Etiket arşivi: adalet

ÇAĞDAŞ ve DOĞRU SİYASET NEDİR?

ÇAĞDAŞ ve DOĞRU SİYASET NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. eski İİBF Dekanı

(AS: Yazarın bir şiiri yazının altındadır..)

Vatandaş soruyor: ” Hocam çağdaş siyaset nedir?”

Siyaset, teorik (AS: kuramsal) düşünce bazında (AS: temelinde) bir sosyal bilim dalı; yönetim bilgi ve becerileri açısından da bir yönetebilme yetisi ve sanatıdır.

Her türlü siyasi faaliyetlerin (AS: siyasal etkinliklerin) Hukuk, adalet, liyakat, iş ve meslek etiği sınırları içinde yerine getirilmesi lazımdır (AS: gereklidir). Siyaseti kesin olarak tanımlamak zordur. Ancak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için şöyle bir tanım yapmak belki amacına daha iyi hizmet edebilir :

Doğru, bilimsel ve çağdaş siyaset;
Toplumdaki
– Farklı ırk, soy ve dil öbeklerini,
– Farklı din ve inanç kümelerini,
– Farklı ideoloji ve değer gruplarını,
– Farklı çıkar odakları,
Toplumun
– Ortak iyileri,
– Ortak çıkarları,
– Ortak beklentileri
– Ve ortak idealleri konusunda, hepsini hukuk, adalet, liyakat ve ahlak ilkelerini zedelemeden; sevgi, barış, kardeşlik ve dayanışma duyguları içinde bir arada tutabilme ve yaşatabilme sanatıdır.

Siyaset, genelde kalıcı, adil bir yöneten ve yönetilen düzeni ve ahengi (AS: uyumu) oluşturabilme anlamına gelir.

Demokratik siyaset tarzının geçmişi iyi incelendiği zaman ortaya çıkan ana tespit (AS: saptama) şudur :

Yönetenlerin yetki ve yaptırım sınırları giderek giderek daralmış, keyfi (ben öyle istiyorum) yönetim biçimi bitmiş, halkın ortak istekleri (milli irade) yani demokrartik yönetim biçimi egemen olmuştur.

İktidar gücünü kullanan siysetçılerin, bir başka söyleyişle ülkeyi yönetenlerin, attıkları her adım, aldıkları her karar, verdikleri ter talimat (AS: yönerge) anayasal ve yasal sınırlar içinde, adil, ahlaki, aleni (şeffaf) ve mutlaka denetlenebilir olmak zorundadır.

Son yıllarda Türkiye siyasetindeki durum tarihsel gelişmeler ve demokratik ülkelerin siyaset anlayışına taban tabana zıttır. Çünkü yönetenlerin güç ve yetkileri olağanüstü artmış, Meclis ve Yargı iradesi (milli irade) zayıfla(tıl)mış ve âdeta tek merkezden yönetme tekeline dönüşmüştür.

Bu durumun çağımızın demokratik siyaset eğilimleri ile bağdaşmamaktadır.

Sonuç                    :

Şu temel kural hiç unutulmamalıdır: Yönetim gücünün tekelleşmesi ve hukuksal denetim dışına kayması yönetim erkini otokrasiye ve diktatörlüğe, toplumsal ve bireysel faaliyetin kullanılmasındaki hukuku ve yasa tanımazlıklar da devlet düzenini kaosa (AS: karmaşa) ve anarşiye sürükler.

Bu dengenin çok iyi kurulması gerekir.

Denetlenemeyen güç her zaman tehlikelidir.

Dip not :

  • Türkiye’ de rektör atama tartışmaları ne zaman biter?
    • Rektörlere siyasal ve ideolojik misyonlar yerine akademik ve yönetsel misyonlar yüklendiği zaman.
      ====================================
      ECEL VE GÖNÜL

      Hiç kimse dünyaya kazık çakamaz,
      Bir gün çağırırlar gidersin gönül.
      İnsan bu yasaya karşı çıkamaz,
      Can borcu kesindir, ödersin gönül.
      Xxx
      Bilirim bu dünya tatlıdır sana,
      Ölüm derdi ağır gelir insana,
      Can alıcı melek kıyar her cana,
      Er geç bu acıyı tadarsın gönül.
      Xxx
      Bu gelenek gelir ta dip dedende,
      Bakarsın ki canın çıkmış bedende,
      Kul hakkı kesindir; kalmasın sende,
      Sonra sorgucuya ne dersin gönül.
      Xxx
      Gençliğin tükenir, kudretin biter,
      Varsa oğlun – kızın; ocağın tüter,
      Kural böyle işler, gelenler gider,
      Doğumdan ölüme kadarsın gönül.
      Xxx
      İhtiyarlık çöker, bezer gidersin,
      İşini, gücünü bozar gidersin,
      Bu kötü yazgıya kızar gidersin,
      Ecel şerbetini tadarsın gönül.
      Xxx
      Çıplak tenin giyer beyaz kefeni,
      Musalla taşına koyarlar seni,
      Dostların uğurlar cansız bedeni,
      Çıkılmaz çukura yatarsın gönül,
      Xxx
      Doğarken alnına ölüm yazılır,
      Bir gün kepek biter, mezar kazılır,
      Börtü-böcek türer; tenin çözülür,
      Toprağa karışır, tozarsın gönül.
      Xxx
      Halil Çivi söyler ibret alasın,
      Kadim devran böyle, iyi bilesin,
      Dünya bir efendi, sen bir kölesin,
      Bir gün efendinden bezersin gönül.
      Xxx
      Prof. Dr. Halil Çivi.
      7.05.2003 Malatya

