Etiket arşivi: Mustafa Kemal Atatürk

ÇAĞDAŞLIĞA İLK ADIM: 3 Mart 1924


ÇAĞDAŞLIĞA İLK ADIM: 3 Mart 1924

Portresi_Ali_Nejat_Olcen

Dr. ALİ NEJAT ÖLÇEN

Mustafa Kemal Atatürk’ün en önemli niteliğini, kuram (teori) ile Kurum arasındaki
bağı kurmasında görürüz.

O nedenle, devrimlerini kurumlaştırmış ve o kurumlar Anadolu’muzun kültürel dokusuna çağdaşlaşma olanağını sağlamıştır. Yoktan var ettiği devrimlere karşıt gerici kadroların  ve de siyasete aktardığı partilerin,
Cumhuriyeti ve onun kazanımlarını geri çevirmeye gücü yetmemiştir. Çünkü:

Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere armağan ettiği Cumhuriyet, dışalım ürünü değildir.
Cumhuriyeti temel alan ilkelerin hiç biri, dışarıdan aktarılmamış o nedenle Anadolu’muzun gelenekleri ve kültürüyle  kaynaşabilmiştir. Tüm gerici akımların başarısızlığının kaynağıdır bu. Mustafa Kemal Atatürk’ün yarattığı devrimlerini ve o devrimlerin kültürünü ve o kültürün kurumlarını Anadolu’nun bağrından söküp atmak olanak dışıdır ve buna girişen kadrolar kendilerini yok oluşa sürüklemişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin “seküler” (ne dinden yana ne dine karşı) niteliği 90 yıl önce bugün gerçekleşti. Seküler niteliği  içermeyen devlet, “laiklik” ilkesini koruyamazdı. Düşün ve inanç özgürlüğünün kaynağı olan sekülarizm eğer devletimizin temel niteliği olacaksa, yani devlet hiçbir düşünceye ve inanç biçimine karışma yetkisinden uzakta kalacaksa, o devletin Cumhuriyetçi niteliği de iki başlı olmasını önleyecek,
Hilafet biçimi Devlet yönetiminden uzaklaştırılacaktı.

Hilafet yerinde kaldıkça, seküler devlet nasıl oluşabilirdi?

Büyük Millet Meclisi’nde bu düşüncenin öncülüğünü Şeyh Safvet Efendi üstlenmiş
52 milletvekili ile birlikte hazırladıkları yasa önerisi kabul edilerek 90 yıl önce bugün
(3 Mart 1924) Hilafet kaldırılmıştır. Doğal olarak Şeriye ve Evkaf Bakanlığı da Siirt Mebusu Halil Hulki Bey ve 50 milletvekilinin yasa önerisiyle aynı gün tarihsel anıya dönüşmüş oldu. Büyük Millet Meclisinde Hükümet tasarısıyla değil, milletvekillerinin özgür istenci (iradesiyle) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin seküler niteliğe kavuşturulması Anadolu’muzun yarattığı ve özenle koruduğu insancıl kültürün ürünüydü.

22 Ocak 1924 günü Başbakan İsmet Paşa (İnönü) tarafında şifreli telgrafla,
kimi gazetelerde makamı hilafetin durumu ve Halife’nin kişiliğine ilişkin
yanlış kanılara neden olacak yazılara rastlandığı
”ndan yakınmakta ve ”
bundan Halife’nin büyük üzüntü duyduğunu” belirtmekteydi.

Mustafa Kemal’in İzmir’de  Başbakan İsmet Paşa’ya ilettiği şifreli telgrafla şunları belirtmişti:

Halife ve bütün cihan kat’i olarak bilmek lâzımdır ki, mevcut ve mahfuz olan (korunan) halife ve hilafet makamının, hakikatte, ne dinen ve ne de siyaseten
hiçbir mana ve hikmeti mevcudiyeti 
(varoluş nedeni) yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsa­talarla mevcudiyetini, istiklalini tehlikeye maruz bırakamaz. Hilafet makamı bizce en nihayet, tarihi bir hatıra olmaktan fazla bir ehemmiyeti haiz olamaz. Türkiye Cumhuriyeti ricalinin veya resmî heyetlerinin, kendisiyle temasını
talep etmesi dahi Cumhuriyetin istiklaline 
(bağımsızlığına) sarih tecavüzdür.

Bu yazışma bir önemli gerçeği de kanıtlıyordu, Mustafa Kemal’i anlayan bir tek kişi vardı o da Mustafa Kemal’in kendisiydi.

Öyle anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal’in bu yanıtı, Başbakan İsmet Paşayı etkilemiş
ve TBMM’nde Cumhuriyetin açıklanmasına karşı çıkan milletvekillerine
en gerçekçi yanıtı O vermişti.

Bugün Cumhuriyetin kazanımları ve ilkeleriyle barışık  olmayan ve hatta  karşıtlığın gereklerini husumetle uygulayan AKP iktidarı ortaya çıkmış olsa bile Cumhuriyetimiz, kendisini koruyacak tüm kurumlarıyla birlikte Türkiye’mizin kromozomlarına işlemiştir.

Şeriat özlemcileri, Türkiye’nin önünde açılan uygarlık sürecinde bir daha hortlamamak üzere tarihin çöplüğüne iteklenerek silinip gidecektir.

Böyle biline, çare buluna!

GÜRKUT ACAR : AYNI İHANET..


AYNI İHANET..

