Etiket arşivi: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

MÜMTAZ İNSAN

MÜMTAZ İNSAN

Suay Karaman 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Mümtaz, ayrı bir yeri olan, üstün tutulan, seçkin anlamındadır. 11 Kasım 2019’da yitirdiğimiz, Ülkemizin yetiştirdiği, en değerli ve saygın, bilim ve siyaset insanlarından Prof. Dr. Mümtaz Soysal, seçkin bir kişilikti, adı gibi mümtaz bir insandı. Ülkesinin ve Ulusunun çıkarlarını sonuna dek savunan büyük bir değeri uğurladık. Işıklar içinde uyusun.

15 Eylül 1929’da Zonguldak’ta doğan Mümtaz Soysal, 1953’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu. Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünde (TODAİE) asistan olarak görev yaparken, 1954’te fark derslerini başarıyla tamamlayarak, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden de mezun oldu. 1956’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde asistan olarak göreve başladı. 1963’te Doçent, 1969’da Profesör akademik unvanlarını aldı.

6 Ocak – 25 Ekim 1961 arasında CHP kontenjanından Kurucu Meclis üyesi olarak görev aldı ve Anayasa Komisyonu üyeliği yaparak, çağdaş ve demokratik bir anayasa hazırlanması için çok değerli katkılar sundu. 20 Aralık 1961’de Doğan Avcıoğlu ve Cemal Reşit Eyüboğlu ile birlikte YÖN Gazetesi’ni kurdu. Haftalık YÖN Gazetesi, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin özgürlük ortamında ve Devrimin büyük eseri, 1961 Anayasası sayesinde yayın yaşamına başlamıştır. 1962’de, bir aydınlanma ocağı olan Sosyalist Kültür Derneği’nin de kurucuları arasındadır.

12 Mart 1971 darbe sürecinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin dekanıyken, sıkıyönetim komutanlığınca gözaltına alındı. Komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 6 yıl 8 ay ağır hapse ve 2 ay 20 gün sürgün cezasına mahkûm edilen Mümtaz Soysal’ın cezası, 1974 af yasasıyla kaldırıldı. Af yasası çıkana dek yaklaşık 15 ay cezaevinde kaldı ve bu sürede çeşitli baskılara direndi. 1976-1978 arasında Uluslararası Af Örgütü‘nün başkan yardımcılığı görevinde bulunan Mümtaz Soysal, 1978’de UNESCO‘nun verdiği ilk “insan hakları ödülü”nün sahibi oldu.

Gazetelerde ve dergilerde yazdığı köşe yazıları, katıldığı söyleşiler, milletvekilliği sırasında yaptığı değerli çalışmalar birçok alanda ülke sorunlarının çözümünde yol göstericiydi. Üç yanı denizle çevrili bir ülkenin denizcilik politikasının ve kültürünün oluşması için büyük emek harcadı. Özellikle özelleştirmeye karşı çalışmaları çok ses getirdi. Kamusal değerlerimizin özelleştirilmesini önlemek için 1994’te kurduğu KİGEM Vakfı (Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi Vakfı) tarafından hazırlanan raporlarla ve açılan davalarla, toplum bilgilendirilmiş ve bilinçlendirilmiştir. Kamusal kaynakların satışı ve özelleştirilmesi konusunda toplumda önemli bir duyarlılığın gelişmesinde Mümtaz Soysal’ın büyük katkıları vardır.

Dışişleri Bakanlığı sırasında ülkemizin haklarını savunmanın ve dış baskılara direnmenin en güzel örneklerini vermişti. Diplomasinin bükülmeden, eğilmeden, kırılmadan, ödünsüz olarak yürütülebileceğini gösterdi. ABD ve AB dayatmalarına karşı karşılıklılık ilkesine bağlılığın temel alınması gibi tutum ve uygulamalar ile Mümtaz Soysal, bizlere Cumhuriyetin ilk dönemlerini anımsatmıştı. Başta Kıbrıs sorunu ve sözde Ermeni soykırımı olmak üzere, Türkiye’nin uluslararası alandaki sorunlarının savunulmasında verdiği mücadele büyük takdir topladı. Bugün KKTC varsa, varlığını sürdürüyorsa Rauf Denktaş’ın yanı sıra Mümtaz Soysal’ın katkıları da asla unutulamaz.

Mümtaz hoca ile birkaç panelde birlikte konuşmacıydık, çeşitli söyleşilerimiz olmuştu, Kent Oteli toplantılarında da buluşmuştuk.. Engin deneyimi ile bizlere sürekli yol gösteren aydınlanmacı bir öğretmendi. En çetin koşullarda büyük sıkıntılara katlanarak düşüncelerini kararlılıkla dile getiren ve dik duruşuyla yükselen mümtaz insan Mümtaz Soysal hocamızın yokluğuna alışmak çok zor olacaktır. Ancak bizlere bıraktığı meşaleyi gururla taşıyacağız.
======================================
Dostlar,

Prof. MÜMTAZ SOYSAL’ın ARDINDAN BİRKAÇ ÇARPICI ANI

Mümtaz Soysal hocayı 1970’li yılların 2. yarısında “100 Soruda Anayasanın Anlamı” adlı kitabı ile tanıdım. Meğer Anayasa ne çok derinlikli anlamlar taşırmış, Devlete ne çok görev yükler; yurttaşa ne çok haklar verirmiş!

Image result for 100 Soruda Anayasanın Anlamı1978-80 arasında Hacettepe Tıp Fakültesinde Toplum Hekimliği (şimdi Halk Sağlığı) dalında uzmanlık eğitimi alırken (tıpta ihtisas yaparken), Bölüm Başkanımız Kalpaksız Kuvayı Milliyecilerden Prof. Dr. H. Nusret Fişek, Mümtaz hocayı aylık Bölüm konferansına çağırmıştı. Bize, yazımına büyük katkı verdiği 1961 Anayasasında ve başkaca Anayasa ve Uluslararası hukuk metinlerinde SAĞLIK HAKKI konusunu anlattı.. Mümtaz hoca o sıralarda 50’li yaşlarına yeni giriyordu, genç ve çok dinamikti. 12 Mart 1971 döneminde Dekanlığını yaptığı Mülkiye‘de, ANAYASAYA GİRİŞ derslerini okutuyordu ve bu kitap ülkedeki gerici – yobazları çok rahatsız ediyordu..

27 Mayıs 1960 Devrimcilerinin ülkemize ve ulusumuza armağanı olan, yeryüzünün en özgürlükçü anayasalarından biri olan  1961 Anayasasının 49. maddesi sağlık hakkına ilişkindi:

VII. Sağlık Hakkı

Madde 49- Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşıyabilmesini ve tıbbî bakım görmesini sağlamakla ödevlidir.

Devlet, yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı tedbirleri alır.
****
Genç bir asistan hekim olarak Mümtaz hocaya, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nin sağlık güvencesi (md. 25) ve insan haklarına katkısını sormuştuk. Bu metnin güçlü bir hukuksal destek sağla(ya)madığını, adı üzerinde bir “Bildirge” olduğu yanıtını vermişti. Hocanın karizmasından çok etkilenmiştik.

Benzer biçimde, merhum Prof. Server Tanilli de biziUygarlık Tarihi” adlı kitabı ile çok silkelemişti. 1975’ten bu yana bu kitaptan daha etkileyici bir kitap okumadık! Tanilli hocayı İstanbul Hukuk Fakültesinde odasında ziyaret etmiş ve bu çarpıcı kitabı hakkında sohbet etmiştik (1975; İstanbul Tıp 5. sınıf öğrencisi iken..) Ne yazık ki, Tanilli hoca da Mümtaz hocanın ANAYASAYA GİRİŞ kitabı gibi, bu Anayasa Hukuku ders kitabı ile komünizm propagandası yapmakla (!) suçlanmış, DGM’de yargılanmış ve aklanmış ama o gece 7/8 Nisan 1978 gecesi kurşunlanmış, tekerlekli sandalyeye bağlı bırakılmıştı.. Teksir kağıdına basılı UYGARLIK TARİHİ kitabını ise, 12 Eylül 1980 döneminde merhum annemiz, pek çok “sakıncalı” olabilecek (!?) kitabımızla birlikte, bizi koruma güdüsüyle, banyo sobasında yakmıştı! D]zen#

Ardından, ülkemizin saygın Anayasa hukukçularından Prof. Tarık Zafer Tunaya‘nın “Siyasi Müesseseler ve Anayasa Hukuku” başlıklı kitabını okumuştuk. İçimizde ANAYASA HUKUKU öğrenme ateşi yanmıştı. 1979’da, Hacettepe Tıp’ta asistan iken, Üniversite sınavına girdik ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi – Mülkiye’ye kayıt olduk! (Türkiye 1218. si olduk puanımızla).

Ne var ki 7 Temmuz 1980’de, emniyet başkomiseri babamızı görev şehidi verince İstanbul’a geçmiş, sonra da Ankara’dan uzun yıllar uzak kalınca bu hevesimizi gerçekleştirememiştik. Mümtaz hocadan Mülkiye’de ders dinleme olanağımız olamamıştı. Ancak 2011 affı ile bu fakülteye kaydımızı yeniledik ve 2016’da mezun olduk.

