Etiket arşivi: Atatürk’ün İsmet Paşa Hazretleri

ATATÜRK ve BİLGELİK


Dostlar
,

Sayın Aydemir Ceylan emekli validir.

Aydemir_Ceylan

 

 

 

 

 

Aşağıdaki kitapların yazarıdır :

Bir İhtilal Bir Darbe Arasında 20 Yıl..

Bulutların Üstü..

bulutlarin-ustu-bulutlarin-alti-aydemir-ceylan

Sayın Ceylan bu 2 kitabı ile “Bir Cumhuriyet Valisinin Anıları” nı tarihe mal etmiştir.
Yazmak, önemli bir aydın eylemidir ve de edimidir. Sorumluluk ve cesaret ister.

Google’dan adıyla tarattığımızda 6. sırada, sitemizde yer verdiğimiz aşağıdaki yazısını görüyoruz :

29 Ekim ve 10 Kasım sonrası… ASIL GÖREV ŞİMDİ BAŞLIYOR
(
http://ahmetsaltik.net/tag/aydemir-ceylan-emekli-vali/, 27.11.2012)

Kısa süreli Adana ve Amasya valiliklerinin ardından, yurtsever dik duruşu nedeniyle kızağa çekilerek Merkez Valiliği’ne alınmış ve yaklaşık 20 yıl, yaş haddinden emekli olana dek “bu dışlayıcı – pasif – yıkıcı” görevde tutulmuştur.

Sayın Ceylan, bu acı öyküyü ilk kitabında aktarmaktadır.

Belki de bu kadroda en uzun tutulan merkez valisidir!?

Sn. Ceylan, bu uygulamanın çok ağır bir psikolojik baskı olmasına karşın,
uzun yıllar örnek bir sabır, direnç ve olgunlukla karşı koyarak ruh ve beden sağlığını korumaya çabalamıştır.

Denebilir ki, bu 2 uzun “on yıl”, Sayın Ceylan’ı da Mustafa Kemal Paşa gibi bilgeleştirmiştir.

Öyle değil midir ki; “bilge”, “bilgelik” hakkında yetkin – derinlikli felsefi sorgulamalar yapabilmek sıradan insanlarca başarılabilir mi? Üstelik Yüce Atatürk’ün bilgeliği konusunu yetkinlikle işleyebilmek kolay mıdır?

Sn. Vali Ceylan ile ADD Genel Merkez Yönetiminde birlikte çalışma olanağımız oldu.

Genel Başkan Sn. Yekta Güngör Özden, yardımcıları ise demokrasi şehidi
Prof. Ahmet Taner KIŞLALI
ve Sn. Aydemir Ceylan idi.
Biz de Marmara Bölgesinden sorumlu Genel Yönetim Kurulu Üyesi idik.
Tüm gün, nitelikli mesaisini ADD’ye cömertce ve özveri ile harcardı.

Özellikle ADD Genel Merkez Dergisi O’nun sorumluluğunda, kendileri ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE Dergisi Genel Yayın Yönetmeni iken, düzenli ve doyurucu olarak yayımlandı. Biz de o yıllarda yoğun olarak AYDINLANMA KONFERANSLARI veriyor ve saha izlenimlerimizi, konferans konuşma özetlerimizi makale olarak Dergide yayımlıyorduk. Arşivimizde, 1999’larda ADD Genel Merkez Dergisi’ne  makalelerimizi sunduğumuz yazışmalar bulunuyor Sayın Ceylan ile..  

Dostluklarını bizden eksik olmasınlar, hiç esirgemediler.

Son olarak 31 Temmuz 2013’te Dikili’deki “Lozan Paneli” nde görüştük.
Bizim de çağrılı konuşmacı olduğumuz oturuma teşrif etmişlerdi.. Özlemle kucaklaştık..

Aşağıdaki yazılarını bize göndermişlerdi, tevazu ile.. “Takdirimize sunmakta” idiler. Yanıtlamıştık hemen, “web sitemize koyacağız..” diye..

Kendisine şükranlarımızı sunuyoruz düşündüğü, yazdığı ve paylaştığı için..
Kronolojik yaşları 80’lere yaklaşırken, sağlıklı ve üretken uzun bir yaşam diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
01.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

ATATÜRK BİLGE KİŞİ MİDİR EVET, PEKİ NEDEN?

Aydemir CEYLAN
Em. Vali
Eski ADD Genel Başkan Yrd.

29 Eylül 2013 günü Bergama’da yapılan Atatürkçü Düşünce Derneği
eşgüdüm toplantısındaki konuşmamda özetle şu vurgulamayı yaptım:

“Mustafa Kemal, başında bulunduğu tüm savaşların, özellikle Çanakkale ve Dumlupınar meydan savaşlarının muzaffer komutanıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK aynı zamanda, Osmanlının külleri üzerinde yepyeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan, yalnız ulusunun değil tüm dünyanın hayranlıkla izlediği inanılmaz devrimleri gerçekleştiren büyük bir önder ve devlet adamıdır. Gözleri, kulakları, beyni ve vicdanları mühürlü olanlar dışında herkes böyle bilir, böyle söyler. Ancak; bu niteliklerinin söz konusu edildiği yazı ve konuşmalarda O’nun bana göre çok daha önemli olan bir başka özelliğinden, bilge kişiliğinden yeterince söz edilmez. O nedenle; böylesine toplantılarda olasıdır ki ilk kez, Atatürk’ün tüm nitelikleri yanında, dahası BİLGE VE BİLGELİĞİN TÜM GEREKLERİNİ YERİNE GETİREN, SERGİLEYEN İNSAN olduğuna da dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Kendi dağarcığımdan bilgilerle, bir başlangıç olmak üzere bir yazı yazma çabası içinde olacağım. Dileğim; siz saygın ve seçkin arkadaşlarımın ve özellikle ADD Genel Merkezindeki bilim ve danışma kurullarımızın da bu konuda kapsamlı bir düşün – düşündürme ve toplumla paylaşma çabası içinde olmalarıdır. Bunun, Atatürk’ü ve öğretilerini daha derinden kavrama ve özümsememize, topluma daha sağlıklı biçimde kilitlenmemize getireceği yararları saymaya gerek duymuyorum. Şöyle bir yararı da olacaktır:

Geçmişten günümüze bildiğiniz ve yaşadığınız gibi; Atatürk’ü ve devrimlerini giderek yozlaştırmak, anlamsız hale getirmek bir yana, gönüllerimizde yaşayan sevgisini,
aziz hatırasını da küllemek, yok etmek isteyen kimi yönetenler, sözde aydınlar ve de kıskananlar hep oldu, olacaktır. Bunlara çanak tutan ya da kayıtsız, sessiz kalan kimilerin de vebali diğerlerinden farklı değildir! Kimi, günübirlik yaşayıp yaşamdan ayrıldı, kimi köşesine çekildi, çekilecek! “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” deyişi onlar için de geçerli, unutulacaklar! Zira; yadsıdıkları, kayıtsız kaldıkları, için için kıskandıkları Atatürk gibi bilge bir kişiliğe sahip devlet adamı, aydın değildiler. Kaçının bırakınız insanlığa, ülkemizin, bizlerin geleceğimize ışık tutan, yol gösteren, çağdaş uygarlığa bilimi, sanatı, kültürü temel alarak barış içinde ulaşmamızı öğütleyen bilgece bir sözü var, kaçı NUTUK gibi bir başyapıtı ülkesine armağan etmiş, bilen varsa beri gelsin! Kaçı; Atatürk’ün 100. Doğum yıldönümü nedeniyle UNESCO Genel Kurulunda alınan karardan haberi vardır?”

Bunları söylemiştim Bergama ADD eşgüdüm toplantısında.

ÖYLEYSE
ATATÜRK BİLGE KİŞİ MİDİR EVET, PEKİ NEDEN?

Evet, ATATÜRK yalnız bir muzaffer kumandan, bir büyük devlet adamı değil,
aynı zamanda insanlığa ve içinde yaşadığı topluma önderlik etmiş bilge bir kişidir.
Neden bilgedir sorusunu, bilge kimdir sorusuyla yanıtlamaya çalışalım:

Zekâ, seziş kudreti, yaratıcılık gibi doğuştan gelen özellikleriyle, hep sorarak, sorularıyla varoluşun nedenlerini, erdemliliği gerçek bilginin kaynaklarını inerek araştıran, öğrenen, bunları aklı ve vicdanıyla yoğurarak özümseyen kişi bilge insandır desek çoğu kişinin itirazı olmayacaktır ancak; bu kısa açıklama bilge insanı tanımlamaya yeterli midir,
elbette hayır.

Olsa olsa aydın bir kişide olması gereken kimi niteliklere değinmiş oluruz. Her toplumda olduğu gibi ülkemizde de bu nitelikte insanlarımız yeterince vardır ancak; bilge kişi ile aydın kişi arasındaki ince çizgiyi görmeden her aydını bilge kişi sanma yanlışlığına da düşmemek gerekir.

Eğer bilgiye, ahlaki değerlere dayalı birikimlerinizi, deneyimlerinizi, eğilip, bükülmeden, kendinizi öne çıkarmadan ve kimseyi ötekileştirmeden toplumun ve insanlığın yararına sunamıyor, dahası; karşılaşacağınız engellerde elinizi taşın altına koyup, bedel ödemeye hazır değilseniz, Bilge değil ama aydın kişi sıfatıyla yaşamak da niye yadırgansın ki!

Üstelik; kimilerine kehanet gibi gelecek olsa da, yaşadığı dönemin çok ötesini görebilecek bilge kişilere yaraşır bir başka özellik de sıradayken…

Yukarıdaki anlatımlardan sonra, Atatürk’ün tüm nitelikleri yanında öncelikle neden
BİLGE KİŞİ olduğunu yazmaya gerek var mı bilmem! Yine de UNESCO’nun bir kararını ve değerli bilim adamı Prof. Dr. Süleyman Bozdemir’in yazısını aşağıya ekleyip konuyu noktalayalım.

  • UNESCO Genel Konferansı; Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. Yıldönümü’nde, 1981 yılında anılacağını hatırlatarak, UNESCO’nun ilgilendiği
    tüm alanlarda olağanüstü bir reformcu olduğunu göz önünde tutarak, özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce açılan savaşların ilk liderlerinden biri olduğunu kabul ederek, dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için çalışmalarının olağanüstü bir örnek olduğunu ve tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımını gözetmeden, bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını anımsatarak, eylemlerini her zaman barış uluslar arası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden yapmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Atatürk’ün kişiliğini ve eserinin çeşitli yönlerini ortaya çıkarmak üzere, 1980 yılında yapılacak sempozyum hazırlıkları için Türk Hükümeti ile UNESCO’nun işbirliği yapmasına karar verilmiştir.”
  • “Tarihteki pek çok büyük devlet adamlarına ve liderlere baktığımızda onların başarılarında önemli rol oynamış bir bilge-edebiyatçı yanlarının bulunduğunu görürüz. Atatürk de bunlardan biridir. Gazi Mustafa Kemal‘i çağdaşı olan öbür ünlü Osmanlı subaylarından farklı kılan ve O’nu sonunda Atatürk yapan tek özellik, gerçekten salt onlardan daha başarılı bir komutan ve devlet adamı oluşumudur acaba? Yazar ve edebiyatçı Demirtaş Ceyhun “Edebiyatımı Geri İstiyorum” adlı deneme eserinde bunun böyle olmadığını usta bir yazar olarak ortaya koymaktadır.

Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki, Sakarya’daki, Dumlupınar’daki tarihe mal olmuş
üstün komutanlık başarılarının yanı sıra, 19 Mayıs 1919’dan sonraki siyasal yaşamına ve gerçekleştirdiklerine bakılırsa, Atatürk’ün bilge kişiliğinin en az komutanlığı kadar, hatta daha da önemli olduğu açıkça görülür. Sivas ve Erzurum kongrelerinin ardından Ocak 1920’de zar zor toplanabilmiş ve iki ay sonra 16 Mart 1920’de İngilizlerce dağıtılmış Osmanlı Meclisi-Mebusan’ı otuz sekiz gün gibi kısa bir süre içinde kaçan milletvekilleri ile Ankara’da bu kez ‘Büyük Millet Meclisi’ gibi hiçbir özel anlamı bulunmayan, tanıyanı da olmayan bir adla yeniden açmasına, hele hele neredeyse tamamı şeriat ve hilafet yanlısı olan bu milletvekilleriyle savaşı kazanarak laik bir cumhuriyet kurmasına, sonra da başta Türkçe ile eğitim olmak üzere gerçekleştirdiği onca devrimlere bakıldığında Atatürk’ün bilge yönünün ne kadar üstün olduğunu yadsıyabilmek olanaksızdır.

Kısacası Mustafa Kemal‘i, yaşıtı Osmanlı ünlü paşalarından ayıran temel özelliği,
hiç kuşku yok ki, kendisini toplumumuzun yetiştirdiği gerçek anlamdaki birkaç aydından biri yapan bu bilge kimliği, kesinlikle onlarla kıyaslanmayacak kadar yüce bir düşünce adamı oluşudur.

