Etiket arşivi: Yekta Güngör Özden

ATATÜRK ve BİLGELİK


Dostlar
,

Sayın Aydemir Ceylan emekli validir.

Aydemir_Ceylan

 

 

 

 

 

Aşağıdaki kitapların yazarıdır :

Bir İhtilal Bir Darbe Arasında 20 Yıl..

Bulutların Üstü..

bulutlarin-ustu-bulutlarin-alti-aydemir-ceylan

Sayın Ceylan bu 2 kitabı ile “Bir Cumhuriyet Valisinin Anıları” nı tarihe mal etmiştir.
Yazmak, önemli bir aydın eylemidir ve de edimidir. Sorumluluk ve cesaret ister.

Google’dan adıyla tarattığımızda 6. sırada, sitemizde yer verdiğimiz aşağıdaki yazısını görüyoruz :

29 Ekim ve 10 Kasım sonrası… ASIL GÖREV ŞİMDİ BAŞLIYOR
(
http://ahmetsaltik.net/tag/aydemir-ceylan-emekli-vali/, 27.11.2012)

Kısa süreli Adana ve Amasya valiliklerinin ardından, yurtsever dik duruşu nedeniyle kızağa çekilerek Merkez Valiliği’ne alınmış ve yaklaşık 20 yıl, yaş haddinden emekli olana dek “bu dışlayıcı – pasif – yıkıcı” görevde tutulmuştur.

Sayın Ceylan, bu acı öyküyü ilk kitabında aktarmaktadır.

Belki de bu kadroda en uzun tutulan merkez valisidir!?

Sn. Ceylan, bu uygulamanın çok ağır bir psikolojik baskı olmasına karşın,
uzun yıllar örnek bir sabır, direnç ve olgunlukla karşı koyarak ruh ve beden sağlığını korumaya çabalamıştır.

Denebilir ki, bu 2 uzun “on yıl”, Sayın Ceylan’ı da Mustafa Kemal Paşa gibi bilgeleştirmiştir.

Öyle değil midir ki; “bilge”, “bilgelik” hakkında yetkin – derinlikli felsefi sorgulamalar yapabilmek sıradan insanlarca başarılabilir mi? Üstelik Yüce Atatürk’ün bilgeliği konusunu yetkinlikle işleyebilmek kolay mıdır?

Sn. Vali Ceylan ile ADD Genel Merkez Yönetiminde birlikte çalışma olanağımız oldu.

Genel Başkan Sn. Yekta Güngör Özden, yardımcıları ise demokrasi şehidi
Prof. Ahmet Taner KIŞLALI
ve Sn. Aydemir Ceylan idi.
Biz de Marmara Bölgesinden sorumlu Genel Yönetim Kurulu Üyesi idik.
Tüm gün, nitelikli mesaisini ADD’ye cömertce ve özveri ile harcardı.

Özellikle ADD Genel Merkez Dergisi O’nun sorumluluğunda, kendileri ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE Dergisi Genel Yayın Yönetmeni iken, düzenli ve doyurucu olarak yayımlandı. Biz de o yıllarda yoğun olarak AYDINLANMA KONFERANSLARI veriyor ve saha izlenimlerimizi, konferans konuşma özetlerimizi makale olarak Dergide yayımlıyorduk. Arşivimizde, 1999’larda ADD Genel Merkez Dergisi’ne  makalelerimizi sunduğumuz yazışmalar bulunuyor Sayın Ceylan ile..  

Dostluklarını bizden eksik olmasınlar, hiç esirgemediler.

Son olarak 31 Temmuz 2013’te Dikili’deki “Lozan Paneli” nde görüştük.
Bizim de çağrılı konuşmacı olduğumuz oturuma teşrif etmişlerdi.. Özlemle kucaklaştık..

Aşağıdaki yazılarını bize göndermişlerdi, tevazu ile.. “Takdirimize sunmakta” idiler. Yanıtlamıştık hemen, “web sitemize koyacağız..” diye..

Kendisine şükranlarımızı sunuyoruz düşündüğü, yazdığı ve paylaştığı için..
Kronolojik yaşları 80’lere yaklaşırken, sağlıklı ve üretken uzun bir yaşam diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
01.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

ATATÜRK BİLGE KİŞİ MİDİR EVET, PEKİ NEDEN?

Aydemir CEYLAN
Em. Vali
Eski ADD Genel Başkan Yrd.

29 Eylül 2013 günü Bergama’da yapılan Atatürkçü Düşünce Derneği
eşgüdüm toplantısındaki konuşmamda özetle şu vurgulamayı yaptım:

“Mustafa Kemal, başında bulunduğu tüm savaşların, özellikle Çanakkale ve Dumlupınar meydan savaşlarının muzaffer komutanıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK aynı zamanda, Osmanlının külleri üzerinde yepyeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan, yalnız ulusunun değil tüm dünyanın hayranlıkla izlediği inanılmaz devrimleri gerçekleştiren büyük bir önder ve devlet adamıdır. Gözleri, kulakları, beyni ve vicdanları mühürlü olanlar dışında herkes böyle bilir, böyle söyler. Ancak; bu niteliklerinin söz konusu edildiği yazı ve konuşmalarda O’nun bana göre çok daha önemli olan bir başka özelliğinden, bilge kişiliğinden yeterince söz edilmez. O nedenle; böylesine toplantılarda olasıdır ki ilk kez, Atatürk’ün tüm nitelikleri yanında, dahası BİLGE VE BİLGELİĞİN TÜM GEREKLERİNİ YERİNE GETİREN, SERGİLEYEN İNSAN olduğuna da dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Kendi dağarcığımdan bilgilerle, bir başlangıç olmak üzere bir yazı yazma çabası içinde olacağım. Dileğim; siz saygın ve seçkin arkadaşlarımın ve özellikle ADD Genel Merkezindeki bilim ve danışma kurullarımızın da bu konuda kapsamlı bir düşün – düşündürme ve toplumla paylaşma çabası içinde olmalarıdır. Bunun, Atatürk’ü ve öğretilerini daha derinden kavrama ve özümsememize, topluma daha sağlıklı biçimde kilitlenmemize getireceği yararları saymaya gerek duymuyorum. Şöyle bir yararı da olacaktır:

Geçmişten günümüze bildiğiniz ve yaşadığınız gibi; Atatürk’ü ve devrimlerini giderek yozlaştırmak, anlamsız hale getirmek bir yana, gönüllerimizde yaşayan sevgisini,
aziz hatırasını da küllemek, yok etmek isteyen kimi yönetenler, sözde aydınlar ve de kıskananlar hep oldu, olacaktır. Bunlara çanak tutan ya da kayıtsız, sessiz kalan kimilerin de vebali diğerlerinden farklı değildir! Kimi, günübirlik yaşayıp yaşamdan ayrıldı, kimi köşesine çekildi, çekilecek! “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” deyişi onlar için de geçerli, unutulacaklar! Zira; yadsıdıkları, kayıtsız kaldıkları, için için kıskandıkları Atatürk gibi bilge bir kişiliğe sahip devlet adamı, aydın değildiler. Kaçının bırakınız insanlığa, ülkemizin, bizlerin geleceğimize ışık tutan, yol gösteren, çağdaş uygarlığa bilimi, sanatı, kültürü temel alarak barış içinde ulaşmamızı öğütleyen bilgece bir sözü var, kaçı NUTUK gibi bir başyapıtı ülkesine armağan etmiş, bilen varsa beri gelsin! Kaçı; Atatürk’ün 100. Doğum yıldönümü nedeniyle UNESCO Genel Kurulunda alınan karardan haberi vardır?”

Bunları söylemiştim Bergama ADD eşgüdüm toplantısında.

ÖYLEYSE
ATATÜRK BİLGE KİŞİ MİDİR EVET, PEKİ NEDEN?

Evet, ATATÜRK yalnız bir muzaffer kumandan, bir büyük devlet adamı değil,
aynı zamanda insanlığa ve içinde yaşadığı topluma önderlik etmiş bilge bir kişidir.
Neden bilgedir sorusunu, bilge kimdir sorusuyla yanıtlamaya çalışalım:

Zekâ, seziş kudreti, yaratıcılık gibi doğuştan gelen özellikleriyle, hep sorarak, sorularıyla varoluşun nedenlerini, erdemliliği gerçek bilginin kaynaklarını inerek araştıran, öğrenen, bunları aklı ve vicdanıyla yoğurarak özümseyen kişi bilge insandır desek çoğu kişinin itirazı olmayacaktır ancak; bu kısa açıklama bilge insanı tanımlamaya yeterli midir,
elbette hayır.

Olsa olsa aydın bir kişide olması gereken kimi niteliklere değinmiş oluruz. Her toplumda olduğu gibi ülkemizde de bu nitelikte insanlarımız yeterince vardır ancak; bilge kişi ile aydın kişi arasındaki ince çizgiyi görmeden her aydını bilge kişi sanma yanlışlığına da düşmemek gerekir.

Eğer bilgiye, ahlaki değerlere dayalı birikimlerinizi, deneyimlerinizi, eğilip, bükülmeden, kendinizi öne çıkarmadan ve kimseyi ötekileştirmeden toplumun ve insanlığın yararına sunamıyor, dahası; karşılaşacağınız engellerde elinizi taşın altına koyup, bedel ödemeye hazır değilseniz, Bilge değil ama aydın kişi sıfatıyla yaşamak da niye yadırgansın ki!

Üstelik; kimilerine kehanet gibi gelecek olsa da, yaşadığı dönemin çok ötesini görebilecek bilge kişilere yaraşır bir başka özellik de sıradayken…

Yukarıdaki anlatımlardan sonra, Atatürk’ün tüm nitelikleri yanında öncelikle neden
BİLGE KİŞİ olduğunu yazmaya gerek var mı bilmem! Yine de UNESCO’nun bir kararını ve değerli bilim adamı Prof. Dr. Süleyman Bozdemir’in yazısını aşağıya ekleyip konuyu noktalayalım.

  • UNESCO Genel Konferansı; Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. Yıldönümü’nde, 1981 yılında anılacağını hatırlatarak, UNESCO’nun ilgilendiği
    tüm alanlarda olağanüstü bir reformcu olduğunu göz önünde tutarak, özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce açılan savaşların ilk liderlerinden biri olduğunu kabul ederek, dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için çalışmalarının olağanüstü bir örnek olduğunu ve tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımını gözetmeden, bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını anımsatarak, eylemlerini her zaman barış uluslar arası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden yapmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Atatürk’ün kişiliğini ve eserinin çeşitli yönlerini ortaya çıkarmak üzere, 1980 yılında yapılacak sempozyum hazırlıkları için Türk Hükümeti ile UNESCO’nun işbirliği yapmasına karar verilmiştir.”
  • “Tarihteki pek çok büyük devlet adamlarına ve liderlere baktığımızda onların başarılarında önemli rol oynamış bir bilge-edebiyatçı yanlarının bulunduğunu görürüz. Atatürk de bunlardan biridir. Gazi Mustafa Kemal‘i çağdaşı olan öbür ünlü Osmanlı subaylarından farklı kılan ve O’nu sonunda Atatürk yapan tek özellik, gerçekten salt onlardan daha başarılı bir komutan ve devlet adamı oluşumudur acaba? Yazar ve edebiyatçı Demirtaş Ceyhun “Edebiyatımı Geri İstiyorum” adlı deneme eserinde bunun böyle olmadığını usta bir yazar olarak ortaya koymaktadır.

Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki, Sakarya’daki, Dumlupınar’daki tarihe mal olmuş
üstün komutanlık başarılarının yanı sıra, 19 Mayıs 1919’dan sonraki siyasal yaşamına ve gerçekleştirdiklerine bakılırsa, Atatürk’ün bilge kişiliğinin en az komutanlığı kadar, hatta daha da önemli olduğu açıkça görülür. Sivas ve Erzurum kongrelerinin ardından Ocak 1920’de zar zor toplanabilmiş ve iki ay sonra 16 Mart 1920’de İngilizlerce dağıtılmış Osmanlı Meclisi-Mebusan’ı otuz sekiz gün gibi kısa bir süre içinde kaçan milletvekilleri ile Ankara’da bu kez ‘Büyük Millet Meclisi’ gibi hiçbir özel anlamı bulunmayan, tanıyanı da olmayan bir adla yeniden açmasına, hele hele neredeyse tamamı şeriat ve hilafet yanlısı olan bu milletvekilleriyle savaşı kazanarak laik bir cumhuriyet kurmasına, sonra da başta Türkçe ile eğitim olmak üzere gerçekleştirdiği onca devrimlere bakıldığında Atatürk’ün bilge yönünün ne kadar üstün olduğunu yadsıyabilmek olanaksızdır.

Kısacası Mustafa Kemal‘i, yaşıtı Osmanlı ünlü paşalarından ayıran temel özelliği,
hiç kuşku yok ki, kendisini toplumumuzun yetiştirdiği gerçek anlamdaki birkaç aydından biri yapan bu bilge kimliği, kesinlikle onlarla kıyaslanmayacak kadar yüce bir düşünce adamı oluşudur.

Bilindiği gibi bütün tarih boyunca kişinin bilge ve edebi kimliği, yani insanlığın ideolojik evrimini sağlayan bilgi üretimi ve birikimi de, öncelikle şiirle, türküyle, oyunla, söylenceyle, masalla, öyküyle, mizahla, kısacası edebiyatla oluşturulmuştur. Eski Yunan düşüncesini oluşturan Sokrates’ler, Platon’lar, Aristotales’ler hiç kuşku yok ki Homeros’un, Aisopos’un, Sophokles’in, Aristophanes’in, Pindaros’un şiirlerinin, oyunlarının, öykülerinin eserleridir.

Roma düşüncesinin temelinde Lucretius, Catullus, Vergilius, Horatius, Ovidius gibi
büyük ozanlar yatmaktadır. Rönesans, Dante ile Boccaccio ile başlamıştır. Çağdaş Fransız düşüncesi Villon’ların, Ronsard’ların, Montaigne’lerin, Moliere’lerin, Corneille’lerin, Racine’lerin; çağdaş İngiliz düşüncesi de gene hiç kuşku yok ki Spencer’lerin, Bacon’ların John Lyly’lerin, J. Swift’lerin, Daniel Defoe’lerin, Shakespeare’lerin, Marlow’ların şiirleri, öyküleri, masalları, romanları, denemeleri, oyunları üzerine kurulmuştur.

Bu nedenle Mustafa Kemal de, kendini asker arkadaşlarından farklı kılan bu aydın
bilge kişiliğini, daha ortaokul-lise sıralarındayken başlamış edebiyata olan ilgisinden, okumaya olan düşkünlüğünden kazansa gerek.

Nitekim kendisi de 10 Ocak 1922 günlü Vakit gazetesinde çıkan bir söyleşisinde
“Merhum Ömer Naci, Bursa İdadisi’nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşımın kitaplarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrenmiş oldum. İlgilenmeye başladım. Şiir bana cazip göründü fakat hitabet hocası diye yeni gelen bir zat, ‘Bu tarzı iştigal seni askerlikten uzaklaştırır’ diyerek beni şiirle uğraşmaktan men etti. Şiir yazmak hakkında idadi hocasının koyduğu yasağı unutmuyordum fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi bende hep sürdü” diyerek daha Manastır askeri idadisinde (AS : lise) öğrenciyken şiir ve edebiyatla ilgilendiğini, şiir yazmasa bile edebiyata olan ilgisinin daha sonraki yıllarda da sürdüğünü belirtmektedir.

Sınıf arkadaşı Asım Gündüz‘ün anılarında yazdığına göre de, Harbiye’de “Namık Kemal‘in şiirlerini bir defterde toplamış” ve bu şiirlerin birçoğunu ezberlemiştir. Harp Akademisi öğrenciliği yıllarında da “Dünkü vilayetlerimiz olan Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın, Sırpların milli şairleri, ülkelerinin hürriyeti için, birlik ve beraberlikleri için şiir yazarken nerde bizim şairlerimiz?” diye hayıflanırmış.

Salih Bozok‘a Sofya’dan gönderdiği bir mektupta da bir Fransız şairinden şiirler çevirdiğini yazmaktadır. Yani, edebiyata olan ilgisi subaylığı sırasında da sürmüştür.
Agop Dilaçar da bir yazısında, “Fransızcayı çok iyi biliyordu. Fransız romanlarını, şiirlerini Fransızca olarak asıllarından okumuş. Asker arkadaşlarından birinin dul hanımı
Madam Corinne‘e yazdığı mektuplarda bu romanlardan söz etmiştir. Türk edebiyatını, divan döneminden yeni akımlara dek iyi bilir, hele Tevfik Fikret‘i çok severdi” demektedir.

Melda Özverim’in “Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü” adlı kitabında verilen bilgilere göre de, “İstanbul’da bulunduğu sürece Corinne’nin salonunda cumartesi günleri düzenlenen müzik ve şiir toplantılarına düzenli olarak katılmış” ve şiir okumayı yaşamı boyunca sürdürmüştür.

Ruşen Eşref Ünaydın da ‘odasındaki kitaplıkta’ bulunan kitaplara bakıp “Mustafa Kemal Paşa’nın savaşın durgun dakikalarının boşluklarını bile edebiyatla doldurduğu kanısına vardığını” yazmaktadır. Nitekim Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” kitabını okuyanlar da Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşının hazırlıklarının sürdüğü o yoğun günlerde bile vakit bularak kitaplar okuduğunu, özellikle Reşat Nuri’nin “Çalı Kuşu” romanından çok etkilendiğini ve İsmet Paşa‘ya da okuması için verdiğini göreceklerdir.

