Etiket arşivi: TEMEL İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ

Kuruluş ilkeleri

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLANProf. Dr. Can CEYLAN

12 Haziran 2023, Cumhuriyet

2002 yılından beri iktidarda olan AKP iktidarının ülkeyi getirdiği son noktada, ulusal egemenliğin ana unsuru (ögesi) olan demokratik parlamenter sistem yerini, Yürütme yetkisinin tamamen (tümüyle) cumhurbaşkanında olduğu, Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri ile çelişen yeni bir yönetim sistemine bırakmıştır. Yeni sistemin ekonomik, sosyo-kültürel ve uluslararası alanda ülkeye olumlu kazanımlar getirdiğini söylemek mümkün değildir. Daha da önemlisi her geçen seçim sürecinde iktidar mensupları, temel insan hak ve özgürlükleri konusunda kısıtlayıcı, örseleyici adımlar atarak kutuplaşma iklimini daha da sertleştirmeyi tercih etmişlerdir.

TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ

Son seçimler de göstermiştir ki seçmenler üzerinde, yüksek perdeli propaganda konuşmaları ve yadsınamaz evrensel reel ölçütlerden ziyade (çok), yerleşmiş algılar ve bu algıların her fırsatta kaşınması daha etkili olmaktadır. Keza, siyasal parti liderlerinin söylemleri daha önceki söylemleriyle taban tabana zıt ve tutarsız olsa da siyasiler ortada devrilmedik çam, kırılmadık pot bırakmasalar da büyük oy kaybı yaratacağı düşünülen bu söylem ya da çark edişlerin sandığa yansımaları beklendiği gibi olumsuz olmamıştır. Alternatif (seçenek) siyasal partiler, istedikleri kadar ülkenin yaşadığı gerçek sorunlara çözüm önerileri getirsinler, iktidardaki siyasal hareketin hatalarından, ülkeye verdiği zararlardan dem vursunlar, seçmende oluşturulmuş algının değişmesi mümkün görünmemektedir.

Algı ve toplum mühendisliği; karşı tarafı darbeci olma, terörle ya da emperyalist ülkelerle işbirliği içinde olma gibi, seçmenin farklı düşüncelere ve siyasal çözümlere sıcak bakmasının önünü tıkayan, dayanaksız yakıştırma ve suçlamalardan beslenmekte, hedeflenen kutuplaştırma iklimini bolca körüklemektedir.

GERGİNLİK ve KUTUPLAŞMA 

Öyleyse nedir bu anti-demokratik açmazların kırılma şifreleri?

Toplumun irdeleyen, sorgulayan, farklı fikirlere olgunlukla bakabilen bireylerden oluşmasının sağlanması belki de olmazsa olmaz ilk hedef olmalıdır. Bunu kısa vadede (erimde)  gerçekleştirmek kolay görünmese de işe, siyasal parti tabanları ile sivil toplum örgütlerinin bu doğrultuda etkin, özverili çalışmaları yaşama geçirmesi ile başlaması kaçınılmaz görünüyor.

Bu rasyonel (ussal) hedef gerçekleştiğinde oluşturulmak istenen algı operasyonlarının halkta karşılık bulamayacağı, hatta kurgulanmasından vazgeçileceği açıktır.

Yine demokrasinin olmazsa olmazlarından Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinden sonra 4. güç olan görsel ve yazılı medyanın iktidarın etki alanından çıkarılması, halkın bağımsız ve tarafsız (yansız) haber alma hakkının sağlanması sonucunu doğuracağından, seçimlerin daha adil ve eşit koşullarda yapılması da gerçekleşmiş olacaktır.

Ne yazık ki Anadolu coğrafyasını oluşturan zengin mozaik, yıllardır süregelen etnik ve mezhepsel ayrımcılık politikaları ile oy kazanma hesapları uğruna birbirine düşürülmüş ve düşmanlaştırılmıştır.

Tüm bu mücadelelerin sonuç vermesi; bu gerginlik ve kutuplaşma duvarlarının bir an önce yıkılması, devlet kadrolarında etnik ve mezhepsel kadrolaşmanın önlenmesi ve vakit geçirmeksizin Kuruluş İlkelerine dönülmesi ile olanaklıdır.

Yoz Bir AKP Klasiği Daha : Melih Bulu Sorunu!

http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/yoz-bir-akp-klasigi-daha-melih-bulu-sorunu-prof-dr-ahmet-saltik-1813385

Yoz Bir AKP Klasiği Daha :
Melih Bulu Sorunu!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)

Paraşütle indirme rektör Melih Bulu
‘nun önerileri dikkate alacağını hiç ama hiç umut etmiyoruz.

Çünkü, militanı olduğu siyasal çizginin kendine yüklediği özgörevi ne pahasına olursa olsun yerine getirmeye çabalayacaktır. Çaresizdir Bulu, çünkü bir de Boğaziçi’ne rektör olmak için zat-ı muhteremin hayalleri vardır!?

Kaldı ki istifayı bir an için usundan geçirecek olsa bile, bu yoldakulların‘ biat dışında
seçeneği olmadığından, müritleri göreve atama da, azletme de bir himmet olup,
Reis Hazretleri Cenahına aittir şeksiz şüphesiz.

Ne yapmalı?

En etkili çözüm öğretim üyelerindedir. Kuşkusuz, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının itiraz ve direnci baştan sona yasal ve tümüyle meşrudur.

Üniversite başlıca Yönetim Kurulu ve Senato eliyle yönetileceğinden, bu kurulların üyeleri toplantılarda edilgin direniş gösterebilir. Bu yasal haklarıdır, örn. SUSMA hakkı kullanabilirler.
Bu kurullar karar alamazsa Rektör görev yapamaz; Bay Bulu, felç olabilir. Hocalar yönetsel görev kabul etmezse, 3 rektör yardımcısı atanamaz, Dekanlar da. Çünkü Rektör 3 aday bildirecek ve YÖK bunlardan birini dekan atayacaktır. (Anayasa md. 130/6)

Öte yandan RTE tarafından 2 fakülte kurulması (RG: 05.02.2021 tarih, 3519 s. Cumhurbaşkanı kararı) ve kadrolaşma yolunun açılması işlemi, Anayasa’nın 130. maddesine aykırıdır.
Çünkü; Anayasa md. 130/9 : “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri
ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları… kanunla düzenlenir.”

Cumhurbaşkanına böylesine yetki veren yasa yoktur. Zorlama yorumla böyle bir yetkinin
OHAL kararnamesiyle varlığı savunulacak olursa, Anaysa md. 130/1’de yeralan “kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler” hükmü gereği, üniversitelerin bilimsel özerklik koşulu olarak Fakülte açılmasına kendisinin karar vermesi zorunludur.

Dolayısıyla bu Cumhurbaşkanı Kararı -ki bir İdari işlemdir- hukuka aykırıdır ve Danıştay’da dava edilmesi gereklidir. Davada yasal dayanağın Anayasaya aykırılığı da savlanır. Anılan kararda kamu yararı yoktur ve tümüyle keyfi, siyasal amaçlıdır. Kamu yetkisi ilgililerce kendi ad ve keyiflerine göre değil, ULUS ADINA VEKALETEN kullanılır. Böylesi bir idari işlem iptal davası, Danıştay için de sınama olacaktır.

