Etiket arşivi: seyahat özgürlüğü

Pandeminin Etik Sonuçlarına Bakış 

Pandeminin Etik Sonuçlarına Bakış 

Prof. Dr. Çağatay ÜSTÜN

EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
TIP TARİHİ VE ETİK ANABİLİM DALI BAŞKANI

Facebook’ta paylaş
WhatsApp
E-posta 

Cumhuriyet, 17 Şubat 2021

COVID 19’un klinik tablosundaki ağır bulgular ve hastaların hastalığı geçirmelerine rağmen uzun süre semptomlarla mücadele etmesi hastalığın esrarengiz yönünü destekliyor. Ancak şurası kesin ki, böyle bir hastalığın var olmadığını düşünenler dahi artık bu konuya karşı temkinli yaklaşıyorlar. Bir dönem hastalığın (AS: etkenin) laboratuvar ortamında üretildiğini söyleyenlerin komplo teorilerinin aksine, bugün hastalığın nasıl ortaya çıktığından çok tedavi ve aşı araştırmalarına yoğunlaşılması, ilk şokun atlatıldığını gösteriyor.

COVID 19 modern diye adlandırılan tıp dünyasına modernliğin ölçülerini sorgulatacak bir ders verdi. Ancak daha da önemlisi, bu hastalığın turizm, ziraat, lojistik, gıda tedarik zinciri, ekonomi, turizm, sosyal ve toplumsal yaşam (2 sıfat eşanlamlı?), bireysel hak ve özgürlük alanı, etik, hukuk anlamında farklı yönleriyle yüzleşildi. Bu yüzyılda etik sonuçları diğer sonuçlardan öne geçmiş COVID 19’un genel anlayışı, bilinen doğruların yanlışını ortaya çıkarması açısından önemlidir.

“Birey kavramının üst değer haline dönüştüğü insan merkezci” bir yaklaşımı destekleyen sistemin, doğa ve diğer canlılara bakış açısını geliştirmesi gerektiğini vurgulayan bu tablo umarım ki, kalıcı ve güzel kazanımlar bırakır ve yeni, doğru bir alışkanlığı sağlamlaştırır. Etik ve ahlâki ilke ve değerler sisteminin bir parçası olmayı hedefleyen yeni bir sistemin öngörüsü şimdi fark edilmiş durumdadır. Klinik sonuçlardan etik sonuçlara uzanan yolda COVID 19’un önemli aşamaların belirginleşmesine katkısı olduğuna inanıyorum.

PANDEMİNİN YOKSULLUĞA ETKİSİ 

Tüm ülkelerde farklı şekillerde etkisini gösteren pandemi neticesinde alınan önlemler, tedbirler, sokağa çıkma yasakları nedeniyle işe gitmelerin aksaması, evde çalışma ve işten çıkarma gibi durumlar yüzünden işsizlik ve yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya kalınmıştır.

Ülkelerin hazırlıksız yakalandığı bu süreçte üstü kapalı ekonomik bir kriz yaşanmıştır. Maaş, sigorta veya diğer desteklerin sağlanmasındaki yetersizlik, ekonomiyi çeviren çarkların kesintiye uğramasına sebep olmuştur. Çözümsüzlüğün etki ettiği kitlelerdeki yoksulluk, beraberinde psikolojik ve sosyal sıkıntıları getirmiştir.

Yoksulluğun büyümesi halinde endişe verici gelişmelerin ortaya çıkması mümkündür. Bazı ülkelerde sokağa çıkma yasaklarına karşı gösterilen itiraz ve protestolar bunun bir örneği niteliğinde olabilir. Pandemide hastalığın bulaşma riski ile işsizliğin çoğalma riski yüzünden bir tercih yapmak zorunda kalınarak, ekonominin devamı için kısıtlama süreleri kimi ülkelerde kısa tutulmuş, bu yüzden enfekte vaka ve ölüm sayılarında artışlar görülmüştür.

Pandeminin yeni mutasyona uğrayan virüsle çeşitleriyle sürmesi ve 3. dalga riskinin artması halinde bu tablonun daha da ağırlaşma ihtimali vardır.

SERBEST DOLAŞIM HAKKI KISITLAMASI

COVID-19 tehlikesi birçok ülkenin karantina tedbirlerine yönelmesine sebep olmuş, uluslararası ve ulusal seyahatle ilgili ciddi kısıtlamalara gidilmiştir. Keyfi nitelendirilmemesi gereken, bütünü koruyucu özelliği olan bu yasakların bireylerin hak algısı ve psikolojik yapısı üzerinde olumsuz etkileri gözlemlenmeye başlanmıştır.

2020 yılının yaz aylarında turizm açısından yaşanan gerileme, bunun doğal bir sonucudur. Seyahat özgürlüğü kısıtlamalarının sosyalleşme ve kişisel gelişimi engelleyeceği endişesini taşıyanların buna itiraz etmesi söz konusudur. Ancak halen etkin olan mutasyonlu virüs bulaş etkisi yüzünden şu an için başka yapılabilecek bir şey yoktur.

Ülkelerin aşı uygulamalarına başlamasının ardından önerilen bir başka husus, aşı olanların seyahat hakkı alabilmesi için aşı pasaportu verilmesine ilişkin öneridir. Ancak burada her ülkenin farklı bir yaklaşım tarzı belirlemesi gündemdedir. Bir şekilde doğru bir tavır gibi görülmesi düşünülen bu yeni gelişmeye kişisel hak ihlali gözüyle bakanların yaklaşımı sorunu derinleştirmektedir. Şu an için her ülkede yeterli doz aşının temin edilememiş olması, buradaki asıl etik ikilemdir. Bunun, hastalığın sürmesi halinde birkaç yıl içinde aşılması gündeme gelebilir.

ESKİ NORMALE DÖNME ÖZLEMİ

Pandemi sürecinde yaşanan en büyük özlem, her seferinde tekrarlanan eski normale dönme çabaları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Eski normalin uzun bir süre daha olamayacağına ilişkin fikirlere rağmen bu konuda ısrarcı olunmasının temel nedeni, eski alışkanlıkların bir yaşam biçimi haline dönüşmüş olmasındandır.

