Etiket arşivi: SARS CoV-2

KOVİT-19 SALGININDA “YENİ ve EŞİ GÖRÜLMEMİŞ VARYANT” OMICRON

KOVİT-19 SALGININDA
“YENİ ve EŞİ GÖRÜLMEMİŞ VARYANT” OMICRON

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci (Mülkiye)
ADD Bilim Kurulu 2. Başkanı
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik twitter : @profsaltik

Bilindiği gibi 09 Kasım 2021 günü Güney Afrika’dan DSÖ’ye (Dünya Sağlık Örgütü) yeni bir varyant bildirildi. DSÖ bu son varyanta OMICRON adını verdi ve yayılma yeteneğinin “yüksek” olduğunu bildirdi. Başlıkta yer verdiğimiz şu betimlemeyi de ekledi.

• EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR MUTASYON…

Salt dikensi çıkıntı proteininde (Spike protein) 35 dolayında mutasyon var virüsün RNA’sında.
SARS-Cov-2 adı verilen Covid-19 hastalığı etkeni virüsün kendisi de bir mutasyon ürünü idi.
Pangolin ve yarasalar arasında bulaşın (enfeksiyonun) geçişi sırasında SarsCov-2 adı verilen
mutasyon ürünü virüs oluştu ve bir “çevresel zoonotik” hastalık olarak küresel – kıtalararası salgına (pandemiye) neden oldu (2020 yılı başı).

SARS-Cov-2 adlı Covid-19 etkeni virüs, 2020’nin ilk günlerinde bu adı aldıktan sonra, aradan geçen yaklaşık 2 yılda çok sayıda mutasyon geçirdi. Bunlardan salgın açısından önemli olanlar “varyant” (VoC) olarak adlandırıldı ve DSÖ’nce Grek (Yunan) abecesinden (alfabesinden) harflerle ad verildi. İlki “α varyantı” olarak tanıtıldı, Güney Afrika kökenliydi ve İngiltere’de yakalandı. Sonki gene olasılıkla G. Afrika kaynaklı ve bu ülkece 9 Kasım 2021 günü DSÖ’ne duyuruldu.

Son verilerle Kovit-19 salgını nedenli küresel ölüm sayısı 5,270,472; olgu (vaka, hasta) sayısı ise 266,101,055 (05.12.2021). Türkiye’de “resmi” ölüm sayısı 77,830 ve olgu sayısı
8,901,117. Bunlar elbette “resmi” ya da yakalanabilen ve kayda alınabilen / alınan sayılar,
buzdağının ucu. DSÖ’nün uyarılarına göre gerçek sayılar, açıklananların 3 – 3,5 katı dolayında.
***
Mutasyon, bulaş nedeniyle olmakta. Bir insandan bir başka insana bulaş gerçekleşmedikçe
virüs çoğalma davranışı sergileyemediğinden, bu sırada, kendisini klonlarken (replication) yaptığı hatalara bağlı mutasyon da söz konusu değil. RNA’sını kopyalayarak çoğalırken, 36 bin dolayındaki bazdan (nükleotid) birinde ya da birkaçında sıralama hatası (sequencing error) olabiliyor. Bu biyolojik olgu “mutasyon” adını alıyor.

Mutasyon biyolojik bir süreç ve sürekli. Tüm canlılarda beli olasılıklarla (genellikle E-05) gerçekleşmekte. Örn. grip virüslerinin RNA’sı her yıl %7 gibi yüksek bir oranda mutasyona uğramakta ve bu yüzden grip aşıları her yıl güncellenmek zorunda.

Mutasyon, -virüsler dahil- canlıların yaşamda kalma ve uyum sağlama çabalarının ürünü.
Olumlu yönde mutasyonlar canlının değişen yaşam – çevre koşullarına uyumunu ve sağkalımını
(survival) sağlarken, tersi yönde mutasyonlar ise doğal ayıklanma (natural selection) sonucu ile
yaşamdan dışlanma (ölüm!) anlamına geliyor.

Son 2 yılda, SARS-Cov-2 virüsünde (Koronavirüs) gözlemlenen kayda değer (variant of concern, VoC) mutasyon sayısı 10’u aştı.

  • OMICRON varyantı, DSÖ’ne göre “ENDİŞE VERİCİ, EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR MUTASYON” varyantıdır.

Virüsün insan hücresine girişte kullandığı dikensi çıkıntıda (Spike) yer alan proteinlerin
mutasyon sonucu değişimi, hücrelerimizin bu virüsle daha önce karşılaşmış bile olsa onu
tanıyamaması riski doğuruyor. Bunun uygulamada karşılığı, AŞIDAN KAÇMA ve YENİDEN BULAŞ (re-enfeksiyon)!

Sağlık Bakanı Dr. Koca ülkemizde henüz OMICRON varyantına rastlanmadığını belirtmekte ancak ne oranda gen dizilim incelemesi (sequence analyse) yapıldığı açıklanmıyor. İngiltere’de her hafta pozitif PCR testi sonuçlarının yaklaşık %20’si, ki bu 60 bin dolayında olguya (vakaya) karşılık geliyor, gen dizilimi incelemesine alınıyor. Dolayısıyla varyantları erken yakalama olanağı oluyor.

ABD’de geliştirilen ve FDA’dan, ivedi kullanım onayına ek olarak tam ruhsat (Lisans) da alan
Moderna ve Alman-ABD ortak ürünü BioNTech&Pfizer firmaları, OMICRON’un aşılardan kaçması ve bu aşıların güncellenerek son varyanta karşı da koruyucu / etkili olması için sırasıyla 6 hafta ve 100 (yüz) gün gerekebileceğini açıkladılar. Henüz tam bilinmemekle birlikte,

  • OMICRON varyantı aşılardan kaçabilir ve bu olumsuz senaryoda tüm küresel toplum, iyimserlikle, 3 aya dek uzanan bir süre tümüyle korunmasız kalabilir!

Bu, KARANLIK BİR PENCERE DÖNEMİ‘dir ve ürkü (panik) göstermeden Küresel ölçekte hazırlıklı olmayı gerektirir. Çok ciddi bir durum.. 2 yıl boyunca “virüs yaşamımızdan çekip gitmedi”.. Tersine yönde mutasyonlarla varlığını sürdürdü ve salgın savaşımımızı epey güçleştirdi. Henüz bilgilerimiz çok sınırlı. Klinik gidişin örneğin Delta varyanta göre daha hafif olabileceği ancak %40 dolayında daha bulaştırıcı olduğu ön veriler içinde. Daha çok bulaştırıcılık yüzünden, daha hafif klinik tablo yaratsa bile, ölüm sayısında azalma değil tersini beklemek gerek.

En kötü senaryo olarak Aşılardan kaçma durumunda bir karabasan tablosu bekliyor dünyayı.
Moderna 6 hafta, BioNTech&Pfizer ise en az yüz gün gerekeceğini açıkladı aşıların güncellenmesi için. Bu süre bir “karanlık pencere” dönemi oluşturabilir Küresel toplum için. Güncellenme başarılı olsa bile, bu “yeni” aşılarla dünya nüfusunu “sil baştan” aşılamak gerekecek. Çok büyük bir sorunsal..

8 Aralık 2020’den bu yana İngiltere’de başlanan aşılama süreci, 1. yılı bitirdiğinde adeta bir
düşkırıklığı ile yüz yüzeyiz. Temel neden ise tüm Küre nüfusunu bir seferberlik bilinci ile 2-3 ay
içinde AŞILAYAMAMIŞ olmamız. Bunda da hem AŞIYA ERİŞİM HAKKI hem de AŞI KARŞITLIĞI belirleyici rol oynadı. Her 2 sorunun da hızla aşılması gerek ve bu olanaklı.

Küresel aşı adaletsizliği sürüyor.. 8,14 milyar doz aşı yapıldı 1 yılda, Dünya nüfusu 7.9
milyar iken. Ama yoksul ülkelerde en az 1 doz aşılanabilen nüfus hala %6,2!

Neo-liberal yabanıl kapitalizmin utancı!

• Küresel salgın karşısında adeta DENETİMLİ BİR DEHŞET SENARYOSU izleniyor!!??

Dünya nüfusunun %54,9’u en az 1 doz aşılandı ve her gün ortalama 34,41 milyon doz aşı yapılıyor. Ama Kara Kıta Afrika’da aşılanma %5 dolayında. Bardağın boş tarafından bakıldıkta, 1,2 milyar nüfusun %95’inin Kovit-19 aşılarına erişemediği görülüyor hazin biçimde.

Küresel toplumun ağır sınavı sürüyor, özellikle Küresel efendilerin, neo-liberal vahşetin
baronlarının! Salgınla tehlikeli flörtü / valsi / kumarı bir yana bırakıp; BM (Birleşmiş Milletler)
öncülüğünde bir seferberlik kaçınılmaz.. Aşı adaletini sağlayarak, patent vb. akçalı (mali) engelleri aşarak, yoksul ülkelerin borçlarını erteleyip – öteleyerek, hafifleterek, silerek..

• 5 yaş üstünde tüm dünyalıları ETKİN / GÜVENLİ aşılarla 2-3 ay içinde aşılamak…
• Maliyet 1 doz aşı 10 $ alınırsa, 7 milyar 5+ yaş nüfus için 70 milyar $; 2 doz için 140 Bn $!

Asla kaldırılamayacak bir tutar değil. Toplam Küresel gelir 2020’de yaklaşık 80 Tr $. Tüm
Dünyalılara 2 doz aşı bedelini lojistik vb. hizmet giderlerini de katarak 200 Bn $ dersek,
2020 toplam Dünya gelirinin 1/400’ü! Bu yapılmadığında tablo çok yönlü çok ağırlaşıyor ve
İPLERİ ELDEN KAÇIRMA RİSKİ de var!

Aşı karşıtlarının akıl – bilim dışı savlarına teslim olamayız!

• 2-3 haftalık eş zamanlı KÜRESEL KAPANMAYI (global lockdown) gündeme ciddiyetle almak..

Bu arada, klasik korunma önlemlerini özenle sürdürmek her zamankinden daha gerekli :

✓ Uygun / standart maske ve dezenfektanlar; mutlaka sıkı nitelik (kalite) denetimleri
yapılarak,
✓ 1,5 – 2 m fiziksel korunma uzaklığı,
✓ başta el olmak üzere genel hijyen,
✓ kalabalıklardan – sosyalleşmeden olabildiğince kaçınma,
✓ kapalı alanlarda olabildiğince kısa süre kalma ve buraları kışın da etkin havalandırma..
✓ zorunlu olmayan gezi vb. eylemleri erteleyip – öteleme,
✓ toplumsal hareketliliği sınırlama
✓ Devletin sosyal destek programlarını sürdürmesi, eğitimi ve yasal yaptırımları uygulaması..

Örneğin 1593 s. Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nın 94. maddesi çok net yaptırım tanımlamakta : Yinelenen aşılarını belgeleyemeyenler kamu ve özelde, büyük çiftliklerde işe alınmaz ve okullara sokulmazlar..

• Aşı karşıtlığı engelinin üzerine kararlılıkla gidilerek YAŞAM HAKKININ KORUNMASI…

“Türkiye’nin perişan halleri” aşağıda..


4-5 aydır her gün 20 -30 bin yeni hasta ve 200-300 arasında “resmi” ölüm!!..
Bu kıyımdır ve sürdürülemez, sürdürülmemelidir; daha iyi veriler olanaklıdır.
Türkiye’de salgın “öksüz” bırakılmıştır ve

• AKP iktidarı çok sayıda önlenebilecek hastalık ve ölümden, masum insanların
sağlıklı yaşam hakkından doğrudan sorumludur tarih önünde ve yargılanacaktır.

===================================================
https://www.birgun.net/haber/omicron-la-en-basa-donebiliriz-368375 07.12.2021

ADD web sitesi : chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/viewer.html?pdfurl=https%3A%2F %2F www.add.org.tr%2Fwp-content%2Fuploads%2F2021%2F12 %2FKOVIT-19SALGININDA-YENI-ve-ESI-GORULMEMIS-VARYANT-OMICRON.pdf&clen= 333975&chunk=true

Covid-19’dan ölen 250 bin kişinin yarısı kurtarılabilirdi | FORUM HAFTA SONU (5 ARALIK 2021) – YouTube

TELE1 TV Konuşmamız – 05 Aralık 2021

 

TELE1 TV Konuşmamız – 05 Aralık 2021

Dostlar,

Bu gün, 5 Aralık 2021 günü, TELE1 TV‘den Sn. Namık Koçak’ın konuğu olacağız / OLDUK.. Program kaçıranlar için erişke (link) yazımızın sonlarında..

Bilindiği gibi 09 Kasım 2021 günü Güney Afrika’dan DSÖ’ye (Dünya Sağlık Örgütü) yeni bir varyant bildirildi.

DSÖ bu son varyanta OMICRON adını verdi ve yayılma yeteneğinin (potansiyelinin) “yüksek” olduğunu bildirdi. Şu betimlemeyi de ekledi.

  • EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR MUTASYON…

Salt dikensi çıkıntı proteininde (Spike protein) 35 dolayında mutasyon var virüsün RNA’sında.

Bilindiği gibi, SARS-Cov-2 adı verilen Covid-19 hastalığı etkeni virüsün kendisi de bir mutasyon ürünü idi. Pangolin ve yarasalar arasında bulaşın (enfeksiyonun) geçişi sırasında SarsCov-2 adı verilen mutasyon ürünü virüs oluştu ve bir “çevresel zoonotik” hastalık olarak küresel – kıtalararası salgına (pandemiye) neden oldu.