Portresi_bir_uyari

GÜRKUT ACAR
CHP Antalya Milletvekili

Son yıllarda tarihi tersine anlatan, ahlaksızca çarpıtan, yalan olduğunu bile bile toplumun kendi dünyasında yaşayan kesimlerini, özelikle dindar yurttaşlarımızı kandırmak üzere yoğun bir “bilgi kirlenmesi” yaratan karşı devrimi yaşıyoruz.

Ulusal Kurtuluş Savaşımızı veren; karşı devrimci milletvekillerinin de bakan, başbakan, milletvekili olarak görev yaptıkları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kuran

Mustafa Kemal Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye “iki ayyaş”

diyerektoplumun gözünden düşürmeye çalışan bu anlayış; tarihteki büyük ihaneti
tekrar ediyor.

“Türk Milleti” sözünü 11 yıllık iktidarında kullanmayan bu anlayış ülkemizin kaynaklarını talan ediyor, satıyor, savıyor, yağmalıyor, yandaşlara ve yabancılara yağmalatıyor.
Bu yalanları belgeleriyle birlikte tarihin çöplüğüne gömen Mustafa Kemal Atatürk,
gerçek bir belgesel olan NUTUK kitabında aynen şöyle diyor:

  • “Efendiler, bilindiği üzere, yeni Türk Devleti’nin yerini aldığı Osmanlı Devleti,
    uhud-ı âtika (eski anlaşmalar) adı altında birtakım kapitülasyonların esiriydi. Hristiyan halkın birçok hakları ve ayrıcalıkları vardı. Osmanlı Devleti,
    Osmanlı ülkesinde oturan yabancılara karşı yargı hakkını uygulayamadı;
    Osmanlı vatandaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan alması engellenmiş bulunuyordu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklarla ilgili tedbirler alması mümkün değildi.
  • Osmanlı Devleti kendisini kuran temel unsurun, Türk Milleti’nin,
    insanca yaşamasını sağlayacak tedbirleri alma bakımından da engellenmişti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hattâ okul yaptırmakta bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda, yabancı devletler hemen işe karışırdı.
  • Osmanlı hükümdarları ve çevresindeki yakınları, gürültü ve gösteriş içinde yaşayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarını kuruttuktan başka; milletin her türlü çıkarlarını feda etmek, devletin şeref ve haysiyetini ayaklar altına almak şekliyle birçok dış borçlar yapmışlardı.
  • O kadar ki, devlet bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünya gözünde, iflas etmiş sayılmıştı.
  • Efendiler, mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti’nin dünya gözünde
    hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletler arası hukukun dışında tutulmuş, 
    sanki himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi
    kabul ediliyordu.” (*)

Bugün Türkiye’yi yöneten anlayış, Osmanlı’yı yücelten, Cumhuriyeti kuranları
küçültmek için elinden gelen her türlü alçakça saldırıyı yapan bir konumdadır.
Övdükleri Osmanlı İmparatorluğu’nun ve yöneticilerinin son aşamada
ne aşağılık durumda olduğunu NUTUK belgeleriyle ortaya koymaktadır.

Tarih tekerrürden ibarettir derler.
(AS: Tarih aptallar için tekerrür eder; akılı olan ders alır ve yeni tarih yazar.)
Bugün yaşadıklarımız da tarihin tekerrüründen ibaret.
Osmanlı’nın son döneminde ihanet eden bir padişah (AS : Vahdettin) vardı;

AKP, iktidarının son döneminde

  • Türkiye’yi bölünme noktasına getirmiş,
  • Doğu Anadolu Bölgesi’ni PKK’ya teslim etmiş,
  • Türk Aydınlanması olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dayanaklarını
    bir bir yok etmiştir.

Şimdi sanki aynı durum yinelenmekte ve ülkeyi yöneten iktidar yalnızca kendi çıkarlarını düşünerek, halka ihanet etmektedir.

Bu durumda; iktidarın sonunun, Vahdettin’in sonundan çok farklı olmayacağı açıktır.

Türk Halkı, AKP’nin “benden sonra tufan” anlayışını asla kabul etmeyecektir.

*NUTUK; Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk’te Birleşmek!


Atatürk’te Birleşmek!

portresi

 

Prof. Dr. Ayhan Filazi
ADD Genel Başkan Yardımcısı

 

Tam 11 yıl, 1911 ile 1922 yılları arasında aralıksız süren savaşlar.
Yanmış, yıkılmış bir ülke. Yoksulluktan başını kaldıramayan bir millet.
Bir çılgın adam, her türlü lüksü yaşama olanağına sahipken, canını dişine takıp önce milleti mahvetmek isteyen emperyalizme ve yutmak isteyen kapitalizme karşı başkaldırıyor.

Dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir zafer kazanıp tüm mazlum milletlere de
örnek oluyor.

Ardından ümmetten millet, kuldan birey yaratıyor.

Bu devrimin adı Türk Mucizesidir.

Bu mucizenin mimarı Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Bu devrim, kimi Marksistlerin iddiasına göre Ekim 1917’deki Rus Devriminin sonucudur. Ancak yine Atatürk’ün mimarı olduğu 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi olmasaydı, İngiliz donanması İstanbul Boğazının Karadeniz kıyısında bekleyen Rus (Menşevik) donanmasıyla birleşecek ve Rus (Bolşevik) Devrimi de
hayalden öteye gidemeyecekti.

Bütün aklı başında tarihçiler bunu bilir.

Bu devrim elbette ki birkaç cümleyle geçiştirilecek basit bir olay değildir.
Konumuz o değil. Sadece bir hatırlatma yapalım istedik.
Doğaldır ki, kendi çıkarlarını halkın çıkarlarından üstün tutan insanlar bu mucizenin mimarı olan Atatürk’ü kullanmak isteyeceklerdir.
Nitekim Cumhuriyet tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Atatürk’ün adını en fazla ananlar, O’na en fazla zarar verenler olmuştur.