  • Doğaya zarar veren, öngörüden ve sağduyudan uzak tutumların hastalık sürecinden sonra yeniden gözden geçirilmesi gerekirken;
  • kolaycılığa kaçılması ve aynısını tekrarlama eğiliminin sürdürülmesi ısrarcı ve inatçı bir yaklaşımdan başka bir şey değildir.
  • Oysaki COVID-19’dan sonra gelenekselleşmiş yanlışların değişmesi gerekmektedir.
  • Ekonomik çarklar üzerinden kurgulanmış maddiyata dayalı bir yaşam biçiminin manevi ve duygusal olanı önemseyen bir biçimle değişimi sağlanmalıdır.

Bu konuda felsefe, etik, sosyoloji alanı akademisyenlerinin yol göstericiliğine ihtiyaç vardır. Tabii ki ülke yönetimlerinin de bunu dikkate alması ve değişime ortak olması gerekmektedir.

Buradaki temel yaklaşım şöyle özetlenebilir:

  • Eski normale dönmek, kolaycılıktan ve aynısını yapmaktan başka bir şey değildir.
  • Yeni ve doğru olanı yapmak, etik ve ahlaki olana yönelmek, bunun özlemini hissetmek gerekmektedir.
  • Sonu ne zaman geleceği bilinmeyen bu hastalık tablosunu yaşarken eski normali arzulamanın akıl ve mantıkla izah edilebilir bir yönü yoktur.

ANOMİ TOPLUMLAR TEHLİKESİ
(AS: “Anomik toplum” ya da “Anomi toplumları” denmesi uygun olur..)

COVID-19 pandemisi sürecinde alınan tedbir, önlem (son 2 sözcük eşanlamlı) ve kısıtlamalara yönelik bireysel veya toplumsal karşıt refleks geliştirilmesi, anomi(k) toplumların oluşmasına, anti-sosyal bir tavır ve tutum sergilenmesine kadar gitmiştir. Bu süreçte, maske takmamak, fiziksel mesafeye özen göstermemek, PCR testi pozitif olduğu halde karantinada kalmayıp kaçmak ve topluluklara karışmak, sosyal izolasyona uymamak kural tanımazlığın örnek olgularıydı.

Kendi tespitime göre 2013 yılında dünyada tamamlandığını ileri sürdüğüm etik ve ahlaki kırılmanın ardından gelişen olaylar ve örnekler bireylerin, toplumların hızlı bir şekilde ilke ve değerlerden soyutlanmış, kurallara uymayan anlayışlar geliştirmesine sebep olmuş, bunun sonuçları ise özellikle 2020 yılındaki pandemi sürecinde tümüyle su yüzüne çıkmıştır.

İlkesiz veya kuralsız gibi hissetmek ve davranmak, başıboşluğun içine sürüklenmeyi hızlandırmaktadır. İnsanın başıboş bir canlı olmadığından hareketle, toplumların bu olumsuzluğun girdabına kapılmasını önleyecek yeni yaklaşım tarzları üzerinde çalışılmalıdır. Buradaki önerim, etik ve ahlaki sağaltım yöntemleri kapsamında rol modellerin çoğaltılması, bununla ilgili yapılacak çalışmalara destek verilmesidir.

ETİK GÖSTERGELERE ETKİ EDEN BİR PANDEMİ

Doğru düşünme ve doğru eylem açısından belli bir bilinç bulanıklığı oluşturan COVID-19, bir süre daha bu etkisini sürdürecek gibi görünmektedir. Viral bir hastalığın geniş kitlelerdeki etik göstergelere etki ederek değerler sistemini sarsması, anlayış ve algılama unsurlarını zedelemesi tedirginlik vericidir. Ancak umutsuz olmadan, karşımıza çıkan olumsuz tablodaki yanlışları fark ederek bunların doğrusu ile yer değiştirmesini sağlayacak anlayışların savunulması ve bunların örnek kılınması gerekmektedir.

Etik ve ahlaki göstergeleri bozan bir etkinin iki sonucu söz konusudur: Ya gelişen bu kötü anlayış yeni normal gibi algılanacaktır ya da bundan kurtulmak için yeni bir etik anlayış ortaya çıkacaktır. Entropinin uzun soluklu bir düşünce biçimi olmadığını göz önüne aldığımızda, yeni etik bir anlayışın doğuşunu ve gelişini beklemek daha doğrudur. Elbette ki bütün yeni değişimler hemen bir anda gerçekleşmez.

Bir yer değiştirmenin, farklılığın (AS: farklılaşmanın?) söz konusu olduğu bu tür durumlarda eskinin yerine yeninin gelişi sırasında bazı sancıların ve sıkıntıların yaşanması normaldir. Sürecin doğası budur. Burada önemli olan, pandeminin değişim için getirdiği şartların doğru algılanması ve buna göre hareket edilmesidir. Sınırları belirsizleşen etik ve ahlaki çizgilerin üzerinden yeniden geçilmesiyle bireysel ve toplumsal (sosyal) düzlem, yönetimler ve meslek alanları açısından olumlu etkilerin görülmesi muhakkaktır. COVID-19 pandemisi, yeni bir bakış açısına geçişin ilk durağı olmuştur. Artık bundan sonra hiç kimse eskisini bugün ile özdeş tutmamalıdır.

 

Türkiye Barolar Birliği’nden Silivri İletisi


Dostlar
,

TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) aşağıdaki açıklaması apaçık bir hukuk dersi gibi. Hem öğretici hem uyarıcı..

İnsan hakları dersi, Ceza Usul Hukuku Dersi, Anayasa hukuku dersi…

Saygıdeğer Başkan Prof. Dr. Metin Feyzioğlu da bir Ceza Hukuku uzmanı, Ankara Hukuk Fakültesi’nin önceki dekanlarından.
Bu kritik dönemde Türkiye için bir şans.

