Etiket arşivi: Türkiye Barolar Birliği

“Gezi Raporu” ve “İnternet İfade Ögürlüğü” Çelenk Ödülü Aldı

“Gezi Raporu” ve “İnternet İfade Ögürlüğü” Çelenk Ödülü Aldı


Dostlar,

Bu konuda birkaç yazımız oldu web sitemizde..

Bunu da paylaşmak istedik..
Bir de Raporun tüm metnini sitemizde paylaşmak..

Hem “3 Fidan” a ve onların ölçüsüz özverili – başarılı avukatı saygın hukuk insanı
Av. Halit Çelenk Usta’ya hem de bu değerli çalışmaya emek verenlere saygımız – şükranımız büyük..

240 sayfalık 1. lik ödülü alan, Prof. İbrahim Kaboğlu önerliğinde gerçekleştirilen bu değerli çalışmayı basarak ücretsi dağıtan ve kalıcılaşmasına katkı veren Türkiye Barolar Birliği’ne de teşekkür borçluyuz..

Bu Raporun tümünü okumak / indirmek için lütfen tıklayınız..

GEZI_Raporu_Birincilik_Odulu_tam_metin

Sevgi ve saygı ile.
09 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu: Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:

Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

erkan

Dr. Erkan Duymaz
Hukukçu,
erkan.duymaz@istanbul.edu.tr
http://www.sosyaldemokratdergi.org/2015/03/erkan-duymaz-gezi-hukuki-izleme-grubunun-gezi-raporu-demokrasi-ve-totalitarizm-sarkacindaki-turkiye/
17.03.2015

Taksim Gezi Parkı protestolarının güvenlik güçlerince bastırılması sırasında yaşanan
hukuk dışı uygulamalara ve hak ihlallerine dikkat çekmek ve süreci hukuksal açıdan izlemek amacıyla Haziran 2013’te kurulan “Gezi Parkı Müdahalesine Karşı Hukuki İzleme Grubu” yaklaşık bir buçuk yıldır üzerinde çalıştığı Gezi Raporu’nu 30 Aralık 2014 günü düzenlenen bir basın toplantısında kamuoyu ile paylaştı. Farklı disiplinlerden akademisyenlerin, Gezi davalarını izleyen avukatların, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası,  Çevre Mühendisleri Odası, DİSK ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla hazırlanan Rapor, çok disiplinli bir yaklaşımla Gezi’yi merkeze alarak Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarınına ışık tutmayı amaçlıyor.
Gelin hep birlikte
Demokrasi,
– İnsan hakları ve
– Hukuk devleti üçlüsünün ne durumda olduğuna kısaca bakalım.

Özetin özeti

Rapor’un alt başlığı derin bir kaygıyı yansıtıyor…

Türkiye’nin demokrasi ve totalitarizm arasında gidip gelen bir sarkaçta tasavvur edilmesi
bir yandan rejimin öngörülemez niteliğine gönderme yaparken, öte yandan iktidarın otoriter eğilimlerinin sıradanlaştığını ve artık toplumu bütünüyle denetim altına almaya çalışan totaliter bir rejime kayışın söz konusu olduğunu ifade ediyor. Nitekim Gezi sonrası tanık olunan uygulamalar ve çıkarılan yasalar, demokratik bir toplumun vazgeçilmezleri olan

– ifade,
– basın,
– örgütlenme,
– toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri

üzerindeki baskıları artırmakla yetinmemiş, toplumsal muhalefetin her türlüsünün “suç” olarak kabul edildiği bir “topyekûn suçlulaştırma ve yıldırma” siyasetinin izlendiğini göstermiştir.

“Darbe girişimi” saptırmasına yanıt

Gezi eylemlerini uzaktan izleyen tarafsız bir gözlemci, hiç kuşku yok ki, yaşam alanlarına
sahip çıkmak amacıyla sokaklara dökülen insanların meşru ve barışçıl yollarla istemlerini
dile getirmesini demokrasi açısından bir kazanım olarak değerlendirirdi. Gösterilerin kitleselleşmesini ve ülkenin her tarafına yayılmasını ise demokrasiye olan inanç ve güvenin
her şeye karşın sürdüğünün bir işareti olarak yorumlardı. Ne var ki siyasal iktidarın gösterilere ilk tepkisi bir kez daha “milli irade” söylemini öne sürmek oldu. Protestolara verilen desteği kırmak ve göstericileri itibarsızlaştırmak için başvurulan bu yöntemle Gezi muhalefeti
milli iradeye karşı gelişen bir hareket, bir darbe girişimi, bu muhalefetin bileşenleri ise “marjinal” ve “darbe yanlısı” olarak topluma sunulmaya çalışıldı. Dahası, ülkenin 80 ilinde sokaklara çıkan üç milyondan çok insan ulusal iradenin bir parçası değilmiş gibi,

Gezi eylemleriyle eşzamanlı olarak “milli iradeye saygı mitingleri” düzenlendi.
Bugün bakıldığında Gezi eylemlerinin bir darbe girişimi olarak sunulmasının bir siyasal stratejiden ibaret olmadığı görülmektedir. Nitekim Çarşı taraftar grubuna mensup göstericilere karşı hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, hukuksal olarak ve eylemli olarak olanaklı olmasa da, Hükümeti devirmeye girişim suçunun oluştuğu savunulmuştur.
Öte yandan, Ali İsmail Korkmaz davasında yargılanan ve ceza alan bir polis memuru,
Gezi’nin bir darbe girişimi olduğunu, kendisinin de darbecilere karşı güç kullandığını ve
böylece hükümeti koruduğunu öne sürebilmiştir!

Gezi Raporu’nun kuşkusuz en önemli katkılarından biri, Gezi’yi meydana getiren
toplumsal muhalefetin kaynağını objektif bir bakışla analiz ederek, Gezi’nin bir özgürlük ve demokrasi hareketinden ibaret olduğunu ortaya koymaktır. Her türlü darbe girişimi ve
komplo kuramlarını dışlayacak bu çalışma, kent ve doğa talanına dayalı kalkınma modeli, toplantı ve gösteri hakkının sürekli engellenmesi, polis şiddeti, kişilerin yaşam alanına ve tercihlerine müdahaleler, eğitim sisteminin muhafazakarlaştırılması çabaları ve daha birçok etkenin Gezi hareketini besleyen damarlar olduğunu göstermektedir. Gezi’ye katılan veya
destek veren belli başlı grup ve oluşumların aktarıldığı Gezi’nin özneleri bölümü bu saptamayı doğrulayacak niteliktedir. Gezi Parkı’nın yaş, cinsiyet, meslek, sosyal statü, inanç ve siyasal görüş bakımından görülmemiş bir çeşitliliğe sahne olması, yukarıda anılan etmenlerle birlikte düşünüldüğünde,

  • Gezi’nin kendiliğinden gelişen bir halk hareketi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Hak ihlallerinin bilançosu

Hukuk İzleme Grubu’nun çalışmasının önemli bir bölümü Gezi müdahalelerinde ve sonrasında yaşanan hak ihlallerine ayrıldı. Göstericilere karşı açılan soruşturma ve davalar ve gösteriler sırasında gerçekleşen gözaltılar konusunda ayrıntılı bilgiler sunan Rapor,
bu yönüyle önemli bir belge niteliğinde.

Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ışığında Gezi müdahalelerine bakıldığında oldukça kaygı verici bir insan hakları ihlalleri tablosundan söz edilebilir. Bu süreçte
ortaya çıkan hak ihlallerinin temelinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının keyfi bir şekilde engellenmesi yatmaktadır. Rapor’un altını çizdiği en temel gerçek, yer yer ve zaman zaman şiddet olayları yaşanmış olmasına karşın Gezi protestolarının genelinin barışçıl nitelikte olduğudur.

Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadının da işaret ettiği gibi, kolluğun gereksiz ve ölçüsüz güç kullanımı sonucu göstericilerin direnmesi veya gösteri
sona erdikten sonra kimi kesimlerin polisle çatışması toplantı veya gösterinin barışçıl niteliğini değiştirmemektedir. Kısacası, eylemlerin keyfi bir şekilde yasaklanması, barışçıl eylemlere müdahale edilmesi ve müdahale sırasında gereksiz ve yasalara aykırı güç kullanılması olağanüstü durumlarda bile görülmeyen yoğunlukta bir hak ihlalleri zinciri oluşturmuştur.

Ne var ki yaşanan ihlaller bununla sınırlı kalmamıştır. Gezi’ye herhangi bir biçimde destek veren birçok kişi ve kurum soruşturmalarla, davalarla, işten çıkarmalarla yıldırılmaya ve cezalandırılmaya çalışılmıştır. Anayasa’nın düzenlediği çevre hakkı ve yüklediği çevresel değerleri koruma ödevinin (AS: md. 56) doğal bir sonucu olarak demokratik yollarla
barışçıl toplantı çağrısı yapan Taksim Dayanışması üyelerinin suç örgütü kurmak ve yönetmek ile itham edilmesi, polis şiddeti sonucu yaralananlara tıbbi yardım sağlayan hekim odalarına karşı açılan davalar, Çarşı grubu üyelerinin hükümeti devirmekle suçlanması, işten çıkarılan onlarca gazeteci ve soruşturmalara maruz kalan akademisyenler bunlardan yalnızca birkaçıdır.

