Etiket arşivi: eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk

SAHTE KAHRAMAN

Suay Karaman

28 Ağustos 2022’de Rize’nin fethinin 561. yılı dolayısıyla düzenlenen “Rize’de tarihi bir an, Fatih Sultan Mehmed Han” adlı etkinliğe katılan TBMM eski başkanı İsmail Kahraman, yaptığı konuşma ile bilinen kimliğini bir kez daha açığa vurdu. Konuşmasındaki sözleri şöyleydi:

  • Şehirlerin kurtuluş yıldönümleri kutlanıyor. Kesinlikle karşıyım. Şehirlerin düşman işgalinden kurtuluşu dolayısıyla kutlama yapılmaz. İstanbul’un kurtuluşu 6 Ekim, kim demiş? İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül, kim demiş? Ne münasebet. Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler. Kurşun sıkmadık ki.”

Hukuk öğrenimi gören İsmail Kahraman, aydın çevrelerde iyi anılmaz; Türklükle, Atatürk’le, Cumhuriyet Devrimleriyle sorunu vardır.  İsmail Kahraman, 15 Mart 1967 ile 28 Nisan 1969 arasında Milli Türk Talebi Birliği’nin (MTTB) 48. döneminde genel başkanlık yapmıştır. Başkanlığı döneminde 16 Şubat 1969’da İstanbul’da ‘6. Filo’yu protesto’ eylemine karşı “Kanlı Pazar” ve 20 Nisan 1969’da Ankara’daki öğrenci yürüyüşüne MTTB’nin yaptığı saldırıları unutmamalıyız.

“Kanlı Pazar” olayından iki gün önce MTTB ve Komünizmle Mücadele Dernekleri öncülüğünde 14 Şubat 1969 Cuma günü, Bayrağa saygı mitingi düzenlenmişti. Aynı gün MTTB binasında yapılan ortak toplantıda Komünizmle Mücadele Dernekleri Başkanı İlhan Egemen Darendelioğlu (1921-1979) şu ifadeleri kullanmıştı:

  • “Pazar günü komünistler miting yapacak. Biz bu mitingde savaşacağız.
  • Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin.”

14 Şubat 1969 günü bu mitingin hazırlık toplantılarında MTTB Başkanı İsmail Kahraman, Beyazıt Camisinde yaptığı konuşmada, gençlik olarak 3 – 5 soysuza fırsat vermeyeceklerini söylemiş ve şu ifadeleri kullanmıştı:

  • “Buraya tarihi kararlar almak üzere toplandık. Artık nush ve nasihat devresini tamamlayan Türk Milliyetçiliği, önümüzdeki günlerde yeni Tan’lar, yeni hareketler gösterecek, Türkiye’nin sahibinin milliyetçiler olduğunu gösterecektir. Bu tür hareketler Türkiye’yi komünistleştirme planında bir adımdır.”

– ABD emperyalizminin 6. Filosu’na karşı mücadele eden yurtsever 68 gençliğinin karşısında duran,
– ABD askerlerini törenle karşılayan ve
ABD gemisine secde ederek namaz kıldıran İsmail Kahraman’ı iyi tanımak gerekir.

28 Haziran 1996 ile 30 Haziran 1997 arasında Kültür Bakanı olarak görev yapan İsmail Kahraman, gündemdeki Taksim’e cami tartışmaları ile ilgili olarak “Taksim’de çok sayıda kilise var ancak bir cami yok. İnşallah Taksim bu ayıptan kurtulacaktır.” biçiminde bir açıklama yapmıştı. Bu açıklama üzerine Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Semavi Eyice (1922-2018), cami yapılacaksa mimarisinin tarihsel dokuya uygun olmasına dikkat edilmeli diye görüş bildirmişti. İsmail Kahraman, Semavi Eyice hakkında “Alnı secde-i rahmana değmemiş, Hıristiyanların piyonu olan birisi! Ben de O’nu kolundan tuttum, kapının önüne koydum” sözleriyle görevden aldı.

İsmail Kahraman, Fatih Sultan Mehmet’in Rize’yi Osmanlıya bağlamasının yıldönümü 28 Ağustos 2016’da yaptığı konuşmada, Che Guevara‘yı “katil kişilik, gerilla ve eşkıya” olarak nitelendirerek, fotoğraflarının Türk gençlerinin tişörtlerinde (AS: tegömleklerinde) olmaması gerektiğini savunmuştur. İlk kez kutlanan bu etkinlikteki yakışıksız sözler için Küba Büyükelçiliği, tepki göstermiş, olumsuz görüş bildirmişti.

22 Kasım 2015 ile 7 Temmuz 2018 arasında TBMM Başkanı olan İsmail Kahraman, yine büyük sansasyon yaratmayı sürdürdü. 25 Nisan 2016’da İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği’nin İstanbul’da düzenlediği konferansta, “Yeni anayasada laiklik maddesi olmamalı, dindar bir anayasa olmalı” diyerek pek çok kesimden tepki almıştır.

İsmail Kahraman, 2017’de TBMM lokantası menüsüne özel olan ve içinde süt, nişasta, vişne, ananas, krema, yumurta, bisküvi ve un bulunan ‘vişneli tayfır’ tatlısı için “Bu nasıl tatlı ismi?” diyerek menüden kaldırmıştı. Böylece TBMM’nin en önemli sorunu çözüme kavuştu. Kim bilir, belki “Tayfır” adına tuhaf bir takıntısı vardı? Kahraman’ın görev süresi sona erince, ‘vişneli tayfır’ tatlısı yine menüde yerini aldı.

28 Mart 2018’de TBMM’de, “Çanakkale Şehitlerini Anma” gecesi düzenledi. Devlet Tiyatroları bu gece için özel bir gösteri hazırlamıştı, gösteriye bir saat kala, kadın oyunculara sahneye çıkmayacakları söylendi. Doğal olarak kadın oyuncular nedenini öğrenmek istediler. Nedenin TBMM Başkanı olduğu açıklandı ve sahneye çıkamayacakları ancak sahne kenarında, merdivenlerde durabilecekleri söylendi.

4 Ekim 2021’de Birlik Vakfı’nda düzenlenen “Yeni Anayasa ve Öze Dönüş” konulu konferansta konuşan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Başkanvekili İsmail Kahraman, dindar bir anayasa hazırlanması ve ilk dört maddenin değiştirilebilir olması çağrısı yaptı. Bunun üzerine Halkın Kurtuluş Partisi, “İsmail Kahraman, bu sözleriyle Türkiye’nin şeriatla yönetilmesini isteyenlerin sözcülüğünü yapmaktadır” diyerek, 5 Ekim 2021’de İsmail Kahraman hakkında suç duyurusunda bulundu, ama sonuç alınamadı.