  • Türkiye, Anayasası’na göre (md. 2) demokratik bir hukuk devleti. 

Bu bakımdan, herkesin bu temel noktayı gözden kaçırmaması ve
TBB’ni özenle dinlemesi yerinde olacaktır.

TBB’nin açıklamasını son derece yerinde, yararlı buluyor ve destekliyoruz.
Başta Sn. Başkan Prof. Feyzioğlu lmak üzere Yönetim Kurulu’na teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Asos, Çanakkale, 6.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Baro’dan Silivri Mesajı!  

tbb_logosu

 

Türkiye Barolar Birliği Başkanı
Avukat Prof. Dr. 
Metin Feyzioğlu ve
yönetim kurulu üyeleri ile Ankara Barosu yönetim kurulu üyeleri, yarın (5.8.13) görülecek olan Ergenekon Davası karar duruşması öncesi Silivri Cezaevi’ne gitti.

 

Ergenekon Davası’nda yargılanan sanıkların yakınları tarafınan kurulan
nöbet çadırını ziyaret eden Feyzioğlu ve yönetim kurulu üyeleri burada
alkışlarla karşılandı. Silivri Nöbet Çadırı‘nda açıklama yapan Feyzioğlu,

portresi

”Aslında yaşadığımız her gün dünya ve
Türk hukuk tarihinin bir parçası haline geliyor.

  • Biz tarihte görülmüş en büyük hukuksuzluğu
    şu anda yaşıyor ve gözlüyoruz. 

Unutmuyoruz.

Hiçbir hukuksuzluk tarihte karşılıksız kalmamıştır.” dedi.

“KARARIN NASIL OLACAĞINI AŞAĞI YUKARI TAHMİN ETMEK
MÜMKÜN GÖRÜNMEKTEDİR.”

Feyzioğlu,

“Bugünlerin de geçeceğini bilerek bunları yaşıyoruz. Ben herkese bugüne kadar gösterdikleri metanetli, dik ve onurlu duruş için teşekkür ediyorum.
Geldiğimiz gün itibariyle ‘Balyoz’ ve ‘Ergenekon’ adlı davalar sürecinde

– ne kadar büyük haksızlıkların yapıldığı ve
– önceden kurgulanmış bir senaryonun adım adım işletildiği ve
– aslında amaçlananın suçluyu, suçsuzdan, doğruyu, yanlıştan ayırmak değil,
– bir tarafta Türk Silahlı Kuvvetlerini (TSK) tamamen çökertmek,
– öbür yandan da toplumsal muhalefeti susturmak, sindirmek olduğu

yalnızca içerde değil uluslararası camiada da görülmüştür.

Gerçekten bu soruşturmaların başlangıcından beri sergilenen yaklaşım,
darbeyle mücadele olmamış sözü söyleyene, muhalefet eden farklı düşünenle
mücadele şeklinde gelişmiştir. Ve yarın ilan edildiği üzere karar açıklanacaktır.
Bu kararın nasıl olacağını bugünden aşağı yukarı tahmin etmek mümkün görünmektedir”

ifadelerini kullandı.

“MİLLETİN BURAYA GELMESİ ENGELLENMİŞTİR”
Feyzioğlu sözlerini şöyle sürdürdü:“Etrafımıza baktığımızda bile yurttaşların bölgeye ulaşmasının yasaklanması ve bu yasağın her ne pahasına olursa yaşama geçirilmesine yönelik önlemlerin alınması, mahkemenin vereceği karara ilişkin önemli işarettir. Ve bu karar her ne kadar “Türk milleti adına” veriliyor gibi görünse de, Türk milletinin bundan pek de memnun olmayacağı anlaşılıyor ki milletin buraya gelmesi engellenmiştir.
Yani mahkeme kararını göğsünü gere gere değil, adeta mahcubiyet içinde fısıldayarak vermek istemektedir. Cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş bir olay..
Mahkemenin kararının önceden valilik tarafından ilan edilmesidir.
İleri demokrasi diye diye getirdikleri noktada bizim algıladığımız şudur;
– Mahkeme milletin aleni olması gereken duruşmaya girmesini yasaklamış,
bu yasağı gerekçe gösteren İstanbul Valiliği de
– ‘Yollara çıkmayın nasılsa mahkeme sizi içeri almayacak dolayısıyla yola çıkan herkesi ben alenen suçlu görürüm suçlu görmekle de yetinmem hangi noktaya gelirse gelsin ne pahasına olursa olsun cezasını yerinde veririm güç kullanırım’
diye tehdit etmiştir. Bu önceden istişare edildiği ve adeta bir işbirliği içinde davranıldığı görülen durum zaten yarının bugünden habercisidir.”
“BUGÜNLER GEÇECEKTİR. AYDINLIK YARINLARA
HEP BİRLİKTE ULAŞACAĞIZ”
Feyzioğlu,“Açıkçası ilk günden beri söylediğimiz şudur;
Usül esasın giriş kapısıdır.
Yanlış kapıyı açarsanız yanlış odaya girersiniz.
Yanlış kapıyı ısrarla açmak istiyorsanız zaten yanlış odaya girmek istiyorsunuz demiştik.
O kadar çok yanlış kapılar açıldı ki o kadar çok usulsüzlük yapıldı ki,
yarın doğru odaya girilmesini beklemek hayalcilik gözüküyor.Biz adil yargılanma hakkının savunma hakkının hiçe sayıldığı
ve en sonunda İstanbul Valiliği tarafından* seyahat özgürlüğü,
* düşünceyi açıklama özgürlüğü,
* toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğühiçe sayılarak ‘Silivri’ye gelmeyin’ diye insanların korkutulduğu bu davada hükmün
millet adına sizler tarafından verildiğini biliyoruz. Yarın belki mahkeme millet adına bir hüküm verdiğini iddia edecektir ama bu millet bu davalar hakkında hükmünü çoktan vermiştir.

Bugünler geçecektir.

