Kategori arşivi: SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ

Bizim yazdıklarımız, oluşturduklarımız dışında değişik kaynaklardan alarak paylaşılmasını uygun bulduğumuz dosyaları içermektedir.

AKP’ye Karşı Nefs-i Müdafaa : Bugünleri de mi Görecektik ? / Self-defense against JDP as of Turkish Ruling Party!

Konuk yazar Zeki Sarıhan : Seçmeli Kürtçe dersleri hakkında.. / Elective Lectures for Kurdish Teaching

CHP_Milletvekillerine_acik_mektup_Kurtcenin_secmeli_ders_olmasi

Konuk yazar Nazif Ekzen : EKONOMİK KALKINMANIN YENİDEN ÖRGÜTLENMESİ

Ekonomik_Kalkinmanin_Yeniden_Orgutlenmesi_Nazif_Ekzen

Konuk yazar Işıl Özgentürk : İtinayla Tecavüzcü Aklanır

DOSTLAR,

Günaydın!

Bu sabah 2. alıntılama yazı bu..
Az önce Sn. Rifat Serdaroğlu’nun “DOĞAN GÖRÜNÜMLÜ ŞAHİN” başlıklı önemli yazısını sizinle sitemizde paylaştık.

Sn. Işıl Özgentürk’ün yazısı da içimi acıttı..

Bu tür yargılamalarda kimi kez hekim bilirkişi raporarının da pek dikkate alınmaması düşündürücü..

Tamam, yargıç(lar) adaleti gerçekleştirmede temel aktör..
Hukuku, mevzuatı yorumlayacak ve somut olaya uygulayacaklar.

Ancak her şey ama her şey, ADALETİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ için araç değil mi??

Bilirkişi raporlarını görmezden gelmek için yargıcın çok ama çok sağlam gerekçeleri olmalı değil mİ?
Bir rapordan tatmin olunmadı ise 2. bir bilirkişi raporı da istenebilir.
Ama hem yaptırıp (usulen??) hem de gerekçesiz olarak “bildiğini okumak”, yargıçlık kurumuna verilen yetkileri aşar..

Hiçbir yetki mutlak değildir. “Meşruti” dir.. “Şarta bağlı” dır; sınırlandırılmıştır.

Adalet duygusu doyurulmazsa kamu vicdanı tatmin olmaz ve adalete güven sarsılır..
O zaman da çok tehlikeli kimi girişimler gündeme gelebilir..

İHKAK-I HAK!

Yani kendi hakkını kendi almak.. Çok tehlikeli bir aşama..

Özellikle tecavüz davalarında, caydırıcı da olmak bakımından, ceza mevzuatı yaptırım normlarının etkinlikle uygulanmasının yerinde-gerekli olduğu kanısıdayız..

Hele hele Türkiye’de İNSEST maalesef çooook yaygın iken ve halı altına süpürülürken..

7 Haziran 2012 akşamı ULUSAL KANAL’da Dosya Programında İNSEST BEBEKLERİ – KÜRTAJ sorununa değinmiştik..

Sevgi ve saygı ile.
13.6.2012, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================================================================

İtinayla Tecavüzcü Aklanır

Işıl Özgentürk
Cumhuriyet, 12.6.12

Yargıya akıl sır ermez oldu. Özel yetkili mahkemelerin “terörist yaratma operasyonları” ayyuka çıkarken,
özel yetkili olmayan mahkemeler de dört bir koldan tecavüzcü aklama operasyonuna girişmiş bulunuyorlar.

Örnekler o kadar çok ki, hangisinden söz etsem ama genel görünüm; tecavüz sanıkları, küçük kızlarla acımasızca, defalarca arkadan ilişkiye geçen iyi aile babaları, nedense çoğunluğu erkek olan hâkimler ve savcılar tarafından adeta himayeye alınmış izlenimi veriyor olması.

Sanıkların davaya çıkarken kravat takmaları, elleri önünde kuzu kuzu oturmaları hâkimler ve savcıların kadın çığlıklarını unutmalarına yetiyor. Ya da o kadın çığlıklarını mahkeme çalışanları, değerli hukuk mezunları,
farklı algılıyor; algılıyorlar ki, 14 yaşındaki kızların kendi rızalarıyla, arkadan ilişkiye girebileceklerini düşünüyorlar. Kendi rızalarıyla.

Bu konuda ne zaman yazsam, sinirlerim bozuluyor, bir anne, bir kadın olarak, yaşadığım ülkeden utanıyorum.
Tıpkı işkenceyi anlatmaya utanan işkence mağdurları gibi. Bilir misiniz, onlar neden işkenceyi anlatmazlar;
o anda insanlık adına öylesine büyük bir utanç duymuşlardır ki, bu duygu kendilerinde kalsın isterler,
başkalarının aynı utancı duymasını istemezler.

Ama artık yeter, hâkim ve savcı beyler, Yargıtay üyeleri artık yeter. İşte bir tecavüz kurbanının çığlıkları,
tecavüz kurbanı üniversite öğrencisi E.E, size ve kulakları balmumuyla tıkalı herkese sesleniyor; daha doğrusu bir çığlık atıyor, bu çığlık bütün evleri kuşatmalı, bütün işyerlerinden bir rüzgâr gibi geçmeli ve bizleri kendimize getirmeli! İkiyüzlü ahlakımızın kararttığı yaşamları, kendimizin ne kadar vurdumduymaz olduğunu
bu çığlıkla bir kez daha fark etmeliyiz.

İzmir’de E.E. adlı genç kıza köprü altında tecavüz eden Ali Yavaş ve Gökhan Muşmula’nın 24 yıl hapis cezası istemiyle yargılandığı mahkeme, suçları kanıtlanmış sanıklara 14’er yıl 2’şer ay hapis cezası verip ardından Yargıtay onayına kadar tahliye etti. Garip bir durum değil mi? Dedim ya, itinayla tecavüzcü aklanır.

Neymiş efendim, duruşmalar sırasında hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeyen sanıkların, “duruşmalardaki iyi halleri” gerekçe gösterilerek hem cezaları indirilmiş hem de tahliye edilmişler. Şimdi E.E, Amerikan dizilerinde olduğu gibi adaleti kendi başına yerine getirmeye girişse ne olur? Su parasına satılan bir silah alıp tecavüzcülerini vursa,
ne olur? Aynı “duruşmalarda iyi hal” onun için de geçerliğini korur mu? Sanmıyorum,
kasıtlı cinayetten ömür boyu hapis alır.

Neyse ki, o sadece çığlığının duyulmasını istiyor. Çığlığın kanımızı donduran sözcüklerine kulak verelim:

“Yaşadığım şok ve psikolojik çöküntü tartışılamaz. Ben mutlu bir çocukluk geçirdim, mutlu ve birbirine çok saygıyla, sevgiyle bağlı bireylerin olduğu bir ailede büyüdüm. Yaşadığım bu felaketten sonraki süreçlerde de en büyük destekçi ailemdir. Ben bu olayla beraber büyük bir yüzleşme yaşadım, hayatla ve insanın acımasızlığıyla yaşadığım bu yüzleşme hayatımı altüst etti. Ruh sağlığım bozuldu. Her sabah korkuyla uyanmak, her gece ağlayarak kâbuslarla uyanmak hayatımda alışıldık bir hal aldı. Büyük bir travma benim yaşadığım. 1.5 ay hastanede tedavi gördüm. Okul ve sosyal hayatım altüst oldu. 21 Kasım 2010’dan bu yana hiçbir türlü önümü göremedim, gelecek planları yapamaz hale geldim. Suçu kanıtlanmış sanıkların serbest kalmasını mantığım almıyor.

Hâkim bu kararı verirken ruh sağlığı zaten tahribata uğramış ve tedavisi hâlâ devam eden beni hiç hesaba kattı mı? Benim geleceğimi, okul hayatımı hiç hesaba kattı mı? Çok merak ediyorum, tecavüzün ve tecavüzcünün iyi hali
nasıl oluyor?

Bana bu dehşeti yaşattıkları gün tüm yalvarmalarıma ve direnmelerime rağmen yaptıkları bu kötülük ile
tüm hayatımı ve geleceğimi bir çırpıda mahveden bu pisliklerde bırakın iyi hali, insanlık namına görülebilecek
zerre kadar bir değer ya da vicdan yoktu.

Tecavüzcüler kravat taktı diye iyi hal indirimi uygulayıp Yargıtay onayına kadar serbest bırakan hâkim,
onların kravatlarından evvel gelip benim vücudumdaki dikişlere ve iyileşmeyen darp izlerine baksın.

Bu karar en az yaşadığım tecavüz kadar canımı acıttı.”

Hey, kulaklarınızdaki balmumu tıkaçları çıkarın!

==========================================================================================================

Konuk Yazar Rifat Serdaroğlu : Doğan Görünümlü Şahin

DOSTLAR,

Günaydın!

Sn.Serdaroğlu’nun yazısını sizlerle paylaşarak güne başlamak istedim..

Türk Tarihinin çok önemli 2 araştırıcısı Sn. Kazım Mirşan ile Sn. Haluk Tarcan’ın çalışmalarını
özenle izlemek gerekiyor.

“ÖZENLE TECAVÜZCÜ AKLANIR” başlıklı makaleyi de sizlere alıntılayacağım..

İyi bir gün dilerim..

Sevgi ve saygı ile.
13.6.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================================================================================

DOĞAN GÖRÜNÜMLÜ ŞAHİN

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11

Türkiyeli Eşbaşkan Başbakan Erdoğan; “Kürtçülük” konusundaki ortağı “Yeni CHP” için bu tabiri kullandı.
Gençler bunun ne anlama geldiğini bilmezler. Koç grubunun “Şahin” adı ile ürettiği bir araba vardı.
Daha sonra, bir üst model olarak “Doğan” marka bir araba üretildi.

Bazı uyanıklar Şahin’e, Doğan görüntüsü vererek satmaya başladılar. Bu deyiş, o zamanlardan kalmadır.
Kökeninde aldatma-kandırma-hile vardır. Her nedense Tayyip Bey verdiği örneklerde ya “yemek”, ya “aldatmak”,
ya da “asmak-kesmek” gibi deyimler kullanır. Aklından hiç çıkmıyor herhalde… Türkiyeli Başbakan Erdoğan’a ve
“Kürtçe Eğitim” konusundaki destekçisi Kılıçdaroğlu’na, 20 yıllık bir ilmi çalışmadan söz etmek istiyorum.
Umarım yararlı olur.

İstanbul Üniversitesi ve Türk Tarih Kurumu tarafından “Şeref Payesi” verilen değerli bilim adamı Arkeolog-
Profesör Dr. Afif Erzen, 1967 yılında, İstanbul Üniversitesine bağlı “Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırmaları Merkezini” kurmuştur.

Bu merkezde tanınmış Türk Profesörlerin yanında, yabancı Profesörler de çalışmıştır. Bunlardan biri,
Ermeni sorununa ışık tutmuş ve ekibiyle 1984 yılına kadar bu merkeze çalışan Profesör Erich Feigl’ dir.
20 Yıllık çalışmanın sonucunda ulaşılan gerçekler;

 Türkler, yani atalarımız, M.Ö 13.000 yılında Anadolu’ya göç etmişlerdir. Yani bizler, 15.000 yıldan beri Anadolu’nun sahibiyiz.
 Türkler, GÖÇEBE değil, GÖÇMEN olarak, Anadolu’yu yurt edinmek için gelmişlerdir.
 Türkler, o tarihlerde “Yazı” sahibidirler.
 M.Ö 14.000 tarihli ORAL dağlarındaki Şölgen taş mağarasında, Rus ve Fransız araştırmacılar tarafından bulunan yazıtlarda, Türklerin Tanrının Birliğine inandıkları yazmaktadır.
 Kırgızistan Saymalıtaş Vadisi’nde bulunan eserlerde; Türklerin tekerleği icat ettikleri, tekerlekli sabanla çift sürdükleri, Geyik-At- Köpek gibi hayvanları evcilleştirdikleri kanıtlanmıştır.
 Türkler, ileri seviyede bilgi ve düşünce sahibi olarak Anadolu’ya göç ettiler ve Anadolu’nun “Dip Kültürünü” oluşturdular…

Bu gerçeklere;

• Van Bölgesi esas alınarak, Mağara ve Kaya altı- Kaya üstü resimlerin M.Ö. 13.000-6.000 tarihleri arasında olmaları,
• Bu resimlerin eşleri ya da benzerlerinin Orta Asya’dan itibaren mevcut olmaları,
• Kâzım Mirşan’ın okuduğu 40 kadar yazıtları,
• Servet Somuncuoğlu’nun, Çin’den İzmir’e kadar çekilen bir hattın kuzey ve güneyindeki, milyona erişen sayıdaki resim ve kaya yazıtlarından,
• Ankara yöresinde bulunan 5.000 kaya resminden, ulaşılmış ve kanıtlanmıştır…

Gelelim bize hala okutulan Batı Merkezli tarihe;

Batı merkezli tarih, Emperyalistlerin gereğinde çıkarlarına uygun bir “yapay devlet” kurabilmeleri için,
Doğu Anadolu’yu bilerek tarihsiz bırakmıştır. Bunlara göre Türkler, Anadolu’ya M.S. 1071 yılında gelmiştir.
Türkler, Anadolu’ya geldiklerinde kültürsüz, bilgisiz çoban sürüsünden oluşan göçebelerdir!…
Türkleşmesi M.S. 1071 tarihinden sonra başlamıştır.
Resmî, yani Batının istediği Türk Tarihi ve okullarımızda maalesef hala okutulan tarih, Batı Merkezli Tarihtir.
Bilinmesi gereken bu tarihin, maksatlı yazılmış bir tarih olduğudur.

Kanıtlanmış bilimsel gerçeklere göre, bizler Anadolu’nun 15.000 yıllık sahipleriyiz.

– Bu tarihten sonra Anadolu’ya gelenler sahiplik iddiasında bulunamazlar.
– Anadolu’nun Hıristiyanlaştırılması çalışmaları, Hazreti İsa’nı müritlerinden Saint Paul’un M.S. 7. Yüzyılda Anadolu’ya gelmesiyle başlamıştır.
– Alt kimlik, Üst kimlik, Anayasal kimlik, 47 Etnik köken iddiaları, Anadolu’yu parçalamak ve
Türkleri etkisiz hale getirme çabalarıdır.
– Bunlar Sevr’i hortlatmak için ileri sürülmüş bahanelerdir…

Bu bilimsel gerçekleri;

 “Doğan Görünümlü Şahin” deyişini kullanan, “Çağdaş Görünümlü Badem” ile “Atatürk Milliyetçiliği” ilkesine inandığını söyleyen, “Genel Başkan Görünümlü Kuzu Muhalefet” bilsin istedik. Belki faydası olur, okurlarsa.
 Bu yazıyı okuyanların veya ele geçirenlerin, “Ne Mutlu Türküm Diyene, sözünü her yere yazmak, ilkelliktir.” diyen Çankaya’daki Abdullah Bey’den saklamalarını rica ederim. Bırakın o, bildiği gibi davranmaya devam etsin…
Not; Bu çalışmayı bana gönderen Sayın Haluk Tarcan’a teşekkür ederim.

Sağlık ve başarı dileklerimle.

13 Haziran 2012

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11

Prof.Dr.Ali Ercan : ADD 12. Genel Kurulu’nda Bilim Danışma Kurulu Adına Konuşması

Ali_Ercan’in_BDK_adina_ADD_Genel_Kurul_Konusmasi_ 9.6.12

Konuk yazar Suay Karaman : Laiklik tehlikede mi? / Is secular regime under danger in Turkey?

Laiklik_tehlikede_mi_11.6.12

Konuk yazar : Politikada Roller Değişirken / Emre Kongar, 9.6.12/Cumhuriyet

AYDINLANMA

Emre Kongar

ekongar@cumhuriyet.com.tr
9 Haziran 2012, Cumhuriyet

Politikada Roller Değişirken…

Bir bölümü zaten başlamış olan ama medya tarafından görülmeyen, görülmek istenmeyen… Bir bölümü ise yeni ortaya çıkan olaylarla dikkat çekmeye başlayan değişim rüzgârları politikaya egemen olmaya başladı.AKP’nin ve CHP’nin, kamuoyu tarafından algılanan imajları, rolleri ciddi değişimlere uğruyor… İktidar yanlısı medya ne kadar görmezden gelmeye çabalarsa çabalasın, artık bazı gerçekler
su yüzüne çıkıyor.

***

Birinci olarak, statükoya karşı iktidara geldiğini öne süren AKP artık iyice, hem devraldığı hem de kendi yarattığı statükonun temsilcisi durumuna geldi.
Zaten tam hâkim olduğu bürokrasiye ek olarak, devletin, yani ordunun, yargının, üniversitelerin
ve özerk, yarı özerk kurumların tam denetimini ele geçirince, bu kurumlardaki geleneklerin ve kendi yarattığı değişmelerin koruyucusu, savunucusu, statükonun temsilcisi oldu.

İkinci olarak, CHP, iktidar ve iktidar çizgisindeki medya tarafından sürekli olarak suçlandığı haksız eleştirilerden bir ölçüde de olsa kurtuldu, özellikle Kürt sorununun çözümü açısından değişimin öncüsü haline geldi.

Aslında CHP uzun bir süredir değişimin öncülüğünü ve sözcülüğünü yapıyordu ama kimse buna kulak asmıyordu…
Hukuk devleti ve sosyal devlet konusundaki önerileri, eğitim, sosyal güvenlik, insan ve kadın hakları projeleri tam bir değişim programıydı…

Fakat iktidar yanlılarının her türlü sesi bastıran gürültülü korosu bu gerçeği bastırıyordu. Aynı durum Meclis çalışmaları bakımından da geçerliydi:
Örneğin Meclis’e verdiği “faili meçhul cinayetler oruşturması” önergeleri sayısız kez iktidarın oylarıyla reddedilmişti ama kimse bunun üzerinde durmuyordu…

Üçüncü olarak, AKP iktidarının iddia ettiği “değişim” ile aslında demokratik rejimi altüst eden otoriter ve dogmatik bir yapı hedeflediği artık iyice anlaşıldı:
Uludere faciası, kürtaj konusu, 4+4+4 eğitim projesi, THY grevinden sonra gelen grev yasağı, başkanlık rejimi tartışmaları zaten 2010 referandumuyla ortaya çıkan otoriterleşme eğilimlerinin somut sonuçları oldu.

Dördüncü olarak, AKP iktidarı, izlediği genel politikalardaki tutarsızlıkları açısından kamuoyunun güvenini yitirmeye başladı.Kürt sorununun çözümü konusunda Habur’dan Uludere’ye uzanan büyük yalpalama, AB konusunda, tam üyelik müzakerelerinin başlamasından, bugün durma noktasına gelen ilişkilerde görülen büyük değişim, bütün temel politikaları bakımından AKP’ye olan inancı sarstı.
Beşinci olarak, AKP iktidarı, devraldığı veya kendi yarattığı sorunları çözemediği gibi, bu sorunların çözüm çabaları sırasında veya çözümsüzlük noktasına geldiğinde bunların üzerini örtmek için yeni sorunlar üreten bir duruma düştü. Örneğin, Uludere konusundaki büyük fiyasko ve bunun üzerini örtmek üzere başlattığı kürtaj tartışması, durup dururken ülkede yeni gerilimler ve kamplaşmalar üretti.
Altıncı olarak, toplumun en önemli kesimleri olan kadınları, gençleri ve öğrenci velilerini, emekçileri açıkça karşısına aldı.

Kamu işçilerine verilen yetersiz zam, 12 Eylül askeri döneminde bile yasaklanmayan hava taşımacılığındaki grev hakkının yasaklanması, anlamsız ve lüzumsuz bir kürtaj tartışması, üniversiteye giriş sınavındaki söylentiler, ilk ve orta öğretimdeki yeni sorunlar,
AKP’nin geniş kitleler arasında algılanan imajını olumsuz etkiledi.

Yedinci olarak, AKP-Gülen Cemaati ittifakı, iktidar paylaşımı konusunda sorunlar yaşamaya başladı, çatlaklar kamuoyuna iyice yansıdı; güç odağının kim olduğu konusunda kuşkular doğdu.

Sekizinci olarak, hukuk devleti ihlalleri ve yargılamalardaki sorunlar, AKP’ye destek veren
AB ve ABD’de bile artık sabırları taşırdı, uluslararası eleştiriler arttı.

Dokuzuncu olarak, terör gibi, işsizlik gibi, bağımsız ve tarafsız yargı gibi sorunlar çözülemedi, müzminleşti; fatura elbette 10 yıldır iktidarda olan AKP’ye kesildi.

Onuncu olarak, Suriye konusunda ortaya çıkan ciddi bir sıcak savaş olasılığı herkesi korkutmaya başladı.
On birinci olarak, eskiden umutla AKP’ye destek vermiş olan her kesimden vicdanlı bazı yazarlar, yukardaki gerçeklerin ışığı altında iktidarı eleştirmeye başladı.

***

Sonuç olarak AKP, değişimi değil statükoyu, çözümü değil sorunları temsil eden bir rol değişimine uğruyor.

CHP’nin ise eline geçirdiği kendini ifade etmek
ve toplumsal umut olma fırsatını nasıl değerlendirebileceğini zamanla göreceğiz!

ADD 12. Genel Kurulu’na çağrılan Silivri’de tutuklu Doğu Perinçek’in Tarihsel İletisi

ADD_12._Genel_Kuruluna_iletisi_9.6.12