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından hazırlanan ve
TBMM Başkanı olarak İsmail Kahraman’a sunulan raporun
‘kayıp’ olması da ilginçtir.

Cumhuriyet rejimi sayesinde ulaştığı makamlara yabancılaşarak, ihanet ederek Osmanlı hayranlığı sergileyen İsmail Kahraman’ın, seçildiği TBMM başkanlığında yaptığı ilk iş, Osmanlı meclisini 33 yıl kapalı tutan padişah II. Abdülhamit için etkinlik düzenlemek olmuştu.

Sahte kahramanların peşinden gidenler de aynı yolun yolcularıdır, ihanetin dibindedirler.

Düşmana kurşun sıkmadık ki” diyenler için söylenecek söz yoktur.

Bizim büyüklerimiz düşmana ateş ederken, kimi şeref yoksunu olanların büyükleri düşmanla işbirliği yapıyordu. İşte şimdi onların ne olduğu belirsiz çocukları da Atatürk’e, laik cumhuriyetimize karşı vatan hainliğini sürdürmektedir.

Eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk karşıtı, laiklik karşıtı, modernleşme (çağdaşlaşma) karşıtı olanlardan, güzel vatanımıza ihanet edenlerden er ya da geç hesap sorulacağı bilinmelidir. (Azim ve Karar, 5 Eylül 2022)
=========================
Dostlar,

Sevgili Kardeşimiz Suay Karaman’ın bu çok değerli yazısını yayınlarken, bizim de konuya ilişkin binlerce kişi tarafından okunan tweet iletimizi burada da paylaşalım:

  • “Ülkenin her yeri şehitlik dolu. İ. Kahraman’ın ailesi-bildiklerinden şehit-gazi yok ki, “kurşun atmadık” diye itiraf ediyor. Ya akıl sağlığı sorunlu ya da atalarının yolundan gidiyor, Vahdettin gibi İngiliz muhibbi. Uyan ey Ulus uyan! Bu adam, RTE’nin CB Y. İstişare Kurulu üyesi!”

Sevgi ve saygı ile. 11 Eylül 2022, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

23 NİSAN’DAN GÜNÜMÜZE

23 NİSAN’DAN GÜNÜMÜZE

Suay Karaman

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun 100. yıldönümünü kutlarken, özgürlük ve bağımsızlığımızı borçlu olduğumuz ülkemizin kurucusu, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın büyük başkomutanı, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü ve tüm silah (AS: ve dava) arkadaşları ile devrim şehitlerimizi en derin saygıyla, şükranla ve özlemle anıyoruz.

100 yıl önce açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kökeni, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na dayanmaktadır. Mustafa Kemal’in önderliğinde, dünyada ilk kez emperyalist devletlere karşı zafer kazanılmıştır. Bu meclis, hem ülkemizin kurtuluşuna, hem de yeni bir devletin kuruluşuna öncülük eden tarihi bir olguya sahiptir. Çürümüş ve yozlaşmış bir imparatorluktan yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, demokratik ve laik bir yönetim biçiminin gerçekleşmesi, çağdaş ve aydınlık bir yaşam biçiminin belirlenmesi ve bunun için yapılan tüm yenilikler, 23 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal’in liderlik ettiği Büyük Millet Meclisi’nin attığı adımlarla gerçekleşmişti.

23 Nisan 1920 Cuma günü Büyük Millet Meclisi törenle ve dualarla açıldı. Ertesi gün ilk toplantıda Mustafa Kemal Paşa oybirliğiyle Büyük Millet Meclisi başkanlığına seçildi. Yaptığı konuşmada “Büyük Millet Meclisi’nde beliren ulusal irade, yurdun yazgısına doğrudan doğruya el koymuş olup, onun üzerinde hiçbir güç yoktur.” dedi. Mustafa Kemal Paşa’nın bu konuşmasının özü kurulan yeni devletin diktayı ve tek adamlığı değil, hukuk ve çağdaş demokrasiyi hedeflediğini göstermektedir.

Mustafa Kemal Paşa’nın hazırladığı Halkçılık Programı, 18 Eylül 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nde okundu:

”1. Türkiye halk hükümeti ile yönetilmelidir,

  1. Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur, yönetim yolu halkın doğrudan doğruya kendisi yönetmesi temeline dayanır,
  2. Büyük Millet Meclisi hükümeti, halkın karşı karşıya bulunduğu sefalet nedenlerini gidererek, mutluluk ve yaşam düzeyinin yükseltilmesini temel ilke sayar.”

Mustafa Kemal Paşa, cumhuriyetin ilanına giden yolda yaptığı her konuşmada, yeni yönetim şeklinin dayandığı ilkenin Halkçılık olduğunu, demokrasinin ve ulusal egemenliğin vazgeçilmez olduğunu ifade etmiştir. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından kurulan genç Türkiye Devleti, az zamanda çok ve büyük işler başarmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1930’da Büyük Millet Meclisi açılış konuşmasında şunları söylemişti: “Ülkenin yazgısında tek yetki ve güç sahibi olan Büyük Millet Meclisi, bu ülkenin düzeni için, iç ve dış güvenliğini sağlamak ve korumak için en büyük güvencedir. Büyük milli sorunlar şimdiye kadar ancak Büyük Millet Meclisi’nde çözümlendi. Gelecekte de yalnız oradan kesin önlemler sağlanabilecektir. Türk Milletinin sevgi ve bağlılığı her zaman Büyük Millet Meclisine yönelmiştir ve hep oraya yönelecektir.”

Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra Halkçılık ilkesi de, ulusal egemenlik de gerçek anlamlarından uzaklaştırılarak, farklı konumlara çekilmiştir. Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından 90 yıl sonra 12 Eylül 2010 halk oylaması ile “ileri demokrasi” kandırmacasıyla, özgürlükler kısıtlanmış, yargı bağımsızlığı yara almıştır.

16 Nisan 2017 halk oylamasında, Yüksek Seçim Kurulu’nun son dakika golü  mühürsüz oy pusulalarının geçerli kabul edilmesiyle ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen tuhaf bir sisteme geçilmiştir. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 100. yıldönümünde, Ulusal Kurtuluş Savaşını kazandıran ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetimi yerine, siyaset biliminde benzeri olmayan Cumhurbaşkanlığı yönetiminin çok büyük olumsuzluklarını yaşamaktayız.