Size söz veriyorum geçecektir.

Aydınlık yarınlara hep birlikte ulaşacağız a dostlar. Bir gün bile kuşkunuz olmasın.

Sizlere Hadımköy’den de selamlar getirdik. Hadımköy’de Balyoz ve Ergenekon davasından tutuklu olan komutanlarla kucaklaştık. Hepsinin moralleri son derece iyi.
Tutukevinde millete hizmetle görevlerini devam ettiriyorlar. Onurlu, dik duruyorlar
ve özellikle istediler, bu çadıra selamlarımızı iletin dediler. Siz de kabul buyurun
bu selamları.

Bizler içeri geçeceğiz yarından önce dostlarla kucaklaşacağız.

Baro’dan Silivri Mesajı!

Moral vereceğiz.
İhtiyaçları olmadığını biliyoruz ama bizim kucaklaşmaya ihtiyacımız var.” dedi.

Feyzioğlu ve beraberindeki heyetler alkışlarla uğurlandı.
Heyet daha sonra bazı sanıklarla görüşmek üzere Silivri Cezaevi’ne girdi.

(http://sozcu.com.tr/2013/gundem/barodan-silivri-mesaji.html)

==============================================================

İSTANBUL VALİLİĞİNİN 5 AĞUSTOS 2013 TARİHİNDE
SİLİVRİ’DE YAPILACAK DURUŞMAYA İLİŞKİN AÇIKLAMASI ve
13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NİN AÇIKLIK İLKESİNİ İHLAL EDEN KARARI HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI

  1. Kamuoyunda Ergenekon olarak bilinen ve 5 Ağustos 2013 tarihinde Silivri Cezaevi’nde görülecek olan davanın duruşmasına, “basın mensupları ile milletvekilleri dışında izleyici alınmamasına” İstanbul Özel Görevli 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce karar verildiği öğrenilmiştir. İstanbul Valiliği ise, duruşmanın yapıldığı yere gitmek isteyenlerin Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu ihlal edeceklerini, buna rağmen gitmek isteyenlere karşı tedbir alınacağını ve bu tedbirlere “adım adım hangi safhaya kadar gerekiyorsa o safhaya kadar devam edileceği”ni bildirmiştir.
  1. Anayasa’nın 141 ve CMK’nın 182/1. maddelerine göre duruşma herkese açıktır. Duruşmanın açıklığının kısıtlanabilmesi için, kamu güvenliğinin bunu kesin olarak gerekli kılması zorunludur. Bu durumda bile, duruşmanın kapalı yapılmasına ilişkin kararın gerekçesi ve hüküm, mutlaka açık duruşmada açıklanır. Yüksek güvenlikli cezaevi kampüsünün ortasında kurulu bir duruşma salonunda, kamu güvenliğinin tehdit altında olabileceği iddia dahi edilemez. Demek ki duruşmanın açıklığının kısıtlanmasının
    yasal koşulları bulunmamaktadır. Esasen bir davanın şehirden yaklaşık
    100 km uzakta ve cezaevinin içindeki bir salonda görülmesi de, duruşmanın açıklığı ilkesinin devlet eliyle ihlal edildiğinin başlı başına göstergesidir.
    Anılan yargılamada bu aşamaya dek yaşanan hukuksuzluklar silsilesinin ardındaki temel nedenlerden biri de, davanın kamuoyunun erişiminden uzak ve cezaevi koşulları nedeniyle psikolojik baskı yaratan bir ortamda sürdürülmüş olmasıdır.
  1. Öte yandan, CMK’nın “Duruşmanın Düzen ve Disiplini”ne ilişkin 203. ve devamı maddelerine dayanılarak, duruşmanın belirli kişiler dışında kalan izleyicilere yasaklanmasına hiçbir şekilde karar verilemez. Aksine bir uygulama, duruşmanın açıklığı ilkesinin keyfi bir şekilde ihlalidir.
  1. Mahkemenin, anılan hukuka aykırı kararı ve İstanbul Valiliği’nin bu karara atıf yapan açıklaması, Valilik ile Mahkeme’nin mutabakat içinde hareket ettiği algısı yaratmaktadır. Oysa demokrasinin ön şartı; bağımsız ve tarafsız yargı ile kuvvetler ayrılığıdır. Mahkeme kararının, kararı veren mahkeme tarafından değil, Valilikçe kamuoyuna duyurulması, yürütme ve yargı birliğini vurgulayan fevkalade talihsiz bir gelişmedir.
  1. İstanbul Valiliği’nin açıklaması, Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan “Seyahat Özgürlüğü” ile 34. maddesinin “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” hükmüne doğrudan aykırılık teşkil etmektedir. AİHM’nin (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) yerleşik içtihadına göre ise, barışçıl gösterilerin güç kullanılarak engellenmesi ve dağıtılması, Sözleşme’nin ihlalidir. Valilik, elbette duruşmanın güvenliğini sağlamak için gerekli önlemleri almalıdır. Ancak bir hukuk devletinde, yasaklama yoluyla değil, temel hak ve özgürlükleri korumaya
    özen gösteren düzenlemelerle güvenlik sağlanabilir.
  1. Şöyle ki; Valiliğin hukuka aykırı yasaklama kararı ve duruşmanın yapıldığı yere gelmek isteyenlere karşı güç kullanılacağına dair açıklaması, AİHS’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) 10. maddesinde güvence altına alınan “İfade Özgürlüğü”ne ve bu özgürlüğün yaşama geçirilmesine yönelik olarak Sözleşme’nin 11. maddesinde düzenlenen “Toplantı Özgürlüğü”ne aykırılık oluşturmaktadır.
  1. Sözü edilen Valilik kararına dayanak yapılan 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun bütün maddeleri, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ışığında yorumlanmalı, bu Sözleşme’ye aykırı hükümleri ise, Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca hiçbir şekilde
    uygulama alanı bulmamalıdır.
  1. Valiliğin, ancak bir polis devletinde görülebilecek açıklaması,
    bu davada yaşananların özetidir. Mahkeme de, aleni açıklaması gereken kararını, adeta bir mahcubiyet içinde ve gizlice açıklamak istemektedir.