İktidarın gündem oyunu bu tür girişimler, ülkemizi yakıcı sorunlarından uzaklaştırmakta.
AKP = RTE’nin gerçek amacı da bu olsa gerek!

  • Türkiye’de hala günde yüz insan salgından ölmektedir!
  • Vicdanlar mühürlenmiş, ilgililer ve yandaşlar 3 maymunu oynamaktadır.
  • Toplum, bu vb. sorunlarına yabancılaştırılmaktadır!

Salgın nedeniyle sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel yaşam felç sınırındadır. Biriken çok yönlü sorunlar giderek çözümsüzleşmekte olup, kritik yaşamsal eşiğe dayanmıştır. Bu çok ağır koşullarda yapay Boğaziçi gerilimi sürdürülemez, sürdürülmemelidir. Dileyelim ve önerelim ki
sağduyu egemen olsun; AKP=RTE‘de, YÖK’te, kayyım rektör Bulu‘da.

BOĞAZİÇİ’ndeki yerden göğe meşru direniş ulusal ve uluslararası toplumca desteklenecektir, desteklenmelidir. AKP = RTE bu refleksi ulusal egemenliğe aykırı bir girişim gibi göstererek mağduru oynayamaz. Çağımızda özellikle temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı
iktidar uygulamaları salt o ülkenin iç sorunu görülmemekte; uluslararası toplumun da
sorunu sayılmaktadır. AİHM‘nin bu yönde içtihat nitelikli kararları vardır.
***
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ve her ne hikmetse ayrıca Üniversite Genel Sekreteri zat-ı muhterem Prof. Cevdet Kılıç’ın Boğaziçi eylemleriyle ilgili tweet’i dehşet vericidir.

  • “Boğaziçili misiniz, Boğaz dışılı mısınız onu bunu bilmem, biz eylem falan yapmayız.
    Biz gece vakti işi bitirir ertesi gün işe gideriz bilin istedim.”

Erdoğan bu konuda henüz tek söz etmemiştir ne yazık ki! Niçin? Koro üyeleri uyumla rollerini mi oynamakta? İlahiyatçı Prof. Kılıç neden aynı zamanda genel sekreter? Bu görev akademik değil yönetsel ve yönetim bilimleri, hukuk gibi alanlarda eğitim almışların üstlenmesi gerek.

  • Muhalefet, birlikte ve etkin yöntemlerle karşı koymak üzere yordam geliştirmeli, uygulamalıdır.

Muhalefet, başkaca sorun ve ayrışmaları, bu akut ve ciddi sorun için ayraca alıp ertelemeli
ve topluca Boğaziçi’ne giderek yerinde destek vermeli, çözüm önerileri açıklamalıdır.

Yoz Bir AKP Klasiği Daha… Bay Melih Bulu Sorunu!

Yoz Bir AKP Klasiği Daha…
Bay Melih Bulu Sorunu!

Paraşütle indirme rektör Melih Bulu‘nun aşağıdaki vb. önerileri dikkate alabileceği konusunda hiç ama hiç “umut” taşımıyoruz.

Çünkü, militanı olduğu siyasal çizginin kendisine yüklediği “özgörevi (misyonu)” ne pahasına olursa olsun yerine getirmeye çabalayacaktır. Çaresiz görünmektedir Bulu, çünkü bir de bu Üniversiteye rektör olmak için zat-ı muhteremin “hayalleri” vardır!?

Kaldı ki, “istifayı” bir an için olsun usundan geçirecek olsa bile, “bu yolda” ‘kulların‘ biat dışında bir seçenekleri olmadığından, müritleri göreve atama da, azletme de bir “himmet” olup, Reis Hazretleri Cenahına aittir “şeksiiiiz ve de şüphesiz”..
***
Peki ne yapmalı??

En etkili çözümlerden biri öğretim üyelerinin elindedir.
Kuşkusuz, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının sergilediği itiraz ve direnç baştan sona yasal, anayasal, hukuksal ve de tümüyle meşrudur.

Ancak Üniversite başlıca Yönetim Kurulu ve Senato eliyle yönetileceğinden, bu kurulların üyeleri toplantılarda edilgin (pasif) direniş gösterebilirler. Bu da yasal haklarıdır, örn. “SUSMA” hakkını kullanabilirler ve bu kurullar karar alamazsa Rektör görev yapamaz, Bay Bulu, felç olabilir.

Ayrıca hocalar yönetsel görev kabul etmez ise, 3 rektör yardımcısı atanamayabilir..
Dekanlar da.. Çünkü Rektör 3 aday bildirecek ve YÖK bunlardan birini dekan olarak atayacaktır. (Anayasa md. 130/6)
Enstitü Müdürlükleri de bu sıralamada önemli yönetsel görevlerdir.

Öte yandan RTE tarafından 2 fakülte kurulması (RG: 5 Şubat 2021 tarih ve 3519 sayılı Cumhurbaşkanı kararı) ve kadrolaşmanın yolunun açılması işlemi, açıkça Anayasa’nın 130. maddesine aykırıdır. Çünkü;

Anayasa md. 130/9 : “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları…. kanunla düzenlenir.”

Cumhurbaşkanına böylesine bir yetki veren yasal düzenleme yoktur. Zorlama yorumlarla böylesi bir yetkinin OHAL kararnameleri üzerinden varlığı savunulacak olsa da Anaysa md. 130/1’de yer alan “… kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler” vurgusu (buyurucu hükmü) gereği, üniversitelerin bilimsel özerklik koşulu olarak Fakülte açılmasına kendilerinin karar vermesi zorunludur. Dolayısıyla söz konusu Cumhurbaşkanı Kararı -ki bir İdari işlemdir- hukuka aykırıdır ve Danıştay’da yönetsel yargıya götürülmesi gereklidir.

Anılan kararda en azından kamu yararı hiçbir biçimde bulunmamaktadır, hizmet gereği de değildir ve bütünüyle keyfi, siyasal amaçlıdır. Oysa kamusal yetkiler ilgililerce kendi adlarına ve keyiflerine göre değil, ULUS ADINA VEKALETEN kullanılmaktadır, kullanılmak zorundadır. Böylesi bir idari işlem iptal davası, Danıştay açısından da bir varlık / yokluk sınaması – sınavı olacaktır.

İktidarın gündem oyunu da olan bu tür gelişmeler, ülkemizi gerçek ve yakıcı sorunlarından uzaklaştırmaktadır. AKP = RTE’nin gerçek amacı tam da bu olsa gerektir!

  • Türkiye’de hala günde 100 (yüz!) dolayında insan salgından ölmektedir!
  • Vicdanlar mühürlenmiş, ilgililer ve yandaşlar 3 maymunu oynamaktadır.
  • Toplum, bu vb. sorunlarına yabancılaştırılmaktadır ki, bu oyun tek sözcükle iğrençtir!

Salgın nedeniyle sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel yaşam felç sınırındadır.
Biriken çok yönlü sorunlar giderek çözümsüzleşmekte olup, kritik yaşamsal eşiğe dayanmıştır.