Atatürk’ün yaşamını kaleme alan farklı yazarların ortak hayranlıklarından biri,
O’nun kitaplarla olan dostluğudur. Çanakkale savaşının en şiddetli dönemlerinden birinde Mustafa Kemal’le görüşmek için cepheye giden gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün odasını şöyle tarif eder:

“Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac’ın Colonel Chabert’i, Manpassant’ın Boule de Suif’i, Lavendan’ın Servir’i duruyordu…”
Atatürk Fransız yazarların eserlerinin çoğunu aslından okudu…

Anıtkabir Derneği‘nin yaptığı saptamalara göre Atatürk’ün okuduğu bilinen kitap sayısı 3997’dir. Bu kitapların 1741’i Çankaya Köşkü’nde, 2151’i Anıtkabir’de, 102’si İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, 3’ü Samsun Gazi İl Halk Kütüphanesinde bulunmaktadır. Dernek güzel bir çalışma yaparak, Atatürk’ün okuduğu kitaplarda altını çizdiği,
yanına işaret koyduğu paragrafları ve Ata’nın kendi el yazısıyla düştüğü notları özenle birleştirerek “Atatürk’ün okuduğu kitaplar” başlığı altında 5000 sayfalık 24 ciltlik bir seri halinde yayımladı.

Sami Özderdim‘in özenle hazırladığı “Atatürk Devrimi Kronolojisi”ni okurken her insanın mutlaka başı dönüyor olmalıdır. Şam’dan Bingazi’ye, Çanakkale’den Afyonkarahisar’a savaşlarla, Kurtuluş Savaşıyla yoğrulmuş bir ömür… Saltanatın kaldırılmasından öğretimin birliğine (Tevhid-i Tedrisat), laiklikten harf devrimine dek devrimlere adanmış bir yaşam boyunca en çok ne yaptı diye sorarsak, galiba kitap okudu demek gerekir.

Ne dersiniz; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü böylesine büyük bir düşünür, eşsiz devlet adamı ve yüce bilge bir kişi yapan unsurların başında “O’nun okumaya olan düşkünlüğü ve sahip olduğu yüksek idealler gelmektedir..” dersek bir gerçeği ifade etmiş olmuyor muyuz? Büyük adam olmanın öyle pek kolay olmadığını, insan Atatürk‘ü tanıdıkça
daha iyi anlıyor.

Okuduğu kitapların sadece altını çizdiği bölümler bile 12 bin sayfa tutuyor. 24 yaşında eğitimini tamamladığında tüm ders kitaplarını toplayıp iki ciltlik kitap haline getirdiğini ve sonraki yıllarda yeri geldikçe onlardan yararlandığını görüyoruz. Okul bitti, ders bitti diyen öğrencilerden biri olmadı!…

Atatürk gibi bir dahi yetiştirmiş ulusumuzun bugün içine düşürüldüğü durum yürekler acısıdır. Ne yazık ki eldeki istatistikler halkın okumadığını gösterdiği gibi, aydın geçinenlerin de yeterince okumadığını ortaya koymaktadır. Bilgisizlikleri konuşmalarından ve yazdıklarından olayları analiz edilişlerinden ortaya çıkmaktadır. Okumayan halk televole kültürü ile yetişmekte, böylece bilimden ve çağdaş gelişmelerden kopmaktadır. Belki istenilen de budur! Gerçeklerden koparılmış, yoksul bırakılmış bir halkı gütmek ve dinsel telkinlerle istendiği gibi yönlendirmek daha kolay olmaktadır. Son yıllarda, “neden büyük adam çıkaramıyoruz?” diye soranlara “Okumayan bir toplumdan daha ne bekliyorsunuz?” diye sormak gerekir.

İşin daha da acı yönü, böylesine okuma özürlü bir toplumda yetişen günümüz kuşağı gelecek için daha büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü onlar geleceğimizi teslim edeceğimiz emanetçilerimizdir. Onlara okuma alışkanlığı kazandırmak ve
Atatürk’ü doğru bir biçimde öğretmek zorundayız.

Aslında, hepimizin hâlâ Atatürk’ten öğreneceği o kadar çok şey var ki!…

Atatürk’ün büyük eseri Söylev’i okuyan herkes O’nun ne büyük usta bir yazar ve bilge bir edebiyatçı, eşsiz bir düşün adamı olduğunu takdir etmekten kendisini alamamaktadır.

Atatürk’ün yolu, kitap dolu…

Ne mutlu kitap okuyorum diyene!

O’nun yolunda yürüyene… “

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR, Çukurova Üniversitesi. Fizik Bölümü,
(2006, 10 Kasım Armağanı)

MİLLİ MERKEZ AYAĞA KALKIYOR!


MİLLİ MERKEZ AYAĞA KALKIYOR!

Mustafa MUTLU
Vatan Gazetesi, 20.4.13

İki yıl önceki genel seçimlerden hemen sonra Meclis çatısı altında bir
Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulmuştu. Kimi sivil toplum kuruluşları da
bunun üzerine aynı günlerde Milli Anayasa Forumu altında
toplantılar düzenlemeye başladılar.

Bunun için kimi milletvekilleri, TBMM dışındaki kimi siyasal partilerin temsilcileri, uzmanlar, akademisyenler, meslek odaları, sendikalar, dernekler ve vakıflar gibi demokratik kitle örgütleri ile kimi gazeteciler bir araya geldi.

İlk toplantı 22 Ekim 2011’de İstanbul’da yapıldı. Bunu 75 bin kişinin katıldığı
151 toplantı daha izledi. Toplantıların 50’si illerde, 92’si ilçelerde, 10’u da mahalle
ve köylerde gerçekleştirildi.

Atatürk’te birleşmek!

Forum, Türkiye çapında düzenlediği etkinliklerle, “bölücü Anayasa girişimi”ne karşı önemli bir kamuoyu oluşturmayı başardı. 28 Nisan 2012’de Ankara’da
“Atatürk’te Birleştik” sloganıyla ve 3 bin kişinin katıldığı bir toplantıyla “resmi bir kimliğe” bürünmeye başladı.