Mümtaz hocanın genel başkanlığında, Ankara Mithatpaşa caddesindeki mütevazi dairede (BCP Genel Merkezi) birçok toplantıya katıldık. PUSULA adlı yayın organı büyük güçlüklerle sürdürülüyordu. Orada birkaç makale yayınladık, partide konferans verdik..
Türkiye’nin Sağlıktaki Çıkmazı ve Çıkışı (06 Mart 2010)
Devlet Hastaneleri Satılıyor, Sağlık Hepten Paralı Oluyor : Sözde “Kamu Hastane Birlikleri” Yasa Tasarısı. BCP Pusula Dergisi (Ağustos 2010)
Kürtaj, Sezaryen Sorunu ve Başbakanın Tehlikeli Hezeyanları (sayı 40, Haziran 2012).

Mümtaz hoca dikkatle dinliyor ve son derece yerinde sorularla bizleri düşündürüyor, yönlendiriyordu. Sayın Müge Gülses, büyük özveri ile BCP için çaba gösteriyordu.
*****
Daha öncesinde ise, 24 Eylül 2003’te Mümtaz hoca ile yollarımız kesişti. “Küreselleşme ve İşçi Sağlığı” konulu bir bilimsel kurultayda, açıkoturumda aynı masa çevresinde idik. Oturumu biz yönetiyorduk, Mümtaz hocamız ne çok ufuk açıcı katkı vermişti o panelde kısa konuşmasında.. (Zonguldak Karaelmas Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı)

Arada Mümtaz hocayla ikili söyleştik.. 12 Mart’ta (1971; biz Hacettepe Tıp 1. sınıf öğrencisiyiz) başına gelenler hakkında.. Ancak bir hekim olarak o acılı olayları anımsayarak incinmesini de (travma almasını) istemiyorduk. O döneme ilişkin önemsediği birkaç tümceyi bizimle paylaşıp paylaşamayacağını, “kendisine ne yapıldığını??” dikkatlice sorduk..

  • “BENİ DÖVDÜLER…”dedi..
    Biz dehşet içinde idik ama O serinkanlıydı.. Sürdürdü sözlerini :
  • “Beni öğrencilerimin önünde, SBF’de dövdüler.. Öğrencilerime – asistanlarıma.. ‘Biz sizin dekanınızı işte böyle döveriz..’ mesajı vermek istiyorlardı..

    Bu insan daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı oldu!
    TİGEM‘de, özelleştirmeleri yönetsel yargıda sıklıkla “kamu yararı yoktur..” gerekçesiyle iptal ettirerek vatan satıcılarının karabasanı (kâbusu) oldu..
    ******
    BCP toplantılarında son yıllarda Mümtaz hocanın sağlık sorunları başlamıştı. Görmesi zayıflamıştı, bellek güçlükleri içinde idi. Sağlık sorunları ağırlaşınca İstanbul’a kızının yanına gitmek durumunda kaldı. Alzheimer yüzünden yaşamının son yıllarını bilinç yitimi içinde sürdürdü.

O’na, Mülkiye’yi bitirip Sağlık Hukuku alanında yüksek lisans diploması almamızın ardından, epey geç de olsa Anayasa Hukuku Doktora eğitimine başladığımızı muştulayamadık.. Dileriz bu eğitimimizi de 65 yaşımızdan sonra tamamlar ve SAĞLIK HAKKI – SAĞLIK HUKUKU alanında ülkemize birşeyler daha katabiliriz.. Sağlık hakkı ve kamusal varlıklar – sosyal devlet.. özellikle son 17 yılda AKP – Erdoğan eliyle öylesine yerle bir edildi ki.. İyi ki Mümtaz hoca bu ağır yıkıma tanık olmadı..

O’na öyle çok borçluyuz ki; bir nebzesini olsun ödeyebilsek, ödemeliyiz yapıp etmelerimizle.

Ne dersiniz; sonsuzluğa uğurladığımız mümtaz insan – yurtsever ve yiğit bilim ve eylem adamı Prof. Mümtaz Soysal’ı “bir biçimde” mutlu eder mi acaba bu yazdıklarımız – izinden yürüyüşümüz??

 

Milyonlar aç, milyonlar işsiz!

Milyonlar aç, milyonlar işsiz!

– Asgari ücret açlık sınırının altında, yoksulluk sınırının ise %30’undan bile az. Enflasyonla birlikte açlık ve yoksulluk hızla genişliyor. Nisan ayı açlık sınırı 2 107 TL, yoksulluk sınırı ise
6 862 TL oldu.

31 Mart 2019 günü yapılan yerel seçimin ardından zamlar art arda geldi ve çalışanların geçim koşulları daha da ağırlaştı. Ekmek, et, tavuk gibi mutfak harcamasında önemli ağırlığı bulunan gıda maddelerindeki fiyat artışı aile bütçesini olumsuz etkiledi.

Geçen aya göre aynı mal ve hizmetleri satın almak için yapılması gereken harcama tutarı önemli ölçüde arttı. Gelirini aynı miktarda artıramayan iktisaden dar ve sabit gelirli kesimlerin satın alma gücü daha da geriledi. Dört kişilik bir ailenin mutfak harcaması (açlık sınırı) net asgari ücreti geçti.

Nisan ayında mutfak enflasyonu aylık %4,6 ve yıllık %25,4 oranında arttı.

Dört kişilik ailenin açlık sınırı 2 107 lira, yoksulluk sınırı ise 6 863 lira oldu.

Bekâr bir çalışanın aylık yaşam maliyeti tutarı da 2 601 lira olarak hesaplandı. Peki Türk-İş’in hesapladığı açlık yoksulluk ve yaşam maliyeti tutarları ne anlama geliyor?

Açlık sınırı: 4 kişilik bir ailenin, sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için bir ayda gıda için yapması gereken enaz harcama tutarını tanımlamaktadır.

Yoksulluk sınırı: Zorunlu gereksinimler için yapılması gereken toplam harcama tutarını ifade etmektedir. Bu tutara aylık giyim, konut, ulaşım ve öbür gereksinimler de katılmaktadır.

ASGARİ ÜCRETİN ALIM GÜCÜ ALMANYA’NIN YARISI

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

  • “Çalışan herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sağlayan ve gerektiğinde her türlü sosyal koruma yolları ile de desteklenen adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.”

Çalışanların neredeyse yarısı asgari ücretle geçiniyor!

  • Bu oranda Türkiye Avrupa şampiyonu.
  • Asgari ücretin alım gücü Almanya’nın yarısı
  • Türkiye, toplu iş sözleşmeli çalışan oranında Avrupa sonuncusu.
  • Devlet Başkanının maaşının asgari ücrete oranında Türkiye Avrupa şampiyonu, dünya 4.’sü.

Asgari ücretlilerin toplam çalışanlar içindeki payında Avrupa’da en yüksek oran Türkiye’ye ait. Türkiye’de 100 çalışandan 43’ü asgari ücretle geçiniyor. Türkiye’yi 100 çalışandan 19’unun asgari ücretle çalıştığı Slovenya izlyor. Belçika’da ise bin çalışanın yalnızca 4’ü asgari ücretle çalışıyor.

CUMHURİYETİ SEVİYORUZ

CUMHURİYETİ SEVİYORUZ

Konuk yazar :
Mustafa AYDINLI

Cumhuriyet deyince, hemen aklımıza O geliyor; Mustafa Kemal Atatürk!

Ülkemiz için birbirini tamamlayan, ayrı düşünemeyeceğimiz 2 gerçeklik. Bugün uygar ve çağdaş yaşam biçimimizi, yaşam kalitemizi, iyiden güzelden, doğrudan yana her şeyi, Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal ATATÜRK’e borçluyuz.

Ülkemiz önce sıcak – eylemli (fiili) düşman işgalinden kurtarılmış, ardından Cumhuriyet ilan edilerek uygar dünyada varolabilme savaşımı verilmiştir. Yaşama tutunabilmek için zorunlu Devrimler peş peşe yaşama geçirilmiştir. Eğitim, ekonomi, sağlık, tarım sanayi, bilim, sanat… alanlarında ciddi gelişmeler sağlanmıştır. Bir bütün olarak Ulusal Kültür canlandırılmaya çalışılmıştır çünkü Mustafa Kemal Paşaya göre;

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli Kültürdür!

1. Dünya Paylaşım Savaşından sonra, ülkemiz işgal edilmiş, Emperyalist güçler ülkemizi parça parça bölüşmüştür (30 Ekim 1918, Mondros Ateşkesi). Son Padişah 6. M. Vahdettin ve Damat Ferit hükümeti işgalci devletlerle işbirliği yapmıştır. Ordunun silahları elinden alınmış, halk ezik, güçsüz, başsız ve perişandır. Anadolu’yu ve Türk halkını tarih sahnesinden silme amaçlı Sevr Anlaşması dayatılmış ve yine Osmanlı Hanedanınca imzalanmıştı (10 Ağustos 1920)..