BARIŞ DİLİ KAZANDI

BARIŞ DİLİ KAZANDI

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Öncesi ve sonrası ile 31 Mart 2019 yerel seçimlerini yaşadık. Seçimler demokrasinin olmazsa olmazıdır. Seçim öncesi ve sonrasında kullanılan politik dil ise uygarlık ölçüsüdür. Seçimler öncesinde özellikle iktidar ve yandaşlarınca kullanılan söylem ne yazık ki uygar toplumların kullandığı türden değildi. Üzücüydü, gerilim ve öfke doluydu, ayrıştırıcı ve toplumu bölen – geren, hakaret eden, aşağılayan hatta dışlayan ve ülkeden kovan (!) türdendi.

Hain, zillet, kafir, adiler, terörist” sözcüklerinin havada uçuştuğu bir seçim kampanyası halkı birleştirici olabilir mi? Ülkenin yarısı bu sıfatlarla anılabilir mi? Kazara böyle ise vah o ülkenin haline. Bununla da kalınmadı; İslamın temel ritüellerinin yapıldığı kimi camilerde, iktidar partisinin şaşkınlık uyandıran ve tepki çeken toplantıları, propagandalarını.. üzüntüyle gözledik. Hatta bu kutsal mekanlardan rakip partilere kin ve nefret söylemleri yağdırıldı.

  • Dahası var; minarelere iktidar partisinin flamaları asıldı!

Kameralara ve videolara yansıdı, camilerde yemekli toplantılar bile düzenlendi. Diyanet’ten  hiçbir açıklama gelmedi. Birileri sürekli öfkeyle halka parmak salladı, tehdit etti, korku salmaya çabaladı.

  • Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun idamı bile yandaş bir gazetenin şaşkın bir muhabirince istenebildi! Artık kimlerin tetikçiliğini yaptı ise??

İYİ Partinin kadın lideri Akşener mahpusla tehdit edilebildi AKP genel başkanınca!?

Üzülerek belirtelim ki, kendi seçmenini “öküz” diye alaya alan vekillere bile tanık olduk bu seçim sürecinde.

Tarih bize gösteriyor ki; özünde adalet, özgürlük, eşitlik ve demokrasi, insan hakları, laiklik olmayan hiçbir iktidar uzun ömürlü olamıyor.

Her şeye karşın asla ağzını bozmayan, toplumu bölünme ve gerilim tuzaklarına düşmeyen siyasal liderlerin seçim süreci boyunca barış dili kullandıklarını da unutmamak gerek. Takdirle karşılamak gerekiyor bu olgunluğu. Sayın Kılıçdaroğlu’ndan, Akşener’e, Karamollaoğlu’ndan, İmamoğlu’na, Alper Taş, Selahhattin Demirtaş’a.. Yine hakkını yemeyelim, Binali Yıldırım da -gönülsüz, hatır için katlanıp belli – belirsiz yürüttüğü kampanyasında- toplumu gerecek ve bölecek tutum ve davranışlardan kaçınmışlardır. Burada şunu da belirtelim ki; Yıldırım uzun yıllar Milletvekilliği, Başbakanlık, TBMM Başkanlığı yapmış bir kişidir. Oy sayımları bitmeden “AKP kazandı” açıklaması yapması, işi oldu bittiye getirme girişimi hiç hoş ve şık olmamıştır.

Bu seçimin kazananı öncelikle barış dilini kullananlar, Sayın Ekrem İmamoğlu ve önemli ölçüde de CHP’dir. “Önemli ölçüde” diyoruz, çünkü iktidarın dibe vurduğu, akla gelen – gelmeyen her olumsuzluğun çok yaşandığı, ekonominin battığı bir ortamda buna ancak sınırlı başarı denir.

İstanbul tüm Türkiye’nin bireşimidir (sentezidir). CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’ nun saygın uğraşını asla azımsamamak gerek. Seçim öncesi hazırlıkların tümünü O yaptı. Salt Adalar’da 6 (altı!) bin gerçek dışı seçmen belirledi, yine altı bini aşkın yüz yirmi yaşın üstünde yaşayan seçmenleri saptadı ve dahası; ıslak imzalı seçim tutanaklarının kazaya uğramadan CHP’ye eksiksiz ulaşımını sağladı. İstanbul BŞB Başkanlığı adayı E.  İmamoğlu ise dingin,
serinkanlı, dinamik tutumu ile iyi bir takım (ekip) oluşturdu. Başarı takım işidir. İmamoğlu tüm baskılara karşın pes etmedi. Süreci ustalıkla ve çok iyi yönetti. “Adam kazandı” demedi. “Kimsenin hakkını yemem, hakkımı da yedirmem” söylemi, kararlılığın ve başarının anahtarı olacak gibi; iktidarın bıktırıp – usandıran mızıkçı ve özünde kötücül itirazları sonlandığında…

Kılıçdaroğlu’nun gece CHP genel merkezi önünde toplanan kalabalığa; “Zafer düşmana karşı kazanılır. Zafer değil, bir başarı bu!” sözleri barış dilinin, uygar insana ve lidere yakışan yansımaları, seçim yarışının özü ve özetidir.

