“Ben artık bu toplumun sosyal ve manevi bir üyesi değilim”

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Ali Demirsoy hocamızın, Silivri tutsaklarından Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun trafik kazasında (??) ölen oğlu Emir’in cenaze törenine katıldıktan sonra yazdığı yazıyı sitemize o gün (16.10.12) koymuştuk.

“Ben artık bu toplumun sosyal ve manevi bir üyesi değilim”

Sonra da yorum bölümünde kendisine aşağıdaki eleştirimiz olmuştu :

=======================================
Değerli hocam,

Yazınızı okudum ve web siteme koydum.

Lütfen bakar mısınız??

Sizden önce de Fatih hoca için 2 yazı yazmıştım web sitemde..

Her şeye karşın teslim olmak yok!..

Aydın sorumluluğu işte böyle kurşun gibi ağır..

Çaresiz, son nefesimize dek omuzlayacağız.

Daha nitelikli bir toplum için..

Başka öneriniz var mı vatandaşlıktan / toplum üyeliğinden istifa dışında ??

Bu dizeleri web siteme, yazınıza yorum olarak da koyacağım..

Not : Bize de yolladığı, metnini yukarıya koyduğumuz e-iletisine karşılık olarak yollanmıştır..

Sevgi ve saygı ile.
17.10.12

Dr. Ahmet Saltık
http://www.ahmetsaltik.net

==============================================================

Ali Demirsoy hocamız bir ileti ekinde yazısını güncellemiş.
Tam da kendisine yakışanı yapmış, sağolsun, bizi de dikkate almış :

Sevgili Ahmet Bey Kardeşim,

Yazımdaki eksikliği bir paragrafla giderdim.

Umutsuzluk aydına yakışmaz.

Sitenize bu gönderdiğim yeni yazıyı koyunuz.

Teşekkür ediyorum.

Prof. Dr. Ali Demirsoy
Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü Emekli Öğretim Üyesi
Beytepe/ANKARA
Telf: 0312.297 80 40 (aynı zamanda faks)

=======================================================

Sayın Demirsoy’un yazısı yeni içeriğiyle aşağıda..

Eklenen paragraf şöyle :

    * Bu yalnızlık güçsüzlüğe, çaresizliğe düşmemin değil, pusulasını yitirmiş bir toplumu aydınlığa çıkarmayı hedef olarak gören çabamın kamçısı oldu. Çok şeyi az kişiyle başarmanın da mümkün olacağını göstermenin zamanı geldi.

Teşekkürler Ali hocam,

Buna inanın AYDINLANMA KAZANACAK

Daha doğrusu AYDINLANMA GENE KAZANACAK..

Çünkü AYDINLANMA hep kazanıyor.. Tarihe bakın..

Sevgi ve saygı ile.
17.10.12

Dr. Ahmet Saltık
http://www.ahmetsaltik.net

================================================

Ben artık bu toplumun sosyal ve manevi bir üyesi değilim

Prof. Dr. Ali Demirsoy

16.10.2012 tarihinde tanık olduğum bir merasimde, bu toplumun ulaşmış olduğu kimliğin artık benim kimliğimle aynı olamayacak kadar farklılaştığını anladım. Eğer siz toplumun yaklaşımını ve anlayışını anlayamıyorsanız, o toplumun bir bireyi olmaktan uzaklaşmışısın demektir ya da o toplum, sizin, içinde rahat hareket edemeyeceğiniz ya da benimseyemeyeceğiniz kadar değişmiş demektir. Tanık olduğum şu sürecin üzerinde, ön yargılarınızı bir tarafa bırakarak bir insan olarak, ama sadece bir insan olarak düşünmenizi istiyorum.