1950 yılında iktidara gelen Menderes hükümeti bir yandan Atatürk’ün hayattayken yapmış olduğu devrimleri bir bir yıkarken öbür yandan “Atatürk’ü koruma yasası” çıkarmıştır. Sanki O’nun korunmaya gereksinimi varmış gibi.

Hele 12 Eylül 1980’de Atatürk’ün de adı kullanılarak yapılan darbe, O’nun mirasını bile reddetmiş, neredeyse tüm aydınlar üzerinde baskı, zulüm ve işkenceye dönüştürülmüştür. Bir kuşak o dönemde yok edilmiş, yurtseverler işlerinden,
evlerinden, yurtlarından edilmişlerdir.

Rahmetli Attila İlhan bunlara Gardrop Atatürkçüleri diyordu.

Atatürkçü olduğu kuşku götürmez Nadir Nadi bile bu çıkarcıları gördükçe çileden çıkmış ve “Ben Atatürkçü değilim!” diyebilmiştir.

Bu yıl kuruluşunun 25’inci yılını kutlayan ve yıllardır gerici olmayan halkımızı gericiliğin
ve yobazlığın baskısı altında tutup ona göz açtırmak istemeyen dar kafalı çıkarcılarla, ümmetçilerle amansız bir savaşım içindeki Atatürkçü Düşünce Derneği,
aydın olması gereken kişilerin de kimi zaman gizli, kimi zaman açıkça bu çıkarcıların yanında yer aldıklarını görmektedir.

Bizler, gözü dönmüş kanlı bir düşmanlığın ulusu birbirine düşürdüğü, Atatürk’e ve devrimlere saldırıların coşkunluk içinde doruklara ulaştığı dönemlerde, yüreği sevinçten çatlama kertesine ulaşan kişileri çok gördük. Bunlara karşı yılmadan savaşım veren ve bu uğurda kurucusu Muammer Aksoy dahil pek çok aydınını şehit veren bir avuç inançlı insanın oluşturduğu ADD, “Atatürk’te birleştik” diyerek O’nu kullananları da
ne yapmak istediklerini de iyi bilir.

Atatürk’ün halka mal ettiği kurumları özelleştiren ve Türk Ulusunun öz malı olan değerlerin talan edilmesi konusunda büyük çaba gösteren eski patronları da
yakından tanır.

Elinden İslam dinarını, dilinden İslam Ortak pazarını düşürmeyen kişileri “millici” olarak yutturmaya çalışanları da iyi bilir.

Geçmişte Kemalizmi burjuva devrimi olarak görüp eleştirenlerin, terör örgütleriyle
iş birliği yapanların, uyduruk davaların savcısı olan kişilerle sırf çıkarları için işbirliği yapanların “Atatürk’te birleştik” demelerini de anlayabilir.

Yıllardır mücadele ettikleri rejim ve yandaşlarıyla koalisyon kurmaları da
bizi ilgilendirmez. Tümüyle çıkar ilişkileri üzerine kurdukları merkezlerinde yolunuz
açık olsun diyebiliriz. Birlikte yola çıktıkları kişiler arasında masum ve çok şeyin farkında olmayan dostlarımızın da olması bizi ancak üzer ve onların yüzü suyu hürmetine
buna saygı da duyabiliriz. Ama Atatürk’ü hiçbir zaman siyasal çıkar ve sömürü konusu yapmayan, bunun tartışılmasını bile hakaret sayan Atatürkçü Düşünce Derneği‘ne
dil uzatmak hiç kimsenin haddi değildir. Üstelik bu kişiler masum Atatürkçülerin de izledikleri ulusal bir televizyon kanalında ADD ve yöneticilerini mahalle dedikodusu yapar gibi, kulaktan dolma bilgilerle eleştirip muhalefet yaptıklarını zannediyorsa,
onun altında ezilmeye mahkûmdurlar. Şimdilik uyarmakla yetinelim.

Çünkü geçmişi karanlık olanların Türkiye’nin geleceğine ışık tutmaları olanaklı değildir.

ADD İZMİT ŞUBESİ’nden UĞUR MUMCU BASIN AÇIKLAMASI


Dostlar,

ADD İzmit Şubesi Başkanı yılların kadim dostu Sn. Ahmet KAVAZ,
çok vurucu bir basın açıklaması metni hazırlamış..
Anlaşıldığına göre 24.1.14 günü
Uğur Mumcu‘yu anma töreninde okuyacak
ve basına dağıtacaklar..

Bu etkili metni paylaşmak isteriz..

Sevgi ve saygı ile.
23 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================

ADD İZMİT ŞUBESİ’nden UĞUR MUMCU BASIN AÇIKLAMASI

Ahmet_Kavaz_ADD_Izmit_Sb._Bsk

Uğur MUMCU, 21 yıl önce Emperyalizmin karanlık labirentlerinde alçakça planlanmış ve kandan, karanlıktan beslenen tetikçiler tarafından canice düzenlenmiş bir suikastın kurbanıdır.  

Uğur Mumcu’yu katledenler;

Bahriye Üçok’u,
Muammer Aksoy’u,
Ahmet Taner Kışlalı’yı,
Necip Hablemitoğlu’nu,
Çetin Emeç’i,
Bedrettin Cömert’i,
Bedri Karafakioğlu’nu,

Cavit Orhan Tütengil’i,
Onat Kutlar’ı,
Turan Dursun’u,
Savcı Doğan Öz’ü,

Sendikacı Kemal Türkler’i,
Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul…. ve Gaffar Okkan’ı

Jand. Gn. Komutanı Org. Eşref Bitlis’i de
…..
katledenlerdir.