O nedenle; ona buna parmak sallama, öfke, tehdit, şantaj, kibir, alaycılık, beka sömürüsü, çadır marketçiliği, en ağırından din ticareti.. yitirmiş; barışı savunarak bu dili kullananlar, özgürlük, hukuk, demokrasi, laiklik, birlikte barış içinde yaşama... yanlıları umut olup kazanmıştır.

Sokrates ve felsefe

Sokrates ve felsefe

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 04.02.2019
Antik Yunan filozofu Sokrates, insanlığın entelektüel tarihini en çok etkileyen kişilerden birisidir. Sokrates sadece diyalog yöntemiyle felsefe yapmayı tercih ederek herhangi bir eser yazmadığı için, onun düşünceleri ağırlıklı olarak öğrencisi Platon’un metinlerinde aktarıldığı kadarıyla günümüze ulaşmıştır.
M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşayan ve Atina kent devletinin bir üyesi olan Sokrates, kentini yönetenlerle birlikte, retorikçilere, yani söylemlerini güzel konuşma ve hitabet sanatı üzerine inşa edenlere karşı mücadele vermiştir.
Çünkü Sokrates’e göre, gerçeğe ulaşmak için, mitos’tan logos’a, yani söylenceden akıl yürütmeye geçmek gerekiyordu. Oysa güzel konuşma ve hitabet yeteneği ile en büyük yalanlar ve yanlışlar, doğru ve gerçek gibi ortaya konabilir, insanlar yanlışın doğru, doğrunun yanlış olduğuna dair ikna edilebilirler. Sokrates’e göre retorikte önemli olan gerçeği kavramak ve bilmek değildir, önemli olan insanları ikna etmektir. Oysa bir kişinin bir konuda ikna olması ve bir şeye inanması, o inancın doğru olduğu anlamına gelmez. Bir şeye inanıyor olmak, o inancın doğruluğunun güvencesi ve gerekçesi olamaz.
Sokrates bu nedenle retorikçilerle filozofları keskin bir biçimde ayırmıştır. Çünkü felsefe bilgelik sevgisidir, filozof da bilgeliği seven ve bilge olmak için çalışan kişidir. Bilge olmak için de gerçeğin bilgisine ulaşmak doğrultusunda mücadele vermek gereklidir. Bu da ancak akıl yürütme ile olanaklıdır.
Sokrates, sorgulanmamış ve irdelenmemiş bir yaşamın yaşanmaya değmeyeceğini söylemiştir. Bu nedenle yaşamı boyunca ahlak, erdem, adalet, siyaset, devlet, gerçeklik, bilgi, varlık gibi konularda sorgulayıcı ve analitik düşünceler geliştirmiştir.
Sokrates ahlakı alışkanlıklara, törelere ve geleneklere indirgememiş, ahlakı erdemli olmakla ilişkilendirmiştir. Alışkanlıklara, törelere ve geleneklere göre yaşamak kolaydır, erdemli olmak ise zordur. Yaşamın amacının iyi bir ruhu taşımak olduğunu söyleyen Sokrates, iyi bir ruhu taşımak için erdemli olmanın zorunlu olduğunu vurgulamıştır. Sokrates adalet, cesaret, dostluk gibi değerleri de temel erdemler olarak ortaya koymuştur.
Sokrates, erdemli olabilmek için de akıl yürütmenin zorunlu olduğunu vurgulamıştı. Analitik bir zihine sahip olan Sokrates, erdemleri kavramadan erdemli olunamayacağını düşünüyordu. Erdemleri kavramak da onların anlamını, onların tanımını, onların özünü kavramak demekti. Dolayısıyla adaleti adalet yapan şeyin, cesareti cesaret yapan şeyin, dostluğu dostluk yapan şeyin ortaya çıkartılıp kavranmasıyla bu erdemlere sahip olunarak yaşanabilirdi. Bu anlamda teori ve pratik bir bütünün iki parçasıdır.
Sokrates’e göre felsefe sadece teorik bir şey olmadığı gibi, sadece pratik bir şey de değildir. Filozof sadece belli başlı eylemlerde ve seçimlerde bulunup, bunların akıl yürütmelerinden ve gerekçelendirmelerinden kaçan kişi olamayacağı gibi, sadece akıl yürütmelerle ve gerekçelendirmelerle uğraşıp bunlardan kopuk yaşayan, düşünceleriyle eylemleri arasında tutarsızlık yaşayan kişi de değildir.
Sokrates bu bağlamda, adalet adını verdiği erdeme o kadar büyük önem vermiştir ki, adalete aykırı eylemlerde bulunan bir kişi olmaktansa, adaletsizliğin mağduru olmanın daha iyi olacağını bile söylemiştir. Çünkü adaletsizliğin mağduru olan kişi acı çeker, ama adalete aykırı eylemde bulunan kişinin karakteri yozlaşır. Adalete aykırı eylemde bulunan kişi iyi bir ruhu taşıyamaz.
Sokrates tüm bu nedenlerden dolayı M.Ö. 399 yılında, Atina kent senatosu tarafından, gençlerin zihinlerini bulandırmak ve tanrılara karşı gelmek suçlamasıyla ölüme mahkûm edilmiştir.
İşte bunlardan dolayıdır ki, Türkiye’nin en çok gereksinim duyduğu şey felsefedir.