SARS-Cov-2 adlı Covid-19 etkeni virüs, 2020’nin ilk günlerinde bu adı aldıktan sonra, aradan geçen yaklaşık 2 yılda çok sayıda mutasyon geçirdi. Bunlardan salgın açısından önemli olanlar “varyant” olarak adlandırıldı ve DSÖ’nce Grek (Yunan) abecesinden (alfabesinden) harflerle adlandırıldı. İlki “α varyantı” olarak tanıtıldı, Güney Afrika kökenliydi ve İngiltere’de yakalandı. Sonki gene olasılıkla G. Afrika kaynaklı ve bu ülkece 9 Kasım 2021 günü DSÖ’ne duyuruldu.

Son verilerle küresel ölüm sayısı 5,270,472; olgu (vaka, hasta) sayısı ise 266,101,055 (05.12.2021). Türkiye’de ise “resmi” ölüm sayısı 77,830 ve olgu (vaka, hasta) sayısı 8,901,117.
Bunlar elbette “resmi” ya da yakalanabilen ve kayda alınabilen / alınan sayılar, buzdağının ucu.
DSÖ’nün uyarılarına göre gerçek sayılar, açıklananların 3 – 3,5 katı dolayında.
***
Mutasyon, bulaş nedeniyle olmakta. Bir insandan bir başka insana bulaş gerçekleşmedikçe virüs çoğalma davranışı sergileyemediğinden, bu sırada, kendisini klonlarken yaptığı hatalara bağlı mutasyon da söz konusu değil. RNA’sını kopyalayarak çoğalırken, 36 bin dolayındaki bazdan birinde ya da birkaçında sıralama hatası olabiliyor. Bu biyolojik olgu “mutasyon” adını alıyor.

Mutasyon biyolojik bir süreç ve sürekli. Tüm canlılarda beli olasılıklarla gerçekleşmekte. Örn. grip virüslerinin RNA’sı her yıl %7 gibi yüksek bir oranda mutasyona uğramakta ve bu yüzden grip aşıları her yıl güncellenmek zorunda.

Mutasyon, –virüsler dahil– canlıların yaşamda kalma ve uyum sağlama çabalarının ürünü. Olumlu yönde mutasyonlar canlının değişen yaşam – çevre koşullarına uyumunu ve sağkalımını (survival) sağlarken, tersi yönde mutasyonlar ise doğal ayıklanma (natural selection) sonucu ile yaşamdan dışlanma (ölüm!) anlamına geliyor.

Son 2 yılda, SARS-Cov-2 virüsünde (Koronavirüs) gözlemlenen kayda değer mutasyon sayısı 10’u aştı. OMICRON varyantı, DSÖ’ne göre “ENDİŞE VERİCİ, EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR MUTASYON” varyantıdır. İnsan hücresine girişte kullanılan dikensi çıkıntıda (Spike) yer alan proteinlerin mutasyon sonucu değişimi, hücrelerimizin bu virüsle daha önce karşılaşmış bile olsa onu tanıyamaması riski doğuruyor. Bunun uygulamada karşılığı, AŞIDAN KAÇMA ve YENİDEN BULAŞ (re-enfeksiyon)!

Sağlık Bakanı Dr. Koca ülkemizde henüz OMICRON varyantına rastlanmadığını belirtmekte ancak ne oranda gen dizilim incelemesi (sequence analyse) yapıldığı açıklanmıyor. İngiltere’de her hafta pozitif PCR testi sonuçlarının yaklaşık %20’si, ki bu 60 bin dolayında olguya (vakaya) karşılık geliyor, gen dizilimi incelemesine alınıyor. Dolayısıyla varyantları yakalama olanağı oluyor. 

ABD’de geliştirilen ve FDA’dan, ivedi kullanım onayına ek olarak tam ruhsat (Lisans) da alan Moderna ve Alman-ABD ortak ürünü BioNTech&Pfizer firmaları, OMICRON’un aşılardan kaçması ve bu aşıların güncellenerek son varyanta karşı da koruyucu / etki olması için sırasıyla 6 hafta ve 100 (yüz) gün gerekebileceğini açıkladılar. Henüz tam bilinmemekle birlikte,

  • OMICRON varyantı aşılardan kaçabilir ve bu olumsuz senaryoda tüm küresel toplum, iyimserlikle, 3 aya dek uzanan bir süre tümüyle korunmasız kalabilir!

Bu, KARANLIK BİR PENCERE DÖNEMİ‘dir ve ürkü (panik) göstermeden Küresel ölçekte hazırlıklı olmayı gerektirir.

Çok ciddi bir durum.. 2 yıl boyunca “virüs yaşamımızdan çekip gitmedi”.. Tersine yönde mutasyonlarla varlığını sürdürdü ve salgın savaşımımızı güçleştirdi.

Henüz bilgilerimiz çok sınırlı. Klinik gidişin örneğin Delta varyanta göre daha hafif olabileceği ancak %40 dolayında daha bulaştırıcı olduğu ön veriler içinde. Daha çok bulaştırıcılık yüzünden, daha hafif klinik tablo yaratsa bile, ölüm sayısında azalma değil tersini beklemek gerek.

En kötü senaryo olarak Aşılardan kaçma durumunda bir karabasan tablosu bekliyor dünyayı. Moderna 6 hafta, BioNTech&Pfizer ise en az 100 gün gerekeceğini açıkladı aşıların güncellenmesi için. Bu süre bir “karanlık pencere” dönemi oluşturabilir Küresel toplum için. Güncellenme başarılı olsa bile, bu “yeni” aşılarla dünya nüfusunu “sil baştan” aşılamak gerekecek. Çok büyük bir sorunsal..

8 Aralık 2020’den bu yana başlanan aşılama süreci, 1. yılı bitirdiğinde adeta bir hüsran ile yüz yüzeyiz. Temel neden ise tüm Küre nüfusunu bir seferberlik bilinci ile 2-3 ay içinde AŞILAYAMAMIŞ olmamız bağlı. Bunda da hem AŞIYA ERİŞİM HAKKI hem de AŞI KARŞITLIĞI belirleyici rol oynadı. Her 2 sorunun da hızla aşılması gerek ve bu olanaklı.

  • Küresel aşı adaletsizliği sürüyor.. 8,14 milyar doz aşı yapıldı 1 yılda, Dünya nüfusu 7.9 milyar iken. Ama yoksul ülkelerde en az 1 doz aşılanabilen nüfus hala %6,2! Neo-liberal yabanıl kapitalizmin utancı.
  • Küresel salgın karşısında adeta DENETİMLİ BİR DEHŞET SENARYOSU izleniyor!!??

Dünya nüfusunun %54,9’u en az 1 doz aşılandı ve her gün ortalama 34,41 milyon doz aşı yapılıyor. Ama Kara Kıta Afrika’da aşılanma %5 dolayında. Bardağın boş tarafından bakıldıkta, 1,2 milyar nüfusun %95’inin Kovit-19 aşılarına erişemediği görülüyor hazin biçimde.

Küresel toplumun ağır sınavı sürüyor, özellikle Küresel efendilerin, neo-liberal vahşetin baronlarının! Salgınla tehlikeli flörtü / valsi / kumarı bir yana bırakıp; BM (Birleşmiş Milletler) öncülüğünde bir seferberlik kaçınılmaz.. Aşı adaletini sağlayarak, patent vb. akçalı (mali) engelleri aşarak, yoksul ülkelerin borçlarını erteleyip – öteleyerek, hafifleterek, silerek..

  • 5 yaş üstünde tüm dünyalıları ETKİN / GÜVENLİ aşılarla 2-3 ay içinde aşılamak…
  • Maliyet 1 doz aşı 10 $ alınırsa, 7 milyar 5+ yaş nüfus için 70 milyar $; 2 doz için 140 Bn $! Asla kaldırılamayacak bir tutar değil. Toplam Küresel gelir 2020’de yaklaşık 80 Tr $. Tüm Dünyalılara 2 doz aşı bedelini lojistik vb. hizmet giderlerini de katarak 200 Bn $ dersek, 2002 toplam Dünya gelirinin 1/400’ü! Bu yapılmadığında tablo çok yönlü çok ağırlaşıyor ve İPLERİ ELDEN KAÇIRMA RİSKİ de var!
  • Aşı karşıtlarının akıl – bilim dışı savlarına teslim olamayız!
  • 2-3 haftalık eş zamanlı KÜRESEL KAPANMAYI gündeme ciddiyetle almak..

Bu arada, klasik korunma önlemlerini özenle sürdürmek her zamankinden daha gerekli.

– Uygun / standart maske ve dezenfektanlar; mutlaka sıkı nitelik (kalite) denetimleri yapılarak,
– 1,5 – 2 m fiziksel korunma uzaklığı,
– başta el olmak üzere genel hijyen,
– kalabalıklardan – sosyalleşmeden olabildiğince kaçınma,
– kapalı alanlarda olabildiğince kısa süre kalma ve buraları kışın da etkin havalandırma..
– 0zorunlu olmayan gezi vb. eylemleri erteleyip – öteleme,
– toplumsal hareketliliği sınırlama
– Devletin sosyal destek programlarını sürdürmesi, eğitimi ve yasal yaptırımları uygulaması..

Örneğin 1593 s. Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nın 94. maddesi çok net yaptırım olanağı tanımlamakta :

  • Yinelenen aşılarını belgeleyemeyenler kamu ve özelde, büyük çiftliklerde işe alınmaz ve okullara sokulmazlar.. 
  • Aşı karşıtlığı engelinin üzerine kararlılıkla gidilerek YAŞAM HAKKININ KORUNMASI…

Türkiye’nin perişan halleri” aşağıda..

4-5 aydır her gün 20 -30 bin yeni hasta ve 200-300 arasında “resmi” ölüm..
Bu kıyımdır ve sürdürülemez, sürdürülmemelidir; daha iyi veriler olanaklıdır.
Türkiye’de salgın “öksüz” bırakılmıştır ve

  • AKP iktidarı çok sayıda önlenebilecek hastalık ve ölümden, masum insanların sağlıklı yaşam hakkından doğrudan sorumludur tarih önünde; yargılanacaktır.
    ***
    Bunları ve daha fazlasını konuşacağız / KONUŞTUK TELE1’de Sn. Namık Koçak ile.
    Programı izlemek için lütfen tıklayınız.. (42 dk.)

***
Bu gün, 5 Aralık 1934’ün 87. yıldönümü. Büyük ATATÜRK‘ün kadınlarımıza seçme – seçilme hakkı tanımasının mutlu yıldönümü. Birçok Avrupa ülkesinden daha önce hem de!
Büyük Devrimci Mustafa Kemal ATATÜRK‘ü ve eşsiz önderliğini şükranla anıyoruz.
Hiç ama hiç unutulmasın; “tüm insanlar haklar ve onur bakımından özgür ve eşit doğarlar“;
Türkiye’nin de kabul ettiği  İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, md. 1.. (10 Aralık 1948)

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile.
05 Aralık 2021, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

 

Delta varyantının daha hızlı yayılmasının sebebi

authorÇAĞHAN KIZIL

Bilim insanlarının sorduğu soru şu:
  • Neden Delta varyantı diğer virüs formlarından hızlı ilerliyor? Bunun yanıtı şu an için net değil ancak elimizde bazı bilgiler var.

Pandemide yeni bir dalganın yükselişi ile karşı karşıyayız. Bir önceki dalgadaki en yüksek günlük ortalama vaka sayısı 830 bin civarında iken şu andaki yükselen dalgada günlük 640 bin sınırını aşmış durumdayız.(1) Yaz ayları içinde azalması öngörülen vaka sayılarına rağmen yaşanan hızlı yükseliş, sonbaharın yüksek bir virüs yüküyle başlayacağının işaretçisi. Önceki dalgalardan farklı olarak, elimizde aşılar ve aşıların koruyuculuğu var. Ancak aşılamanın dünya üzerindeki yaygınlığı düşünüldüğünde henüz genel bir bağışıklığa ulaşmaktan çok uzak olduğumuzu söyleyebiliriz. Dünya nüfusunun %31i en az 1 doz aşı oldu, %16’sı tam aşılandı. Günlük 36 milyon doz aşı yapılmasına rağmen, dünyada düşük gelirli ülkelerdeki aşılama oranı sadece %1,2.(2)

  • Bu düşük aşılamanın ve virüsün yeni dalgalar halinde dünya üzerinde kendini çoğaltmasına izin vermemizin bize getireceği sonuç, yeni virüs formlarının ve varyantların ortaya çıkması olacak.

Hâlihazırdaki pandemi dalgasının en önemli bileşeni Delta varyantı olarak adlandırdığımız virüs biçimi. Önceki virüslerden ve diğer varyantlardan Delta‘yı ayıran özellik, daha hızlı yayılması. Salgının hız aldığı bölgelerde Delta varyantının oranı % 100’e yaklaşmış durumda. Bilim insanlarının sorduğu bir soru su:

  • Neden Delta varyantı diğer virüs formlarından daha hızlı ilerliyor?