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu, Almanya’da ve Hacettepe Üniversitesinde dâhiliye uzmanı olmuş, başhekimlik, dekanlık yapmış ve İnönü Üniversitesinde Gastroenteroloji kliniğini kurmuş ve iki dönem İnönü Üniversitesi Rektörlüğünü yapmıştır. Rektörlüğünün çok başarılı geçtiğini, üniversiteye önemli tesisler kazandırdığını, çok sayıda bilimsel toplantıya destek olduğunu ve on binlerce ağaç diktirerek üniversitenin kıraç arazisinde neredeyse orman kimliği kazanacak bir koruluğu bu bölgeye kazandırmıştır.

Tanıdığımız Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, cumhuriyete, laikliğe, bilimsel düşünceye sözde değil özde inanmış ve sahip çıkmış bir meslektaşımızdı. Bu yolda da cesur çıkışları olmuş bir yöneticimizdi.

Şu anda çeşitli suçlamalarla Silivri Cezaevinde, yaklaşık 4 yıldan bu yana tutuklu olarak (kesinleşmemiş bir suçtan dolayı değil) yatmaktadır ve bilebildiğimiz kadarıyla da ağır seyreden karaciğer kanserinden dolayı yaşamı tehdit altında olduğu söylenmektedir. Eğer varsa, suçunun ne olduğunu, bağımsız, hukuka ve adalete saygılı, insan haklarını ön planda tutan yüce mahkemelerimiz kuşkusuz kanıtlarıyla birlikte bu topluma kararlarıyla duyuracaklardır. Yargılama aşamasındaki bir davaya fikir beyan etmenin, görüş açıklamanın ve serzenişte bulunmanın hukuka aykırı olacağını bildiğim için bu konuyu burada kapatmalıyım.

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun iki oğlu vardı. Biri Armağan, şu anda Amerika’da eğitimdeymiş, diğeri Emir; benim de yakinden tanıdığım yakışıklı, saygılı, yüzünden güzellik akan, aydınlık yüzlü bir gençti ve Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesinde dördüncü sınıfta okuyordu. Her hafta sonu yalnız kalan anasını, babasını görmek üzere Silivri’ye götürüyor, onunla iki gün kalarak geri dönüyordu. 13.10.2012 tarihinde çok kötü bir trafik kazasında yaşamını yitirdi.

Emir’in cenaze ve defin törenine birçok insan gibi ben de katıldım. Benzer durumlarda yaşanan hüzün doğal olarak bu törenlerde de yaşandı. Hepimizin gözlerinden yaşlar aktı. Buna benzer hüzün veren olaylar dünyanın her yerinde ve ülkemizde de sıkça yaşanmıştır. Ancak bu süreçte yer alanların acıklı durumları, çizilen bu tabloya yerleştirildiğinde, belki de dünyanın en kahredici, üzücü ve düşündürücü bir sahnesi sahnelenmiş oldu.

Dünya güzeli oğlunu yitiren ana, başından itibaren; özellikle mezarın başında eridi bitti; bir ananın dramını bütün çıplaklığıyla görüyorduk. Belki, onu, kendisi bir hekim olan kocası teselli edebilecekti; acılarını bir nebze de olsa dindirebilecekti Gözlerimiz kocanın üzerindeydi. Ancak kocayı, yanında, arkasında, önünde, -her halde- yıllarca kucağına almış, sevmiş, öpmüş, koklamış yavrusunu son seyahatinde yalnız bırakarak kaçmasın diye en az görebildiğimiz 6 kolluk görevlisi çembere almıştı. Zaten 4 yıl tutukluluk ve ağır hastalığı nedeniyle neredeyse bitme aşamasına gelmişti. Bir zamanların saygın doktoru, saygı yöneticisi Prof. Dr. Fatih Hilmoğlu’nun gözlerindeki -çok az kimsenin anladığını düşündüğüm- acı ifade birçoğumuzun kalbine kurşun gibi oturdu. Hiç kimseye, yaşayan oğluna, üzüntülerin en büyüğünü yaşayan eşine bile yardım edecek durumda değildi. Belli ki sadece bir töreni yerine getirmek için izinli çıkmıştı.

