Prof. Dr. OĞUZ OYAN
SOL PORTAL 2022-26
“İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığıyla büyük bir gösteri biçiminde düzenlenen toplantıda CHP yeni Vizyon Belgesi’ni açıkladı. 3 Aralık’ta sunulan ve bizce henüz bütünlüklü bir vizyon belgesine dönüştürülmüş gözükmeyen bildirilerin temsil ettiği şeyi belki önümüzdeki aylarda daha ayrıntılı görmek ve tartışmak fırsatını buluruz. Bu bildirilerin bütünlüklü bir ekonomi programına dönüşüp dönüşmeyeceği, dönüşürse CHP eliyle mi yoksa 6’lı Masa eliyle mi olacağı herhalde yakın zamanda açıklığa kavuşur. Yakın zamanda diyorum, çünkü seçimlere geri sayım başladı ve bu tür işler için zaman giderek daralıyor.
BİRAZ TARİHÇE
3 Aralık toplantısının değerlendirmesine girişmeden önce bunun tarihsel örneklerini kısaca gözden geçirmek yararlı olabilir. SHP/CHP hareketi 1980’lerden çıkıştan itibaren (başlayarak) bu tür vizyon belgeleri düzenlemeye girişti. Bunlardan birincisi 1989’da SHP’nin genel sekreteri D. Baykal koordinasyonunda bir grup bilim insanı, ekonomi bürokratı ve partili iktisatçının oluşturduğu komisyon aracılığıyla gerçekleştirildi. Sonradan izleyecek örneklerine kıyasla daha ayrıntılı, daha bütünsel ve daha radikaldi. Bu program, 1991 sonunda DYP-SHP koalisyonu protokolünün oluşma sürecinde gevşetilecekti. Malum, koalisyonun büyük ortağı DYP olacaktı, Başbakan DYP’den çıkıyordu ve CHP –hangi akla hizmetse– ekonomiyle doğrudan ilgili hiçbir bakanlık ve müsteşarlık/başkanlık talep etmemişti! Bununla birlikte, koalisyon protokolünde hala birçok şey kurtarılmış gibiydi. Kısa süre oluşturulan Hükümet Programında ise SHP ekonomi programının aşındırılması biraz daha fazla olacaktı. 1993’te başbakanın T. Çiller olduğu yeni DYP-SHP koalisyonunun hükümet programı ise SHP adına daha fazla fire verilmesiyle sonuçlanacaktı. Gerçi SHP’den artık kimsenin bunları dert etmediği bilinmekteydi; koalisyonun ve bakanlıkların paylaşımının sürmesi ana hedef haline gelmişti. Esasen (Gerçekte) uygulama da başından itibaren (bu yana) protokollerin önüne geçmiş, özelleştirilmemesi düşünülen stratejik KİT’ler de özelleştirme programı içine alınmıştı. Bu koalisyon döneminde, ANAP döneminde 1986-1991 yıllarında gerçekleştirilen özelleştirmelerden daha çoğu yapılacaktı.
CHP’nin parlamento dışı kaldığı 1999-2002 döneminde yeniden güçlü bir ekonomi programı hazırlıklarına girişilecekti. Bu program, IMF’nin 2000’den itibaren (başlayarak) bölüşüm ilişkilerinde, kamu varlıklarının talanında yol açtığı tahribatın (yıkımın) giderilmesine odaklanmaktaydı. IMF programına karşı çıkar gibi yapan AKP’den kuşkusuz çok daha tutarlı bir karşı çıkışı da içermekteydi ve bu zeminde ciddi bir iktidar alternatifi (seçeneği) yaratma potansiyeline sahipti. Bunun da önü, 57. Hükümetin dağılmasını hızlandıran K. Derviş’in bu kez CHP’ye transferiyle kesildi. Genel başkan yardımcısı yapılan ve “Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu” başkanlığına getirilen K. Derviş SHP’nin hazırladığı programı baştan aşağı değiştirip IMF programıyla uyumlu duruma getirmekle işe koyuldu. Bu da CHP’nin iktidar adayı olarak iddiasını tamamen (tümüyle) yitirmesine ve ibrenin sahte IMF karşıtlığı yapan AKP’ye dönmesine yol açtı. Sonuç zaten biliniyor.