Türk Ulusu’nun bu yiğit ve onurlu evlatlarını aramızdan alanlar;
Bahçelievler, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi… katliamlarını da tertipleyenlerdir.

Temeli bilim ve kültür olan Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin
laik, demokratik hukuk devleti olmasından, bağımsız olmasından;
kadınlarının, emekçilerinin, yurtseverlerinin onurlu ve başları dik olmasından
rahatsızlık duyan karanlık güçlerdir onlar.

Arkadaşlar,

Uğur Mumcu da dahil, pek çok gazetecimizi, aydınımızı, bilim adamımızı ve daha nice yurtsever insanımızı acımasızca ve hunharca katleden caniler henüz yakalanmış değillerdir.

Oysa ölüm emirlerini verenlerin, bu pusuları ve kumpasları kuranların kim olduklarını
çok iyi bilmekteyiz. Onlar 1919’larda da vardı…1930’larda Mustafa Fehmi Kubilay’ı aramızdan alanlarda onlardı. Onlar, tarihsel – toplumsal belleğimizin bir kenarında silinmeyecek biçimde yazılıdırlar.

Arkadaşlar,

Uğur Mumcu ve öbür aydınlarımızın teker teker suikastlara kurban gitmeleri
bizleri yılgınlığa ve umutsuzluğa asla sürüklememiştir. Şu çok iyi bilinmelidir ki,
bizim için koşullar 1919’dan daha kötü değildir.
Mustafa Kemal ATATÜRK gibi başkomutanı olan bir Ulusun, tehlike nereden gelirse gelsin, her zaman ezip geçecek güce ve inanca sahip olduğu çok iyi bilinmelidir.

Arkadaşlar,

Atatürk ilke ve devrimlerinin yürekli savunucusu Uğur MUMCU
bir söyleşisinde şöyle demektedir :

  • “Hangi iktidar din sömürüsüne sığınmışsa, yıkılmıştır.”

Evet, bugün yaşadıklarımız O’nun bu saptamasının ve öngörüsünün gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Din maskesi altında kurulan saadet zincirleri, rüşvet, soygun, vurgun ve talan dayanışması çatırdamıştır.

Yıkılacaklardır!

Değerli arkadaşlarım,

Başta Uğur MUMCU olmak üzere,
Tüm devrim şehitlerini bir kez daha saygı ve minnetle anarken,
son söz olarak şunları söylemek isterim :

Bizler, bize bu ülkeyi canları ve kanları pahasına teslim edenler kadar namuslu, cesaretli ve kararlı olmak zorundayız. Bugün için en büyük tehlike dinci ve gerici yapılanmadır. Ülkemizi örümcek ağı gibi saran bu cemaat, tarikat ve bölücü ittifaka karşı uyanık olmak zorundayız. Bu ittifakı dağıtmak yok etmek asli görevimiz olmalıdır.

Özetle Uğur Mumcu’nun bizden istediği de buydu.

Saygılarımızla.
24 Ocak 2014

Ahmet KAVAZ  
ADD İZMİT ŞUBE BAŞKANI

ANKARA’YA HOŞGELDİN BÜYÜK ATATÜRK!


ANKARA’YA HOŞGELDİN
BÜYÜK ATATÜRK!

 

Image

 ANKARA’YA HOŞGELDİN!

19 MAYIS 1919, SAMSUN 

22 HAZİRAN 1919 AMASYA GENELGESİ 

23 TEMMUZ 1919 ERZURUM KONGRESİ 

4 EYLÜL 1919 SİVAS KONGRESİ 

27 ARALIK 1919 HEYETİ TEMSİLİYE ÜYELERİ İLE BİRLİKTE

ANKARA’YA GELİŞ!

Boynunda idam fermanıyla Anadolu’da ayak basmadık yer bırakmayan bir çılgın, Mustafa Kemal Atatürk, ilmek ilmek ördüğü bir milli mücadeleyi
23 Nisan 1920’de BMM ile taçlandıracak ve Milli Mücadele utkuya eriştirecektir

Birilerine güle güle derken,

Mustafa Kemal’e Ankara’ya gelişinin 94. yıldönümünde Hoşgeldin diyoruz!

Ceyhun_Balci_portresi

Dr. Ceyhun BALCI

YASSI KAFALILAR


YASSI KAFALILAR

portresi


Suay Karaman

 

 

Türkiye’nin birikmiş, bekleyen ve ivedilikle çözüm gerektiren
birçok sorunu varken, siyasal iktidarın Yassıada’nın adını ‘Demokrasi ve Özgürlükler Adası’ olarak değiştirmesi,
‘ileri demokrasi’ anlayışlarına ve uygulamalarına örnektir.

27 Mayıs 1960 İhtilali sonrasında, ülkeyi kutuplaştırarak kardeş kavgasına sürükleyen, Atatürk ilke ve devrimlerini ayaklar altına alarak yozlaştırmaya çalışan Demokrat Parti iktidarının yöneticileri Yassıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanmışlar
ve çeşitli cezalara çarptırılmışlardı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 30 Eylül 2013’te demokrasiyle ilgisi olmayan, demokratikleşme paketini açıklarken de, 27 Mayıs 1960 Devrimi’ne saldırmıştı. Başbakan, 1960’daki askeri harekatın “Türkiye’de 1950’den başlayarak saat gibi işleyen demokrasiyi durdurduğunu” söylemişti. Başbakanın bilgisi, birikimi ve kültürü, demokrasiyi bilmediği (AS: içermediği??) gibi, 27 Mayıs 1960 aydınlığını da kavramaya yetmez.