Bilindiği gibi bütün tarih boyunca kişinin bilge ve edebi kimliği, yani insanlığın ideolojik evrimini sağlayan bilgi üretimi ve birikimi de, öncelikle şiirle, türküyle, oyunla, söylenceyle, masalla, öyküyle, mizahla, kısacası edebiyatla oluşturulmuştur. Eski Yunan düşüncesini oluşturan Sokrates’ler, Platon’lar, Aristotales’ler hiç kuşku yok ki Homeros’un, Aisopos’un, Sophokles’in, Aristophanes’in, Pindaros’un şiirlerinin, oyunlarının, öykülerinin eserleridir.

Roma düşüncesinin temelinde Lucretius, Catullus, Vergilius, Horatius, Ovidius gibi
büyük ozanlar yatmaktadır. Rönesans, Dante ile Boccaccio ile başlamıştır. Çağdaş Fransız düşüncesi Villon’ların, Ronsard’ların, Montaigne’lerin, Moliere’lerin, Corneille’lerin, Racine’lerin; çağdaş İngiliz düşüncesi de gene hiç kuşku yok ki Spencer’lerin, Bacon’ların John Lyly’lerin, J. Swift’lerin, Daniel Defoe’lerin, Shakespeare’lerin, Marlow’ların şiirleri, öyküleri, masalları, romanları, denemeleri, oyunları üzerine kurulmuştur.

Bu nedenle Mustafa Kemal de, kendini asker arkadaşlarından farklı kılan bu aydın
bilge kişiliğini, daha ortaokul-lise sıralarındayken başlamış edebiyata olan ilgisinden, okumaya olan düşkünlüğünden kazansa gerek.

Nitekim kendisi de 10 Ocak 1922 günlü Vakit gazetesinde çıkan bir söyleşisinde
“Merhum Ömer Naci, Bursa İdadisi’nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşımın kitaplarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrenmiş oldum. İlgilenmeye başladım. Şiir bana cazip göründü fakat hitabet hocası diye yeni gelen bir zat, ‘Bu tarzı iştigal seni askerlikten uzaklaştırır’ diyerek beni şiirle uğraşmaktan men etti. Şiir yazmak hakkında idadi hocasının koyduğu yasağı unutmuyordum fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi bende hep sürdü” diyerek daha Manastır askeri idadisinde (AS : lise) öğrenciyken şiir ve edebiyatla ilgilendiğini, şiir yazmasa bile edebiyata olan ilgisinin daha sonraki yıllarda da sürdüğünü belirtmektedir.

Sınıf arkadaşı Asım Gündüz‘ün anılarında yazdığına göre de, Harbiye’de “Namık Kemal‘in şiirlerini bir defterde toplamış” ve bu şiirlerin birçoğunu ezberlemiştir. Harp Akademisi öğrenciliği yıllarında da “Dünkü vilayetlerimiz olan Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın, Sırpların milli şairleri, ülkelerinin hürriyeti için, birlik ve beraberlikleri için şiir yazarken nerde bizim şairlerimiz?” diye hayıflanırmış.

Salih Bozok‘a Sofya’dan gönderdiği bir mektupta da bir Fransız şairinden şiirler çevirdiğini yazmaktadır. Yani, edebiyata olan ilgisi subaylığı sırasında da sürmüştür.
Agop Dilaçar da bir yazısında, “Fransızcayı çok iyi biliyordu. Fransız romanlarını, şiirlerini Fransızca olarak asıllarından okumuş. Asker arkadaşlarından birinin dul hanımı
Madam Corinne‘e yazdığı mektuplarda bu romanlardan söz etmiştir. Türk edebiyatını, divan döneminden yeni akımlara dek iyi bilir, hele Tevfik Fikret‘i çok severdi” demektedir.

Melda Özverim’in “Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü” adlı kitabında verilen bilgilere göre de, “İstanbul’da bulunduğu sürece Corinne’nin salonunda cumartesi günleri düzenlenen müzik ve şiir toplantılarına düzenli olarak katılmış” ve şiir okumayı yaşamı boyunca sürdürmüştür.

Ruşen Eşref Ünaydın da ‘odasındaki kitaplıkta’ bulunan kitaplara bakıp “Mustafa Kemal Paşa’nın savaşın durgun dakikalarının boşluklarını bile edebiyatla doldurduğu kanısına vardığını” yazmaktadır. Nitekim Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” kitabını okuyanlar da Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşının hazırlıklarının sürdüğü o yoğun günlerde bile vakit bularak kitaplar okuduğunu, özellikle Reşat Nuri’nin “Çalı Kuşu” romanından çok etkilendiğini ve İsmet Paşa‘ya da okuması için verdiğini göreceklerdir.

Atatürk’ün yaşamını kaleme alan farklı yazarların ortak hayranlıklarından biri,
O’nun kitaplarla olan dostluğudur. Çanakkale savaşının en şiddetli dönemlerinden birinde Mustafa Kemal’le görüşmek için cepheye giden gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün odasını şöyle tarif eder:

“Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac’ın Colonel Chabert’i, Manpassant’ın Boule de Suif’i, Lavendan’ın Servir’i duruyordu…”
Atatürk Fransız yazarların eserlerinin çoğunu aslından okudu…

Anıtkabir Derneği‘nin yaptığı saptamalara göre Atatürk’ün okuduğu bilinen kitap sayısı 3997’dir. Bu kitapların 1741’i Çankaya Köşkü’nde, 2151’i Anıtkabir’de, 102’si İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, 3’ü Samsun Gazi İl Halk Kütüphanesinde bulunmaktadır. Dernek güzel bir çalışma yaparak, Atatürk’ün okuduğu kitaplarda altını çizdiği,
yanına işaret koyduğu paragrafları ve Ata’nın kendi el yazısıyla düştüğü notları özenle birleştirerek “Atatürk’ün okuduğu kitaplar” başlığı altında 5000 sayfalık 24 ciltlik bir seri halinde yayımladı.

Sami Özderdim‘in özenle hazırladığı “Atatürk Devrimi Kronolojisi”ni okurken her insanın mutlaka başı dönüyor olmalıdır. Şam’dan Bingazi’ye, Çanakkale’den Afyonkarahisar’a savaşlarla, Kurtuluş Savaşıyla yoğrulmuş bir ömür… Saltanatın kaldırılmasından öğretimin birliğine (Tevhid-i Tedrisat), laiklikten harf devrimine dek devrimlere adanmış bir yaşam boyunca en çok ne yaptı diye sorarsak, galiba kitap okudu demek gerekir.

Ne dersiniz; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü böylesine büyük bir düşünür, eşsiz devlet adamı ve yüce bilge bir kişi yapan unsurların başında “O’nun okumaya olan düşkünlüğü ve sahip olduğu yüksek idealler gelmektedir..” dersek bir gerçeği ifade etmiş olmuyor muyuz? Büyük adam olmanın öyle pek kolay olmadığını, insan Atatürk‘ü tanıdıkça
daha iyi anlıyor.