Bunun yanıtı şu an için net değil ancak elimizde bazı bilgiler var. Öncelikle Delta varyantı daha hızlı yayılmasına karşın, hastalık şiddetinde bir artış sağlamıyor. Bu iyi haber. Önceki Alfa varyantına benzer bir hastalık seyri gerçekleşiyor. Ancak Delta‘nın en önemli özelliklerinden bir tanesi bu virüsle enfekte olanlarda virüs yükünün insan vücudunda daha hızlı artırması. Çin’de yapılan çalışmada, Delta varyantı ile enfekte olan kişilerde virüsün vücutta yüksek seviyelere ulaşıp bulaştırıcılığın başlaması dört gün sürerken diğer SARS-CoV-2 varyantlarıyla hastalanan kişilerde bu süre altı gün (3). Delta varyantıyla enfekte olan kişilerde viral RNA değerlendirmesinde de Delta varyantının genetik yapısı olan RNA’sı, diğer varyantlara oranla 1000 kat daha fazla. (3) RNA analizi virüsün kendisi ve enfekte etme kapasitesi ile birebir örtüşen bir değerlendirme değil ancak bu gözlemlerin bize anlattığı, Delta varyantı bir şekilde diğer varyantlara oranla kendini vücuda girdikten sonra daha hızlı üreterek yüksek seviyelere ve bulaştırıcılığa ulaşabiliyor. Bu nedenle, semptomatik hastalığın ortaya çıkmasından önce bulaştırıcılık seviyesi ve süresi de Delta varyantı için diğer virüs çeşitlerine oranla yaklaşık iki kat daha fazla.

AVANTAJ SAĞLIYOR

Peki, Delta varyantı neden önceki virüslere oranla bu avantaja sahip? Bunun nedeni tam bilinmemekle beraber Delta varyantında bulunan bazı mutasyonların insan hücresine girmekte ve kendini çoğaltmakta virüse avantaj sağladığını düşündürüyor. Bu avantaj, virüsün yaşam döngüsündeki fizyolojik bazı olayların daha etkin şekilde gerçekleştirilmesi ile ilgili olabilir. Bunlardan bir tanesi virüsün hücreye girmek için kullandığı S proteininin kesilmesi ile ilişkilendirilmiş durumda. Virüs, S proteinini ile insan hücrelerindeki yüzeyi tanıyor ve bu protein ikiye kesilip kendi RNA genetik materyalini insan hücresi içine aktarılıyor. Bu kesim ne kadar etkiliyse  virüsün genetik yapısının hücre içine aktarılması o kadar etkin hale geliyor. (4) Bazı deneylerde gösterildiği üzere Delta varyantının taşıdığı bir mutasyon olan P681R, orijinal virüsten daha etkili bir kesim mekanizmasına işaret ediyor. (5) Bu etkin mekanizma ise solunum yollarında daha fazla virüs oluşabilmesine imkân tanıyor. Bazı virologlara göre ise bu mutasyonun tek başına Delta‘nın daha hızlı yayılmasını açıklaması mümkün değil. Örneğin bu mutasyon önceki Alfa varyantında da var ancak yayılımın daha hızlı gerçekleştiği Delta’da farklı bazı mutasyonların da bu hızlı yayılma ve daha etkili enfekte etme surecine katkıda bulunması imkan dahilinde. Bunun yanında, Delta varyantının, önceki varyantlarda görülmeyen ve akciğer içinde öbeklenen virüs parçacıkları oluşturduğu da gösterildiği düşünülünce, var olan mutasyonlar ile yeni biyolojik özellikler kazanan Delta varyantının patojenik etki mekanizması da çeşitleniyor olabilir.(6)

AŞILILAR DA ETKİLENİYOR

Delta varyantı, aşılanmış kişilerde de enfekte ettikten sonra semptomatik hastalık gösterebiliyor. Bu oran oldukça düşük olmasına rağmen, Delta varyantının aşı etkinliğine karşı küçük de olsa bir avantaj sağladığını gösteren bir durum. Amerika Birleşik Devletleri‘nde yapılan çalışmada 156 milyon aşılanan kişiden 153 bininde virüs enfeksiyonu gözlendiği bildirildi. Bu, yaklaşık %0.09 oranına eşit.(7) Enfekte olma oranına bakıldığında ABD’de virüsle hastalanma oranı tüm nüfusun yaklaşık %10’u.

  • Bu, aşılamanın, hastalanma oranını 100 kata yakın düşürdüğünü gösteriyor.
  • Bir diğer pozitif gösterge ise, aşılanan ve enfekte olan kişilerdeki hastaneye yatma ve ölüm oranlarının çok daha düşük olması.

Bu bize şunu anlatmakta: Delta varyantı, önceki varyantlara oranla kendine daha hızlı yayılma ve daha etkili enfekte etmek için bir avantaj sağlamış durumdaŞu anda dünyada yaşadığımız dalganın ana etkisini bu avantaj sağlamış gibi görünüyor. Ancak aşılar özellikle mRNA aşıları, bu varyanta karşı da oldukça etkili.(8) Burada aşılamanın Delta varyantını nasıl etkilediğine de değinmek gerek. Aşılamadan sonra vücut bir antikor tepkisi gerçekleştiriyor ve uzun vadede bu antikor tepkisi azalırken bağışıklık hafızası yaratılarak virüsle tekrar karşılaşıldığında vücudun daha hızlı hareket etmesi sağlanıyor. Aşılama, hastalanmadan bu hafızaya sahip olmamızı sağlıyor. Ancak Delta varyantı, bu antikorların ana saldırısından kendini sıyırabilecek bazı mekanizmaları da geliştirmiş durumda.(9,10) İşte bu nedenle aşılanan bazı kişilerde de yeniden semptomatik enfeksiyonlar görülebiliyor ancak belli etmekte yine fayda var ki

  • aşılar bu enfeksiyonları rağmen hastaneye yatışlar ve ölümleri yüksek oranda önlüyor.

Fakat Delta varyantının aşılanmamış kişilerdeki etkisi ve aşılanmamış toplum kesimlerindeki yayılıma etkisi önceki virüslerden daha fazla. Bu nedenle, aşılanmamış kişilerde daha şiddetli hastalığa yol açmasa bile daha fazla insanı enfekte edeceği, daha fazla insanın hastaneye yatıp daha fazla insanın yaşamını kaybedeceğini öngörmek maalesef yanlış olmayacak.

Önümüzde;
– etkili aşılama ile ulaşılan toplum bağışıklığı,
– toplumsal yayılım dinamiklerinin önlenmesi için
– virüs varlığının dikkatlice kontrol edildiği bir kapalı alan hareketliliği ve
– dünyada henüz sadece %16 olan tam aşılanmanın hızlı şekilde artırılması sorumluluğu var.

Delta varyantı şu anda mücadele ettiğimiz varyant ve kendi biyolojik özellikleri dışında toplumsal hareketliliğin de büyük etkisi ile yayılıyor.(11)

  • Eğer pandeminin devamına izin verirsek, yeni varyantlara da imkân vermiş olacağız.

Aşılama ve bağışıklık için bunun ne anlama geldiğini de o varyantların biyolojik yapılarını anlayabildiğimizde söyleyebileceğiz.

(1) https://www.worldometers.info/coronavirus/
(2) https://ourworldindata.org/covid-vaccinations
(3) https://virological.org/t/viral-infection-and-transmission-in-a-large-well-traced-outbreak-caused-by-the-delta-sars-cov-2-variant/724
(4) https://www.cell.com/molecular-cell/fulltext/S1097-2765(20)30264-1
(5) https://doi.org/10.1101/2021.06.30.450632
(6) https://doi.org/10.1101/2021.06.17.448820
(7) https://www.kff.org/policy-watch/covid-19-vaccine-breakthrough-cases-data-from-the-states/
(8) https://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa2108891
(9) https://www.medrxiv.org/content/10.1101/2021.07.14.21260307v1.full.pdf
(10) https://www.medrxiv.org/content/10.1101/2021.07.28.21261295v1
(11) https://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736(21)01358-1/fulltext

Aşısızların pandemisi

authorÇAĞHAN KIZIL

Birleşik Krallık, İsrail, Amerika Birleşik Devletleri gibi bölgelerde vaka sayıları Delta varyantı nedeniyle artsa da bu sayılar ölümlere önceki dalgalardaki oranlarda yansımıyor. Bunda aşılamanın başarısı var.

  • mRNA ve vektör aşıları hastalığa karşı etkili koruma sağlarken,
  • ağır hastalık ve ölümleri de büyük oranda düşürüyor.
Aşı karşıtlarının argümanları aksini söylese de gerçek dünya verisinin bu çarpıtma argümanların yanlış olduğunu net şekilde kanıtladı.

Aşıyı bulmakla beraber aşılamanın yavaş ilerleyeceğini de öngörüyorduk. Aşı tedarik zinciri, tüm dünyayı yeterince ve toplum bağışıklığına ulaştırabilecek kadar aşılamaktan hâlâ uzak ve bunun yanında aşıya erişimdeki eşitsizlik ise pandeminin önümüzdeki dalgalarının ölümcüllüğünün değişik ülkelerde değişik oranlarda yaşanacağını gösteriyor. Yine de son bir sene içinde aşılama ve toplumsal yayılmayı önleme metotları ile vaka artışını düşürmekte önemli bir aşama kaydedildi. Fakat bu süre içinde mutasyonlar virüslerin değişmesini beraberinde getirdi. Aşılamanın yetersiz olması ya da etkisi düşük aşıların kullanılması, virüsün kişileri tekrar enfekte edebilmesi ya da yayılıp ve bu süre içinde kendini değiştirme fırsatı yakalaması için ona imkân tanıdı.

Şu anda bildiğimiz birçok virüs varyanıtı var. Orijinal virüs genetik dizinindeki değişiklikler, SARS-Cov-2’nin farklı özellikler kazanmasına ve en önemlisi de oluşan bağışıklık tepkisinden kaçarak kendini çoğaltabilme yetisine sahip olmasını beraberinde getirdi. Birkaç ay öncesinde, Alfa varyantının yaygınlığını konuşurken, şimdi Delta varyantının yayılmasını konuşuyoruz. Alfa, orijinal virüsten %50 daha hızlı yayılırken, Delta ise Alfa’ya göre %60 civarında daha hızlı yayılıyor. Delta varyantının neden fazla yayıldığını dair çalışmalar bize şunu gösterdi:

İnsan hücresine girdiğinde Delta virüsü, orijinal virüsten 1000 kata yakın fazla parçacık üretiyor ve dolayısıyla bir kişinin bulaştırabileceği insan sayısı ve virüs yükü de çok daha fazla oluyor. Ayrıca Delta varyantı, kazanılmış bağışıklık tepkisini de aşabilecek bazı değişikliklere sahip. Bu nedenle, 4. ana dalga diyebileceğimiz vaka artışını Avrupa’da ABD’de, Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde görüyoruz. Elimizdeki en etkili aşı olan mRNA aşıları, Alfa varyantına karşı %93 koruma sağlarken Delta’ya karşı %88 koruma sağlıyor. Vektör aşıları ise %70 seviyesine kadar korumaya sahip. İnaktif aşıların daha düşük korumaya sahip olduğunu söylersek hata yapmayız. Yani, aşılanmamış 100 kişi hasta olurken, mRNA aşıları sonrasında bu sayı 12’ye, vektör aşıları sonrasında 27’ye düşüyor. Ayrıca, aşılanmamış kişiler içinde ağır hastalıklar ve ölümlerin görülmesi aşılanmış kişiler içinde çok daha düşük. Özellikle mRNA aşıları %95’ten fazla oranda ağır hastalığa ve ölüme karşı koruyor. Şu anda dünyada gördüğümüz vaka sayılarının artışının, ölümlere önceki dalgalar kadar yansımaması şansınız var. Ancak bu şans, sadece aşılama gerçekleşen insanlarda gün yüzüne çıkabilir. Bu nedenle 4. büyük dalganın, aşısızların pandemisi olarak adlandırılması da buna dayanıyor.

Pandeminin bu dalgasının önceki büyük dalgalara göre farklı bir dinamiği olması, süreçle yakından ilgisi olmayan ya da aşı karşıtlığını meslek edinmiş kişilerin belli yanlış argümanları da dillendirmesini sağlıyor. Elbette aşı kimseyi %100 hastalanmaktan korumuyor. Bu zaten en başında aşıların hastalığı semptomatik hastalığı önleme oranlarının yüzdelerle ifade edilmesinden anlaşılabilirdi. Bir hastalanmayı %90 önleyen aşı, 100 yerine 10 kişinin semptomatik hastalanmasını sağlıyor demektir. Dolayısıyla evet, aşılanan kişiler de yeniden hastalanabilir. Ancak bu hastalanmaların çok büyük bir kısmı asemptomatik geçiyor, geri kalan kısmı da hafif olarak atlatılıyor. Çok az bir oranda, aşılanan kişiler ağır hastalık kapabilir ve yaşamını kaybedebilir. Yani

  • aşılar hastalığın her aşamasında koruma sağlıyor ve ölümleri çok büyük oranda düşürüyor.
  • Aşılanmayan kişilerde ölüm oranları aşılananlara göre çok daha yüksek olacak.

Bir aşıyı değerlendirirken dikkat etmemiz gereken belli parametreler var. Öncelikle hangi aşıdan bahsettiğimiz önemli. Eğer bir aşı özellikle mRNA aşıları %88 semptomatik hastalıklara karşı korumaya ve ölümleri önlemede %95 etkiye sahipse, başka bir aşı %70 hastalığı önleme ve % 90 ölümleri azaltma gücüne sahipse iki aşının pandemi faturasını etkileme kapasitesinde elbette farklılık olacak. Türkiye için konuşmak gerekirse, inaktif virüs aşısının önceki varyantlara etkisi de düşüktü. Orijinal virüse %83 koruma sağlayan inaktif aşı, Delta varyantına karşı daha düşük koruma sağlayacak. İşte tam da bu nedenle güçlü bir aşıyla aşılanan kişilerdeki aşılanma oranı ve yaygın varyantın biçimi beraber düşünüldüğünde bir ülkenin pandemiden çıkış rotasının doğru olup olmadığı anlaşılabilir.

  • İkinci olarak aşılansak bile tedbiri elden bırakmamak gerekiyor.