Bu çok ağır koşullarda üstelik yapay Boğaziçi gerilim tablosu sürdürülemez, sürdürülmemelidir.

Dileyelim ve önerelim ki Sağduyu pek çok alanda egemen olsun..
Örn. başta AKP = RTE‘de, YÖK’te, Bay kayyım rektör Bulu‘da..

BOĞAZİÇİ’ndeki yerden göğe meşru, hukuksal, yasal direniş ulusal ve uluslararası toplumca kuşkusuz, doğallıkla desteklenecektir, desteklenmelidir. AKP = RTE bu refleksi ulusal egemenliğe aykırı bir girişim (müdahale) gibi göstererek iç kamuoyuna karşı mağduru oynayamaz.

Çağımızda özellikle demokrasiye, hukuk devletine, temel insan hak ve özgürlüklerine açıkça aykırı iktidar uygulamaları salt o ülkenin iç sorunu olarak görülmemekte; uluslararası toplumun da sorunu sayılmaktadır. AİHM‘nin bu yönde içtihat niteliği kazanmış istikrarlı kararları vardır.
***
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ve her ne hikmetse aynı zamanda Üniversitenin Genel Sekreteri olan zat-ı muhterem Prof. Cevdet Kılıç’ın Boğaziçi Üniversitesi eylemleriyle ilgili tweet iletisindeki sözleri tam anlamıyla dehşet vericidir.

  • “Boğaziçili misiniz, Boğaz dışılı mısınız onu bunu bilmem, biz eylem falan yapmayız. Biz gece vakti işi bitirir ertesi gün işe gideriz bilin istedim.”Erdoğan bu konuda henüz tek söz etmemiştir ne yazık ve ne hazindir ki!? Niçin acaba?
    Koro üyeleri (elemanları) “uyum içinde” rollerinin gereğini mi yerine getirmektedir??
    İlahiyatçı Prof. Kılıç neden aynı zamanda bu üniversitenin genel sekreteridir?
    Bu görev akademik değil yönetsel (idari) bir görevdir ve yönetim bilimleri, hukuk.. gibi alanlarda eğitim almış deneyimli kamu yöneticilerinin üstlenmesi gereken bir görevdir.
  • Sorunun çözümü için Muhalefet, birlikte ve etkin yöntemlerle karşı koymak üzere yeni ve işler yordamlar (stratejiler) geliştirmeli ve hızla uygulamaya koymalıdır.
    Örneğin Muhalefet, başkaca sorun ve ayrışmaları, bu “akut ve ciddi sorunsal” için ayraç (parantez) içine alarak ertelemeli ve topluca Boğaziçi Üniversitesi’ne giderek yerinde destek vermeli, çözüm önerilerini ulusal ve uluslararası kamuoyuna net bir kararlılıkla açıklamalıdır.Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 11 Şubat 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Anayasa Hukuku Doktora Öğrencisi
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Türk Tabipleri Birliği : “İnsan Hakları İhlalleri ve İyi Hekimlik”

ttb_logosu“İnsan Hakları İhlalleri
ve İyi Hekimlik”

10 Aralık 2016, Cumartesi, Gazi Mustafa Kemal Bulv. Şehit Daniş Tunalıgil Sok 2/17-23, Maltepe – Ankara

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)


10.00 AÇILIŞ
10:15-11-30
I. Oturum: Beden Bütünlüğü /
Medikal kastrasyon  (Hadım cezası)

Oturum Başkanı: Dr. Vedat Bulut
Dr. Koray Başar: Cinsel suç ruhsal bozukluk mudur? Psikiyatrik tedavinin suçun yinelemesine etkisi olur mu?
Dr. Nüket Örnek  Büken: Kişinin bedenine dokunulabilir mi?
Dr. Lale Tırtıl:  Tecavüz /cinsel suçlar bir şiddet mi yoksa hormonal hastalık mı?

11.30-12-30 

  1. Oturum: OHAL’de öğrenim ve çalışma hakkı ihlalleri
    Oturum başkanı: Dr. Taha Karaman
    Dr. Mihriban Yıldırım: Yaşanmış örnek üzerinden eğitim hakkının ihlali
    Dr. Kerem Altıparmak : OHAL hukuku ve eğitim ve çalışma hakkının ihlal edilmesi

12.30-13.30 YEMEK ARASI 

13.30 -15.15
III: Oturum: Olağanüstü hallerde insan hakları ihlalleri
Oturum başkanı: Dr. Halis Yerlikaya
Dr. Cem Kaptanoğlu: İşkence nedir, insanı nasıl etkiler
Dr. Ayşe Uğurlu: İstanbul Protokolü’nün uygulanması
Dr. İbrahim Halil Mert: Sokağa çıkma yasaklarında insan hakları ihlalleri
Dr. Kamiran Yıldırım: Cizre’de yaşanan insan hakları ihlalleri
Av. Gülseren Yoleri:  10 Aralık 2015 – 10 Aralık 2016 tarihleri arasında Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri

ARA; 15:00-15.30
15.30-17.00

  1. Oturum: İnsan Hakları İhlalleri ile Mücadele
    Oturum Başkanı: Dr. Deniz Erdoğdu
    Dr. Taha Karaman : Travma ile baş etme
    Dr. Ümit Biçer :TİHV’de  İşkenceyi raporlama ve tedavinin planlanması
    Av. Gülseren Yoleri: Raporların değerlendirilmesi ve insan hakları mücadelesi
    =============================Dostlar,

Bilindiği gibi, tıp doktoru olmamız nedeniyle biz de Türk Tabipleri Birliği‘nin
Ankara Tabip Odası üyesiyiz. Bu toplantının öğleden önceki bölümüne katılacağız.

Yarın, 10 Aralık 2016 günü DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ..

Gerekçesi ise İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (İHEB – UDHR) BM
(Birleşmiş Milletler) tarafından kabulünün 68. yıldönümü..

Evet, İnsan Haklarının 20. yy’da, somutlaşmış en ileri aşamasının belgesidir bu Bildirge..

Uygarlık, temel insan hak ve özgürlükleri adına son derece sevindirici, bir küresel uzlaşma metnidir. Taa 1215’lerde İngiltere Kralı Yurtsuz John’a doedal aristokratlarca dayatılan
Magna Carta Libertatum‘dan İHEB‘e.. 733 koca yıl geçmişti İHEB ilan edildiğinde..
Köle Spartaküs‘ün ayak bileğindeki tutsaklık – kölelik zincirini ayrımsayarak (fark ederek)

* Bu zincir benim ayağımda ne arıyor??
diye sorarak isyanının özerinden ize neredeyse 1900 yıl geçmişti 1948’e geldiğimizde..
Çoook kanlı oluştu Bu Bildirge‘ye (İHEB) ulaşma savaşımız ve Çağlar geride kalmıştı..

21. yy’a yaklaşırken, çeyrek yy kadar öncesinden gönlümüzden geçirdiğimiz, bu Bildirge’nin
21. yy. ya da 3. Binyıl (Millenium) sürümünü (versiyonunu) yaratabilmek idi..