O toplantının sonunda oy birliğiyle yayınlanan bildiride,

  • “Günümüz Anayasası’na göre seçilmiş olan bu Meclis’in, tümüyle yeni bir Anayasa yapmaya hakkı ve yetkisi yoktur. İktidarın tek amacı, 1982 Anayasası’nı bahane ederek, ‘bölünme anayasası’nı topluma dayatmaktır.’ denildi.

Başkanlığını deneyimli siyasetçi ve hukukçu Hüsamettin Cindoruk’un üstlendiği
Milli Anayasa Forumu, bu 23 Nisan’da ise yeni bir kimliğe bürünecek. O gün saat 14.00’te Ankara’daki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek olan
Milli Merkez Kurultayı’nda yapılanmanın statüsü de belirlenecek.

Milli Anayasa Forumu Başkanı Hüsamettin Cindoruk,

  • “Bu anayasayı ihlal etmeye, bu anayasayı değiştirmeye güçleri yetmeyecek.” diyor ve ilerleyen yaşına karşın tüm Türkiye’yi adım adım dolaşıyor.

Milli Merkez yapılanmasına CHP’den ve MHP’den kimi milletvekilleriyle genel merkez ve örgüt yöneticileri, İşçi Partisi, DSP, DP, Atatürkçü Düşünce Derneği, Türkiye Gençlik Birliği, Cumhuriyet Kadınları Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Eğitim-İş Sendikası gibi pek çok demokratik kitle örgütü destek veriyor.

Bu Kurultay’da, Milli Anayasa Forumu’nun 152 toplantısını kapsayan faaliyet raporu sunulacak. Ayrıca Merkez Yürütme Kurulu seçilecek…

Seyirci kalmamak…

Mevcut partilerde bir araya gelemeyen muhalefeti toparlamak amacıyla yola çıkan
Milli Merkez’in “partilerüstü bir halk hareketi” olarak mı kalacağı ya da yola siyasal parti olarak mı devam edeceği bu toplantıda belli olacak…

Açıkça yazmakta yarar var:

Bu hareket başarılı olur ya da olmaz…

Ama en azından bunca insan taşın altına elini koyuyor ve olup bitene seyirci kalmıyor!

İktidar korkusundan herkesin saklanacak delik aradığı bir dönemde tek başına bu bile az şey mi?

Öncüler!

Milli Merkez’in Düzenleme Kurulu’nda yer alan adlar ise şöyle:

  • Hüsamettin Cindoruk, Yekta Güngör Özden, Mümtaz Soysal, Ali Topuz, Ufuk Söylemez, Kemal Anadol, Şahin Mengü, Necla Arat, Kemal Alemdaroğlu, Ferit İlsever, Zekeriya Beyaz, Ümit Ülgen, Haluk Dural, Fevzi Durgun, Sönmez Targan, Ataol Behramoğlu, Göksan Soner, Türker Ertürk, İlker Yücel, Erdoğan Özer…

“3 Mart 1924 Yasaları”.. Panel ve Konser; Başkent Üniversitesi

Dostlar,

3 Mart 1924, Devrim Tarihimizin en önemli dönemeçlerinden biridir.

Bu tarihte 4 adet köklü devrimsel dönüşüm gerçekleştirilmiştir.

1. Halifelik kaldırılmıştır!

2. Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Artık Devletin işleri “Şer’i” (Şeriata dayalı) değil, laik kurallara dayalı olacaktır.

3. Genelkurmay Bakanlığı kaldırılarak Genelkurmay Başkanlığı düzenine geçilmiştir.
Böylelikle askerlik ve siyasetin ayrılmasına çalışılmaktadır.

4. “Tevhid-i Tedrisat“, “Öğretimin Birleştirilmesi” (unification of education) ilkesi benimsenerek hem din temelli hem de laik temelli 2 başlı ve ülkeyi çatışmalara itecek sistem bırakılarak “laik – bilimsel – karma” eğitim düzenine geçilmiştir.

Bu 4 görkemli devrimin 89. yılındayız ve ciddi yara almış bulunuyoruz.

Bu devrimlere sahip çıkmak gerekiyor.

1982 Anayasası’nın 174. maddesinde 8 adet Devrim Yasası korunmaya alınmıştır ancak bu da yeterli değildir. AKP hükümetinin “dindar nesil yetiştireceğiz” hedefli 4+4+4 düzeni, açıkça bu Devrim Yasasına meydan okuma ve eylemli olarak da çiğnemektir.

Bu gidiş ülkemizi iç çatışmalara sürükler.
Sözde “yeni anayasa” ile bu maddenin de kaldırılması hedeflenmiştir.

3 Mrat günü Dil Derneği öncülüğünde Tandoğan Meydanı’nda bir sahip çıkma eylemi var.. Saat 13 : 00’te..

Biz de 3 Mart günü, bu konuda daha önceleri verdiğimiz görsel konferansların
power point yansılarını web sitemize koyacağız..

Hepimize kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
28.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Başkent Üniversitesi'nin Amblemi  
ve
ANKARASOYAD
Ankara Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
 
Panel – Konser
 
Ankara Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin kuruluşunun
1. yılında düzenlemiş olduğu 3 Mart 1924 Yasaları” Konulu Paneli Onurlandırmanızı Saygı ile dileriz.
 

Prof. Dr. Kenan ARAZ                         Dr. Ercan YENAL                                      Başkent Üniversitesi Rektörü              ANKARASOYAD Yön. Kurulu Başkanı                   

Program

  • Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı
  • AnkaraSoyad Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan YENAL Açış Konuşması
  • Panel
  • Oturum Başkanı : Yekta Güngör ÖZDEN
  • Konuşmacılar: Prof. Dr. Ali ERCAN ve Prof. Dr. Ünsal YAVUZ
  • Kültür Ve Turizm Bakanlığı Çok Sesli Korosu Konseri

Tek Kapıdan “Prof. Dr. Ertuğrul BAYRAKTARKATAL”
Ceviz Oynamaya “Nedim YILDIZ”
Bir Dalda İki Elma “Muammer SUN”
10. Yıl Marşı “Cemal Reşit REY”

  • İkram
  • Konukların Uğurlanması
1 Mart 2013 Cuma, saat 14:00 – 17:00
Başkent Üniversitesi Prof. DOĞRAMACI  Konferans Salonu

Bağlıca Kampüsü Eskişehir Yolu 20.km (LCV : 0 530 230 36 50 ,27.Şubat.2013, 17.00

ORGENERAL NUSRET TAŞDELER, BÖYLE İFADE EDER!