Okuduğu kitapların sadece altını çizdiği bölümler bile 12 bin sayfa tutuyor. 24 yaşında eğitimini tamamladığında tüm ders kitaplarını toplayıp iki ciltlik kitap haline getirdiğini ve sonraki yıllarda yeri geldikçe onlardan yararlandığını görüyoruz. Okul bitti, ders bitti diyen öğrencilerden biri olmadı!…

Atatürk gibi bir dahi yetiştirmiş ulusumuzun bugün içine düşürüldüğü durum yürekler acısıdır. Ne yazık ki eldeki istatistikler halkın okumadığını gösterdiği gibi, aydın geçinenlerin de yeterince okumadığını ortaya koymaktadır. Bilgisizlikleri konuşmalarından ve yazdıklarından olayları analiz edilişlerinden ortaya çıkmaktadır. Okumayan halk televole kültürü ile yetişmekte, böylece bilimden ve çağdaş gelişmelerden kopmaktadır. Belki istenilen de budur! Gerçeklerden koparılmış, yoksul bırakılmış bir halkı gütmek ve dinsel telkinlerle istendiği gibi yönlendirmek daha kolay olmaktadır. Son yıllarda, “neden büyük adam çıkaramıyoruz?” diye soranlara “Okumayan bir toplumdan daha ne bekliyorsunuz?” diye sormak gerekir.

İşin daha da acı yönü, böylesine okuma özürlü bir toplumda yetişen günümüz kuşağı gelecek için daha büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü onlar geleceğimizi teslim edeceğimiz emanetçilerimizdir. Onlara okuma alışkanlığı kazandırmak ve
Atatürk’ü doğru bir biçimde öğretmek zorundayız.

Aslında, hepimizin hâlâ Atatürk’ten öğreneceği o kadar çok şey var ki!…

Atatürk’ün büyük eseri Söylev’i okuyan herkes O’nun ne büyük usta bir yazar ve bilge bir edebiyatçı, eşsiz bir düşün adamı olduğunu takdir etmekten kendisini alamamaktadır.

Atatürk’ün yolu, kitap dolu…

Ne mutlu kitap okuyorum diyene!

O’nun yolunda yürüyene… “

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR, Çukurova Üniversitesi. Fizik Bölümü,
(2006, 10 Kasım Armağanı)

Zeki Sarıhan : 30 AĞUSTOS BASINI

Dostlar,

Değerli dostumuz Sayın Zeki Sarıhan, “uzuuun “tatilinden (?) Ayvalık’tan yazmayı sürdürüyor.. Engin tarih bilgisinden keyifle yararlanıyoruz.

Aşağıdaki makalesi, 26 Ağustos 1922 öncesi ve sonrasında Büyük Taarruz ve
30 Ağustos Zaferi odaklı olmak üzere İstanbul gazetelerinden seçkiler içeriyor.
Öğrenerek ve dersler çıkararak okuyoruz.

Teşekkür borçluyuz Sayın Sarıhan öğretmenimize..

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 30.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

30 AĞUSTOS BASINI

Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan

Kurtuluş Savaşı yıllarında Türkiye’de canlı bir basın yaşamı vardı.
Mütareke’nin (A.S.: Mondros, 30 Ekim 1918) başında İstanbul’da yayımlanmakta olan İkdam, Vakit, Tasviriefkâr, Peyam, Alemdar, İleri gibi gazetelere, daha sonra Anadolu’da çıkmaya başlayan İradei Milliye, Hakimiyeti Milliye, Öğüt, Açıksöz, Babalık, Seyyarei Yeni Dünya gibi gazeteler eklendi. Yenigün gazetesi de İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’ya taşındı.

Mütareke’den hemen sonra İstanbul basınına hem hükümet, hem Müttefikler tarafından sansür kondu. Gazetelerin birçok yeri boş çıkmaya başladı.
Hele İstanbul’un işgaliyle ve Damat Ferit Hükümetleriyle İstanbul, basın için nefes alınamaz bir yer halindeydi. Ancak 1920 Ekim’inde Damat Ferit Paşa’nın iktidardan düşürülüp yerine Tevfik Paşa Hükümeti gelince basın üzerindeki sansür hafifledi. İstanbul basınında Anadolu ile ilgili haberler daha gerçekçi olarak, hatta Mustafa Kemal Paşa’nın demeçleri bile yer almaya başladı. Bu dönemde vatanın kurtuluşu için bütün Türkiye basınının tek vücut olduğunu söyleyebiliriz.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Savaşı’nın yapıldığı günlerde (Ağustos – Eylül 1921) bütün harekât planlarının İngilizlerin eline geçmesinden
ders çıkararak, 25 Ağustos 1922 günü Anadolu’nun İstanbul’la haberleşme kanallarının kesilmesini emretmişti. Büyük Taarruz, Müttefiklerden ve Yunanlardan bir süre gizlenmiş olacaktı.

İstanbul basının kulağı sesteydi, ancak Anadolu’dan resmî bir haber alamıyorlardı. (Ordu her gün resmî tebliği yayımlıyordu). Gene de Yunan tebliğlerinden bir anlam çıkarmaya çalıştılar.

27 Ağustos 1922 Pazar gününün Anadolu gazeteleri, Hâkimiyeti Milliye, Yenigün, Öğüt, Yeni Adana dün sabahtan başlayarak Ordu’nun bütün cephelerde saldırıya geçtiğini coşkun başlıklarla yayımladılar. İstanbul’da yayımlanan İkdam ise
“Bir taarruz hareketinin arifesinde miyiz?” diye yazdı. İstanbul basını daha çok doğu barışı için toplanılması düşünülen Venedik Konferansı ile meşguldü.

28 Ağustos 1922 Pazartesi günkü Anadolu gazeteleri, gitgide büyüyen başlıklarla Ordu’nun cephenin her noktasında düşman hatlarını yardığını, Afyon’un kurtarıldığını, çok sayıda tutsak (esir) ve ganimet ele geçirildiğini yazdı.

Öğüt “Ateşli bir sel gibi işgal edilmiş diyarlara akan Ordumuz” diye yazdı.

İstanbul’da yayımlanan Kuvayı Milliyeci Akşam gazetesi, “Ordumuz Afyonkarahisar Cephesi’nde Yunan hatlarına taarruz etti” diyebilecek kadar haber almıştı.

İkdam ihtiyatlıydı. “Bilecik önünde taarruz başladı mı?” diye soruyordu.
Vakit ise “Dün Anadolu’dan hiçbir haber gelmemiştir, telgraf da çekilmemiştir” diye yazarak Atina’dan gelen haberlere göre Kocaeli çevresinde büyük yığınak yapıldığını haber veriyordu.

29 Ağustos 1922 Salı günkü Anadolu gazeteleri coşmuştu.

Hâkimiyeti Milliye

  • Ey Türk yürü! Yürü ki senin bu yürüyüşün tarihte yeni bir devir açıyor.
    Şark âlemine saadet ve hürriyet temin ediyor. Yürü ki bütün İslamiyet gülsün. Yürü ki bütün Şark mesut olsun!” diye yazdı.