Türkiye Barolar Birliği olarak, bütün yaşananlara karşın, yargıya hala güvenmek istiyoruz. Açıkladığımız gerekçelerle, Mahkeme’nin hukuka aykırı kararını gözden geçirmesi ve İstanbul Valiliği’nin hukuka aykırı açıklamasını geri alması için
ilgili makamlara demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları adına
kamuoyu önünde çağrıda bulunmayı bir görev kabul ediyoruz.

Saygılarımızla. 5.8.13

Av. Prof. Dr. Metin FEYZİOĞLU
Türkiye Barolar Birliği Başkanı

http://www.barobirlik.org.tr/Detay19969.tbb, 5.8.13

ADD’den 5 Ağustos Ergenekon Davası Karar Duruşması Basın Açıklaması ve Yorumlarımız


Dostlar
,

ADD‘nin aşağıda yer verdiğimiz basın açıklamasını bütünüyle paylaşıyoruz.

Açıklama karar öncesinde yapılmıştır ve ne denli yerinde (isabetli) öngörüleri olduğu izlenmektedir.

Bu kararlar TÜRK MİLLETİ ADINA değildir.
Açık yargılama ilkesi bile ayaklar altına alınmıştır.
Oysa Anayasa’nın 141 ve CMK’nın (Ceza Muhakemeleri Kanunu)
182/1. maddelerine göre duruşmalar herkese açıktır.

Türkiye Silivri Yollarında!

İstanbul Valiliği’nin açıklaması, Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan
Seyahat Özgürlüğü” ile 34. maddesinin “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” hükmüne doğrudan aykırıdır. (http://www.barobirlik.org.tr/Detay19969.tbb, 5.8.13)

TÜRK MİLLETİ bu kararları onaylamamaktadır.

Tarihin vicdanında da onay görmeyecektir.

Davada Yaşanan Bu Anlar Herkesi Güldürdü

Kuşku yok, Ulusumuzun Aydınlanma savaşımı sürecektir.

Yaşam akmaktadır ve diyalektik olarak bu kararlar asla bir son olmayıp yeni başlangıçlardır.

  • Ağır cezalara çarptırılan yurtseverlerimiz kahramanca direnişlerini,
    dik duruşlarını sürdüreceklerdir
    ,

Bundan hiç kuşkumuz yok.

Halkımızın vicdanında hakettikleri saygın yerde oturmaktadırlar.
Gönlümüz onlarladır.

Bu davanın bir de Yargıtay, ardından Anayasa Mahkemesi’nde biresel başvuru ve sonunda AİHS temelinde AİHM aşamaları vardır. Kimi yurtseverlerimizin ömrü vefa etmese de yokluklarında (gıyaplarında) bu davalar sürdürülecektir.

Tabii bir de yaklaşan seçimlerde AKP’den kurtularak ulusalcı bir hükümete kavuşmak ve yaraları sarmak.. Hiç de uzak olasılık değil.. Siyasal partilerin eylemli işbirliği ile..
Seçim yasası fiilen seçim ittifakına izin vermese de, AKP seçimde çok yüksek (%10) barajın ardına saklanarak çoook haksız seçim kazanımı peşinde olsa da..

En kötü olasılıkla tepede partiler yapmasa da tabanda halkımız örnek bir sağduyu ile oylarını yönlendirerek bu lanetli oyunları bozacak sağduyu ve birikime sahiptir.

Son söz söylenmemiş, son round henüz oynanmamıştır..

Ama tarihsel gerçek o ki;

  • Orta – uzun erimde, hukuk dışına çıkanlar hep hesap vermekte.

Umarız birkaç 12 Eylülcü general gibi onların da ömrü vefa eder bu yasal hesap soruşları görğüslemek için..

Sevgi ve saygı ile.
Asos, Çanakkale, 5.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

ADD’den 5 Ağustos Ergenekon Davası Karar Duruşması İle İlgili Basın Açıklaması

1) Düzmece belgelerle başlayan, 66’sı tutuklu, toplam 275 sanıklı Ergenekon Davası,
5 yıl sonra bu gün burada karara bağlanacak.
Bugün milyonlarca yurtseverin kalbi de bizimle birlikte atıyor.

Duruşma salonu ve çevresinde alınan güvenlik önlemlerine, TEM’den buraya gelen yola konan bariyerlere bakınca:

  • BURADA DÜŞMAN CEZA HUKUKUNUN UYGULANDIĞINI,
    SANIK YAKINLARINA, HALKA DÜŞMAN GÖZÜYLE BAKILDIĞINI
    ÇOK İYİ GÖRÜYORUZ.

2) Gezi direnişine katılmayı “hükümete darbe” girişimi olarak görüp ömür boyu hapis cezası öneren ZİHNİYET, yapmış olduğu hukuksuz operasyonlarla

5 Ağustos’ta (2013) SİLİVRİ’ye gelen halka da gözdağı vermeye çalışmıştır.

İstanbul Valisi, sanık yakınlarını duruşma salonuna sokmayacağını, halkı duruşma alanından kilometrelerce uzağa dahi sokmayacağını belirtiyor.

Silivri’ye gelenleri suç işlemiş sayacağını ilan ediyor.

Ardından bunun için çağrı yapan kişi ve kurumlar gözaltı ve operasyonlarla tehdit ediliyor.

Silivri’de toplanan kalabalıklardan korkuluyor.
Artık İleri Demokrasi iddiasında bulunarak iktidara gelenlerin maskesi düşmüştür.

İleri Demokrasi Silivri’ye gidecek olan halkın üzerine
biber gazı, basınçlı su, sopa, pala ve gözaltı demekmiş,

İleri Demokrasi Halkına Karşı şiddet uygulamak demekmiş,

İleri Demokrasi Korku imparatorluğundan medet ummak demekmiş,

İleri Demokrasi Faşizm demekmiş

ADD olarak bu kirli oyunu kınıyoruz.