Cumhurbaşkanının partili olmasıyla, bu makam iç siyasette herkesi kucaklayıcı bir makam olmaktan çıkmıştır. Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi fiilen etkisizleşmiştir. Yürütme erki Cumhurbaşkanı ve bakanlar, Meclise karşı sorumsuzdur. Demokrasinin olmazsa olmazı olan güçler ayrılığı ilkesi fiilen yok sayılarak, Anayasa Mahkemesi etkisizleştirilmiş, bağımsız yargı tümüyle yok edilmiştir. Ülkemiz artık Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile yönetilmektedir.

  • Ülkemizde adı konmamış bir sivil darbe yaşanmaktadır.

Meclisin kuruluşunun 100. yılında ulusal egemenlik, tam bağımsızlık bitirilmiş, Halkçılık ilkesi yok edilmişken, 23 Nisan 1920’de kurulan Büyük Millet Meclisi, anılarımızda yaşamaktadır.

Cumhuriyetin 100. yılına girerken, genel durum ve görünüm hiç iyi değildir. Ulusun kendi kendini yönettiği ulusal egemenlik kavramı uzun yıllardan beri yok sayılmaktadır.

  • Demokrasi bitmiş, yerine tek adam diktatörlüğü getirilmiştir.

Ancak her durumda mücadeleye devam etmek gerekmektedir. Ulusal egemenlik, tam bağımsızlık, emperyalizm karşıtlığı ilkelerinde birleşerek, Kemalist ilke ve devrimleri özümseyenlerin bir araya gelerek yapacağı mücadele sonunda, bu karanlık gidişten aydınlığa çıkmak olasıdır.

 CHP

CHP

Suay Karaman

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve ülkemizin en köklü partisi olma özelliğine sahip Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), kuşkusuz Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan, Kuvayı Milliye’den ve Müdafaa-i Hukuk’tan doğmuştur. Bugün 96. yılını kutladığımız CHP, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde 9 Eylül 1923’te “Halk Fırkası” adıyla kurulmuştur. 1924 yılında “Cumhuriyet Halk Fırkası”, 1935 yılında ise “Cumhuriyet Halk Partisi” adını almıştır.

15-23 Ekim 1927 tarihleri arasında yapılan kurultayda CHP’nin temel ilkeleri olarak Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik ve Laiklik benimsenmiştir. 10-18 Mayıs 1931 arasında yapılan kurultayda Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleri de eklenerek, CHP’nin temel ilkeleri altıya çıkarılmıştır. CHP’nin amblemi olan “6 Ok“ işte bu ilkeleri simgelemektedir. 9-16 Mayıs 1935 arasında yapılan kurultayda kabul edilen CHP Programı ile bu ilkeler resmiyet kazanmış ve “Kemalizm” olarak tanımlanmıştır. CHP programının giriş bölümünde Kemalizm ile ilgili şu değerlendirme yer almaktadır:

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına temel olan ana fikirler, Türk Devrimi’nin başlangıcından bugüne dek yapılmış olan işlerle, yalın olarak ortaya konmuştur. Bundan başka, bu fikirlerin başlıcaları, 1927 yılında Parti Kurultayınca da kabul edilen tüzüğün genel esaslarında ve Genel Başkanlığın, aynı kurultayca onanmış olan bildirisinde ve 1931 kamutay seçimi dolayısıyla çıkarılan bildiride saptanmıştır. Yalnız birkaç yıl için değil, geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada toplu olarak yazılmıştır. Partimizin güttüğü bütün bu esaslar, Kemalizm prensipleridir.”

Cumhuriyet Halk Partisi, kurucusu ve ilk Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ulusal bağımsızlığı kazanan, yeni bir devlet ve rejim kuran, Saltanatı kaldıran, Halifeliğe son veren ve ulusal birliği sağlayan öncü bir partidir. Büyük Atatürk’ün önderliğinde hukuk ve eğitim gibi toplumsal alanlarda gerçekleştirilen devrimlerle çağdaş Türkiye Cumhuriyeti biçimlendirilmiş; ulusal sanayinin, tarımın, hayvancılığın ve ekonominin gelişmesine öncülük edilmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün tam bağımsız ve emperyalizm karşıtı kararlı yönetimi ve ilkeleri sayesinde CHP hükümetleri ile on beş yıl gibi kısa bir sürede gurur verici tablo yaratılmış ve Türkiye’nin her konuda geliştiğine tüm dünya tanık olmuştur. Cumhuriyetimizin 10. Yıl Marşı’ndaki

  • Çıktık açık alınla, on yılda her savaştan

sözünün içi toplumsal (sosyal) devrimlerin yanı sıra kalkınma planlarıyla, sanayi planlarıyla, şeker fabrikalarıyla, basma fabrikalarıyla, demiryollarıyla, Sümerbank’la, Etibank’la…. doludur. Tüm bu veriler herkes tarafından bilinirken, sürekli olarak, bu gurur verici geçmişi yok saymaya çalışan, laik ve demokratik cumhuriyetle hesaplaşmak isteyen kişiler ortaya çıkmakta ve çıkartılmaktadır.

Bu büyük partimizle, Atatürk’ün öncülüğünde 1923 – 1938 yıllarında her alanda büyük kalkınma hamleleri başlatan ülkemiz, Atatürk‘ün ölümüyle birlikte hem partide, hem de ülkede yanlış rotalara savrulmuştur.

  • Kemalizm’i bırakıp, demokratik sol, yeni sol, sosyal demokrasi gibi emperyalizme hizmet eden ideolojilerin peşine takılmanın sonucunda, savrulma büyük boyutlara ulaşmıştır.

Günümüzde CHP’nin ideolojisiyle örtüşmeyen, Atatürk’e düşman, bölücü terör örgütlerine destek veren, liberal ve sığ görüşlülerin partinin her kademesinde oldukları bilinen bir gerçektir. Bugün içinde bulunduğu tüm ideolojik tutarsızlıklarından arınması ve yanlış isimlerin partiden en kısa sürede ayrılması için, Atatürk’ün partisini, Atatürkçü parti yapmak üzere gerçek Kemalistlerin bir araya gelmesi zorunluktur.

Ülkemizin sorunlarını çözecek ve toplumu kucaklayacak Kemalist bir CHP’ye gereksinim vardır. İşte bu yüzden;

  • CHP’nin, kurtuluş ve kuruluş felsefesine geri dönmekten başka çaresi yoktur.

Bugün kuruluşunun 96. yılını kutladığımız CHP, Altı Ok’u savunarak Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşıyacak tek parti konumundadır.