E. Tümg. Naci BEŞTEPE



ORGENERAL NUSRET TAŞDELER,  BÖYLE İFADE EDER!

     ERGENEKON uydurma isimli torba davanın İNTERNET ANDICI sanıklarından Org. Nusret Taşdeler, tedavi görmekte olduğu Ankara GATA’da, 26-27 Kasım 2012 tarihlerinde ifadesini verdi.
    Gündemde uluslararası konular öne çıktığından gecikerek yazmak durumunda kaldım.
    İfade 112 sayfa ve 28 ekten oluşuyor.
    Kendisi kısaltarak okudu.
    İfade metnini okudum.
    İlginç buldum.
    Savunmadan çok hukuk dersi gibi.
    Felsefe dersi gibi.
    Tarih gibi.
    Edebiyat gibi.
    Öyle alıntılar var ki, çok iyi bir birikimin ve çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu bağırıyor.
    Kimler yok ki adı geçen?
    Devlet adamları, şairler, yazarlar, tarihçiler, filozoflar, hukukçular.
    Evrensel hukuktan, Roma Hukukundan, Magna Carta‘dan, AİHS‘den,
kendi yasalarımızdan örnekler.
    Ata sözleriyle, deyimlerle zenginleştirilmiş anlatımlar.
    Çok renkli, çok yönlü.
    Alıntı yapılan isimlerden tespit edebildiklerim şunlar;
    Namık Kemal, Nietzsche, Hammurabi, Romalı Ovidius, Konfüçyüs, Prof.İzzet Özgenç, Heredot, Platus, Koca Ragıp Paşa, Ziya Paşa, M.Akif Ersoy, H.Cahit Yalçın,  Mevlana, Sami Selçuk, Metin Feyzioğlu,Yekta Güngör Özden, İbrahim Okur, Shopenhauer, Durrieu, Hatemi İbrahim Bey, Plutarkhos, Tevfik Fikret, Ataol Behramoğlu, Abraham Lincoln,Tolstoy, İlber Ortaylı, Klemens von Metternich,
Ahmet Cevdet Paşa, ATATÜRK
    Çok da sert yeri geldiğinde.
    Taşı gediğine koymaktan hiç çekinilmemiş.
    İddia makamının hataları, eksikleri, yanlı tutumları, sanık lehine delilleri görmeyişi şamar gibi vurulmuş yüzüne.
    Tekniği de yumruğu da çok iyi bir boksör gibi.
    Okurken o kadar çok not almışım ki yarısını yazsam bile çok uzun olur.
    Kısa başlıklar halinde özetlersem;
    – Genelkurmay’ın gerektiğinde hiyerarşik yapı, gerektiğinde gizli örgüt olarak
ele alındığı,
    – İddianamenin hukuki bir metin değeri taşımadığı,
    – İddianamenin veriliş zamanının hemen YAŞ öncesine dayandırılmasının KUVVETLER AYRILIĞI  ilkesini zedelediği,
    – Sekiz yıl önce başlatılmış ve kendisi tarafından hiçbir ekleme yapılmayan
internet sitelerinin kendisinin göreve başladığı günden itibaren suç sayıldığı,
    – İhbarcının (iftiracının) tutarsızlıklarının, yanlışlarının göz önüne alınmadığı,
    – İddia makamının sanık aleyhine delil üretmeye çalıştığı,
    – Gnkur. Bşk.lığınca, internet sitelerinin İRTİCA İLE MÜCADELE dahil olmak üzere amaçları ve yasal dayanaklarının yazılı olarak bildirildiği,
    – Gnkur. Biligi Destek Daire Başkanlığınca, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na 2783 adet laiklik karşıtı eylem hakkında bilgi verildiği ve bunların 784 adedine işlem yapıldığı bilgisinin alındığını, yani gizli kapaklı değil resmi etkinlikler olduğu,
    – İnternet sitelerinin MSB’lığının oluru ve tahsis ettiği ödenek ile kurulmuş olduğu,
    – İrtica ile mücadele görevinin Başbakan RTE tarafından imzalanan 2006- TÜMAS (Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi) ve 2005- MGSB (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi)‘nin irtica ile mücadele görevini verdiği, bu belgelerde görev olarak verilen irticanın savcılığa göre HEZEYAN olduğu,
 çok açık ve net ifadelerle, yasal  ve tarihi örneklerle zenginleştirilerek anlatılmış.
    Son bölüm ise olduğu gibi aktarılmazsa anlatılamaz ve eksik kalır.
    İşte ifadenin altın bölümü;
    – TSK; bazı gafillerin zannettiği ve bazı hainlerin göstermeye çalıştığı gibi bir TERÖR ÖRGÜTÜ değil;
       Asil Türk milletinin özüdür,
       Namus saydığı hudutlarındaki, aziz vatanın topraklarındaki, engin mavi denizlerindeki, sonsuz semalarındaki istikbale bakan yüzüdür,
       Yeri ve zamanı geldiğinde, devletin bekası için söylenecek sözüdür.
    İnternet Andıcı Davası‘nın 21. dava olarak ERGENEKON’la birleştirilmesinden doğacak sıkıntıları vurgulayarak diyor ki;
    – ERGENEKON davasının görüldüğü bu mahkemenin savcısı ve yargıcı olmaktansa sanığı olmayı tercih ederim.
    