YASA ve DÜZEN

YASA ve DÜZEN

Coşkun GÜREL
E. Dz. Albay, ADD Kadıköy Şb. Önceki Başkanlarından

(A.S. : Bizim katkılarımız yazının altındadır..)

İngilizce “Law and Order” tanımın Türkçe karşılığıdır “Yasa ve Düzen”. Toplumun esenlik, güvenlik ve erinci (huzuru) için en temel, vazgeçilemez gereklerinin başında gelir. Açılımında ise öncelikle yasa sözcüğüne vurgu yapmak zorunlu olmalı. Yasa (lar)’ın; bir toplumun tümünü kapsayacak içeriklerde kurumlaştırılması zorunludur. Bu şu demektir ki; toplumu oluşturan bireyler arasında yasa (lar) ayırımsız uygulanmalıdır. Kişilerin, ya da kurumların tamamını kuşatmalı;, ün, konum, varsıllık (zenginlik) ya da yoksulluk gibi bireysel olgu ve derecelendirmeleri hiç umursamadan, dışarıda tutmalıdır. Düzen ise; değinilen yasal ortamın, toplumun tamamına yaygın bir duruş ve değerlendirmenin hiç aksamadan, bağımsız ve özgür görevliler tarafından sağlanması anlamındadır. Bu görevi üstlenmiş olanların gücüne “Yargı Erki” diyoruz. Adalet; bu erkin aksamadan, düzenli ve kapsamlı olarak kullanılması bağlamında gerçekleşebilir. Simgesel olarak gözü kapalı bir bayanın elinde tuttuğu terazi ile bütünleşik bir kavram olan adaletin uygulayıcılarının dayanacakları, gözetecekleri başlıca değer yargıları, kuşkusuz şunlardır :

  • Yasama ve yürütme erklerinin, ayrıca varsılların (zenginlerin) etkisi ve telkinlerinden, özel çıkarlarının baskısından uzak ve bağımsız olmak, vicdani değer yargılarında da yansızlığını korumak.

Türk Ulusu‘nun genel birlik ve bütünlüğünün korunması ve topluca kalkınma, uygarlaşma ve ileri gitme, erinç (huzur) içinde geleceğe yönelme bağlamında Yüce Atatürk’ün  öngördüğü ayrıcalıksız, sınıfsız bir toplum olma ereği nin dile getirilişi işte bu açıdan son derece doğru, geçerli ve uygun bir özdeyiş niteliğindedir.

Şu sıralar giderek koyulaşan, artık taşınamaz ağırlıklara dönüşen, karanlık, ürkütücü ve bunaltıcı çirkinlik, çirkeflik, haddini bilmezlik, bunaltıcı baskıcılık, dayatmacılık ve rezillik ortamında  yaşadıklarımıza bakılırsa; yurdumuzda adalet kavramının yerle bir edildiği açıkça görülmektedir. Bir belirgin mahkeme ile bir başkasının aynı konuda çelişik ve birbirine aykırı kararlar verebilmesi de, artık genel olarak adalete güven duygusunun kalmadığı kaygısını doğruluyor. Durum; çeteleşmenin, elinde şu ya da bu güç elde etmiş olanın, keyfiliğin, haksızlığın, şiddetin ve kaosun derinleştiği, yarınların değil, günün bile güvensizliğinin egemen olduğunu en çarpıcı biçimlerde gündemde tutulduğunu apaçık yansıtıyor.

Bu bir çöküştür, bitiş, tükeniş ve yokoluşa yönelmedir!

Kimse kendi konumunun aynen süreceği ya da, daha üst düzeylere tırmanabileceği aymazlığına düşmemelidir. Hepimizi kuşatan girdap (burgaç), ayrım gözetmeksizin tümümüzü yutacak boyutlara varmıştır artık.

Duraksamanın, bu körlemesine doludizgin gidişin karşısında beklemenin, şu ya da bu safsatalarla eylenmenin zamanı geçmiştir. Yasa ve Düzenden eser kalmadığını anlayamamanın, tam tersine gücü gücüne yetenin ön aldığını görememenin ve engellememenin, tarihsel ölçeklerde çok büyük, ileride taşınması olanaksız bir suç niteliğine dönüştüğünü algılamak artık kaçınılmaz zorunluluk olmuştur.

===========================================================

Değerli Sitemiz okurları,

Dostumuz Sayın E. Dz. Alb. Coşkun Gürel‘in yazısını kaygı ile ürpererek okuduk ve paylaşma zorunluğu duyduk..