ÖğütNur, zulmete galebe çalıyor” başlığını attı. Bugün İstanbul basını da
Yunan tebliğlerinden Türk saldırısının iki gün önce başladığını öğrendi ve yazdı.

30 Ağustos 1922 Çarşamba günkü Hâkimiyeti Milliye’de Ruşen Eşref‘in yazısının başlığı “Vatan Gülüyor” idi. İstanbul basını savaşın gidişini hâlâ Yunan tebliğlerinden çıkarmaya çalışıyor, Tevhidiefkâr gazetesi, Anadolu’nun derin bir sessizliğe gömülmesini onun sinirlerine tümüyle egemen olmasına yoruyor, “Okuyucularımıza pek yakında en sevindirici haberleri vereceğiz” diyordu.

İstanbul’un Kuvayı Milliye’ye düşman tek gazetesi olarak kalan Peyamı Sabah’ta
Ali Kemal, “Hadisatın cereyan tarzı gösteriyor ki Anadolu’da harp ve ateş yeniden tutuştu” dedikten sonra “Bu milletin varlığı ile böyle oynamak en büyük siyasetsizliktir. Maazallah yenemezsek düşman isteklerini artırır” diye ekliyordu.

Vakit gazetesinin birinci sayfası tümüyle savaş haberlerine ayrılmıştı.
Karagöz mizah dergisinde Hacıanesti, elinde kırbaçla kendisini kovalayan
Mustafa Kemal’e şöyle diyor:

  • “Vay kafam vay! Ne oluyoruz a canım?
    Konferansa giderken böyle şaka olur mu yahu?”

Anadolu’nun resmî tebliğlerinin ilki o gün İstanbul basınına ulaştı. Bakalım ertesi gün, yani 31 Ağustos 1922 Perşembe günkü gazeteler hangi manşetlerle çıkmış:

Tevhidiefkâr (boydan boya manşet):

“Yunanlar Eskişehir’i tahliye ettiler. Düşmanın, cephesinin kilidi olan Afyonkarahisarı’nın zaptı üzerine bütün cepheleri sarsıldı. Dumlupınar da ordumuz tarafından işgal edilmiştir. Düşman Afyonkarahisar meydan muharebesinde yedi bin zayiat verdi. Ordumuz bütün cephe üzerinden taarruza geçerek düşmanı takibe başlamıştır.” 

-“Kocaeli Grubumuz Bilecik’i zapt etti.”

-“Askeri mütalaa: Afyonkarahisar zaferi çok mühimdir.”

İleri: Mazlum milletlerimizi ve bilumum Müslümanlarla haksever insanları büyük müjdelere şadan eyleyen resmî tebliğimiz dün geldi. Ordumuz düşmanın kuvvayı külliyesini evvela 60 kilometrelik bir cephe üzerinde bozdu.
Yunanların zayiatı azim. Esirler ve ganimet pek boldur.”

Vakit: (süslü çerçeve içinde): “Yunanlar şimendifer hattı boyunca ricat etmekte. Son haberlere göre Eskişehir de kahraman Ordumuz tarafından işgal edilmiştir.”

-“Askerî mütalaa: Afyonkarahisar muzafferiyeti.”
-“Atina’da galeyan baş gösterdi.”

İkdam: (başlıklar daha da büyümüş olarak): “Resmî tebliğimize göre Afyonkarahisar kurtarıldıktan sonra merkez ve sağ cenahta harekâtımız muvaffakiyetle inkişaf etmektedir. Esirler ve ganimet çoktur.”

Gazetenin köşe yazarı Yakup Kadri, yazısında 9 ay önce “İzmir’de görüşeceğiz” diyen İsmet Paşa‘ya sesleniyor:

“Vuslat saatini bekleyen bir sevdalı gibiyiz. Söyleyin vuslat ne zaman?”

Hâkimiyeti Milliye zafer haberlerini birkaç başlık altında verdi. Bunlardan biri
Afyon halkı şükran secdesindeidi. “İslam’ın İhyası” başlıklı başyazıda ise şöyle deniyordu:

“Bundan sonra tarihçiler 3 büyük olayı yan yana anacaklar:

1. Uhud Savaşı,
2. Peygamberimizin ölümü,
3. Anadolu’daki bugünkü harp.”

Yenigün gazetesi de öbürleri gibi Anadolu’da zafer şenliklerini anlatıyor,
Nebizade Hamdi “Misakı Milli’den fazlasını istemeliyiz.” diye yazıyordu.

Peyamı Sabah gazetesi, 27 ve 28 Ağustos 1922 tarihli resmi tebliğleri heyecansız başlıklarla verdi.

“Afyon batısında büyük bir muharebe başladı” diye yazdı.

Gazetenin başyazarı Ali Kemal, müşkül bir durumdaydı. Şöyle yazdı:

“Kuvayı Milliye, Afyon’dan sonra Eskişehir, Kütahya, Bursa vesaireyi kurtarsa da silahla zafere ulaşılamayacağı görüşümüzü değiştirmeyiz. Avrupa’nın nâzım ve hâkimi devletlere karşı Anadolu’da Türk hâkimiyetini devam ettirmek
eski zamanlarda olduğu gibi kılıçla, kuvvetle mi olur?”

O gün İstanbul basınında Ali Kemal’le eğlenen yazılar da vardı.

İleri gazetesi “Ali Peyami Efendi, evvelce ne diyordu, şimdi ne diyor?” diye yazdı.

Aydede
mizah dergisi zafer temin edilince Ali Kemal’in alacağı tavrı karikatürle ifade etti. Mustafa Kemal Paşa, bir duvarın üstünde gururla yükselmiş. Yerden Ali Kemal Şair Nedim’in bir dizesiyle ona yalvarıyor:

“Mesti nazım, kim büyüttü böyle bi perva seni?”

Güleryüz mizah dergisinde de Ali Kemal’le şöyle dalga geçildi :

Ali Kemal, Kral Konstantin’e yalvarıyor:

“Haşmetmeap, hasretinle günden güne sararıp soldum.
Bizi sakın yalnız bırakma, perişan oldum, beni bu diyardan kurtar.”
(Ayvalık, 29.8.2013)

II. İNÖNÜ MUHAREBESİ : 92. Yıldönümü

Dostlar,

Kurtuluş Savaşı tarihimizde önemli bir kavşak olan 2. İnönü Muharebesi,
92 yıl önce bu gün, 31 Mart 1921’de başarıyla sonlandırılmıştı.
Başlangıcı ise 23 Mart 1921 idi. 23 Mart 2013 günü de bu Muharebe için bir yazı koymuştuk web sitemize.