Polis şiddeti ve cezasızlık

Gezi Parkı protestolarının kitleselleşmesinde polis şiddetinin payı göz ardı edilemeyecek bir gerçek. 27 Mayıs gecesi çadır kurarak Park’ta nöbet tutan yaklaşık 50 kişilik bir gruba gün doğarken müdahale edilmesi ve yasalarla yönetilen bir devlette izahı olmayan bir saldırıyla çadırların yakılması haklı olarak büyük bir tepkiyle karşılandı. Takip eden günlerde polis şiddetinin artarak can kayıpları ve yaralanmalara yol açması, siyasi iktidarın ise göstericilere uygulanan şiddeti haklılaştırmaya gayret etmesi kalabalık kitlelerin sokaklara dökülmesine neden oldu. Polis şiddetinin özlü bir envanterini çıkaran Rapor, kolluk güçlerinin suç teşkil eden eylemlerinin soruşturulmadığını, sorumlu kamu görevlilerinin yargılanmadığını, yargılanan az sayıdaki görevliye etkili bir yaptırım uygulanmadığını ve dolayısıyla devlet eliyle bir cezasızlık ortamı yaratıldığını somut örneklerle gözler önüne seriyor.

Kayıt altına alınmış ve insan hakları kurum ve örgütlerinin hazırladıkları raporlarla tespit edilmiş olmasına rağmen, polis şiddetinin yol açtığı yaşam hakkı ve işkence ve kötü muamele yasağı ihlallerinin devlet tarafından tanınmaması ve cezalandırılmaması yalnızca bu şiddetten zarar gören kişilerin mağduriyetini artırmamış, aynı zamanda toplumun bütününe kaygı uyandırıcı bir mesaj vermiştir. Kamu görevlilerinin işledikleri suçlar söz konusu olduğunda hukuk devleti ilkesinin askıya alınabileceğini söyleyen ve ülkemizde duymaya alışık olduğumuz bu mesaj devletin meşruiyetini tartışmaya açacak derecede vahimdir.

Gezi sonrası anti-demokratik mevzuat dalgası

Gezi eylemlerinin son bulmasıyla birlikte toplumsal muhalefetin yeniden oluşmasını ve örgütlenmesini engelleyecek bir dizi mevzuat değişikliği gerçekleştirildi. Ortak yönü temel hak ve özgürlüklerin kullanımını sınırlandırmak ve toplumun muhalif kesimini denetim altında tutmak olan bu düzenlemeler göstericilere karşı açılan onlarca davayla birlikte ele alındığında Rapor’un başlığında ifade edilen rejimin totaliterleşmesi kaygısının hiç de abartılı olmadığı görülüyor.

– Üniversitelerde ifade özgürlüğünü hem öğrenciler hem de öğretim elemanları açısından kısıtlayan disiplin yönetmeliği değişiklikleri;
– İmar Kanunu’na eklenen bir düzenleme ile meslek kuruluşlarının (TMMOB’a bağlı Odalar) elinden birtakım yetkilerin alınması;
– Hekimlerin Gezi’de yaralananlara tıbbi yardım sağlamasına tepki olarak Sağlık Hizmetleri  Temel Kanunu’na eklenen cezaa yaptırımı;
– Statlarda siyasal slogan yasağı ve
– Futbol taraftarlarının “fişlenmesine” olanak verecek Passolig kartı uygulaması;
– Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın yetkilerini genişleten ve
internet erişim engellemelerini kolaylaştıran yeni düzenlemeler

bunlardan öne çıkanlarıdır.

Halihazırda Meclis’in gündeminde olan İç Güvenlik Paketi, tabloyu daha da karamsar kılmaktadır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasını Anayasa’ya ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı bir biçimde sınırlandıran 2911 sayılı Kanun’u daha da
“özgürlük karşıtı” bir duruma getiren ve toplumsal olaylara müdahale konusunda polise
geniş yetkiler tanıyan paket, içerdiği öbür güvenlikçi düzenlemelerle birlikte,
yeni insan hakkı ihlallerine ve polis şiddetine davetiye çıkarmaktadır.

Sonuç

Gezi eylemlerinin ve devletin bu eylemlere verdiği tepkinin Türkiye demokrasisine nasıl bir katkı sunacağı veya zarar vereceği zamanla daha iyi ortaya çıkacaktır.

Gezi Hukuki İzleme Grubu önümüzdeki sürece olumlu bir yön vermek arzusuyla bir dizi öneri sunmuştur.
– Çoğunlukçu demokrasi anlayışının terk edilmesinden hukuka bağlı bir yönetim istemine;
– Uluslararası insan hakları hukukuna saygı gösterilmesinden hükümet dışı örgütlerin
insan hakları alanındaki rollerinin pekiştirilmesine;
– Katılımcı karar alma süreçlerinin gerekliliğinden “torba yasa” tekniğinin terk edilmesine;
– İnsan ve çevresine zarar veren araç ve yöntemlerin ve özellikle biber gazının yasaklanmasından sorumluların yargı önünde hesap verdiği saydam ve adil bir yargı mekanizmasının oluşturulmasına….

Uzanan istem ve önerilerle son bulan Rapor,
insan haklarına dayalı demokratik bir hukuk devleti için verilen mücadeleye
katkı yapacak bir çalışmadır.

Rapor, önümüzdeki günlerde Türkiye Barolar Birliği’nin değerli katkılarıyla yayımlanacak
ve kurumun internet sitesinde paylaşıma sunulacaktır.

=======================================

Dostlar,

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:
Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Raporunu çok önemsiyoruz. Bu yazı, sitemizde 5 Mayıs’tan bu yana son günlende
yer verdiğimiz 3. yazı oluyor. Dileriz Türkiye Barolar Birliği web sitesinde tam metin olarak yayımlanır ve tümünü (240 sayfa) size sunabiliriz.

Dr. Erkan Duymaz, söz konusu Rapor’u omuzlayan genç bir Hukuk Doktoru.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden… O’nun özeti bu bakımdan değerli.

Bir kez daha bu Rapora emek verenlere şükranlarımızı sunarken;
Gezi direnişi şehit ve Gazilerini saygı ile selamlıyoruz.

Bu hazin tablonun sorumlusu, Darbe kuruntusu içinde iktidarını pekiştirme güdüsüyle davranarak şidddete sarılan – totaliterleşen, hukuk ve insan hakları alanı dışına savrulan;
dahası bu sakıncalı davranış ve tutumlarını tırmandırarak sürdüren AKP iktidarını
şiddetle kınıyor; birkez daha sağduyuya ve hukuka – insan haklarına saygıya çağırıyoruz.
Bu çağrımızınçok işe yarayacağı umudunu taşımadığımızı da hüznle belirtelim.

Tek çare, AKP iktidarını 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde iktidardan uzaklaştırmaktır.

Sevgi ve saygı ile.
8 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gezi Hukuksal İzleme Grubu Gezi raporu açıklandı

Gezi Hukuksal İzleme Grubu
Gezi raporu açıklandı

Gezi'nin_simgesi_yuzune_gaz_SIKILAN_KIZ

DHA, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27870157.asp, 31.12.2014

Gezi Hukuki İzleme Grubu tarafından hazırlanan ‘Gezi Raporu’nda,
Türkiye’nin giderek otoriter, hatta totaliter rejime doğru hızla yol aldığı belirtildi.

Gezi Hukuki İzleme Grubu‘nun bir süredir üzerinde çalıştığı

‘Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacında Türkiye’

başlıklı ‘Gezi Raporu’ tamamlandı. Akademisyenler, avukatlar, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası, Çevre Mühendisleri Odası ve DİSK başta olmak üzere çok sayıda kişi, meslek odası ve sivil toplum örgütünün çok yönlü olarak katkı sunduğu belirtilen raporu, Taksim Hill Otel’de düzenlenen basın toplantısıyla Gezi Hukuk İzleme Grubu Başkanı
Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu açıkladı.

Kaboğlu,

“Türkiye’de seçimlerin demokrasi açısından anlamını, yargının demokrasi içindeki yerini,
dil-devlet ilişkisine dek, din özgürlüğüne dek, demokratik rejim, hukuk devleti veya
hukukun  üstünlüğü bağlamında bu konularını tartıştık. Bunları tartışırken, demokrasi anlayışı bakımından esasen çoğunlukçu demokrasinin öne çıktığını ve çoğunluk = milli irade şeklinde bir görünümün 2013-2014 Türkiye’sinde karşımıza çıktığını ve çoğu zaman hukukun üstünde
bir görüntü yansıttığını saptamış bulunuyoruz.” dedi.

Prof. Kaboğlu, söz konusu milli iradenin, hukuk ve siyaset arasındaki çelişkinin ana eksenini oluşturduğunu ifade etti.

ibrahim_kaboglu


“TANZİMAT’TAN BU YANA…”

Prof. İbrahim Kaboğlu, demokratik devlet açısından bakıldığında din-devlet ilişkisinde yaşanan, dinin siyasete alet edilmesi şeklindeki uygulamaların, son Milli Eğitim Şurası’nda alınan
tavsiye kararlarıyla iyice gün ışığına çıktığını belirterek,

“Hatta Tanzimat’tan bu yana tanık olunan laikleşme yönündeki hareketler ilk kez bu kadar açık ve büyük bir dalgayla, dinselleşmeye doğru, dinsel eğitime doğru kayış şeklinde bir görünüm ortaya çıkmıştır. Burada demokratik rejim ve hukukun üstünlüğü üzerinde 3 yönlü tehdit
veya kıskaç saptamasında bulunulmuştur.