1950’den sonra yalnızca adı “demokrat” olan Demokrat Parti’nin yaptıklarının demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Hangi demokraside meclisin onayı olmadan emperyalist devletlerin çıkarı için yabancı ülkelere asker gönderilir? 6-7 Eylül 1955 olaylarını tahrik edenlerin baş sorumlusu olan DP iktidarı mı demokrasiyi saat gibi işletiyordu?

Demokrat Parti grubunda,

  • “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” ve
  • “Odunu aday koysam milletvekili seçtiririm” diyen
    Adnan Menderes mi demokrattı?

Ana muhalefet partisinin genel başkanını (AS: İsmet İNÖNÜ) öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikastlar düzenletilmesi, demokrasi ile bağdaşabilir mi? Muhalefeti cezalandırmak için kurulan Meclis Tahkikat Komisyonu, hangi demokraside bulunmaktadır?

İrticaya ödünler verilerek, ulusal bütünlüğümüz parçalanarak, özgürlükler kısıtlanarak, basın ağır sansür altında tutularak,
gazeteciler ve iktidara muhalif olanlar hapse mahkum edilerek demokrasi olamayacağını bilmeyenlerin tanımına göre “saat gibi işleyen demokrasi”, ülkeyi kardeş kavgasına getirmişti.

Başbakan Erdoğan gibiler, sürekli 27 Mayıs 1960 İhtilalini eleştirirler ama hiçbir zaman 12 Mart 1971 muhtırasını ve özellikle
12 Eylül 1980 darbesini eleştirmezler. Çünkü aydınlığa düşman olanlar, kendilerini yaratan karanlıkları sever, toz kondurmazlar. ‘
12 Eylül 1980 darbesini yargılıyoruz’ diye, yassı kafalarıyla komedi ortaya koyanlar, ‘ileri demokrasi’ adını verdikleri ortamla, 12 Eylül’ün faşizmini aratmamaktadırlar.

“Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyen Celal Bayar’ın iktidarında Atatürk Devrimleri, ‘tutan devrimler’ ve ‘tutmayan devrimler’ olarak ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı. Demokrat Parti zamanında Mustafa Kemal Atatürk yok sayılmaktaydı, AKP iktidarında da yok sayılmaktadır. “10 Kasım’da sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyen zihniyet, Türkiye Kupası maçının seremonisinde sahaya ‘Yüce Atatürk’ yazılı formayla çıktığı için Fethiyespor’a ceza bile vermeye kalkışmış, artarak gelen tepkiler üzerine, cezadan vazgeçmişlerdir. Atatürk sevdalısı Türk insanı, bu anlamlı hareketleri için Fethiyespor’u hep gözleri yaşararak anımsayacak ve onurlu duruşlarına saygı gösterecektir. Ceza vermeye (AS: Gerçekte kapatmaya!) kalkanları da unutmayacaktır.

Uzun yıllar özellikle İspanya ve Portekiz’de diktatörler (AS: Franko ve Salazar) futbol ile toplumu uyutarak, ülkelerini yönetmişlerdi. Bizde ise futbol, ‘dikbakan’ diyebileceğimiz diktatör başbakanın koltuğunu sallamaktadır.
Özellikle maçların 34. dakikasında Taksim Gezi Parkı olaylarına atıfta bulunularak, “her yer Taksim – her yer direniş” ve
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sesleri, siyasi iktidarı çileden çıkartmaktadır.

Çünkü ortaçağ karanlığından hoşlananların, Atatürk denince ödleri kopmaktadır. Biliyorlar ki, toplumdaki Atatürk sevgisi, iktidarlarına
son verecektir. Bu yüzden Atatürk’ün resimlerinden, sözlerinden, ilkelerinden, devrimlerinden, Gençliğe Hitabesi’nden,
Bursa Nutku’ndan, ulusal bayramlardan çekinmektedirler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar Atatürk korkusu, siyasi iktidarı perişan etmektedir. Atatürk adı, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin karabasanıdır.

Atatürk’ün manevi kişiliğinin bile tartışıldığı günümüz Türkiye’sinde, “yassı kafalıların iktidarı son bulacak, aydınlık günler için örgütlü ve bilinçli mücadele başlayacaktır.

  • Yolumuz; Yüce Atatürk’ün çağdaş ve aydınlık yoludur.

(İlk Kurşun Gazetesi, 16 Aralık 2013,
http://www.ilk-kursun.com/haber/163889)

HANGİ PARTİYE OY VERECEĞİM?


Dostlar,

Sn. Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen oldukça “sert” bir yazı yazmış..
Öğretmen arkadaşı Sn. Hami Karslı’nın mektubunu da iliştirmiş.

portresi

 

 

 

Bir çekince koyarak paylaşalım:

Sayın Ölçen,

Kritik dengeleri görmüyor olamazsınız..
Zor dönemlerde muhalafete muhalefet nereye hizmet olur ??
Bu eleştiri ile webe alıyorum..

diye yazarak e-iletisine yanıt verdik..