Ne var ki emperyalizm Küresel ölçekte yaşamın hemen her alanına abanıyor ve yabanıl (vahşi) kapitalizmi dayatıyordu.. Bu yüzden epey mevzi yitirdik, İHEB surlarında çoook gedikler açıldı.. Günümüzde neredeyse örtük ve vekaleten, şimdilik bölgesel sınırlama ile bir 3. Dünya Paylaşım Savaşı içindeyiz ne acı ki!

Biz de yarın, üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği‘nde bir konferans vereceğiz:

  • İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 68. Yılnda En Temel İnsan Hakkı :
    Sağlıklı Yaşam Hakkı

Duyuru görselini sitemiz manşetine koyduk.. 10 Aralık 2016 Cumartesi, saat 14:00 – 16:00, Necatibey Cd. 13/13, Sıhhiye  – Ankara..

Her 2 toplantıyı da bilgi ve ilginize sunmak isteriz.

Emek verenlere, vereceklere, bize konferans olanağı sunanlara teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile.
10 Aralık 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL HULUSİ AKAR’IN CUMHURİYET BAYRAMI MESAJI

SAYIN GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL HULUSİ AKAR’IN CUMHURİYET BAYRAMI MESAJI (29 EKİM 2016)

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bugün, asil Türk milletinin, 93 yıl önce, Ebedî Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde, “Ya istiklal ya ölüm!” parolasıyla başlattığı “Kurtuluş Savaşı”nın, destansı fedakârlık ve kahramanlıklar sergilenerek, emsali görülmemiş bir zaferle sonuçlandığı ve bu şanlı zafer neticesinde de milletin karakterine en uygun yönetim biçimi olan Cumhuriyet’e ulaştığımız günün yıl dönümüdür.

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!

Asil Türk milletinin kendine olan özgüvenini ve güçlü yarınlara ulaşma iradesini yansıtan Cumhuriyet; uygarlık yolunda ilerlemenin kaynağını teşkil etmiştir. Çatısı altında toplananları, her türlü tehditten koruyan Cumhuriyet, ulusal birlik ve beraberliğin en büyük güvencesi ve Aziz Türk milletini, muasır medeniyet seviyesine ulaştıracak adımların en önemlisi olmuştur.

Kendisine esaret gömleği biçenlere rağmen milletimizin dünya milletleri arasında hak ettiği saygın yeri alması, gerek iç gerek dış düşmanlarımız için tarihi bir ders olmuştur. Hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, önünde uzanan aydınlık yolda emin adımlarla ilerleyerek ve benimsediği evrensel ilkeleri muhafaza ederek, yüksek değerleri ve hedefleri doğrultusunda uygar dünyanın onurlu ve seçkin bir üyesi olmayı dün ve bugün olduğu gibi yarın da sürdürecektir.

Milletin hayatı, ülkenin istiklali ve vatanın bölünmezliği tehlikeye düştüğünde; TSK, milletimizin çelikleşmiş iradesinin bir göstergesi olmuş ve bütün halkımızla birlikte, ordu-millet gerçeğini tüm dünyaya göstermiştir. Ordumuz, her türlü dış etkiden uzak “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine ve yasalara sımsıkı sarılarak, hain emellerin karşına aşılmaz bir kale olup dikilmiştir. Bu dik duruşun en canlı örneği, 15 Temmuz’da görülmüştür. Milletine ihanet etmekle kalmayıp birtakım odaklara uşaklık etmeyi planlayan hainler; tarihte görülmemiş bir alçaklıkla tüm kutsallarımıza saldırmaya kalkışmışlar ancak TSK’nın kahir ekseriyeti ile milletimizin fedakâr ve onurlu duruşu karşısında hüsrana uğratılmışlardır.

Köklü tarihimizin her döneminde görüldüğü üzere, Samsun’da ateşlenen özgürlük meşalesinin, adım adım Cumhuriyet güneşine dönüşmesinde Millî Ordumuz vazifesini layıkıyla yerine getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve onun temel değerlerinin korunması ve yaşatılması uğrunda Ordumuzun her mensubu, birer cumhuriyet muhafızı olarak devletimizin ve sinesinden çıktığı milletimizin emrinde ve daima görevinin başında olmaya devam edecektir. Ülkenin huzur ve güvenliğini hedef alan her türlü terör ve tehditle ortak amaç uğrunda; sivil-asker demeden jandarma, polis ve korucularımızla omuz omuza; büyük bir uyum ve koordinasyon içinde mücadele ediyoruz.

Yurt içinde ve yurt dışında yürüttüğümüz Terörle Mücadele, Fırat Kalkanı Harekâtı ve diğer faaliyetlerimiz icra ve destek şeklinde, son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar devam edecektir. Bu harekâtlar, bir tek masum insanın kılına dahi zarar vermeden ve hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan sürdürülmektedir. Ülkemizin güvenliği ve millî namusumuz olan sınırlarımızın korunması için uluslararası hukuktan aldığımız meşru müdafaa hakkımıza dayalı olarak, tehdit ve tehlike sınır ötesinde bertaraf edilmektedir.

Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle; milletimizin özgür, müreffeh ve onurlu bir toplum olarak birlik ve bütünlük içinde yaşayıp her alanda ilerlemesinin teminatı olan Cumhuriyeti, büyük zorluk ve fedakârlıklara katlanarak kuran ve bizlere emanet eden Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve İstiklal Savaşı’nın kahraman komutanlarını; özveri ve kararlılıkla sürdürmekte olduğumuz Terörle Mücadele Harekâtı’nda, 15 Temmuzda ve sınır ötesi faaliyetlerde şehitlik mertebesine ulaşan silah arkadaşlarımız, Jandarma mensuplarımız, polislerimiz ve korucularımız başta olmak üzere kanlarını, canlarını bayraklaşan vatan topraklarına feda eden bütün aziz şehitlerimizi rahmet ve saygıyla, kahraman gazilerimizi minnet ve şükranla anıyorum.

Aynı zamanda şehit ve gazilerimizin kıymetli aile bireylerinin, hayatta olan kahraman gazilerimizin, Silahlı Kuvvetlerimizin fedakâr mensuplarının ve değerli aile bireylerinin, emekli mensuplarımızın, köy korucularımızın ve yüce milletimizin Cumhuriyet Bayramı’nı en içten dileklerimle kutluyor; kendilerine sağlık, mutluluk, huzur ve başarı dolu günler diliyorum.

  Hulusi AKAR
  Orgeneral
  Genelkurmay Başkanı

Şu son Yönetmelik değişikliği ile Garnizon Komutanlarının resmi törenlerde devlet protokol listesinden çıkarılması sabırları zorlayan, adeta tahrik eden bir idari düzenlemedir. Derhal geri alınmalıdır. Dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde resmi bayramlarda Ordu – Halk ve ülke yöneticileri 3’lüsü birliktelik ve güç görünümü verirler iç ve dış kamuoyuna.. AKP’nin bu korkusu, akıldışılığı, kompleksi… niyedir??

Kimler yönlendiriyor AKP iktidarını??

El insaf artık! Efendiler bu saçmalığa hemen son veriniz ve yarın, 29 Ekim 2016 günü Atatürk anıtlarına çelenk sunumu ve saygı duruşunda Garnizon komutanlarımız hak ettikleri yerde, Vali – Kaymakamın hemen sağında yerlerini alsınlar.. Halkın temsilcisi Belediye başkanı da öbür yanda.