ADD Kadıköy Şubesi’nin başkanlığını yaptığı 90’lar sonu – 2000’ler başındaki yıllarda son derece başarılı ve verimli hizmeleri olnuştu. Biz de ADD Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi ve Marmara Bölge sorumlusu idik. İşbirliğimiz çok keyif verici ve verimli idi. Dayanışma ve destekleri için bir kez daha buradan açıkça teşekkür ediyoruz. 80’i geçen yaşına karşın Sn. Gürel pırıl pırıl bir zihne sahip.. Yukarıdaki yazısı da bu gerçeğin kanıtı değil mi?? Bu önemli yazının kritik son bölümünü, yineleme pahasına aşağıda bir kez daha sunmak istiyoruz hoşgörünüzle :

  • Bu bir çöküştür, bitiş, tükeniş ve yokoluşa yönelmedir!

  • Kimse kendi konumunun aynen süreceği ya da, daha üst düzeylere tırmanabileceği aymazlığına düşmemelidir. Hepimizi kuşatan girdap (burgaç), ayrım gözetmeksizin tümümüzü yutacak boyutlara varmıştır artık.

  • Duraksamanın, bu körlemesine doludizgin gidişin karşısında beklemenin, şu ya da bu safsatalarla eylenmenin zamanı geçmiştir. Yasa ve Düzenden eser kalmadığını anlayamamanın, tam tersine gücü gücüne yetenin ön aldığını görememenin ve engellememenin, tarihsel ölçeklerde çok büyük, ileride taşınması olanaksız bir suç niteliğine dönüştüğünü algılamak artık kaçınılmaz zorunluluk olmuştur…

    *****

    AKP iktidarının kendisi ülkemiz ve hatta bölgemiz için en büyük güvenlik sorunu hatta tehdit durumuna gelmiştir..

    Bu durum kabul edilemez, sürdürülemez ve katlanılmaz aşamadadır.
    Dün 24 insanımızı yitirdik ama RTE bu akşam kızını nikah kıyıyor..
    Olacak şey midir??
    Hangi vicdana sığar ve gerçekte anlamı nedir bu davranışın??

  • Ya AKP aklını başına alacak yola gelecektir, ya AKP’nin sağduyulu yöneticileri vahim gidişe “dur” diyeceklerdir ya da Ulusumuz bir kez daha kendi yazgısına el koyacaktır. 

    Başka yol var  mı, kaldı mı ? AKP – RTE bıraktı mı??

  • RTE, Türkiye’yi ve AKP’yi daha da öte felaketlere sürüklemeden mutlaka frene basmalıdır 
  • Ya da mutlaka engellenmelidir, engellenecektir..
  • Bir faninin akıl dışı kör hırslarına 80 milyonluk bir ülke ve ulusun geleceği
    feda ve kurban edilemez..

    Asla ve kat’a!

    Böylece bilinmesinde ve bu şaşmaz tarihsel gerçeğin tez elden kabulünde sayısız yarar var..

    Sevgi ve saygı ile.
    14 Mayıs 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Cüneyt ÜLSEVER : Merdan Yanardağ üzerinden Ergenekon Davası!


Dostlar,

Sayın Cüneyt Ülsever‘in aşağıdaki yazısı üzerinde düşünmeye değer..

Ergenekon Davası‘na bakan özel yetkili İstanbul 13. ağır Ceza Mahkemesi
5 Ağustos 2013 günü gökten zembille yağdırırcasına onlarca yıl ağır hapis cezalarına, müebbetlere, ağırlaştırılmış müebbete, 2 kez müebbete.. hükmederken; tutuksuz yargılanan sanıklardan hapis cezası verdikleri hakkında yakalama kararı çıkarmaktan da geri durmadı. Oysa hükmünün Yargıtay’da onanmasını bekleyebilirdi.. Onanmazsa kendisine dönecek, kendisi direnecek
ya da uyacak; son sözü Yargıtay Ceza Genel Kurulu söyleyecekti.
Hüküm kesinleşene dek de bu kişiler hapse konulmayacaktı. Nereye kaçacaklar? Bu güne dek hangisi kaçtı? Hangi delili karartacaklar? Hüküm verilmedi mi? Yargılama tutuksuz yapılmadı mı bu kişiler açısından?? Yurt dışına çıkış yasağı, adli denetim önlemleri yetmez miydi? Yaşları 70’i geçmiş insanları hüküm kesinleşmeden hapse atma eyleminin adı “yargıçlık, yargılama” mıdır??

Ellerindeki dava sonlandığında kendiliğinden tasfiye olacak olan bu mahkeme, kararından öylesine emin olsa gerek ki, hükmü onanmazsa insanların haksız yere hapis yatmaları olasılığını gözetme gereği duymamakta.

Acaba Yargıtay temyiz aşamasında tutuksuz yargılama kararı verir mi?
Hangi Yargıtay? Yeniden yapılandırılırken 160 üyeye bir çırpıda kavuşan Yeni Yargıtay mı??