Sevgi ve saygı ile.
12 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

===================================

Öğretmen arkadaşım Sn. Hami Karslı gibi ben de emperyalizmin uşaklığına soyunanlara, Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusalcı ulus devletine ve devrimlerine

sahip çıkmayanlara, ABD’ye hoş görünmeyi amaç alarak Misak-Millî sınırlarımızın kuşattığı coğrafyamızı ve ulusal bütünlüğümüzü korumayı amaç almayan partilere
oy vermeyeceğim. O partilere oy vermek, ülkeye ve Cumhuriyetimize,
Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerine ve ilkelerine ihanet etmektir. 

Hami Karslı gibi öğetmenlere ülkemizin asıl bu günlerde gereksinimi var.
O’nun kararını sizlerle paylaşmayı görev bildim.

Saygılarımla. 10.12.13

Dr. A. Nejat Ölçen

 ========================================

HAMİ KARSLI    

HANGİ PARTİYE OY VERECEĞİM?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bölüp parçalayarak, Atatürk İlke ve Devrimleri’ni yok edip,
bu topraklarda başka devletlerin kurulmasını sağlayarak, sonuçta “Türk-Kürt Federe İslam Devleti” kurma düşü (rüyası, hayali) görenlerin “gemi azıya alıp” us dışı (akıl dışı) davranışlarını gören gönüldaşlarım (dostlarım) 

“Hangi partiye oy vereceğim?”

***

Ben size, oy verilecek bir parti adı söylemeyeceğim. Bunu bulmayı size bırakarak,
benim hangi nitelikte bir partiye oy vermeyeceğimi anlatacağım.

Ama öncelikle ben kimim?

Ben, Atatürk İlke ve Devrimlerini, birlik içinde tek bir ereği olan (üniter) Türkiye Cumhuriyeti Devletini savunan, T.C. yurttaşı olduğum için övünen, kör inançları değil eleştirel aklı
kılavuz (rehber) kabul eden birisiyim.

***

“Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir!” diyen Atatürk’ün bu sözünü algılamayan ve yayılımcılarla (emperyalistlerle) işbirliği içine giren veya bu işbirliğine sıcak bakan hiçbir partiye oy vermeyeceğim. Yani ABD’nin ve AB’nin bir dediğini iki etmeyen,
iç ve dış siyasalarını (politikalarını) onların istekleri doğrultusunda yürüten;
yayılımcıların Ortadoğu’daki çıkarlarının eş başkanlığını yapanlara
oy vermeyeceğim.
 

Devlet yönetimini elinde bulundurmak, devlet gücünü kullanabilmek için (iktidar olabilmek için)
her seçim öncesi ABD’ye 4-5 kişiden oluşan kurullar (heyetler) göndererek,
sanki “devlet gücünü bize verin, biz size daha yararlı oluruz”

dercesine yayılımcılardan yardım umanlara da oy vermeyeceğim.

***

Atatürk’ün 1930 yılında

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.”

sözünü yadsıyıp yok sayanlara; 

Atatürk’ün 1933 yılı Cumhuriyet Bayramı konuşmasında (10. Yıl Söylevi) açıkça belirterek,

  • “Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır.”

demesine karşın, bilim ve aklı yadsıyıp yerine dogmaları (kör inançları) koyanlara oy vermeyeceğim. 

Türk’e, Atatürk’e, Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, 1923 devrimine karşı olanlara; bu çağ dışı yaratıklarla içli dışlı olanlara, oy almak için onların sırtlarını sıvazlayanlara, oy vermeyeceğim. 

Din duygusunu, Tanrı ile kendisi arasındaki bir ilişki olmaktan çıkarıp, oy avcılığı ve kişisel ya da kurumsal çıkarları için kullananlara, -bir din adamının deyimiyle- halkı “Allah ile aldatanlara” oy vermeyeceğim. 

Halkı, hem Allah hem de Atatürk’le aldatanlara, halk avcılığında ustalaşmış böylelerini aday göstererek güç sahibi olmak isteyenlere de oy vermeyeceğim.

***

“Tanrı”, Türk, Türklük”, “milliyet, milliyetçilik” kavramlarının içini boşaltarak, yurdunu, ulusunu körü körüne seven (şoven), bağnaz (mutaassıp) yurtseverlere; uluslar arası ilişkilerin çıkara dayalı olduğunu bilmeden ırkçılık yapanlara; öğrenmek için çaba göstermediği, bilmediği öğretilere (doktrinlere) iş olsun diye karşı çıkanlara, kaba kuvvet kullanmayı beceri sayanlara da
oy vermeyeceğim.

***

Bir özlü söz,

  • “Haklıdan değil de güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar.
    Güç merkezi değiştikçe döner, sonunda fırıldak olurlar.” diyor.

Ben bu fırıldakların oy verdikleri partilere de oy vermeyeceğim.

***

Ben yayılımcılığa (emperyalizme), onun işbirlikçisi yerli hayınlara (hainlere) karşı olan; tam bağımsız Türkiye’yi, Türk Ulusu’nu, Atatürk İlke ve Devrimleri’ni, çağdaşlığı savunan; Atatürk’ün her türlü kalıtına (mirasına) hıyanet (ihanet) etmeyen; bölücülük yapmayan, bölücülere yardım etmeyen; kör inançları değil, eleştirel aklı kullanan bir partiye oy vereceğim.

Peki, böyle bir parti var mı?

Bence var. Biraz araştırın, çaba gösterin, böyle bir parti olduğunu göreceksiniz.

“Oyumuz boşa gider” mi diyorsunuz? Yanılıyorsunuz! 

Unutmayın, öne sürerek savunduğu düşüncede (davasında) haklı olan kişi,
tek başına çoğunluktur.

Yedi düvele ve onların işbirlikçilerine karşı savaş açan Atatürk de,
Samsun’a çıkarken yalnız sayılırdı!