– Birincisi, anayasal fren ve denge düzenekleri giderek bozulmuştur.
– İkincisi; merkeziyetçi eğilimle yani yetkilerin tek kişi üzerinde toplanması yönündeki eğilimle ülkedeki çevresel bozulma arasında tam bir paralellik saptanmaktadır.
– Bir tür yeşil neo-liberalizmin, kural tanımaz neo-liberalizmen çevresel ve doğal değerler üzerinde merkezileşme eğilimiyle birlikte musallat olduğunu söyleyebiliriz” dedi.

“GEREKLİ KORUMA ANAYASAMIZDA VARDIR”

Kaboğlu, hak ve özgürlükler alanının giderek daraltılması ve bunun da belirli bir mezhep bakış açısının belirleyici olmasının raporun 1. bölümünün nedenini oluşturduğunu belirtti. Kaboğlu, 1. bölümde Gezi’ye giden sonuçları tartıştıklarını ve Gezi’nin bir sonuç olduğunu ifade ederek,

Esasen Gezi ekseninde meydana gelen olayların bir daha meydana gelmemesi için gerekli koruma anayasamızda vardır (AS: Anayasa md. 56). Çok eleştirdiğimiz, karşı çıktığımız
1982 Anayasası asgari güvenceleri koymaktadır. Sağlıklı ve düzenli bir kentleşmeden ormanların korunmasına kadar asgari güvenceleri koymaktadır. Bu çerçevede yurttaşlara
yalnızca hak tanımamakta, ödevler yüklemektedir.” dedi.

RAPOR…

Gezi Raporu’nda şu ifadeler yer aldı                         :  

“2013 yazında bir kent ve çevre savunması hareketi olarak başlayan Gezi protestoları
kısa zamanda toplumun değişik kesimlerinden gelen siyasal tepki ve istemleri içine alarak
güçlü bir toplumsal muhalefete dönüşmüştür. Bu muhalefetin siyasal iktidar tarafından
şiddetle bastırılmaya çalışılması, temel hak ve özgürlüklerin sürekli bir şekilde ihlal edildiği, hukuk devleti ve demokrasiyle bağların koparıldığı bir siyasal ortam yaratılmıştır.
Barışçıl sokak gösterileri ile dile getirilen demokratikleşme ve özgürleşme istemleri
siyasal iktidar tarafından bir darbe girişimi olarak topluma sunulmuş, bu suçlama göstericilere karşı hazırlanan iddianamelerde de yer almıştır. Bu ve Gezi sonrası meydana gelen öbür  gelişmeler demokrasiden uzaklaşılarak otoriter, hatta totaliter bir rejime doğru hızla yol alındığını göstermektedir.

Gezi’de gün yüzüne çıkan toplumsal muhalefet bizzat iktidarın politikaları sonucu şekillenmiştir.

Özellikle kentsel ve ekolojik talan, kişi özgürlüğü ve özel yaşama müdahaleler,
kadın bedeni üzerinden siyaset, toplumu muhafazakarlaştırma çabası, artan polis şiddeti gibi etmenlerden beslenen Gezi muhalefetinin, ulusal irade karşıtlığı, darbe savunuculuğu
veya komplolarla ilişkilendirilmesi mümkün değildir. Anayasa ve uluslararası insan hakları hukuku ışığında bakıldığında, Gezi protestoları geneli itibariyle  barışçıl eylemlerdir.

Bu eylemlerin sistematik bir şekilde yasaklanması, zor kullanılarak bastırılması,
anayasa ve hukuka aykırıdır.

Toplumsal muhalefetin tekrar canlanmasını önlemek amacıyla ifade ve örgütlenme özgürlüklerini kısıtlayıcı yeni düzenlemeler ivme kazanmıştır. Özgürlükler alanı daralırken, yasalaşma aşamasında olan iç güvenlik paketiyle (AS: Bu yasa Nisan 2015’te yürürlük aldı
ne yazık ki!) Kolluğun yetkileri genişletilmek istenmektedir.”

========================================

Dostlar,

Önceki gün Halit Çelenk anma töreni izlenimlerimizi bu sitede sizlere sunarken,
söz konusu  Rapor’un 1. lik ödülü aldığını ve 240 sayfalık kapsamlı bir kitap olarak
Türkiye Barolar Birliğince bastırılarak ücretsiz dağıtıldığını belirtmiştik.
(http://ahmetsaltik.net/2015/05/06/6-mayis-1972-6-mayis-2014-42-yil-sonra-3-fidan-a-ozlemle/)
Prof. İbrahim Kaboğlu da bu törende çalışmayı özü ile katılımcılara tanıtmıştı.Bir özeti biz de sitede sizlere sunalım iistedik.
Tam metin elimize geçerse onu da paylaşacağız..

Emek veren herkesi şükran ve saygı ile karşılıyoruz.
GEZİ şehitlerini – gazilerini içimizin sızısıyla hürmetle selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
7 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Adli Kolluk Yönetmeliği değişikliği ve iptali süreci..


Adli Kolluk Yönetmeliği değişikliği ve iptali süreci..

danistay

 

 

 

 

 

 

 

Dostlar;

Adli Kolluk Yönetmeliği‘nin tümüne aşağıdaki erişkeden ulaşılabiliyor :

http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=7.5.8201&sourceXmlSearch=&MevzuatIliski=0

Resmi Gazete tarihi: 01.06.2005, RG sayısı 25832..
15 maddelik..
Sunulan erişkeden indirilince en sonunda şöyle bir dip not var :

  • 21/12/2013 tarihli ve 28858 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Yönetmelik değişikliği ile üçüncü  fıkrasına “Adli Kolluk sorumluluk”  deyiminden sonra gelmek üzere
    “En üst dereceli kolluk amiri” deyimi eklenmiş ve diğer deyimler buna göre teselsül ettirilmiş; 6 ncı maddesine ikinci  fıkrasından sonra gelmek üzere üçüncü ve dördüncü fıkralar eklenmiş ve diğer fıkralar buna  göre teselsül ettirilmiştir.

AKP hükümeti panik içinde, 17 Aralık 2013 rüşvet  – yolsuzluk… skandalının 4. günü yönetmelik değişikliği ile

yargıya müdahale etti ve soruşturmayı engellemek istedi.

Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Barosu, Yargıçlar Sendikası,
Liberal Demokrat Parti ve Ankara Barosu yürütmenin durdurulması
ve iptal
istemli ve ivedi görüşülmesi dilekli dava açtılar :

Türkiye Barolar Birliği (TBB), soruşturma yetkilerinin mülki amirlerle paylaşılması yoluyla, yürütmenin yargı alanına müdahalesine olanak sağlayan

“Adlî Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”
e

karşı yürütmenin durdurulması istemiyle iptal davası açtı.

TBB’nin başvuru dilekçesinde şu anlatımlar yer aldı:

“21.12.2013 tarih 28858 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
‘Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in 2. maddesinde
yer alan
c) En üst dereceli kolluk amiri adli olayları, suç işlenmesini önlemek, kamu düzeni ve güvenini korumakla ve bu konuda gerekli tedbirleri almakla görevli ve yetkili olan mülki idare amirine derhal bildirir.” 3. maddesinde yer alan ‘ve en üst dereceli kolluk amirine’ ve ‘Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesinin altıncı fıkrasında sayılan suçlar nedeniyle yapılan soruşturmaların aşamaları hakkında Cumhuriyet savcısı tarafından doğrudan veya varsa ilgili Cumhuriyet başsavcı vekili aracılığıyla Cumhuriyet başsavcısına yazılı olarak bilgi verilmesi zorunludur. Bu bildirim yazıları görüldü şerhinden sonra soruşturma dosyasında muhafaza edilir.’

Hükümlerinin iptalini ve iptali talep edilen düzenlemeler ile ilgili olarak dava sonuna kadar yürütmenin durdurulmasına vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin
davalı idarelere yükletilmesine karar verilmesini vekaleten saygılarımızla dileriz.”

Danıştay 10. Dairesi her 2 dava dilekçesini birleştirerek görüştü ve hızla YD
(Yürütmeyi Durdurma) kararı verdi..
Kural dışı biçimde uzun bir gerekçe ile..

Ne değişmişti ??

NE DEĞİŞMİŞTİ?

İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığınca ‘Adli Kolluk Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, Emniyet ve Jandarma görevlilerinin adli olaylarda amirlerine bilgi verme zorunluluğu getirilmişti. Resmi Gazete’de yayınlanan değişikliğe göre en üst dereceli kolluk amiri
adli olayları, suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumakla ve bu konuda gerekli önlemleri almakla görevli ve yetkili olan mülki idare amirine derhal bildirmesi
öngörülüyordu…

Danıştay 10. Dairesi ne dedi (4’e 1 oy çokluğu ile)                     :

DURDURULAN HÜKÜMLER

* Adli kolluk görevi yapan polis ve jandarmaya adli olayları,
yakalama, gözaltı, arama gibi operasyonları derhal üst amirlerine bildirme zorunluluğu

*Savcılara da Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) iletişimin tespiti, dinlemesi ve
kayda alınmasını düzenleyen 135/6. maddesindeki rüşvet, kaçakçılık, silahlı örgüt
başta katalog suçlar nedeniyle yapacakları soruşturmaları başsavcıya bildirme zorunluluğu.
Savcılar bu suçlardan dinleme, iletişimin tespiti başta; yapacakları operasyonun yanı sıra soruşturmanın bütün aşamalarını Başsavcılarına “Yazılı” bildireceklerdi.
Savcının “bildirim” yazısı, Başsavcının “görüldü” şerhi ile
soruşturma dosyasına konulacaktı.