Tüm bu emperyal kuşatmaları alt ederek önce Kurtuluş Savaşını kazanmak, ardından Kuruluş aşamasında Cumhuriyet ilanı, insanlık tarihinde benzersiz bir atılım ve görkemli bir başarıdır.

Her türlü engele karşın, Emperyalizmin iç ve dış güçlerine karşın, Mustafa Kemal Paşa’nın dehası ve kurucu iradenin amansız uğraşları sonucu Cumhuriyet idaresi kurulmuştur. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasıyla yeni Türkiye’yi kurtarma ve yeniden kurma girişimi başlatılmış oluyordu. Bu arada, İzmir (15 Mayıs 1919) ve sonra da İstanbul işgal edilmişti (16 Mart 1920). Padişah Vahdettin ve Damat Ferit hükümeti açıkça ihanet içindeydi. Bu yıkımlar karşısında Türk halkı 7’den 70’e tüm genci-yaşlısıyla, Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Ordusunu yoktan varetmiş, kanı ve canıyla Kurtuluş Savaşını kazanmış, Cumhuriyete giden yolları açmıştır.

Emperyalizm ve maşası işgalci Yunan ordusu Büyük Taarruzla İzmir’de denize dökülmüştü  (9 Eylül 1922), eylemli işgal sonlandırılmış, Lozan Barış Anlaşmasıyla uluslararası toplumda tanınma bile sağlanmıştı (24 Temmuz 1923). Ancak bunlarla yetinmemek, ülkenin çağdaşlaşma savaşımını da kazanmak zorunluydu. Lozan görüşmelerinden hemen önce Saltanatın kaldırılması zorunlu olmuştu (1 Kasım 1922). Lozan Anlaşmasının hemen ardından, yalnızca 3 ay sonra Cumhuriyetin ilanı, genç Türkiye Devletinin Batı uygarlığına dönük rotasının kanıtıydı.

Mustafa Kemal Paşa, kafasında tasarladığı çağdaş, uygar, güçlü ve dünyada sözü geçen bir ülke olabilmek için stratejik Cumhuriyet kararını veriyordu. Yasa önerisinin sunulmasından çok kısa süre sonra, dakikalar içinde, TBMM’de “Yaşasın Cumhuriyet” çığlıkları yankılandı 1. Meclisin mütevazi salonunda.

Ne var ki işler bununla da bitmiyordu. Yarınlar için  “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”nu çıkarmak, öğretim birliğini oluşturmak, Halifeliği kaldırmak, şapka devriminden, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına, laik Medeni Yasa çıkarılmasına, hukukun çağdaşlaştırılmasına, Arap abecesi (alfabesi) yerine Latin harfleri ile yazılan yeni Türk Abecesinin kabulüne… dek uzanan bir dizi devrimci tasarımı yaşama geçirmek gerekiyordu. Anadolu Rönesansı‘nın 15 yıla sığdırılan görkemli Devrimler dizisini Laikliğin Anayasa’ya konması izledi (10 Nisan 1937) Batı’dan 300 yıl sonra Anadolu Aydınlanması, Atatürk – Türk Devrimleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nde sarsılmaz temellere kavuşturuluyordu.. Osmanlı Aydınlanmaya sırtını dönmüş ve böylelikle kaçınılmaz olarak kendi yıkımını adeta kendisi sağlamıştı.

Mustafa Kemal Paşa;  10. Yıl Söylevinde (29 Ekim 1933);

  • “Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Buradaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürüyüşüne borçluyuz.” demektedir.Yine “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” saptamasını yaparken, Cumhuriyetin bilim, fen temelinde, dogmalardan uzak, erdemli (faziletli) bir rejim olduğunu vurgulamaktadır.. Dahası, açık seçik “Cumhuriyet fazilettir” tanımı yapmaktadır.

Yurtta barış, dünyada barış” özlemi ve kararlılığı ile Dünya barışına da ilkesel katkı vermiştir.
………

Tüm bu nedenlerle çok Cumhuriyeti seviyoruz ve sonsuza dek onurla yaşatmaya kararlıyız.

Hiç unutmamak gerekir ki, bütün insanlar özgür doğarlar (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 1) ancak özgür yaşayamayabilirler. Özgür ve onurlu yaşayabilmek için sürekli ve ciddi bir ulusal (topyekun) uğraş vermek gerekir.

Atatürk Cumhuriyeti‘nin ilke ve idealleri yolunda yürüdüğümüz sürece, hiç kimse özgürlüğümüze ve ulusal onurumuza dokunamayacak; Türkiye Cumhuriyeti, kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün öngördüğü ve vasiyet ettiği üzere sonsuza dek (ilelebet) yaşayacaktır (payidar kalacaktır)!

 

Ankara Tabip Odası’ndan Şarbon Paneli

Ankara Tabip Odası’ndan Şarbon Paneli


Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası / Halk Sağlığı Komisyonu‘nun etkinliği önemli.. Ağırbaşlılıkla, bilimsel sorumlulukla ve yetkin uzmanlarınca tartışılacak.

  • Ne yazık ki siyasal iktidar Anayasa ve yasalardan kaynaklanan halkın sağlığını koruma görevini yerine getirmiyor / getiremiyor.. Anayasa md. 56 ile 5. madde ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 25 en başta olmak üzere..

Birçok nedeni var ama sonuç ciddi ve ağır..

  • Türkiye’de gıda güvencesi ve güvenliği de ne yazık ki kalmadı.

16 yıllık tek parti iktidarı, Türkiye’yi her bakımdan perişan etti..

Kamu kurumları görevlerini yap(a)madıkları gibi, halkın doğru bilgi alma hakkını bile engelliyor hatta yanıltıyor!

Basın özgürlüğü de ciddi ve sıkı sansür altında; haber alamıyoruz!

Bunlar suçtur.. İnsan haklarına aykırıdır.. Giderek örtük faşizmin açık faşizme dönüşmesidir ki, bu da ayrıca Anayasayı ihlal suçudur. (TCK md. 309)

Geriye, nefes alabileceğimiz namuslu – bilimsel meslek örgütleri kalıyor. İyi kötü Anayasa md. 135 üzerinden ayrı ayrı yasaları sayesinde..

Bu kurumları kollamak boynumuzun borcu..

Ankara dışında olmasa idik mutlaka katılırdık bu önemli toplantıya.

Emek veren ve vereceklere teşekkür ederiz..

Şarbon ile ilgili güvenilir tıbbi bilgiler başlıca 2 kaynakta :

1. WHO / DSÖ, Dünya Sağlık Örgütü
2. CDC, ABD

Bağımsız – özerk bilimsel kurumların vazgeçilmez önemi bir kez daha görülüyor sanırız..

AKP = Erdoğan hepsini bilerek ve isteyerek sistematik olarak yok etti, parlamentolu – anayasalı bir HÜKÜMDARLIK kurdu.. Hatta Hanedan.. Devletin Hazine ve Maliyesi damada emanet.. Oğul Bilal, hiçbir yasal konumu olmadan uluslararası resmi toplantılarda babasıyla aynı masada.. Hem suç hem çok utandırıcı.. Türkiye dünyaya rezil oluyor..

21. yy’da sürdürülebilir mi; kuramsal olarak HAYIR!
Ama pratikte, gittiği yere dek kâr sayılıyor..
16 yıl az mı?? Her köşe başında imam eğitimi almış kamu görevlileri..
Liyakat tu kaka, mutlak sadakat temel koşul..

  • Ülke talan edildi ve ekonomik – demokratik – hukuksal – ahlaki… çöküntüye sürüklendi.. 

Yaşanan somut sorunların, örtülmeye çalışılan ŞARBON salgını da elbette dahil, temel / kök nedeni bu olgudur.

  • Neo-liberal vahşi piyasa kapitalizmi; serbest piyasa dini!

Salt bilimsel – teknik savaşım yetmez, örgütlü politik savaşım zorunludur ve belirleyici olan da budur!

Halkı, yaşadıkları somut gerçekler üzerinden, olguları ilişkilendirerek aydınlatmak koşuldur.