    Ve bitiriş;
Org. Taşdeler Ergenekonda savunma yaptı
    – Dünyadaki hiçbir karanlık güç odağının, tarihteki en eski hukuk metinlerinin yazıldığı bu kutsal topraklarda yaşayan yüce Türk milletini, adalet güneşinin aydınlığından uzun süre mahrum bırakmayacağına, sarsılmaz bir inanç beslediğimi belirtmek istiyorum.
    Hasılı kelam; Güçlüyüm çünkü haklıyım. Zira hak gücün fevkindedir.
    Vatanım  sağolsun.
    Milletim varolsun.
    Cumhuriyet ebediyen payidar olsun!
    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orgeneraline, tanıdığım Nusret Paşa’ya yakışır bir ifade olmuş.
    Yüreğine sağlık komutanım.
    ” BEN YAPMADIM” dan çok ” BİZ SUÇ İŞLEMEDİK, GÖREVİMİZİ YAPTIK” ağırlıklı; eğilmeyen, bükülmeyen, dimdik bir ifade.
    Tarihte yerini alacaktır.
    Gönüllerde aldı bile.
    Naci BEŞTEPE, 9.12.12
========================================
Dostlar,
ORGENERAL NUSRET TAŞDELER’in Ergenekon davası savunmasını,
yakın mesai arkadaşı Sayın E. Tümg. Naci Beştepe^’nin özeti ve yorumlaması ile paylaşmak istedik.
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.12.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Cumuriyet, 21 Ekim 2012 : Ahmet Taner Kışlalı’yı özlemle anıyoruz..

Ahmet Taner Kışlalı’yı özlemle anıyoruz

Bombalı bir saldırı sonucu yaşamını yitiren Cumhuriyet Gazetesi yazarı
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’yı ölümünün 13. yıldönümünde anıyoruz.

1991 yılından öldürüldüğü güne dek Cumhuriyet Gazetesi’nde “Haftaya Bakış” köşesinde yazan, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin genel başkan yardımcısı, 1977 yılında CHP İzmir Milletvekili, 1978 Bülent Ecevit hükümetinin Kültür Bakanı, akademisyen ve yazar Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, 13 yıl önce bugün, 21 Ekim 1999’da Çayyolu Engürü Sitesi’ndeki evinin önünde arabasına konulan bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi.

Kışlalı’yı anma etkinlikleri dün Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde başladı. Kışlalı’nın ağabeyi Mehmet Ali Kışlalı’nın da katıldığı etkinlikte Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden;

“Ölüler biz andıkça yaşar. Aydınların değerini yeterince bilmiyoruz. Bilsek bu kara tablo içinde olmazdık. Yarına ilişkin bana göre umut yok. Atatürk’e kin kusan kuyruklar var maalesef.

Türkiye Cumhuriyeti, çağın bir mucizesidir.” dedi.

Programı izleyen bir yurttaş ise, Kışlalı’nın ortaokulda Freud ve Marx okuduğunu belirterek, kendisine ‘Niye siyasete tekrar dönmüyorsun?’ diye sorulduğunda Kışlalı’nın;

‘Siyasetçiyken belli konularda etkin olabiliyordum. Yazar olarak halkı daha iyi bilinçlendirdiğimi düşünüyorum.’ yanıtını verdiğini anlattı.

İlk tören evinin önünde

Kışlalı, yaşamını yitirmesinin 13. yılında bugün düzenlenen törenlerle anılacak.  Gazetemizle birlikte CHP, Atatürkçü Düşünce Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme  Derneği tarafından düzenlenecek ilk tören Çayyolu Kışlalı Sokak’ta Kışlalı’nın evinin  önünde saat 09.30’da başlayacak. Ardından saat 10.00’da Çayyolu Kışlalı Parkı’ndaki heykelinin önüne geçilecek. Saat 12.30’da ise Kışlalı’nın Karşıyaka Mezarlığı’ndaki gömütü önünde buluşulacak.

2000 yılında yürütülen UMUT Operasyonu’nda, İran güdümlü Tevhid/Selam örgütü ve  Kudüs Savaşçıları Örgütü ile bağlantılı olduğu ve Kışlalı suikastını birlikte tasarladıkları  belirlenen Ferhan Özmen, Rüştü Aytufan ve Necdet Yüksel “anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs” suçundan ölüm cezasına çarptırıldı. Özmen ve Yüksel’in suikasta birlikte katıldıklarını söyledikleri Oğuz Demir ise hâlâ yakalanamadı.

Cumhuriyet, 21 Ekim 2012

 

Kışlalı Ne Yazmıştı ? ABD ATATÜRK’E NİÇİN KARŞI?

 


Dostlar,

Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, 13 yıl önce bu gün, 21 Ekim 1999’da sabah saatlerinde kalleşçe öldürülmüştü.

Evinin önünde, arabasının camına konan bir paketi atarken patlamyan bomba, kolunu koparmış ve kan yitiminden kendisini yitirmiştik.

Tam 60 yaşında idi.

Yekta Güngör Özden‘in Genel Başkanı olduğu ADD’nin Genel Başkan Yardımcısı idi  Ahmet Taner Kışlalı hoca ve ülkeyi aydınlanma konferansları için dolaşıyordu.

İlerleyen yıllarda O’nun ADD’deki koltuğuna biz oturduk ama O’nun yerini doldurmak ne mümkün?! Elimizden geleni yaptık.. 1996 – 2012 arası 1400’ü aşkın aydınlanma konferansı da biz vermişiz.. Ülkemize helal olsun..

Biz de o aralar ADD Edirne Şubesi Başkanı idik ve kendisini Edirne’ye konferansa çağırmıştık.

Trakya Üniversitesi’nin Türkan Sabancı Kültür Merkezinde 75 dakika süren bir konuşma yapmıştı. Salon doluydu. 28 Şubat süreci yaşanıyordu. Türban temel sorunlardandı.

Konferans sonunda, başörtülü – türbanlı öğrenciler çevresini sarmış sorulara boğmuşlardı O’nu. Güleryüzü ve tüm insancıllığı ile onları yanıtlıyordu.

Kendisinin bombalı tuzakla alçakça öldürülmesinin ardından biz de Edirne’de yakın korumaya alındık. 1 yıl boyunca yakın korumalı bir yaşam sürdürdük.. Gün olur onu da yazarız, nasıl bir şey diye..