2) Bu davada ülkemizin, aydınları, gazetecileri, yazarları askerleri;

VARLIĞI KANITLANAMAMIŞ BİR ÖRGÜTE ÜYE OLMAKLA SUÇLANDILAR, YARGILANDILAR.

VARLIĞI KANITLANAMAMIŞ BİR ÖRGÜTE ÜYE OLMADIKLARINI
İSPAT ETMEYE ÇALIŞTILAR.

  • Bu davada; gözaltı sürecinden, karar aşamasına kadar
    Anayasa, AİHS ve CMK’nın emredici kuralları yok sayıldı.

Bu davanın her aşaması; adil yargılama hakkını ihlal etti, yasa dışı delillerin toplanmasına, kullanılmasına olanak verdi.

  • Sahteliği bilirkişi raporlarıyla saptanan veriler suçlama aracı yapılabildi!

Davanın şüphelisi, PKK’nın Marmara sorumlusu, öz kardeşini öldüren, yeğenini
para karşılığı satanlar, bölücü terör örgütü mensupları GİZLİ TANIK yapıldı.
Bu yolla tam 44 sanık dinlendi.

3) Burada yargılama yapan ÖZEL YETKİLİ MAHKEMENİN dünyada bir eşi yok.

Özel yetkili mahkemeler GÜYA kaldırıldı. Ama bu davaya bakan mahkeme ve hâkimlerine dokunulmadı. Onlar bu davayı karara bağlayacaklar.

Dünyanın neresinde bir mahkeme sadece (birleştirilmiş) bir davaya özeldir ve
o dava bitince kendisini TASFİYE edecektir?

Tek başına bu durum bile, davanın ne kadar hukuk dışı, SİYASİ bir dava olduğunu göstermeye yeter.

4) Verilecek kararı da biliyoruz. Belki 1-2 beraat çıkabilir, ya da mahkeme hapis verip, tutukluluk süresini dikkate alıp, göstermelik 1-2 sanık tahliye edilebilir.

Ama sonuç bellidir.
Burada adil bir yargılanmaya tanık olmadık.
Adil bir hükme de tanık olmamız beklenmemelidir.

  • En ağır cezalar verilecektir!

Halkımız yaşanan tüm hukuksuzlukları görmüş, anlamıştır.

Karar ne olursa olsun, halk bu davanın bir KURMACA olduğunu biliyor.

  • Cezaların peşin kesildiğini biliyor.

Bugün Halkımız kendi üzerinden, millet üzerinden, ülke üzerinden oynanan oyunları görmüştür.

Bu oyuna “dur” demiş, provakasyonlara gelmemiş,
direnmiş ve direnmeye de devam edecektir.

Kazanacak ve her şeye karşın demokrasiyi getirecektir.

BURADA YAŞANANLARI
HALK DA AFFETMEYECEKTİR, TARİH DE AFFETMEYECEKTİR.

Atatürkçü Düşünce Derneği

Bu Ülkenin Neresine Kim Elini Kollayarak Gider?

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Ali Demirsoy, ülkemizin yetiştirdiği uluslararası çapta bir
EVRİM BİYOLOĞU‘dur. 19 kitabı yayımlanmıştır.

Yaşamı boyunca EVRİM Gerçeğini, ERİMİN Bilimini ve Diyalektiğini öğrtemeye, anlatmaya, kavratmaya çabaladı. Evrim karşıtı yobazlık ve safsatacılıkla savaştı.

1994’te korkunç bir trafik kazasında eşini ve 2 oğlunu yitirdiğinde Prof. Ali Demirsoy’un dünyası karardı. Ancak O kendini bilime ve doğaya adadı. Elim kazadan 12 yıl sonra kendinden 36 yaş küçük eşiyle tanışıp mutluluğu yeniden buldu.
(http://www.ajans.kemaliye.net/2006/12/06/trafik-teroru-esi-ev-2-oglunu-katledince-bilimle-hayata-tutundu/)

Hep yakınırdı;

  • Biyologlar içinde bile Evrim’i gerçek anlamda kavrayabilenler sınırlı!

Kalitim_ve_Evrim“KALITIM ve EVRİM”  klasikleşmiş bir Evrim kaynakçasıdır.

34 yaşında profesör olmuştur ve emekli olduğu 67 yaşının sonunda ülkemizin en kıdemli profesörü idi.

Sıra dışı bir aydın olarak ülkesinin sorunları ile bir bütün olarak, hep ilgilinegelmiştir.

Bu sitede daha önce epey makalesine yer verdik
Ali hocanın:

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin Tuzağa Düşürüldüğü Dönem
http://ahmetsaltik.net/turkiye-cumhuriyetinin-tuzaga-dusuruldugu-donem/, 17.7.13

2. Ya Kurcalama Ya Da Kurcalarsan Tam Kurcala!
http://ahmetsaltik.net/prof-dr-ali-demirsoy-ya-kurcalama-ya-da-kurcalarsan-tam-kurcala/,1.5.13

3. Kanuni Sultan Süleyman; bir dizinin öğrettikleri..
http://ahmetsaltik.net/kanuni-sultan-suleyman-bir-dizinin-ogrettikleri/, 25.1.13

4. Ben artık bu toplumun sosyal ve manevi bir üyesi değilim
http://ahmetsaltik.net/ben-artik-bu-toplumun-sosyal-ve-manevi-bir-uyesi-degilim-2/, 19.10.12

Sayın Prof. Demirsoy’un yeni bir makalesi aşağıda..

****************

Bu Ülkenin Neresine Kim Elini Kollayarak Gider?