Balyoz davası temyizinde sanık ve savunmanlarının savunma süreleri kısıtlanmazken bir de baktık ki YAŞ toplandı, hala tutuklu ama hükümsüz paşalar emekli edildi..

Sanırız, hatta korkarız; VİCDAN, ADALET, İNSAF, HAKKANİYET..
gibi sözcükleri devr-i AKP‘de sözlüklerden ve dillerden düşürmek gerekecek.

Yerlerine neler konduğunu hadi biz söylemeyelim;
TCK’dan eylemimize uyan bir madde bulmak çok da zor olmasa gerek..

Ne acı ki, ülkemizde hiç kimse hukuk devleti güvencesinde değil!

Çok yazık, çok..

Hukuksal çözümü bilerek olanakszılaştırılan bu davada tek çare “AF” olarak mı adreslenmektedir? Anayasa md. 10 uyarınca hiç ayırım yap(a)madan mı?
İmralı sakinini hedefleyerek mi?

Bu ne lanetli senaryodur, nerede ve kimlerce yazılmıştır?

Ama zamanla mutlaka çözüme kavuşturulacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
Tokat, 8.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Merdan Yanardağ üzerinden Ergenekon Davası!

Merdan Yanardağ üzerinden Ergenekon Davası!

Cüneyt ÜLSEVER

Önce önemli bir not:

Gayet açıktır ki bu ülke değerli olan insanına değer vermiyor, değersiz olanı ise
baş tacı ediyor.

TRT prodüktörü Servet Somuncuoğlu’nu çok genç yaşta ve en verimli çağında kayıp ettik. Ancak o esasen köküne kadar bir araştırmacı idi. Bu değerli insanın ölümü ile ilgili haberi sadece Yeniçağ ve Cumhuriyet’te görebilmek içimi kanattı.
O benliğini insanı insan yapan “merak güdüsü”nü besleyen araştırmacılığa adamıştı. Kanaatlerini masa başında değil, bizzat yaptığı araştırmalarla oluşturma terbiyesine sahipti. Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk kültür tarihinin izlerini yaptığı kapsamlı araştırmalar ile takip etti.

550 sayfalık “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” adlı eseriyle Türk kültür tarihi alanında çığır açtı. Türk milletinin atalarının hüküm sürdüğü 6 ülkeyi 4 yıl boyunca dolaştı. 150 bin km yol kat etti. 138 gün, 65 ayrı alanda saha çalışması yaptı.

Değerli dostum Servet Somuncuğlu’na Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine sabır dilerim!

***

Aynı gün bir başka dostum Merdan Yanardağ da Ergenekon Davası’nda hüküm yedi. Meğerse 1 yılı aşkın süredir Yurt Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği’mi yapan Yanardağ, lideri dâhil organizasyon yapısı tarif edilemeyen “Ergenekon Terör Örgütü”nün basından sorumlu üyesiymiş! Bizi engin hoşgörülü,
yüksek düzeyde sabırlı tavrı ve beyefendi görünümü ile örgüt adına oyalayarak kullanıyormuş ama bu durumdan yılların gazetecileri ne Ayşenur’un, ne Mustafa’nın, ne Yaşar ne de Haluk Hocaların, ne İdris’in, ne Cevher’in, ne Atilla’nın, ne de
yayın yönetmenlerinin haberi varmış!

Mahkeme hepimizin uyanmasına vesile oldu.

Merdan Yanardağ beni, Hürriyet’ten kovulduktan sonra, kurulmakta olan Yurt Gazetesi’ne davet ettiğinde çok şaşırmıştım. Değme “sahibinin sesi”
üfürük liberal-demokratlar beni Hürriyet’ten savmak için ne dümbelekler çevirdiler ama sosyalist Merdan bana gazetesinde yer verdi!

Tanıştığımızda anlatmıştı. Tuncay Özkan ile Kanaltürk’te birlikte çalıştığı için
5 yıl önce gözaltına alınmış ve ifade vermişti. 5 yıl boyunca bu insan ne kaçtı,
ne delil kararttı. Yalnızca gazetecilik yaptı ama ceza yemekten kurtulamadığı gibi hakkında “yakalama” emri çıktı!

Mahkeme, Yargıtay kararını beklemek yerine bir gazeteciyi daha içeri atmak hevesinde!

Bakalım ne olacak?

***

Neydi Merdan Yanardağ’ın suçları?

1) Kitap yazarak, “Cemaat” hakkında benim bazı görüşlerine katılmadığım olumsuz saptamalarda bulunmuştu. Mahkeme tıpkı Hanefi Avcı’ya yaptığı gibi
Merdan Yanardağ’dan da intikam almak istiyor.

Ancak  Bediüzzaman Said Nursi öğrencilerinin oluşturduğu Risale-i Nur Forum’a göre:

“İntikam” kelimesinin dilimize geçmiş manası “öç almak” olduğu halde, Allah (CC) için kullanıldığında ise ‘dilediğini suçuna denk bir ceza ile cezalandırmak suretiyle adaleti sağlamak’ manasına gelmektedir.”

Bu anlamda Allah’tan başka “gerçek” intikam sahibi yoktur.

İnsanoğlu intikam ile sadece öç alır!

2) Muhalif Yurt Gazetesi’ni çıkarmış, hiç reklam yapmadan, doğru dürüst reklam alamadan muazzam bir başarı ile gazetenin tirajını 70 binlere çıkarmış,
Yurt’u ciddi bir muhalefet gazetesi haline getirmiştir.

Yanardağ’a verilen ceza ve yakalama emri Ergenekon Davası kararlarını
büyük ölçüde yönlendiren ruh halinin bir özetidir:

1) Senin hakkında iddialarda bulunan herkesten intikam al!

2) Sana ciddi muhalefet yapan herkesi susturmaya çalış!

***

Nitekim Ergenekon Davası’na bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanlığını yaptığı sırada görevden alınan Hâkim Köksal Şengün kararlarla ilgili diyor ki:

“1) Dosyadaki hiçbir sanık hakkında eylemlerle bağlantı kurulmadı.

2) Deliller eşliğinde suçlama getirilmedi.” (odatv-07.08.2013)

Yukarıdaki 2 saptama hukukta “hükmün” temel yol göstericisidir.

  • Suç
    i) somut eylemlere bağlanmadan,
    ii) somut eylemlere de delil getirilmeden “hukuki hüküm” oluşamaz!

Mahkeme büyük ölçüde tek başına delil oluşturamayan

i) telefon dinlemelerine ve
ii) gizli tanık ifadelerine dayanarak “hüküm” değil, “kanaat” oluşturmuştur.

***

Nitekim İngiliz Times Gazetesi mahkeme kararlarını “Erdoğan’ın düşmanları cezalandırıldı” başlığıyla verdi. Gazete davayı “İslamî eğilimli Türk Hükümeti‘nin ülkenin laik tabakasını tasfiye etme girişimi olarak” görüyor.

Öte yanda, Salı günü iddia ettiğim gibi beraber yola çıktıkları “Ergenekon Davası”nda ABD ile RTE bu kararlar yüzünden de kapışacaklar gibi!

Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, Ergenekon Davası’nda verilen cezalar hakkında yorum yapmak için temyiz kararını bekleyeceklerini ve
sürecin takipçisi olduklarını” açıklıyor. Ancak hemen devam ediyor:

“1) İstanbul’daki özel mahkeme tarafından açıklanan karar ve cezaların sertliğiyle ilgili medya haberlerini takip ediyoruz.

2) Çok sayıda Türk vatandaşının,

dava sürecinin
i) uzunluğu,
ii) şeffaflık eksikliği,
iii) mahkeme kararı ve cezaların verilme şekli bağlamında

ciddi kaygılar dile getirdiğini” de (biliyoruz). (Çeşitli gazeteler)

***

Sanırım, RTE’nin Batı’da zaten muazzam irtifa kaybetmiş itibarına
bir sille de bu dava kararları vuracak!

İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılında Ütopyalarımızı Korumak

Dostlar,

Türkiye İktisat Kongresi‘nin İzmir’de toplanmasının (dikkat buyurulsun, İzmir İktisat Kongresi değil..) 90. yılını gündeme getiren Yaşar Üniversitesi‘ne ve konuyu işleyen yazarlara teşekkür ederiz.

Bilkent Üniversitesi’nden Sayın Prof. Yeldan bu toplantıdan değerlendirmeler sunuyor.

Biz bu Kongre’nin toplanma nedenini, Kemal Paşa’nın Kongre açılışındaki
uzun konuşmasını ve ardından Lozan görüşmelerinin tamamlanmasını dikkate alarak
şöyle açıklıyoruz :

– Batı, Lozan’da “Kapitülasyon” dayatması yapmış ve Atatürk’ün kesin talimatı bağlamında Başdelege Dışişleri Bakanı İsmet İnönü görüşmeleri keserek Ankara’ya dönmüştü. Bilindiği gibi Lord Cürzon mali şantaj yapmıştı İnönü’ye.. Ülkemizin harap ve yıkık olduğunu, paramızın olmadığını ve çok geçmeden gelip diz çökerek borç para isteyeceğimizi, bu paranın kendilerinde ve ABD’de olduğunu ve Lozan’da Türklerin reddettiği Batı istemlerini teker teker önümüze koyacağını belirtmişti. İnönü de,
Gelir borç istersek siz de çıkarın cebinize koyduğunuz redlerimizi..” der.

İşte bu kritik kırılmada, büyük önder Mustafa Kemal Paşa Batı’ya bir ileti vermek ister. Ülkemizin ne pahasına olursa olsun ekonomik kalkınmasını da başaracağını ve
bu yüzden Batı’ya diz çökmeyeceğimizi, savaş meydanlarında çok kan dökerek
utku (zafer) kazandığımızı, Osmanlıyı bitiren kapitülasyonları asla kabul etmeyeceğimizi, ekonomik şantaja boyun eğmeyeceğimizi duyurmak ister.

1135 delege 15 gün boyunca bu kritik kongreye büyük özveri ile katılır.
İzmir harap ve bitiktir. Yunanlarca yakılmıştır. Delegeler hanlarda kalmaktadır.