Devlet, Yurttaş ve Ordu birlikteliği.. ne güzel.. Bundan yararlanalım ve koruyalım..

Tüm uygar – gelişmiş ülkelerde ulusal bayramlarda törenler bu 3’lü ile olur.. Google’de küçük bir görsel araştırması yeterli olacaktır. Bunu da AKP yetkililerine anımsatmak isteriz.

En büyük bayramımız bir kez daha kutlu ve mutlu olsun!

Büyük ATATÜRK‘e, kahraman dava ve silah arkadaşlarına, tüm şehit ve gazilerimize ödenemez borcumuzun ilk adımı, CUMHURİYETİMİZİ SONSUZA DEK YAŞATMAKTIR!

Başı dik ve onurlu olarak, tam bağımsız ve 1. sınıf bir demokrasi olarak, halkını erinç (huzur) ve gönence (refaha) eriştirerek, temel insan hak ve özgürlüklerini tam olarak yaşama geçiren, dünya bilim-sanat-kültürüne özgün katkılar veren, anti-emperyalist, mazlum bir örnek ülke ve halk olarak.

Her şeye ve tüm iç – dış engellere karşın biz Mustafa Kemal’in çocukları başaracağız!

En büyük bayramımız kutlu ve mutlu olsun! 
YAŞASIN ATATÜRK – TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZ!

Sevgi ve saygı ile.
28 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsalı


14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsal
ı

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası (ATO) İşçi Sağlığı Kolu‘nun
çalışkan ve emektar üyeleri, emekten yana çalışanları, yılların değerli
çalışma arkadaşlarımız 14 Mart 2014 Tıp Haftası bağlamında bir panel düzenliyorlar.

Biz de bu Kol’da uzun yıllar örgütümüz TTB’ye (Türk Tabipleri Birliği) hizmet verdik.. 10 yılı aşkın bir süre ülkemizin her yerinde yaklaşık 100 (yüz!) dolayında İşyeri Hekimliği Sertifika Kurslarında eğitici, planlayıcı, değerlendirici, akademik sorumlu.. gibi görevleri yürütmeye çalıştık. Makul ücretlerle, asla “kâr” amacı gütmeden TTB,
bu kursları üyeleri için sürdürdü ve hatırı sayılır maddi girdi de elde etmiş oldu.
100’e yakın kursta, 10 yıl gibi bir sürede biz de her kursta 200 – 250 dolayında hekim hesabıyla 20 – 25 bin meslektaşımızın İşyeri Hekimliği Sertifikası edinmesinde
çorbaya tuz katabildik sanırız.

Bu programları ilk kez 1988’de dönemin TTB Başkanı Prof. Dr. Nusret H. Fişek başlatmıştı. Prof. Fişek Türkiye’de çağcıl (modern) anlamda Halk Sağlığı Bilimlerini kuran kişi oldu. 1963’te Hacettepe Tıp Fakültesi eğitime başlamıştı (önce Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı olarak). Prof. Dr. İhsan Doğramacı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi idi. Prof. Fişek de..

Prof. Fişek 1961’de 27 Mayıs Devrimcilerinin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olmuştu (Bakanlık önerisini kabul etmemesi üzerine Prof. Ragıp Üner Sağlık Bakanı olmuştu). 1965’te Süleyman Demirel başkanlığında ilk AP (Adalet Partisi) hükümeti kurulduğunda Prof. Fişek (o tarihte Doçent idi) Müsteşarlık görevinden alınmıştı. Danıştay uğraşlarının ardından Doç. Fişek, İstanbul Tıp Fakültesi‘nden sınıf arkadaşı Prof. İhsan Doğramacı ile birlikte Hacettepe Üniversitiesi Tıp Fakültesine (HÜTF) geçmişlerdi. Burada, 1750 sayılı Üniversiteler Yasası ve Hacettepe Üniversitesi Kuruluş Yasası (1967 tarih ve 892 sayılı yasa) kapsamında Toplum Hekimliği Bölümü Hacettepe Tıp Fakültesinde örgütlenmişti. HÜTF’nin 3 sacayağı vardı :

1. Temel Tıp Bilimleri Bölümü
2. Klinik Tıp Bilimleri Bölümü
3. Toplum Hekimliği Bölümü

Nusret hoca bu Bölüm’ün başkanlığını ve Üniversitenin Rektör yardımcılığını,
Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığını yaptı yıllarca. Biz de O’nun HÜTF’de
tıbbiye öğrencisi ve sonra da Toplum Hekimliği Bölümü‘ünde asistanı olma onurunu yakaldık.

12 Eylül sonrasında Rektör Prof. Doğramacı 2547 sayılı YÖK yasası ve sistemini getirdi; 12 Eylülcülerle bütünleşmişti. Toplum Hekimliği Bölümü, Anabilim Dalı’na indirgendi. Nusret hoca 67 yaşında emekli oldu / edildi ve boş durmayarak
TTB Genel Başkanlığına seçildi.. Halk Sağlığı’na hizmet kesintisiz sürecekti..

Bu görevi sırasında, 6023 sayılı TTB Yasası’nın 5. maddesi bağlamında
İŞYERİ HEKİMLİĞİ SERTİFİKA PROGRAMI başlattı ve bu belgesi olmayan hekimlere
İşyeri Hekimliği yapma izni verilmemeye başlandı. Bu kurslar ilk 10 yılında olgunlaştı.
Prof. İsmail Topuzoğlu, Prof. Nazmi Bilir… özveri ile çalıştılar.

Biz 2. onyılda 1990 sonrası, 2000’ler başına dek görev alan 2. takımda yer aldık.
Prof. Turhan Akbulut, Dr. Haldun Sirer, Dr. Nazif Yeşilleten… ile birlikte çalıştık.
Dr. Sedat ABBASOĞLU TTB İşyeri Hekimliği çalışmalarının eşgüdümünü sağlıyordu.

Bu dönemde TİSK ile karşı karşıya gelindi. TİSK, 6023 sayılı yasanın 5. maddesi bağlamında Tabip Odalarının izin yetkisini tanımak istemiyordu.

Yükselen neo-liberal yeni dalga ile patron, dilediği hekimle dilediği koşullarda
kutsal serbest piyasa yasaları bağlamında sözleşme yapabileceğini düşünüyordu. Hukuksal savaşım yıllarca sürdü.. taa ki yasal düzenleme ile söz konusu Tabip Odası yetkisinin geleneksel sermaye – iktidar ortaklığı ile içi boşaltılana dek..

Günümüzde geldiğimiz yer ortada.. Hemen her alan, sermayenin istekleri (buyrumu!) ile AKP iktidarınca mevzuat olarak düzenlenmekte.

Ortak İşyeri Sağlık Güvenlik Birimleri (OİSGB) de benzer koşullarda ortaya çıktı.
Yönetmelikle yürürlüğe kondu :

  • İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ İLE ORTAK SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK (RG : 15.8.2009, sayı 27320)

İşte TTB – ATO ve değerli çalışma arkadaşlarımız bu sorunu masaya yatıracaklar.