100. YIL COŞKUSU

100. YIL COŞKUSU

Suay Karaman

15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i işgal eden düşmana ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin, (gerçek adı Osman Nevres, Hukuku Beşer-İnsan Hakları Gazetesi’nin yazarı) hemen oracıkta öldürülmüştür. Ancak bu ölüm, ertesi gün 16 Mayıs 1919’da bağımsızlık ateşini yakmak için Samsun’a gidecek olan Mustafa Kemal Paşa’nın yolunu aydınlatmıştır.

19 Mayıs 1919 tarihi Milli Mücadelemizin başlangıcıdır, ilk adımıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişi olarak ayak bastığı Samsun’da yakılan bağımsızlık ateşi, emperyalizme karşı mazlum ulusun kutsal isyanının başlangıcıdır. Bu süreçte 28 Mayıs 1919 Havza Genelgesi, 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi, 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi, 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi halka dayalı bir mücadelenin önemli olgularıdır ve bağımsızlığa giden yolun kilometre taşlarıdır. 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açılarak, bağımsızlık mücadelesi kurumsal kimliğe dayandırılmıştır. Büyük utkuların (zaferlerin) ardından 9 Eylül 1922’de düşmanın İzmir’de denize dökülmesiyle 3 yıl, 3 ay, 21 gün süren Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız başarıyla sona ermiştir.

İşte bu yüzden;

  • 19 Mayıs 1919, vatanın kurtulması için örgütlenen Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesinin başlangıcıdır.
  • 19 Mayıs 1919, emperyalizme karşı kazanılan ilk savaşın adıdır.
  • 19 Mayıs 1919, ulus bilincinin ilk ışığıdır, egemenliğin millete ait olduğunun belgelenmesidir.
  • 19 Mayıs 1919, çağdaş ülkeler düzeyine çıkmamızı sağlayan ilke ve devrimlerin habercisidir,
  • 19 Mayıs 1919, Ülkemizin aydınlık geleceğidir.
  • 19 Mayıs 1919 tarihi, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün, her türlü baskıya karşın Samsun’dan ülkemizin üzerine bir güneş gibi doğmasıdır.

Kurtuluş savaşı sırasında 14 Temmuz 1919 tarihli Alemdar Gazetesinde padişah ve halife Vahdettin’in söylemini anımsamak gerekir:

  • “İslam kilidinin anahtarını, İngiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte, İslam alemi için hiçbir tehlike yoktur.”

Bu hain Vahdettin 17 Kasım 1922’de İngiliz zırhlısına binerek kaçtı. 8 Ocak 1920 tarihli Peyam-ı Sabah Gazetesinde hainlerin öncülerinden Ali Kemal şunu yazmıştı:

  • “Anadolu’da ne yaptığını bilmeyen Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hareketine öncelikle son verilmesi gerekir.”

İşgal yıllarının işbirlikçi Mütareke basınının en önde gelen yazarı hain Ali Kemal, 6 Kasım 1922’dee İzmit’te linç edilerek öldürüldü.

Yüz yıl önce bağımsızlık mücadelesi verilen bu topraklarda,

  • bugün emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı yeniden bağımsızlık mücadelesi vermekteyiz.

Çünkü Atatürk’ün ölümünden sonra ülkemizi yönetemeyen iktidarların elinde, yeniden emperyalizme yem olan ülkemiz, bugün tarihinin en kötü ekonomik ve siyasi krizi ile karşı karşıyadır. Bağımsızlık mücadelemizin başlangıcından 100 yıl sonra, ülkemizin genel durumu hiç iç açıcı değildir.

Ülkemizin ulusal kuruluşları özelleştirme gerekçesiyle peş keş çekilmiştir. Yeraltı ve yer üstü zenginliklerimiz emperyalist güçlere pazarlanmaktadır. Tarım ve hayvancılığımız bitirilmiş, sanayimiz çökertilmiş, ekonomi batırılmıştır.

  • İşsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk en üst düzeye ulaşmıştır.
  • Terör yıllardır can almaya devam etmektedir.
  • Laik ve demokratik eğitim yerini ortaçağın imam eğitimine bırakmıştır.
  • Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlar büyük boyutlara ulaşmıştır.
  • Şaibeli halk oylamasıyla rejim değiştirilmiştir, seçimler yenilenmektedir.
  • Dış politikada saygınlığımız bitirilmiştir, komşularımızla savaşır duruma getirilmekteyiz.

Yüz yıl sonra 19 Mayıs’ı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, bugünkü siyasal ortamla birlikte düşünürsek umutsuzluğa kapılabiliriz.

  • Ancak Mustafa Kemal’in gençleri için umutsuzluk yoktur. Ne olursa olsun emperyalizme karşı özgürlük savaşını yeniden kazanacağız, tıpkı Mustafa Kemal Paşa gibi. Ülkemizi yeniden kalkındırıp, aydınlatacağız, tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatmasının üzerinden 100 yıl geçti. Yalnızca 15 yılda gerçekleştirdiği eserlerini ölümünden sonra, 81 yıldır içerden ve dışarıdan yıkmaya çalışıyorlar. Ancak yıkamıyorlar ve hiçbir zaman da yıkamayacaklar. Bağımsızlık ve özgürlük türkülerinin söylendiği bu topraklarda Mustafa Kemal’in gençleri, ilkelere ve devrimlere sahip çıkmanın bilinciyle eserlerini koruyacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

VATAN SEVGİSİ

VATAN SEVGİSİ 

Suay Karaman

Suay Karaman
Konuk yazar

19 Eylül 2018’de İstanbul Kabataş Lisesi’nde 2018-2019 eğitim öğretim yılı açılış törenine katılan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Emeği, güneşin altında çalışan bir işçinin alın terinden öğreneceksiniz. Vatan sevgisini, Suriyeli bir muhacir çocuğun gözlerinden öğreneceksiniz. Kahramanlığı, Ömer Halisdemir gibi yiğitlerin cesaretinden öğreneceksiniz. Özveriyi, terör örgütünün kalleşçe şehit ettiği Aybüke öğretmenin fedakarlığından öğreneceksiniz.”

Türk milleti, vatan sevgisini Suriyeli bir göçmen (muhacir)  çocuğun gözlerinden öğrenemez. Çünkü vatanını terk eden Suriyelilerin çocuklarının gözlerinde vatan sevgisi yerine vatanına karşı görevini yapmamanın suçluluğunu ve başka bir vatanda sığıntı gibi yaşamanın ezikliğini görürüz.