Bir kez daha, başta İsmet Paşa‘ya, O’nun ve ordu birliklerimizin ardında vargüçleriyle duran Kemal Paşa ve Büyük Millet Meclisi’ne (1. Meclis) , şehit ve gazilerimize,
bu muharebede savaşan tüm rahmetli askerlerimize sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.

II. İNÖNÜ MUHAREBESİ : 92. Yıldönümü

(23 – 31 Mart 1921)

İnönü asker

Londra Konferansı‘nın bir sonuç vermemesi, Sevr projesini uygulamak için
İtilaf Devletlerini yeni bir çabaya yöneltmiş ve bu amaçla Yunan işgal ordusunu savaşa teşvik etmişlerdi. Bundan yararlanan Yunanlar, 23 Mart 1921’de Bursa’dan
İnönü yönüne ilerlemeye başladılar. Türk Ordusu’nun yüksek azim ve imanla savaşması, 31 Mart 1921 akşamına dek süren kanlı çarpışmalar sonunda düşmanı İnönü’de 2. Kez perişan etti.

Yaptıkları iki saldırının da püskürtülmesi üzerine Yunan kuvvetleri, 31 Mart 1921 gecesinden başlayarak çıkış mevzilerine çekilmeye başladılar. Çekilen düşman,
süvari birliklerimizle izlenmiş ve düşmana çekilirken de kayıplar verdirilmiştir.

Fevzi Paşa’nın (Çakmak) Meclis’te bu savaştan söz ederken söylediklerinden anlaşıldığına göre, Yunan ordusunun amacı mutlaka yenmekti. Başkumandanları Papulas, bu nedenle Karaköy’e gelmiş ve alaylarını bizzat birbiri ardınca savaşa sokmuştur. Düşman bir yandan kesin olarak Türk Ordusu’nu yenmek ve 4-5 günde Eskişehir’e, bir ayda da Ankara’ya gelerek Sevr Antlaşması‘nı kabul ettirmek amacındaydı. Düşmanın hareketlerinden amacını anlayan Türk Kumandanlığı,
gereken önlemleri almıştı.

İsmet Paşa bir yandan düşmana umduğu yerde değil, bizim istediğimiz yerde
savaşı yaptırmak suretiyle, düşmanın savaş planını başarısızlığa uğratmıştır.
Milli Kurtuluş Savaşı‘nda bu utku, Mustafa Kemal‘in güzel anlatımıyla,
“Milletin maküs talihini” (tersine dönmüş, aksi giden talihini) de yenen bir utku olmuştu.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 31.3.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Atatürk’ün “İsmet Paşa Hazretleri” : AKP İnönü ile uğraşmayı derhal bırak! Ataturk’s Excellency General Ismet Pasha.. AKP-JDP, just leave dealing with Ismet Pasha right now!

Atatürk’ün “İsmet Paşa Hazretleri”

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim Kurulu Yazmanı
www.ahmetsaltik.net

Bu yazı, 25 Aralık 2011’de, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ hazretlerinin ölümünün 38. yılında yazılmıştı.. (www.add.org.tr’de yayımlanmıştı)

AKP’nin İnönü’yü kimi eğitim müfredatından çıkarma girişimi karşısında, gözden geçirerek yeniden sunuyoruz. (8 Temmuz 2012)

Özellikle, Türkiye’nin baş düşmanı ve işgalcisi, İnönü ve Atatürk’e Lozan görüşmelerinde kan kusturan İngiltere’nin başbakanı Sir Winston CHURCHILL’in mektubuna dikkat :

İngiltere Başbakanı W. Churchill’in mektubu :
“ Tarih, general olarak kazandığınız zaferlerden başka, Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı’nın
vahim tehlikeleri içinden nasıl sıyırıp geçirdiğinizi, aynı zamanda Mustafa Kemal tarafından çetin mücadelelerle kurulmuş olan liberal ve gelişmiş hükümeti nasıl koruduğunuzu hayranlıkla yazacaktır. ”

AKP derhal İnönü ile uğraşmayı bıraksın..
Halkımızın sabrını zorlamasın..
Tarihe saygılı ve vefalı olsun..
Ülkemizi gereksiz gündemlerle oyalamasın.
AKP bu saçmalığına hemen son versin..
MEB Ömer Dinçer artık militanlığı bıraksın..
=========================================================

“Bir memlekette namuslular, en az namussuzlar kadar cesaret sahibi değiller ise, memleketin kurtulma ümidi yoktur.”
İsmet İNÖNÜ

İsmet Paşa 1884 İzmir doğumludur.. Atatürk’ten 3 yıl sonra..
İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladı. Bir yıl Sivas’ta Mülkiye İdadisi’nde okuduktan sonra, 1897 yılında İstanbul’daki Mühendishane İdadisine gitti. 1901’de Mühendishane-i Berri-i Hümayuna (Topçu Okulu) giren İsmet İnönü, bu Okulu 1903’te topçu teğmeni olarak bitirdi. 1906’da Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni “birincilikle” bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne’deki 2. Ordu’nun 8. Alay’ında bölük komutanlığına atandı. 1908’de Kolağası oldu ve 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) olarak bilinen ayaklanmayı Selanik’ten gelerek bastıran, Hareket Ordusu’nda Mustafa Kemal’le birlikte görev aldı.

Atatürk’le cephelerde..

1910-1913 yılları arasında Yemen İsyanının bastırılması harekâtına katıldı. Bu ve bundan önceki görevlerinde sınır sorunları ve asilerle yapılan anlaşmalarda başarılı hizmetleri ve mesleksel özellikleriyle dikkati çekti. 1. Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi’nde Kolordu Komutanı olarak Atatürk’le birlikte çalıştı ve yıllardır süren dostlukları ile devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti. Suriye Cephesi’nde savaştı; Millî Mücadele sırasında Atatürk’ün en yakın silâh ve dava arkadaşı olarak çalıştı.

İstiklal Madalyası vardır.

1916 yılında Mevhibe Hanım’la evlenen İsmet İnönü 3 çocuk babasıydı.
Kemal Paşa, anılarında anlatmaktadır.. Samsun’a gitmeden önce İstanbul Şehzadebaşı’nda oturan kadim dostu Albay İsmet’i gece evinde ziyaret eder ve Onunla bu çok gizli tasarımını olgunlaştırır.

Atatürk’le omuz omuza..

23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Edirne milletvekili olarak katılan İsmet Bey, 3 Mayıs 1920’de İcra Vekilleri Heyeti’nde (Bakanlar Kurulu) Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili (Milli Savunma Bakanı) oldu.

Albay İsmet Bey, mebusluk ve bakanlık da uhdesinde kalarak Garp Cephesi Komutanlığı görevine getirildi. Kuruluş aşamasındaki düzenli ordu ile Çerkez Ethem ayaklanmasının ve iç isyanların bastırılmasında etkin rol oynadı. Ocak ve Nisan 1921’de I. ve II. İnönü Savaşlarında Yunan ilerlemesini durdurdu.