* Adli kolluk olan polis ve jandarma, “en üst dereceli kolluk amiri” il ve ilçe emniyet müdürleri ile komutanlarına derhal bilgi vermeden adım atamayacak ve
operasyon yapamayacaktı.

* Savcı da başsavcıya bildirmeden artık rüşvet, örgüt, kaçakçılık gibi katalog suçlardan dinleme izni istediğini başsavcıya bildirmeden operasyon için düğmeye basıp
soruşturmaya geçemeyecekti.

Yürütmeyi Durdurma KARARININ GEREKÇESİ: YETKİ AŞIMI!

Danıştay kararında,

  • “Yönetmelik hükümleri, güçler (erkler) ayrılığı ilkesine aykırı biçimde ceza soruşturma sürecine ilişkin usul kuralları içermekte, adli makamların görev ve yetki alanlarına ilişkin düzenleme getirmektedir. Aynı zamanda Ceza Muhakemesi Kanununun 157. maddesinde yer alan soruşturma gizliliği kuralını da zedeleyecek nitelikteki hükümler, idari düzenleme yetkisinin aşılması nedeniyle yetki yönünden
    açıkça hukuka aykırı
    bulunmaktadır.”

ifadesine yer verildi. Tek karşı oy, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı iken 10. Daire’ye atana üyeden geldi. Ayrıca Tetkik yargıcı da YD kararının davalı bakanlıkların ilk savunmalarının alınmasından sonra değerlendirilmesi yönünde görüş bildirmişti.

Kararın tam metni için lütfen tıklar mısınız?

http://www.ankarabarosu.org.tr/images/Duyurular/durdurma-1.jpg

http://www.ankarabarosu.org.tr/images/Duyurular/durdurma-2.jpg

BAŞBAKAN’DAN AÇIKLAMA: GEREĞİ YAPILIR

Başbakan Erdoğan, Sakarya’da katıldığı törenden çıkışta gazetecilerin konuyla ilgili sorularına,

  • ‘Gereği yapılır, yapıldığı zaman görürsünüz.’‘ yanıtını verdi.

Siyasal iktidarın ne hukuka saygısı var, ne uymaya niyeti ne de olup bitenlerden
ders almaya.. Geçelim hukuk devletini, “yasa devleti” olmaktan bile çok uzaklaştık.
Büyük ölçüde polis devleti olduk.. Üstelik tek adamın mutlak buyruğunda..

AKP’nin faturası artık kaldırılmaz ve dayanılmaz oldu.

T.C. bu ağır ve hak etmediği yükü taşımak zorunda değil..
Biz de Başbakan RTE’nin yanıtı ile yanıt verelim..

  • ‘Gereği yapılır, yapıldığı zaman görürsünüz.’

Sevgi ve saygı ile.
01.01.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

“Niyete gözaltı”ya Barolar Birliği’nden tepki


Dostlar,

Faşistleşen hükümetler başlıca 2-3 tipik eylem sergiler..

İlki polisin yetkilerini artırarak polis devleti inşa ederler.
AKP de bunu yapmaya çabalıyor.
Gezi eylemlerinde 6 insan öldürüldü …… ama Başbakan RT Erdoğan,
“destan yarattılar” diye halkın vergisinden polise ikramiye verdi
Elektrik şoku vererek insanları bayıltan elektroşok tabancaları
İstanbul polisine dağıtıldı. Bakalım kaç can alacak bu aletlert??

Polise savcı izni olmadan gözaltı yetkisi gündemde..

Barolar Birliği Başkanı Sayın Prof.Dr. Metin Feyzioğlu aşağıdaki haberde bu konuyu işlemekte.

İkinci olarak, seçimlerde hile, seçim sistemi ile oynama ve iktidaardan gitmeme oyunları..

Üçüncü olarak ülkede iç kargaşa hatta savaş çıkarma ya da dış çatışma – savai çıkarma.. Böylelikle seçimleri ertleme, yapmama, sıkıyönetim – OHAL rejimi ile demokrasiyi askıya alma, ekonomik bunalımı maskeleme..

Öbür faşizm belirtilerine girmeyelim..

Yaşadıklarımız tipik olaarak bu tablodur.

AKP giderek daha da koyu faşistleşiyor..
Üstelik Hitler – Mussolini’den beter olarak bir de dinci baskı boyutuyla
İSLAMİ FAŞİZM..dayatarak!

Aklı başında sağduyu sahibi AKP yöneticilerine ve
AKP’ye oy veren yurtsever sağduyulu yurttaşlara önemle duyuruyoruz
bu Bayram arefesinde..

Faşizm insanlık tarihinin çöplüğüne gömüldü.

Hitler ve Mussolini’nin başına gelenler ise… 80 – 90 yıl sonra Türkiye’de yinelenmesin dileriz..

Sevgi ve saygı ile.
15.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

“Niyete gözaltı”ya Barolar Birliği’nden tepki

Türkiye Barolar Birliği’nden Silivri İletisi


Dostlar
,

TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) aşağıdaki açıklaması apaçık bir hukuk dersi gibi. Hem öğretici hem uyarıcı..

İnsan hakları dersi, Ceza Usul Hukuku Dersi, Anayasa hukuku dersi…

Saygıdeğer Başkan Prof. Dr. Metin Feyzioğlu da bir Ceza Hukuku uzmanı, Ankara Hukuk Fakültesi’nin önceki dekanlarından.
Bu kritik dönemde Türkiye için bir şans.

  • Türkiye, Anayasası’na göre (md. 2) demokratik bir hukuk devleti. 

Bu bakımdan, herkesin bu temel noktayı gözden kaçırmaması ve
TBB’ni özenle dinlemesi yerinde olacaktır.

TBB’nin açıklamasını son derece yerinde, yararlı buluyor ve destekliyoruz.
Başta Sn. Başkan Prof. Feyzioğlu lmak üzere Yönetim Kurulu’na teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Asos, Çanakkale, 6.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Baro’dan Silivri Mesajı!  

tbb_logosu

 

Türkiye Barolar Birliği Başkanı
Avukat Prof. Dr. 
Metin Feyzioğlu ve
yönetim kurulu üyeleri ile Ankara Barosu yönetim kurulu üyeleri, yarın (5.8.13) görülecek olan Ergenekon Davası karar duruşması öncesi Silivri Cezaevi’ne gitti.

 

Ergenekon Davası’nda yargılanan sanıkların yakınları tarafınan kurulan
nöbet çadırını ziyaret eden Feyzioğlu ve yönetim kurulu üyeleri burada
alkışlarla karşılandı. Silivri Nöbet Çadırı‘nda açıklama yapan Feyzioğlu,

portresi

”Aslında yaşadığımız her gün dünya ve
Türk hukuk tarihinin bir parçası haline geliyor.

  • Biz tarihte görülmüş en büyük hukuksuzluğu
    şu anda yaşıyor ve gözlüyoruz. 

Unutmuyoruz.

Hiçbir hukuksuzluk tarihte karşılıksız kalmamıştır.” dedi.

“KARARIN NASIL OLACAĞINI AŞAĞI YUKARI TAHMİN ETMEK
MÜMKÜN GÖRÜNMEKTEDİR.”

Feyzioğlu,

“Bugünlerin de geçeceğini bilerek bunları yaşıyoruz. Ben herkese bugüne kadar gösterdikleri metanetli, dik ve onurlu duruş için teşekkür ediyorum.
Geldiğimiz gün itibariyle ‘Balyoz’ ve ‘Ergenekon’ adlı davalar sürecinde

– ne kadar büyük haksızlıkların yapıldığı ve
– önceden kurgulanmış bir senaryonun adım adım işletildiği ve
– aslında amaçlananın suçluyu, suçsuzdan, doğruyu, yanlıştan ayırmak değil,
– bir tarafta Türk Silahlı Kuvvetlerini (TSK) tamamen çökertmek,
– öbür yandan da toplumsal muhalefeti susturmak, sindirmek olduğu

yalnızca içerde değil uluslararası camiada da görülmüştür.

Gerçekten bu soruşturmaların başlangıcından beri sergilenen yaklaşım,
darbeyle mücadele olmamış sözü söyleyene, muhalefet eden farklı düşünenle
mücadele şeklinde gelişmiştir. Ve yarın ilan edildiği üzere karar açıklanacaktır.
Bu kararın nasıl olacağını bugünden aşağı yukarı tahmin etmek mümkün görünmektedir”

ifadelerini kullandı.