Virüs yayılımı ne kadar az olursa, aşılama düşük olsa da ölümler azalacak. Bu nedenle aşı karşıtlarının “aşılanan insanlar da hasta oluyor ve ağır hastalık geçebiliyormuş, bu nedenle asla işe yaramıyor” söyleminin bir geçerliliği yok, aksine aşıların elimizden gelenin en iyisi düzeyinde pandemiyi önlemede bize yardımcı olduğunu söyleyebiliriz.

ÖLÜM ORANLARINA YANSIMIYOR

Son olarak; Birleşik Krallık, İsrail, ABD gibi bölgelerde vaka sayıları Delta varyantı nedeniyle artsa da, bu sayılar ölümlere önceki dalgalardaki oranlarda yansımıyor. Bunda aşılamanın başarısı var. Ancak halen aşılanmayan kişiler var ve bu varyantlar onları çok daha fazla etkileyecek.

  • Özetle, aşılar etkili; yeterince aşılama gerçekleştiğinde toplum bağışıklığı, Covid’in daha az ölümcül olduğu bir sürece evrileceğimizi gösteriyor.

Ancak o güne kadar hâlâ pandemideyiz ve hâlâ gerekli önlemleri almak şart.

Fütursuzca ve serbestçe virüs yayılımını tetikleyecek tüm uygulamaları bırakıp, eğitimin devam edebilmesi için okulların açılmasına katkıda bulunacak vaka düşüşünü sağlamakla ve aşılamayı artırmakla yükümlüyüz.

Pandemi başından beri söylediğimizi tekrarlayalım :

  • Riskleri gerçekçi şekilde analiz edip ona göre tedbirler almak gerekiyor;
    – vaka sayılarını saklayıp,
    – testleri düşürüp,
    – aşılamayı yüksekmiş gibi gösterip
    – insanları daha fazla rehavete kaptırmak değil.

Delta Varyantı Bize Ne Anlatıyor?

Prof.Dr. Bekir Sami KOCAZEYBEK | AVESİSProf. Dr. Bekir S. KOCAZEYBEK
İÜC CTF TIBBİ MİKROBİYOLOJİ ANA BİLİM DALI
İBB BİLİMSEL DANIŞMA KURULU ÜYESİ

10 Temmuz 2021, Cumhuriyet

Aralık 2019’dan Temmuz 2021’e kadar milyonlarca insanı enfekte eden ve ölümlere neden olan COVID-19 etkeni SARS-CoV-2 kendini sönümlemeye götürecek mutasyonlar yerine yapısını değiştirerek etkinliğini daha farklı varyantlarla hız kesmeden sürdürmektedir. Aralık 2019’daki ilk Çin/Wuhan tipi varyantla başlayan pandemide (birinci pik) (AS: tepe) yeni bir varyant Güney İngiltere’de ortaya çıktı ve Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada Nisan-Eylül 2020 tarihlerinde etkili oldu (ikinci pik). (AS: tepe)

2020 yılının şubat ayında yine İngiltere’de tanımlanan ve bildirilen Alfa varyantı (V1=B107= İngiltere varyantı) üçüncü pikini (AS: tepesini) halen devam ettirmektedir. Aynı şekilde Beta (V2=B1.351= Güney Afrika) ve Gama (V3=P1= Brezilya) varyantları da tüm ülkeleri ciddi olarak etkilemektedir.

En çok aşılanan ülkelere ek olarak Rusya ve İsrail’de de son iki ay öncesine kadar düşüş gösteren vaka ve ölüm sayılarında son iki ay içinde belirgin bir artış dikkati çekmeye başlamıştır. Bunun en büyük nedeni bu ülkelerden bildirilen Delta varyantıdır.

WHO Avrupa Direktörü Hans Cluge ve Avrupa E-CDC Direktörü Dr. Andrea Anmon, önümüzdeki süreçte ağustosun sonuna kadar, dolaşımda olan varyant SARS-CoV-2 virüslerinin %90’ının Delta varyantı olacağını bildirmiştir. Önümüzdeki süreçte de dördüncü pikin (AS: tepenin) nedeni olarak etkinliğini göstereceğini ifade etmiştir. Bu ifadelere, 16 aydan beri COVID-19 pandemisini dikkatle takip eden bir klinik mikrobiyolog olarak, bilimsel veriler ışığında aynen katılıyorum.

DELTA VARYANTININ OLASI ETKİLERİ

Delta varyantı ilk kez 2020’de Hindistan’da bildirilmişti. 4 Nisan 2021’de WHO tarafından VOI (variants of interest: izlenmesi gereken varyantlar) olarak tanımlanan virüs, 11 Mayıs 2021’de VOC (variant of concern: endişe verici varyant) olarak tanımlandı.

Delta varyantı çift mutasyon özelliğine sahip (E 484Q, L452R mutasyonları) süper bulaştırıcı özelliğiyle (Örneğin R0=4 yani bir kişinin 4 kişiye bulaştırması ve kapalı alanlarda ise 3-4 dakikada bulaştırıcılığı söz konusuyken, bu bulaştırıcılık Alfa varyantında 10-12 dakikadır. Ayrıca Alfa varyantına göre bulaştırıcılığı %60 fazladır, diğer hiçbir varyantta olmayan özelliklere sahiptir.

Diğer varyantlarda görülen klinik belirtilerden (ateş, halsizlik, koku ve tat kaybı) farklı olarak belirgin boğaz ağrısı, burun akıntısı ve ciddi baş ağrısı söz konusudur.

Şu andaki üçüncü pikin (AS: tepenin) etkeni olan Alfa varyantına göre 4.9 kat ölüm riski gösterirken pnömoni (zatürree) riski ise VOC olmayan varyantlara göre yaklaşık iki kat fazladır.

CT (Cycle Treshold: Enfekte virüsün vücuttaki miktarını indirekt gösteren değer) düzeyi düşük değerde (düşük düzey virüsün vücuttaki fazlalığı gösterir) çok yüksek olarak insan vücudunda 18 gün aynı düzeyde kalırken, diğer VOC olmayan varyantlar ise 13 gün kalabilmektir.

Delta varyantıyla ilgili yalnızca BioNTech ve AstraZeneca aşılarının etkinlik çalışmaları literatürde vardır. Buna göre BioNTech aşısında etkinlik %91.3’ten %88’e ve AstraZeneca’da % 76’dan %67’ye inmiştir.

Kısıtlı sayıdaki Delta varyantıyla ilgili BioNTech ve AstraZeneca aşı çalışmalarında Delta varyantına karşı bu iki aşıda ciddi olarak orta düzeyde semptomatik hastalık ve enfeksiyonu önlemede azalma görüyoruz. BioNTech aşısıyla başarılı bir aşılama süreci geçiren ve COVID-19 vaka sayılarını oldukça düşüren İsrail’de bile, BioNTech aşısının COVID-19 hastalığına etkinliğinin %60-70’ler civarında (AS: dolayında) olması, yeni COVID-19 vakalarının % 51′ inin aşılı olması ve bunların da %90’ının Delta varyantlı olması pandeminin bugünkü boyutu bakımından çok endişe vericidir.

Bununla birlikte özellikle Sinovac aşısının ilk sırada rutin olarak uygulandığı Endonezya (Son bildirilen 26 sağlık personeli ölümünde 10’unun Sinovac aşılı olması düşündürücüdür) ve Brezilya’da Delta varyantının artışını daha belirgin olarak görebiliyoruz. Peki Sinovac aşısının % 18 civarında en yaygın kullanıldığı Türkiye’de Delta varyantı sıklığı ve aşı etkinlik durumu nedir?

TÜRKİYE’DE KONUYA İLİŞKİN BİR ÇALIŞMA YOK

Çalışmalar tatmin edici boyutta değildir. Şöyle ki; Sağlık Bakanı en son 26 ilde 224 vaka olarak bildirdi. Tabii ki ülkemizde en yaygın varyant olan Alfa (İngiltere) varyantına karşı en çok kullanılan Sinovac aşısının etkinlik çalışması olmadığı gibi, Delta varyantıyla ilgili de bir çalışma yoktur. Bu sorun salt ülkemizin değil. Uluslararası literatürde de VOC adıyla bilinen endişe veren varyantlarda Alfa, Beta ve Gama’ya karşı Sinovac aşı etkinlik verisi olmadığı gibi; son günlerin en ciddi potansiyel varyantı Delta’ya karşı da etkinlik çalışması henüz yoktur.

Dünyada 3. tepeyi yaşadığımız bu süreçte Hindistan kaynaklı Delta varyantının yüksek bulaştırıcılık oranı ciddi bir klinik hastalık aktivasyonu (ölüm, yoğun bakım birimi ve pnömoni riskleri) ve eldeki mRNA temelli aşılara ve konvalesan (AS: nekahet) serumlara (immün plazmalara) karşı gösterdiği orta düzey direnç ve küresel düzeyde insanlığın %70’lerden uzak toplum bağışıklığı karşısında

  • 4. pikin (AS: tepenin) gelişmesi yüksek olasılıktır!

Bu gelişmeyi artıran bir başka önemli faktör (AS: etmen) ise ülkemizde 1 Temmuz’da yürürlüğe konan kademeli (bana göre hiç de öyle değil) normalleşme kararlarıdır.

ÖNLEM ALINMAZSA TEHLİKE KAPIDA

16 aylık, tahammül (AS: dayanç) sınırlarını zorlayan, kısıtlamalara meydan okuyan tavırların Delta varyantının olağanüstü bulaştırıcılığı ile birleşmesi önümüzdeki sürecin nasıl olabileceğini şimdiden bize göstermektedir.

Bunlara ek olarak;
– Delta varyantının çok yaygın olduğu ülkelerden (Rusya, İngiltere ve son günlerde İsrail gibi) gelecek turistlerin ciddi olarak izlenememesi halinde ve
– yaz aylarının kendine özgü insan davranışlarının engellenememesi ve
– izin, tatil gibi etkinliklerle insan davranışlarının gelişigüzelliği ve
– ciddi boyutlu bölgesel insan taşınmaları ile

  • gelişebilecek bu 4. dalgada Delta varyantının ülkemiz insanlarına ciddi yaşam kayıpları verdirebileceği ve sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitim öğretim yaşamına daha da darbe vurabileceği akıldan hiç çıkarılmamalıdır.

Eğer bu varyant virüsün yayılımının önlenmesini başaramazsak, bugün için Delta önümüzdeki günler için Delta-plus ve Lambda (Peru ve Güney Amerika kaynaklı) varyantlarının kapımızda olduğunun bilinmesinde yarar vardır.

Optimal Strategy for a COVID-19 Vaccine Roll-out

Science in the News

The pandemic caused by the novel coronavirus Severe Acute Respiratory Syndrome Coronavirus 2  (SARS-CoV-2) has arguably been the single most devastating global crisis in recent history. As of December 2020, the virus claimed the lives of 1.7 million people, and healthcare systems around the world have been stretched to their limits. Notably, the U.S. has been exceptionally hard hit, accounting for one in five cases worldwide, even though the U.S. only makes up 4.25% of the global population. This means that Americans have been infected at five times the per-capita rate of the global average. Behavioral modifications such as social distancing and mask wearing have helped curb the spread. Still, the only clear solution to suppressing widespread infections and achieving herd immunity – where the entire population is protected from a pathogen through immunized individuals – is for a vaccine that is effective and widely available to be distributed.

Figure 1. The average number of contacts (left), rate of hospitalizations (middle), and deaths (right) by age group, the latter two taking 18-29 year-olds as reference. Data from Mossong, et. al., 2008 and CDC.

Vaccines are here, but available only to a few

Pfizer-BioNTech and Moderna have recently received emergency use authorization by the U.S. Food and Drug Administration (FDA) for their COVID-19 vaccines, which the companies report to have over 94% efficacy. Yet, due to their limited availability, these vaccines are currently only administered to health care providers and long-term care residents. As production ramps up, the vaccines will become available to a gradually increasing fraction of the general public. Throughout this process, it is vital to optimally allocate the vaccines to particular demographic groups in order to minimize the pandemic’s many devastating impacts on public health, as well as on the social and economic fabric of society.

From a health policy standpoint, there are two main strategies for mitigating the worst effects of the pandemic on society:

  1. minimizing the number of deaths and
  2. slowing the rate of infections.

Unfortunately, while young adults drive most of the transmission of the virus, it is seniors above the age of 60 who are most at risk of dying from COVID-19 (Figure 1).

The discrepancy between the most vulnerable age group and the age group mainly responsible for the spread of infection in the community positions the public health objectives at odds with one another.

During the initial vaccine roll-out when the number of available vaccines is much smaller than the total population, if older people are prioritized this vulnerable demographic group will be protected, but infections will continue to spread through the unvaccinated 20-49 year-olds.

On the other hand, vaccinating younger people first will help curb the spread but will leave the older population unprotected (Figure 2).

In order to achieve overall maximum positive impact to society,

– where deaths due to COVID-19 are minimized
– while the prevalence of the virus is also curtailed,

an effective vaccine distribution strategy must be deployed.

Figure 2. Two approaches to vaccine distribution: Vaccinating older individuals (depicted with canes), or younger (without canes). Individuals are either susceptible but uninfected (black), vaccinated (blue), infected (red boundary), or dead (red). (icon credit: Adrien Coquet/Noun Project)

Using mathematical models to find an optimal vaccination strategy

The intricacies of such a strategy have prompted mathematicians to build models to capture the complex dynamics of disease spread across the different age groups in a population. One such study utilized a classical model for infectious diseases called SEIR, where the letters stand for Susceptible, Exposed, Infected, and Recovered. In this model, the infection spreads within the population with a rate dependent on factors such as the number of infected and susceptible people, and how infectious the disease is. Through the transmission of the pathogen, a susceptible individual becomes exposed. Though infected with the pathogen, this person might not immediately be contagious, during a term described as ‘incubation.’ For SARS-CoV-2, this duration is estimated to be around three days. After becoming infectious, the individual either recovers or dies. The recovered population is assumed to be immune to the disease. The likelihood of the outcomes are dependent on risk factors related to age and other health conditions of the individual.