Sevgi ve saygı ile. 11 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İsrail ‘Din devleti’

‘Din devleti’

Meriç Velidedeoğlu
Cumhuriyet, 03.08.2018
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Geçen hafta perşembe günü sabahı İsrail meclisi “Knesset” İsrail’i, “Yahudi Ulus Devlet”, 
açıkça “Yahudilerin ulus devleti” olarak kabul ettiğini dünyaya duyurdu. (19.7.2018)

Ve hemen ardından da -anımsanacağı gibi- “yolsuzluktan” yargılanan Başbakan Netanyahu“Mutlak bir çoğunluk, devletin ‘Yahudi karakterinin’nesiller boyunca aktarılmasına karar verdi, ‘Çok yaşa İsrail devleti!’ ” diyerek seslendi.
Kuşkusuz bu “Yahudi karakteri”ni belirleyen, “Yahudi şeriat (Halaka) kuralları” olduğu bilinir; dolayısıyla Başbakan, “İsrail bir din devletidir!” diyerek de vurguladı bu durumu.
Ve bu “dinsel” dile getiriş, “İsrail Devleti”nin kurulduğu toprakların yerli halkını hiçe sayıp, sınırlarının genişletilmesinin “nedeni” olarak hep kullanıldı, şimdi de kullanılmaktadır…
Öyle ki, İsrail’in sınırlarını, “Kızılırmak” büklümüne dek uzatarak, Anadolu’yu da içine alan ünlü “Yaşam Alanı” kuramı, “Ortadoğu”yu da, Batı Emperyalizmi’nin at koşturduğu bir alan olmasını sağlayan yine “dinsel” bir projedir; daha yakışan bir deyişle, “dinsel maskeli” bir projedir…
Dünya ülkelerine dağılmış olan “İsrailoğulları”nı, “Kutsal Kitap”ları, “AhdiAtik”te, kendilerine “vaat edilen, çeşmelerinden bal, süt akan” bugünkü topraklarına, Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda yerleştiren İngiltere -bu “sevabı” işledikten sonra- Ortadoğu’yu, dünyanın yeni jandarması “ABD”ye teslim etmiş olsa da, dinsel bağlamdaki bu emperyalist tutum sürdürülecekti, sürdürüldüğü görülüyor.
Öte yanda, İsrail meclisi “Knesset”in, Arap milletvekilleri Netahyahu’yu eleştirerek, “Siz bir ‘apartheid’ (ırk ayrımcılığı) yasasını geçirdiniz. Bu yasa ırkçıdır!” diye uyardılar…
Ayrıca, Komünist Partisi’nin Arap milletvekili de: “Yahudiler dışındaki bütün vatandaşları, ikinci sınıf vatandaş konumuna getirdiğini söyleyerek,‘…demokrasinin ölümü ilan edildi!’ ” dedi…
Bir “din devleti” olduğunu ilan eden İsrail’in, bu yapısından kaynaklanan ırkçı tutumuna, dolayısıyla Filistinlilere uyguladığı katliama, dahası, içeriden de yapılan bu ağır suçlamalara karşın, ABD’nin hâlâ İsrail’i savunmasının siyaset bağlamı dışında, başka bir anlamı olabilir mi?
“ABD”nin, bir “din devleti” olduğu, ülkedeki Hıristiyanlardan, Hıristiyan dininin bir mezhebi olan Protestanlığı kabul eden, “Protestanlar” tarafından kurulduğu konusu, şu günlerde dile getirildiği görülüyor; özellikle de tutucu Protestanlara “İncil” yazarlarına verilen “Evangelist” adından kaynaklanan Evangelist’ler dendiğinden söz ediliyor ve “ABD”yi kuranların bunlar olduğu belirtiliyor.
ABD’de, Başkan Trump’ın da katıldığı bu tartışmalar sürerken, İsrail’in, “Yahudi Ulus Devlet” olduğunu sağlayan yasaya, “Yahudi Ulus Devlet Yasası’na, yazının başında yer alan eleştirilere bir yenisi daha eklendi.
Maliye Bakanı Moshe Kahlon“ayrımcılığı ve din devletini yasal hale getirecek” bu yasaya itiraz etti; ardından Eğitim Bakanı da bu eleştiri kervanına katıldı.
Bu itirazların yapıldığı geçen hafta, ölen Filistinlilerin‘149’a ulaştığını bildiriyordu ‘TV’ler…
“Din devletleri”nin, insanlığa yaşattığı derin olumsuzlukların süreceği görülüyor.
Ne dersiniz?
======================================
Dostlar,

İSRAİL’de IRKÇI – SİYONİST DİN DEVLETİ İLANI ÇOK UTANDIRICIDIR

21. yy’da utandırıcı bir girişim İsrail’in yaptığı..
Tam anlamıyla “dinci ırkçılık“, özel olarak adı SİYONİZM!
ABD / ABD’li Evangelistler tam güç, bu küresel meydan okumanın ardında!?
Bu nasıl insan hakları savunuculuğu ise!?

İsrail’de Yahudi Şeriatı Halaka yaşama egemen olacaksa, bu ülkede yaşayan Yahudi olmayanlar kesin olarak “1. sınıf eşit yurttaş” olamayacaklardır.

Bu sonuç, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve BM Sözleşmesi başta olmak üzere sayısız uluslararası hukuk metnine açık biçimde aykırıdır.

Ayrıca “Yahudi” olma, biyolojik soybağına dayalıdır ve mutlaka Yahudi bir kadından doğma koşuluna bağlıdır. Sonradan bu ırkçı özelliğin kazanılması olanaklı değildir..

Şimdi dönüp Türkiye’ye bakalım.. Neredeyse 90 yıl önce Mustafa Kemal Paşa, 10. Yıl Söylevini bitirirken

  • “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sloganını kullanmıştır. (29 Ekim 1933)

Kemal Paşa‘nın kendi el yazısıyla 3 ayrı yerde “Türk Milleti” tanımı yaptığını biliyoruz.

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına / ahalisine Türk Milleti denir.”..

Bu belirleme ve çağrı tümüyle gönüllü, uygarca, sosyolojik temelli, ırkçılık dışı ve gerçekçidir.

Anadolu halkını, etnik kökenlerini gözetmeden, çağdaş bir ulus devlet kurmaya çağrıdır. Emperyalizm karşısında başkaca seçenek yoktur; tersi durumda bölünüp parçalanma ile yutulma ve / veya emperyalizmin sömürgesi kukla devletçiklere dönüşme kaçınılmazdır.

Dolayısıyla ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ asla ırkçı olmayan, barışçı – dayanışmacı – birleştirici bir anti-emperyalist bir insan hakları savunma girişimidir. Kaldı ki, bu kurum –Ulus Devlet- Mustafa Kemal Paşa‘nın uydurması da değildir, imparatorlukların parçalanmasının ardından Dünyada geçerli olan devletleşme modelidir.

Türkiye’de bu gerçekçiliğin doğru algılanması, tüm Türkiye halkları = Türk Ulusu açısından yaşamsal önemdedir.

Dolayısıyla “eşit yurttaşlık” sözlerinin semantik tuzaklı büyüsüne kapılmadan ulusun birliği sağlanmalıdır. Bunun yolu “yurttaşların eşitliği” dir.. Ülkemizde, etnisiteleri farklı da olsa, anayasal olarak salt Türk yurttaşlarımız vardır ve bunlar yasa önünde eşittirler.

Anayasanın 66. maddesi toplumsa barışın güvencesi gibidir :

  • Madde 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

Türk vatandaşlığı yasal koşulları oluştuğunda, başkalarınca kazanılabilmektedir. Örn. evlenme ile, ülkemizde belli değerde taşınmaz edinme…. Suriye’li göçmenlerin yaklaşık 1/100’ünün (35 bin dolayında) son birkaç yılda Türk vatandaşlığına kabul edilmesi gibi.. (TÜRK VATANDAŞLIĞI KANUNU, RG : 12.06.2009, sayı: 27256)

Günümüz ABD’si, çok sayıda farklı Avrupa halklarınca kurulmuştur. İngiliz emperyalizmi ile yıllarca bağımsızlık savaşı vermişler ve 1776’da Virginia Haklar Bildirgesi ile bağımsız devlete adım atmışlardır. Genelgeçer, en yaygın konuşulan dil olan İngilizce’yi tek “resmi” dil olarak benimsemiş ve uluslaşmaya koyulmuşlardır. ABD’nin 3. Başkanı (1801-1809) Thomas Jefferson, haklı biçimde övünerek salt bir devlet kurmadıklarını, ayrıca bir ULUS YARATTIKLARINI vurgulamaktadır.. Üstelik çok sayıda (onlarca!) farklı millet – dil – kültürden kalkarak.. Gerçekten de “Amerikan” halkı tam anlamıyla sentetiktir, yapay olarak üretilmiştir. Hiçbir ABD’li = Amerika yurttaşı = “Amerikan” bu durumdan yakınmacı değildir.

Resmi (official) = ana (basic)  = asıl (essential) = birincil (primary) dilleri kamusal alanda İngilizcedir.
“Anne” (mother) dili = doğuştan (native) dilleri çoook farklıdır ve bunlar da kamusal alan dışında özgürce kullanılmaktadır.
Ancak bilmektedirler ki, ABD olmalarını DİL VE ULUS BİRLİĞİNE borçludurlar.

Aktardıklarımızdan, Türkiye ve benzer biçimde etnik – dilsel – inanç eksenlerinde ayrıştırılarak iç savaşla parçalanmak ve sömürgeleştirilmek istenen pek çok ülke ve halk için çıkarılması gereken çok ders vardır.

Üstelik Türkiye’de ABD ölçüsünde etnik çeşitlilik söz konusu değildir. Çoğunluğun dili “resmi” dilimizdir. Anadolu’da yaşayan halkın ezici çoğunluğunun “Türk” olması nedeniyle, “Türklerin yurdu – diyarı” anlamında “Turchia” adı, 800+ yıl önce Batılı tarihçilerce konmuştur.

Emperyalizme direnmenin tek yolu ANADOLU HALKININ DİL VE ULUSAL BİRLİĞİ‘dir. Ve ancak böylelikle gerçek demokrasi kurulabilir..

Sevgi ve saygı ile. 05 Ağustos 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

World Health Day – 7 April 2018

Dünya Sağlık Örgütü 70 Yaşında!

Dünya Sağlık Günü 7 Nisan 2018..

DSÖ web sitesinden aşağıdaki içeriği paylaşmak istiyoruz…

Ar-tık; “HERKESE SAĞLIK” hedefini yakalamalıyız.
Yeryüzünde her-kes, yeryüzünde herhangi bir yerde EVRENSEL bağlamda sağlık güvencesine sahip olmalı..

Küreselleşen kapitalizm, insanlığı boğan emperyalizm dizginlenmeli art-tık..

Sağlık, doğuşta kazanılan temel insanlık hakkı.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de 10 Aralık 1948’de 25. maddesi ile bu gerçekliği benimsedi. 70 yıl geçti aradan.. DSÖ de 70. yılını tamamladı..
7 uzun “on yıl”.. Yetmez mi?

Türkiye’de ve Dünyada DB – IMF – DTÖ dayatması olan Sağlıkta Dönüşüm (Health Transformation) durdurulmalı.. 16. yılına girdik ve perişan sonuçlar ortada..
İnsanlar sağlık sisteminin müşterisi değil!
Devlet tüccar ya da sopalı tahsildar değil sermaye adına..
Sağlık; doğuşta kazanılan
– vazgeçilmez
-devredilemez
-ertelenemez
-yerine konamaz
-pazarlığı yapılamaz
-sürekli
-nitelikli
-kamu sorumluluğunda
-insanların ödeme gücüne bağlanamaz HAKTIR
– ve Devletin vermekle yükümlü olduğu zorunlu hizmetlerdir.

Artık bu piyasalaştırma – özelleştirme tartışması bitmelidir.
Adam Smith bile 1776’da yazdığı ünlü kitabında (The Wealth of Nations) Liberalizmin temellerini atarken,

  • “Sağlık, piyasaya bırakılamayacak denli önemli, kritik hizmetlerdir.” demişti.

Ayrıntılar ve gerekçeler aşağıda.. (üzgünüz, İngilizce, hepsini çevirecek zaman yok..)

Sevgi ve saygı ile. 07 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

world-health-day-2018

World Health Day – 7 April 2018

* No one should choose between health and life necessities.

 6 April 2018 – On World Health Day, 7 April, WHO marks its 70th anniversary. Over the past 7 decades, WHO has spearheaded efforts to rid the world of killer diseases like smallpox and to fight against deadly habits like tobacco use.

To celebrate this occasion, UN Postal Administration, has issued stamps to highlight universal health coverage, this year’s theme for the World Health Day, as a subject of universal concern to the peoples of the world.

Key messages for World Health Day 2018

  • Universal health coverage is about ensuring all people can get quality health services, where and when they need them, without suffering financial hardship.
  • No one should have to choose between good health and other life necessities.
  • UHC is key to people’s and nations’ health and well-being.
  • UHC is feasible. Some countries have made great progress. Their challenge is to maintain coverage to meet people’s expectations.
  • All countries will approach UHC in different ways: there is no one size fits all. But every country can do something to advance UHC.
  • Making health services truly universal requires a shift from designing health systems around diseases and institutions towards health services designed around and for people.
  • Everyone can play a part in the path to UHC, by taking part in a UHC conversation.

Too many people are currently missing out on health coverage

“Universal” in UHC means “for all”, without discrimination, leaving no one behind. Everyone everywhere has a right to benefit from health services they need without falling into poverty when using them.

Here are some facts and figures about the state of UHC today:

  • At least half of the world’s people is currently unable to obtain essential health services.
  • Almost 100 million people are being pushed into extreme poverty, forced to survive on just $1.90 or less a day, because they have to pay for health services out of their own pockets.
  • Over 800 million people (almost 12 percent of the world’s population) spend at least 10 percent of their household budgets on health expenses for themselves, a sick child or other family member. They incur so-called “catastrophic expenditures”.
  • Incurring catastrophic expenses for health care is a global problem. In richer countries in Europe, Latin America and parts of Asia, which have achieved high levels of access to health services, increasing numbers of people are spending at least 10 percent of their household budgets on out-of-pocket health expenses.

What UHC is

  • UHC means that all people and communities receive the health services they need without suffering financial hardship.
  • UHC enables everyone to access the services that address the most important causes of disease and death and ensures that the quality of those services is good enough to improve the health of the people who receive them.

What UHC is not

  • UHC does not mean free coverage for all possible health interventions, regardless of the cost, as no country can provide all services free of charge on a sustainable basis.
  • UHC is not only about ensuring a minimum package of health services, but also about ensuring a progressive expansion of coverage of health services and financial protection as more resources become available.
  • UHC is not only about medical treatment for individuals, but also includes services for whole populations such as public health campaigns – for example adding fluoride to water or controlling the breeding grounds of mosquitoes that carry viruses that can cause disease.
  • UHC is not just about health care and financing the health system of a country. It encompasses all components of the health system: systems and healthcare providers that deliver health services to people, health facilities and communications networks, health technologies, information systems, quality assurance mechanisms and governance and legislation.

************************

WHO at 70 – working for better health for everyone, everywhere

News release

 On 7 April, World Health Day, the World Health Organization marks its 70th anniversary. Over the past 7 decades, WHO has spearheaded efforts to rid the world of killer diseases like smallpox and to fight against deadly habits like tobacco use.

This year, World Health Day is dedicated to one of WHO’s founding principles: “The enjoyment of the highest attainable standard of health is one of the fundamental rights of every human being without distinction of race, religion, political belief, economic or social condition.”

“Good health is the most precious thing anyone can have,” says Dr Tedros Adhanom Ghebreyesus, WHO Director-General. “ When people are healthy, they can learn, work, and support themselves and their families. When they are sick, nothing else matters. Families and communities fall behind. That’s why WHO is so committed to ensuring good health for all.”

With 194 Member States, across six regions, and working from more than 150 offices, WHO staff are united in a shared drive to achieve better health for everyone, everywhere – and to achieve the Sustainable Development Goal of ensuring “healthy lives and promote wellbeing for all at all ages”.

The tagline for this year’s World Health Day is “Universal Health Coverage: everyone, everywhere”. WHO offices worldwide are organizing events to mark the day, with Dr Tedros joining celebrations in Sri Lanka.

70 years of progress

Globally, life expectancy has increased by 25 years since WHO was established. Some of the biggest health gains are seen among children under-5: in 2016, 6 million fewer children died before they reached their fifth birthday than in 1990. Smallpox has been defeated and polio is on the verge of eradication. Many countries have successfully eliminated measles, malaria and debilitating tropical diseases like guinea worm and elephantiasis, as well as mother-to-child transmission of HIV and syphilis.

Bold new WHO recommendations for earlier, simpler treatment, combined with efforts to facilitate access to cheaper generic medicines, have helped 21 million people get life-saving treatment for HIV. The plight of more than 300 million people suffering from chronic hepatitis B and C infections is finally gaining global attention. And innovative partnerships have produced effective vaccines against meningitis and Ebola, as well as the world’s first ever malaria vaccine.

Producing international reference materials

From the very beginning, WHO has brought together the world’s top health experts to produce recommendations and international reference materials. These range from the International Classification of Diseases – currently used in 100 countries as a common standard for reporting diseases and identifying health trends, to the WHO Essential Medicines List ̶ a guide for countries on the key medicines that a national health system needs. In the coming weeks, it will publish the world’s first Essential Diagnostics List.

Making a difference on the ground

For decades, WHO staff have worked alongside governments and health professionals on the ground. In the early years, there was a strong focus on fighting infectious killers like smallpox, polio and diphtheria. The Expanded Programme on Immunization, for example, set up by WHO in the early 1970s, has, with the help of UNICEF, Gavi, the Vaccine Alliance, and others, brought lifesaving vaccines to millions of children. WHO estimates that immunization averts 2-3 million deaths every year.

Responding to new challenges

In recent decades, the world has seen a rise in noncommunicable diseases such as cancer, diabetes and heart disease. These diseases now account for 70% of all deaths. So WHO has shifted focus, along with health authorities around the world, to promote healthy eating, physical exercise and regular health checks.

The Organization has run global health campaigns on the prevention of diabetes, high blood pressure and depression. It also negotiated the WHO Framework Convention on Tobacco Control, a formidable tool to help reduce disease and death caused by tobacco.

Using data to target our efforts

Tracking progress in all of these areas requires a strong monitoring system. Data collected from countries across the world is stored in and shared through WHO’s Global Health Observatory. This powerful tool helps countries get a clear picture of who is falling sick, from which disease, and where, so they can target efforts where they are needed most.

Remaining on constant alert

Every year, WHO studies influenza trends, to work out what should go into the next season’s vaccine. And it remains on constant alert against the threat of pandemic influenza. One hundred years after the flu pandemic of 1918, WHO is determined that the world should never again be subjected to such a threat to global health security.

A renewed commitment to prevent outbreaks from turning into epidemics, and to respond better and faster to humanitarian emergencies, has spurred the creation of a new health emergencies programme that works across all three levels of the Organization. WHO is currently responding to outbreaks and humanitarian crises in more than 40 countries.

Next month, at the World Health Assembly, the Organization will propose a bold new agenda that builds on lessons learnt and experience gained over the past 70 years. It will focus on achieving universal health coverage for 1 billion more people; protecting 1 billion more people from health emergencies and enabling 1 billion more people to enjoy better health and wellbeing – by 2023, the halfway point to the 2030 Sustainable Development Agenda deadline.

Essential health services

Half the worldlacks access

Fact Sheet

Health costs

100 million pushed into poverty

Global Monitoring Report

Extend coverage

1 billion more people access services by 2023

Tokyo Declaration

 

25 yıllık acı: Hocalı Katliamı

26 yıllık acı: Hocalı Katliamı

Azerbaycan, Ermenilerin 26 Şubat 1992’de yaptığı Hocalı Katliamı’nın kurbanları için 26 yıldır adalet arıyor.

25 yıllık acı: Hocalı Katliamı

 

26 Şubat 1992’de, 106’sı kadın, 70’i yaşlı, 63’ü çocuk olma üzere toplam 613 Azerbaycan vatandaşının katledildiği Hocalı Katliamı‘nın üzerinden 26 yıl geçti ancak olayın failleri hala cezalandırılmadı.

25 yıllık acı: Hocalı Katliamı

Ermeniler, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, 1991’in son günlerinde ablukaya aldıkları, bölgenin tek havaalanına sahip ve stratejik önem taşıyan Hocalı’yı ele geçirmek için hareket geçti.

25 yıllık acı: Hocalı Katliamı

 

Aylar süren saldırılarını 1992’nin 25 Şubat’ında yoğunlaştıran Ermeniler, gece, üç koldan saldırdı. Sovyet Rus ordusunun o zaman Hankendi’nde bulunan 366. motorize alayının Hocalı Katliamı’nda Ermeni güçlere yardımcı olduğu belirtiliyor. Ermenilerin, 366. alayın bütün araçlarını kullanarak kenti top ve tank ateşine tuttuğu, Hocalı’ya saldırıda Rus askerlerinin de
yer aldığı öne sürülüyor. Azerbaycan Askeri Savcılığının verilerine göre, 366. motorize alayın 18 subay ve askeri katliamda bizzat yer aldı.

Azerbaycan Dışişleri Bakanlığının konuya ilişkin son bildirisinde, “Hocalı soykırımı dünya kamuoyunca yasal değerlendirilmesini bulmalı. Ulusal ve uluslararası düzeyde devamlı görülen işler cezasızlığa son verilmesi ve sorumluların adalet mahkemesine çıkarılmasına hizmet edecek. Uluslararası kamuoyunu Ermenistan’ın çocuk, kadın ve yaşlılar da dahil sivillere karşı işlediği insanlık suçunu kınama ve Hocalı Soykırımı‘nı tanıma çağrısında bulunuyoruz.” ifadeleri yer aldı.

Bugüne kadar 15 ülkenin parlamentosu ve ABD’nin 16 eyaletinin meclisi Hocalı’da yaşananları kınayan ve soykırım olarak gören kararlar kabul etti.
26 yıl önce Hocalı Katliamı’nda annesini, babasını ve akrabalarını yitirdi… Annesinin öldüğünü, 16 yıl sonra gördüğü bir fotoğraftan öğrendi… Yasemin Hasanova.
“Babam askeri okulda öğretmendi. O nedenle Hocalı’yı savunmak için savaşıyordu. Ermeni silahlı güçleri Hocalı’ya girince, babam ormanda üç gün savaşmış. 29 Şubat’ta babamın öldüğünü öğrendim. Annemden 16 yıl boyunca hiç haber alamadık. Hep, esir olduğunu düşündük. 16 yıl sonra bir Rus gazetecinin çektiği fotoğrafta (aşağıdaki fotoğraf) annemin cesedini tanıdım. Annemin hemen yanında teyzem, iki çocuğuyla beraber yatıyordu. Hepsi evimizin önünde öldürülmüştü.”
Annnesinden bahsederken Yasemin Hasanova’nın gözleri yaşarıyor:

“Yaşıtlarımız oyun oynarken, biz babamızı toprağa verdik. 16 yıl boyunca, bir gün annemiz döner diye bekledik. Sonra, işte o resmi gördük. Çok ağladık. Halk kahramanı olarak ilan edilen baba Tevfik Hüseyinov’ın mezarı Bakü’ye, Şehitler Anıtı’na taşınmış. Annesinin ise, bir mezarı dahi olmamış. Aradan 26 yıl geçse de, Yasemin Hasanova o günleri ve acılarını hiç unutmamış. Duygularını şöyle ifade ediyor:

  • “Hani, yaranın üstü kabuk bağlar kan durur ya, benim yaram 25 yıldır kabuk bağlamadı, hala kanıyor. Sanki, her şey dün olmuş gibi. Ben çocukluk yaşamadım, gençlik yaşamadım. Hep, kalbim acıdı.” dedi.
25 yıllık acı: Hocalı Katliamı
25 yıllık acı: Hocalı Katliamı

25 yıllık acı: Hocalı Katliamı

25 yıllık acı: Hocalı Katliamı

 

25 yıllık acı: Hocalı Katliamı
25 yıllık acı: Hocalı Katliamı
25 yıllık acı: Hocalı Katliamı
25 yıllık acı: Hocalı Katliamı

ACİL SAĞLIK HİZMETLERİ “ULAŞILABİLİR” OLMAKTAN ÇIKARTILIYOR!

ACİL SAĞLIK HİZMETLERİ “ULAŞILABİLİR” OLMAKTAN ÇIKARTILIYOR!

(AS: Bizim “hazin” katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, Sosyal Güvenlik Kurumu’nca (SGK) Sağlık Uygulama Tebliği‘nde 4 Şubat 2018 tarihinde yapılan acil sağlık hizmetleri ve ilave ücrete ilişkin değişiklikler konusunda bir bilgi notu hazırladı. Söz konusu değişikliklerle acil sağlık hizmetlerinin “ulaşılabilir” olmaktan çıkartıldığına dikkat çekilen bilgi notunda, düzenlemelerin hiçbirinin acil servise gereksiz başvurulara yol açan etmenleri ortadan kaldırmaya yönelik olmadığı ve acillerde yaşanan sorunları çözmeye yetmeyeceği vurgulandı. Bilgi notu aşağıdadır:

ACİL SAĞLIK HİZMETLERİ “ULAŞILABİLİR” OLMAKTAN ÇIKARTILIYOR!

Sosyal Güvenlik Kurumu, Sağlık Uygulama Tebliği’nde 4 Şubat 2018 tarihinde acil sağlık hizmetleri ve ek (ilave) ücrete ilişkin kurallarda değişiklik yapmıştır:

  1. Tebliğde acil sağlık hizmeti nedeniyle özel hastaneye başvuran hastalardan taburcu edilinceye kadar sunulan tüm sağlık hizmetleri için hiçbir ek ücret alınmayacağı yönündeki düzenleme değiştirilmiştir. Değişiklik sonucu acil servise başvurudan başlayarak 24 saat içinde hastanın stabilize edilerek ilgili kliniğe yatışı veya başka bir hastaneye sevk edilmesiyle acil halin sona ereceği,  24 saat dolduktan sonra ise ek ücret alınacağı düzenlenmiştir. Bu ücretin alınabilmesi için acil halin sona erdiği ve devam eden işlemlerin ek ücrete tabi olduğuna ilişkin hasta/yakınına yazılı bilgi verileceği, özel hastanelerin acil servisindeki ek ücreti ödeyemeyecek yoksul hastaların kamu hastanelerine sevk edilecekleri anlaşılmaktadır.
  2. Tebliğde Vakıf hastaneleri ve özel hastaneler tarafından ayakta ya da yataklı tedavi hizmeti sırasında hastalardan alacakları ek ücretleri gösterir belge verme zorunluluğuna ilişkin kural da değiştirilmiştir. Buna göre SGK ile sözleşmeli/protokollü vakıf üniversiteleri ile özel sağlık kurum ve kuruluşları, yatarak tedavilerde yapılan Kurumca karşılanan sağlık hizmeti bedellerinin toplamının 100 (yüz) TL’yi aşması halinde, bu hizmetleri ve varsa ek ücret tutarını gösterir belgeyi en geç hastanın taburcu olduğu tarihte hastaya vermekle yükümlü tutulmuştur.

    Ayakta tedavilerde ise bu belgenin verilmesi zorunluluğu kaldırılarak bu hastaların, alınan ek ücretleri görme olanağı ortadan kaldırılmıştır. (AS: Neye ve kime hizmet? Sermayeye mi, halka mı? Kayıtdışılık ve vergi yitiği?? Akıl alır gibi değil.. Tipik turnusol kağıdı!)

Aynı tarihte Sağlık Bakanlığı tarafından hasta sayısı fazla olan kamu hastanelerinde acillerdeki yoğunluğu azaltma gerekçesi ile saat 23.00’e kadar vardiyalı poliklinik uygulaması başlatılacağı açıklanmıştır. Geldiğimiz durumda “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ülkemizde sunulan sağlık hizmetlerini içinden çıkılmaz bir kaosa dönüştürmüştür.