Günümüzde bile olağan bir kongre için 1135 delege rakamı çok büyüktür,
süre de son derece uzundur. Kemal Paşa, Kongre açılışında 1,5 saat süren önemli bir konuşma yapar. NUTUK (Ekim 1927), Dumlupınar (30 Ağustos 1924) konuşmaları ve bu konuşma, Kemal Paşa’nın en önemli 3 konuşmasıdır.

Batı, iletiyi alır ve “Kemal” in pes etmeyeceğini anlar. Yeniden çağrı yapılır
Lozan görüşmeleri için ve 4 Şubat 1923’te kesilen oturumlar yeniden başlar,
24 Temmuz 1923’te başarıyla sonlandırılır.

Büyük ATATÜRK‘ün strateji dehası bir kez daha ülkemizin önünü açar..

Sevgi ve saygı ile.
27.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Prof. Dr. Erinç YELDAN

portresi

İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılında Ütopyalarımızı Korumak

İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923’te toplandı. Kongrenin biricik amacının Kurtuluş Savaşımızın eseri olan siyasi bağımsızlığımızı, iktisadi bağımsızlık ile perçinlemek olduğu bilinmektedir. 1135 delegenin katılımıyla düzenlenmiş olan Kongre, öncelikle genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız, katılımcı ve ulusal bir ekonomi stratejisinin temellerini atmayı amaçlamış ve bu yönde ülkenin tüm sosyal sınıf ve katmanlarının temsilcilerini bağımsızlık ve kalkınma idealleri etrafında
bir araya getirmiş idi.

Geçen hafta içinde İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılı “21. Yüzyılın Kalkınma Stratejilerini Tasarlamak” temasıyla Yaşar Üniversitesi’nde toplandı. Kongrenin düzenlendiği tarihsel dönemi yakından irdeleyen tebliğlerinde Serdar Şahinkaya ve
İlter Ertuğrul, İzmir Kongresi’nin çoğunlukla basitleştirilerek, iddia edildiği üzere “tıkanmış olan Lozan görüşmelerinde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı’ya
güvence vermek
” üzere alelacele toplanmış bir birliktelik değil, Sivas ve Erzurum kongrelerinin devamı olarak Cumhuriyetimizin ilanından önce bilinçli ve programlı bir şekilde tasarlanmış, iktisadi bağımsızlığa yönelik, Anadolu’nun aydınlanma savaşımını yönlendirecek özgün bir girişim olduğunu vurguladılar.

Prof. Dr. Bilsay Kuruç sunumunda 1920’li ve 30’lu yılların küresel konjonktürü ile günümüz arasında geçişler sağlayarak, çökmekte olan İngiliz hegemonyasındaki
altın standardına dayalı serbest ticaret rejimi ile günümüzün serbestleştirilmiş finans sermayesinin dayanmakta olduğu ABD hegemonyasındaki kapitalist birikim rejiminin çöküşü arasında paralellikler kurdu. Bilsay Hoca, finans kapitale dayalı birikimin artık tıkandığını ve küresel kapitalizmin yeni arayışlarının dünya barışını tehdit etmekte olduğunu vurguladı.

Hasan Ersel Hoca ise, iktisat kuramının artık gelenekselleşmiş önemli kavramlarının ardındaki gerçek anlamları sosyal değerler sistemi içinde değerlendirdi.
Bunlar arasında sıkça dile getirilen rekabetçi piyasa kavramının gerçekten de kaynakların etkin dağılımında ve toplumsal gönenci artırmada kuramsal olarak
en etkili araç olduğunu; ancak kavramın tek bir sorunu olduğunu vurguladı:

Dünyada hiçbir ekonomide söz konusu olmaması…

***
İlkinden 90 yıl sonra toplanmış olan İzmir İktisat Kongresi’nin tüm katılımcıları, küresel ekonominin mevcut geleneksel iktisadi paradigmaların açıklamakta zorlandığı bir kriz içine sürüklenmiş olduğuna vurgu yaptılar. Küresel ekonomide büyümenin kaynaklarında gözlenen niteliksel dönüşümlerin kalkınma yazınının artık gelenekselleşmiş modellerince açıklanabilir olmadığı; yepyeni iktisat paradigmalarının arayışı içinde olduğumuz sıklıkla dile getirildi.

Prof. Dr. Korkut Boratav, küresel ekonomide üretim merkezlerinin batıdan doğuya ve kuzeyden güneye bir eksen kayması içinde olduğu günümüz konjonktüründe,
21. yüzyılın kalkınma stratejilerini tasarlamaya yönelik arayışlarının
muhakkak siyasal iktidar mücadelesiyle iç içe geçmesi gerektiğini vurguladı.

Korkut Hoca ısrarla insanlığın yüzyıllar boyu süregelen adalet, özgürlük ve eşitlik arayışları doğrultusunda ütopyalarımızı korumamızın önemine değindi.
Korkut Hoca’nın sözlerini yeniden anımsayarak

“Adım adım
 ‘aykırı’ düşünmeye yönelmemiz gerekiyor. Önce, bugünün egemen düşünce biçiminin sınırlarını, giderek kurulu düzenin parametrelerini de zorlayarak…”