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Yöneticilerimiz sık sık siyasi rakiplerine,

“Hakkâri’ye, Batman’a ya da doğudaki bir ile git de seni göreyim..” diyerek

bir çeşit onları halkın gözünde aşağılamaya çalışıyor. Aslında bu ifade dahi birilerinin yönetiminin zafiyetini ve şu anda düştüğümüz durumu göstermektedir. Bilindiği gibi herkesin anayasaya göre seyahat özgürlüğü vardır ve bu özgürlüğü sağlama ise
o anda yönetimde bulunan yetkililerin sorumluluğudur. Bunu halktan biri söylese dinler geçersiniz. Ancak yasaları uygulama ve anayasanın amir hükümlerini yerine getirmekle sorumlu olan yetkili ve sorumlu bir kişi bunu söylüyorsa, en azından anayasal bir suç işliyor demektir.

Hiç birimizin onaylamadığı, bugünkü yönetimin ve muhaliflerin akşam sabah aşağıladığı, aynı zamanda o gün alkış tutup da bugün ağzından zehir akıttıkları
12 Eylül 1980 Darbesinde, vatandaşların ve yöneticilerin de bugünkü gibi bir vilayetten öbür vilayete elini kolunu sallayarak gidebilmesi mümkün değildi.
Karslı Erzurum’dan, Erzurumlu Kars’tan, Tuncelili Elazığ’dan, Elazığlı, Tunceli’den geçemiyordu; başta doğu illeri olmak üzere birçok il mayın tarlası gibiydi.
Bizzat benim Erzurum plakalı olan arabam kaç ilde bu nedenle boydan boya çizildi, aynaları ve silecekleri kırıldı, lastikleri şişlendi. O günü lanetleyenlerin bugün aynı şeyi siyasi bir silah olarak kullanmaları, hem de en demokratik ülke diye diye, doğrusu Türk demokrasisinin aynası gibi görünmektedir. Bana yapıldığı zaman faşizm, baskıcı rejim ya da yönetim; karşımdakine yapıldığında düzeni ve demokrasiyi koruma oluyor…

İş belli ki birçok çevreye göre çok daha demokratik aşamalara ulaşmak üzere; sadece muhalifler değil, artık basında çıkan haberlere göre birçok ilimizde
kolluk kuvvetleri de elini kolunu artık sallayarak ortalıkta dolaşamıyormuş;

  • Devletin bayrağı (başka bayraklara bu kısıtlama yokmuş) resmi yerler de dâhil hiçbir yerde asılamıyormuş.

Milisler denetim yapıyorlarmış. İyice demokratikleşmişiz de haberimiz yok…

Bir yere gidemiyorsanız, orayı yitiriyorsunuz demektir.

Açılım ve demokrasi velvelesi arasında birileri her gün bir şey istiyor; bu devleti üniter bir yapıda tutmaya yemin etmiş bir yönetici kesimi de, duymazlıktan gelerek, çadır çadır dolaşarak “Mursi ve Esad” hikâyesi anlatıyor.

Bu ülkede inancı, kendini ait olduğu toplum bakımından farklı gören herkesin
eşit hakka sahip olması gerekiyordu; olanaklardan aynı şekilde yararlanmalıydı. Doğrusunu isterseniz bunu tam anlamıyla başaramadık; sadece kitaplarda yazılı kaldı. Bu nedenle talepte bulunanlar birçok bakımdan haklı olabilirler. Ancak şu anda üniter yapıya yemin etmiş ve bunu yıllar boyu yaşatmaya çalışmış bir ülke için bu miras davası basit bir bölünme davası olamaz. Üstelik de bu devletin kurulmasında hiçbir katkısı olmayan bugünkü yöneticilerimizin iki dudağının arasından çıkacak sözlerle hiç olmaz…

Eğer illa ki kadim haktan yola çıkıyorsak, kendini Bizans’ın uzantısı olarak ilan eden Yunanlarla, Ermenilerle, bir yerlerde Gürcülerle, hatta Araplarla masaya oturmak ve taleplerini ciddiye almak zorunda kalabilir.

Belli ki, Türkiye’nin bir yanı bir tarafa, öbür yanı da başka bir tarafa gidiyor.

Yetkililer de Karadenizli hemşerimin oynadığı rolü oynuyor. Belki duymamışsınızdır, bir de ben anlatayım: Karadenizli hemşerimiz Ankara’dan trenle İstanbul’a gidiyormuş; Eskişehir’de tren biraz uzun durduğu için inmiş, bir haşhaşlı çörek almış yanına da bir ayran; etrafa bakarak yerken; tren de hareket edip uzaklaşmış.
Ancak Eskişehir aksi yönde giden trenlerin karşılaştığı (telaki) yer olduğu için, İstanbul yönünden gelip de Ankara’ya gitmekte olun başka bir tren hemşerimizin treninin hemen arkasında duruyormuş. Karadenizli hemşerimiz, treni kendisininki sanarak içeri dalıp, kendi kompartımanına denk gelen yere girip oturuyor.
Ancak kompartımanda oturanlar daha öncekilere benzemiyor. Bir süre gidiyorlar ve Karadenizli hemşerim karşısındakilere dönerek:

– Hemşerim nereden gelip nereye gidiyorsunuz?

Biri İstanbul’dan gelip Ankara’ya öbürü İstanbul’dan gelip Kayseri’ye, bir diğeri Erzurum’a ve öbürü Kars’a gittiğini söyleyince, Karadenizli hemşerim:

– Görüyor musunuz, tekniği, uygarlığı (bizim söylemimizde demokrasiyi), trenin bir yarısı İstanbul’a diğer yarısı Ankara’ya gidiyor; medeniyet (bizim söylemimizde demokrasi) dediğin demek ki buymuş. Türkiye’nin durumu ve yönetim anlayışı da böyle görünüyor.

Aslında son birkaç yılda çok ilginç gelişmeler, talepler ve konuşmalar oluyor.
Birileri hiçbir kurala ve yasaya bağlı olmadan bir şeyler istiyor, bir diğeri de
açılım ve demokrasi diye bir şeylere göz yumuyor. 

  • Durum çoğumuzun düşündüğünden daha karmaşık ve vahim olabilir.