Metin Oktay’ın ATATÜRK Aşkı..


Metin Oktay’ın ATATÜRK Aşkı..

 
Genç yaşta yitirdiğimiz efsane futbolcu Metin Oktay diyordu ki : 

“Maç başlangıcında kale seçimi için Yazı-Tura atıldığında,
ben hep -Tura- derim…
Benim tek derdim,
Mustafa Kemal Atatürk’ün yüzü yere gelmesin…”

(Teşekkürler Sayın Ali Ercan…)

Sevgi ve saygı ile.
10 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Suay Karaman : PENİS KAFALILAR

PENİS KAFALILAR

portresi

Suay Karaman

TBMM Başkan Vekili, AKP Kayseri Milletvekili, hukukçu Sadık Yakut,
14. Ulusal Çocuk Forumu 
etkinliğinde yaptığı konuşmada kızlı-erkekli karma eğitimi eleştirdi. Karma eğitimi büyük bir yanlışlık olarak değerlendiren Sadık Yakut,
bu yanlışlığın önümüzdeki dönem içinde düzeltileceğini sözlerine ekledi.

Cumhuriyetimizin 90. yılını kutladığımız günümüzde, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin TBMM Başkan Vekili’nin sığ, çarpık, sapık ve Ortaçağ zihniyetinde olması, ülkemiz adına çok kaygı verici bir durumdur.

Gelen tepkiler üzerine Sadık Yakut; “Bu benim, eğitimde alternatif olarak söylediğim sözler. Partimin görüşü değil.” açıklamasını yaptı. Ancak karma eğitime karşı olma fikrini, konu ile ilgili yeni bir düzenlemenin habercisi olarak algılamak gerekir.
Muhalefet partilerinin özellikle de CHP’nin karma eğitimi reddeden TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut‘un yönettiği tüm oturumları boykot etmesi gerekir.
Yoksa laf kalabalığı ile yapılan protesto, yalnızca göstermelik olur.

Şimdi siyasal iktidar, kızlarla erkeklerin okullarını, yurtlarını, kantinlerini, yemekhanelerini, merdivenlerini, girip çıktıkları okul kapılarını, ulaşım araçlarını ayırmak için çalışmalar yapmaktadır. Bundan sonra eğlence ve dinlenme yerlerinin, alışveriş yapılacak yerlerin, hastanelerin, kamu dairelerinin, parkların ve yolların bile ayrılmasını gündeme getireceklerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni ortaçağ karanlığına çekmek isteyen bu iktidara,
gerekli ders, kadınların öncülüğünde verilmelidir. Çünkü Türk Kadını, uzun yıllar önce Atatürk’ün verdiği hakları sonuna dek korumasının gerekliliğini artık anlamıştır. Kadınların öncülüğünde çağdaş, karma, laik, bilimsel eğitime karşı girişilen
kirli saldırılara direnerek, bu saldırıları püskürtmek gerekliliği vardır.

Kendi azgınlıklarına sahip olamadığı için kadını örtmeye çalışmak, kendi sapkınlıkları uğruna akıl almaz yasaklarla kadınları eve kapatarak, yaşamın dışına itmek, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmamaktadır. Kadını cinsel kimliğiyle
gündeme getirip
, aşağılayanların içinde kadına karşı bastırılmış bir korku vardır.
Bu korku, kadınları görmemek için sürekli kaçma üzerine kurgulanmış, sapkın bir kişiliğin oluşmasına neden olmaktadır.

Bu penis kafalı sapkın kişiliğin sonucunda da, kadınlar mağdur edilmektedir.

Bugün ülkemizde artan kadının mağduriyeti çerçevesinde, kadına yönelik şiddetin de sürekli olarak arttığı görülmektedir. Siyasal iktidar kadınların özgürlüğünü kılık kıyafete indirgerken, ürkütücü boyutlara ulaşan dövülen, tecavüze uğrayan, yaralanan, öldürülen kadınların sorunları için, somut bir şeyler yapmamaktadır. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan araştırmaya göre Türkiye’nin, şiddet gören kadınlar sıralamasında
86 ülke arasında 75. sırada yer alması, ülkemizdeki kadınların içler acısı durumlarını
göz önüne sermektedir.

100. yılında İmam Hatip Liseleri Uluslararası Sempozyumu’nda, Atatürk dönemine karşı çirkin ve yakışıksız sözler söylenmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı
Yusuf Tekin
“1930’lu yıllar bir daha asla yaşanmasın” derken,
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez, Atatürk dönemi ve çağdaşlaşma hareketlerini “hüzünlü ve sıkıntılı bir dönem” olarak tanımlamıştır.
Sürekli olarak Atatürk’ten kaçan ve eleştiren bu Ortaçağ zihniyetinin,
kendi karanlıklarında boğulacağı günler yakındır.

Sadık Yakut’a göre, karma eğitim büyük bir yanlışlıkmış!

  • Ancak asıl yanlışlık AKP iktidarıdır!

21. yüzyıl Türkiye’sinin yüz karası olan bu siyasal iktidar sayesinde, her konuda dünya sıralamalarında en sonlarda yer almaktayız.

  • Beyinleri ile penisleri yer değiştirmiş, penis kafalı Ortaçağ zihniyetli insanların yönetiminde, laik ve demokratik cumhuriyetimiz sözümona din kurallarına göre düzenlenmek istenmektedir.

Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlığı, toplumun çağdaşlaşma yolunda ilerlemesini sağlayacak ve Ortaçağ karanlığına geçit vermeyecektir.