Yasalar neredeye kadar izin veriyor, nasıl veriyor bilemem; hukukçu değilim. Ancak Prof. Dr. Fatih Hilmoğlu’nun geniş bir koruma çemberi içinde Ankara’ya getirilip, evinde kalmasına izin verilmeden, geceyi Sincan Cezaevinde geçirmek, defin töreninin ardından (aynı gün mezarlıkta bu tören yaklaşık saat 16.00’da bitti) saat 19.00’da 4 yıldır tutuklu olduğu Silivride’ki koğuşuna götürülmek üzere izin verilmiş. Yani evinde çocuğunun ruhuna okunacak duaya bile âmin diyecek şans tanınmamıştı. Eşiyle birlikte yıllarca yavruları üşümesin diye yorganını örttükleri odaya, son bir kez birlikte bu yorganı katlamak için bir şans bile tanınmadı. Sanki Silivri kaçıyordu.

Bu yazıyı kaleme alırken ananın mezarı başındaki yok oluşunu, babanın gözlerindeki acı ifadeyi, bu durumu toplumun bir kara bahtı olarak görerek gözlerinden sicim gibi boşanan insanları bir türlü unutamıyorum. Anayasanın bile sık sık çiğnendiği bir ülkede, bir ailenin tarif edilemez bir acısına merhem olmamayı neden en katı yasalara bağlıyoruz? Biz bu kadar mı insanlık duygularımızdan uzaklaştık?

Eve ulaştığımda her şeyimle bütünleştiğimi düşündüğüm bu toplumun artık tarif edilen bir üyesi olmadığımı anladım. Bu kadar kin, bu kadar garez, bu kadar acımasızlık, bu kadar nefret, bu kadar gaddarlık benim mensup olacağım topluluk olamaz. Eğer geleneğimiz buna izin veriyorsa, ben bu gelenekten değilim, eğer kültürümüz buna izin veriyorsa ben bu kültürden değilim, eğer milli duygularımız buna izin veriyorsa, ben bu milletten değilim, eğer dinimiz buna için veriyorsa ben bu dinden değilim. Eğer insanlık bu ise ben insan bile değilim. Belli ki kalabalığın içinde yalnız kalmış birkaç insandan biriyim. Bu yalnızlık güçsüzlüğe, çaresizliğe düşmemin değil, pusulasını yitirmiş bir toplumu aydınlığa çıkarmayı hedef olarak gören çabamın kamçısı oldu. Çok şeyi az kişiyle başarmanın da mümkün olacağını göstermenin zamanı geldi.

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu rektörlüğü sırasında birçok bilimsel toplantıya tam anlamıyla destek oldu. Beğensek de beğenmesek de tasvip etsek de etmese de o dönemde yöneticilik yapmış, birçok bildiriye ortak imza atmış, birçok kararı birlikte almış arkadaşlarını da gözlerimiz aradı. Onu yalnız bırakmayan politikacılarımız, bilim adamlarımız, bir zamanların yöneticileri vardı; ancak gözlerimizin aradığı çok kişiyi –en az bu acı olayda yanında olma ve ona manevi destek verme için bile- göremedik. İnsani bir görev için bile orada değillerdi. Belli ki sele kapılmış çok insanımız var.

Katılanları bu yazıyı yazarken şöyle bir tekrar gözden geçirdim. Nitelikli bir grubun olması, bir devrin özelliğini tanımlıyor gibiydi. Sele kapılanların gelmemiş olmasını daha hayırlı gördüm. Çünkü bir Azerbaycan atasözünde der ki:

    Sel geldiği zaman ilk olarak çer-çöp gelir.

Prof. Dr. Ali Demirsoy
16.10.2012

Değerli Kardeşim,

Bir völümünüzün bu toplumun artık bir üyesi olamayacak denli farklılaştığını söyleyebilirim. Bunlardan bir de benim ve yargıya bugün kesin olarak vardım.

Bu kez kısa olan bu yazımı kesinlikle okumanızı diliyorum.

Saygılarımla. 17.10.12

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir