Etiket arşivi: Dr. Ahmet Saltık

AŞI KARŞITLIĞI : NEDENLER VE ÇÖZÜMLER..

Dostlar,

15 Ağustos 2021 Pazar günü akşam 21:00’de HALKÇI DOKTORLAR‘ın konuğu olduk. Meslektaşımız Sn. Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu ile aşı karşıtlığını irdeledik. Konumuz şöyle idi :

  • AŞI KARŞITLIĞI : NEDENLER VE ÇÖZÜMLER..

1,5 saat boyunca kapsamlı olarak sorunu değerlendirdik. Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu bir çocuk hekimi ve Alerji – İmmünoloji yan dal uzmanlığına da sahip Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesinde. Ercan hocamızın sorularına yanıt vermeye çabaladık. Çalışmamızı aşağıdaki gibi duyurmuştuk.

HALKÇI DOKTORLAR adına Prof. Küçükosmanoğlu da şu görseli paylaştı :


(Hemen ekleyelim, aşı şişesinin tutuluşu yanlış görselde. Sol el başparmağı aşı şişesinin kapağında olmayacak, şişenin gövdesini tutacak. Bu biçimiyle şırınga iğnesinin başparmağa değerek sterilliğini yitirme riski var…)
***
Biz sorunu aşağıdaki görseller üzerinden açıkladık ve çözüm önerileri sunduk:



Tüm dünyada 4. dalganın ürkünç (vahim) yükselişi aşağıdaki çizelgede (grafikte) izleniyor.

 

Türkiye’de 4. dalga ölümlerinin tırmanışı aşağıdaki çizelgede..

Hızla tırmanan 4. dalga nedeniyle ülkemizde aktif Kovit-19 hasta sayısı 400 bini aştı!

1,5 saatlik kapsamı söyleşi, HALKÇI DOKTORLAR’ın “NEYSE O” sosyal medya hesapları üzerinden canlı yayınlandı :

https://youtu.be/ma6CoSSYDtE

https://www.facebook.com/halkcidoktorlar/videos/135589972087434/

https://twitter.com/profsaltik/status/1426919506069307393?s=20

Yukarıdaki adreslerden izlenebilir kapsamlı söyleşi.

“Halkçı Doktorlar” emekçisi meslektaşlarımıza, onlar adına söyleşi olanağını 4. kez yaratan Sn. Prof. Ercan Küçükosmanoğu’na ve ilgi gösterenlere teşekkür ederiz. 16 Ağustos 2021 günü ise YENİÇAĞ Gazetesinde yine AŞI KARŞTLIĞI konusuna odaklanan bir başka söyleşimiz oldu ve bu gazetede yayınlandı başka uzmanların da görüşleri ile :

YENİÇAĞ GAZETESİ’NE AŞI ÇEKİNCESİ, KARŞITLIĞI BAĞLAMINDA DEMECİMİZ

Bilgi ve ilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 17 Ağustos 2021

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

YENİÇAĞ GAZETESİ’NE AŞI ÇEKİNCESİ, KARŞITLIĞI BAĞLAMINDA DEMECİMİZ

YENİÇAĞ GAZETESİ’NE AŞI ÇEKİNCESİ, KARŞITLIĞI BAĞLAMINDA DEMECİMİZ

Yeniçağ Gazetesi muhabirlerinden Sn. Halil Yatar bizimle bir söyleşi yaptı ve aşağıdaki metin oluştu. Dün de (16.08.2021) YENİÇAĞ’da başka uzmanların da görüşleri ile yer aldı.
***

  • 1796 yılında çiçek aşısı ile birlikte aşının insanların yaşamına girdiğini belirten Halk Sağlığı ve Sağlık Hukuku Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, “225 yıldır insanlık aşıları biliyor ve uyguluyor. 225 yıldır aşılarla insanların yaşamı kurtarılıyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre özellikle çocuk aşıları ile her yıl en az 3 milyon çocuğun ölümü ve engelli kalmasını engelleniyor. Şimdiki kuşakların pek bilmediği çocuk felci hastalığını aşı ile yendik. Aşılar, sağlıklı insanlara hasta olmaması için yapılıyor.
  • Dolayısı ile çok yüksek standartlarda tıbbi ürünler. İlaçlardan daha güvenilir. Çünkü, örneğin bir kanser ilacını sınırlı sayıda kanserli hastaya veriyoruz tüm topluma vermiyoruz. Tüm topluma kullanılacak ilaç ve aşılarda bu güvenlik daha da üst düzeye çıkıyor. Dünya genelinde kabul edilmiş çok yüksek standartlar var.
  • Aşılar çok güvenilir ve etkili tıbbi ürünlerdir.” dedi.

Koronavirüs aşılarına karşı çıkanların tezlerinin gerçekçi olmadığını belirten Saltık,

  • “Koronavirüs aşısına karşı çıkanların tezlerinden biri bu aşıların çok kısa sürede bulunduğu için güvenilir olmadığı ve ileride ne olacağının bilinmediği yönünde. Bu tez doğru değil. En az 10 yıldır bilinen mRNA teknolojisi üzerine oturtuldu Kovit-19 aşıları. Bu mRNA aşıları üzerinde zaten çalışılıyordu kanser tedavisi için. Bilinen bu yöntem, Covid-19 aşısına uyarlandı. Çin’de üretilen aşı, zaten ölü (inaktif) virüs teknolojisine dayalı ve çok öteden beri biliniyor. Rusların yaptığı aşılar ise vektör aşılar yani grip aşıları gibi aşılar.
  • Uygulamaya çok hızlı karar verildiği yönündeki tezler de doğru değil. Evre 1, Evre 2 ve Evre 3 çalışmaları yapıldı. Özellikle Evre 3 çalışmalarında her aşı en az 40 bin gönüllüde değişik ülkelerde denendi ve olumlu etkileri, güvenliği gözlendi.
  • Salgını yangın koşullarına benzetebiliriz, normal koşullarda değiliz. En az 4 milyonu aşkın insan yaşamını yitirirken 200 milyonu aşkın insan Kovit19’a yakalandı. Dünya Sağlık Örgütü, FDA %50’nin üzerinde koruyuculuğu olan aşılara acil kullanım onayı verdi. Kovit-19 aşıları bu hastalığa yakalanmanızı en az %50 engelliyor; yakalansanız bile ölüm riskini çok daha yüksek oranda düşürüyor. Bu yabana atılacak bir koruma değil.” ifadesini kullandı.
  • Aşı karşıtlarının uzun dönemde ne olacağını bilmiyoruz tezinin de doğru olmadığını belirten Saltık, “Aşıların beklenmeyen ve istenmeyen yan etkileri genellikle 2 ay içinde ortaya çıkıyor. Kovit-19 aşıları 2 aydan çok uzun süre gözlenmiş oldu ve ciddi olumsuzluk belirlenmedi. Ufak tefek yan etkiler oldu ama bunların aşının sürdürülmesine engel olmayacak ölçüde olduğuna uluslararası bağımsız bilim kurumları ve Dünya Sağlık Örgütü karar verdi. Şu anda kullanımda olan aşıların hiçbirinin sağlık sakıncaları yüzünden uygulaması durdurulmadı.” dedi.
    Aşı karşıtlarının bir başka tezi ise aşıların kısır bıraktığı yönünde savlar. Bu da gerçekliği yansıtmıyor. 225 yıldır birçok ülkede milyarlarca insan aşı oldu ve doğurganlık inanılmaz bir hızla sürüyor. Öyle ki, artık dünya bu nüfusu kaldıramaz duruma geldi. Yani kısırlık tezleri de gerçeği yansıtmıyor. Eğer insanları kısırlaştırma çalışmaları yapılsa, daha etkin ve yaygın yöntemler kullanılırdı. Dünya nüfusu anormal çoğalıyor!” dedi.Yonga (Çip) yerleştirilerek insanların dinleneceği tezinin ise akla mantığa ziyan olduğunu belirten Saltık,
  • “İnsanlara çip takılarak dinlenileceği tezi çok uçuk. Zaten insanlar cep telefonları ile dinlenebilir, izlenebilir. Kaldı ki dünya politikasında, ülke politikasında etkisi olmayan milyarlarca insanın dinlenmesinin zaten hiçbir değeri yok tam tersine maliyeti var.” ifadesine yer verdi.Aşının salgını durdurmadığı tezini de değerlendiren Saltık,
  • “Hiçbir aşının zaten % 100 koruyucu olmadığını hep söylüyoruz. Koruyuculuğu %90 olan bir aşıyı 100 kişi olursa 10’u yine hastalanacaktır. Aşı yapılmayan insanların ise % 100’ü hastalanabilir. Demek ki aşı koruyor ve salgını durdurabilir.” diye konuştu.Aşı karşıtı insanlar bu tutumlarını yaygınlaştırırsa bulaş zincirini kıramayacağımızı belirten Saltık,
  • “Bulaş zincirini kıramamak demek, bir insandan başkasına hastalığın geçmesi demek ve mutasyon da bu sırada oluyor. Genellikle mutasyonlar olumlu yönde olmuyor. Hatta Koronavirüs mutasyonlarının hepsi olumsuz ve daha bulaşıcı, daha ölümcül oldu. Her yeni mutasyon daha ağır hastalığa dönüştü.
  • Dolayısı ile aşı olmak salt kişinin istencine bırakılamaz, tüm insanlığa karşı sorumluluktur.
  • Yeni mutasyonlar aşı karşıtlarının ürünü.
  • Yaygın, hızlı, etkin bütün dünya genelinde aşılamayı bir an önce yapmazsak bu bela daha da büyüyecek ve nereye varacağı belli olmaz.” ifadelerini kullandı.“Aşı olmak salt kişinin keyfine bırakılamaz” Bunun tüm insanlığa karşı kaçınılmaz sorumluluk olduğunun altını çizen Saltık, “Bu yaklaşım doğru değil. Çünkü bu hastalık yalnızca sizinle kalmıyor ve çevreye de bulaştırıyorsunuz. Az önce de söylediğim gibi,

    kırılamayan bulaş zinciri nedeniyle virüs sürekli mutasyona uğruyor.

    O yüzden aşıyı reddetmek temel bir insan hak ve özgürlüğü değil.

    Anayasamızın 12. maddesinde temel hak ve özgürlükler yazılırken aynı zamanda bu temel hak ve özgürlüklerin başkalarının yaşam hakkı ve özgürlüklerini kısıtlayamayacağı da vurgulanmaktadır. Dolayısı ile bu hak ve özgürlükler mutlak olmayıp sınırlıdır.

    Anayasamızın 56. maddesinin ilk cümlesi, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğunu yazıyor. Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak demek, herkesin aşılanması demektir. Dolayısı ile aşı olmayı reddedenler Anayasayı da çiğnemiş oluyor.

    Birey özerkliği, toplumun yüksek çıkarları karşısında daha az koruma görmekte ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de bu yönde bir kararı var (Vavřička and Others v. the Czech Republic). Çekya’dan bir ailenin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine aşı olmak istemedikleri yönünde başvurusunu haksız buldu.” dedi.

    Öte yandan mevzuatımız, işverenlerin çalışanların sağlık ve güvenliği için gerekli önlemleri almasını buyurmaktadır (6331 s. yasa m.13). Çalışanların da bunu işverenden isteme hakkı vardır karşılıklı olarak. Dolayısıyla aşı olmayarak çalışma ortamında başkaları için risk yaratan çalışanın işine 4857 s. yasa hükümlerince son verilebilir. Çalışan da aşısız başka çalışanlar nedeniyle sağlık – güvenlik önlemi alınmaz ise iş sözleşmesini kıdem tazminatı, ihbar tazminatını işverenden isteyerek sonlandırabilir 4857 s. İş Yasası m 24-25). Birçok ülke, belli mesleklerde aşıyı zorunlu tutmaya başladı. Aşı olmayanlara kimi önemli yaptırımlar, kısıtlar kondu.

    Bir fotoğraf ekleyelim : Çiçek aşısı olmayan ve olan 2 çocuk..

    Sevgi ve saygı ile. 17 Ağustos 2021

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

    Daha kapsamlı bilgi edinmek ve görselleri görmek için 1,5 saat süreli bu konudaki  söyleşimizi izleyebilirsiniz :

    http://ahmetsaltik.net/2021/08/17/asi-karsitligi-nedenler-ve-cozumler/

HALK TV Programımız – 14 Ağustos 2021

Dostlar,

14 Ağustos 2021 Cumartesi günü saat 20:00 sonrasında, 20:30 gibi HALK TV’de Sn. Fatih Ertürk’ün konuğu olacağız yine.


Konu : SALGIN ve ARDIŞIK AFETLER..


Ayrıntıları saat 20:30’dan başlayarak HALK TV’de paylaşacağız.

Sevgi ve saygı ile. 14 Ağustos 2021

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Yaşam hakkı ve zorunlu aşı

M. Önder TEKİN
Emekli Yargıç

Dünyayla birlikte ülkemizi de etkileyen Covid-19 salgını, istenilen toplumsal bağışıklık düzeyine ulaşılamadığından etkisini sürdürüyor.

Tam açılma sonrası günlük vaka ve ölüm sayıları düzenli olarak artıyor.

Günlük vaka sayıları otuz bine yaklaştı. Her gün bir uçak kazası boyutunda yurttaşımız yaşamını yitiriyor.

Toplum bağışıklığı eşiğinin uzağındaki aşılanma oranları, sonbahar ile birlikte yeni bir tam kapanma olasılığını kuvvetlendiriyor. Salgın sonrası büyük gelir kaybına uğrayan esnafların üye olduğu odaların temsilcileri, yeni bir tam kapanma yüzünden işyerlerinin tümüyle kapanmasını engellemek amacıyla aldıkları kararları açıklıyorlar.

Türkiye Kahveciler Kıraathaneciler ve Büfeciler Federasyonu, 2 doz aşısını yaptırmayan müşterilerini işyerlerine almayacaklarını açıklıyor. İstanbul’da 6 ilçenin fırıncılar odası temsilcisi, aşı olmayanları fırınlara almayacaklarını, ekmek satmayacaklarını kamuoyuyla paylaşıyor. Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), üyelerine işyerlerinde aşı olmayan işçi çalıştırılmamasını bildiren genelge gönderiyor. Bu kararlar, çalışma hakkı başta olmak üzere kimi hakları ihlal eden mahiyette (AS: nitelikte). Yasal dayanak doğrultusunda, yetkili makamlarca alınmaması nedeniyle karmaşa ve keyfilik görüntüsüne hizmet ediyor.

Sanatçılar, aşı kararsızlığını sonlandırma hedefli kampanyalara katılıyorlar. Sağlık ekipleri, vatandaşları ülkenin zirve noktalarında bulunan yerleşim yerlerinde, tarlalarda aşılıyor. Türk Tabipleri Birliği ve Tabip Odaları, yurttaşları aşı olmaya çağırıyor.

Tüm bu kampanyalara rağmen (AS: karşın), toplumun önemli kesimi gönüllü aşı olmaya direniyor. Toplumsal bağışıklık için nüfusun %80-85’inin aşılanması hedefinin uzağındayız. Sadece (AS: yalnızca) nüfusun üçte birinin aşısı tamamlandı.

  • Oysa salgın, yaşam hakkı ve sağlık hakkı ihlallerine yol açıyor.

Son günlerde yoğun bakım ünitelerinde (AS: birimlerinde) görevli hekimler, yoğun bakımda yatan hastaların %95’inin aşısız kişiler olduğunu açıklıyorlar. Buna koşut olarak “zorunlu aşı” uygulamasına geçilmesi talepleri (AS: istemleri) daha kuvvetli (AS: güçlü) dillendiriliyor. Zorunlu aşı meselesi (AS: sorunu), sadece (AS: salt) ülkemizin değil, birçok ülkenin gündeminde. Peki aşı herkes için zorunlu hale getirilebilir mi?

DEVLETİN POZİTİF YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Zorunlu aşının hakları ilgilendiren birden çok boyutu var. Bunlardan birincisi, yaşam hakkı. Bir diğeri de vücut dokunulmazlığı (tıbbi müdahaleyi ret hakkı). Bilim insanlarının çalışma sonuçları, yaşam hakkının korunması için aşının yaptırılması gerektiğine yoğunlaşırken aşıdan kaçınanlar, aşının zorunlu hale getirilmesinin vücut dokunulmazlığının ihlali olacağını iddia ediyorlar. Daha önce, zorunlu “bebeklik dönemi aşıları”, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuruya konu edilmişti. Anayasa Mahkemesi, 11.11.2015 tarihli ve B. No: 2013/1789 sayılı Halime Sare Aysal kararında, zorunlu aşı uygulamasının Sağlık Bakanlığı Genelgesi ile uygulandığı, bu nedenle müdahalenin “kanunilik” şartını (AS: yasallık koşulunu) sağlamadığından “maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı”nın ihlal edildiğine karar vermiştir. İhlal kararının dayanağı, bebeklik (AS: ve çocukluk) dönemi aşılarının kanunla (AS: yasayla) düzenlenmemesidir.

Çekya’da çocuklarına zorunlu aşı yaptırılmasını onaylamayan bazı aile bireylerinin hak ihlali iddiaları, AİHM’ye taşınmıştır. Mahkemenin 08.04.2021 tarihli, B.No: 47621/3 kararıyla para cezasının aşırıya kaçmadığı, çocukların kreşe kabul edilmemelerinin bir ceza değil önlem olduğu, Çekya’da izlenen sağlık politikasının “çocuk yararını” hedeflediği, amacın her çocuğun aşı yoluyla ciddi hastalıklara karşı korunması olduğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde düzenlenen “özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı”nın ihlal edilmediği karar altına alınmıştır. Kararlar, gerekli ölçütleri sağlayan yasa ile aşıyı zorunlu kılmanın hukuka uygun olduğunu göstermektedir.

1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda, Covid-19 hastalığına karşı geliştirilen aşıların uygulanmasına dair bir hüküm yoktur (AS: Yanlış, açıklamamız aşağıdadır..). Bu aşamada, kanunilik koşulu yoktur.

  • Yaşam hakkı, en temel haklardandır.

Bu hak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, 17., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 6. maddesinde güvenceye alınmıştır. Koruyucu haklardandır. Devletin, bu hakkın mutlak korunmasında pozitif yükümlülüğü vardır.

Yaşam hakkını korumada pozitif yükümlülüğü olan devletin, geldiğimiz aşamada yükümlülüğünü yerine getirmesinin en önemli adımı, aşı düzenlemesini içeren yasa çalışması yapmasıdır.

AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarıyla çerçevesini çizdiği doğrultuda erişilebilir, öngörülebilir, kesinlik ölçütleri içeren yasa hükümleri doğrultusunda tıbbi müdahaleyi ret hakkına zorunlu aşı ile yapılacak müdahale,

  • herkesin “yaşam hakkı”nı koruyucu niteliğiyle birlikte hukuk güvenliği teminatını da sağlayacaktır.

==========================================
Dostlar,

Bu önemli makalenin yazarı Sayın  Emekli Yargıç M. Önder TEKİN’e duyarlığı için teşekkür ederiz. “Emeklilik” elini ayağını her şeyden çekmek demek değildir. Tersine, yılların demlenmiş birikim ve deneyiminin olabildiğince toplumun – insanlığın yararına sunulma dönemidir.

Bilindiği gibi biz 1971’de Hacettepe’de başlayan tıp öğrenciliğimizle birlikte Tıbbiye kıdemi 50 yılı bulan bir hekimiz. Uzmanlık alanımız olan Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği gereği olarak da AŞILAR temel konularımızdan biri.

Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) zorunlu aşıya ilişkin sayın yazarın örneklediği 1 değil 2 bireysel başvuruyu master tezi konusu yapmış ve Sağlık Hukuku alanında tezli yüksek lisans (master, MSc) derecesi almıştık. Söz konusu 2 kararda, 1593 s. Umumi Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Yasasında Çiçek aşısı dışında (m.88) “yasal olarak” aşıların zorunlu kılınmadığı gerekçe idi. Kararlar oyçokluğu ile alınmıştı. Azlık oyu gerekçesinde yasal dayanağın doğrudan – dolaylı varlığı savunulmuş (1593 s. yasa m.64), ….. çocukluk çağı aşılarının Anayasanın bütünlüğü ve Türkiye’nin Anayasa md.90/5 uyarınca taraf olduğu uluslararası sözleşmeler dikkate alınarak “zorunlu kılındığı” yargısına varılmıştı.

Sağlık Hukuku yüksek lisans tezimiz, tam metin bilgiye sunulmaktadır :

Ancak, çok yaygın olarak gözden kaçırılan nokta şu :

1593 s. Umumi Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Yasası’nın 72. maddesinde salgın durumlarında gerek görülen aşıların zorunlu kılınabileceği açıkça yazılı ve bu yetki Bakanlar Kurulu’nun (m.309); günümüz ucube rejiminde ise tek başına Cumhurbaşkanının.

  • AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Kovit-19 aşılarını, bu yasal hükme dayanarak zorunlu kılabilir.

Böylesi bir yönetsel (idari) düzenleme için OHAL ilanı ve / veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi gereksinimi yoktur. Hiçbir yasal düzenleme yapılmaksızın, SALGIN VARLIĞI,
-üstelik de Pandemi / Küresel Salgın- gerekçesiyle Yürütme organı (tek başına / münhasıran Cumhurbaşkanı!), Anayasa md.8 uyarınca bu erkini, bir idari tasarrufla tek başına kullanabilir.

1593 s. Umumi Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Yasası’nın 72. maddesi :

Madde 72 – 57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan
şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:
1 – ……
2 – Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.
……
7 – ……

Bir de anılan yasanın 64. maddesi çok önemli :

Madde 64 – 57 nci maddede zikredilenlerden başka herhangi bir hastalık istilai şekil
aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık
şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o
hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekaleti salahiyettardır.

Kovit-19 elbette 1930’da çıkarılan bir yasada öngörülemezdi. Günümüzde de gelecek için böylesi bir öngörü olanaksızdır. Bu bakımdan 57. maddede –numerus clausus olMAmak üzere– sayılan o dönem için önemli bulaşıcı hastalıklar dışında kalanlar için ise, 64. madde genel bir yetki düzenlemesi yapmış ve Sağlık Bakanlığını, anılan yasanın 2. fasıl başlığı olan “Memleket dahilinde sari ve salgın hastalıklarla mücadele” kapsamında yetkilendirmiştir.

Ancak, salgın durumlarında uygun görülecek ZORUNLU AŞI kararı alma yetkisi Bakanlar Kurulu’na (günümüzde tek başına cumhurbaşkanına) bırakılmıştır.

Yaygın yanlış / eksik değerlendirmelerle, zorunlu Kovit-19 aşısı için yasal düzenleme gerekliliği dile getirilmektedir. Bu doğru değildir, salt Cumhurbaşkanı kararı yeterlidir.

Bu yaygın ve sakıncalı yanlışı / eksiği gidermek üzere bu eklemeyi yapmak zorunda kaldık.

  • Bu akşam (12 Ağustos 2021) saat 21:00’de katılacağımız TELE1 TV konuşmamızda da konuya değineceğiz.

Sevgi ve saygı ile. 12 Ağustos 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
Anayasa Hukuku Doktora (PhD) öğrencisi
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

ARKADAŞ VE EŞ SEÇİMİNDE İPUCU

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Hayvanları değerli yapan uzun ve katışıksız soyu; insanları değerli yapan ise değişmez güzel huyudur.

Soy ve boy peşinde koşanlar yanılabilir, güzel ve düzgün huy peşinde koşanlar ise asla yanılmazlar.

Evlilik krizlerinin (AS: bunalımlarının) en önemli nedenlerinden biri kişilik (huy / karakter) çatışmalarıdır. Genelde karşılıklı lider karakterli evlilikler kolay yürümez.
Halk deyimi ile, çatal kazık yere batmaz.

Atalarımız ” Sen ağa, ben ağa, inekleri kim sağa” demişler. Ayrıca geleneksel Türk erkekleri, Arap kültürünün etkisine kalarak, kendilerini ailenin doğal ve tartışılmaz lideri kabul ederler.

Ne yazık ki, gelenekselci eğitim sistemimiz erkekleri doğal aile lideri kabul eden bu yanlış ön kabulü pekiştirici yönde işlev görmektedir.

Kadına karşı şiddet ve kadın cinayetlerini biraz da kültürel açıdan erkeklerin kadınlar üzerinde kesin egemenlik kurma dürtülerinden aramak gerekir.

Kıssadan hisse                               :

  • Eğitim sistemimizin sosyo – kültürel ve ekonomik açıdan mutlaka kadın ve erkeği eşit gören demokratik bir temele oturtması gerekir.
    ===================================
    Dostlar, 
    Sayın Prof. Halil Çivi hocamızın özlü yazısına bir minik ekleme, Anayasa md. 10 aşağıda :
  • X. Kanun önünde eşitlik
    Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve
    benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
    Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.
    Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
    Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz
    AKP = RTE Erdoğan
    , “kadın ile erkek eşit olamaz, fıtratına aykırı” derken ya bilgisi çok eksik ya da bilerek çarpıtıyor. Burada söz konusu edilen BİYOLOJİK EŞİTLİK değil! Elbette kadın ve erkek biyolojik olarak eşit değil. Olamaz da. İyi ki değil, olsaydı insanlık olmazdı. Kadın ve erkek, biyolojik farklılıklarıyla birbirini tamamlayarak insanlığı var etmektedir.

    Anayasanın 10. maddesinin kenar başlığına dikkat edilmeli : Kanun önünde eşitlik

    Dolayısıyla söz konusu edilen, yasalar önündehaklar, özgürlükler ve onur” bakımından eşitliktir. Nitekim İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (İHEB) daha ilk maddesi tam da bu noktaya özellikle vurgu yapmaktadır :

  • İHEB Madde 1
    Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

    Herkesin bu çağcıl, uygar değerleri içselleştirerek yaşamına katması yerinde olacaktır.

    Sevgi ve saygı ile. 10 Ağustos 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik  

Lozan’ı Savunmayan, Sevr’e Bile Muhtaç Olur…

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

Sevr utanç belgesinin üzerinden tam 101 yıl geçti. 10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı Devletine kolayca kabul ettirilen bu utanç belgesi, 2 yıl sonra “İstiklali Tam” şiarıyla silaha sarılan Kuvayı Milliyecilerin süngüsüyle yırtıldı. Anlaşma 3. yılına bile ulaşamadan 24 Temmuz 1923’te Lozan’da tarihin çöplüğüne gömüldü.

Tarihin çöplüğüne gömüldü gömülmesine de; Sevr, işgalci emperyalistlerin aklından hiç çıkmadı. Elbette Mustafa Kemal Atatürk’ün “Gençliğe Hitabını” özümseyen devrimciler de Batılıların Sevr özlemlerini hep dikkate aldılar. NATO toplantılarında “yanlışlıkla” Türk subaylarının önüne Sevr örneğindeki gibi bölünmüş Türkiye haritaları kondu. Ülkemizin çimento fabrikalarını ele geçiren Fransız şirketi dağıttığı ajandalara Sevr haritaları koydu. (AS: BOP haritası!) İnternet sitelerine egemen olan markalar yayınladıkları haritalarda Anadolu’yu “Kürdistan, Ermenistan, Pontus” gibi parçalara ayırırken de uyanmayanlar oldu. Bu konuda Sevr uyarıları yapan devrimcileri “Paranoyak” olmakla suçladıkları yetmezmiş gibi, Silivri zindanına gönderdiler. Ülkenin birlik ve bağımsızlığını temsil etmesi gereken kişi, Yunanistan ziyaretinde Lozan’ı tartışmaya açtı!!??

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Lozan Antlaşmasının 97. yıldönümünde sanki Türkiye’yi, İstanbul’u şimdi kendileri kurtarmış gibi, Ayasofya törenleri düzenleyip ellerinde kılıçla Atatürk’e “lanet” yağdırdılar. “Keşke Yunan galip gelseydi”, “Lozan yenilgidir” diyenleri 10 Kasım günü tören kılığıyla ziyaret edip tabutuna yapışanlardan da başka bir şey beklenmezdi.

Ulusal bağımsızlığımızı ve çağdaş, laik Türkiye Cumhuriyetimizi borçlu olduğumuz büyük Atatürk’e ve Lozan’a saldıranlar unutmasınlar:

  • Bugün Lozan’ı ve onun kahramanlarını savunmayanlar, yarın, Sevr haritasına bile muhtaç olur.

Atatürk’e saldıran “Fesli Kadir” ve onun müritleri görmez ama, tarihin tozlu sayfalarını biraz karıştıranlar işgalci emperyalistlerin Türk ulusu için tasarladıklarını apaçık yazıp söylemişlerdir.

“Güneş Batmayan İmparatorluk” olarak tanımlanan İngiliz emperyalizminin en uzun süre başbakanlığını yapan “büyük yaşlı adam” sıfatlı William Ewart Goldstone (1809-98) şöyle diyordu:

  • “Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir.
  • Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz.
  • Türklerin yaptıkları kötülükler yalnız bir şekilde ortadan kaldırılabilir:
  • Kendileri yok olmakla…”

Lozan Antlaşması görüşmelerini İngiltere Dışişleri Bakanı sıfatı ile yürüten Lord Curzon gelecek için Türkiye’yi şu sözlerle tehdit etmişti: (AS: Baş Delege İsmet Paşa bu tehditleri reddetmişti!)

  • “Şimdi hiçbir isteğimizi kabul etmiyorsunuz, ama bu konuları unutmuyorum, hepsini cebime koyuyorum. İleride, harap ülkenizi imar etmek, perişan ekonominizi düzeltmek için para aradığınız zaman bize geleceksiniz ve ben o zaman, sakladığım bütün bu istekleri cebimden çıkarıp önünüze sereceğim.”
    Aynı Lord Curzon, İstanbul’un İngilizler tarafından işgalinden 4 gün sonra 20 Mart 1920 günü şunları söyleyecekti:
  • “Türkler için askerlik mesleği tümüyle kapanmıştır. Kuşkusuz, Türkler askerlik yapmak isterlerse, başka bir yere gidebilirler. Fransız lejyonu onları kabul edecektir. Ne var ki İngilizler buna bile karşıdır.”

Emperyalizmin bu ezeli hedefini çok iyi kavrayan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Sevr andlaşması imzalanmadan çok önce, Erzurum ve Sivas Kongrelerini yapmışlar, gelecekte CHP adını alacak olan Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyetini kurduktan sonra Ankara’ya gelerek 23 Nisan 1920 günü Ulusal Kurtuluş Savaşını yönetecek olan Büyük Millet Meclisi’ni açmışlardı. Bugün Atatürk’e lanet yağdıranların dedeleri ise, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için idam fermanları çıkartarak işgalcilerle el ele isyanlar çıkartıyorlardı. “Keşke Yunan kazansaydı” sözü kaynağını o günlerden almaktadır.
(AS: 1. Meclis Sevr’i tanımdı ve imzalayanları  vatan haini ilan etti!)

Türkleri Asya steplerine sürmeye kalkanlar, önce Küçük Asya’dan, sonra Asya kıtasından sürülüp Britanya adasının bir bölümüne sıkıştılar. Ne yaparlarsa yapsınlar, Sevr tarihin çöplüğündedir ve imzalayanlara inat, devrimciler için bir gün bile geçerli olmamıştır. Sevr rüyaları görenlere inat, kanımızın son damlasına dek Lozan’ı savunacağız.

Bize Lozan’ı kazandıranlara elinde kılıçla “lanet” yağdıranlara yüz yıllar öncesinden Pir Sultan Abdal’ın şu dizelerinden esinlenerek yanıt veriyoruz:

Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir.

Ben Musa’yım sen Firavun
İkrarsız Şeytan-ı lain
Kaçıncı ölmem bu hain
ATATÜRK ölür… Dirilir…
================================================
Dostlar,

Çok değerli yazısı için saygın dostumuz Lütfü Kırayoğlu‘na çok teşekkür ederiz öncelikle.

SEVR ANDLAŞMASININ 101. YILI

10 Ağustos 1920’de, son Osmanlı Padişahı hain – alçak ve soysuzlaşmış (bu 3 sözcük Mustafa Kemal Paşa tarafından SÖYLEV / NUTUK’un ilk sayfasında aynen kullanılmıştır!) 6. M. Vahdettin’in sadrazamı (Başbakanı) Tevfik Paşa tarafından Fransa’da onaylanmıştır Osmanlı’nın ölüm fermanı. Vahdettin, bu lanetli Anlaşmayı Saltanat Şurası’nda madde madde onaylatarak, sözde sorumluluktan kaçmak istemiştir.

Aşağıdaki harita SEVR’i apaçık özetlemektedir. Uzun söze gerek yoktur.
Anadolu’da Türklere bırakılan yer kırmızı boyalı ve 286 bin km2’dir. Lozan sonrası sağlanan Misak-ı Milli (Ulusal Ant) sınırlarımızın 1/3’ü kadardır ve oraların da gerek görülürse işgal edilebileceği Sevr Antlaşmasında öngörülmüştür.

Sevr Anlaşması gerçekte sıradan bir yenilgi – barış anlaşması değil, Büyük ATATÜRK‘ün SÖYLEV‘inde (NUTUK) pek yerinde vurguladığı üzere,

  • .. SEVR gerçekte, Batılı emperyalistlerce yüzyıllardan beri hazırlanagelmekte olan, Türk Ulusunu tarihten silme (apaçık SOYKIRIM!) planıdır!

Dolayısıyla, Sevr Anlaşmasını tanımadığını, yırtıp çöpe attığını ve imzalayan Padişah taifesini  de lanetlediğini açıklayan TBMM; Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa önderlik ve öncülüğünde başlattığı Ulusal Kurtuluş Savaşımız (İstiklal Harbi)  ile salt bize Misak-ı Milli sınırları ile tanımlı, Lozan Barış Antlaşması ile onaylı / tapulu yurdu kazandırmakla kalmamış, SOYKIRIMA UĞRATILMAMIZI, TARİHTEN SİLİNMEMİZİ de engelleyerek varlığını sürdürme – yaşama hakkı sağlamıştır.

Günümüzde Atatürk düşmanlığı takıntısı ile hasta insanlarımız, Sevr kalsa idi bugün belki de doğmamış olacaklardı. Başına gelecekleri, iktidar olacakları bir yurt – ülke de bulamayacaklardı.

  • Saltanat artıklarının soyları akıllarını başlarına devşirmeli ve ihaneti bırakıp sadakat ve vefayı anımsamalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 10 Ağustos 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

HALK TV Programımız : 07 Ağustos 2021

Dostlar,

07 Ağustos 2021 Cumartesi günü saat 20:00’de HALK TV’ de olacağız..
Sn. Fatih Ertürk bizi konuk edecek. / ETTİ..

Konumuz “YANGIN ve SALGIN”

Ülkemizdeki “yaygın” orman yangıları hakkında söylediklerimizi izlemek için tıklayınız (9 dk) :
(254) Prof. Ahmet Saltık: Bu artık iklim değişikliği değil, iklim faciası – YouTube

Konuşmamızın süreğinde (devamında) Kovit-19 salgını ile ilgili youtube erişkesi (linki) bize ulaştığında burada paylaşacağız… Salgınla ilgili, konuşmamızın 2. bölümü (13,5 dk.) : https://youtu.be/77MznEvhRfI

Yukarıda da görüldüğü gibi, bizim katıldığımız 20:10 – 20:38 arası rating özellikle çok yüksek. İzleyicilerin ilgisine, HALK TV’ye ve Sn. Fatih Ertürk’e teşekkür ederiz. Halkımızı doğru ve bilimsel olarak aydınlatmayı yurtseverce sürdüreceğiz.


1 Temmuz 2021’de hemen hemen hiçbir kısıt bırakmaksızın tam gevşemeye geçen ülkemizde salgın verileri ne yazık ki kötüye gitmekte. Üstelik aşılama çabaları yoğunlaşmış iken!


1 Temmuz 2021’de 5288’e inen günlük yeni Kovit-19 tanısı 5 hafta sonra 7 Ağustos 2021’de yaklaşık 5 katına ulaşarak 25.100 olguyu / vakayı gördü.


Ölüm sayısı ise bu sürede günlük 42’den (1 Temmuz) 112’ye tırmandı (7 Ağustos).
Oysa 7 Ağustos 2021 günü aşılama verileri üstteki grafikte izlenebiliyor. 1. doz %67, ikinci doz %46. Toplam 75,86 milyon doz aşıl yapılmış. En az 90 milyon eylemli (de facto) nüfuslu ülkemizde, 0-16 yaş çıkıldığında 70+ milyon nüfus kalıyor. Bu nüfusun 2 doz aşılanması 140 milyon, 3 doz aşılanması ise 210 milyon doz aşı kullanılmış olmasını gerektiriyor. Hedefin hala 1/3’ü düzeyindeyiz. Üstelik bağışık yanıt için 14 gün önceki sayılara bakmalı. Aşı olunduğu gün değil, 10-14 gün sonra beklenebilecek bağışık yanıt yakalanabiliyor.

Kullanılagelen aşılarda özellikle Delta varyantı için belli oranlarda etkinlik yitimi sorunu yazında (literatürde) tartışma konusu. Nitekim hiç de fena sayılmayacak olan 2. dozda %46 oranına erişmek bile bizleri salgında beklediğimiz düzeyde koruyamadı. Gerçekte aşılama artarken ona koşut salgının dizginlenmesini eşzamanlı beklemek bilimsel değil; bunu hep vurguladık. Toplum bağışıklığının hızla kritik eşiğin üstüne yükseltilmesi gerek

Toplum bağışıklığı hala, görgül (ampirik) olarak ülkemizde 1/3 düzeyinde. Oysa birçok nedenle bu oranın %80’in altında olmaması gerek. Bu ise,

  • HEDEF NÜFUSUN TAMA YAKIN AŞILANMASINI ZORUNLU KILMAKTA.

Aşılamada gevşeme – yavaşlama ciddi sorun. Sağlama (ikmal) sıkıntısı riski çok korkutucu.
Bu sorunları birlikte aşmalıyız.
Kişisel ve toplumsal koruyucu önlemleri asla gevşetmemeliyiz.

1 Temmuz 2021 günü 80.662 olan aktif hasta sayısı, 7 Ağustos 2021’de 345.233’e ulaştı, 4.5 kat! Üstelik bunlar yakalanabilenler. 3. dalganın tepesinde 550 bine varmıştı toplam aktif hasta, şimdi o rakama yaklaşıyoruz.

  • Bir yandan da 28 Temmuz’dan bu yana 10 gündür ülkemizi perişan eden yangın afeti..

Salgınla savaşı, aşılama dahil geri düzleme itti ne yazık ki. Özellikle Muğla ve Antalya milyonlarca yerli / yabancı turist ağırlayan yerler olarak ek / artmış risk altında.
Bir yandan yangının yaraları çok yönlü sarılırken, bir yandan da aşılama ve öbür korona korunma yöntemlerini bireysel ve toplumsal ölçekte sürdürmek zorundayız.

CDC koronavirüs geçirenlere çağrıda bulundu: ‘Aşı olun’

Koronavirüse karşı aşılama çalışmaları sürerken virüsün mutasyon geçirerek varyantlarının ortaya çıkmasıyla birlikte olgu sayıları artmakta.

  • 2 doz aşı olmayanların, olanlara göre 2 kat daha çok bulaşı olma riski var.

Kovit-19 geçiren kişilerin ayrıca aşı olurlarsa, bağışıklık hücrelerinde önemli artış sağlanmakta ve yeni varyantlara karşı da koruma gerçekleşmektedir. ABD CDC Direktörü Dr. Rochelle Walensky, “Daha önce Covid-19 geçirdiyseniz bile, lütfen yine de aşı olun” diyor.

“Özellikle daha bulaşıcı delta varyantı tüm ülkeye yayılırken, kendinizi ve çevrenizdekileri korumanın en iyi yolu aşı yaptırmaktır.” diye uyarıyor.

ABD’de aşı olmak istemeyen kişilerin ana nedeninin koronavirüs geçirdikleri için doğal bağışıklığa sahip olduklarını düşünmesi belirlenirken; CDC uzmanları, kişilerin bağışıklıklarının varyantlara karşı etkili olmayacağını özellikle vurgulamaktalar..

ABD Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Direktörü Dr. Anthony Fauci de konuyla ilgili geçtiğimiz günlerde, “Hiç kuşku yok, Kovit-19’dan kurtulanların aşılanması hem bağışıklığın düzeyini hem de kapsamını (spektrumunu) artırıyor” demişti. “Böylece yalnızca virüsün ilk formuna karşı değil değil, varyantlarına karşı da korunursunuz.” uyarısı yapmıştı..

  1. Lütfen oyalanmadan aşı olalım..
  2. Kişisel  – toplumsal korunma önlemlerini özenle sürdürelim.
  3. Israrla ve keyfi aşı olmayanlara kimi kısıtlar getirelim.
  4. Salgın bitmedi, unutmayalım; 4. dalga tırmanıyor :
    – Son hafta, önceki haftaya göre yeni tanı konan olgu – vaka Dünyada %7 artarken bizde %28 arttı!
    – Ölümler ise aynı bağlamda Dünyada %5, Türkiye’de %67 arttı. Bunlar alarm verici!
  5. Tam – yarım kapanma istemiyorsak sorumlu bir toplumsal dayanışma içinde olalım..

Doğu  – güneydoğuda düşük aşılanma oranı sorunu aşılamadı. Üstüne gidilmeli.
Haftalık yeni olgu hızı (yüzbinde insidens) tehlikeli biçimde yükseliyor. Okulları nasıl açarız?

Sevgi ve saygı ile. 07 Ağustos 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

Cumhuriyet kurumları AKP iktidarında nasıl yok edildi?

Cumhuriyet kurumları AKP iktidarında nasıl yok edildi? Konunun uzmanları Cumhuriyet‘e anlattı

AKP iktidarı, Atatürk’ün kurumlarını kurgulu ve bilinçli şekilde yok etti. Tarihçi Prof. Hakkı Uyar, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık ve eski THK Genel Başkanı emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş, Cumhuriyet kurumlarının başına gelenleri anlattı.

Cumhuriyet kurumları AKP iktidarında nasıl yok edildi? Konunun uzmanları Cumhuriyet'e anlattı

Siyasal İslama sarılarak dini duyguları suiistimal edip Atatürk devrimlerinden ve Cumhuriyet’ ten rövanş alma hayaline kapılan AKP iktidarı, Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet kurumlarını birer birer ortadan kaldırdı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında dünyaya aşı ihraç eden Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatarak, koronavirüs salgınına karşı tek silah olan aşı konusunda Türkiye’yi dışa bağımlı hale getiren AKP iktidarı, Atatürk’ün “istikbal göklerdedir” diyerek kurduğu Türk Hava Kurumu’nu (THK) batağa sürükleyip orman yangınlarını yurtdışından gelen uçaklarla söndürmeye çalışıyor. Tarihçi Prof. Hakkı Uyar, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık ve THK Genel Başkanı emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş, Cumhuriyet’e konuştu.

‘BEKA SORUNUNA DÖNÜŞECEK’

Tarihçi – yazar Prof. Dr. Hakkı Uyar: 

Atatürk, devleti kurumsallaştırmak için elinden gelen çabayı yaptı. Tanzimat ile başlayan bir kurumsallaşma süreci Cumhuriyet ile birlikte tepe noktaya çıktı. Bunun içinde Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü de var, Türk Hava Kurumu da var. Bunların hepsi Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan kurumlar. Bu kurumların tekrar elbirliğiyle modernize edilmesi, korunması ve yaşatılması gerek.  Bu kurumlar Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını sağlayacak olan kurumlardır. Bunların içini boşalttığınız, bu kurumları tasfiye ettiğiniz zaman aslında tasfiye ettiğiniz şey Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi oluyor. Yani devleti de tasfiye ediyorsunuz. Bir iktisat devleti olacağım, modern bir devlet kuracağım çabasıyla bugün geldiğimiz yerde Cumhuriyet’in kurucu kültürünün idealini tahrip ediyoruz

Umarım daha fazla bir bedel ödemeden bu kurumsal yapıya, geleneksel Cumhuriyetin kültürüne geri dönerek, gücü tek adama veren ve Cumhuriyetin kurumlarını tahrip eden yapıdan çıkarız. Yoksa bu, Türkiye için gerçekten beka sorununa dönüşecek. Eski Türkiye’nin Hıfzıssıhha Enstitüsü olsaydı Türkiye aşılama sürecinde daha başarılı olurdu, dışa bağımlı hale gelmeyebilirdi. Yine Atatürk döneminde THK’ye gösterilen önem bugün olsaydı yangın söndürmede bu kadar zor durumda kalmazdık, dış desteğe ihtiyaç duymazdık. Bu duruma düşmek üzüntü verici. Bir devleti yaşatan, kurumlarının gücüdür.
****

‘YIKIM SÜRECİ KURGULU ve BİLİNÇLİ’

Halk Sağlığı Uzmanı
Prof. Dr. Ahmet Saltık:

Ülkemiz ne yazık ki son 19 yılı aşkın bir süredir yıkıma uğratılmakta.
Çarpıcı olanı ise bu yıkım sürecinin kurgulu ve bilinçli oluşu.
Şu anda siyasal iktidarı elinde bulunduranlar bir misyonla görev başına getirildiler.
AKP bir proje partisi!

  • Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmanın, bölmenin, parçalamanın,
  • Sevr’in intikamını almanın ve Lozan’ı çöpe atmanın bir projesi.
  • İktidar bunu yapıyor.

Nitekim ulusal bayramlarımızın ve andımızın yasaklanması gibi pek çok sistematik yıkıma uğradık.

Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü 1928’de yasayla kuruldu. Çok başarılı oldu; aşılar, serumlar, biyolojik ürünler geliştirdi ve üretti. 1938’de Çin’de çıkan kolera salgınına destek verdi, 1 milyon doz aşı gönderildi. ABD ordusuna da 2. Dünya Savaşı’nda aşı sağladı… 1998’den başlayarak bu Enstitünün çalışmaları tavsadı. Teknolojisi yenilenmedi, adım adım bu sürece ilerledi… Sonunda 2011’de şimdiki AKP iktidarı kapısına kilit vurdu. Denildi ki; küreselleşme var, biz aşıları dışarıdan alırız. Ama Kovit-19 pandemisi sırasında aşı stratejik bir ürün durumuna geldi. Batılı emperyalistler önce kendilerini gözettiler, nüfuslarının kezlerce katı aşıya el koydular ve Türkiye bir aşı sorunu yaşadı, hâlâ yaşamakta.

Halbuki demokratik, gelişmiş, uygar ülkeler kurumlarıyla yol alırlar.

Salgın yönetimi siyasetin güdümünde, bilimin dışında; politik, ticari, ekonomik ve popülist beklentilerle yapılmaya çalışıldı ve olmadı.

Çünkü aklı ve bilimi, özerk bilimsel kurumları rehber almak yerine

  • Bütün yetkileri, otoriteyi tek adama bırakan dünyada örneği görülmemiş bir ‘sultani rejim’ inşa edildi.

Türkiye’ye bu tür kurumların yeniden kazandırılması gerek. Bu tür kurumlaşmalar olmadan da Türkiye sorunlarını çözemiyor salgın örneğinde gördüğümüz gibi.
***

‘THK’Yİ KASASI DOLU DEVRETTİM’

Eski THK Genel Başkanı emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş:

Ben 100 trilyon borçla aldım, borçsuz 30 trilyon para arkadaşlara devrettim. 20 trilyon yatırım yaptım. 2000-2003 arası hal böyleyken şu anda böyle… Eğer her şey düzgün gitseydi, Atatürk’ün kurumları doğru yönetilseydi hiç bunlar olmazdı. Borçlu duruma düşmediğiniz takdirde kayyum filan gelmez size.

  • Atatürk’ün kurumlarını yönetenlerin de Atatürk’e layık olacak şekilde yönetmeleri gerekiyor.

Orman ekosistemi ve Anayasa suçu

authorİBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

‘Ormanların korunması ve geliştirilmesi’ maddesi (md. 169), ormanların anayasal statüsünü emredici ve yasaklayıcı kurallarla belirliyor ve düzenliyor:
GÖZETİM/YASA/YETİŞTİRME : Bütün ormanların gözetimi devlete aittir.

Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz.

Devlet ormanları kanuna göre, devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.

YASAKLAR: SÖZ/İŞLEM/EYLEM

Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez.
Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz.
Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.

1) “Hiçbir faaliyet ve eylem”: Hiç kimse, hiç kimseye ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme, sözle veya yazı ile izin veremez. Hiç kimse, böyle bir faaliyete girişemez.

2) “Siyasi propaganda yasağı”: Ormanların tahrip edilmesine yönelik görüş açıklanamaz. Milletvekilleri bu konuda, yasama sorumsuzluğundan yararlanamaz. Hiçbir yurttaş, bu amaçla siyasal propaganda için ifade özgürlüğünü kullanamaz.

3) “Af yasağı”: TBMM, orman suçları için genel ve özel af çıkaramaz.

4) “Anayasal suç”: Ormanları yakmak, yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçları TBMM, özel veya genel af kapsamına alamaz.

ÜLKENİN ANAYASALAŞMASI

Madde 169’da sıralanan bu 10 ilke ve yasak ile orman köylüsünün korunması (md.170), kıyıların korunması (md.43), toprak mülkiyeti (md.44), tarım ve hayvancılık (md.45) üzerine koruyucu hükümler bütünü, “orman ekosistemi” veya “orman kamu düzeni” güvencelerini oluşturur.

“Orman kamu düzeni” (OKD) kuralları, “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri” bağlar (md.11).

Bu nedenle, örneğin, ormanlık alanlarda “tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi” (md.168), md. 169 yasaklarına aykırı olarak yapılamaz.

OKD’nin anayasal sacayağı:

-md.169 ve 170; md.43 vd.

-md.63: doğal/kültürel ve tarihsel varlıklar

-md.56: Türkiye ekosistemi.

Bunlar ve başka kurallarla güvencelenen, çevresel kamu düzeni ve “orman kamu düzeni” eksenindeki ekolojik dengenin bozulmasında ana etken, ülkesel Anayasa kurallarının (ve madde 11’in) sürekli ihlali ve Anayasa suçu işlenmesidir.

YASAMA YETKİSİ SINIRLI

Ormanlar, TBMM’nin asli ve genel yasama yetkisini, sınırlı ve kayıtlı bir yetkiye dönüşürtürür: Korumak ve geliştirmek. Yasamanın, karar alma yetkisi ve yasama sorumsuzluğu vb. anayasal ayrıcalıklar yasaklanıyor.

CHP ve HDP muhalefetine karşın AKP-MHP dayatması 7334 sayılı Turizmi Teşvik torba yasası, md.169’un açık ihlali ötesinde bir anayasal orman suçu işlemidir.

YÜRÜTME, EMİRLERLE KUŞATILMIŞ

Orman Bakanlığı, (md.169’un ana muhatabı olarak) ormanların en üst ve genel kamusal örgütlenmesidir. Türkiye’nin siyasal ve yönetsel yapısında gelenekselleşmiş olan Bakanlık teşkilatı, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) döneminde, Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı olarak birçok bakanlığı birleştiren bir örgüt haline getirildi.

Kereste ticareti, maden ruhsatları ve turistik tesisler başta gelmek üzere, siyasal ve yönetsel makamların sürekli orman suçları yoluyla ülke yağmalandı ve de YAKILDI.

YARGININ ANAYASAL YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Yargı, md. 169’un sözüne ve özüne uygun yorumu, md.43 vd.-63 çerçevesinde ve md. 56 gereklerince yapmadı veya en azıyla yetindi; o ölçüde, yasama ve yürütme organlarının süreklilik taşıyan “ orman suçu” ortaklığı yapmış oldu.

Anayasa suçu, özellikle “kamu yararı” kaydının amacı dışında geniş yorumlanmasıyla işlendi. Oysa kamu yararı ölçütü, 43 vd. de öngörülen “kamu yararı gerekleri” gözetilerek belirlenir. Şu halde buradaki kamusal yarar, madde 43 vd. nin “kamusal yarar” adına koruduğu değerler karşısında ikincil olduğundan, zaman ve alan bakımından sınırlı bir kullanım alanı olan göreceli bir ölçüttür..

DİRENME HAKKI MEŞRU

  • Kamu makamları, anayasal yükümlülüklerini görev+yetki+sorumluluk ilkesi gereği yerine getirme yükümlülüğünde;
  • Yurttaşlar ise, özgürlük ve haklarını, hak+ödev+sorumluluk ilkesi gereği kullanmak zorundadır.

Bu çerçevede, orman suçu işleyen bir girişimciye müdahale eden yurttaşları eğer kolluk güçleri şiddet kullanarak engellerse, İdare, “kanunsuz emir” kaynaklı (md.137) çifte anayasal suç işlemiş olur.

ANAYASA’NIN ETKİLİLİĞİ İÇİN 5 ÖNKOŞUL

-TBMM: demokratik muhalefette “azınlık bilinci” oluşturmak,

-AYM: Anayasa’nın emredici kurallarına açıkça aykırı yasaları geciktirmeksizin iptal etmek,

-İdare: Anayasa suçlarına karşı kişisel sorumluluk sürecini de işletmek.

-Yurttaşlar: Direnme hakkını kullanmak,

-Anayasa: PBYDBY yerine “hesap verebilir hükümet” için Anayasa değişikliği adımlarına ivme kazandırmak.
=======================================
Dostlar,

Sn. Prof. Kaboğlu, bilindiği gibi çok kıdemli (kendi deyimi ile “yarım yüzyıllık”!) bir hukukçudur ve Anayasa Hukuku uzmanıdır.
BİRGÜN Gazetesindeki makaleleri neredeyse birer Anayasa Hukuku dersi gibidir.
Biz de, Anayasa Hukuku Doktora (PhD) öğrencisi olmamıza karşın, çok yararlanıyoruz.

Orman ekosistemi” veya “orman kamu düzeni” kavramsallaştırması üzerinden getirilen Anayasa yorumu, bize göre yaratıcı ve yenilikçi bir bireşimdir (sentez). Anayasa m.169 – 170 sisteminde öngörülen “kamu düzeni” sınırlamasının, “md.43  vd. nin kamusal yarar adına koruduğu değerler karşısında ikincil olduğu” ve sınırlı olduğu belirlemesi ustalıklı bir anayasal çıkarımdır.

Ve son olarak TBMM, AYM, İdare, Yurttaşlar ve Anayasa’ya yüklenen / tanımlanan tarihsel, kritik 5 işlev ve yükümlülükler ülkemizin içine sürüklendiği ağır bunalıma çıkış kapılarıdır.
***
Bir noktada Sn. Kaboğlu ile minik bir ayrışmamız var :
Anayasa suçu / anayasal suç” olgusu… Bilindiği gibi TCK’da böyle bir suç tanımı yok. TCK md. 309’da tanımlanan suçlar için madde kenar başlığı “Anayasayı ihlal suçu“..
Sanırım, suçun ağırlığına vurgu amaçlı bir “galat-ı meşhur” olarak kullanımda.

Sn. Kaboğlu şu kısa açıklamayı paylaştı bizimle :

  • Anayasa madde 169/3’te au kapsamı dışında – sayım yoluyla- tutulan “ormanları yakmak, ormanı yok etmek…. suçlar”ı durumun ayırdında olarak anayasal suç olarak niteledim.
    Yoksa, ceza kanunu açısından tümüyle haklısınız.

Sevgi ve saygı ile. 07 Ağustos 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

Toraks Derneği açıklamasını okuyun

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr 
03 Ağustos 2021, Cumhuriyet

Yerim uygun olsaydı, yazının başlığı 

  • “YANGINLARDAN TÜRK-KÜRT DÜŞMANLIĞI ÜRETMEYİN;
  • TÜRK TORAKS DERNEĞİ’NİN AÇIKLAMASINI OKUYUN” 

olacaktı. Mecburen kısa kestim.
***
Bütün doğal felaketleri ve son COVID-19 salgınını bile kendi ideolojisi lehine kullanmasını bilen iktidar, son orman yangınlarından da 2023 seçimlerine giderken uygulamak istediği gerginlik stratejisi için, yararlanmak istiyor:

2023 seçimlerinden önce, 7 Haziran 2015 – 1 Kasım 2015 seçimleri arasında uyguladığı gerginlik stratejisini de devreye sokmak isteyen iktidar, özellikle Türk-Kürt kimlik farklılığını kullanmak istiyor.

Bu nedenle, hem dinci vakıflarla kurban derisi rekabetinden dolayı yok ettiği Türk Hava Kurumu’nun (THK) uçaklarının kullanılamamasından ve başka benzer ihmalkârlıklardan kaynaklanan yetersizliklerini, bu yangınları sabotaj iddialarına bağlayarak örtbas etmeye çalışmakta… Hem de bu tür iddialarla seçim öncesi gerginlik stratejisini uygulamaya çalışmaktadır.
***
Yangınları doğru değerlendirmek ve mücadeleyi de doğru çizgiye oturtmak için olayı doğru anlamak gerekir.

Türk Toraks Derneği “Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu”nu açıklaması bu konudaki doğru değerlendirmeyi sunuyor; aşağıda bu açıklamadan aldığım bazı paragrafları paylaşıyorum:

Ülkemiz, Dünyamız ve Geleceğimiz Yanıyor

Rekor düzeyde seyreden sıcak ve kuru havaların ardından son dört gündür Türkiye’nin 30 farklı ilinde 107 orman yangını meydana geldi. Ülkemizin Akdeniz Bölgesi’ndeki ormanlar yanarken, İtalya, İspanya, Yunanistan, Tunus ve Lübnan’da da ormanlar yanıyor.

Ormanlarımız, topraklarımız, derelerimiz, denizlerimiz, atmosfer ve ekosistemimiz neo-liberal politikaların ve şirketlerin yağma planlarına feda ediliyor.

Ormanlardaki maden ve taşocakları, arazi yağması, turizm ve enerji tesisleri üzerinden yürüyen rant çılgınlığı yaşamımızı yok ediyor.

Musilaj, sel felaketleri, orman yangınları, Salda Gölü tahribatı, flamingo faciası ve yüzlerce diğer doğa tahribi aynı yaklaşımın sonuçlarıdır.

Orman yangınlarının çıkmasında iklim krizi belirleyici bir öneme sahipken, yangınların birer felakete dönüşmesinde hükümetlerin orman yangınlarını önlemek için aldıkları önlemlerin düzeyi ve etkinliği de büyük öneme sahiptir.

İklim krizinin tetiklediği sıcak dalgaları ve kuraklık orman yangınlarının temel nedenleri arasındadır.

İklim krizinin önceki yıllarda da Avustralya, Sibirya, Kaliforniya ve Kanada’da korkunç doğa tahribatına yol açan orman yangınlara neden olduğunu biliyoruz. Türkiye, rekor sıcaklıkların, sıcak hava dalgalarının şiddetinin, süresinin ve sıklığının arttığı, yüksek sıcaklıkların her yıl yeni rekorlar kırdığı ülkelerden biri.

  • Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 21. yüzyılda iklim değişikliği küresel sağlık için en büyük tehdittir.

Uygarlık tarihi boyunca iklim değişikliğine yol açan atmosferdeki CO2 2000 yıl süreyle 270-285 ppm. (milyonda bir partikül) arasındayken Sanayi Devrimi sonrası hızla artış göstermiş, 1985 yılında 350 ppm. iken 2020 Temmuz ayında 417.62 ppm. olan bu değer 2021 Temmuz ayında 417.70 ppm’e yükselmiştir.

2012 yılında yayımlanmış bir araştırmada, atmosferdeki CO2 konsantrasyonunu azaltmak için çok hızlı ve çok kapsamlı önlemler alınmazsa, dünya çapında yangın olasılığının 2010-2039 arasında %37.8 artacağı, 2070-2099 arasında ise %61.9 artacağı öngörülmüştür.

Orman yangınları ile mücadele etmenin tek yolu iklim kriziyle mücadeledir.

İklim krizi ile su kaynakları azalmakta, doğal bitki örtüsü tahrip olmakta, tarım potansiyeli, insan sağlığı etkilenmekte, bununla birlikte orman yangınları riski de artmaktadır.

Ülke olarak iklim krizi sorununu gündeme almalı ve fosil yakıtların olmadığı bir geleceği inşa etmeliyiz.

Ağaçları savunmak için, Akbelen Ormanı’nı, Eskence Vadisi’ni, Kazdağları’nı korumak için İkizdere’de, İkizköy’de, ülkemizin her yanında mücadele sürdürülürken içindeki tüm canlılarla birlikte binlerce dönüm ormanın, tarım alanları ve yaşam alanlarının kül olması canımızı yakıyor.

Tüm canlılar ve geleceğimiz ve çocuklarımız için Türk Toraks Derneği olarak iklim krizine karşı etkin politika üretmeye, Paris Antlaşması’nı yürürlüğe koymaya davet ediyoruz.”
***

Sevgili okurlarım;

Sn. Kongar’ın doğallıkla gazete yazısına koyamadığı ürkütücü görsel veri aşağıda..

TTD üyesi meslektaşlarımızı saygı ve şükran ile selamlıyoruz..

Dr. Ahmet Saltık
04.08.2021