Duyuru posteri ve içeriği aşağıda..

OSGB_Paneli_ATO

ANKARA TABİP ODASI
14 MART TIP BAYRAMI ETKİNLİKLERİ

TAŞERON OSGB YAPILANMASI VE İŞÇİ SAĞLIĞININ GELECEĞİ PANELİ

KOLAYLAŞTIRICI; Dr.SEDAT ABBASOĞLU, ATO-İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kom.
KONUŞMACILAR ;
Prof. Dr. ONUR HAMZAOĞLU, Kocaeli Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Mak. Müh. ERTUĞRUL BİLİR, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
Dr. ERCAN YAVUZ, TTB İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kolu Başkanı 
YER: ÇANKAYA BELEDİYESİ ÇAĞDAŞ SANATLAR MERKEZİ
KENNEDY CAD. NO:4 KAVAKLIDERE
TARİH: 16 MART 2014 PAZAR, SAAT : 14.00 – 17.00 www.ato.org.tr

*****

Unutulmasın ; Avrupa Sosyal Şartı (European Social Charter) madde 3 :

* “Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.”

Bir şey daha unutulmasın;

* Bu metin Avrupa Konseyi‘nindir, 1961 tarihlidir ve 1989’da kimi çekincelerle
iç hukuka mal edilmiştir; Türkiye bu Şart‘a, uluslararası hukuk terminolojisiyle
taraf olmuştur“.
* Dolayısıyla, Anayasa md. 90/son fıkra uyarınca bu Şart, yasa değerinde olup,
iç yasalarla çelişmesi durumunda üstün hukuk normudur. Dahası, temel insan
hak
ve özgürlükleri ile ilintili olduğundan, aynı Anayasa maddesi uyarınca,
Anayasamıza aykırılığının ileri sürülmesi de olanaklı değilir.

Türkiye bir hukuk devleti olacaksa, yapılacaklar bellidir. Yalnız “işçiler” değil
Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.

OİSGB de bu bağlamda yapılandırılmak, işlevlendirilmek durumundadır.

  • Türkiye işvereni, artık, neo-liberalizm maskesiyle yabanıl (vahşi) kapitalizmi dayatan arkayik engellerinden kurtulma olgunluğunu gösterebilmelidir.

Değilse, hiç abartı sayılmasın, 1871 Paris Komünü‘nün post-modern versiyonlarının ülkemizde de yaşanacağı ve emeğin haklarını er ya da geç mutlaka, söke söke alacağı, tarihsel diyalektik pratiğinin şaşmaz (deterministik) çıkarımıdır.

  • Küresel – yerli sermaye ortaklığı, yeni Emile Zola’lar (Germinal),
    Victor Hugo’lar (Sefiller)…
    doğmasını zorlamamalıdır.

Herkese kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
11 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Makalenin pdf formu :
14_Mart_Tip_Haftasi_Nedeniyle_Turkiye’de_Isci_Sagligi_Guvenligi-Sorunsali

SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMİNDE NELER SÖYLEDİK??


SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ, KOLLUK VAHŞETİ ve R.T. ERDOĞAN ÜZERİNDEN;
HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ

Dostlar,

Sessiz Çığlık” eyleminde bu Cumartesi de katıldık.
Kitle sayısal olarak önceki haftadan daha küçüktü.
Ankara tatile çıkıyor galiba.. diye düşündük.
Ama tekerlekli sandalyesinde bir kadın da oradaydı!
Hasdal’da, Hadımköy’de, Maltepe’de, Silivri’de, Sincan’da… zindanlarda tutsak
ya da rehin alınan asker – sivil yurttaşların yakınları idi gene bir avuç..

Ellerinde “sevdiceklerinin” fotoğrafları vardı.. Yer yer kollarının var gücüyle yukarı kaldırıyor, yorulunca da sıkı sıkı göğüslerine bastırarak tutuyorlardı.

Kadınlar, ağızları bağlı örgü örüyorlardı. Hava çok sıcaktı..

Bir gezgin (mobil) sesbüyütürden (hoparlör) marşlar çalınıyordu…
Güzelim Harbiye Marşı da!
Basın olarak Ulusal Kanal ve Başkent TV dışında mikrofon görmedik ama
en az 5-6 kamera üçayaklarının (tripod) üzerinde çekim yapmaktaydı.

Geçen hafta, birşeyler söylemek istediğimizi düzenleyiciye belirtmiştik. O hafta tümüyle “sessiz çığlık” idi yapılan.. Ağızlar bağlı, kadınlar eşlerine çorap – hırka vb. örüyor; fotoğraf ve posterler de zaten dilsiz..

Siyasal iktidar belki bu “dil” den anlardı !?

Ama olumlu gelişen bir şey olmuyordu..

Bu hafta ilk sözü, Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüz aldılar. Bırakalım hukukun özünü, yani her somut olayda gerektiğinde hukuk yaratarak adaleti gerçekleştirmeyi; apaçık, net, pozitif hukuk kurallarının (normlarının) bile nasıl ayaklar altına alındığından örnekler verdi. Uluslararası normların da.. Dehşet verici bir tablo idi. Çünkü Hukuk içinde kalarak hak arama ve adaletsizliği dışlama (bertaraf etme) olanağı kalmamıştı.. Peki ne yapılacaktı?

Karşımızda hukuku pervasızca çiğneyen, yargıyı büyük ölçüde siyasallaştırmış bir iktidar vardı. Nasıl savaşım verilecekti? Silahlar denk değildi.. Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüzü dinlerken kafamızda bu acı çağrışımlar dolaşmaktaydı.

*******************

Pablo_Neruda_Halkin_gercek_gucu

Mikrofon bize uzatıldığında aşağı – yukarı ve şunları söyledik (yazarken eklemeler yaptık) :

Ülkemizin değişik zindanlarında yıllardır tutsak / rehin alınan asker – sivil yurttaşlarımızı saygı ve sevgi ile selamlıyoruz. Verdikleri ulusal dava savaşımının (mücadelesinin) ortaklarıyız.

Bu günler de elbet bitecektir. Onurlu ve dik duruşları nedeniyle onlarla övünüyoruz..

Biz bu gün burada salt bilimsel bir değerlendirme yapacağız. 40 yılı aşan tıp birikimimizi
öne çıkaracağız. Politik söylemler iktidarı çok rahatsız ediyor. Belki bilimsel gerçekler işe yarar??

Pekii.. Bir canlı, bir toplum neden ÇIĞLIK atar?

Tehlikede olduğunu, yardıma gereksinimi olduğunu başkalarına duyurmak için..
Bu davranışın Tıpta, Psiko-biyolojide karşılığı, Hans Selye’nin STRES KURAMI’dır. Canlılar strese sokulduklarında ÇIĞLIK atarlar.
Bu çığlık doğası gereği seslidir ve hatta olabildiğince yüksek şiddette
(dBA) ve tizdir ki duyulma olasılığı artsın.

Ne var ki, 1 yıla varan süredir bu eylemler SESSİZ ÇIĞLIK olarak yürütülüyor.
Hem çığlık atılacak hem de bu eylem, doğasına aykırı olarak SESSİZ olacak!
Aşkolsun bu halka, helal olsun bu insanların sabır, olgunluk ve yaratıcılıklarına!
Ancak bu sessiz çığlıkları da duyan yok! Oysa seslisinden etkili olur diye umulmuştu!