1. ve 2. İnönü Utkuları, Ulusal Ordu’ya güven duyulmasını sağladı, Ulusal Kurtuluş Hareketini yürütenlere moral ve güç verdi. 1. İnönü Savaşı sonunda tuğgeneral rütbesine yükseldi.

Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruzdan sonra kazanılan utku üzerine Mudanya Ateşkes toplantısında Büyük Millet Meclisi’ni temsil etti. Lozan Barış Konferansı’na Dışişleri Bakanı ve Türk kurulu başkanı olarak katıldı.

“ Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Muharebelerinde üzerinize yüklendiğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Siz orada yalnız düşmanı değil, Milletin ma’küs (tersine dönmüş) talihini de yendiniz. İstila altındaki talihsiz topraklarımızla beraber, bütün vatan, bugün en uzak köşelerine kadar zaferinizi kutluyor. Düşmanın istila hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu.. “

Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal, 1 Nisan 1921

Atatürk ve en yakın dava arkadaşı, silah arkadaşı Mirliva (Tümgeneral) İsmet Paşa,
Büyük Taaruz hazırlıklarını sürdürmek üzere Konya-Ilgın manevralarında gene birlikte idiler.. (1 Nisan 1922)

Sakarya Savaşı’nda İnönü..

«Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretleri derin bir zeka, yorulmaz bir kararlılık ve faaliyetiyle gece gündüz harekatın en ufak noktalarına varıncaya kadar etkili olmuş ve son derece geniş bir görüşle ordusunu sevk ve idare ederek bu başarı ve zafere ulaştırmıştır.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, SÖYLEV

Lozan Kahramanı

Lozan Barış Konferansı’nda, yalnız Yunanistan’la bir hesaplaşma ve savaşa son veren bir barış antlaşması yapma söz konusu değildi. Aynı zamanda, I. Dünya Savaşı’nın yenginleri (galipleri) ile hesaplaşma, hukuksal ve siyasal yönden uyuşmazlıkları çözümleme, yüzyıllardan beri süre gelen sorunlara çözüm aranmaktaydı. Açıkça, “Doğu Sorunu” bütün Konferansın ağırlık merkezini oluşturuyordu.

Lozan Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 Salı günü saat 16’da, Lozan’ın M. Benon Gazinosu’nda toplandı. Tarafsız İsviçre Konfederasyonu’nun Başkanı Habab’ın konuşması ile açıldı. Lord Curzon’dan sonra söz alan İsmet Paşa (İnönü), daha ilk andan başlayarak bağımsızlık ve egemenlik davasını önemle belirtmiş,

“Bütün uygar uluslar gibi, özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz.” diyerek sesini yükseltmiştir..

Konferans, 4 Şubat’ta anlaşmazlık yüzünden kesilmiş, 23 Nisan 1923’te 2. kez toplanarak,
24 Temmuz 1923’te Barış Antlaşması bağıtlanmıştır. Lozan Barışı 8 aylık çetin ve uzun bir görüşme devresinden sonra, Lozan Üniversitesi’nin tören salonunda imzalanmıştır. Lozan’da imzalanan belgeler, esas Barış Antlaşması, 16 adet sözleşme, protokol, bildirge ile bir de son senetten oluşur. Lozan’da imzalanan bu belgelerle, yalnızca bir barış Antlaşması yapılmamış, aynı zamanda Türkiye ile Batı devletlerinin siyasal, hukuksal, ekonomik ve sosyal ilişkileri yeni baştan düzenlenmiştir.

Görüşmeler sırasında Ulusumuzun çıkarlarını titizlikle savunan ve koruyan İsmet İnönü,
24 Temmuz 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ve egemenliğinin tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması’nı imzaladı.

Lozan Barış Antlaşması önsözünde, devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterilmesi ilkesine yer vermiştir. Bu ilke, yeni Türkiye’nin 1. Dünya Savaşı’nın yenginleri (galipleri) ile eşit koşullar altında, Lozan’da siyasal bir savaşıma (mücadeleye) giriştiğini gösteren bir maddedir. Türk bağımsızlık ve egemenliğinin tanınması bakımından da eşsiz önem taşır.

Lozan’dan Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği bir telgrafta İsmet paşa şunları yazar (mealen):
“..Velinimetim Efendim, görseniz beni tanıyamayacaksınız. Birkaç ayda 10 yıl yaşlandım,
saçlarım bembeyaz oldu… Hasretle ve muhabbetle ellerinizden öperim..”

Atatürk’ün Başvekili İsmet İnönü

Cumhuriyetin ilanından sonra 1923-24 yıllarında ilk hükümette Başbakan olarak görev aldı,
aynı zamanda Halk Fırkası Genel Başkan Vekilliği’ni üstlendi. 1934’te Soyadı Yasası çıktığında Atatürk’ün verdiği İnönü soyadını alan İsmet Paşa, Başbakanlık görevini 1924-37 arasında da sürdürdü.

İnönü’nün 1. Ulusal Türk Tıp Kongresi’nde Konuşması..

Ata’nın buyrumuyla (direktifiyle), 2 Eylül 1925’te TBMM salonunda 550 temsilcinin,
Bakanlar Kurulu ve milletvekillerinin de katılımıyla gerçekleştirildi.

Başbakan İsmet İnönü, çok sarsıcı bir açış konuşması yaptı :

“…meslekleri sıhhat mücadelesi gibi yüksek bir insancıl amaca yönelik olan vatandaşlarımızı, doğrudan doğruya halkın içine atılarak onların dertlerinin, onun dertleri biçiminde görünen tehlikelerin doğrudan doğruya gözlerinin içine bakarak (derin özdeşim-empati) mücadele etmek karar ve sorumluluğunu üstlenmiş olduklarını görmek isteriz. “.. En yüksek uygarlık düzeyine varmak için göstermeye zorunlu olduğumuz çaba
25 yıl sürecektir… Geçecek her günümüzde, yorgunluktan takatsız kalıncaya dek çalışmak suretiyle.. bu genel ve uygar yaşam savaşımında kurtuluş sağlayabiliriz. Bunu açık arz etmek zorundayım : Doktorların çalışmasında ülkenin ilerleme ve uygarlaşmasında sahip oldukları etki, şimdiye dek belki söylenmiş ve bilinmiş olan etkilerden 100 (yüz) kat fazladır… Elinizde bu kuvvetli silahı özellikle önümüzdeki 25 yıl boyunca halkın içinde bulunarak en geri, en muhtaç ve en dertli bölgesinin içine girerek her birine ayrı ayrı yetiştirmek görevi meslektaşlarımızındır ki, o meslektaşlarınızı bu yüksek Kongre’nin saygın üyeleri sevk edecek ve yönlendirecektir. Kongre görüşmelerinin Hükümetçe, tüm ülke bireylerince önem ve özenle, ilgi ve hürmetle izleneceğine kuşku duymayınız. Kongre’ye ve yüce üyelerine başarılar dilerim.