“MİLLETİN BURAYA GELMESİ ENGELLENMİŞTİR”
Feyzioğlu sözlerini şöyle sürdürdü:“Etrafımıza baktığımızda bile yurttaşların bölgeye ulaşmasının yasaklanması ve bu yasağın her ne pahasına olursa yaşama geçirilmesine yönelik önlemlerin alınması, mahkemenin vereceği karara ilişkin önemli işarettir. Ve bu karar her ne kadar “Türk milleti adına” veriliyor gibi görünse de, Türk milletinin bundan pek de memnun olmayacağı anlaşılıyor ki milletin buraya gelmesi engellenmiştir.
Yani mahkeme kararını göğsünü gere gere değil, adeta mahcubiyet içinde fısıldayarak vermek istemektedir. Cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş bir olay..
Mahkemenin kararının önceden valilik tarafından ilan edilmesidir.
İleri demokrasi diye diye getirdikleri noktada bizim algıladığımız şudur;
– Mahkeme milletin aleni olması gereken duruşmaya girmesini yasaklamış,
bu yasağı gerekçe gösteren İstanbul Valiliği de
– ‘Yollara çıkmayın nasılsa mahkeme sizi içeri almayacak dolayısıyla yola çıkan herkesi ben alenen suçlu görürüm suçlu görmekle de yetinmem hangi noktaya gelirse gelsin ne pahasına olursa olsun cezasını yerinde veririm güç kullanırım’
diye tehdit etmiştir. Bu önceden istişare edildiği ve adeta bir işbirliği içinde davranıldığı görülen durum zaten yarının bugünden habercisidir.”
“BUGÜNLER GEÇECEKTİR. AYDINLIK YARINLARA
HEP BİRLİKTE ULAŞACAĞIZ”
Feyzioğlu,“Açıkçası ilk günden beri söylediğimiz şudur;
Usül esasın giriş kapısıdır.
Yanlış kapıyı açarsanız yanlış odaya girersiniz.
Yanlış kapıyı ısrarla açmak istiyorsanız zaten yanlış odaya girmek istiyorsunuz demiştik.
O kadar çok yanlış kapılar açıldı ki o kadar çok usulsüzlük yapıldı ki,
yarın doğru odaya girilmesini beklemek hayalcilik gözüküyor.Biz adil yargılanma hakkının savunma hakkının hiçe sayıldığı
ve en sonunda İstanbul Valiliği tarafından* seyahat özgürlüğü,
* düşünceyi açıklama özgürlüğü,
* toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğühiçe sayılarak ‘Silivri’ye gelmeyin’ diye insanların korkutulduğu bu davada hükmün
millet adına sizler tarafından verildiğini biliyoruz. Yarın belki mahkeme millet adına bir hüküm verdiğini iddia edecektir ama bu millet bu davalar hakkında hükmünü çoktan vermiştir.

Bugünler geçecektir.

Size söz veriyorum geçecektir.

Aydınlık yarınlara hep birlikte ulaşacağız a dostlar. Bir gün bile kuşkunuz olmasın.

Sizlere Hadımköy’den de selamlar getirdik. Hadımköy’de Balyoz ve Ergenekon davasından tutuklu olan komutanlarla kucaklaştık. Hepsinin moralleri son derece iyi.
Tutukevinde millete hizmetle görevlerini devam ettiriyorlar. Onurlu, dik duruyorlar
ve özellikle istediler, bu çadıra selamlarımızı iletin dediler. Siz de kabul buyurun
bu selamları.

Bizler içeri geçeceğiz yarından önce dostlarla kucaklaşacağız.

Baro’dan Silivri Mesajı!

Moral vereceğiz.
İhtiyaçları olmadığını biliyoruz ama bizim kucaklaşmaya ihtiyacımız var.” dedi.

Feyzioğlu ve beraberindeki heyetler alkışlarla uğurlandı.
Heyet daha sonra bazı sanıklarla görüşmek üzere Silivri Cezaevi’ne girdi.

(http://sozcu.com.tr/2013/gundem/barodan-silivri-mesaji.html)

==============================================================

İSTANBUL VALİLİĞİNİN 5 AĞUSTOS 2013 TARİHİNDE
SİLİVRİ’DE YAPILACAK DURUŞMAYA İLİŞKİN AÇIKLAMASI ve
13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NİN AÇIKLIK İLKESİNİ İHLAL EDEN KARARI HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI

  1. Kamuoyunda Ergenekon olarak bilinen ve 5 Ağustos 2013 tarihinde Silivri Cezaevi’nde görülecek olan davanın duruşmasına, “basın mensupları ile milletvekilleri dışında izleyici alınmamasına” İstanbul Özel Görevli 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce karar verildiği öğrenilmiştir. İstanbul Valiliği ise, duruşmanın yapıldığı yere gitmek isteyenlerin Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu ihlal edeceklerini, buna rağmen gitmek isteyenlere karşı tedbir alınacağını ve bu tedbirlere “adım adım hangi safhaya kadar gerekiyorsa o safhaya kadar devam edileceği”ni bildirmiştir.
  1. Anayasa’nın 141 ve CMK’nın 182/1. maddelerine göre duruşma herkese açıktır. Duruşmanın açıklığının kısıtlanabilmesi için, kamu güvenliğinin bunu kesin olarak gerekli kılması zorunludur. Bu durumda bile, duruşmanın kapalı yapılmasına ilişkin kararın gerekçesi ve hüküm, mutlaka açık duruşmada açıklanır. Yüksek güvenlikli cezaevi kampüsünün ortasında kurulu bir duruşma salonunda, kamu güvenliğinin tehdit altında olabileceği iddia dahi edilemez. Demek ki duruşmanın açıklığının kısıtlanmasının
    yasal koşulları bulunmamaktadır. Esasen bir davanın şehirden yaklaşık
    100 km uzakta ve cezaevinin içindeki bir salonda görülmesi de, duruşmanın açıklığı ilkesinin devlet eliyle ihlal edildiğinin başlı başına göstergesidir.
    Anılan yargılamada bu aşamaya dek yaşanan hukuksuzluklar silsilesinin ardındaki temel nedenlerden biri de, davanın kamuoyunun erişiminden uzak ve cezaevi koşulları nedeniyle psikolojik baskı yaratan bir ortamda sürdürülmüş olmasıdır.
  1. Öte yandan, CMK’nın “Duruşmanın Düzen ve Disiplini”ne ilişkin 203. ve devamı maddelerine dayanılarak, duruşmanın belirli kişiler dışında kalan izleyicilere yasaklanmasına hiçbir şekilde karar verilemez. Aksine bir uygulama, duruşmanın açıklığı ilkesinin keyfi bir şekilde ihlalidir.
  1. Mahkemenin, anılan hukuka aykırı kararı ve İstanbul Valiliği’nin bu karara atıf yapan açıklaması, Valilik ile Mahkeme’nin mutabakat içinde hareket ettiği algısı yaratmaktadır. Oysa demokrasinin ön şartı; bağımsız ve tarafsız yargı ile kuvvetler ayrılığıdır. Mahkeme kararının, kararı veren mahkeme tarafından değil, Valilikçe kamuoyuna duyurulması, yürütme ve yargı birliğini vurgulayan fevkalade talihsiz bir gelişmedir.
  1. İstanbul Valiliği’nin açıklaması, Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan “Seyahat Özgürlüğü” ile 34. maddesinin “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” hükmüne doğrudan aykırılık teşkil etmektedir. AİHM’nin (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) yerleşik içtihadına göre ise, barışçıl gösterilerin güç kullanılarak engellenmesi ve dağıtılması, Sözleşme’nin ihlalidir. Valilik, elbette duruşmanın güvenliğini sağlamak için gerekli önlemleri almalıdır. Ancak bir hukuk devletinde, yasaklama yoluyla değil, temel hak ve özgürlükleri korumaya
    özen gösteren düzenlemelerle güvenlik sağlanabilir.
  1. Şöyle ki; Valiliğin hukuka aykırı yasaklama kararı ve duruşmanın yapıldığı yere gelmek isteyenlere karşı güç kullanılacağına dair açıklaması, AİHS’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) 10. maddesinde güvence altına alınan “İfade Özgürlüğü”ne ve bu özgürlüğün yaşama geçirilmesine yönelik olarak Sözleşme’nin 11. maddesinde düzenlenen “Toplantı Özgürlüğü”ne aykırılık oluşturmaktadır.
  1. Sözü edilen Valilik kararına dayanak yapılan 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun bütün maddeleri, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ışığında yorumlanmalı, bu Sözleşme’ye aykırı hükümleri ise, Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca hiçbir şekilde
    uygulama alanı bulmamalıdır.
  1. Valiliğin, ancak bir polis devletinde görülebilecek açıklaması,
    bu davada yaşananların özetidir. Mahkeme de, aleni açıklaması gereken kararını, adeta bir mahcubiyet içinde ve gizlice açıklamak istemektedir.

Türkiye Barolar Birliği olarak, bütün yaşananlara karşın, yargıya hala güvenmek istiyoruz. Açıkladığımız gerekçelerle, Mahkeme’nin hukuka aykırı kararını gözden geçirmesi ve İstanbul Valiliği’nin hukuka aykırı açıklamasını geri alması için
ilgili makamlara demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları adına
kamuoyu önünde çağrıda bulunmayı bir görev kabul ediyoruz.

Saygılarımızla. 5.8.13

Av. Prof. Dr. Metin FEYZİOĞLU
Türkiye Barolar Birliği Başkanı

http://www.barobirlik.org.tr/Detay19969.tbb, 5.8.13

SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMİNDE NELER SÖYLEDİK??


SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ, KOLLUK VAHŞETİ ve R.T. ERDOĞAN ÜZERİNDEN;
HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ

Dostlar,

Sessiz Çığlık” eyleminde bu Cumartesi de katıldık.
Kitle sayısal olarak önceki haftadan daha küçüktü.
Ankara tatile çıkıyor galiba.. diye düşündük.
Ama tekerlekli sandalyesinde bir kadın da oradaydı!
Hasdal’da, Hadımköy’de, Maltepe’de, Silivri’de, Sincan’da… zindanlarda tutsak
ya da rehin alınan asker – sivil yurttaşların yakınları idi gene bir avuç..

Ellerinde “sevdiceklerinin” fotoğrafları vardı.. Yer yer kollarının var gücüyle yukarı kaldırıyor, yorulunca da sıkı sıkı göğüslerine bastırarak tutuyorlardı.

Kadınlar, ağızları bağlı örgü örüyorlardı. Hava çok sıcaktı..

Bir gezgin (mobil) sesbüyütürden (hoparlör) marşlar çalınıyordu…
Güzelim Harbiye Marşı da!
Basın olarak Ulusal Kanal ve Başkent TV dışında mikrofon görmedik ama
en az 5-6 kamera üçayaklarının (tripod) üzerinde çekim yapmaktaydı.

Geçen hafta, birşeyler söylemek istediğimizi düzenleyiciye belirtmiştik. O hafta tümüyle “sessiz çığlık” idi yapılan.. Ağızlar bağlı, kadınlar eşlerine çorap – hırka vb. örüyor; fotoğraf ve posterler de zaten dilsiz..

Siyasal iktidar belki bu “dil” den anlardı !?

Ama olumlu gelişen bir şey olmuyordu..

Bu hafta ilk sözü, Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüz aldılar. Bırakalım hukukun özünü, yani her somut olayda gerektiğinde hukuk yaratarak adaleti gerçekleştirmeyi; apaçık, net, pozitif hukuk kurallarının (normlarının) bile nasıl ayaklar altına alındığından örnekler verdi. Uluslararası normların da.. Dehşet verici bir tablo idi. Çünkü Hukuk içinde kalarak hak arama ve adaletsizliği dışlama (bertaraf etme) olanağı kalmamıştı.. Peki ne yapılacaktı?

Karşımızda hukuku pervasızca çiğneyen, yargıyı büyük ölçüde siyasallaştırmış bir iktidar vardı. Nasıl savaşım verilecekti? Silahlar denk değildi.. Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüzü dinlerken kafamızda bu acı çağrışımlar dolaşmaktaydı.

*******************

Pablo_Neruda_Halkin_gercek_gucu

Mikrofon bize uzatıldığında aşağı – yukarı ve şunları söyledik (yazarken eklemeler yaptık) :

Ülkemizin değişik zindanlarında yıllardır tutsak / rehin alınan asker – sivil yurttaşlarımızı saygı ve sevgi ile selamlıyoruz. Verdikleri ulusal dava savaşımının (mücadelesinin) ortaklarıyız.

Bu günler de elbet bitecektir. Onurlu ve dik duruşları nedeniyle onlarla övünüyoruz..

Biz bu gün burada salt bilimsel bir değerlendirme yapacağız. 40 yılı aşan tıp birikimimizi
öne çıkaracağız. Politik söylemler iktidarı çok rahatsız ediyor. Belki bilimsel gerçekler işe yarar??

Pekii.. Bir canlı, bir toplum neden ÇIĞLIK atar?

Tehlikede olduğunu, yardıma gereksinimi olduğunu başkalarına duyurmak için..
Bu davranışın Tıpta, Psiko-biyolojide karşılığı, Hans Selye’nin STRES KURAMI’dır. Canlılar strese sokulduklarında ÇIĞLIK atarlar.
Bu çığlık doğası gereği seslidir ve hatta olabildiğince yüksek şiddette
(dBA) ve tizdir ki duyulma olasılığı artsın.

Ne var ki, 1 yıla varan süredir bu eylemler SESSİZ ÇIĞLIK olarak yürütülüyor.
Hem çığlık atılacak hem de bu eylem, doğasına aykırı olarak SESSİZ olacak!
Aşkolsun bu halka, helal olsun bu insanların sabır, olgunluk ve yaratıcılıklarına!
Ancak bu sessiz çığlıkları da duyan yok! Oysa seslisinden etkili olur diye umulmuştu!

Çare neydi? Çare, hükümeti rahatsız edecek eylemlerde.. Bu belirlemenin de payı olsa gerek ki, 1 aydır bu kez “İNTİFADA” (sesli mi sesli çığlık!) sergilenmekte. İşte bu tablo siyasal iktidarı epey ürküttü ve o ölçüde de orantısız şiddet hatta vahşet kullanmaya başladı.

Oysa sağduyunun gereği, bu insanların ne dertleri olduğunu anlamaya çalışmayı gerektiriyordu. Ardından da demokratik uzlaşma kültürünün gereği olarak istemleri olabildiğince, hukuk içinde karşılamak..

Ne ki, tam tersini gözlüyoruz.. Gittikçe artan kolluk şiddeti..
Bu bir kısır döngüdür ve Sistem Kuramı’na göre yıkım doğurur.
Yıkılacak olan Halk değilse kimdir? Elbette siyasal iktidardır!

– 5 insanımız öldü,
– 13 insan gözünü yitirdi,
– çok sayıda insanın yüzünde sabit izler kalacak
(Adli tıp deyimi ile Çehrede sabit eser)..
– 60 dolayında ağır yaralı var. Kafatası kırılanlar, kaburgaları kırılanlar,
halen yoğun bakımda olanlar..
– 8 bini aşkın resmi kayıtlı yaralı var..

Bir de milyonlarca gönlü kırıklar..
Yani psişik travma alanlar ki olumsuz etkileri bırakın yaşam boyu sürmeyi, kuşaklar boyunca aktarılabilecek olanlar.. Özellikle can yitikleri!

Ne oluyoruz?? Ülkede iç savaş mı var??

Ve araçlarını bu denli ölçüsüz, orantısız, hukuk dışı ve yaralama – öldürme erekli kullanan polise parasal ödül (Osmanlı Ulufesi?) 2 anlama gelebilir :
Ya açık bir psikolojik savaş ya da tam bir düşünsel karmaşa (mental konfüzyon)!
İki seçenek de birbirinden sakıncalı AKP yönetimi ve ülkemiz için.

Çok talihsiz bir saptama ki, ülkenin tepe yöneticisi “kör gözüm parmağına” tutumu içinde. Hem de inatla, gözü kara biçimde.. Kolluk tek tutamağı gibi, tek koruyucusu gibi, öylesine bir algı içinde. Halkının en az yarısını kendisine “düşman” görmekte.
Oysa demokraside ötekileştirme yoktur, çoğunluk baskısı olamaz, çoğulculuk temeldir. En az sayıdaki insanların bile hakları korunur. İktidarınız değil %50 (ki gerçekte matematiksel olarak hiç %50 olmadığı gibi halen çok daha düşük, AKP azınlık iktidarı!), % 80 bile olsa, mutlak sınırlarınız vardır :

TEMEL İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ!
Bunun da çerçevesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – AİHS‘dir ve
Türkiye bu Sözleşme’ye taraftır, hukuksal olarak bu üstün hukuk normlarıyla bağlıdır (Anayasa md. 90)!

  • Bu olaylar AİHM’ne taşınacak ve Türkiye çok sayıda davada ciddi mahkumiyetler alacaktır. AKP iktidarının siyasal – tarihsel ömrü ve işlevi tamam olmuştur.

Toplumsal olaylarda kolluk, güvenlik önlemi alırken, sağlık hizmetleri için de koridorlar açmak zorundadır. YAŞAM HAKKI kutsaldır ve her şeyin üzerindedir. Devletin de
1. görevi yurttaşın can – mal güvenliğini sağlamaktır. Polis bunu becerememekte,
Sağlık Bakanlığı da görevini gereği gibi yapmamaktadır. Oluşan kabul edilemez hizmet boşluğu, gönüllü hekimler tarafından Türk Tabipleri Birliği örgütlemesi ile kapatılmaya çalışılmış ve çok sayıda acil sağlık hizmeti gereksinimi yerinde karşılanmıştır.
Bu yapılmasa idi tablo çok daha ağır olabilirdi. Hükümet en azından bu katkıyı şükranla karşılamak yerine, bir başka irrasyonel davranışla sağlık personelini ellerini
arkadan kelepçeleyerek
gözaltına almıştır! Yetkili Cumhuriyet savcısı bu açık yasa dışı davranışa nasıl göz yumabilir? Bırakın arkadan kelepçelemeyi, normal kelepçenin de koşulları yoktur! Bu kişilerin kaçma olasılığı, kendisine ya da çevresine zarar verme olasılığı.. Hangisi vardı? Üstelik elleri arkadan kelepçelenen insanın özel olarak korunması gerekir.. Gözaltına alınırken itilir kakılırsa ve düşerse kendisini ciddi – ağır yaralanmalardan nasıl korur? Yoksa amaç – murat tam da bu mudur? Tam da bu tür vahşet midir parasal ödül (başa bela Yeniçeri ulufesi!) getiren? Oysa sağlık çalışanlarının savaşta bile dokunulmazlığı vardır. Kendilerine ateş edilmez,
tutsak alınmazlar.. Hipokrat yemini ve Tıbbi Deontoloji Tüzüğü,
hekimleri her durumda gereksinim sahiplerine tıbbi yardımla yükümlü kılar.