  • Vaccination helps shrink the susceptible population through immunization, with a rate dependent on the efficacy of the vaccine (Figure 3).
Figure 3. A schematic diagram for an SEIR (Susceptible-Exposed-Infected-Recovered) model. 

In their model, the authors adjusted the mortality rates, infection prevalence, and contact structure to correspond to the current estimates for the various age groups. While mortality and transmission rates came from current estimates, the contact structure, or how frequently people in a certain age group interact within and outside their own group, has been studied for over a decade. The landmark study on societal contact patterns conducted in 2008 tracked thousands of peoples’ social interactions. Scientists collected data on the age and sex of anyone the subject had any physical (e.g. shaking hands) or non-physical (e.g. talking) in-person interaction with over the course of a day (Figure 1).

Though school-age children were found to have more contacts than other age groups, partial or full closure of schools can reduce this number dramatically, leading to 20-49 year-olds having the highest average number of contacts.

With these values in hand, the authors estimated the effect of age group-selected vaccine administration in reducing deaths and infections for varying vaccine efficacy.

For all possible scenarios, administering only to seniors aged 75 years and up resulted in the highest reduction of deaths as well as ICU hospitalizations, while vaccinating adults aged 20 to 49 years produced the highest reduction in infections and non-ICU hospitalizations.

Thus, the authors concluded that, for a highly effective vaccine with over 70% efficacy, seniors over 75 years should be vaccinated first to reduce deaths, followed by a complete shift to prioritize adults aged 20 to 49 years to curb transmission, after enough vaccines to cover about half the population became available.

Using a modified framework, a different group drew parallel conclusions.

In one case, they consider a high vaccine efficacy and a basic reproductive rate – which describes the average number of people one infected individual is expected to infect – of 1.3.

This assumes a relatively low transmission rate of the virus. In comparison, measles is a highly infectious disease that has a basic reproductive rate of 12-18. In this case, the authors recommended vaccinating 60+ year-olds first, then switching to 20 to 49-year-olds, and then switching back to seniors again after about 20% of the total population was vaccinated.

In another study, Buckner et al. stressed the importance of dynamic prioritization. Since social contacts are mainly concentrated within the respective age groups, they argued that the benefits to vaccinating individuals solely within a demographic group diminish as more people within that group become immune to the virus. Adding years of life lost (standard life expectancy of individuals at a certain age times the number of deaths at that age) as another optimization constraint, their results suggested starting with seniors to reduce deaths, then moving onto younger seniors to minimize years of life lost, then vaccinating school-age children to curb infections.

While the different models generally agree, they remain rudimentary in capturing the intricate social dynamics of the U.S. For instance, neither geographical variation in population size and make-up, nor systematic healthcare and social inequities experienced by black, indiginous, and people of color (BIPOC) have been included in any of these models. These considerations, as well as others such as occupation, health conditions, and multigenerational households, provide additional complexities for prioritizing optimal vaccine distribution.

What are the U.S. government’s plans?

The first coronavirus shot was given on Monday, December 14, 2020, and millions more will be administered the vaccine in the upcoming months. The U.S. federal government will allocate doses to each state in proportion to their population, but the decision on how to distribute the vaccines will be left up to the individual states. The Centers for Disease Control and Prevention (CDC) have released guidelines outlining a ‘phased approach to COVID-19 vaccination‘ in which they highlight four demographic groups to prioritize for initial vaccination:

1. healthcare personnel,
2. non-healthcare essential workers,
3. adults with high-risk medical conditions, and
4. people over 65 years of age.

During phase 1, expecting limited vaccine supply, the CDC recommends starting with those who have a risk of direct or indirect exposure to infectious patients or materials, and then vaccinating all who belong to the four demographic groups highlighted above, as well as individuals who might belong to other populations deemed critical by the CDC.

In an effort to balance the goals of preventing deaths and preserving societal functioning, an advisory committee for the CDC recommends vaccinating those aged 75 years and older as well as the 30 million frontline essential workers, such as grocery store, public transit, and postal service workers, in phase 2.

When a large number of doses become available, which is expected to happen by the summer of 2021, the next cohort of individuals recommended to receive the vaccine consist of critical groups that were not covered in the previous phases, such as those with occupations essential to the functioning of society and others at an increased risk of exposure, as well as the general population. After a significant ramp up of vaccine production, when more doses than the size of the entire population become available, the CDC emphasizes the need for ensuring equitable access to the vaccine for all.

Though country-wide vaccination of high-risk health care workers and residents in long-term care facilities has already begun, the CDC guidelines for a vaccine rollout are highly general and nonbinding, meaning that if states choose not to follow the recommendations, they will not face any consequences. Thus, the exact timeline and approach to geographic or demographic prioritization each state will take in immunizing its residents is likely to differ.

556,000 doses were administered in the first week of the Pfizer-BioNTech vaccine release, but the path to herd immunity through widespread vaccination (estimated to be around 60-70% of the population) will be a long and arduous process. In addition to those discussed in this piece, there are many logistical issues to solve, such as transportation of the Pfizer-BioNTech vaccine requiring -94 degree Fahrenheit temperatures, the success rate of administering both doses (as both of the currently approved vaccines need to be administered twice in order to reach the quoted efficacy levels), and what percentage of the population will be willing to get the vaccine due to concerns about their efficacy or safety. Lastly, unresolved questions such as how long immunity from a vaccine lasts and whether the developed vaccines will be effective against mutants places further pressure on creating an effective and rapid vaccine roll-out strategy.

Until herd immunity is achieved, we must continue adhering to social distancing guidelines, wear masks, and when the time comes, receive the vaccine, for ourselves, our families, and our communities.

Melis Tekant is a Ph.D. student in the Physics Department at Massachusetts Institute of Technology. You can find her on Twitter as @melistekant.

Aparna Nathan is a fourth-year Ph.D. student in the Bioinformatics and Integrative Genomics Ph.D. program at Harvard University. You can find her on Twitter as @aparnanathan.

Cover image: “Syringe and Vaccine” by NIAID is licensed under CC BY 2.0

For More Information:

 

COVID-19’dan Korunma Kılavuzu

COVID-19’dan Korunma Kılavuzu

Sevgili sağlık çalışanları,

Bu rehber 3 bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde bilgilere yer verilmiş, 2. bölümde bu bilgileri kullanarak, akılda kalması kolay şekilde korunma önerileri sunulmuştur. 3. bölümde ise püf noktaları yer almaktadır. Rehberi yalnızca hekimler için değil, bütün sağlık çalışanları için hazırladım. Açık ve basit bir şekilde yazmaya çalıştım ki, sağlık çalışanı olmayanlar da okursa faydalanabilsin. Umarım yararlı olur. Sağlık ve esenlik dileklerimle…

Prof. Dr. Müge Özcan

Prof. Dr. Müge Özcan
KBB Hastalıkları Uzmanı
16.09.2020/ Ankara
***

BÖLÜM 1: BİLGİLER

BİLGİ 1: Covid-19 etkeni olan SARS-CoV-2 size 3 yerden bulaşır:
Ağız
Burun
Göz
Virüsün size bulaşması için ya virüslü havayı solumanız ya da virüsle kontamine olmuş ellerinizi veya başka bir objeyi ağız, burun veya gözünüzle temas ettirmeniz gerekir.

BİLGİ 2: SARS-CoV-2, hastanın soluğuyla vücut dışına çıkan minik tükürük/su parçacıklarının üzerinde havaya taşınır, bir müddet (kapalı ortamda 5-6 dakika kadar) havada alçalır, sonunda yere veya odadaki eşyaların üstüne düşer. Solukla dışarı verilen havanın ne kadar uzağa gidebildiğini, sigara içen bir insanın dumanının hangi mesafeye gittiğini düşünerek tahmin edebilirsiniz. Hasta konuşursa, bu tükürük parçacıkları biraz daha fazla miktarda salınıp, biraz daha uzağa gider; bağırırsa, her ikisi de artar. Öksürür veya hapşırırsa, hem salınan partikül sayısı hem de mesafe çok çok daha fazla artar.

BİLGİ 3: Cerrahi maskeler, cerrahın ağız-burun florasının cerrahi alana geçmemesi için tasarlanmıştır; solunum/konuşmayla havaya salınan tükürük partiküllerini tutar. Birisi covidli, diğeri sağlıklı iki bireyin karşı karşıya gelmesi durumunda:

Sadece covidli kişi cerrahi maske takıyorsa, sağlıklı kişinin korunma şansı yaklaşık %70
Sadece sağlıklı kişi cerrahi maske takıyorsa, sağlıklı kişinin korunma şansı yaklaşık %30
Her ikisi de cerrahi maske takıyorsa, sağlıklı kişinin korunma şansı yaklaşık %97’dir.
Uygun şekilde kullanılması durumunda cerrahi maskeler 4 saat koruyucudur. Islanması, yırtılması veya hastanın sekresyonuyla kontamine olması durumunda hemen değiştirilmelidir.

BİLGİ 4: Respiratuar maskeler (N95 olarak biliniyor), yapıları ve kumaşlarının elektrostatik özellikleri sayesinde cerrahi maskelere göre daha küçük partikülleri (0,3 mikron ve üzeri) tutarlar. Brown prensibi ile daha küçük partikülleri de tutabildikleri gösterilmiştir.
FFP2 özellikli olanlar solunan havadaki partiküllerin %95’ini, FFP3 özellikli olanlar solunan havadaki partiküllerin %99’unu tutar. Sızdırmaz özellik taşıdıkları için yüze sıkı bir şekilde oturur, soluk alıp vermeyi bir miktar zorlaştırırlar.

Bu maskeler ventilli (valvli) veya ventilsiz (valvsiz) olabilir. Ventilli maskelerin valvi soluk verirken açılır, soluk vermeyi kolaylaştırır, karbondioksit retansiyonunu önler. Ancak, VENTİLLİ MASKELER DIŞARI VERİLEN HAVAYI SÜZMEZ, YANİ COVİDLİ KİŞİNİN TAKMASI DURUMUNDA, VİRÜS DİREKT OLARAK HAVAYA SALINIR.

Respiratuar maskeler 8-12 saat kadar kullanılabilir. Üstüne cerrahi maske takılması durumunda, bu süre birkaç saat daha uzayabilir.

BİLGİ 5: Lateks/polivinil eldivenler sınırlı da olsa geçirgendir; o nedenle cerrahlar ameliyata başlamadan ellerini yaklaşık 5 dakika dezenfektanla yıkarlar. Bu eldivenlerin geçirgenliği ellerin terlemesi, eldiveni giydikten sonra geçen süre ve kimyasal maddelere (alkol vb.) temasla artar. Söz ettiğim geçirgenlik çift taraflıdır (içten dışa ve dıştan içe).

BİLGİ 6: SARS-CoV-2 %80 alkolle 60 saniyede, %10’luk çamaşır suyuyla 2 dakikada, deterjanla 5-10 dakikada denatüre olur. Bu süreler, virüs sekresyonların içindeyse geçerli değildir, çünkü sekresyon, virüsün bu maddelerle temasını engeller. Bu nedenle, elleriniz/dezenfekte edilmesi gereken yüzeylerde sekresyon olduğunu düşünüyorsanız, ellerinizi su ve sabunla en az 20-30 saniye yıkamanız, yüzeyleri dezenfektan uygulamadan önce sekresyonlardan temizlemeniz gerekir.

El dezenfeksiyonu için en az %70’lik alkol içeren bir dezenfektan kullanmalısınız.
Yeterli dezenfeksiyon için elinize 2-3 ml dezenfektan almanız, ellerinizi kuruyana kadar sabunla yıkar gibi, dezenfektan değmemiş yer kalmayacak şekilde ovuşturmanız gerekir.

BİLGİ 7: Covid-19 bulaşan kişilerin %30-60’ı hastalık süresince asemptomatik olmaktadır. Asemptomatik hastaların viral yükü, semptomatik olanlarla benzerdir. Kesin veri olmamasına rağmen, asemptomatik vakaların bulaştırıcı olduğunu, ancak öksürüp aksırmadıkları için, semptomatik olanlara göre daha az bulaştırıcı olabileceğini düşündüğümü söyleyebilirim.

BÖLÜM 2: COVID-19 BULAŞINDAN KORUNMA

1. GÖZ KORUYUCU SEÇİMİ:

Bu amaçla alın ve zigoma (AS: elmacık kemiği) ile arada boşluk bırakmayan gözlükler veya yüz siperleri kullanılmalıdır. Bence yüz siperliği daha iyi. Çünkü maskenizin üstünü de kapatır, ayrıca farkında olmadan elinizi yüzünüze/maskenize değmenize engel olur.