Türk milleti, vatan sevgisini çok iyi bilir. Çünkü bizler vatan sevgisini Çanakkale’deki Onbeşlilerin gözlerinden, Seyit onbaşının gücünden öğrendik. Vatan sevgisini İnönü’den, Sakarya’dan, Kocatepe’den, Dumlupınar’dan öğrendik. Vatan sevgisini Kurtuluş Savaşımızda iz bırakmış kahraman Türk Kadınlarından öğrendik…

Bizler vatan sevgisini Namık Kemal’den, Tevfik Fikret’ten öğrendik. Vatan sevgisini Kuvayi Milliye şehitlerinden, gazilerimizden, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ten öğrendik. Vatan sevgisini Nazım Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı”ndan öğrendik.

Vatanseverlik, hürriyet, millet kavramlarını Türk düşün yaşamına ve edebiyatına sokan Namık Kemal, vatan sevgisini şu şekilde anlatmıştı:

  • “Süt çocukları beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler geçimlerinin sağlandığı yeri, ihtiyarlar dünyadan ellerini-eteklerini çektikleri yalnızlık köşelerini, evlat anasını, baba ailesini ne türlü duygularla severse insan da vatanını öyle duygularla sever. İnsan vatanını sever. Çünkü vatan, öyle bir galibin kılıcı veya bir katibin kalemiyle belirsiz hatlardan, sınırlardan ibaret değil; millet, hürriyet, menfaat, kardeşlik, hakları kullanma, hakimiyet, atalara hürmet, aileye sevgi, çocukluk hatıraları gibi birçok yüce duyguların toplanmasından oluşmuş, mukaddes bir düşüncedir.”

İşte vatan sevgisi budur; bu sevgi her türlü koşulda büyük bir özveriyi gerektirir ve vatan için seve seve ölüme gitmeyi göz önüne alır.

Vatan sevgisini Atamızın Gençliğe Hitabesi’nden, Bursa Nutku’ndan öğreniriz. İstiklal Marşı’mızdan, şanlı al bayrağımızdan öğreniriz vatan sevgisini. Okullardan kaldırılan andımızı okumaya devam ederek öğreniriz. “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün anlamını kavrayarak öğreniriz vatan sevgisini. Eğer vatan sevgisini mutlaka bir gözden öğreneceksek, işte o zaman şehit çocuklarının gözlerindeki yaşlardan öğreniriz, kahraman Mehmetçiğin cesaret dolu gözlerinden öğreniriz.

Karanlık ortaçağa takılarak, ılımlı İslam çığlıkları atıp, büyük işgal projelerine öncülük edenler vatan sevgisini bilmezler, bilemezler.

Emperyalizme karşı ülkesini kurtaran Kuvayi Milliye’cilerin torunlarına ve büyük önder Atatürk’ün gençlerine vatan sevgisini öğretmeye kalkanlara ise güler geçeriz.
===========================

Yaşşa Mustafa kemal Paşa çok yaşşşa..

Yaşşa Suay Karaman dostumuz, çoooook yaşşa..

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE İŞ BANKASI

TÜRKİYE İŞ BANKASI 

Suay Karaman

Suay Karaman

Eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk‘ün direktifleriyle ve sermayesine bizzat katılımıyla, 26 Ağustos 1924’te Türkiye İş Bankası kurulmuştur. Genç cumhuriyetimizin tüm bankacılık işlemlerini gerçekleştirmek, ulusal tasarrufları harekete geçirmek, temel ekonomik atılımları finanse etmek, kredi gereksinimlerini karşılamak ve sanayi ile ilgili gelişmeyi başlatmak için kurulan Türkiye İş Bankası, Cumhuriyet döneminin ilk ulusal bankası olma niteliğini taşımaktadır.

Türkiye İş Bankası, finans sektörünün yanı sıra Türkiye’de sanayinin gelişmesine de büyük katkılar sağlamıştır. Sanayileşme tarihinin mimarı ve lokomotifi olan Türkiye İş Bankası, Türk özel sektörünün varlık ve gelişimine de büyük destek vermiştir.  Türkiye İş Bankası’nın finans, cam, telekomünikasyon ile sanayi ve hizmet ana gruplarında faaliyet gösteren 23 şirkette doğrudan ortaklığı bulunurken, 95 şirkette de dolaylı ortaklığı vardır. Bugün bankacılık alanında ülkemizin en büyük bankası olmanın ötesinde, birçok büyük şirketin ortağı olarak da ülkemizin en büyük holdingi sayılmaktadır. Bu holdingin %28.09 hissesi Atatürk’ün, %40.12 hissesi banka çalışanları ve emeklilerinin olup, geri kalan %31.79 payı ise halka açılmıştır. Yani bu holdingin patronu yoktur.

Bankanın kurucularından Atatürk’e ait hisseleri, Cumhuriyet Halk Partisi temsil etmektedir; bu temsil, Atatürk’ün vasiyetine dayanmaktadır. Bankadan elde edilen gelirler ise Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na bağışlanmıştır.

  • Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Türkiye İş Bankası’ndan hiçbir gelir gelmemektedir.

Banka Yönetim Kurulu 11 kişiden oluşmaktadır; 7 üye bankanın kendi içinde çalışanlarından seçilmektedir, kalan 4 üye ise Cumhuriyet Halk Partisi temsilcileridir.

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, ekonomik krizin derinleşmeye devam ettiği süreçte Türkiye İş Bankası’nı hedef alan bir açıklama yaparak, bankadaki Cumhuriyet Halk Partisi hisselerinin Hazineye devredilmesi gerektiğini söyledi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik; “Bir partinin niye bir bankanın yönetiminde koltuğu olur? Atatürk’e saygı gereği CHP’nin bu pozisyondan vazgeçmesi gerekir.” derken, Atatürk’e ve anısına yapılan büyük saygısızlıkları görmek istememektedir.

Atatürk’ün mirasçısı Türk Milletidir. CHP, İş Bankası hisselerini Türk Milleti’ne iade etmelidir.” diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Atatürk Orman Çiftliği’nin de Atatürk’ün mirası olduğunu unutmuştur.

  • Milliyetçilik; ülkesinin topraklarına sahip çıkmaktır, ulusal değerlerini korumaktır, ülkesinin kurucusuna saygı duymaktır; mafya ortaklığıyla milliyetçilik yapılmaz.

Büyük önderimiz Atatürk’ün kurduğu Sümerbank, Etibank, Atatürk Orman Çiftliği gibi daha nice ulusal değerimizi yok edenler, şimdi gözlerini Türkiye İş Bankası’na çevirdiler. Ekonominin durumu her geçen gün kötüye giderken şimdi Türkiye İş Bankası’nı alıp Varlık Fonu‘na devrederek, bu büyük kuruluşun içi boşaltılarak, yok edilmek istenmektedir.

8 Ağustos 1951’de Demokrat Parti iktidarınca çıkarılan 5830 sayılı yasa ile 4819 şubesi olan Halkevleri kapatılmış ve mallarına el konmuştu. Ülkenin birçok yerinde siyasal etkinliklerine Halkevlerine ait binalarda devam eden Cumhuriyet Halk Partisi, bu yasa ile parti binalarını boşaltmıştır. Demokrat Parti’nin 14 Aralık 1953’te çıkardığı 6195 sayılı yasa ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına el konmuştu. Ancak Türkiye İş Bankası hisselerine, kamuoyunda büyük gürültü çıkacağı endişesiyle dokunulmamıştı.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra Cumhuriyet Halk Partisi, 21 Şubat 1963’te, 6195 sayılı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, 6195 sayılı yasayı tümüyle anayasaya aykırı bularak, 11 Ekim 1963’te iptal etti.

12 Eylül 1980 döneminde malvarlığı elinden alınarak kapatılan Cumhuriyet Halk Partisi, 9 Eylül 1992’de yeniden açıldıktan sonra dava açmış, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin verdiği kararla mal varlığını ve Türkiye İş Bankası’ndaki hisselerini tekrar geri almıştı. Bu yüzden Atatürk’ün mirasına ve kesinleşmiş mahkeme kararlarına karşın, Türkiye İş Bankası hisselerinin devrine ilişkin tartışmaların hiçbir hukuksal gerekçesi yoktur. Buradaki asıl amaç Atatürk’ün hisseleri değildir;

  • Türkiye İş Bankası’nın dev yatırımlarını satarak, yerel seçimlere dek ekonomik olarak günü kurtarmaktır.

Güven duyulan kuruluşların başında bankalar gelmektedir. Bu güvenin ulusal ve uluslararası kamuoyunda titizlikle korunmasının bankalardan çok ulusal ekonomi açısından büyük önem taşıdığı bilinmelidir. Siyaset malzemesi yapılamayacak önemde bir kuruluş olan Türkiye İş Bankasını hedef almak, aynı zamanda ülke ekonomisini de hedef almak anlamına gelmektedir. Gündem değiştirmeye ve akçeli getiriler sağlamaya çalışılan bu gibi sözlerden kaçınmak gerektiği bilinmelidir. (24.9.18)
==================================
Dostlar,

Değerli dostumuz sevgili Suay Karaman’ın bu yazısı da öbürleri gibi 4/4’lük!
Ekleyecek – çıkaracak – düzeltecek yanı yok:
Kendisini kutluyor, içeriğini ay-nen onaylayarak sitemizde paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 24 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ÖĞRETİM PROGRAMI – MÜFREDAT

ÖĞRETİM PROGRAMI – MÜFREDAT

Suay Karaman

Toplumsal yaşamı kuran ve yön veren eğitim-öğretim, günümüzde siyasi iktidar tarafından toplumsal yaşamı parçalayıcı ve gericileştiren bir niteliğe büründürülmüştür. Ülkemizde yıllardır ve sistemli bir şekilde laik eğitim terk edilmektedir.

Bir yılda 1002 imam hatip lisesi ve ortaokulu açarak, aydınlanma çağına ulaşacaklarını sananlar, şeriat yolunda hiçbir şeye aldırmadan hızla ilerlemektedirler. Bunun yanında son bir yılda 1777 özel okul açılması da, kamusal eğitimin hızla terk edilerek, eğitimin özelleştirilmesi anlamına gelmektedir.

Günümüzde ilkokullarda okullaşma oranı, son on yılın en düşük düzeyine inmiştir. Ülkemizin şiddetle bilime, teknolojiye ve  üretime ihtiyacı varken, inatla teknik meslek liselerin sayısı azaltılarak, yerine imam hatip okulları artırılmaktadır. Laik eğitim sistemimiz hem gericileştirilmenin, hem de özelleştirmenin kıskacı altına alınmıştır.

Günümüzde öğretim programı (müfredat) sorunu, bir ülke sorunu durumuna gelmiştir. Eğitim ve öğretimin anayasası olan öğretim programı, çocuklarımızın ve gençlerimizin nasıl yetiştirileceğini, neyin öğretileceğini, neyin kutlanacağını, neyin anılacağını gösteren bir programlar dizisidir. Yani öğretim programı, geleceğimizi belirleyecek düşünce sistemidir. Öğretim programı, laikliğe karşı eylemlerin odağı olmuş bir siyasi iktidar tarafından değiştirilemez; bu değişiklik mutlaka konunun uzmanlarının katkılarıyla yapılmalıdır.

Demokratik ve laik cumhuriyetimizi dinsel kurallarla yönetmeyi hedefleyen siyasi iktidar, hazırladığı yeni öğretim programıyla çocuklarımızın aydınlanmacı, bilimsel ve laik eğitim hakkını, zorla elinden almaktadır. Bunun sonucunda geleceğimiz karartılmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığının düşünmeyen, sorgulamayan dindar ve kindar nesil yetiştirme projesi ile uyum içindeki yeni öğretim programı, bilimsellik yerine inanç temeline oturtulmuştur.

Yeni öğretim programı ile biat kültürü yaygınlaştırılacak, bakanlığın yetkileri dinci tarikatlara, cemaatlere, Ensar, Türgev gibi vakıflara geçecek, karma eğitime son verilecek ve Öğretim Birliği Yasası da ortadan kaldırılacaktır. Yeni öğretim programı, ataerkil aile yapısının ve erkek egemen toplumun ailedeki varlığını tam anlamıyla koruyup yüceltmekte, erkeği ‘reis’ yapmakta ve kadınların kocalarına itaat etmelerini ‘ibadet’ olarak saymaktadır.

Evrim teorisi çıkarılarak bilimsel içeriği yok edilen öğretim programıyla, cihat kavramına övgüler yapılmakta, Osmanlı hayranlığıyla yoğrulmuş bir tarih teziyle de Cumhuriyet düşmanlığı yaratılmaktadır. Bu öğretim programıyla tarih derslerinde Osmanlı tarihi ve İslam tarihinden söz edilmektedir; Ulusal Kurtuluş Savaşımız, Atatürk ilke ve devrimleri üstün körü geçiştirilmiştir. Benzer şekilde müzik derslerinde çocuk şarkıları ve marşlar yerine sadece ilahi ve benzeri dini müzikler öğretilecektir. Bunun yanı sıra bazı ders kitapları şiddet, kadın düşmanlığı ve şeriat ile yoğrularak, bilimsel gerçeklere ve evrensel değerlere karşı bilgilerle doldurulmuştur. Recm, öldürme, kısas, el-ayak kesme gibi günümüzle bağdaşmayan olgular da ders olarak okutulacaktır.