Bir de Sağlık Bakanlığı’nın soruşturma işlemi.. Tam bir trajik-komedi!
Türkiye Barolar Birliği Sağlık Bakanlığı hakkında, çok yerinde bir girişimle
suç duyurusunda bulundu. Türk Tabipleri Birliği de bugünkü kongresinde Bakanlığı kınadı ve bu yardımın gerektiğinde sürdürüleceğini açıkladı
(Başkan, tıbbiyeden sınıf arkadışımız sevgili Prof. Özdemir Aktan’ın ağzından).

  • Biz de diyoruz ki; BARİ SAVAŞ HUKUKU UYGULAYIN!

 

Sessiz_ciglik_konusmamiz_30.6.13

 

 

 

 

 

 

 

Polisin kullandığı basınçlı suya gelince : Bir kez basıncı çok yüksek, çarptığı insanları savurup yere seriyor.. Bu ciddiyaralanma, sakatlanma hatta ölüm riski demektir. Gözünüze gelirse kesin olarak parçalar ve kör edebilir. Bu bakımdan basıncının azaltılması ve 45 derece açı ile yere sıkılması gerekir. En fazla diz altı düzeyinde insana sıkılabilir çok zorunlu kalınırsa..

İçine “ilaç” koymaya gelince.. İstanbul Valisi beyefendi “Suya kimyasal değil ilaç konuyor” buyurmuş. Özürü kabahatini öyle aşkın ki.. Bir kez ilacı yalnız hekimler kullanır. Böylesi bir amaçla kullanımı hekimlerin de yetkisinde değildir. İlaç kullanımı hekimler için ciddi tıbbi – yasal yükümlülükler de doğurur. Vali bey güya “kimyasal kullanmıyoruz” demeye getiriyor ama bilgisi her ilacın bir “kimyasal” olduğunu ayırtedemeyecek durumda! AKP’nin valisinin bu hallerini art alana itersek, tablo vahimdir. Kolluk, basınçlı suyu hatalı ve vahşice kullanmakla yetinmemekte, boyalı kimyasal katarak insanları damgalamaktadır. Ayrıca bu boyalı kimyasallar deride yangı tepkimesi oluşturarak insanların canlarını ek olarak yakmaktadır. Beklenen, her araç mübah olarak protestocuları dağıtmaktır. RT Erdoğan’ın asabı bozulmakta, tahammül edememekte, kalabalıkları zaafiyet olarak görmekte ve Bakanına kesin talimat vermektedir : DAĞITIN!

  • Polis de “DAĞILIN LAN DAĞILIN” buyurmaktadır.

An gelir, Halepçe vb. örneklerdeki gibi halkına kimyasal silah kullanma eşiğine gelirsiniz, uyaralım.. Bu sulara hiçbir kimyasal katılMAmalı ve yukarıda belirttiğimiz kısıtlarla kullanılmalıdır.

BİBER GAZI sorunu.. Başbakan “olağandır, polis kullanır..” deme zorunluğunu neden duyuyor? Danışmanları O’na, AİHM’nin Nisan 2012’de Ali Güneş davasında Türkiye’yi mahkum ettiğini, 10 bin € tazminat ödendiğini neden söylemiyor?? Ya da RTE bilmezden mi geliyor? Bu gazların içeriği nedir? Bir hekim olarak benim bunları bilmem gerekir ki, etkilenenlere uygun sağaltım verebileyim, varsa özgül antidotunu kullanayım. TTB İçişleri Bakanlığından sordu ancak yanıt yok.. Oysa Anayasa md. 74 “gecikmeden” yanıt yükümlüğü yüklüyor İdareye!

Kapalı mekanlara asla sıkılmamalıdır, kitleler uyarılmadan kullanılmamalıdır.
Düşük yoğunlukta ve havaya 45 derece açı ile atılmalıdır. Bu koşullarda bile insanlar zarar görürse, AİHM kararı uyarınca Devlet – Kolluk zincirleme sorumludur ve
Devletin zararı hatalı kamu görevlisine rücu (geri yükleme) zorunluğu vardır.

40 yılı aşan tıbbi birikimimizle rahatlıkla söyleyebiliriz ki;

  • Başbakan R.T. Erdoğan’ın ruhsal duygudurumu (İng. mood) ülkemizi yönetebilecek durumda değildir.

Her gün yazılı basın ve TV’lerden bu durum açık ve net olarak izliyoruz.

  • Başbakan zorunlu bir “mola” almalıdır.

Bir yurttaş olarak, tam donanımlı bir Üniversite hastanesinden “görevini sürdürebilir” raporu almasını istiyoruz. Başbakan buna zorlanmalıdır. Türk Tabipleri Birliği,
Türk Psikiyatri Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği HASUDER, Türk Psikologlar Derneği.. bu bağlamda baskı grubu olmalıdır.

TÜBA, TÜBİTAK, Üniversiteler etkisizleştirilmiştir
, sesleri çık(a)mamaktadır!
Başbakanın buna yanaşmayacağı kesin gibidir. O zaman “yokluğunda” (gıyabında) rapor düzenlenebilir.. Bu rapor istemi bir demokratik meşru direniş yöntemidir. Çünkü bu kişinin davranışları kamuoyu önündedir.  Panik bozukluğu içindedir. Bilerek ve isteyerek
gerçek dışı açıklamalarda ve tahriklerde bulunmakta, halkını yanıltmaya ve ayrıştırmaya çalışmaktadır. Realiteden kopmuş gibi bir görünümü vardır, bu durum çok tehlikeli
bir dissosyasyona neden olabiliir. Dissosyatif sendromlar tıpta ağır tablolardır,
kişilerin hak (ve fiil) ehliyetlerini ciddi düzeyde sınırlamak gerekebiir. Ayrıca ruhsal kapasitesinde apaçık bir regresyon izlenmektedir; geçen hafta Kayseri mitinginde kalabalıklara 2 kez “kadanızı alırım sizin” gibi üzerinde çooook durulması gereken
bir abartılı duygusal tepki göstermiştir. Regresyon, puerilizm eşiğinde ciddi midir?

Bu kritik soruların yanıtını merak ediyoruz.
Gerçek durum bu ise, RT Erdoğan’ın tıbbi raporla en azından bir süre görevinden ayrılması ve tedavi edilmesi gerekebilir.
Durumun ortaya konması 5 kişilik bir Psikiyatrist kurulunun raporunu gerektirir.
Bunu istemeliyiz.

Bu arada; Devletin başı olan kişi, neden bu denli atıldır neden, neden?

Sonuç olarak :  İktidar panik içindedir, halk, deyimi yerinde ise “teneke çalmaktadır”. Eylemler tüm dünyada haklı, meşru ve de çooook yaratıcı bulunmaktadır.
Sağduyu herkesten çok R.T. Erdoğan’a ve AKP yöneticilerine düşmektedir.
Bürokrasi de, yasaya aykırı emirleri uygulamamalıdır. Allah’tan ümit kesilmez; Çankaya’da oturan AKP’li zat da, hidayate erişir mi acaba?? Göreceğiz.

Siyaset kurumu, bu inanılmaz güzellik ve incelik (zarafet) taşıyan halk direnişine
benzer yaratıcılıkla önderlik etme yükümü altındadır.
Bu, dayanılmaz, karşı konulmaz, ertelenemez asal bir tarihsel sorumluluktur.
Aksi takdirde dere, akacağı yatağı kendi potansiyeli ile bulacak ve
kapsamlı bir politik tasfiye kaçınılmaz olacaktır.

Adnan Binyazar‘ın söylemiyle

  • “Son sözü, tarihin en kritik yerinde hep direnenler söyleyecektir!”..

Direniş şehidi, polis kurşunu kurbanı Ethem Sarısülük de bu dövizi taşıyordu vurulduğunda.. Elinde başkaca hiçbir şey yoktu..
Ama mahkeme, katil polis Ahmet Şahbaz’ı “nefsi müdafa” bağlamında salverdi!?
Dayan yüreğim dayan..

Dayanacak ve örgütlü savaşımla (mücadele) ile bu deli gömleğini de
mutlaka yırtacağız
.

Herkese ama herkese sabır, kolaylık ve kesin bir sağduyu diliyoruz.

Umutsuzluk ATATÜRK’ün devrimci halkına yakışmaz, bilimsel değildir, duygusaldır.

Felsefeci Prof. Ahmet İnam, “Umutsuzluk Ahlaksızlıktır” diyor bu adı taşıyan kitabında!

Adnan_Binyazar_son_sozu_hep_direnenler_soyler

Önümüzde 3 D modeli duruyor..

Diren Türkiye!

Dik dur Türkiye!

Dev-ri-le-cek-ler !!!

Yazımız pdf olarak da okunabilir :

 

HALK_AYAKLANMASININ_SOSYAL_PSIKOLOJIK_IRDELEMESI

Sevgi ve saygı ile.
30.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Türkiye Barolar Birliği’nden Yurttaşlara ve Yetkililere Tarihsel Çağrı


Dostlar
,

TBB (Türkiye Barolar Birliği) kimi gazetelerde tam sayfa bir ilan vererek 10 maddelik bir çağrı yaptı.