Şimdi üçüncü kez, “iddialı” olduğu söylenen bir ekonomi programı hazırlıkları yapıldığı izlenimi verilmek isteniyor. Ancak burada, koalisyon ortaklarının veya dıştan güdümlü kişiliklerin sonradan “oyun bozan” olarak sahneye çıktığı bir durumdan söz edemiyoruz. Hazırlıkları yapılan “vizyon belgesi’ başlangıçtan itibaren (beri) sistemle tam uyumlu bir program olarak ortaya çıkıyor. 6’lı Masa’dan bu programa bir itiraz gelmesi pek mümkün (olanaklı) görünmüyor; elbette “koalisyon” icabı (gereği) olarak herkes bazı (kimi) fırça darbeleri vurmak isteyecektir ama bunların öze dokunmayacağı şimdiden söylenebilir. Bu arada AKP’ye tıpkı 2002’de olduğu gibi ciddi bir koz verilmek üzere olunduğunu görmemek de mümkün değil. AKP’nin 2016’ya kadar (dek) doğrudan ve dolaylı olarak IMF programları uygulayan bir parti olması durumu değiştirmiyor; seçmenin -özellikle de AKP seçmeninin- genel ortalaması bu bağlantıları kurabilecek düzeyde değil. Dolayısıyla AKP yönetimi bugün de çıkıp, “muhalefet IMF güdümlü bir neoliberal program uygulamaya hazırlanıyor, biz ise yerli bir modeli inşa ediyoruz” diyebilecek konuma kolayca yerleşebiliyor. Nitekim bunun salvolarını şimdiden atmaya başladı bile. Üstelik 6’lı Masa partilerinden bazıları IMF programının aslının ve gölgesinin geçerli olduğu dönemlerde ekonomi sorumluluğunu üstlenmiş siyasetçileri barındırıyor; dolayısıyla AKP döneminin ilk yarısı dokunulmaz tabu düzeyinde bulunuyor. (AKP yönetiminin bile kendi ilk dönemini göklere çıkarıyor olmasındaki çelişkinin algılanma düzeyi çok düşük kalacaktır).
BİRAZ AYRINTI
İlk soru şu olmalı: Bu cafcaflı tanıtım kime yönelikti? Öncelikle iç ve dış sermayeye yönelik olduğu açık olmalı. Dünya kapitalist sisteminden ve onun cari birikim modelinden kopuş olmayacağının, AKP döneminin son yıllarındaki bazı “yoldan çıkmaların” düzeltileceğinin güvencesini vermek üzere kurgulanmış bir “vizyondu” bu. Toplantının İstanbul’da yapılması bile bunun işaretiydi: Yerli-yabancı sermayenin ve medyanın en çok rağbet göstereceği mekân olduğu düşünülmüştü. Yoksa toplantıda “bildiri” sunanların üçü yurtdışından gerisi ise Ankara’dan katılmışlardı buraya, yani daha kestirme adres Ankara olmalıydı aslında!
Elbette hedeflenenler arasında, CHP’den bir şeyler bekleyen kendi örgütü ve seçmen kitlesi ile 6’lı Masa partileri de bulunmaktaydı. İktidara karşı da bir gövde gösterisi yapılması hedeflendiyse eğer, AKP’nin bu toplantıdan herhangi bir kaygı duyması için bir neden yoktu, hatta daha önce belirttik, iktidara ummadığı bir koz da veriliyordu.
İktidarın eteklerinde semiren sermayedarlar dışındaki büyük sermaye kesimlerinin de CHP’nin bu sürpriz değeri taşımayan “vizyon belgesini” destekleyeceklerini kolayca öngörebiliriz. Nitekim bunun da bir işareti olarak 4 Aralık’ta Adana’da düzenlenen buluşmada TÜSİAD ve TÜRKONFED eski başkanları iktidara daha açık eleştiri yöneltme pozisyonuna geçiyorlardı (5 Aralık 2022 tarihli Cumhuriyet). Her durumda, 3 Aralık’taki “belgenin vizyonu” sermayenin ufkuna göre ayarlanmıştı.
Bu toplantı konusunda iki farklı TV kanalına sıcağı sıcağına yaptığım yorumlarda, esas olarak burada yazdıklarımı söylerken, CHP’nin Türkiye dahilinden (içinden) hem çok nitelikli hem de mevcut (varolan) ekonomik sisteme karşı net eleştirel konumları benimsemiş olan iktisatçılarla çalışma fırsatını kullanmamasını da eleştirmiş ve önümüzdeki süreçte bu yöne kayması gerektiğini ifade etmiştim. Gerçekleşmesini elbette mümkün görmediğim bu öneriyi aslında değerlendirmemin daha geniş kitlelere ulaşması bakımından önemli bulmuştum ve aynı zamanda neoliberal birikim modeline eleştirel konumlarından hiç ödün vermeyen Türkiye’nin saygın iktisatçılarının görmezden gelinmesine dolaylı tepkimi de ifade etmiştim. Kuşkusuz bu saptamamız, toplantıya katılan iktisatçıların akademik düzeylerine bir eleştiri değildir; neoliberal iktisatın ideolojik çerçevesi dışına çıkılamamasına bir eleştiridir.