Çünkü bir ülkenin bir yanında konuştuğumuzu, öbür tarafında dile getirmeye cesaret edemiyorsak, bunu yapmaya kalkışanları koruyamıyorsak, hatta “git de görelim” diye korkutmaya kalkışıyorsak, bu üniter yapı bu insanların elinde hasara uğramış demektir. Bu da anayasal bir suç olmalı…

Üniter devlet ve yerleşik demokrasi, her kesimdeki her görüşteki insanın, korkusuz bir şekilde elini kolunu sallayarak, herhangi bir güvenlik önlemine gerek duyulmadan, istediği yerde istediği zamanda gidebilmesi ve düşüncesini çekinmeden açıklayabilmesi demektir.

Bunun böyle olmadığı, her ne kadar muhaliflerine söylüyorsa da bizzat başbakan tarafından, “git de göreyim”, sözüyle duyuruluyor. Unutmamak gerekiyor ki,
bugün muhaliflerin gidemediği yere, yarın bu nutukları atan yöneticiler de gidemeyebilir. İşte o zaman Çanakkale Dumlu, Sarıkamış, Kafkaslar, Galiçya, Akabe körfezinde yatanların kemikleri sızlar…

Büyük bir şansımız var. Bu trenin her iki tarafında oturan insanlar ölülerini hala
aynı mezarlığa gömüyor; kız alıp veriyor; birbirlerinin türküsünü söylüyor;
aynı oyunları oynuyorlar. Aslında büyük bir kısmımız aynı yöne gitmek aynı hedefe ulaşmak istiyoruz. Bütün kışkırtmalara karşın, ülkemizdeki insanların büyük bir kısmı yine de birlikte yaşamak istiyor.

Çocuklara dikkat ettiniz mi, bir çocuk bahçesinde farklı toplumlardan gelen çocuklar birkaç dakika içinde tek vücut olurlar. Çünkü onlarda katılaşmış ırk ve din kavramları henüz gelişmemiştir.

Bu nedenle dünyanın neresinde olursa olsun, bir siyasetçi sürekli dinden ya da ırktan, ırkçı milliyetçilikten dem vuruyorsa orada insanların huzura kavuşması söz konusu olmamıştır; olmayacaktır da.

Dini eğitimi ve ırkçılıkla ilgili söylemleri ne kadar genç kitleye indirmişseniz, çatışmaların dozu o kadar yükselecektir; toplumlar arasındaki kırılganlık o denli artacaktır demektir. Bunun için kâhin olmaya gerek yok; bu dünyada bu yüzden batağa batmış onlarca ülkeyi izlemek yeterlidir.

Gücün dinden ve ırkçılıktan alan hiçbir siyaset tarafsız olamaz, adil davranamaz; dolayısıyla özlenen demokrasiyi yerleştiremez. Çünkü taraftır…
Bu siyasi söylem tarzı, özlediğimiz tarz değil…

Ancak siyasi kültür yoksunu olan ülkemizde ağız dalaşları o denli kırıcı ve saygısız bir tarza bürünmüştür ki, bunun yasalara ya da adabı muaşeret kurallarına uyup uymamasına artık kimse bakmıyor. Sadece, hayretle, endişeyle izliyor. Ancak bu konuşmaların en bilinmeyen yıkıcı tarafı, en çok izlenen saatlerde, yandaş basının marifetmiş gibi bu konuşmaları tekrar tekrar vermesidir. Böylece tuttukları liderin muhaliflerini sözle şapa oturttuğu izlenimi yarattığına inanmalarıdır. Ancak yaptıkları en büyük kötülük, kuşkusuz en etkili eğitim aracı olan görsel basının, yetişmekte olan bu ülkenin masum gençlerine kavga, saygısızlık, adap dışı konuşma, bir konuyu analiz etme yerine saldırganlıkla bastırmayı yani kavga üslubunu aşılamış olmalarıdır. Yabancı ülke deneyimi olanların, “ülkemizdeki insanlar niye bu kadar gergin, kavgacı, tahammülsüz?” sorularının yanıtı da verilmiş olur.

Ancak ne hikmetse şu soruyu hiç kimse şu andaki yöneticilere sormayı akıl edemiyor. Muhalefetteki partiler sürekli kendilerine bir suçlama olarak sorulan bu soruya kem küm ederek yanıt veriyor; can alıcı noktaya bir türlü parmak basmayı
akıl edemiyorlar. Akıl ediyor olsalardı, muhalefette de olmazdılar ya…

Ey yönetici!

Hakkâri, Bitlis, Van, Muş, Diyarbakır’ı malum nedenlerle anlarım; bir mazeret bulabilirim. Yönetimdekilerin oraya gittikleri zaman küçük bir ülkenin ordusu kadar güvenlik güçlerinin eşlik ettiğini biliyoruz; güvenlik zafiyetinde de bakanların bakkal dükkânlarına sığınarak kurtulduğunu. Bu iller belli ki kritik iller.
Ancak bir ülkenin gözbebeği olarak bilinen, en akıllı, bilgili, aydın, dünyadan haberi olan, tartışma üslubunu doğal olarak geliştirdiği varsayılan hem de Türkiye’nin
en gözde Üniversitelerine, örneğin ODTÜ, Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ege Üniversitesi’ne bir ordu eşlik etmeden elinizi kolunuzu sallayarak gelip konuşabiliyor musunuz? Vazgeçtik konuşmadan yeni bir yapının açılışını yapabiliyor musunuz ya da haberli olarak ziyaret edebiliyor musunuz?

Bunu başardığınız zaman bu ülke demokrasiyi özümsemiş bir ülke olmuş demektir; iftar sofralarında yapılan demokrasi tanımları ve övünmeleri, sadece demokrasi kültürünü içselleştirmemiş olanların sırtını sıvazlamadan öteye geçemeyecektir.
İşte bu duruma illa ki bir ad takma gereğini duyarsanız, konuşmaların ve nutukların çoğu çadırda geçtiği için, buna “Çadır Demokrasisi” diyebiliriz…

Prof. Dr. Ali Demirsoy