Kategori arşivi: Hekim Saltık

HALK TV Programımız – 10 Temmuz 2021

Dostlar,

10 Temmuz Cumartesi günü saat 16:00’da, HALK TV’den Sn. Mehmet Bal’ın konuğu olduk.
Duyuruyu aşağıdaki gibi paylaşmıştık hesaplarımızda..


Konumuz; SALGIN İYİ YÖNETİLEMİYOR.. OLASI RİSKLER VE YAPILACAKLAR

Sn. Bal, salt bizim konuştuğumuz bölümleri (öbür konuk ABD’den Sn. Prof. Dr. Derya Unutmaz idi) birbirine ulayarak (montajlayarak) youtube erişkesini (linkini) bize bu gün ulaştırdı. Aşağıda sunuyoruz.. (20 dk.)

HALK TV‘ye, başarılı programcı Sn. Mehmet Bal’a ve izleyenlere – izleyecekler teşekkür ederiz.

Gerçekleri öğrenmek ve yaymak üzere herkesten üzerine düşeni yapmasını bekliyor, diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 11 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

Olası Bir Felaketi Önlemek!

Prof. Dr. Çağatay GÜLER
Halk Sağlığı Uzmanı, Çevre Sağlığı Uzmanı 

Cumhuriyet, 08 Temmuz 2021

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Gün boyu çok şiddetli yağışların etkisi altında kaldı kentlerimiz. Adana-Ankara-İstanbul tren seferleri durduruldu. Haberlerde, altı boşalarak toprak setleri arasındaki köprüler dizisine dönüşmüş rayların görüntüsünü veren televizyon kanalları tren seferlerinin durdurulmasıyla “olası bir felaketin” önlendiğini bildiriyorlardı. Ardından çöken asfalt görüntüleri, asfaltta oluşan derin kuyu. Bir başka görüntüde dörtte üçü yardan aşağı akmış şehirlerarası yollar. O sırada oradan arabaların geçmemiş olması, birkaç arabanın da durumun farkına varıp durabilmesi “olası bir felaketi” önlemiş!

Demek ki o yolun yapımındaki yanlışlıkları ve hırsızlıkları sorgulamakla zaman yitireceğimize, yağmur yağacağı zaman şehirlerarası ulaşımı durdurursak olası birçok felaketi önlemiş olacağız! Yıllar önce bir gece yarısı, salgın ihbarı yapan muhtarın söylediklerini anımsıyorum. Gerekli önlemleri almak ve filyasyon çalışmaları için hemen gitmemiz gereken köy coğrafi olarak yalıtılmış bir bölgedeydi. Ekibin güvenliği için ısrarla yolun durumunu sorgulayınca muhtar acımasız bir kara mizahla kestirip atmıştı:

  • “Merak etme, müteahhit yolu değil, kazma kürekle yaptık biz o yolu!”

DÂHİYANE YAKLAŞIM (!)

Kırk yıllık Halk Sağlığı Uzmanıyım. Eğitimimiz ve çalışma yaşamımız bu alanda çalışan bizlere koruyucu önlemlerin ne kadar önemli olduğunu yüzlerce kez göstermiştir. Birilerinin de bunların önemini kavraması için yıllarımızı verdik. Ama yukarıdaki “olası bir felaketi önlemeye” yönelik yaklaşımın teknolojik altyapıdan zarar görmemek için kullanılabileceğini bilmiyorduk.

Bize göre bilim ve teknoloji devreye girer ve sorun biterdi. Yeni yaklaşımı önce biraz yadırgasam da sonra mantıklı geldi! Bu yöntemin dünyanın hukuk, eğitim ve demokrasi yoksunu, geri kalmış bölgelerinde işe yarayacağını anladım. Bizim yöntemimiz yanlışmış. Ne diyordu aktör, güldürü sanatçısı, yazar ve yapımcı Emo Philips:

  • “Her akşam yatmadan önce yeni bir bisikletimin olması için Tanrı’ya dua ederdim. Ancak bir gün, yöntemin bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim; yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce günahlarımı affetmesi için dua ettim…”

Gerçek bir cinayet oldukları halde kaza, özellikle iş kazası süsü verilerek örtbas edilmeye çalışılan olayların gerçek nedenlerini, alınmamış olan önlemleri sıralamak sizi kötü adam yapacaktır. Demek ki “olası bir felaketi” önlemek için bu cinayetler görmezden gelinmelidir!

Çevre kıyımlarının bölgede yaşayanlara, gelecek kuşaklara ve diğer canlılara vereceği zararları önlemeye çalışırsanız kendi çocuklarınızı karşınıza diker, koşullandırılmış kalabalıkları üstünüze kışkırtırlar.

  • “Olası bir felaketi önlemek için” çevre ve ekoloji duyarlılığı bir yana bırakılmalıdır!

BİLMENİN HUZURSUZLUĞU…

Sorumluluk duygusu yaşamı zorlaştırır..

Gerekeni yapmak için hırpalanmayı, örselenmeyi göze alır, engelleri ve güçlükleri bahane olarak kullanamazsınız.

  • “Olası bir felaketi önlemek için” sorumluluk duygusundan kaçınılmalıdır!

Bilmek huzursuzluk nedenidir.
Bilgi sorgulamayı getirir.
Her türlü sorgulama düşünmeye “ve hatta” eleştirel düşünmeye yol açar.
Düşünürseniz konuşursunuz, haklarınızı kullanmaya kalkarsınız.
Sonuçta hırpalanır, dövülür, sövülür en sonunda bir bahaneyle tutuklanırsınız.

“Olası bir felaketi önlemek için” eğitim ve öğrenimden, okuyup yazmaktan bile kaçınılmalıdır!
===========================

Dostlar,

Bilge Çağatay Güler ile Hacettepe Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Bölümünde 11 Kasım 1978’de birlikte Tıpta Uzmanlık Eğitimine başladık.
Demek oluyor ki, o gün başlayan kadim dostluğumuz 43. yılını bitirecek birkaç ay içinde. Çağatay 1975’te Hacettepe Tıp’tan mezun olmuş ve temel tıp dallarından Fizyoloji Uzmanlık eğitimini tamamlamıştı, 2. bir uzmanlığa başlıyordu. Biz 1977 İstanbul Tıp mezunu idik ve 1 yıllık alan (saha) çalışması sonrası Doğu Anadolu’dan geliyorduk.

Çağatay ayrıca Halk Sağlığı alanında Doktora da (PhD) yaptı.. MD, PhD dereceli yani.
İlerleyen yıllarda Yan Dal / İleri İhtisas / Süper İhtisas yaparak Halk Sağlığı Anabilm Dalının alt bilim Dallarından olan Çevre Sağlığı alanında da, 1219 sayılı yasaya dayalı Tıpta Uzmanlık Tüzüğü uyarınca uzmanlaştı.

Mesudiye’de çalıştı..
Ordu Sağlık Müdürlüğü yaptı..
Şiir kitapları yazdı yürekleri işgal eden, gönülleri tutsak alan.
300’ü (üç yüz!) aşkın kitap yazdı! Üç yüz!
Emeklilik töreninde yayınevi onları sıra sıra masalarda sergiledi..
Çağatay o gün tek 1 kitap satışına izin vermedi ama..
**
Yetiştiği Anabilim Dalında kurucu üstadımız Prof. Dr. H. Nusret Fişek’in koltuğuna oturdu, Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı.
Sağlık Bakanlığında Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü yaptı.
Hacettepe Tıp Fakültesi Dekan vekilliğini üstlendi..
Nükteleri (esprileri) dillerden düşmez, hazır yanıt, sıra dışı üstün zekalı..
Bu yazısında da hiçbir san (unvan) kullanmamıştı, biz izin almadan ekledik!
***
Şimdi sıra bam teli sorularda :

Prof. Dr. Çağatay Güler MD, PhD neden emekli ve evinde oturuyor?
67. yaş bitimi emeklilik Tanrısal mıdır (İlahi mi dir) ?
Prof. Dr. Çağatay Güler MD, PhD neden akademik etkinliğini kamusal alanda sürdür(e)memektedir?
Türkiye’nin “Prof. Dr. Çağatay Güler MD, PhD” donanımlı bir Hekimi, hele hele Halk Sağlığı – Çevre sağlığı alanlarında 2 ayrı dalda uzman 40+ yıllık birikimli bir hekimi köşesine itme hakkı, lüksü var mıdır?
“Prof. Dr. Çağatay Güler MD, PhD” neden örn. Cumhurbaşkanı danışmanı değildir?
O anlı – şanlı Cumhurbaşkanlığı ofis – büro – başkanlıklarında neden el üstünde değildir?
“Prof. Dr. Çağatay Güler MD, PhD” neden Sağlık Bakanı hatta kurumsal olarak Sağlık Bakanlığı onursal ve kıdemli (senior) danışmanlarından değildir?
S. Bakanı Dr. Koca, bu yakıp – yıkıp geçen Kovit-19 salgınında tek 1 kez olsun “Prof. Dr. Çağatay Güler MD, PhD” den danşımanlık almış mıdır??
***
Yaraşırlık (Liyakat) bu ülkede Kaf dağının ardında yitik midir?
“Prof. Dr. Çağatay Güler MD, PhD” için bu ülke, O’na sunduklarından yeterince – gereğince yararlanmış mıdır?
Tersine kimin hakkı, yetkisi olabilir?

20 yıldır AKP iktidarında yapılıp – edilenlerin kendilerince kutsal kitapta yeri neresidir?
Kökten din dışına düşmüşlerdir çünkü izledikleri yol, bütünüyle (harfiyen!) emperyalizmin güdümünde SİYASAL İSLAM olup, emin olunsun ki, Muhammet Peygamberin hatta Yüce Tanrı’nın havsalası (öngörüsü) dışındadır!

Haliyle, orada, “Prof. Dr. Çağatay Güler MD, PhD” gibi bilgelerin “hakkı” ndan söz etmek laf-ı güzaf ve de abesle iştigaldir..

Saray rejimi gerçekte ne ile / nelerle meşgul ya da tutsaktır!?

Ve izin verilsin, soralım :

  • Din bu mudur efendiler!!??

Veeeeeee                                   ;

Türkiye gibi gelişmekte olan yarı sömürge ülke – ulusların aşılamayan bu açmazlarında “Prof. Dr. Çağatay Güler MD, PhD” gibi uluslararası nitelikte yurtsever uzmanlarını gereğince değerlendiremeyişi kilit etmenlerden biri değil midir?

Tersini savlayacak babayiğit – anayiğit (devr-i AKP’de anlamsız ama!) varsa beri gelsin..

Sevgi ve saygı ile. 11 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Delta Varyantı Bize Ne Anlatıyor?

Prof.Dr. Bekir Sami KOCAZEYBEK | AVESİSProf. Dr. Bekir S. KOCAZEYBEK
İÜC CTF TIBBİ MİKROBİYOLOJİ ANA BİLİM DALI
İBB BİLİMSEL DANIŞMA KURULU ÜYESİ

10 Temmuz 2021, Cumhuriyet

Aralık 2019’dan Temmuz 2021’e kadar milyonlarca insanı enfekte eden ve ölümlere neden olan COVID-19 etkeni SARS-CoV-2 kendini sönümlemeye götürecek mutasyonlar yerine yapısını değiştirerek etkinliğini daha farklı varyantlarla hız kesmeden sürdürmektedir. Aralık 2019’daki ilk Çin/Wuhan tipi varyantla başlayan pandemide (birinci pik) (AS: tepe) yeni bir varyant Güney İngiltere’de ortaya çıktı ve Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada Nisan-Eylül 2020 tarihlerinde etkili oldu (ikinci pik). (AS: tepe)

2020 yılının şubat ayında yine İngiltere’de tanımlanan ve bildirilen Alfa varyantı (V1=B107= İngiltere varyantı) üçüncü pikini (AS: tepesini) halen devam ettirmektedir. Aynı şekilde Beta (V2=B1.351= Güney Afrika) ve Gama (V3=P1= Brezilya) varyantları da tüm ülkeleri ciddi olarak etkilemektedir.

En çok aşılanan ülkelere ek olarak Rusya ve İsrail’de de son iki ay öncesine kadar düşüş gösteren vaka ve ölüm sayılarında son iki ay içinde belirgin bir artış dikkati çekmeye başlamıştır. Bunun en büyük nedeni bu ülkelerden bildirilen Delta varyantıdır.

WHO Avrupa Direktörü Hans Cluge ve Avrupa E-CDC Direktörü Dr. Andrea Anmon, önümüzdeki süreçte ağustosun sonuna kadar, dolaşımda olan varyant SARS-CoV-2 virüslerinin %90’ının Delta varyantı olacağını bildirmiştir. Önümüzdeki süreçte de dördüncü pikin (AS: tepenin) nedeni olarak etkinliğini göstereceğini ifade etmiştir. Bu ifadelere, 16 aydan beri COVID-19 pandemisini dikkatle takip eden bir klinik mikrobiyolog olarak, bilimsel veriler ışığında aynen katılıyorum.

DELTA VARYANTININ OLASI ETKİLERİ

Delta varyantı ilk kez 2020’de Hindistan’da bildirilmişti. 4 Nisan 2021’de WHO tarafından VOI (variants of interest: izlenmesi gereken varyantlar) olarak tanımlanan virüs, 11 Mayıs 2021’de VOC (variant of concern: endişe verici varyant) olarak tanımlandı.

Delta varyantı çift mutasyon özelliğine sahip (E 484Q, L452R mutasyonları) süper bulaştırıcı özelliğiyle (Örneğin R0=4 yani bir kişinin 4 kişiye bulaştırması ve kapalı alanlarda ise 3-4 dakikada bulaştırıcılığı söz konusuyken, bu bulaştırıcılık Alfa varyantında 10-12 dakikadır. Ayrıca Alfa varyantına göre bulaştırıcılığı %60 fazladır, diğer hiçbir varyantta olmayan özelliklere sahiptir.

Diğer varyantlarda görülen klinik belirtilerden (ateş, halsizlik, koku ve tat kaybı) farklı olarak belirgin boğaz ağrısı, burun akıntısı ve ciddi baş ağrısı söz konusudur.

Şu andaki üçüncü pikin (AS: tepenin) etkeni olan Alfa varyantına göre 4.9 kat ölüm riski gösterirken pnömoni (zatürree) riski ise VOC olmayan varyantlara göre yaklaşık iki kat fazladır.

CT (Cycle Treshold: Enfekte virüsün vücuttaki miktarını indirekt gösteren değer) düzeyi düşük değerde (düşük düzey virüsün vücuttaki fazlalığı gösterir) çok yüksek olarak insan vücudunda 18 gün aynı düzeyde kalırken, diğer VOC olmayan varyantlar ise 13 gün kalabilmektir.

Delta varyantıyla ilgili yalnızca BioNTech ve AstraZeneca aşılarının etkinlik çalışmaları literatürde vardır. Buna göre BioNTech aşısında etkinlik %91.3’ten %88’e ve AstraZeneca’da % 76’dan %67’ye inmiştir.

Kısıtlı sayıdaki Delta varyantıyla ilgili BioNTech ve AstraZeneca aşı çalışmalarında Delta varyantına karşı bu iki aşıda ciddi olarak orta düzeyde semptomatik hastalık ve enfeksiyonu önlemede azalma görüyoruz. BioNTech aşısıyla başarılı bir aşılama süreci geçiren ve COVID-19 vaka sayılarını oldukça düşüren İsrail’de bile, BioNTech aşısının COVID-19 hastalığına etkinliğinin %60-70’ler civarında (AS: dolayında) olması, yeni COVID-19 vakalarının % 51′ inin aşılı olması ve bunların da %90’ının Delta varyantlı olması pandeminin bugünkü boyutu bakımından çok endişe vericidir.

Bununla birlikte özellikle Sinovac aşısının ilk sırada rutin olarak uygulandığı Endonezya (Son bildirilen 26 sağlık personeli ölümünde 10’unun Sinovac aşılı olması düşündürücüdür) ve Brezilya’da Delta varyantının artışını daha belirgin olarak görebiliyoruz. Peki Sinovac aşısının % 18 civarında en yaygın kullanıldığı Türkiye’de Delta varyantı sıklığı ve aşı etkinlik durumu nedir?

TÜRKİYE’DE KONUYA İLİŞKİN BİR ÇALIŞMA YOK

Çalışmalar tatmin edici boyutta değildir. Şöyle ki; Sağlık Bakanı en son 26 ilde 224 vaka olarak bildirdi. Tabii ki ülkemizde en yaygın varyant olan Alfa (İngiltere) varyantına karşı en çok kullanılan Sinovac aşısının etkinlik çalışması olmadığı gibi, Delta varyantıyla ilgili de bir çalışma yoktur. Bu sorun salt ülkemizin değil. Uluslararası literatürde de VOC adıyla bilinen endişe veren varyantlarda Alfa, Beta ve Gama’ya karşı Sinovac aşı etkinlik verisi olmadığı gibi; son günlerin en ciddi potansiyel varyantı Delta’ya karşı da etkinlik çalışması henüz yoktur.

Dünyada 3. tepeyi yaşadığımız bu süreçte Hindistan kaynaklı Delta varyantının yüksek bulaştırıcılık oranı ciddi bir klinik hastalık aktivasyonu (ölüm, yoğun bakım birimi ve pnömoni riskleri) ve eldeki mRNA temelli aşılara ve konvalesan (AS: nekahet) serumlara (immün plazmalara) karşı gösterdiği orta düzey direnç ve küresel düzeyde insanlığın %70’lerden uzak toplum bağışıklığı karşısında

  • 4. pikin (AS: tepenin) gelişmesi yüksek olasılıktır!

Bu gelişmeyi artıran bir başka önemli faktör (AS: etmen) ise ülkemizde 1 Temmuz’da yürürlüğe konan kademeli (bana göre hiç de öyle değil) normalleşme kararlarıdır.

ÖNLEM ALINMAZSA TEHLİKE KAPIDA

16 aylık, tahammül (AS: dayanç) sınırlarını zorlayan, kısıtlamalara meydan okuyan tavırların Delta varyantının olağanüstü bulaştırıcılığı ile birleşmesi önümüzdeki sürecin nasıl olabileceğini şimdiden bize göstermektedir.

Bunlara ek olarak;
– Delta varyantının çok yaygın olduğu ülkelerden (Rusya, İngiltere ve son günlerde İsrail gibi) gelecek turistlerin ciddi olarak izlenememesi halinde ve
– yaz aylarının kendine özgü insan davranışlarının engellenememesi ve
– izin, tatil gibi etkinliklerle insan davranışlarının gelişigüzelliği ve
– ciddi boyutlu bölgesel insan taşınmaları ile

  • gelişebilecek bu 4. dalgada Delta varyantının ülkemiz insanlarına ciddi yaşam kayıpları verdirebileceği ve sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitim öğretim yaşamına daha da darbe vurabileceği akıldan hiç çıkarılmamalıdır.

Eğer bu varyant virüsün yayılımının önlenmesini başaramazsak, bugün için Delta önümüzdeki günler için Delta-plus ve Lambda (Peru ve Güney Amerika kaynaklı) varyantlarının kapımızda olduğunun bilinmesinde yarar vardır.

Kapatılan hastaneler, artan ölümler

authorDr. BAYAZIT İLHAN

Salgın doğrudan ve dolaylı etkileriyle devam ediyor. Sağlık Bakanı değişik dönemlerde itiraf niteliğinde açıklamalar yapıyor. Önceki hafta, şu ana kadar açıklanan Covid-19 nedenli yaklaşık 50 bin ölümden “çok daha fazlasının” salgın nedeniyle ertelenen sağlık hizmetleri ile ilişkili olarak gerçekleştiğini ifade etti. “Çok daha fazlası” ne kadar bilmiyoruz. Aynı açıklamada Covid-19 geçirip “tümüyle iyileşen” 65 yaş üstü yurttaşlarımızda 45 gün sonra gerçekleşen ölümlerin iki kattan fazla arttığını söyledi.

Ertelenen sağlık hizmetleri, Covid-19 sonrası risk gruplarının iyi takip edilmesi için yapılabilecekleri salgının başından bu yana ifade etmeye çalışıyoruz. Özellikle tam da Bakanın dediği, yurttaşların salgın hastalık korkusuyla hastanelere gidememesi, ameliyatların ertelenmesi, kalp, şeker, kanser, böbrek, karaciğer hastalarının kontrollerinin, taramalarının aksaması meselelerini çok anlattık. Toplumun değişik kesimlerinden 122 kurumun oluşturduğu Hastanemi Açın Platformu’nun (HAP) kezlerce dile getirdiği çok pratik bir çözüm var:

  • Şehir hastaneleri gerekçe gösterilerek kapatılan şehir merkezlerindeki hastanelerimizi açın, bazılarını Covid-19 dışı hastaların güvenle kontrollere gidip tedavi olması için tahsis edin!

Kaç kişinin canı kurtulurdu?

Şimdi bu soru acı biçimde tüm haklılığı ile karşımızda duruyor. Size kolay anlaşılabilecek bir örnek vereyim : Bakan

  • Kalp krizi teşhisleri salgın döneminde %56 azalmasına rağmen, kalp krizine bağlı ölümler %10’dan fazla artış gösterdi.” diyor.

Teşhisler, insanlar evlerinde kalp krizi geçirdiklerinden azalmış, ölümler de hastalar ya geç başvurduğu ya da evde-yolda öldüğü için artmıştır. Ankara’da özellikle kardiyoloji alanında öne çıkan Türkiye Yüksek İhtisas hastanesi kentin ulaşımı en kolay yerinde boş yatıyor, kapanmadan önce 442 yataklı, 105 yoğun bakım yatağı olan, bir yılda 33 bin 691 acil hasta muayenesi ve 7 bin 343 ameliyat yapılan bir hastaneden söz ediyorum. Soruyorum, bu hastanemiz HAP’ın dediği, önünde kezlerce açıklama yaptığı gibi açılıp, kalp hastaları dahil Covid-19 dışı hastalarımızın güvenle sağlık hizmetine sunulsaydı ölümler azalmaz mıydı? Azalırdı. Şimdi kolayca “50 binden fazla” denerek geçilen bu canların bir kısmı yaşıyor olurdu. Sorumluluğu ağırdır.

Aynısı Ankara Numune Hastanesi, Bursa Memleket Hastanesi, Adana Numune Hastanesi, Mersin, Kayseri, Manisa Devlet Hastaneleri gibi sayısız önemli hastanemiz için de geçerlidir.

Şimdi Bakan haklı olarak bir gerçeğe değiniyor: Covid-19 sonrasında da birikmiş sağlık hizmeti ihtiyacı ve hastalığı geçirenlerde bildiğimiz ya da bilmediğimiz yan hastalıklar nedeniyle gelecek 3 yıl boyunca “mevcut ölümlerin 3-4 katı kadar daha kayıp bekleniyor”. Bunları söyleyen Bakan’ın gecikmeden söylediğimiz kolay adımı atması ve kapattıkları bu hastaneleri yeniden açması gerekmez mi? Hadi, daha çok gecikmeden hastanelerimizi sağlık hizmetlerine kazandıralım, ölümleri azaltalım. Hele yeni hastane kapatmayı aklımızdan bile geçirmeyelim.

Şişli Etfal Dayanışması

Bir başka yakıcı örneği İstanbul’da yaşıyoruz. Bölgesinin tam teşekküllü (AS: donanımlı) tek devlet hastanesi, 122 yıllık bir değer, eğitim ve araştırma hastanesi olan Şişli Hamidiye Etfal Hastanesi depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle neredeyse tümüyle boşaltıldı, hekimler, sağlıkçılar başka hastanelere gönderildi. Arazi değerli, yerine ne yapılacağı belirsiz. Çalışanlar, bölge halkı bir araya geldi, uzun zamandır hastanelerinin kendi yerinde yenilenmesini ve sağlık hizmetine devam etmesini istiyorlar. Şişli Etfal Dayanışması olarak sayısız etkinlik yaptılar, en son geçtiğimiz salı günü Sağlık Bakanlığı önünde bu istemlerini dile getirdiler, TBMM’de ziyaretlerde bulundular.

Şimdi soru şu                              :

  • Bu hastanelerimizin alanı kent rantına mı kurban edilecek yoksa demokratik ülkelerde olduğu gibi çalışanların, halkın istemlerine göre sağlık hizmetlerine devam mı edecek?
  • Sağlık hakkı için mücadele her yönüyle güncelliğini koruyor.

Göz göre göre…

Milletçe çok kötü bir sınav veriyoruz.
Hattâ sadece biz de değil, bütün insanlık kötü bir sınav veriyor.
Üstelik, bundan 100 yıl önce yaşanan pandemilerden edinilmiş bunca tecrübeye, bilimin ve teknolojinin, okur yazarlığın, aydınlanmanın ulaştığı bunca seviyeye rağmen.

Covid-19 Pandemisinden, ölümcül bir hastalıktan, çok hızla yayılan ve 21’nci yüzyıl tıbbının bile zaman zaman karşısında çaresiz kaldığı bir belâdan, bu belaya karşı yaptıklarımızdan yapamadıklarımızdan, daha doğrusu yapmadıklarımızdan söz ediyorum.

2019 yılının Aralık ayında Çin’de ortaya çıktığı andan itibaren, vaktimizin büyük bir bölümünü “Acaba komplo mu? Bilmem ne laboratuvarının dünyaya oynadığı bir oyun mu? Uluslararası ilaç ve aşı tekellerinin bilmem nesi mi? Bize bir şey olmaz abi..” ve benzeri aymazlıklarla geçirilen vakitte bile önemli sayıda insanın hayatına malolan bir süreç bu.

İzleyen aylarda, “Gribin bir türüymüş. Basit bir şey aslında ya. Gargara yaparız geçer…” benzeri gevezeliklerle geçirdiğimiz vakitte bile belki çok sayıda canı koruyabilir, kurtarabilirdik. Sonrasında bütün dünyada olduğu gibi bizde de hızla yayılmaya başladı. Mart ayında ilk vakanın (zorla da olsa) kabul edilip kayda geçirilmesinin ardından, ağır kayıplar vere vere 16 ayı geride bıraktık.

Maalesef bu süreçte hem krizi yönetme durumunda olanlar, yani küresel anlamda Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization – WHO) ve dünyanın anlı şanlı devletleri başta olmak üzere bizim hükümetimiz de çok ciddi hatalar yaptı. Ortada, yüzyılların, hatta bin yılların derin bir tıbbi bilgi birikimi varken, bunlar sağlıklı biçimde birararaya getirilip ortak çözümler ve çareler üretilemedi.

Köklü devletler, köklü bilim kuruluşları bile telaş ve paniğe esir oldu. Demokrasisi en güçlü olandan en zayıf olanlara kadar Gezegenin dört bir yanındaki yönetimler, kararsızlık içinde çok vakit kaybettiler ve bu süreçte milyonlarca insanın hastalığa yakalanması ve yüzbinlercesinin ölümünü adeta seyrettik. (AS: Küresel ölümler resmi veri ile 4 milyonu aştı!)

Çıkış noktasının insanlığa hizmet olduğundan kuşkumuz olmadığı aşı ve ilaç çalışmaları devam ediyor. Aşıların bir kısmı, laboratuvar ve klinik çalışmalarını görece başarı ile tamamlayarak ticari olarak da piyasaya sürüldü. Şu ana kadar da dünya çapında nüfusun %24’ü en az bir doz aşı olmuş durumda. Yaklaşık 3 milyar 200 milyon doz aşı yapıldığını biliyoruz. Günde yaklaşık 38 milyon kişi aşılanıyor.

Ama büyük bir adaletsizliğe de dikkat çekmek gerekirse, gelir seviyesi düşük ülkelerde aşıya erişim oranı, nüfuslarının %1’ine tekabül ediyor (AS: karşılık geliyor). Yani insanlık, burada da ağır bir eşitsizliğe imza atmış durumda.

  • Şu anda, aşıyı mümkün olan en hızlı biçimde tüm insanlığa eriştirip uygulamaktan başka elimizde bir silah bulunmuyor.

Bunda da başarıya ulaştığımız (tek tek çok zengin ülkeleri istisna tutarsak) söylenemez. Ancak ortada henüz çare bulmamız gereken daha büyük bir başarısızlık duruyor. O da, insanlığın bu pandemi belasına karşı yeterince farkındalık seviyesine ulaştırılamamış ve olağanüstü bir aymazlığa düşmüş olması.

Kabaca 20 aylık bir süreden söz ediyoruz. Evet, aslında bir insan ömründe göz açıp kapayana kadar geçecek kadar kısa bir süreden. Bu kadarcık bir sürede azıcık “sıkıya gelemedik”. Gelmedik. Gelemedik. Yalan mı?

Kendi ülkemizden ve toplumumuzdan örnekleyeyim : Neredeyse 3 ayda bir “Off sıkıldık ya.. Açılalım artık” sendromuna girmedik mi? Devletiyle milletiyle, “Eh yeter artık. Daral geldi abi. Tamamdır. Açılalım” noktasına gelip, sonra ağır bedeller ödemedik mi?

İngilizlerin güzel bir tabiri vardır: “One is one too many” (Bir tanesi bile çoktur) derler, kabul edilemeyecek olumsuzluklar için. İnsan yaşamından söz ediyorum. Bir insanın bile ölümü, yeterince acı bir bedel değil midir? Dünya çapında 4 milyon insan ölmüş. Bizim ülkemizde de 50 bin civarında. Oysaki amaç tek bir insanın bile yitirilmeyeceği bir ortamı temin etmek değil midir?

Devletin hatalarını yanlışlarını, veri gizleyerek çarpıtarak sağlanmaya çalışılan “Sorun yok, her şey yolunda. Kontroldayız” algısı da vakaların ve ölümlerin tırmanmasına yol açmasını başından beri eleştirdik. Oraya girmiyorum. Ama toplum olarak da bu işin bu boyutlara gelmesinde vebalimiz yok mu?

“Aman abi bir an önce açılalım. Kırlara çayırlara, deniz kenarlarına, cafelere, restoranlara, barlara, pavyonlara, stadyumlara akalım” sendromunun bu işte katkısı yok mu? Bir maskeyi ve mesafeyi bile beceremedik.

En başından itibaren o “Allahın cezası maskeyi” canımızı kurtaracak bir aparat olarak görmeyip, bir “gereksiz aksesuar” olarak bakmadık mı? Her dakika çenemize indirmedik mi? Kolumuza takıp da tüm topluma küstah ve yılışık bir meydan okumanın simgesine dönüştürmedik mi? Mesafe denen şeye zerre kadar önem vermeden, birbirimizin ensesine yanaşmadık mı her yerde?

Sokaklarda ve cafelerde, maske takmamayı mazur gösterebilmek için yerine göre ağzımıza bir sigara iliştirmek, elimize bir dondurma, bir dürüm, bir gazoz-bira şişesi almıyor muyuz? Yeme içme mekanlarında, sadece çalışanların ve mekanın önünden geçenlerin maskeli olması gerekiyormuş gibi, kendiliğinden cahilce yeni bir kural oluşturmadık mı? Ve buna hâlâ devam etmiyor muyuz?

“Açılım saçılım” yönünde verilen kararların daha imzası bile atılmadan, devasa kalabalıklar (lebaleb diyelim) oluşturup kendimizi bu kalabalıkların en orta yerine atmadık mı? Aşı olmaya gidiyoruz ama, aşıya “Bu işten kesin kurtulduk artık. En azından ben kurtuldum abi. Başkalarının canı cehenneme”  diye bakmıyor muyuz?

  • Aşıyı uygulamada da devletin bir yığın hatalı, milletten bilgi gizleyen, sayıları çarpıtarak oluşturduğu tehlikeli algıyı saymıyorum bile.

Delta Varyantı‘nın en azgın olduğu bir ülkeden (Rusya) akın akın turist getirmeyi marifet sayma sorumsuzluğunu ve kepazeliğini anlatmaya gerek bile duymuyorum. Hepsinden daha dehşet verici olmak üzere, bunlara dikkat çekenlere adeta “Vatan haini” yaftası iliştirmeye devam ediyoruz. Aklı başında tüm bilim insanlarının ve aydınlarının uyarılarına “bozgunculuk” diye bakılmasına ne demeli? Ve maalesef, bilim bunların tersini söylüyor.

Böyle gidilirse, bizi önümüzdeki 3-5 ay içinde yeni “peak”lerin, yeni “dalgaların” yeni ve artacak vaka ve  ölümlerin beklediğini düşünmek için çok mu karamsar olmak gerekiyor. Sıkamadık dişimizi. Sıkıya gelemedik. Tüm insanlık ve necip milletimiz.
Umarım, bedeli tahmin edilenden daha ağır olmaz.
Ne demiştim yukarıda? İngilizlerin  “One is one too many” sözünü aktarmıştım.
Bir canın yitirilmesi bile ifrattır.

Sokaklarda hayvanlarını, gözünü kırpmadan zehirleyebilen, ormanlara dalıp 3 milyon 5 milyon ağacı acımadan kesen, on binlerce insanın sapır sapır dökülmesini önemsemeyen bir kafadan bir acımasız kafadan söz ediyoruz.

Hepimizin “ortak kafası” bu, maalesef.

Aşı karşıtlığı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 05 Temmuz 2021
Olguyla kurguyu ayırabilmek, insan zihninin en önemli potansiyel özelliklerinden birisidir. Ne yazık ki insanların tamamı bu potansiyeli kullanamamaktadır, olguyu kurgu, kurguyu olgu sanabilmektedir.

Bunun en büyük nedeni, bilimsel ve felsefi düşüncenin eksikliğidir. Bilimsel düşüncenin ve epistemolojik temellerin zayıf olduğu bir ortamda, kurgular insanların doğruluk ve gerçeklik ile olan bağlarını kopartır. Bu aynı zamanda birçok ahlaki soruna da yol açar.

Tarih boyunca insanların çoğunluğu, kurgulara dayalı söylencelerin, hurafelerin ve safsataların kölesi olmuşlardır. İnsanlar bu nedenden dolayı da adil bir toplumsal düzen kurmakta zorlanmışlardır. Dinler de bu kurguları yaygınlaştıran ve etkinleştiren en önemli unsurlardan birisi olmuştur.
***
İnsanın olguyla kurguyu ayırmasını zorlaştıran bir başka unsur da bilim ile sahte bilim arasındaki ayrımı yapamıyor olmasıdır. Örneğin birçok insan hâlâ, astrolojinin bir bilim olduğu sanısıyla yaşamaktadır. Oysa bilim olan astronomidir, astroloji değildir. Astroloji bilim olduğu iddiasıyla ortaya çıkan bir sahte bilimdir.

“En gerçek kılavuz bilimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden ilerlediğini öne süren medya organlarında bile astroloji geniş bir yer alırken, insanların olguyla kurguyu ayırmalarını beklemek saflık olur.

Son yıllarda ortaya çıkan komplo “teorileri” de insanların kurguların kurbanı olmalarına dair en çarpıcı örneklerden birisi olduğu gibi, insanların olguyla kurguyu ayırma yetilerini kaybetmelerine neden olan unsurlardan birisidir.

Dünyayı birtakım gizli, gizemli, ezoterik odakların ve ailelerin yönettiği, Nazilerin Musevilere yönelik soykırım uygulamadığı, dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağının Siyonizm olduğu, insanların bedenlerine beyinlerini kontrol etmek için çiplerin yerleştirildiği, insanların zihinlerini ele geçirmek için kimyasalların salındığı, uzaylıların insan görüntüsünde dünyayı ziyaret ettiği, dünyanın düz olduğu gibi kurgular ve sanılar, bunlara dair örnekler olarak sayılabilir.

Postmodernizm ve post-doğruluk olarak bilinen şarlatanlık da bu sürecin oluşmasında önemli bir etkendir. Nesnel doğruların ve gerçeklerin bilinmesinin olanaksız olduğunu, her şeyin göreli algılardan oluştuğunu savunan bu akımlar, bilimin ve felsefenin önündeki en önemli engellerden birisini oluşturmuştur.
***
İnsan elbette her şeyi bilemez. Bilim ve felsefe de her şeyi açıklayamaz. Ancak insanın her şeyi bilemeyeceği görüşü, hiçbir şeyi bilemeyeceği görüşünden farklıdır. Kuşku, bilinebilir olanla bilinemez olanı ayırmamızı sağladığı ölçüde yararlı bir yoldur. Kuşkunun sınırlarının bilincinde olmamak, salt epistemolojik bir sorun yaratmaz, aynı zamanda varoluşsal bir tehdit oluşturur.

İnsanın bir şeye inanması, o inancın doğru olduğu ve o inancın gerçeklikte bir karşılığının olduğu anlamına gelmez. İnancın kendisi, doğruluğun ve gerçekliğin gerekçesi ve güvencesi olamaz. Bir şeyin doğruluğunun ve gerçekliğinin anlaşılması için, akla ve deneyime dayalı kavramsal ve kuramsal araştırmaların yapılması gerekir.
***

  • Dünyada ve Türkiye’de bazı kesimlerin Covid-19 aşısına karşı çıkmalarının hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.

Bilimsel kuramlar empirik bulgulara ve tümevarımsal çıkarımlara dayandıkları için, matematikte olduğu gibi “a priori” bir zorunluluk ve kesinlik içermeseler de başka bir bilimsel kuram tarafından yanlışlanmadıkları sürece, temellendirilmiş sayılırlar.

  • Bilimin karşısına dinle, hurafeyle, safsatayla, komplo “teorisiyle”, postmodernizmle, paranoyayla çıkılmaz.

Covid-19 aşısının insanı Covid-19 virüsünün yol açtığı hastalıklardan ve ölümlerden yüksek bir oranda koruduğu, sadece aşının üretim sürecindeki deneyler sırasında değil, aşının onaylanması sonrasında yüzlerce milyon insan üzerindeki uygulamasıyla da ortaya çıkmıştır.

  • Aşı karşıtlığı epistemolojik bir sorun olduğu gibi, aşı olmayarak başkalarının ve toplumun sağlığını tehlikeye atmak, ahlaki bir sorundur.
  • Aşı olmak ahlaki bir sorumluluktur.
  • Ahlaklı olmak için de akıllı olmak gerekir.

TELE1 Programımız – 4 Temmuz 2021

Dostlar,

4 Temmuz 2021 Pazar, sabah 11:00’de TELE1’de Sayın Namık Koçak’ın konuğu olacağız.. / OLDUK..

Konumuz aşağıdaki gibi :
İzlemek için tıklayınız: https://youtu.be/DHqGsUBRdis

3. aşı ALATURKALIĞI ve salgının eriştiği güncel durumu, VARYANTLAR..

3 Temmuz 2021 günü akşam HALK TV’de de benzer konuyu kapsamlı değerlendirdik Sn. Fatih Ertürk ile.. (36 dk.) O programında izlenmesini, web sitemizdeki dosyanın okunmasını dileriz :

HALK TV Programımız – 3 Temmuz 2021 – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Ulusumuzdan gelen çok sayıda soruyu yanıta kavuşturacağız..

https://ourworldindata.org/coronavirus/country/turkey, 03.07.2021

Aşağıdaki çizime göre Türkiye’nin, milyon nüfus başına doğrulanmış birikimli (yığışımlı, kümülatif) olgu-vaka-hasta sayısı bakımından Dünya 3. sü olduğunu dikkate sunuyoruz.

https://ourworldindata.org/coronavirus#coronavirus-country-profiles, 04.07.2021

TÜRKİYE AŞI TABLOSU,
04 Temmuz 2021, Pazar 00:03 (T.C. Sağlık Bakanlığı (saglik.gov.tr)
Yapılan toplam aşı sayısı 52.353.282
1. doz uygulanan kişi sayısı 35.789.528
2. doz uygulanan kişi sayısı 15.583.999 / 90 milyon; %17,3!

Dünyada 8. sıradayız.. (https://ourworldindata.org/covid-vaccinations, 04.07.2021)

2. doz aşılananların tümü Kovit-19’a karşı bağışıklandı “VAR SAYILIR İSE” bu oran görüldüğü gibi %17.3 olup, kabaca her 6 kişiden 1’idir. Ki bu varsayım gerçekçi değildir, çünkü doğrudan

  • Sağlık Bakanlığı 3. doz aşıya ısrarla çağrı yaparak, apaçık biçimde 2 doz CoronaVac’ın yeter bağışıklık sağla(ya)madığını kabul ve itiraf etmektedir.
  • Hastalığı geçirerek erişilen doğal bağışıklık oranı bilinmemektedir.
  • Varyantlar tüm dünyada kol gezmektedir, ülkemizdeki durum belirsizdir /karanlıktır).
  • Türkiye ve dünya salgını henüz yenebilmiş değildir.
  • Günlük Turkuvaz tablo verileri güvenilir / gerçekçi değildir
  • 4. dalga riski vardır ve sonbahardan da önce yaşanabilir.
  • Korunma önlemleri kapsamlı olarak özenle sürdürülmelidir.

Ayrıca halen dünyanın hiçbir ülkesinde Kovit-19 aşıları ücretli yapılmamaktadır.
AKP’li CB Erdoğan‘ın aksi yönde ülke örneği ve fiyat vererek 2 kez yaptığı açıklama doğru değildir. Tümü ile popülisttir ve halk aldatılmıştır. Açık özür ve açıklama borcu oluşmuştur.

Halkı paralı aşıya hazırlama amaçlı ise, der – hal gündemden atılmalıdır.
Salgında paralı aşılama akıl, bilim, etik hukuk….. insanlık dışıdır, asla kabul edilemez!

Bilgi ve ilginize sunarız.
Youtube erişkesi (linki) : https://youtu.be/DHqGsUBRdis

Sevgi ve saygı ile. 04 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

HALK TV Programımız – 3 Temmuz 2021

Dostlar,

03 Temmuz 2021 akşamı saat 20:00’de, HALK TV‘de, başarılı programcı Sn. Fatih Ertürk‘ün konuğu olacağız yine.. Değerli Ertürk, bizi bu çok izlenen programında kendi deyimi ile “Demirbaş kadroya” aldı!

Güncelleme (03.07.2021, saat 22:05) : Program yapıldı ve 36 dakika sorunu irdeledik.

8,5 dakikalık kısa bir bölümü izlemek için lütfen tıklayınız..

(177) Prof. Ahmet Saltık: Sağlık Bakanlığı bir panik içerisinde! Ne yapacağını bilmeyerek adımlar atıyor. – YouTube

Sn. Ertürk’ün “TÜRKİYE NEREYE?” balıklı programı neredeyse 5 saatlik bir maraton her Cumartesi / Pazar akşamı ve izlenme (rating) rekorları kırıyor. Geçen hafta da öyle oldu.

Biz genellikle ilk yarım saat konuk oluyoruz. Bu bölüm de çok izleniyor. Doğallıkla Ulusumuzun bilimsel – nesnel – doğru – güncel, özetle NAMUSLU BİLGİYE gereksinimi var.. Bilim, bunlardan farklı bir nitelik taşıyabilir mi? Olağan koşullarda hayır!

Ancak, anlı – şanlı Küreselleşme çağında yaşamaktayız; gerçek yüzü ile YENİ EMPERYALİZM! Dolayısıyla bilgi de artık egemenlerin güdümünde.. 11 yıl önce ODTÜ’de bir bilimsel toplantıda bir sunumumuz olmuştu :

POST-MODERN BİLİM KARABASANI: NASIL BAŞETMELİ?

***
Günümüzde bu sorunsal (problematik) daha da katmerleşmiş durumda. Tipik, güncel örneklerden biri de Yeni Koronavirüs salgını ve aşılar.. Özellikle sorunun ülkemizdeki yönetimi (!) AKP tarafından zıvanadan çıkarıldı

  • Dünyada ilk ve tek ülke olarak 3. doz uygulamaya koyulduk!

Böylesine kapsamlı ve Halk Sağlığını doğrudan ilgilendiren bir politika kararı nasıl alındı? Gerekçeleri ve bilimsel kanıtları var mı, nerede ve ne zaman yayınlandı?
Bunları bilmiyoruz! Sağlık Bakanlığı her akşam, “çooook su götürür” turkuvaz (!) tablo yayınlamayı sürdürüyor. 2 Temmuz 2021 tablosu aşağıda.. Her gün hala 5 bin dolayında yeni “olgumuz” var, 50+ ölüm.  Elbette yakalanabilenler, açıklanması uygun bulunanlar…

İlk dalganın tepe yapığı 11 Nisan 2020 tablosu ise aşağıdaki gibiydi..

Karşılaştırmayı size bırakalım. 11 Nisan 2020 tepesinin ardından 1 Haziran 2020 açılım – saçılımı geldi ve bedelini 2. dalga olarak 2020/21 sonbahar – kışında ağır ödedik. Bu dalgayı tam sönümlendirmeden 1 Mart 2021 açılımı geldi ve fatura çok ağırlaştı 3. dalga ile.
**
İktidar, “resmen” açıkladığı 5.4 milyon insanımızın hastalığı geçirerek doğal bağışıklık sağlamış olmasına güveniyor olmalı. Bir de 50 milyonu bulan ilk doz aşılananların sayısı. Bunlar, diyelim ki +’lar. Ama eksiler de çok ciddi.. İlki, çok sayıda mutasyon geçiren KOVİT-19 hastalığı etmeni Yeni Koronavirüs’ün (SARS-COV2) varyantları. Sayıca çok çoğaldılar, küresel ölçekte büyük başağrısı durumundalar, bunlar “dün” yoktu, bu gün varlar ve düşçü beklentilerin tersine, olumsuz mutasyonlar ile. Bir de, Türkiye’nin kendine özgü, SUİ GENERİS bir siyasal iktidarı var :

  • Şahsım devleti / TEK ADAM REJİMİ!

“Reis” (sahi biz kabile miyiz??) durup dururken 3. aşısını olduğunu duyurdu övünçle ve partililerine de önerdi geçtiğimiz ay. Henüz Ulusumuzun çok az bir kesimi tek doz aşılanabilmiş iken! Şimdilerde ise Sağlık Bakanlığı bir çaba, bir çaba… yığınları 3. aşıya çağırmakta bir “telaş” ile! Bu “telaş” neyin telaşı acaba? Turist gelsin diye, Delta varyantı kaynayan ve yeni bir dalga yaşayan Rusya’ya sınır kapıları ardına dek açık.. İngiltere’ye göre hala “kırmızı” listedeyiz. Almanya, ABD, Fransa… gevşettikleri ulusal – uluslararası önlemleri yeniden sıkılaştırmakta. Fransa zorunlu aşıyı değerlendirmekte.. DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) alarmda.

Hastalığa karşı hala etkili bir sağaltım yok! Geliştirilebilmiş yerli aşı yok. Oysa Eylül 2020’de 1-2 ay içinde hazır olacağını söylemişti Sağlık Bakanı D. Koca!? Kaldı ki, halen Türkiye’de uygulanan 2 aşının Evre 3 raporları bile uluslararası saygın tıp dergilerinden yayınlanmadı!
***
Topu topu, 90 milyonda 5,4 milyon insan doğal bağışık;
– açıkladığınız resmi veri ile
– hala bu doğal bağışıklık sürüyor ise?
– yoksa gerçek sayı çoooooooook  daha yüksek de ona mı güveniliyor?? Bu da bilinmez!

Aşılama durumuna gelince                    :

Sağlık Bakanlığının yine resmi verisi ile, 03 Temmuz 2021 günü saat 16:17’de durum şöyle:

1. doz uygulanan kişi sayısı 35.713.381
2. doz uygulanan kişi sayısı 15.546.903
Yapılan toplam aşı sayısı 52.202.938

İlk doz aşıda korunma oranları %30 dolayında. 2. doz aşıdan 1-2 hafta sonra korunma oranları aşıya göre değişebiliyor. Bizde baskın olarak ilk 2 doz ölü (inaktif) aşı (SINOVAC – KORONAVAC) YAPILDI. Ne ölçüde koruyucu, belirsiz. Son zamanlarda m-RNA aşısı (BioNTech&Pfizer) da uygulanmaya başladı, sayıları bilmiyoruz.

Sonuç olarak toplum bağışıklığımız ne düzeyde??

Neden 3. doz aşıya gereksinim duyuldu, bilimsel kanıtı / kanıta dayalı açıklaması yok.
Bir başka aşıya neden geçtik, bilmiyoruz. 2 doz farklı aşıdan sonra 3. doz için süre neden kısaltıldı, bilmiyoruz. Hastalığı geçirenlere de kısaltılan ara ile aşı öngörülüyor, hikmeti; belirsiz..
***
Telefonlarımız ve iletişim kanallarımız susmuyor. İnsanlarımız ciddi bir aranış içinde, kaygılı..
90 milyon gibi dev nüfuslu bir ülke – halk nereye sürükleniyor? İnsanlar aşı randevularını iptal etmeye başladı.. Toplumda aşı karşıtlığı ve çekincesi yükselmeye başladı. Oysa 2. doz uygulanan kişi sayısı salt  15.546.90 ve hala Ülkemiz nüfusunun 1/6’sını çok az aşmış durumda. Dünyada hala 8. sıradayız, 7. sıradaki Fransa’dan epey geride kalarak.
***
İktidar, ülkemizi genelde nasıl yönetmekte ise, salgın yönetimi de kaçınılmaz biçimde aynı kıratta.

Neden dünyada 3. doz aşıya geçen İLK VE TEK ÜLKEYİZ??!

Şahsım devletinin alamet-i farikası mıdır? Dünya alem bizi kıskanmakta – kıskanacak mıdır?
Bu politikaların bilimsel gerekçeleri nelerdir? Neden Bilim Kurulu konuşmamakta – konuşturulmamaktadır? Neden en “basit” ama temel bilgiler toplumla paylaşılmamaktadır? Örneğin;

– Şu ya da bu aşı olanlarda tek doz ve 2. doz sonrası yeniden hastalanma oranı nedir?
– Şu ya da bu aşı olanlarda tek doz ve 2. doz sonrası hastalıktan ölüm oranı nedir?
– Şu ya da bu aşı olanlarda tek doz ve 2. doz sonrası hastalanma toplamın içinde ne oranda?
– Şu ya da bu aşı olanlarda tek doz ve 2. doz sonrası ölümler, tüm Kovit-19 ölümleri içinde ne orandadır?

Geçelim toplum tabanlı karmaşık sero-prevalans çalışmaları ile aşı – hastalık sonrası toplum bağışıklığı oranını ve düzeyini (gücünü) saptamayı e salgın yönetimini bu kanıtlara dayandırmayı; üstte saydığımız 4 basit orana (hıza) bile sahip değiliz.

* Veri tabanı demokrasi – hukuk – bilim – etik… dışı biçimde bilim insanlarına hala kapalı tutulurken, siyasal iktidar neyi – neleri perdeleme peşindedir?

Bu arada 5 şehir hastanesinin işletme ruhsatının (lisansının) yabancılara (Danimarka) devrinin anlamı ve amacı nedir? Türkiye bu hastaneleri işletmekten aciz midir? Türkiye 19 yıldır tek başına AKP iktidarınca yönetildiğine göre, eğer varsa böyle bir “işletme aczi” sorumlusu kimdir?

3. kez kabak çiçekleri gibi açıldık.. Aman turist gelsin de… piyasalar nefes alsın da.. Sonra da, yeni varyantları da dikkate alarak, sonbaharda hatta daha erken bir 4. dalgaya hazırlık mıdır bu 3. aşı alaturkalığı??

Tüm bunları konuşmaya çalışacağız bu akşam saat 20:00’de HALK TV‘de, Sn. Fatih Ertürk’ün “Türkiye Nereye??”  programında.. / KONUŞTUK…

Bilgi ve ilginize sunarız.. Sevgi ve saygı ile. 03 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik
=======================================

Not  : Bu akşam 2115 dolayında RUDAW TV’den arandık ve Aile Hekimlerine getirilen ifade açıklaması kısıtlamasını değerlendirmemiz istendi. RG: 30 Haziran 2021, sayı : 31527, 4198 s. Cumhurbaşkanlığı kararı ile yürürlüğe konan “Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği

Aile hekimlerinin sosyal medya paylaşımı yapması, demeç vermesi yasaklanıyor

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzaladığı Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ ne göre sosyal medya paylaşımı yapan hekime 50 ceza puanı kesilecek, basına 3 kez izinsiz konuşan işsiz kalacak! Yeni aile hekimliği sözleşmesinde, doktorların izinsiz basına demeç verme ve sosyal medya aracılığıyla bilgi paylaşımları, ihtar ve sözleşmenin feshine dek gidecek cezalandırma doğurabilecek. Hekimler sussun, halk gerçekleri bilmesin dayatması bu. Aile hekimleri hakları için eylemlerini ve basına demeç vermeyi sürdürecekler. Tüm hukuksal yollara başvuracaklar doğallıkla.

Aile hekimlerinin başında Demokles’in kılıcı gibi duran bir yönetmelik getirildi. Aile hekimleri Kovit-19 salgınında aile sağlığı merkezindeki aksaklıkları, sorunları dile getirince, aşı sorunlarını açıklayınca, Bakanlığı eleştirince.. bir yönetmelikle sesleri kısılmak istendi.. Bunları dile getiren aile hekimleri sözleşmesinin feshi ve işini yitirme tehdidi ile yüz yüze. Yönetmeliğe karşı Danıştay’da dava açılmalı. İfade özgürlüğü Anayasal bir haktır (m. 25 ve 26). Aile hekimi meslektaşlarımız haklı olarak çok tepkili. Yayımlanan ücret yönetmeliği değil, baskı, ceza ve ücret ödememe yönetmeliği adeta. İş güvencesini ortadan kaldırıyor.

Bir Firavun ülkesi gibi..

Çok yazık. Salgını yönetemeyen iktidar, halkın gerçekleri öğrenmesini de istemiyor!
Dileriz bu hukuk dışı yönetmelik geri alınır ya da Danıştay’da iptal edilir.
***

İki hekim, iki ölüm

Fatih Sürenkök, yaşamını iyi hekimlik ve demokrasi mücadelesine adayan Prof. Dr. Orhan Süren’i yazdı

 

 

 

 

Fotoğraf: Orhan Süren’in kişisel arşivinden

Fatih Sürenkök

Dr. Fatih Sürenkök

Gençliğimin ilk yıllarından beri inanarak attığımız bir slogan vardı: Devrimciler Ölmez. Gerçekten geçen kırk, kırk beş yıldır Deniz’lerin, Hüseyin’lerin, Yusuf’ların, Mahir’lerin, Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğüne hep inandım. Onlar bedenen olmasa da ruhen ve önderlikleri ile Türkiye halklarının devrimci hareketlerine hep ışık tuttu.

Hayatımızda kimi insanlar vardır; bedenen ölseler bile sonsuzluğa kadar hep yaşarlar ve ışıkları bize hep yol gösterir. Kimi insanlar da vardır ki; bedenen yaşasalar da ruhen ve önderlik olarak bitmiş, tükenmiş yani yaşayan ölülerdir.

Dün, İzmir ve Türkiye için önder özelliklere sahip hocamız, Prof. Dr. Orhan Süren’i bedenen yitirdik. Orhan hocam; sevgili eşi, saygıdeğer hocamız Prof. Dr. Türkan Süren ve yol arkadaşları hocamız Prof. Dr. Veli Lök ile hepimize sadece tıp mesleğini değil; insan hakları ve demokrasi mücadelesini, meslek odamız olan Tabip Odasında örgütlenmeyi, halkın sağlık hakkı için mücadele etmeyi, yani “İyi İnsanlığı”, yani “İyi Hekimliği” öğrettiler.

1960’lı yıllarda yurtdışında travma eğitimini alarak ülkemizde ve İzmir’de modern travmatolojinin temelini Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde atarak, sayısız uzman yetiştirdi. Bununla kalmadı Orhan hocam, demokratik üniversite için mücadele verdi. Tabii ki bu mücadele karşılıksız kalmadı; 12 eylülde askeri faşist diktatörlük Türkan hocam ve Veli hocamın da içinde olduğu sayısız öğretim üyesini üniversiteden, öğrencilerinden uzaklaştırılınca, yapılan bu haksızlığa seyirci kalmadı ve istifa etti. Ancak, askeri dikta onları bizden ayıramadı.

Veli hocamın muayenehanesinde bilimsel toplantılar hep devam ediyordu. 12 Eylül’de bir süre kapatılan İzmir Tabip Odası yeniden açıldığında, hocalarımız önderliklerini burada da sürdürdüler. Tabip Odası bir okuldu bizler için. Orhan hocam başkanlığındaki İzmir Tabip Odası yönetim kurulu, halen kullanmakta olduğumuz binayı, imece usulü yardım toplayarak; İzmirli hekimlere kazandırdı. Üniversitede öğrencilerle birlikte olmanın, iyi hekimlikteki önemini hep vurgulayan hocalarımız, ısrarlı hukuk mücadelesi ile yıllar sonra üniversiteye, çok sevdikleri öğrenci ve asistanlarına geri döndüler. Günümüz öğretim üyelerinin aksine; yöneticilere biat etmeden, iyi hekimlikten ödün vermeden emekli oluncaya kadar üniversitede kaldılar.

Bu kadar güzel özellikleri taşıyan saygıdeğer Orhan Süren hocam bedenen aramızdan ayrılsa bile, ışığı ile yolumuzu aydınlatmaya hep devam edecek. Ya yaşarken ölenler! Kim dersiniz? Bence en iyi örnek Sağlık Bakanı Uz. Dr. Fahrettin Koca.

  • Sayın Koca, bedenen yaşasa da bizler için koca bir hiç, koca bir hayal kırıklığı.

Son açıklaması ile kendini bir kez daha ele veren Koca’ya düşen en iyi şey; ülkenin tüm halkından, pandemi döneminde kaybettiğimiz vatandaşların ailelerinden ve sağlık çalışanlarından özür dileyerek, istifa etmek.

Sağlık Bakanı, geçen hafta açıklama yaparak; pandemi döneminde en az 50 bin kişiyi pandemiden, bir o kadar yurttaşı da pandemi dışındaki nedenlerle kaybettiğimizi söyledi. Pandeminin hemen başında; İzmir Sağlık Müdürü ve İzmir Valisine, kentte pandemi dışındaki hastalara daha iyi hizmet verilmesi için önerilerde bulunmuştuk, kabul edilmedi. Salgının ikinci dalgası başlayınca, bir önceki deneyimle bir kere daha uyarı da bulunduk, yine kabul görmedi. Bu durum İzmir’de kaç yurttaşımızın can kaybına neden oldu?

  • Acaba Bakanlık, aşı uygulamasındaki beceriksizlikleri ile kaç bin kişinin ölümüne sebep oldu?

İşte böyle… Kimi yaşarken, Koca bir ölüdür. Kimi ölürken, koca bir ışık. Dün Orhan hocamı kaybettikten sonra, ardından o kadar güzel şeyler yazıldı ki. Sevgili hekim dostum, Ferah Nur Temiz’den küçük bir alıntı ile bitirmek istiyorum:

  • “…ölümün güzeli olur mu? Olur. Usul usul ve geride altın tozu bırakarak…”

Bilge, önder, beyefendi sevgili Orhan hocam, ışıklar içinde uyu. Bize verdiğin tüm emekler için çok teşekkür ederiz. Bize bıraktığın tüm emanetler için, başta Türkan hocam olmak üzere, gözünüz arkada kalmasın.

Sağlıkla kalın.

DELTA VARYANTI MI? BİZE VIZ GELİR, TIRIS GİDER…

Delta Varyantı mı? Bize vız gelir, Tırıs gider…Dr. Mustafa Torun

Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı, TTB Kurultay Delegesi
mtorun3@gmail.com
drmustafatorun@gmail.com
27 Haziran 2021

DELTA VARYANTI MI? BİZE VIZ GELİR, TIRIS GİDER..
ÖLEN ÖLÜR, KALAN SAĞLAR BİZİMDİR.
DU BAKALİ NE OLACAK?

Bizim Besni yöremizin ünlü bir deyimi vardır. Daha önceki yazılarımın birisinde sanırım yazmıştım..

  • UNU YOK, BULGURU YOK NİŞELİ BACIM NİŞELİ…

Burada geçen NİŞE ev yapımı nişasta anlamındadır.. Anadolu’da AT İLE GİDER ÇEŞMEYE, SU BULAMAZ İÇMEYE atasözü de aynı anlama yakın çok kullanılır.. Ülkemizdeki PANDEMİ yönetimini bu sözler sanırım güzel anlatmakta..
*
PANDEMİ başlangıcından beri bu kaçıncı hovardaca açılmamız? Kim anladıysa beri gelsin!
*
Turizm sezonunun açılması ve seyahat kısıtlamalarının kalkmasıyla birlikte, yabancı turistlerin Türkiye’ye akın ettiğini gözlüyoruz. Rusya’da yoğun bir şekilde görülen” DELTA  VARYANTININ, “Rus turistlerin Türkiye’ye gelmesiyle birlikte, Türkiye’de de ciddi artış göstereceğini söylemek için ille konunun uzmanı olmaya gerek yok. Görünen köy kılavuz istemez. Türkiye’de maalesef yeterli varyant analizi yapılmamaktadır. Sağlık Bakanlığı bu konuda derin bir sessizlik içindedir.
*
21 Haziran günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı doğrultusunda, 1 Temmuz’dan başlayarak  tüm kısıtlamaların kaldırılacağı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından duyurulmuştu. Bilindiği gibi aşılama son dönemde hız kazansa bile, günlük olgu sayılarında düşüş olmamış, toplumsal bağışıklığı sağlayacak bir aşılanma henüz gerçekleşmemiştir. Bu doğrultuda hemen hemen görüş bildiren tüm bilim çevreleri ve meslektaşlarım, bu denli bir gevşemenin yaz aylarında yeni bir tepe yaşanmasına neden olabileceğini belirtmelerine karşın sözlerimiz dinlenmemektedir…
*
Yapılan açıklamalara yönelik, koronavirüs salgınının seyrini değerlendirdiğimizde; Ekonomik kaygılar doğrultusunda alınan kararların yeni varyantların oluşumuna neden olacağı açıktır. Konuyla ilgili Türkiye’de yapılan varyant analizleri maalesef şaibelidir.
*
Rusya’nın seyahat kısıtlamasının ardından 22 Haziran tarihinde 44 uçuşla 12 bin turistin Türkiye’ye geldiğini öğrenmiş bulunmaktayız.
Şu anda Rusya’da varyant analizi fazla yapılmamasına rağmen aldığımız bilgiler doğrultusunda konuşursak; DELTA varyantı oranı çok yüksektir. Toplumda Hindistan varyantı olarak bilinen “Delta varyantının” yani B1.617.2’nin belirtileri baş ağrısı, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve hapşırmadır… Sanki nezleymiş gibi hastanelere hastalar başvurmaktadır… Virüsün vücutta ilerlemesiyle birlikte de damar iltihabına bağlı kangren oluşumu görülebildiğini söylemek gerekir.
*
BAKANLIK BİLGİ VERMİYOR!

Ege bölgesi ve öbür bölgelerde bildiğimiz ölçüde varyant analizinin yapılmadığını söyleyerek sorunun tam da bu noktada başladığını vurgulamak boynumuzun borcudur.10 hastadan birine varyant analizi yapılması gerekiyor. Ancak bizde hiçbir varyant analizi yapılmıyor. Dizin analizi yok veya bize bilgi verilmiyor. Bakanlık bu konuda maalesef hiç açıklama yapmıyor.. Sözlerimiz ve yazılarımız boşuna gibi!.. Saydamlık hak getire..
*
Normal şartlarda 10 testte bir, hiç değilse 20 testte bir varyant analizi yapılması gerekir. Hastadaki varyant Alfa mı, Beta mı, yoksa Delta mı bilebilmemiz gerekiyor. Eski İngiltere varyantı dediğimiz varyantın yerini İngiltere’de Hindistan varyantı aldı. İngiltere’nin hatası ise Hindistan ile yolcu trafiğinin yoğun olmasıydı… Dolayısıyla şu anda İngiltere’de müthiş bir alarm var. Maalesef İngiltere bu işi yalnızca aşılamayla çözerim sanmıştı, ama şu anda bin pişmanlar”.. Niçin bu bu gerçeği göremiyoruz?
*
UMARIZ YANILIRIZ…

Türkiye’nin turizm sektörünün canlanması amacıyla Rus turistlere kapılarını sonuna dek açmasının, Delta Varyantının ciddi ölçüde yayılım göstermesine neden olacağını belirtmekte yarar var.
*
1 Temmuz’dan sonra beklenen açılım (Umarım hatadan dönülür) çok çok büyük bir hata. Turizmin müthiş bir ekonomik baskısı nedeniyle alınan açılma kararı siyasal bir karardır diyebiliriz. Kesinlikle bilimsellik içermiyor. Delta, hızlı yayılan bir varyant olması dolayısıyla Türkiye’yi çok zor durumda bırakabilir. Türkiye’deki aşılama sayısı yeterli değil. Toplumsal bağışıklık sağlanması için en az %70 oranında bir aşılanma olması gerekiyor demiştik. Ancak bu hızla gidilse bile Ekim ayından önce sağlamamız olanaklı değil. Ayrıca Türkiye varyantı olup olmadığını bilmiyoruz…
*
Konunun Uzmanları olarak yeniden bir tepe yaşanması olasılığı için Ekim ayını işaret etmiştik. Ancak şu anda yaz aylarında yaşanması gündemde olabilir. Umarız yanılırız.
Yazın bir kapanma dönemi olmasın diye diliyoruz dostlarım…
Alınan kararlar doğrultusunda yeni bir tepe yaşanabilir. Hastalarıma soruyorum; ‘Ne oldu bu maskelere?’ ‘Hocam bitmiş bu iş…’ diyorlar.. Şaşırıp kalıyorum.. Ölen ve hastalanan, gecesini gündüzüne katarak çalışan meslektaşlarıma ve sağlık emekçilerine üzülüyorum..
*
İÇİMİZ KAN AĞLIYOR!

Toplumsal bağışıklığın en önemli noktası olarak aşıyı işaret etmeyi yine sürdürüyoruz..
Bir yandan da aşı karşıtları boş durmuyor, arabaların camlarına ilan ederek tereddütlü halkımı kandırmaya devam ediyor.
*
Anımsarsanız zamanında BioNTech aşıları kötülenip, iyi değil denerek SINOVAC aşıları alınmıştı…
2011 yılında Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünü bir günde kapattılar… Dünyanın gözde aşı merkeziydi Refik Saydam… Aşılar ve serumlar yapılıyordu. 1938 yılında bu Enstitü sayesinde Çin’e kolera aşısı bağışladığımızı (AS: 1 milyon doz!) lütfen unutmayalım. İçimiz kan ağlıyor… Haykırmak istiyoruz.. Haykıramıyoruz..
*
Türkiye’de koruyucu hekimlik göz ardı edilip, askıya alındı… İlaç firmalarına para getiren sistem devreye sokuldu. Aşılamayı ortadan kaldırmaya çalıştılar. Çünkü dev ilaç firmaları ‘Aşı yaptırmayın, tedavi edeyim, para kazanayım’ diye bas bas bağırıyor..
*
Bir başka önemli nokta olan maske, mesafe ve hijyen üçlüsüne değinecek olursak; “Şu anda Türkiye’de de bir gevşeme söz konusu. Vatandaşlar maskeleri hep çıkardı. Kimi insanlar aynı maskeyi günlerce kullanıyor… Dürüst bir biçimde maske takılmıyor! Oysa maskelerin cerrahi maske olması ve en çok 3-4 saat kullanılması gerekiyor..
*
Son söz olarak tüm sağlık bileşenleri ile birlikte olunup, bilgilerin saydam bir biçimde paylaşılması, salgının uzun soluklu bir savaşım gerektiğinin bilinci ile bu konuda deneyimli uzmanlardan yararlanılması gerektiğinin özellikle altını çizmek isterim.. Dinlerler mi derseniz? Hayır derim.. Yine bildiklerini yaparlar….
Salgından zarar gören tüm kesimlerin ivedilikle desteklenmesi gerekir diye düşünüyorum.
Bu acil bir çağrıdır…
Delta Varyant salgını giderek tüm ülkelerin acil ortak sorunu olmaya aday gibi. 80’e yakın ülke etki altında. Çocuk yaş dilimini, özellikle ergen dönemini etkileyeceğini şimdiden söyleyebiliriz
*
Buğdayımız bile yok iken, biz bırakın un yapmayı, nişasta yapmaya çalışıyoruz.. Yazık ki ne yazık!.. Bu gidişe dur denmeyecek mi?

Salı’dan Salı’ya, olmayan Meclis’te toplanan muhalefet ile mi?

Sevgiler..