Ama şimdi şunun altını daha kalın çizmenin zamanıdır: CHP liderinin ve yönetiminin bu toplantıda benimsediği vizyon ve kadro son derece bilinçli seçilmiştir ve CHP içinden veya sol kesimden gelecek tepkilere göre yeniden biçimlendirilebilecek bir esneklik taşımamaktadır. İç ve dış sermayeye güven vermenin, dışarıdan büyük borçlanma kaynaklarına ulaşabilmenin yolu-nun buradan geçtiğine inanılmaktadır. Daha önceleri de yazmıştım: IMF’siz bir IMF programının mümkün olabilmesinin tek koşulu, iç tepkilerin olmadığı bir durumda, dış kaynak sorununun halledilebilmesidir.
- Ancak sorun şu ki; yeni dünya konjonktüründe ve Türkiye’nin dış borç yükünün ve temerrüt faizlerinin (CDS oranları) böylesine yüksek olduğu bir ortamda, bol ve ucuz dış kaynak yok.
Hele uluslararası fonların, dürüst yöneticilerin işbaşında olacağı bir ülkeye ve onun kalkınma aşkına sempati duyarak Türkiye’ye “iyiliksever” ve “temiz” mali sermayelerini akıtacağı bir dünya hiç yoktur. (Belki “Alice harikalar diyarında” olabilir).
AKP’nin benimsediği dış kaynaklara dayalı bağımlı büyüme modelini sürdürmeyi öngören bu “CHP vizyonunun” aslında çok önemli bir işlevinin olması da beklenmektedir: Sermayeyi karşısına değil yanına almak. Çünkü Türkiye’nin büyüyen ve CHP’nin bu programıyla daha da büyüyecek olan kaynak sorununu, içerde sermayeye yük aktarmadan çözebilmenin yegâne (biricik) can simidinin, yeni devasa dış borçlanma kaynaklarına erişebilmek olduğu hesabı yapılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, dışa açık ekonomi koşullarını koruyarak, ama bu koşullarda hem sermaye sınıfını korkutup yurtdışına kaynak transfer etmesine yol açmayarak hem de onun siyasal desteğini alarak iktidarda kalabilmenin koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır. Açıkçası bu pozisyon (konum), İYİ Parti iktisatçılarından Prof. Bilge Yılmaz’ın “gerekirse sermaye hareketleri kontrol edilir” çıkışından çok daha geridir. (Gerçi -muhtemelen sermaye tepkileri üzerine- onun da sesi duyulmaz olmuştur). Ayrıca başlangıç koşulları, AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemdekinden (131 milyar dolar dış borç) çok daha ağırdır (450 milyar dolar) ve ulusal gelire oranla dış borç yükünün yeni bir tırmanmaya izin vermesi pek güçtür.
Toplantıya katılanlar arasında sadece (yalnızca) Prof. Hakan Kara sunumunda “vergi istisna ve muafiyetlerinin” önemli yekûn tuttuğuna ve burada bir kaynak potansiyeli olabileceğine geçerken değindi. Evet doğru; bu konuyu ben ve sevgili meslektaşım Prof. Aziz Konukman bıkmadan gündeme getiriyoruz. (Bkz. 22 Kasım tarihli Sol Haber yazım). 2023 Bütçesinde “vergi harcaması” olarak verilen büyüklük 994 milyar TL’dir ve vergi gelirlerinin %31’ine denk gelen bu tutarın büyük bölümü sermayeye tanınan vergi ayrıcalıklarından oluşur. Şimdi soru şudur: Sermayeye tanınan vergi ayrıcalıklarının salt yarısından vazgeçilmesi bile sermaye kesimi ile bir kol güreşini gerektirirken CHP buna var mıdır? Hele 6’lı Masa bu hazır olabilir mi? Eğer olumlu yanıt verilemiyorsa, dışardan borç bulmak için niçin bu denli gayretkeş (çabalı) olunduğu da anlaşılacaktır. Ama bu hem çok zordur hem de yeni bağımlılık ilişkilerinin göze alınmasını gerektirir.
SONUÇ
Son 30 yılda Cumhuriyetin kurucu siyasetinin, bırakalım sistem alternatifi (seçeneği) çözüm önermeyi, bir iktidar alternatifi olabilme potansiyelini bile elinden 3. kez kaçırmak üzere olduğu bir süreçten geçiliyor olabilir. Umalım ki; genel ekonominin ve halkın ekonomisinin bu denli kötüye gittiği, hukukun ve dürüst siyasetin bu denli aşındırıldığı bir dönemde bu saptamalarımız bir uyarıdan ibaret kalır ve dinci-otokratik hareketin iktidarı yitirme süreci geri döndürülemez bir mecraya girer.
Ama her durumda, sayılan tüm bu nedenler de bizlere gösteriyor ki, mevcut siyasi ittifaklar dışında bir sosyalist güç birliğine olan ihtiyaç da artık ekmek su kadar elzem olmuştur.