Metin, http://www.barobirlik.org.tr/haberler/GazeteOku.aspx?id=2178
adresinden de okunabilir.

Çağrı yurttaşlara ve yetkililere..

Tarihe not düşercesine..

Yetkin ve yürekli başkan Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu önderliğideki TBB’ye yakışan biçim ve içerikte..

  • Türk Devrimi dimdik ayakta ve karşıdevrimi kesinlikle geri püskürtecek..

90 yıllık cumhuriyet ve 200 yıllık Aydınlanma birikimi yabana atılır gibi değil..

Dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı, değil ki AKP iktidarına ve başına kalsın..

Teşekkürler yurtsever avukatlarımıza, onların demokratik – aydınlık üst örgütü TBB’ne..

Metin aşağıda..

Yurttaslara_ve_yetkililere_cagri_5.6.13

Türkiye Barolar Birliği, geçtiğimiz hafta da Cumhurbaşkanı A. Gül’e 2 açık çağrıda bulunmuştu..

Gelişmeleri dikkatle izliyoruz.. Bu çağrı metinlerini de web sitemizde okuyabilirsiniz..
(http://ahmetsaltik.net/turkiye-barolar-birliginden-cumhurbaskanina-2-cagri/, 5.6.13)

Ancak, gereğinden fazla hayalci olmaya hiç gerek yok..

Abdullah Gül’ü fazlasıyla tanıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 5.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Silivri Mahkemesi Yargıcı Sedat Sami Haşıloğlu : “Otur lan yerine!”


Dostlar
,

Aşağıda,

Silivri mahkemesinde ‘OTUR ULAN’ HUKUKU

başlıklı bir haber sunuyoruz.

Tam bir dehşet tablosu..

Fakat o ölçüde de önemli bir fırsat..

Bir kez daha bu yargılama süreçlerinde neler olup bittiğini çırılçıplak kamuoyu ile paylaşma olanağı veriyor.

Duruşmalar kayda alınıyor mu, emin değiliz.
Dileriz alınıyor olsun.
Mağdur taraf sanık avukatlarının hemen suç duyurusunda bulunmalarını dileriz.

Dahası, bu haberi okuyan HSYK ve Adalet Bakanlığı’nın kendiliğinden harekete geçerek inceleme başlatması anayasal yükümlülükleri gereğidir.

Adı geçen “yargıcın” disiplin koğuşturulmasına uğratılması yetmez.
Bu açık düşmanca ve hakaret yüklü davranış karşısında derhal yargılamadan çekilmelidir. Bu ağır ayıbı sicilinden silmek istiyorsa açık özür dilemeli ve derhal bu davadan çekilmelidir.

Yargılamanın en temel gereklerinden biri yargıçların yansızlığıdır.
Örnekte ise adı geçen yargıcın en net ve kesin biçimde tarafsızlığını yitirdiği,
taraf olduğu tartışma dışıdır.
Eylem ayrıca anayasa ve ceza hukuku bakımından da suçtur :

Anayasa madde 138 – “Hakimler, .. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.  “

Anayasa madde 140 bağlamında HSYK ve Adalet Bakanlığı’nı göreve çağırıyoruz.

Bu arada Başbakan RT Erdoğan, beğenmediği yargı kararları karşısında nasıl gürlediğini anımsamalı ve bu olaydaki akıllara durgunluk veren “yargıç davranışı” hakkında “birşeyler” söylemeli ve yapmalıdır.

Devlet organlarının uyum içinde çalışmasını gözetme yükümlü Devlet başkanı A. Gül
ne düşünür acaba? Tüyleri diken diken olmuş mudur ? Devlet Denetleme Kurulu
bu süreçte mutlak yetkisiz midir acaba? Acaba??

İstanbul Barosu’nun da gerekli hukuksal girişimde gecikmeyeceğini umarız.

Bu arada Türkiye Barolar Birliği‘ne ise derin “tarafsızlık” (?!) uykusunda esenlikler dileriz. Kimi kez derin uykulardan (hibernasyon) uyanmak olanaklı olamamaktdır.
Umarız Türkiye Barolar Birliği derin uykusunda donup “ölmesin” !?

Derin kaygı ile..

Sevgi ve saygı ile.
19.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================================

Silivri mahkemesinde ‘OTUR ULAN’ HUKUKU

Silivri’de görülen Ergenekon davasının 14 Kasım 2012 günü yapılan oturumu
hukuk tarihine geçecek nitelikteydi. Güne damgasını vuran cümle,

  • Üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu : “Otur lan yerine!”

Her şey, aynı anda başka bir kişiymiş gibi ifade veren Osman Yıldırım’ın gizli tanıklıktan vazgeçmesiyle başladı. Daha önce Gizli Tanık-9 dinlenmek istenmiş
ancak dinlenememişti.

Gizli tanık skandalı

Sanıklar Gizli Tanık-9 dinlenirken, Osman Yıldırım’ın da hazır edilmesini istemişti.
Bu durum 14 Kasım günlü duruşmada Gizli Tanık-9’un açık kimliğiyle ifade vereceğini açıklamasıyla değişti. Böylece, savcıların “Osmanım” dediği gizli tanığın aynı anda
iki yerde bulunması imkansızlığı da aşılmış oldu. Davada hem sanık, hem tanık hem de gizli tanık olarak bulunuyordu. Böylece bir sıfatından zorunlu olarak vazgeçmiş oldu.

Osman küfretti, hakimler dinledi

Gizli tanık odasında ifade vermeye başlayan “Osmanım”a soru sorma sırası Ergenekon sanıklarına gelince Mahkeme Başkanı’nın tavrı da sertleşti. Neredeyse her soruya müdahale eden Mahkeme Başkanı’nın tavrından cesaret alan Gizli Tanık-9, sanıklara
ağır hakaretlerde bulundu. Emekli Astsubay Oktay Yıldırım’ın gizli tanığı çok zor durumda bırakan sorularına savcılığın itiraz etmesi dikkat çekti. Gizli tanık sıfatıyla ifade verirken, görevlilerden birinin “sıralamaya göre anlat” şeklindeki sözlerini soran Oktay Yıldırım “bu sıralamayı kimler ne zaman yaptı? Anlatılanlar önceden planlanıp sıralanmış mıydı?” dedi.

Şamil Tayyar’la Osman Yıldırım arasında mektuplaşma olup olmadığını; cezaevinde hangi savcılar tarafında ziyaret edildiğini kendisine ifadesi karşılığında ceza indirimi sözü verip verilmediğini soran Oktay Yıldırım’a Mahkeme Başkanı defalarca müdahale ederek sorularını engelledi. Bundan cesaret alan Gizli Tanık 9 ise ağır hakaretler etti.
Oktay Yıldırım’ın ailesini hedef alan Gizi Tanık-9’a hakimler müdahale dahi etmedi.
O sırada, sanık Oktay Yıldırım’ın

– “Sayın yargıç bu hakaretlere izin verecek misiniz?”

demesine sessiz kalan mahkeme heyetine diğer sanıklar tepki gösterdi.

Hakim ‘otur lan yerine’ dedi

Sanık Mehmet Demirtaş, “Sizler hakimsiniz, buna nasıl izin verirsiniz?” deyince,
Sedat Sami Haşıloğlu ayağa kalkıp bağırarak cevap verdi. Sinirden elleri titreyen ve soğukkanlılığını tümüyle yitiren

Haşıloğlu, bir elini cebine sokarak ve ağzından tükürükler çıkarak bağırdı:

  • “Otur lan yerine…”

O sırada bu olaya tepki gösteren Veli Küçük, Erkan Önsel, Turan Özlü ve Mehmet Bedri Gültekin, Oktay Yıldırım ve Mehmet Demirtaş ile birlikte mahkeme salonunu terk ettiler.

Sanıklara küfredeni susturması gereken mahkeme heyetinin Gizli Tanık-Osmanım gibi sanıklara hakaret etmesi vicdanları yaraladı. Duruşmayı izleyenler, “bu nasıl hukuk,
bu nasıl yargılama” diye isyan etti.

Bir de mahkeme ceza verdi

Kendilerine yapılan ağır hakaretlere karşı tepki gösteren Oktay Yıldırım, Veli Küçük
ve Mehmet Demirtaş’a duruşmalardan bütünüyle men cezası verildi.

Daha önce Doğu Perinçek, Serdar Öztürk ve Durmuş Ali Özoğlu’na da duruşmalardan men cezası verilmişti. Uğradıkları bütün hakaretlere rağmen aynı seviyeye inmeyen sanıklar sadece mahkeme heyetinin buna izin vermemesini talep etmişlerdi.

Onlara hakaret eden Osman Yıldırım, kızkardeşini öldürmekten ve öz ablasının kızını
para karşılığında erkeklere pazarlamaktan mahkeme kararıyla ceza almıştı.

Hayatlarını terörle mücadele ederek geçiren askerlerin bu tip tanıkların hiçbir kanıta dayanmayan iddialarıyla suçlanması, hakarete uğraması, bir de mahkemenin olanlara seyirci kalması duruşmayı izleyenlerin vicdanlarını kanattı.

Duruşmayı izleyenler, “Artık Silivri’de ‘otur lan’ hukuku var” yorumunda bulundular.

(http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/16931-silivri-mahkemesinde-otur-ulan-hukuku.html, 19.11.12, AYDINLIK Gazetesi)