Sağlık hizmetine erişim engelleri yüzünden acil sağlık hizmetlerinin amaç dışı kullanımı artmış, gerçekten acil olarak sağlık hizmeti alması gereken hastaların acil sağlık hizmetlerinden yararlanması zorlaşmış; hem acil hastalar, hem yoksul hastalar, hem de uzun saatler yoğun olarak çalışan sağlık emekçileri aleyhine düzenlemeler peş peşe gelmeye başlamıştır.

  • Bu düzenlemelerin hiçbirisi acil servise gereksiz başvurulara yol açan etmenleri ortadan kaldırmaya yönelik olmadığı için, acillerde yaşanan sorunları çözmeye yetmeyecektir.

TTB olarak sorunun nedenlerine değil sonuçlarına odaklı bu hatalı düzenlemelerin düzeltilmesi için gerekli girişimler yapılacaktır. Saygılarımızla. (12.02.2018)

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
=======================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Türk Tabipleri Birliği‘nin (TTB Ankara Tabip Odası) bu açıklaması ve girişimi bütünüyle yerindedir. Metin içinde ilgili yere yukarıda not düştük :

  • Ayakta tedavilerde ise bu belgenin verilmesi zorunluluğu kaldırılarak bu hastaların, alınan ek ücretleri görme olanağı ortadan kaldırılmıştır. (AS: Neye ve kime hizmet? Sermayeye mi, halka mı? Kayıtdışılık ve vergi yitiği?? Akıl alır gibi değil.. Tipik turnusol kağıdı!)

Umar ve dileriz ki halkımız da gerçekleri görür ve bu SGK tarafından yapılan Tebliğ (Sağlık Uygulama Tebliği – SUT) değişikliğinin kendi yararına olmadığını algılar. Bu düzenlemenin sorumlusunun hekimler – sağlık çalışanları olmadığını kavrar ve ŞİDDETE başvurmaz.. Necip milletimizin 20 milyonu aşkın oy vererek 16 yıldır tek başına iktidarda tuttuğu AKP; halkın değil sermayenin yararını gözetiyor, sermayenin isteklerini yerine getiriyor..

Alınan para (ek ücret!) için belge verme yükümünü kaldırmak akıl işi değil!
Apaçık kayıtdışılığı teşvik ettiği gibi Devleti vergi yitiğine uğratacak, özel sağlık sektöründe vergisiz kazanç olanağı sağlayacak ve yurttaşın sömürülmesine kapı aralayacak bir düzenleme!?

Varsa yoksa yerel – küresel sermayenin çıkarlarına hizmet.. İşte AKP!

Öte yandan SGK, mali dengesini hep ama hep parasal (moneter) önlemlerle ve yurttaşın aleyhine – sermayenin lehine sağlama çabasında. Fakat gene de dikiş tutmuyor ve 2017’de 20 milyar TL dolayında açık verdi. Bu rakam toplam bütçe açığının yarısına yakın..

Çare; sağlığı piyasa hizmeti değil, KAMU HİZMETİ olarak görmekte.. 

  • SGK, koruyucu sağlık hizmetlerini teşvik ederek tedavi giderlerini azaltabilir gerçekte.

Ne var ki, özel sektör öylesine büyütüldü ki teşviklerle; “müşteri azalmasına” yol açacak hiçbir uygulamaya, başta kamusal koruyucu sağlık hizmetlerine, bu hizmetlerin herkese ETKİN – YAYGIN – NİTELİKLİ – ERİŞİLEBİLİR… biçimde sunulmasına izin vermeyecektir, vermemektedir.

  • Sermaye sözcüsü iktidarlara da halka koruyucu sağlık hizmeti veriyor “muşçasına” davranmak, algı yönetimi ve beyin yıkama kalmaktadır.. İllüzyon ve şizofrenik topluma sürüklenme!

    Türkiye, AKP ve necipler necibi milletimiz tam da bu durumdadır..

    Yediğin ve yiyeceğin daha nice kazıklar afiyet olsun gariban halkımız..

Gerçekleri görme ama senin gibi çaresiz sağlık çalışanlarına – doktorlara öfke kusmaya devam et e mi sayın milletimiz?

  • Bağır – çağır, hakaret et, küfür et, döv, yumruk at, bıçakla, olmadı kurşunla.. Derdine deva olur belki!?
  • Sağlık hakkını gaspeden iktidar; hekimler değil! Tersine, hekimler senin müttefikin ey halkım.. Onlarla dayanışma içinde evrensel sağlık hakkın için uğraş vermelisin..
  • Örn. Sağlık Kooperatiflerini anımsamalısın.. Anayasa md. 56 ve 60’ı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nin 25. maddesini, Avrupa Sosyal Şartı‘nın 3. maddesini.. ve daha pek çok hukuksal dayanağı..
  • ŞEHİR HASTANELERİ ile sağlık hizmetine erişimin, balayı dönemi sonrasında şimdikine göre çoooook daha güçleşeceğini de aklından hiç çıkarmadan..
    (Tıklayınız; ŞEHİR HASTANELERİ TALANI)

Sevgi ve saygı ile. 19 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Üstün Dökmen : Pozitif bilimden uzaklaşmak…

NEYİ YANLIŞ YAPIYORUZ??

Prof. Dr. Üstün Dökmen

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden
Eğitim Psikoloğu Prof. Dr. Üstün Dökmen‘den CNN Türk’te konuşma..

  • AKP’nin apaçık Cumhuriyet düşmanı – yıkıcısı – cihatçı eğitim müfredatı hakkında..

NEYİ YANLIŞ YAPIYORUZ??

4,5 dakika süreli önemli konuşmayı izlemek için lütfen tıklayınız..

Pozitif bilimden uzaklaşmak…

https://facebook.com/prof.ustundokmen/videos/1934931183416206/ 

Bir kez daha çağrı yapıyoruz tarih önünde AKP’ye                          :

  • Bu Cumhuriyet düşmanı – din savaşçısı kindar nesil yetiştirme amaçlı müfredatı
    derhal geri çekiniz!
  • Bu müfredatla Türkiye iç savaşa sürüklenir.. El kanlı IŞİD’çi, Taliban yobazlar yetişir;
    Türkiye Afganistan, Yemen, Irak, Suriye, Cezayir, Tunus… gibi kanlı din savaşına sürüklenir..
  • Türkiye Çağdan kopar ve dünyadan dışlanır; karnını bile doyuracak üretim yapamaz!
  • Bu müfredat açık açık Cumhuriyet’e ve Anayasaya meydan okumaktır. Başta Anayasa md. 24 olmak üzere 2. ve 42. maddelere ve Türkiye’nin taraf olduğu başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu Sözleşmeye dayalı AİHM yerleşik kararlarına (içtihatlarına) olmak üzere açık açık aykırıdır.
  • Müfredat değişikliği yapan Yönetmelik gerçekte meşru olmayıp YOK HÜKMÜNDEDİR! Öğretmenlerce uygulanmamalı / uygulanmayacaktır, veliler ve öğrencilerce kabul edilmeyecektir!
  • Müfredat değişikliği yapan bu Yönetmelik mutlaka Danıştay’ca iptal edilecektir.
    AKP orada mutlaka durmalı, inadını yasa çıkararak asla sürdürmemelidir.
  • Kartal’da çocukları fesli – türbanlı, mehter marşı eşliğinde tekbirlerle yürüten
    kara çarşaflı öğretmenler hakkında derhal idari ve yasal işlem başlatılmalıdır!
  • Türkiye’nin AKP tarafından başına açılan bir yığın ağır iç ve dış sorun vardır ve zaten bunalmış durumdayız.. Artık frene basınız ve ülkeyi hızla normalleştiriniz..
  • Kendi gidişinizi – çöküşünüzü nasıl hızlandırdığınızı hala görmüyor musunuz??

Çooook teşekkürler değerli Prof. Dr. Üstün Dökmen hocamıza…
AKP = RTE’ye ise biazcık basiret..

Sevgi ve saygı ile. 23 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

2017 Yılı 7 Nisan Dünya Sağlık Günü Teması : Haydi Depresyonu Konuşalım!

2017 Yılı 7 Nisan Dünya Sağlık Günü Teması : Haydi Depresyonu Konuşalım!


7 Nisan
Dünya Sağlık Günü

 

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasası 7 Nisan 1948’de yürürlüğe girmiştir.
Türkiye, Birleşmiş Milletlerin (BM) sağlıkla ilgili teknik uzmanlık kurumu olan DSÖ’ne üye olmak için, DSÖ’nün kuruluş sözleşmesini (Anayasasını) TBMM’de 1947’de 5062 sayılı yasa olarak kabul etmiştir. Bu yöntem, ülkemiz BM’nin kurucu üyelerinden olurken de uluslararası hukuk kuralları gereği BM Ana Sözleşmesini TBMM’de yasa olarak onamıştır.

dünya sağlık günü ile ilgili görsel sonucu

Bu nedenle her yıl 7 Nisan Dünya Sağlık Günü olarak, 7-13 Nisan tarihleri arası da Sağlık Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu tarihlerde Halk Sağlığı ile ilgili bir konu seçilerek, bu konu bağlamında tüm dünyada çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Önceki yılın teması Diyabet idi ve seçilen savsöz (slogan) “HAYDİ DİYABETİ YENELİM” idi..