2. KİŞİSEL KORUYUCU EKİPMAN (AS: Donanım) SEÇİMİ:

Bilinen covidli hasta: Respiratuar maske, üstüne cerrahi maske (respiratuar maskenin kirlenmesini engellemek, kullanım süresini uzatmak için) + göz koruyucu + önlük + bone + eldiven
Covid semptomları olmayan hasta:
– Muayene sırasında hasta maske takabiliyor / burun-ağız-boğaz muayenesi yapılmıyor: Cerrahi maske + göz koruyucu + eldiven
– Muayene sırasında hasta maske takamıyor / burun-ağız-boğaz muayenesi yapılıyor: Respiratuar maske + göz koruyucu + önlük + bone + eldiven

3. KİŞİSEL KORUYUCU EKİPMANLARIN GİYİLMESİ:

Ellerinizi yıkayın/dezenfekte edin
Cerrahi maskenizi henüz çıkarmayın
Önlüğünüzü giyin
Bonenizi takın
Maskenizi lastiklerinden tutarak çıkarın
Ellerinizi yıkayın/dezenfekte edin
Yeni maskenizi takın
Siperliğinizi takın
Ellerinizi yıkayın/dezenfekte edin
Eldivenlerinizi takın

4. KİŞİSEL KORUYUCU EKİPMANLARIN ÇIKARILMASI

Uzun çalışma saatlerinden sonra, yorgunken, kişisel koruyucu ekipmanlar çıkarılırken yeterli özen gösterilmezse, ne yazık ki bulaş riski fazla olacaktır. Bu nedenle, acele etmemeniz ve kişisel koruyucu ekipmanlarınızı uygun şekilde çıkarmanız önemlidir.

Önlüğünüzü çıkarın
Eldivenlerinizi çıkarın
Ellerinizi yıkayın
Siperliğinizi arkasından tutarak çıkarın. Önündeki şeffaf kısma değmeyin
Ellerinizi yıkayın/dezenfekte edin
Bonenizi kulaklarınızın üstündeki kısımdan tutarak çıkarın. Bonenin dış kısmını yüzünüze veya saçlarınıza değirmemeye dikkat edin
Ellerinizi yıkayın/dezenfekte edin
Maskenizi çıkarın
Ellerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın
Yeni maskenizi takın

5. ORTAK ALANLAR VE DİNLENME ODALARINDA KORUNMA

Yapılan çalışmalarda, sağlık personeline bulaş riskinin bu alanlarda yüksek olduğu gösterilmiştir. Çünkü yeme-içme nedeniyle maskesiz oturulmakta, ve sohbet edilmektedir. “Bilgi 2”de belirttiğim gibi, konuşma sırasında solukla salınan virüs miktarı ve kişinin ağzından uzaklaşma mesafesi artar. Bazı hastanelerde dinlenme odalarındaki pencereler açılmadığı için, bu konu daha da önem kazanmaktadır.

Ortak alanlarda dinlenirken şunlara dikkat edin:

Dinlenme odasına girerken ve çıkarken ellerinizi uygun şekilde yıkayın/ dezenfekte edin
Bu mekanlarda toplu halde bulunmamaya gayret edin
Yalnız değilseniz, mümkünse maskenizi çıkarmayın, birbirinizden 1,5 metre mesafede oturun
Yeme-içmeyi sırayla yapın. Böylece herkes maskesini aynı anda çıkarmamış olur
Maskeniz takılı değilken konuşmayın (Bilgi 2)
Tek kullanımlık bardak, tabak vb. tercih edin, bu eşyaların ortak kullanımından kaçının
Dinlenirken yeme-içme ihtiyacınızı mümkünse açık havada giderin
Bunlara uymanın, özellikle yoğun çalışma saatlerinden sonra ne kadar güç olduğunun farkındayım. Dinlenme odalarının biraz olsun gevşemeye ihtiyacı olanlar için ne kadar değerli olduğunu, birlikte sohbet etme ve yemek yemenin ne kadar rahatlatıcı olduğunu da biliyorum. Ancak şu bir gerçek ki, covid size en savunmasız anınızda, en beklemediğiniz kişiden bulaşacak. En yakın iş arkadaşınız asemptomatik bir covidli olabilir, hastanelerin çoğunda tarama testi yapılmadığı için bunu bilme imkanımız yok…

BÖLÜM 3: PÜF NOKTALARI

1. Maskenizi kısa bir süre için çıkarıp yine takmak:

Yeni maskeyi taktığınız andan itibaren, maskenizin dış yüzü ENFEKTEDİR
İdeal olan, maskeyi her çıkardığınızda yeni bir maskeyle değiştirmektir, ama sağlık çalışanlarının çoğunun böyle bir imkanı olmadığını biliyorum
Maskeyi herhangi bir nedenle çıkarıp yeniden takmanız gerektiğinde bu işi maskenin dış yüzüne ASLA dokunmadan yapın
Maskeyi lastiklerinden veya ipinden tutarak çıkarın, ellerinizi dezenfekte edin
Maskenizi ön ve arka yüzüne dikkat ederek bir kağıt peçeteye sarın, takana kadar ellemeyin
Maskeyi bir kulağınızdan çıkarıp diğerine asılı bırakmak, iç yüzünün dış ortamla temasına ve enfekte olmasına neden olabilir
Maskeyi dış yüzü masaya gelecek şekilde masaya koymak masanın kirlenmesine ve maske masada dururken iç yüzünün enfekte olmasına neden olabilir
Maskeyi çenenize indirmek, çeneniz daha önce maskeyle kapalı olmadığı için buradaki virüslerin maskenin iç yüzüne bulaşmasına neden olabilir
Maskenizi bilek veya dirseğinize takmak çok risklidir; bu işi yaparken maskenin dış yüzeyindeki virüsler vücudunuzun başka yerlerine bulaşabileceği gibi, el-kolunuzdaki virüsler de maskenin iç yüzeyine bulaşabilir
2. Klavikulalarınızın (AS: Köprücük kemiği) üstünde kalan yerlerinizi “steril alan” olarak düşünün:

Ameliyathanedesiniz ve steril değilsiniz. Boyun ve başınız ise steril alan. Bu alana dokunursanız sterilite bozulacak. Böyle düşünmeniz, bir müddet sonra istemsiz bir şekilde ellerinizi yüzünüze götürmenize engel olabilir.

3. Sigara içiyorsanız:

Sigarayı bırakabiliyorsanız bırakın. Sigara içmek covid-19’u ağır geçirmenize neden olabileceği gibi, bu aktivitenin kendisi de bir risk faktörüdür.

Sigara içeceğiniz alana giderken kapı kolu, asansör düğmesi gibi yerlere değmeniz gerekiyor olabilir. Maskenizi çıkaracaksınız. Daha sonra sigarayı elinizle tutup ağzınıza götüreceksiniz. Yanınızda küçük bir kolonya şişesi taşıyın, ellerinizi dezenfekte edin, sigarayı daha sonra kutusundan çıkarın. Arkadaşınıza kutudan sigara verecekseniz, o da ellerini dezenfekte etsin, veya ağıza değecek yerine dokunmadan sigarayı siz çıkarıp verin.
Sigara içerken sigara içen diğer maskesiz insanlardan en az 2 metre uzakta durun
Sigara içmeden önce ve sonra ellerinizi dezenfekte edin. Maskenizi el dezenfeksiyonundan sonra takın. Maske taktıktan sonra ellerinizi yeniden dezenfekte edin

4. Eldiven geçirgendir:

Öncelikle, hastayla ilgilenmediğiniz ortamlarda eldiven kullanmak size sahte bir güvenlik hissi verebilir. Eldivenli ellerinizle (ellerinizin temiz olduğu hissine kapılarak) maskenizi veya yüzünüzü elleyebilirsiniz. Buna sıklıkla şahit oluyorum. Eldivenle değdiğiniz yüzeylerdeki bütün mikroplar eldiveninizin dış yüzünde mevcut olduğu gibi, eldivenin sınırlı da olsa geçirgen yapısı nedeniyle ellerinizde de vardır
Yüz siperliği, istemeden ellerinizi yüzünüze götürmeyi büyük ölçüde engeller
Eldivenli elleri yıkamak, dezenfektan sürmek eldivenin geçirgenliğini artırıp dış yüzeydeki mikropların içeri geçmesini kolaylaştırır
Eldivenler çıkarıldıktan sonra, eller mutlaka yıkanmalı/ dezenfekte edilmelidir.

5. Alkolün elinizi dezenfekte etmesi için en az 60 saniyeye ihtiyacınız var:

Bir spreyden elinize az miktarda dezenfektan/ kolonya sıkınca elleriniz anında dezenfekte olmaz. 2-3 mililitre alkollü dezenfektan / kolonyayı elinize almanız, alkol tümüyle uçana kadar ellerinizi sabunla yıkar gibi, ıslanmamış yer kalmayacak şekilde ovuşturmanız gerekir.

6. Hastane formalarını eve götürüp yıkamanız gerekiyorsa:

Hastaneye giderken giydiğiniz forma/giyecekleri hastanede, hastanede giydiğiniz forma/giyecekleri eve giderken, yolda giymeyin
Hastaneden çıkarken, formalarınızı yüzünüze temas ettirmeden çıkarın, ellerinizi temizleyin
Formaları önce bir bez torba veya yastık kılıfına koyup ağzını bağlayın, sonra bir plastik poşete koyun.
Formaları evde çamaşır makinesine atarken bez torbayla birlikte atın. Bu şekilde, eğer üstlerinde virüs varsa, makineye koyma sırasında evinize bulaşı önlemiş olursunuz
Formalarınızı en az 60 derecede, deterjanla ve uzun programda yıkayın

7. Hastaneden eve gelince            :

Ellerinizi yıkayın
Kıyafetlerinizi çıkarın, çıkarırken yüzünüze değmemesine ve kıyafetleri sallamamaya özen gösterin
Ellerinizi yıkayın
Duş yapın
İdeal olan, evinizde bir kirli alan olması (kapalı balkon, oda, kullanılmayan tuvalet), üstünüzdekileri burada çıkarmanız, ellerinizi burada dezenfekte etmeniz, ve daha sonra duşa girmenizdir.

Koronavirüs havada asılı kaldığı için kapalı ortamlarda 2 metrelik mesafe işe yaramıyor

“Kesin kanıt” bulundu: Koronavirüs havada asılı kaldığı için kapalı ortamlarda 2 metrelik mesafe işe yaramıyor

“Aerosol bazlı bulaşmaya karşı 2 metrelik fiziksel mesafe gibi önlemlerin kapalı ortamlarda yardımı dokunmayacak”

Aerosol bulaşımı adı verilen durumda virüslü küçük damlacıklar havada uzun süre asılı kalıyor ve bir metreden uzak mesafelere virüsü bulaştırabiliyor (Pixabay)

Sağlık camiasında aylardır süren spekülasyon ve ihtilaflar sonrasında bir araştırma ekibi, Kovid-19‘un havada taşındığını ve mevcut sosyal mesafe kurallarının daha fazla maruziyete ve salgına yol açabileceğini buldu.

Ön baskıdaki çalışmaların yer aldığı MedRxiv’de yayımlanan araştırmaya göre, Florida Üniversitesi viroloji ve aerosol bilimi uzmanları, 2 ve 4,8 m mesafelerde virüsün aerosollerle iletildiğini teyit etti.

Sars-Cov-2‘nin aerosol olarak bilinen küçük damlacıklar halinde havada canlı kaldığı ilk kez söz konusu çalışmada keşfedildi. Bu durum, öksüren, hapşıran ve konuşan taşıyıcıların yanında virüsün solunması riskine işaret ediyor.

Araştırmacılar, “Kovid-19’un yayılımını sınırlamaya yönelik en iyi uygulamaların özellikle sosyal mesafe, başkalarına yakınken maske takma ve el yıkama merkezli olması sebebiyle, halk sağlığı etkileri geniş” diye yazdı.

Aerosol temelli bulaşmaya karşı iki metrelik fiziksel mesafe gibi önlemlerin, kapalı ortamlarda yardımı olmayacak. Bunlar sahte bir güvenlik hissi verirken, maruziyetlere ve salgınlara yol açacak.

Koronavirüsün hava yoluyla bulaşıp bulaşmayacağına dair bilim çevrelerindeki ihtilafın kaynağı, daha önce aerosollerde viral RNA tespit edilmesine karşın canlı bir virüsün izole edilememesine dayanıyor. Genetik materyal ve canlı bir virüs arasındaki fark da bu.

Şimdiyse araştırmacılar, hastaneye yeni kabul edilen bir hastanın odasından alınan hava örneğinden Sars-Cov-2’nin genomunu başarıyla dizileyen ilk ekip olduklarını söylüyor. Havadaki canlı virüsün suşunun, hastadaki suşla aynı olduğu tespit edildi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), aylar boyunca Kovid-19’un çoğunlukla yakın kişisel temasla bulaştığını ve havadan bulaşımasının hastane ortamı dışında pek mümkün olmadığını söylemiş ama Temmuz’da söylemini değiştirerek hava yoluyla bulaşımın göz ardı edilemeyeceğini ve daha fazla veri gerektiğini belirtmişti.

DSÖ, 9 Temmuz tarihli son tavsiyesinde, “Kısa mesafeli aerosol bulaşımı, özellikle de enfekte kişilerin uzun süre kaldığı kalabalık ve havalandırmanın yetersiz olduğu belirli iç mekanlarda göz ardı edilemez” demişti.

Bundan önce de 239 bilim insanı, Clinical Infectious Diseases’de yayımladıkları “Kovid-19’un havadan bulaşmasını ele alma vakti geldi” başlıklı makalede bir dizi laboratuvar çalışması ve vaka raporunu temel alarak aerosol bulaşımının tanınması çağrısında bulunmuştu.

Virginia Tech’ten virüslerin havadan bulaşması konusunda uzman Mühendislik Profesörü Dr. Linsey Marr, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Florida Üniversitesi’nin çalışmasının “kesin kanıt” gibi göründüğünü ifade etti.

Çalışmada yer almayan Profesör Marr, “Herkesin anlayabileceği bir dilde: Bu çalışma, benim görüşüme göre, (birkaç metre yol alabilecek kadar küçük) aerosollerdeki virüsün bulaşıcı olduğunu açıkça doğruluyor. Bundan şüpheleniyorduk ve şimdi kanıtımız var. ” dedi.

Bu açık bir kanıt değilse o zaman başka ne olabilir, bilmiyorum.

* İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/news/world
Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik© The Independent
HAKKINDA DAHA AYRINTILI: ÇEVİRİKORONAVİRÜSKOVİD-19SALGIN

 

Covid-19 paniği ne doğuruyor?

Tüm dünyada COVID-19 hastalığı nedeniyle alınan ağır önlemler, ablukalar, karantinalar tedricen hafifletilmeye başladı, ama henüz tamamen kaldırılmadı ve tekrar devreye sokulabilirler. Dolayısıyla (Türkiye biraz daha gevşek izlese de) çoğu ülkede baştan beri uygulanan bu stratejilerin doğru olup olmadığını sorgulamak zorundayız. COVID-19 henüz seyrini tamamlamadığı için şu an kesin hükümlere varmak mümkün değil belki, ama bu sorgulamayı yapmaz ve olup biten karşısında şüpheciliği bir yana bırakırsak, her yıl aynı kabus içinde çaresiz kalabiliriz.

Kabus şu : Bir yanda pek çok insanı öldüren COVID-19’un devasa bir felaket yaratacağı, hatta yaratmakta olduğu iddiasıyla duyulan panik; diğer yandaysa bu panik yüzünden alınan önlemlerin, karantinaların, ablukaların kesinkes yaratmakta olduğu ve uzatıldıkları, tekrarlandıkları takdirde daha da derinleşip büyüyerek uzun vadeye yayılacak, çok boyutlu bir felaket.

COVID-19 gerçekten devasa bir felaket yaratmıyor mu?

Tüm dünyada her yıl gribe bağlı solunum hastalıklarından ölenlerin sayısı 290.000 – 650.000 arasında değişiyor, ki bu sayılar buzdağının su üzerindeki kısmına benzetiliyor. Su altındaysa daha büyük, ama o sayılara eklenmeyen iki kategori daha var: Gripin tetiklediği diğer hastalıklara dayalı ölümler ve sağlık sisteminin görmediği grip ölümleri.

Bu sayı (yıllık 650.000 ölü veya buzdağının su altındaki kısmıyla birlikte belki çok daha büyük bir sayı) devasa bir felaketi işaret ediyor mu? Ediyorsa bile hiç haberimiz yoktu. Küresel medya bu sayılara, insanların her gün kaçar kaçar, nasıl can çekişerek öldüğüne (sanki diğer ölümler hiç can çekişmeden gerçekleşiyormuş gibi) odaklanmamıştı; ardına, ayrıntısına bakıp sorgulamadığı her korkunç gelişmeyi banal bir Hollywood filmi gibi gözümüze sokmuyor, “COVID’le savaş” veya “Artık normale dönüş olmayacak” gibi banal, sahte klişeleri papağan gibi kopyalayarak tekrarlamıyor, kıyamete ramak kaldığı algısını kafalara nakşetmiyordu.

Zaman zaman medyada yeraldığı üzere, epeydir, devasa bir virüs felaketinden korkuluyor. Belki kısmen bunun etkisiyle daha önce de mesela kuş gribi ve domuz gribi yüzünden panikler yaratılmıştı, ama her ikisi de dağın fare doğurmasıyla, yanlış alarm olarak sonuçlanmıştı. Buradaki gidişat görünüşte farklı gibi (sürekli ölüm haberleri, ablukalar ve altüst olmuş bir dünya), ama paniğin kökeninde yine o felaket beklentisi vardı. Paniği ilk tetikleyense, yeni tespit ettikleri COVID-19 vakalarında sıradışı bir çoğalma gören Çin’in Dünya Sağlık Örgütü’ne durumu bildirip sıkı önlemlerle ilk ablukayı uygulaması oldu.

Panik ve ablukalarda bir başka etkili aktör de, Dünya Sağlık Örgütü’yle paslaşarak çalışan, İngiltere’deki araştırma üniversitesi Imperial College ekibi ve başkanı Prof. Neil Ferguson’du. Ferguson, yaptıkları matematiksel modellemelere dayanarak COVID-19’un 1918 İspanyol gribi gibi olabileceğini, sıkı önlemler alınmazsa İngiltere’de 500.000, Amerika’da 2.2 milyon kişinin ölebileceğini söyledi, ama yoğun eleştiriye maruz kaldı ve bu eleştirilerin bazıları sadece mevcut modelleme ve öngörüleri hedef almadı, Ferguson’u daha önce de gereksiz panik yaratmakla suçladı.

Ölüm oranından kasıt ne?

Dünya Sağlık Örgütü, acil durum ilan ettikten sonra, ama salgın ilan etmeden önce, yani panik büyürken, 3 Mart’taki beyanında şu çok enteresan kıyaslamayı yaptı“Tüm dünyada bildirilen COVID-19 vakalarının yaklaşık %3.4’ü öldü. Mevsimsel gripse genelde enfeksiyon kapanların %1’den çok daha azını öldürüyor.”

Bu kıyaslama çok enteresan, çünkü yanlış, yanıltıcı; elmayla (bilinen vaka ölüm oranıyla) armutu (enfeksiyon ölüm oranını) kıyaslıyor. Mevsimsel grip gibi nispeten bilinen, yerleşik bulaşıcı hastalıklara ilişkin çok daha fazla veri bulunduğu için o verileri kullanarak, enfekte olduğu bildirilmeyen insanların sayısı da modelleme yöntemiyle iyi kötü kerteriz edilebiliyor. Dolayısıyla gripten sözederken kullandığı ölüm oranı (%0.1 civarı), enfekte olduğu bildirilen ve bildirilmeyen (ama hesaplanan) tüm insanlardan kaçının öldüğünü gösteriyor ve buna toplam vaka ölüm oranı veya daha doğru tabirle enfeksiyon ölüm oranı (IFR – infection fatality rate) deniyor.

COVID-19 gibi yeni görülen bir salgındaysa toplam kaç kişinin enfekte olduğu henüz bilinmiyor ve kestirilemiyor, sadece (genellikle hastanelerde) enfekte olduğu tespit edilen insanların sayısı ve bunlardan kaçının öldüğü biliniyor. Yukarıda COVID-19’dan sözederken kullandığı %3.4’lük ölüm oranı da bu, bildirilen vaka ölüm oranı (CFR – case fatality rate). Bizi ilgilendirense ilki, yani enfeksiyon ölüm oranı. Çünkü bildirilen vaka ölüm oranı değişken. Mesela, tespit edilen ilk COVID-19 vakası hastanede ölünce (bildirilen) vaka ölüm oranı %100 oldu; peşinden 99 COVID-19 hastası daha geldi ve bunlardan, yani toplam 100’den sadece 5’i öldüyse vaka ölüm oranı da %5’e düştü. Nitekim şu an itibariyle tüm dünyanın (bildirilen) COVID-19 vaka ölüm oranı %6.12 (dün %6.18, önceki gün %6.28, daha önceki gün %6.42’ydi); peki enfeksiyon ölüm oranı ne?

COVID-19’un ölüm oranı ne?

İngiltere’de hükümetin en kıdemli sağlık danışmanı Chris Whitty iktidarın 11 Mayıs’taki basın açıklamasında pek çok insanın hiç semptom dahi göstermeyeceğini anlattıktan sonra, ölüm oranını ‘%1 veya muhtemelen %1’in bile altında’ zikretti. “Ve en yüksek risk grubunda bile %20’nin altında, yani büyük çoğunluk, en yüksek gruptakiler bile, virüsü kapsa da ölmeyecek.”

Peki %1’in ne kadar altında bu oran? Kimilerine göre %1’e daha yakın, hatta onun da üzerinde, kimilerine göreyse gribe, yani %0.1’e yakın. Bunlar içinde matematiksel modellemeye değil de, ele alınan topluluk kesitlerindeki antikorlara bakarak daha sağlam, somut verilere ulaşmaya çalışan araştırmalar da var. Yani virüsü alıp ona karşı antikor (doğal aşı, bağışıklık) geliştirenlerle virüsü alıp ölenlerin toplamında ölenlerin oranı ne?

Düşük ölüm oranlarına ve toplumun doğal olarak bağışıklık geliştireceğine (sürü bağışıklığına) inanmayanlarsa, çoğu ülkeye göre çok daha gevşek önlemlerle yetinen ve bir nevi kontrollü sürü bağışıklığı denebilecek bir strateji izleyen İsveç’i eleştirirken, başka ülkelerde olduğu gibi İsveç’te de %10 gibi çok düşük antikorlu insan saptanmasını işaret ediyorlar.

Ama Dünya Sağlık Örgütü’nün eski Kanser Programı yöneticisi Prof. Karol Sikora ve Oxford Üniversitesi Teorik Epidemiyoloji profesörü Sunetra Gupta gibilerine göreyse antikor da virüse maruz kalan herkesi göstermiyor, bazı bünyeler antikor üretmeksizin virüsü reddediyor. Prof. Gupta (35:30) geçmiş yıllarda farklı korona virüslere maruz kalan insanların COVID-19’a yol açan korona virüsü (SARS-CoV-2) hiç kapmadan ona bağışıklık geliştirebileceğini de söylüyor ve Spectator yazarı Ross Clark aynı görüşü doğrulayan iki araştırmadan sözediyor. Bu görüşler haklı ve araştırmalar doğruysa COVID-19’un ölüm oranı çok düşük ve sürü bağışıklığı sağlanıyor demektir.

Toplam ölümlerdeki artış

Ölüm oranını veya COVID-19’un gerçekten korku filmlerindeki kadar öldürücü olup olmadığını anlamanın bir yolu da tüm sebeplere dayalı toplam yıllık ölüm sayılarını karşılaştırmak. Mesela (COVID-19 seyrini tamamlayınca) geçmiş yıllardaki toplam ölüm sayılarının ortalaması alınıp bu yılla karşılaştırılacak, aradaki fark da COVID-19’a mal edilecek, ama bazı düzenlemeler yaptıktan sonra. Mesela yılda 1.35 milyon insan trafik kazalarında ölüyor, ama ablukalar nedeniyle bu sayıda eksilme olacak. Bu eksilme, COVID-19 ölümlerini gerçekte olduğundan daha az göstermesin diye, denklemin dışında tutulacak. Ama ablukalar yüzünden gerçekleşen fazla ölümler de var ve bu fazlalık da, COVID-19 ölümlerini gerçekte olduğundan fazla göstermesin diye, denklemin dışında tutulmalı, ki bunu becermek daha zor gibi görünüyor, çok titiz, dürüst bir çalışma gerektiriyor.

Türkiye özelinde konuşursak, Cumhurbaşkanı ve iktidarından bağımsız bir şey söylemek, yapmak mümkün görünmediği için COVID-19 ölü sayısı olsun, toplam ölü sayısı olsun, verilen ve verilecek istatistiklere gözü kapalı güvenmek imkansız. COVID-19 ölü sayısının Türkiye’de kimi Avrupa ülkelerine göre çok düşük olması da bu güvensizliği destekliyor, ama bu düşük sayı tek başına veri sahteciliğinin kanıtı olmayabilir. Bu hastalık çok çok büyük oranda yaşlıları vurduğuna ve Türkiye de Avrupa’ya kıyasla genç bir nüfus olduğuna göre aradaki farkın en azından bir kısmı bundan kaynaklanıyor olabilir, ki Türkiye’deki ölümlerde gençlerin oranı da Avrupa’dan yüksek. Batı’daysa epeydir ciddi bir tersine durum, ölümleri fazla gösterme yaklaşımı hakim.

Bütün bunların ışığında ya da karanlığında, şu ana kadar dünyada COVID-19’a maledilen toplam ölü sayısı 370.000 civarında. Ablukalar, önlemler virüs yayılımını yavaşlatmada başarılı olamadıysa (yani virüs zaten yayılacağı kadar yayıldıysa, yani önlemler tamamen boş yere alındıysa) yeni bir COVID-19 dalgası yaşanmayacak ve ölü sayısı da 400-600 bin civarında kalacak demektir. Yok önlemler başarılı oldu ve virüs yayılımı sekteye uğradıysa, virüs seyrini tamamlayana kadar COVID-19 da yoluna devam edecek, yeni bir COVID-19 dalgası, yeni vakalar ve muhtemelen ölümler olacak. Ama ne kadar? Ablukaların mimarlarına göre çok fazla. Diğer bazı uzmanlara[1] göreyse sadece kötü bir grip sezonu kadar. Kim bilir, belki de ikisinin arası bir şey.

Sıkı önlemlerin, ablukaların amacı neydi, maliyeti ne?

Sıkı önlemlerden önce gevşek önlemlere kısaca değinmek gerekirse, İsveç gevşek önlemlerle yetindiği için sıkı önlemlerin yan etkilerini de daha az hissedecek, ama (şimdilik) COVID-19 ölümleri komşularından daha çok göründüğü için gevşek önlemlerin maliyetini ödemekle suçlanıyor. İsveç’teki stratejinin mimarları başından beri, salgın seyrini tamamladığında ülke skorlarının da aşağı yukarı eşitleneceğini savundular, “Bir yıl sonra” görüşelim türünden yorumlar yaptılar. Ve geçenlerde, o kıyaslandıkları ülkelerin başında gelen Norveç’in sağlık müdürlüğü bir rapor yayınladı. Bu raporun bulgularına göre, virüsün çok hızlı yayıldığı endişesiyle 12 Mart’ta başvurulan sıkı önlemler aslında gereksizdi, o tarihte enfeksiyon zaten inişe geçmişti.