Çare neydi? Çare, hükümeti rahatsız edecek eylemlerde.. Bu belirlemenin de payı olsa gerek ki, 1 aydır bu kez “İNTİFADA” (sesli mi sesli çığlık!) sergilenmekte. İşte bu tablo siyasal iktidarı epey ürküttü ve o ölçüde de orantısız şiddet hatta vahşet kullanmaya başladı.

Oysa sağduyunun gereği, bu insanların ne dertleri olduğunu anlamaya çalışmayı gerektiriyordu. Ardından da demokratik uzlaşma kültürünün gereği olarak istemleri olabildiğince, hukuk içinde karşılamak..

Ne ki, tam tersini gözlüyoruz.. Gittikçe artan kolluk şiddeti..
Bu bir kısır döngüdür ve Sistem Kuramı’na göre yıkım doğurur.
Yıkılacak olan Halk değilse kimdir? Elbette siyasal iktidardır!

– 5 insanımız öldü,
– 13 insan gözünü yitirdi,
– çok sayıda insanın yüzünde sabit izler kalacak
(Adli tıp deyimi ile Çehrede sabit eser)..
– 60 dolayında ağır yaralı var. Kafatası kırılanlar, kaburgaları kırılanlar,
halen yoğun bakımda olanlar..
– 8 bini aşkın resmi kayıtlı yaralı var..

Bir de milyonlarca gönlü kırıklar..
Yani psişik travma alanlar ki olumsuz etkileri bırakın yaşam boyu sürmeyi, kuşaklar boyunca aktarılabilecek olanlar.. Özellikle can yitikleri!

Ne oluyoruz?? Ülkede iç savaş mı var??

Ve araçlarını bu denli ölçüsüz, orantısız, hukuk dışı ve yaralama – öldürme erekli kullanan polise parasal ödül (Osmanlı Ulufesi?) 2 anlama gelebilir :
Ya açık bir psikolojik savaş ya da tam bir düşünsel karmaşa (mental konfüzyon)!
İki seçenek de birbirinden sakıncalı AKP yönetimi ve ülkemiz için.

Çok talihsiz bir saptama ki, ülkenin tepe yöneticisi “kör gözüm parmağına” tutumu içinde. Hem de inatla, gözü kara biçimde.. Kolluk tek tutamağı gibi, tek koruyucusu gibi, öylesine bir algı içinde. Halkının en az yarısını kendisine “düşman” görmekte.
Oysa demokraside ötekileştirme yoktur, çoğunluk baskısı olamaz, çoğulculuk temeldir. En az sayıdaki insanların bile hakları korunur. İktidarınız değil %50 (ki gerçekte matematiksel olarak hiç %50 olmadığı gibi halen çok daha düşük, AKP azınlık iktidarı!), % 80 bile olsa, mutlak sınırlarınız vardır :

TEMEL İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ!
Bunun da çerçevesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – AİHS‘dir ve
Türkiye bu Sözleşme’ye taraftır, hukuksal olarak bu üstün hukuk normlarıyla bağlıdır (Anayasa md. 90)!

  • Bu olaylar AİHM’ne taşınacak ve Türkiye çok sayıda davada ciddi mahkumiyetler alacaktır. AKP iktidarının siyasal – tarihsel ömrü ve işlevi tamam olmuştur.

Toplumsal olaylarda kolluk, güvenlik önlemi alırken, sağlık hizmetleri için de koridorlar açmak zorundadır. YAŞAM HAKKI kutsaldır ve her şeyin üzerindedir. Devletin de
1. görevi yurttaşın can – mal güvenliğini sağlamaktır. Polis bunu becerememekte,
Sağlık Bakanlığı da görevini gereği gibi yapmamaktadır. Oluşan kabul edilemez hizmet boşluğu, gönüllü hekimler tarafından Türk Tabipleri Birliği örgütlemesi ile kapatılmaya çalışılmış ve çok sayıda acil sağlık hizmeti gereksinimi yerinde karşılanmıştır.
Bu yapılmasa idi tablo çok daha ağır olabilirdi. Hükümet en azından bu katkıyı şükranla karşılamak yerine, bir başka irrasyonel davranışla sağlık personelini ellerini
arkadan kelepçeleyerek
gözaltına almıştır! Yetkili Cumhuriyet savcısı bu açık yasa dışı davranışa nasıl göz yumabilir? Bırakın arkadan kelepçelemeyi, normal kelepçenin de koşulları yoktur! Bu kişilerin kaçma olasılığı, kendisine ya da çevresine zarar verme olasılığı.. Hangisi vardı? Üstelik elleri arkadan kelepçelenen insanın özel olarak korunması gerekir.. Gözaltına alınırken itilir kakılırsa ve düşerse kendisini ciddi – ağır yaralanmalardan nasıl korur? Yoksa amaç – murat tam da bu mudur? Tam da bu tür vahşet midir parasal ödül (başa bela Yeniçeri ulufesi!) getiren? Oysa sağlık çalışanlarının savaşta bile dokunulmazlığı vardır. Kendilerine ateş edilmez,
tutsak alınmazlar.. Hipokrat yemini ve Tıbbi Deontoloji Tüzüğü,
hekimleri her durumda gereksinim sahiplerine tıbbi yardımla yükümlü kılar.

Bir de Sağlık Bakanlığı’nın soruşturma işlemi.. Tam bir trajik-komedi!
Türkiye Barolar Birliği Sağlık Bakanlığı hakkında, çok yerinde bir girişimle
suç duyurusunda bulundu. Türk Tabipleri Birliği de bugünkü kongresinde Bakanlığı kınadı ve bu yardımın gerektiğinde sürdürüleceğini açıkladı
(Başkan, tıbbiyeden sınıf arkadışımız sevgili Prof. Özdemir Aktan’ın ağzından).

  • Biz de diyoruz ki; BARİ SAVAŞ HUKUKU UYGULAYIN!

 

Sessiz_ciglik_konusmamiz_30.6.13

 

 

 

 

 

 

 

Polisin kullandığı basınçlı suya gelince : Bir kez basıncı çok yüksek, çarptığı insanları savurup yere seriyor.. Bu ciddiyaralanma, sakatlanma hatta ölüm riski demektir. Gözünüze gelirse kesin olarak parçalar ve kör edebilir. Bu bakımdan basıncının azaltılması ve 45 derece açı ile yere sıkılması gerekir. En fazla diz altı düzeyinde insana sıkılabilir çok zorunlu kalınırsa..