Sağlıklı yaşam, her insanın doğumuyla birlikte elde ettiği ve insan olmaktan dolayı kazandığı temel insan hakkıdır. Bu hak, 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulunda benimsenen İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ‘nin 25. maddesinde de açıkça vurgulanmıştır.

dünya sağlık günü ile ilgili görsel sonucu

Sağlık hakkı yaşamda başka hiçbir hakka tercih edilemez, değiştirilemez, ertelenemez
ve parasal karşılığı ölçülemez. Sağlıklı toplumlar için öncelikle toplumun temeli olan kişilerin sağlıklı olması gerekir. Kişiler sağlıklı olduğunda toplumlar da sağlıklı olur denir ama tek tek kişilere verilen sağlık hizmetinin basit aritmetik toplamı sağlıklı topluma denk değildir. Bu nedenle, özellikle risk altındaki toplumsal kümelere gereksindikleri koruyucu sağlık hizmetlerinin bütüncül (wholistic, integre) olarak etkin, yaygın, nitelikli ve sürekli olarak
kamu eliyle verilmesi zorunludur.

Bu hizmetler insanların yaşadıkları yerlere en yakın, hizmet gereğinde ayağa götürülerek, Basamaklı olarak verilmelidir… Birinci, İkinci ve Üçüncü Basamak Sağlık hizmeleri..

İnsan sağlığını büyük ölçüde etkileyen çevresel etmenlerin düzenlenmesi, sağlıklı yaşam hakkının korunması, insan sağlığının önemi konusunda toplumsal duyarlığın ve bilincin artırılması amacıyla her yıl 7 Nisan Dünya Sağlık Günü olarak kutlanmaktadır.
DSÖ bu yılın temasını ‘Depresyon’ olarak seçerek konuyla ilgili küresel bir ayrımında oluş (farkındalık) oluşturmayı amaçlamıştır. DSÖ 1996’dan bu yana her yıl böylesi bir temayı
öne çıkararak teknik bir yıllık rapora (World Health Report) bağlamaktadır.

  • Depresyon bir insanlık hakkıdır!

dünya sağlık günü ile ilgili görsel sonucu

KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm süreçleri ile 1980’lerden başlayarak dünyaya dayatılan ekonomo-politik düzen küresel toplumda başta gelir dağılımı olmak üzere eşitsizlikleri ciddi biçimde büyütmüş, derinleştirmiştir. Bu bağlamda DSÖ, 2001 yılında “Dünya Ruh Sağlığı” (World Mental Health) temasını seçmiş ve raporunu yayımlamıştı. O raporda bir İNTİHAR SALGINI (Suicide epidemics) temasına odaklanılmış; insanların baskı altında, istismar edildikleri, güvensiz – sağlıksız ortamlarda yaşadıkları… ve GELECEK UMUTLARINI YİTİRDİKLERİ vurgulanmaktaydı.

Son verilerle unipolar major depresyon, DALY yükü (pratik olarak hastalık yükü diyelim..) olarak 2. sıraya yükselmiş gözükmektedir. Üstelik 15-44 üretken yaş diliminde.. Nöropsikiyatrik bozuklukların küresel DALY yükü içinde payı son 20 yılda %9’lardan %14’e tırmanacak gözükmektedir.

Depresyon çok görülen, çok öldüren ve çok engelli bırakan / yeti yitimine neden olan önemli bir Halk Sağlığı sorunudur. KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm süreci ile birlikte koşut artış içindedir. Anti-depressan ilaç kullanımı çok önemli boyutlara ulaşmıştır. Öyle ki, ABD’de “Prozac dependent society” kavramı öne çıkmıştır : Prozac bağımlısı toplum… Giderek ünlenen ve kullanımı çok yaygınlaşan anti-deprssan ilaç Prozac, neredeyse her 2 ABD’liden 1’inin cebindedir!

dünya sağlık günü ile ilgili görsel sonucu

Oysa Devletin temel kamu görevlerini gereği gibi üstlenerek İNSAN HAKLARINA DAYALI – demokratik – laik – sosyal bir hukuk devleti olmasına ikincil politikalar ve toplumsal yaşam düzeni; gerçekte kişisel, giderek toplumsal depresyon sıklığını düşürecek, mutlu – sağlıklı – gönençli -esenlikli toplumlar yaratacak temel anahtardır. Ülkemizin halen yürürlükte olan 1982 Anayasasının 2. maddesinde Devletin bu temel nitelikleri sayılmıştır. Üstelik “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” olmak üzere 3 temel koşula dayalı olarak.. Ne var ki bu hedef ve ülküler önemli ölçüde kağıt üstünde kalmaktadır.

DSÖ, son onyıllarda sağlık giderlerinin rakamsal (nominal) ve oransal olarak (ulusal gelirdeki payı) önemli ölçüde arttığını ama küresel sağlık sorunlarının krizler yaratacak düzeyde patlamalar gösterdiğine özellikle dikkat çekmektedir. Kaynaklar verimsiz kullanılmakta;
– ilaç tekelleri,
– tıbbi teknoloji tekelleri,  
– hastane zincirleri, 
– sağlık sigortacılığı 
sektörleri her yıl 8 trilyon Doları aşan (toplam küresel gelirin yaklaşık %10’u) küresel sağlık harcaması pastasına el koymaktadır! Bu harcamaların sürekli tırmanmasını da “ustalıkla” başarmaktadırlar. Ancak küresel toplumun sağlık düzeyi göstergeleri, sağlık sektöründe harcanan kaynaklarla uyumlu değildir.. Kaynaklar verimsiz kullanılmaktadır ve sağlıkta özelleştirme bu olguda temel belirleyicidir.

Hükümetler, küresel sermaye tarafından rahatlıkla yönlendirilebilmektedir bu insanlık dışı tabloda! SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation), 1992’den bu yana DB – IMF tarafından dayatılmaktadır. Ne yazık ki Türkiye de Haziran 2003’ten bu yana, AKP iktidarıyla kesintisiz ve büyük hızla bu dış güdümlü vahşetin içine sürüklenmiştir.

Son birkaç yıldır iyice Türkiye gündemine sokulan ŞEHİR HASTANELERİ, ne yazık ki soygun – talan düzenini ağırlaştırarak sürdürecek “görkemli” (!) araçlar olarak toplumsal bilinci kuşatıp teslim almada sahneye sürülen çoook pahalı araçlardır.
*****
DSÖ’nün uluslararası web sitesinde (www.who.int) epey bilgi – belge var..

Depression: let’s talk

7 April 2017 – WHO is leading a global campaign on depression for World Health Day 2017, celebrated today. Its goal is to enable more people with mental disorders to live healthy, productive lives. Depression is the leading cause of ill health and disability worldwide. More than 300 million people are now living with depression, an increase of more than 18% between 2005 and 2015.

Depression: let’s talk

7 April 2017 – WHO is leading a one-year global campaign on depression. The highlight is World Health Day 2017, celebrated today. The goal of the campaign is that more people with depression, everywhere in the world, both seek and get help. Depression is the leading cause of ill health and disability worldwide. More than 300 million people are now living with depression, an increase of more than 18% between 2005 and 2015.

Depression among older people is common. Yet is it often overlooked. Loneliness and loss of independence are among the causes. Depression can impact on people’s ability to carry out even the simplest everyday tasks, with sometimes devastating consequences for relationships with family and friends. At worst, depression can lead to suicide. Yet depression can be prevented and treated. A better understanding of depression will help reduce the stigma associated with the condition, and lead to more people seeking help.

This short video, focusing on depression among older people, highlights some of the causes of depression in this age group and the importance of talking as the first step towards getting help.

This video has been produced as part of the World Health Organization’s “Depression: let’s talk” campaign, which began on 10 October 2016 and runs for one year.

Find more information on the campaign website
http://www.who.int/depression/en and
online app:
http://apps.who.int/depression-campai… #LetsTalk

*********
İlginç biçimde ILO (Uluslararası çalışma Örgütü) 28 Nisan 2016 “World Safe Day” bağlamında yılın İş Sağlığı ve Güvenliği teması“Worksite Stress” (İşerinde Stres) olarak belirlemişti.

Temel çözüm paylaşımcı / dayanışmacı bir toplumsal düzen kurmaktan geçiyor..
Yabanıl emperyal kapitalizmin günümüzde geldiği utanılası kumarhane kapitalizmi evresi
hızla aşılmak durumundadır. DSÖ’nün hatırına, gelecek 7 Nisan’a dek 1 yıl boyunca

  • Haydi depresyonu konuşalım..

Sevgi ve saygı ile. 7 Nisan 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Not : Önceki yıllarda web sitemizde yer verdiğimiz Dünya Sağlık Günü yazılarımıza da bakılmasını dileriz…

  • http://ahmetsaltik.net/2015/04/07/7-nisan-2015-dunya-saglik-gunu/
  • http://ahmetsaltik.net/2014/04/07/dunya-saglik-gunu-ve-cagristirdiklari/