  • Tek din, tek mezhep ilkesi sadece zorunlu ve seçmeli din derslerinin içeriğini değil, yeni öğretim programının tamamını şekillendirmektedir.

8 Haziran 2017 tarihinde yürürlüğe giren “Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği”ne göre etkinlik listesinden
– 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı,
– 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile
– 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı çıkarılmıştır.

Bu ulusal bayramlar yerine 15 Temmuz gibi ne olduğu tam olarak anlaşılmayan, soru işaretleriyle dolu bir gün ile kutlu doğum, Ku’tül Amare, İstanbul’un fethi gibi etkinliklere yer verilmiştir.

Yıllardır eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e karşı sistemli bir sindirme politikasının sonucunda yeni öğretim programından Atatürk de kaldırılmıştır. Halbuki Atatürk, öğretim programı için zorunluluktur, olmazsa olmazdır. İşte siyasi iktidarın hazırladığı yeni öğretim programı, laik ve bilimsel eğitim anlayışına, cumhuriyet değerlerine, Atatürk ilke ve devrimlerine açılan bir savaş manifestosudur. Geleceğimize sahip çıkan herkes ve her kuruluş, siyasi iktidarın yeni öğretim programına karşı çıkmalıdır. Eğitimdeki gerici dayatmalara karşı ortak mücadele edilmesi gerekmektedir.

Bunun için yurtsever siyasi partilerin, eğitim sendikalarının ve demokratik kitle örgütlerinin tek ses olarak bu mücadeleye katkı vermeleri bir zorunluluktur. Ülkemizin aydınlık geleceği olan çocuklarımız, düşünen, sorgulayan, haksızlıklar karşısında boyun eğmeyen, insanlık değerlerine saygılı, bilime, sanata, müziğe, edebiyata ve spora ilgi duyan, sevgiyle beslenmiş bireyler olarak barış içinde yetişmelidir. Bunu sağlamak, eğitimdeki ve ülkemizdeki emperyalist kuşatmayı yok etmek hepimiz için en önemli görev ve sorumluluktur. (18.09.2017)

Suay Karaman : DÜNDEN BUGÜNE

Konuk yazar : Suay Karaman..

DÜNDEN BUGÜNE

Birinci Dünya Savaşı, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’yı ziyaret eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinand ve eşinin, Gavrilo Prinsip adlı bir Sırp genci tarafından öldürülmesi sonucunda başlamıştı. Bu olaya Avusturya-Macaristan Hükümeti’nin tepkisi çok sert oldu ve Sırbistan’a ağır bir nota verdi. Sırbistan bu notayı kabul etmeyince, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan’a savaş açtı. Daha önceden Rusya’nın seferberlik ilan etmesini savaş nedeni olarak kabul edeceğini açıklayan Almanya, 31 Temmuz 1914’te genel seferberlik ilan eden Rusya’ya, ertesi gün 1 Ağustos’ta savaş ilan etti. 3 Ağustos’ta da Fransa’ya savaş ilan eden Almanya, 4 Ağustos 1914’te Belçika’ya saldırdı. Bu gelişmeler üzerine İngiltere de, Almanya’ya savaş açtı.

Birinci Dünya Savaşı, dört yıl sürdü ve 9 milyon kişinin yaşamına mal oldu. Ayrıca 22 milyon kişi yaralandı ve 8 milyon kişi kayıp olarak bildirildi. Bu savaş sonucunda Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı gibi dört büyük imparatorluk yıkılmıştır. Rusya’da 7 Kasım (25 Ekim) 1917’de  Ekim Devrimi gerçekleştirilerek, rejim değişmiş ve 30 Aralık 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adında ilk kez komünist bir devlet kurulmuştur. Kurulan bu devlet kısa sürede büyük güce ulaşmış ancak komünizmin yanlış uygulamaları ve devlet bürokrasisinin hantallığı gibi nedenler sonucunda 25 Aralık 1991’de SSCB dağılarak, kapitalist devletlerle komünist devletler arasındaki mücadele(AS: 1945-90 arası 45 yıllık Soğuk savaş) son bulmuştur.

Birinci Dünya Savaşı sonucunda yenilen Osmanlı İmparatorluğu, 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamış ve bu antlaşma sonucunda işgal edilmiştir. Ancak bu antlaşmanın imzalanması, Anadolu’da eşi benzeri görülmeyen bir kurtuluş mücadelesinin fitilini de ateşlemiştir. Mustafa Kemal Paşa, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak amacıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış, kararlı ve azimli yurtsever mücadelelerin ardından, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

1923’te kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, halkın büyük çoğunluğu yoksul ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek ölçüde az ve sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülkeydi. Yapılan Kemalist devrimlerin amacı, ülkenin aydınlanması, kalkınması, gelişmesi ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılmasını sağlamaktı. 1923-38 arasında 15 yılda gerçekleştirilenler, Kemalist Devrim’in büyük başarılarla oluşturduğu yapılanmanın ürünüdür. 1929-39 arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye’de %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı %4-5 iken, Türkiye’de %10 olmuştur (AS: 1923-38 arası 15 yılın ortalaması %6,6!). Bu süreçte yurt dışına uçak satan bir devlet olma özelliğine sahip Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk parasının yabancı paralar karşısında değer kazandığı, fiyatlarda artış oranının %1 düzeyinde olduğu, gelir ve giderin eşit olduğu denk bütçenin gerçekleştiği, dış satımın hep dış alımdan fazla olduğu bir dönem yaşanmıştır.

Eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde on beş yıl gibi kısa sürede yaratılan gurur verici tablonun ardında “6 Ok”;

1. Cumhuriyetçilik,
2. Ulusalcılık,
3. Devletçilik,
4. Halkçılık,
5. Laiklik,
6. Devrimcilik

ilkeleri bulunmaktaydı. Atatürk’ün

– tam bağımsızlık,
– emperyalizm karşıtlığı ve
– “yurtta barış, dünyada barış”

ilkeleriyle bütünleşen kararlı yönetimi sayesinde gelişen Türkiye Cumhuriyeti, bugün 100. yılına yaklaşırken, kuruluş ilkelerinden, cumhuriyet değerlerinden, Atatürk Devrimlerinden uzaklaştırılmış ve çağdaş ülkeler düzeyine ulaşamamıştır.

Büyük önderimiz Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ile Bursa Söylevi’ni okumayan, okuyup da anlayamayan ya da özümseyemeyen bir toplum, bugün

  • şeriatın karanlığında ve terör ile bölünmenin eşiğindedir.