İçine “ilaç” koymaya gelince.. İstanbul Valisi beyefendi “Suya kimyasal değil ilaç konuyor” buyurmuş. Özürü kabahatini öyle aşkın ki.. Bir kez ilacı yalnız hekimler kullanır. Böylesi bir amaçla kullanımı hekimlerin de yetkisinde değildir. İlaç kullanımı hekimler için ciddi tıbbi – yasal yükümlülükler de doğurur. Vali bey güya “kimyasal kullanmıyoruz” demeye getiriyor ama bilgisi her ilacın bir “kimyasal” olduğunu ayırtedemeyecek durumda! AKP’nin valisinin bu hallerini art alana itersek, tablo vahimdir. Kolluk, basınçlı suyu hatalı ve vahşice kullanmakla yetinmemekte, boyalı kimyasal katarak insanları damgalamaktadır. Ayrıca bu boyalı kimyasallar deride yangı tepkimesi oluşturarak insanların canlarını ek olarak yakmaktadır. Beklenen, her araç mübah olarak protestocuları dağıtmaktır. RT Erdoğan’ın asabı bozulmakta, tahammül edememekte, kalabalıkları zaafiyet olarak görmekte ve Bakanına kesin talimat vermektedir : DAĞITIN!

  • Polis de “DAĞILIN LAN DAĞILIN” buyurmaktadır.

An gelir, Halepçe vb. örneklerdeki gibi halkına kimyasal silah kullanma eşiğine gelirsiniz, uyaralım.. Bu sulara hiçbir kimyasal katılMAmalı ve yukarıda belirttiğimiz kısıtlarla kullanılmalıdır.

BİBER GAZI sorunu.. Başbakan “olağandır, polis kullanır..” deme zorunluğunu neden duyuyor? Danışmanları O’na, AİHM’nin Nisan 2012’de Ali Güneş davasında Türkiye’yi mahkum ettiğini, 10 bin € tazminat ödendiğini neden söylemiyor?? Ya da RTE bilmezden mi geliyor? Bu gazların içeriği nedir? Bir hekim olarak benim bunları bilmem gerekir ki, etkilenenlere uygun sağaltım verebileyim, varsa özgül antidotunu kullanayım. TTB İçişleri Bakanlığından sordu ancak yanıt yok.. Oysa Anayasa md. 74 “gecikmeden” yanıt yükümlüğü yüklüyor İdareye!

Kapalı mekanlara asla sıkılmamalıdır, kitleler uyarılmadan kullanılmamalıdır.
Düşük yoğunlukta ve havaya 45 derece açı ile atılmalıdır. Bu koşullarda bile insanlar zarar görürse, AİHM kararı uyarınca Devlet – Kolluk zincirleme sorumludur ve
Devletin zararı hatalı kamu görevlisine rücu (geri yükleme) zorunluğu vardır.

40 yılı aşan tıbbi birikimimizle rahatlıkla söyleyebiliriz ki;

  • Başbakan R.T. Erdoğan’ın ruhsal duygudurumu (İng. mood) ülkemizi yönetebilecek durumda değildir.

Her gün yazılı basın ve TV’lerden bu durum açık ve net olarak izliyoruz.

  • Başbakan zorunlu bir “mola” almalıdır.

Bir yurttaş olarak, tam donanımlı bir Üniversite hastanesinden “görevini sürdürebilir” raporu almasını istiyoruz. Başbakan buna zorlanmalıdır. Türk Tabipleri Birliği,
Türk Psikiyatri Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği HASUDER, Türk Psikologlar Derneği.. bu bağlamda baskı grubu olmalıdır.

TÜBA, TÜBİTAK, Üniversiteler etkisizleştirilmiştir
, sesleri çık(a)mamaktadır!
Başbakanın buna yanaşmayacağı kesin gibidir. O zaman “yokluğunda” (gıyabında) rapor düzenlenebilir.. Bu rapor istemi bir demokratik meşru direniş yöntemidir. Çünkü bu kişinin davranışları kamuoyu önündedir.  Panik bozukluğu içindedir. Bilerek ve isteyerek
gerçek dışı açıklamalarda ve tahriklerde bulunmakta, halkını yanıltmaya ve ayrıştırmaya çalışmaktadır. Realiteden kopmuş gibi bir görünümü vardır, bu durum çok tehlikeli
bir dissosyasyona neden olabiliir. Dissosyatif sendromlar tıpta ağır tablolardır,
kişilerin hak (ve fiil) ehliyetlerini ciddi düzeyde sınırlamak gerekebiir. Ayrıca ruhsal kapasitesinde apaçık bir regresyon izlenmektedir; geçen hafta Kayseri mitinginde kalabalıklara 2 kez “kadanızı alırım sizin” gibi üzerinde çooook durulması gereken
bir abartılı duygusal tepki göstermiştir. Regresyon, puerilizm eşiğinde ciddi midir?

Bu kritik soruların yanıtını merak ediyoruz.
Gerçek durum bu ise, RT Erdoğan’ın tıbbi raporla en azından bir süre görevinden ayrılması ve tedavi edilmesi gerekebilir.
Durumun ortaya konması 5 kişilik bir Psikiyatrist kurulunun raporunu gerektirir.
Bunu istemeliyiz.

Bu arada; Devletin başı olan kişi, neden bu denli atıldır neden, neden?

Sonuç olarak :  İktidar panik içindedir, halk, deyimi yerinde ise “teneke çalmaktadır”. Eylemler tüm dünyada haklı, meşru ve de çooook yaratıcı bulunmaktadır.
Sağduyu herkesten çok R.T. Erdoğan’a ve AKP yöneticilerine düşmektedir.
Bürokrasi de, yasaya aykırı emirleri uygulamamalıdır. Allah’tan ümit kesilmez; Çankaya’da oturan AKP’li zat da, hidayate erişir mi acaba?? Göreceğiz.

Siyaset kurumu, bu inanılmaz güzellik ve incelik (zarafet) taşıyan halk direnişine
benzer yaratıcılıkla önderlik etme yükümü altındadır.
Bu, dayanılmaz, karşı konulmaz, ertelenemez asal bir tarihsel sorumluluktur.
Aksi takdirde dere, akacağı yatağı kendi potansiyeli ile bulacak ve
kapsamlı bir politik tasfiye kaçınılmaz olacaktır.

Adnan Binyazar‘ın söylemiyle

  • “Son sözü, tarihin en kritik yerinde hep direnenler söyleyecektir!”..

Direniş şehidi, polis kurşunu kurbanı Ethem Sarısülük de bu dövizi taşıyordu vurulduğunda.. Elinde başkaca hiçbir şey yoktu..
Ama mahkeme, katil polis Ahmet Şahbaz’ı “nefsi müdafa” bağlamında salverdi!?
Dayan yüreğim dayan..

Dayanacak ve örgütlü savaşımla (mücadele) ile bu deli gömleğini de
mutlaka yırtacağız
.

Herkese ama herkese sabır, kolaylık ve kesin bir sağduyu diliyoruz.

Umutsuzluk ATATÜRK’ün devrimci halkına yakışmaz, bilimsel değildir, duygusaldır.

Felsefeci Prof. Ahmet İnam, “Umutsuzluk Ahlaksızlıktır” diyor bu adı taşıyan kitabında!

Adnan_Binyazar_son_sozu_hep_direnenler_soyler

Önümüzde 3 D modeli duruyor..

Diren Türkiye!

Dik dur Türkiye!

Dev-ri-le-cek-ler !!!

Yazımız pdf olarak da okunabilir :

 

HALK_AYAKLANMASININ_SOSYAL_PSIKOLOJIK_IRDELEMESI

Sevgi ve saygı ile.
30.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net