1. Ulusal Türk Tıp Kongresi’nin açıldığını beyan ederim.” (sürekli alkışlar..)

Etıbba (Tabip) Odaları 1931’de Ankara’da toplanan 4. Milli Tıp Kongresi’nde de gündeme gelir. Başvekil İsmet Paşa, Kongre üyelerine şöyle seslenir :

“Kanuna göre hekimlerimizin teşkil ettikleri Etıbba Odalarının iyi işlemesine hüsnü nazarınızı isterim. Buradan dönüşünüzde yeni heyetlerin iyi bir tarzda teşekkül etmeleri ve hekimlerin memleketin menfaati için iyi bir surette çalışmaları hakkında alakanızı rica ederim.”..

“Gençliğimde bu ülkenin yaşlı ve deneyimli kişilerinden; Türk Ulusunun gıda ve beslenme bakımından son derece kanaatlı olduğunu ve adeta hiçbir şey yemeden büyük mücadeleleri yapabilecek güce sahip bulunduğunu çok dinledim. Uzun seferlere çıkan bir erin,
çok az miktarda gıda ile büyük işler başardığını söylerlerdi. Gerçek bunun tam zıddıdır.
Yaşamda gıdanın herkes için başlıca güç kaynağı ve esası olduğu çok acı deneyimlerle öğrenilmiştir.

İnönü, Atatürk devrimlerinin gerçekleştirilmesinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
sağlam temeller üzerine oturtulmasında Atatürk’ün en yakın çalışma arkadaşıydı.

Demiryolu ve Başbakan İsmet İnönü

“Anadolu demiryolu hattı için (yabancı) devletler) Türkiye’nin eline geçmesin diye hayli siyasi tedbirler almışlar ve Adana bölgesinde bulunan bütün hattı satın aldığımız zaman bunu elde edebilmek için pek çok güçlüklerle karşılaştık. Nihayet, Şark hattı kalmıştı. Cumhuriyet’in 13.-14. yıllarında, büyük tartışmalardan sonra bunu da gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Bu hat, askeri ve siyasi açıdan da özel bir öneme sahiptir. Bu sözleri,
bizi gelecekte bu işin zayıf tarafları için eleştirme lütfunda bulunacak kuşaklara cevap vermek için söylüyorum.” (Nisan 1937)

Ata’nın vasiyeti, md. 5 :

“ İsmet İnönü’nün çocuklarına, yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları
yardım yapılacaktır. ”
Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanı

Atatürk’ün ölümünden sonra 1938 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin 2. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Cumhurbaşkanlığı’nın yanı sıra CHP Genel Başkanlığı’na da getirildi. CHP’nin 26 Aralık 1938’de toplanan I. Olağanüstü Kurultay’ında partinin “değişmez genel başkan”ı seçildi. Ayrıca kendisine “Milli Şef” sıfatı verildi.

Anıtkabir’e de konan şu ünlü dizelere imza koydu :

“ Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi, insanlık idealinin aşık ve mümtaz simâsı, eşsiz kahraman Atatürk! Vatan sana minnettardır.. ”
Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ

2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’yi savaş felâketinin dışında tutmayı başardı.
İngiltere Başbakanı W. Churchill’in mektubu :

“ Tarih, general olarak kazandığınız zaferlerden başka, Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı’nın
vahim tehlikeleri içinden nasıl sıyırıp geçirdiğinizi, aynı zamanda Mustafa Kemal tarafından çetin mücadelelerle kurulmuş olan liberal ve gelişmiş hükümeti nasıl koruduğunuzu hayranlıkla yazacaktır. ”

Daha sonraları, 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan kıtlıklar nedeniyle eleştirilen, halkı ekmeksiz, gazsız, şekeriz vb. bırakmakla suçlanan İsmet İnönü, şu ünlü yanıtı verecektir:

“… Evet, ama sizleri babasız bırakmadım…”

Savaştan sonra çok partili siyasal rejime geçilmesine en büyük destek oldu.
1950 genel seçimlerinden sonra CHP iktidarı Demokrat Parti’ye bırakırken, İsmet İnönü de Cumhurbaşkanlığından ayrıldı ve 1960 yılına dek Ana Muhalefet Partisi (CHP) Genel Başkanı olarak siyasal yaşamını sürdürdü.

“ En büyük yenilgim, en büyük zaferimdir. “14 Mayıs 1950, İsmet İNÖNÜ

27 Mayıs harekâtından sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi ve 10 Kasım 1961 tarihinde
yeniden Başbakanlığa atandı.

1965 sonrası.. ABD Başkanı L. Johnson’a mektubu :

Kıbrıs’ta soydaşlarımıza yönelik soykırım girişimi karşısında bir hava harekatı yapılmış ve TSK jetleri belli askeri hedefleri bombalamıştı. ABD Başkanı Johnson uyarıda bulunarak engellemeye çalışmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü’nün yürekli ve onurlu yanıtı tarihe geçmiştir :

“Yeni bir Dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır.”
T.C. Başbakanı İsmet İNÖNÜ

1965 yılında Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra milletvekili olarak siyasal yaşamını sürdürdü. 1972’de Parti Genel Başkanlığı ve milletvekilliğinden istifa ederek,
25 Aralık 1973‘te ölünceye dek Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu doğal üyeliği görevinde bulundu.

Yüce Atatürk’ün “İsmet”i, “İsmet Paşa Hazretleri”

Hacettepe’de tıbbiyenin 3. sınıfındaydım, bir öğlen vakti, bir otomobilin radyosundan yayılan hazin haberi zoraki duraksayarak, derin hüzünle, yanaklarım ıslanarak dinledim. Hak’ka yürüyeli 38 uzun yıl geçti.. Kendisini çoook özlüyoruz.. Ülkemize verdiği sonsuz özverili ve eşsiz derecede başarılı, onurlu, örnek, sayısız hizmetler için engin bir şükran duyuyoruz. Vefalı, değerbilir Türk halkı, Atatürk’ünün ve “İsmet Paşa Hazretleri” nin kutsal emanetlerini sonsuza dek şan ve şerefle yaşatmasını bilecektir.

YİNELEYELİM :

AKP derhal İnönü ile uğraşmayı bıraksın..
Halkımızın sabrını zorlamasın..
Tarihe saygılı ve vefalı olsun..
Ülkemizi gereksiz gündemlerle oyalamasın.
AKP bu saçmalığına hemen son versin..
MEB Ömer Dinçer artık militanlığı bıraksın..