kullanarak sağlık fiyatlarında
Aralık 2012 ile Ocak 2013 dönemi arasında uygulanmaya başlanan zamları derledi.

Araştırmaya göre, sağlık hizmetlerine ulaşmak ortalama % 57.8 zamlandı.
Bu dönemde diş tedavisi, ameliyat, tahlil ve doğum ücretleri yükselirken düşen yalnızca muayene ücreti oldu.

Laboratuvar ücretinde 
rekor artış

TÜİK verilerine göre yapılan araştırmaya göre, sağlık hizmeti fiyatlarında en dikkat çeken artış % 209 ile laboratuvar tahlil ücretlerinde oldu. Geçen yıl sonunda 4.7 TL olan tahlil ücretleri bu yıl başında 14.7 TL’ye çıktı. % 129 artışla ultrason ücretleri oransal değerlendirmede 2. en çok artan sağlık kalemi oldu.

Diş çekme ücretiyse 2012 yılı aralık ayında 24.98 TL iken bu rakam 2013 yılı ocak ayında 47.83 TL’ye yükselerek % 91 arttı.

Diş dolgu ücreti 2012 yılı aralık ayında 35.62 TL iken bu rakam 2013 yılı ocak ayında 77.90 TL’ye yükselerek % 118 arttı.