    Ulusal değerlerimiz satılmış, yer altı ve yer üstü zenginliklerimiz talan edilmiş, tarım ve hayvancılık bitirilmiş, ulusal sanayi yok edilmiş, laik eğitime son verilmiş, yoksulluk ve yolsuzluk ile hukuk dışı tutum ve davranışlar alıp başını gitmişken bu geldiğimiz durumun asıl nedeni bizleriz ve bu ayıp hepimize aittir. Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençler olarak, başarısız bir sınav verdiğimiz ortadadır. Ancak gelinen nokta ne denli olumsuz olursa olsun, Atatürk’ün gençleri için umutsuzluğa yer yoktur. Yurtseverler, vatanseverler, ülkesini sevenler bilinçli ve kararlı örgütlenme ile yapacakları haklı ve demokratik bir mücadele sonucunda,
    yaşanan bu karanlığı, aydınlığa çevirebilme potansiyeline sahiptirler. Yolumuz uzun ve çok zor ama başaracağız, başarmak zorundayız. (3 Temmuz 2017)

Suay Karaman : COŞKU..


COŞKU

portresi2

 

 

 

 

Suay Karaman

Büyük kurtarıcımız, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü, ölümünün
75. yıldönümünde, her zaman olduğu gibi yine en derin saygı, şükran ve özlemle andık. 75. ölüm yıldönümünde bu büyük insanın değeri, her geçen yıl daha da artmaktadır. Atatürk’ün emperyalizme verdiği unutulmaz dersler, günümüzde anısına ve emanetlerine yönelik giderek artan saldırıların asıl nedenidir. Ancak bu saldırılar püskürtülecek ve emperyalizme bir kez daha hak ettiği ders verilecektir.

İlk kez bu yıl saat 21’e dek ziyarete açık kalan Anıtkabir’e, bir milyondan çok insanın gitmesi, Atatürk sevgisinin ve laik cumhuriyet coşkusunun bitirilemeyeceğini kanıtlamaktadır. Benzer görüntüler, öbür illerimizde de sergilendi.

“Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyenlerin,
“bu cumhuriyetin sonu geldi” diyenlerin, bu görüntüler karşısında şaşırmaları doğaldır. Çünkü halkın Atatürk sevgisi, bunları söyleyenlere de günü gelince gereken yanıtı verecektir.

Adana’da halkın Atatürk’e olan coşkulu sevgisi karşısında, siyasi iktidarın Adana Valisi Hüseyin Avni Coş da coşarak, kendisini protesto eden vatandaşı polise göstererek;

  • “O gavatı bana getirin!” dedi.

Hüseyin Avni Coş, müfettişken yine coşarak, başbakanı belediye başkanlığı döneminde aklamıştı. “Gavat” kelime anlamı olarak; karısını başkalarına satan demektir. Bir valinin bu derece düzeysiz, basit ve ilkel bir söylemde bulunması,
ancak AKP iktidarı sayesinde gerçekleşmektedir.

28 Ekim 2010’da, şimdi CHP’nin sessiz milletvekillerinden Oktay Ekşi’nin
Hürriyet Gazetesi’ndeki yazısında “analarını bile satan işte o zihniyetin marifetleri” sözlerine kızıp, köpürenler “gavat” diyen valiyi “yedirmeyiz” demektedirler.

Atatürk, 16 Kasım 1937 tarihinde Diyarbakır’ı ziyaret etmişti. Bu ziyaretten tam 76 yıl sonra Başbakan Erdoğan, ‘teröre yataklık yapıyor’ dediği Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile görüşmek için Diyarbakır’a gitti. Daha önce hükümet için sert sözler söyleyerek, has bir küfür eden Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, kendisini bu kez ‘hoşgeldin’ diyerek karşıladı. Düşmanı dost, dostu düşman yapan emperyalizmi tanımadan, bu topraklara barış gelmesi hayaldir.

“Türkiye terörist devlettir, Apo barış savaşçısıdır” diyen Şivan Perver kod adlı İsmail Aygün isimli sanatçı da, bölünme senaryosunda rol almış ve başbakandan övgü dolu sözler işitmiştir. Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses, sahneye çıkınca, başbakanın eşi ağlamıştır. PKK terör örgütü tarafından masum insanlarımız öldürülürken, güvenlik güçlerimiz şehit edilirken ağlamayanlar, bölünme sürecine destek olmaktadırlar.

Başbakan yerel seçimler öncesinde genel af sinyali vererek, bebek katillerini, canileri salıvermek düşüncesindedir.

  • Bölünme sürecinin kolay olmasını sağlamak için Türk ordusu zindandadır, yurtsever insanlar hapistedir ama terör örgütünü dışarı çıkarmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Toplumu uyutarak, ülkeyi bölmeye ve vatanı satmaya çalışanlara dur demenin zamanı gelmiştir.

  • AKP ile Barzani’nin işbirliğini, ABD istemektedir!
  • Ama unutulmamalıdır ki ABD’nin asıl isteği Türkiye’nin bölünmesidir.

Diyarbakır’da bölünme görüşmelerinde, Kürdistan kelimesini kullananlar,
suç işlediklerinin farkındadırlar. Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olmakla övünen Tayyip Erdoğan, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda ülkeyi yönetmektedir. Sandık diyerek, demokrasi diyerek halkı kandıranlar, demokrasilerde vatanı parçalama hakkı olmadığını seçimlerde göreceklerdir.

Karısını satanlara “gavat” deniyorsa, ülkesini satanlara ne denmelidir?

Bu ülkenin tarihinde, ‘Vatana İhanet Yasası’ var. Bunu bilmeyenler, emperyalizme meze olmaktan kurtulamayacaklardır.

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün;
    “Vatana ihanetin nedeni olmaz, er ya da geç bedeli olur.” sözü,
    siyasal iktidarın kulağına küpe olmalıdır.

Bu ihaneti görmek istemeyenlerin ve sessiz kalanların da, yaşanan olaylardan
aynı derecede sorumlulukları bulunmaktadır.

Her 10 Kasım’da büyük bir coşkuyla Anıtkabir’e giderek, Atatürk’e sahip çıkmak, aslında laik cumhuriyetimizi korumaktır, tam bağımsızlığa sahip çıkmaktır ve emperyalizme karşı olmaktır. Bunu herkesin, özellikle de siyasal iktidarın çok iyi bilmesi gerekmektedir.

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyetimizi emanet ettiği gençler;
    bu ülkeyi böldürmeyecektir, vatanı sattırmayacaktır…

(İlk Kurşun Gazetesi, 18 Kasım 2013)