İlk Kurşun Gazetesi
(25 Kasım 2013)

Suay Karaman : COŞKU..


COŞKU

portresi2

 

 

 

 

Suay Karaman

Büyük kurtarıcımız, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü, ölümünün
75. yıldönümünde, her zaman olduğu gibi yine en derin saygı, şükran ve özlemle andık. 75. ölüm yıldönümünde bu büyük insanın değeri, her geçen yıl daha da artmaktadır. Atatürk’ün emperyalizme verdiği unutulmaz dersler, günümüzde anısına ve emanetlerine yönelik giderek artan saldırıların asıl nedenidir. Ancak bu saldırılar püskürtülecek ve emperyalizme bir kez daha hak ettiği ders verilecektir.

İlk kez bu yıl saat 21’e dek ziyarete açık kalan Anıtkabir’e, bir milyondan çok insanın gitmesi, Atatürk sevgisinin ve laik cumhuriyet coşkusunun bitirilemeyeceğini kanıtlamaktadır. Benzer görüntüler, öbür illerimizde de sergilendi.

“Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyenlerin,
“bu cumhuriyetin sonu geldi” diyenlerin, bu görüntüler karşısında şaşırmaları doğaldır. Çünkü halkın Atatürk sevgisi, bunları söyleyenlere de günü gelince gereken yanıtı verecektir.

Adana’da halkın Atatürk’e olan coşkulu sevgisi karşısında, siyasi iktidarın Adana Valisi Hüseyin Avni Coş da coşarak, kendisini protesto eden vatandaşı polise göstererek;

  • “O gavatı bana getirin!” dedi.

Hüseyin Avni Coş, müfettişken yine coşarak, başbakanı belediye başkanlığı döneminde aklamıştı. “Gavat” kelime anlamı olarak; karısını başkalarına satan demektir. Bir valinin bu derece düzeysiz, basit ve ilkel bir söylemde bulunması,
ancak AKP iktidarı sayesinde gerçekleşmektedir.

28 Ekim 2010’da, şimdi CHP’nin sessiz milletvekillerinden Oktay Ekşi’nin
Hürriyet Gazetesi’ndeki yazısında “analarını bile satan işte o zihniyetin marifetleri” sözlerine kızıp, köpürenler “gavat” diyen valiyi “yedirmeyiz” demektedirler.

Atatürk, 16 Kasım 1937 tarihinde Diyarbakır’ı ziyaret etmişti. Bu ziyaretten tam 76 yıl sonra Başbakan Erdoğan, ‘teröre yataklık yapıyor’ dediği Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile görüşmek için Diyarbakır’a gitti. Daha önce hükümet için sert sözler söyleyerek, has bir küfür eden Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, kendisini bu kez ‘hoşgeldin’ diyerek karşıladı. Düşmanı dost, dostu düşman yapan emperyalizmi tanımadan, bu topraklara barış gelmesi hayaldir.

“Türkiye terörist devlettir, Apo barış savaşçısıdır” diyen Şivan Perver kod adlı İsmail Aygün isimli sanatçı da, bölünme senaryosunda rol almış ve başbakandan övgü dolu sözler işitmiştir. Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses, sahneye çıkınca, başbakanın eşi ağlamıştır. PKK terör örgütü tarafından masum insanlarımız öldürülürken, güvenlik güçlerimiz şehit edilirken ağlamayanlar, bölünme sürecine destek olmaktadırlar.

Başbakan yerel seçimler öncesinde genel af sinyali vererek, bebek katillerini, canileri salıvermek düşüncesindedir.

  • Bölünme sürecinin kolay olmasını sağlamak için Türk ordusu zindandadır, yurtsever insanlar hapistedir ama terör örgütünü dışarı çıkarmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Toplumu uyutarak, ülkeyi bölmeye ve vatanı satmaya çalışanlara dur demenin zamanı gelmiştir.

  • AKP ile Barzani’nin işbirliğini, ABD istemektedir!
  • Ama unutulmamalıdır ki ABD’nin asıl isteği Türkiye’nin bölünmesidir.

Diyarbakır’da bölünme görüşmelerinde, Kürdistan kelimesini kullananlar,
suç işlediklerinin farkındadırlar. Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olmakla övünen Tayyip Erdoğan, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda ülkeyi yönetmektedir. Sandık diyerek, demokrasi diyerek halkı kandıranlar, demokrasilerde vatanı parçalama hakkı olmadığını seçimlerde göreceklerdir.

Karısını satanlara “gavat” deniyorsa, ülkesini satanlara ne denmelidir?

Bu ülkenin tarihinde, ‘Vatana İhanet Yasası’ var. Bunu bilmeyenler, emperyalizme meze olmaktan kurtulamayacaklardır.

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün;
    “Vatana ihanetin nedeni olmaz, er ya da geç bedeli olur.” sözü,
    siyasal iktidarın kulağına küpe olmalıdır.

Bu ihaneti görmek istemeyenlerin ve sessiz kalanların da, yaşanan olaylardan
aynı derecede sorumlulukları bulunmaktadır.

Her 10 Kasım’da büyük bir coşkuyla Anıtkabir’e giderek, Atatürk’e sahip çıkmak, aslında laik cumhuriyetimizi korumaktır, tam bağımsızlığa sahip çıkmaktır ve emperyalizme karşı olmaktır. Bunu herkesin, özellikle de siyasal iktidarın çok iyi bilmesi gerekmektedir.

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyetimizi emanet ettiği gençler;
    bu ülkeyi böldürmeyecektir, vatanı sattırmayacaktır…

(İlk Kurşun Gazetesi, 18 Kasım 2013)