Ahmet Taner hocaya çok şey borçluyuz. Cumhuriyet’teki makaleleriyle, kitaplarıyla ve konferanslarıyla bir dönem Türkiye’ye ışık tuttu.. Bıraktıkları hala yolumuzu ışıtıyor.

Kendisini, dostluğunu, tadına doyamadığımız yazılarını çok özlüyoruz.

“ABD ATATÜRK’E NİÇİN KARŞI?”

başlıklı yazısını aşağıda sunuyoruz..

Hep olduğu gibi, gerçekte faili meşhur bu cinayet de faili meçhul olarak tarihe gömüldü. Tetikçilerin gerisindeki azmettiriciler bir türü bulun(a)madı.. Zamanın dinci-gerici bir gazetesi hedef göstermişti. Fotoğrafının üstüne kocaman bir çarpı işareti ile..

Sevgin anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.

Bir saptamasını özellikle unutmuyoruz :

  • Kemalizm geçmişin bekçiliği değil; geleceğin öncülüğüdür..  

Sevgi ve saygı ile.
21.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

AHMET TANER KIŞLALI

www.kemalistler.com
Cumhuriyet, Haziran 1996 (Bir Türkün Ölümü adlı kitabında da yer verdi)

ABD ATATÜRK’E NİÇİN KARŞI? 

Önceki yazımda bazı somut bilgiler vardı.

ABD’li bazı “servis”lerin, Türkiye’ye yönelik çabaları ile ilgili bilgilerdi bunlar. Atatürk’ü ve Kemalizm’i yıkmak için gösterilen çabalar yanyana geldiğinde, ortaya yadsınamayacak bir tablo çıkıyordu. Ama bu tabloya eklenecek, birkaç fırça darbesi daha kalmıştı.

Varan bir   :

“CIA İstasyon Şefi” Paul Henze, 1993 yılında bir rapor hazırlıyor; ama “yeni dünya düzeni” ile birlikte gerekliliği de kalmamıştır. “Klasik Atatürkçülük” ölmüştür… Aydınların imam hatip okulları konusundaki endişeleri yersizdir. İran ve Arap parası ile desteklenen köktendincilik, Türkiye için ciddi bir tehlike değildir…

Atatürk’e “deccal” diyen Said – i Nursi ve Nurcular ilericidir… Nakşibendiler geriye dönük değillerdir; Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile bağlantıyı sağlayabilirler…

Varan iki   :

Samuel Huntington gibi “bazı” ABD’li yazarlar, Kemalizme karşı “ılımlı İslam”a sahip çıkıyorlar. Türkiye’nin batı ile bütünleşmesini istemiyorlar. Türkiye’nin “yeni dünya düzeni” içindeki yerinin “ılımlı İslam” olması gerektiğini düşünüyorlar. Batının çıkarının bunu gerektirdiğini savunuyorlar…

Varan üç   :

CIA Türkiye ve Ortadoğu masa şeflerinden Graham Fuller de, üç yıl önce bir Türkiye raporu hazırlıyor… Ve özellikle “Kürt sorunu”na elatıyor:

Irak’ın “üniter” yapısını koruması ABD çıkarlarına uygun değildir. Türkiye Kürtlere özerklik verirse, Kuzey Irak’taki Kürtlerle bir bütünleşme gerçekleşebilir. En kötü şey, Türkiye’nin Irak’a yakınlaşmasıdır.

Şimdi gelelim sorunun yanıtına: ABD “servis”leri Atatürk’e niçin düşman?

Bunun dört temel nedeni var.

Birincisi…

Laik – demokratik Kemalist model, “ihraç” etmeye elverişli değildir. Türkiye’nin toplumsal kültürel altyapısına sahip bulunmayan İslam ülkeleri bu modeli uygulayamazlar. “Ilımlı İslam” ile bütünleşmiş, yarı çağdaş bir Türkiye, ABD çıkarlarına daha uygundur!

Üstelik, petrol zengini Ortadoğu ülkelerindeki çağdışı rejimlerin varlığını koruması açısından, Kemalist model tehlikeli bir örnektir. Bu rejimlerin varlığı, Amerikan çıkarlarının güvencesindedir!

İkincisi…

Kemalizmin temelinde ulusal birlik ve tam bağımsızlık ilkeleri vardır. Bu ise, ABD’nin ve genel olarak batının çıkarlarına terstir. Türkiye ne yıkılmalı, ama ne de bağımsız hareket edebilecek kadar güçlenmelidir. Türkiye Ortadoğuda büyük bir güç olmamalıdır!

Üçüncüsü…

Türkiye’nin Kürtlere özerklik vermesi giderek federasyonu peşinden getirir.
Bir adım sonrası ise, komşu devletlerin de parçalanması ile, “bağımsız” bir Kürt devletinin oluşturulmasıdır. Her zaman ABD’ye muhtaç böyle bir devlet… Amerikan çıkarları için en iyi çözümdür. Ama bu formülün uygulanabilmesi için ilk koşul, Türkiye’de Atatürk’ün ve ilkelerinin yıkılmasıdır!

Dördüncüsü…

Yeni dünya düzeninde, uluslararası sermayenin karşısında kalan tek engel “ulusal devlet”tir. Türkiye’de Atatürk yıkılmadan ulusal devletin yıkılamayacağı ise bir gerçektir!

1994 Aralığında, Yeni Demokrasi Hareketi kurulurken çıkan bir yazım şöyle noktalanıyordu:

“Özal – 12 Eylül sayesinde – boşaltılmış bir meydanda işe başlamıştı… ‘Dört eğilimi’ birleştirip, ABD’nin çizdiği yolda kararlılıkla yürüdü. Ama bugün artık ne dünya o günün dünyası, ne de Türkiye o günün Türkiyesi… Özal öldü, yaşasın Boyner!.. Doğru isim, yanlış zaman… Ve tarihi, isimler değil ‘zaman’lar belirler!..”

Suç, bir buçuk yılda tükenen Boyner’de değil, “zaman”da!

Ve zamanlar hep Atatürk’ü haklı çıkarıyor!