İsveç’in diğer komşusu Danimarka’daysa, Politiken ve Ekstrabladet gazetelerine sızdırılan e-postalar acayip bir durum resmediyor: Virüs yayılımının yavaşlamakta olduğuna ilişkin bulgular sümenaltı ediliyor (kim bilir, belki ahmak halkın fazla açılıp saçılmasını önlemek için); 12 Mart’ta acil durum yasası değiştirilerek Danimarka Sağlık Müdürlüğü’nün “düzenleyici yetkisi” “müşavirlik”e indiriliyor ve böylelikle COVID-19’un kamu yasaklarını haklı kılacak bir tehlike arzetmediği yolundaki Müdürlük görüşleri gözardı ediliyor. (Off-Guardian İngiltere, Almanya ve Rusya’da da benzer durumlar olduğuna işaret etmiş.)

Bu arada, tüm o sıkı önlemlerin, ablukaların amacıysa –altını çizerek belirtmekte fayda var ki– virüsü yok etmek veya insanları (mermi yağmurundan korurcasına) kurtarmak değildi. Virüsün yayılım hızını yavaşlatarak vaka sayısının kısa bir zaman aralığında zirve yapmasını engellemek, uzun zamana yayılmasını sağlamak ve böylelikle hastenelerde yığılmayı, kapasite aşımını önleyerek hastaları tedavisiz bırakmamaktı (ki yığılmayı önlediklerine ilişkin, yani boş hastanelere ilişkin haberler çıktı[2]). Tabii tedavisiz bırakmadıkları muhtemel hastaların da ancak bazılarını kurtarabileceklerdi, bir kısmı yine ölecekti, diğerleriyse belki tedavisiz kalsa da kurtulacak kişilerdi.

Bu geciktirme stratejisinde bir de aşıdan medet umuluyordu, ama aşının en iyi ihtimalle 1.5 yılda, en kötü ihtimalleyse çok daha uzun zaman sonra bulunabileceği söyleniyor, ki toplumların uzun süreler abluka ve ağır önlemlere dayanabileceğini düşünmek pek gerçekçi değil. Aşının, aceleye getirilirse, ne kadar güvenilir olacağı da ayrı mesele.

Önlemlerin, ablukaların yaratmakta olduğu felaketler, en azından şu an, iddia edilen COVID-19 felaketinin panik fırtınasıyla esmiyor belki, her gün korku filmi gibi medyada sergilenmiyor, ama tahribatla ilerliyor ve saymakla bitmez: Malum, hepsi hayatlara mal olan (şu veya bu veya şunun gibi) sosyo-ekonomik ve (mesela çocuklar üzerindeki) psikolojik tahribat. İnsanların çok uzun yıllar içinde doğal olarak geliştirdiği dengeleri bir anda depremle sekteye uğratmanın yol açabileceği, öngörülemez yıkımlar; mesela Prof. Gupta’nın (23:00) anlattığı gibi, sosyal tecritin ve aşırı hijyenin süresi ve başarısı ölçüsünde– bağışıklık sistemimizi zayıflatıp bizi diğer patojenlere açık hedef haline getirme riski. Maskelerin (en azından kimi bedenlere) yükleyebileceği stres ile virüs/bakteri biriktirme riski. Paniğin yolaçtığı nosebo (negatif telkin) etkileri. COVID-19 dışı sebeplerle hastaneye gitmesi gerekirken gidemeyenler.

Mesela İngiltere’de Nisan sonu itibariyle hastanelerin acil servislerine başvuranların sayısı geçen yıla göre nerdeyse yarıya inmiş ve her hafta 2250 yeni kanser vakası farkına varılmadan ilerliyor olabilirmiş. Bu insanlar (yani ölmeyenler), sadece muhtemel COVID-19 hastaları değil, tüm hastalar daha sonra hastanelere üşüşüp çok daha büyük bir izdiham yaratmayacaklar mı? Nitekim Dünya Sağlık Örgütü’nün eski Kanser Programı yöneticisi Prof. Karol Sikora da bundan sözediyor. Böylelikle (yayılımı geciktirme stratejisiyle) kurtarmayı umdukları bin kişi yerine on bin kişiyi feda etmiş olmayacaklar mı? Prof. Sikora bir başka röportajda, kanser hastalarının tedavisini Eylül’e ertelemenin 50.000 civarında insanı kanserden öldüreceğini söylüyor mesela. Bu sorunu dillendiren bir başka uzman da Cambridge Üniversitesi profesörü David Spiegelhalter.

Öte yandan, yaratılan müthiş panik sonucu, tam tersine, COVID-19’a yakalanmayanlar veya hastalığı hafif geçirenler dahi COVID-19’dan ölmek korkusuyla, boş yere hastanelere hücum etmedi mi, hastanelerde virüs yoğunlaşmasına yol açmadı mı? Maskeler, alışveriş poşetlerini yıkamalar, okyanusu dezenfekte etmeye çalışırcasına sokakları zehirlemeler, aynı evi, hatta yatağı paylaşan aile üyelerini arabalarda birbirinden tecrit etme zırdeliliği, sokağa çıkma yasakları vb. uygulamalar bilimsel bir temele, akla dayalı, sürdürülebilir önlemler mi, yoksa hezeyan içinde bir şey yapıyormuş havası yaratmaya yönelik abukluklar mı? Risk grubundakileri korumak için ne yapılabiliyorsa yaptıktan sonra, “Korkunun ecele faydası yok” demek daha doğru değil miydi? Çünkü korkunun hayata epey zararı var ve uygulanan ağır stratejiler –özellikle de süreleri uzadıkça– kaçınılmaz bir kemoterapi gibi haklı görünmüyor, virüs yüzünden ev yakmaya benziyor. COVID-19 dağının fare mi, fil mi, yoksa çakal mı doğuracağı henüz belli değil belki, ama paniğinin canavarlar doğuracağı veya doğurmakta olduğu kesin gibi.

[1] http://www.mshfd.org/ • https://unherd.com/thepost/coming-up-epidemiologist-prof-johan-giesecke-shares-lessons-from-sweden/ • https://www.youtube.com/watch?v=Biqq34aUJcQ • https://www.journeyman.tv/film_documents/7815/transcript/ • https://www.youtube.com/watch?v=LAT66OjarGA • https://www.youtube.com/watch?v=cwPqmLoZA4s • https://unherd.com/thepost/nobel-prize-winning-scientist-the-covid-19-epidemic-was-never-exponential/ • https://unherd.com/thepost/professor-karol-sikora-fear-is-more-dangerous-than-the-virus/ • https://www.youtube.com/watch?v=BrBuv6kq6Rc&feature=emb_logo • https://off-guardian.org/2020/03/24/12-experts-questioning-the-coronavirus-panic/ • https://off-guardian.org/2020/03/28/10-more-experts-criticising-the-coronavirus-panic/ • https://off-guardian.org/2020/04/17/8-more-experts-questioning-the-coronavirus-panic/
[2] https://www.bbc.com/news/uk-england-birmingham-52430855 • https://www.pbs.org/newshour/world/many-field-hospitals-are-empty-but-may-be-used-if-theres-a-second-wave-of-infections • https://www.ctvnews.ca/health/coronavirus/all-of-our-rooms-are-empty-hospital-ers-vacant-during-pandemic-1.4918208 • https://www.abc.net.au/news/2020-05-09/coronavirus-ward-geelong-hospital-yet-to-admit-covid-19-patient/12194222

Salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir; mücadelede doğru yöntem Epidemiyoloji bilimine uymaktır!

Salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir; mücadelede doğru yöntem Epidemiyoloji bilimine uymaktır!

TTB’den 30 Mart 2020 tarihinde yapılan açıklamada, Türkiye’de ilk doğrulanmış olgunun duyurulduğu günden bu yana salgın eğrisi incelendiğinde, başlangıçta salgını baskılama stratejisi uygulanacakmış gibi gözlenirken, sonrasında İran’da salgın ortaya çıktığında sınırın etkin şekilde kapatılmaması ve gelenlere karantina uygulanmaması, salgının var olduğunun bilindiği dönemde sınır kapılarının açılarak mültecilerin sınıra gitmesine izin verilmesi, sonra da geri götürülmeleri, Umre’den dönenlerin karantinaya alınmaması gibi yaklaşımlar nedeniyle, Türkiye’nin göz göre göre enfekte hale getirildiği kaydedildi.

Karantina ve tecrit uygulamalarının epidemiyolojik veriler ışığında yerel/bölgesel olarak halen hızla ve kararlılıkla uygulanabileceğine yer verilen açıklamada, ancak gelinen noktada risk grupları dışında ülke çapında tecrit uygulamasının da bir anlamı kalmadığı belirtilerek, “Bugün ve sonrasında yapılması gereken Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği gibi çok sayıda test yaparak, katı bir izolasyon uygulamaktır. Suriyeli sığınmacılarla birlikte 90 milyona yakın kişinin yaşadığı ülkemizde, günde 30 binin üzerinde test yapılarak, test sonuçları pozitif olan olgular ile temaslıları ivedi olarak sağlıklı kişilerden ayrılmalıdır. İzolasyon, kişilerin evlerinde yapılacağı gibi, evlerde yapılamayacağı durum ve koşullarda İzolasyon için seçilen yurtlar ve oteller gibi mekânlar da kullanılabilir” denildi.

TTB Merkez Konseyi, gelinen noktada yapılabilecekleri şöyle sıraladı:

  • Geldiğimiz aşamada, epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için toplum hareketliğinin kısıtlanması yaygınlaştırılarak sürdürülmeli, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test uygulanabilmesi sağlanmalı, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonuna ağırlık verilmelidir. Ayrıca olgu sayıları ve sağlık hizmeti kapasitesi iller bazında değerlendirilerek, gerektiğinde, çalışma koşulları ve fizik mesafeyi korumayı sağlayacak önlemler il bazında alınmalıdır.
  • Düzenli geliri olmayanların, günlük kazanabilenlerin, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün olmadığı koşulları değiştirilmeden; toplum hareketliliğinin kısıtlanması başta olmak üzere tek başına salgına karşı alınması gereken önlemleri tartışmak yeterli değildir.
  • Bugün yapılması gereken kamusal bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin (Ücretli izin, işsizlik ödeneğinin kapsamının genişletilmesi ve tutarının artırılması, önümüzdeki üç ay boyunca ücretsiz su-ısınma-elektrik verilmesi vb.) ivedi olarak sağlanmasıdır. Türkiye’nin kaynakları bu destekler için yeterlidir.

Açıklamanın tam metni şöyle:

SALGINLA MÜCADELEDE DOĞRU YÖNTEM, EPİDEMİYOLOJİ BİLİMİNE UYMAKTIR

Tedavi etmek önemli ama salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir

Bugüne kadar 198 ülkede, 700 binden fazla insanı hastalandırdığı saptanan ve 33 bin insanın ölümüne yol açan SARS CoV-2 daha önce insanları hastalandırdığı bilinmeyen bir etken. Henüz, hastalığı (COVID-19) geçirip sağlığına kavuşanlarda kalıcı bağışıklığın gelişip gelişmediğinin tam olarak bilinmemesi bir yana, hastalığı geçirmemiş herkesin risk altında olduğu bir dönemdeyiz. Hastalığın benzerlerine göre bulaşıcılığı oldukça yüksek (RO=2-3), epidemiyolojik verilerle hazırlanan senaryolara göre herhangi bir kontrol yönteminin uygulanmaması halinde toplumun yarısından fazlasının enfekte olması, hastalığın üç ay içinde zirveye ulaşması ve çok sayıda ölümün gerçekleşmesi olasıdır.

Etken, solunum ve ağız yoluyla ulaşıyor. Hasta kişilerin öksürmesi ve solunumu sırasında havaya yayılan küçük damlacıklarla, bunların düştüğü yüzeylere ve hasta elleriyle temas eden ellerin yüze, ağıza götürülmesiyle bulaşıyor. Bulaşmadan sonraki 2-14 gün içinde ateş, öksürük ve solunum sıkıntısı gibi belirtilerle hastalık ortaya çıkıyor. Hastalanan 100 kişiden 30’u belirti vermeden hastalığı geçirirken, yaklaşık 50’si hafif bulgularla ve herhangi bir sağlık kuruluşuna başvuru gereği duymaksızın hastalığı geçiriyor. Geriye kalan 20’si tıbbi bakım ve tedaviye gereksinim duymakla birlikte, yalnızca 4-7’sinin solunum desteği ve yoğun bakım tedavisi gerektiren bir tablo oluşturduğu biliniyor. Bununla birlikte, hemen tüm virüs hastalıklarında olduğu gibi, COVID-19’a özgün olan bir ilaç ve tedavi henüz mevcut değil.

Bu durum göz önüne alındığında, hastalıktan korunma başka bir ifadeyle, sağlıklı kişilerin hastalanmasının önlenmesi öncelik ve büyük önem taşıyor. Bunun da yolu; SALGIN YÖNETİMİ’nin öncelikli ve bilimsel bilgiye dayalı olarak, Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğu ve koordinasyonunda sürecin tüm bileşenlerinin katılımıyla ve şeffaf olarak hayata geçirilmesidir.

COVID-19 pandemisine karşı temel yaklaşım, insanların birbirleriyle temas oranlarını azaltarak virüsün hasta kişiden sağlıklı kişiye bulaşmasını azaltmak olmalıdır.

Salgın yönetiminin birinci aşaması AKTİF SÜRVEYANS SİSTEMİNİN kurulması ve sistematik bir biçimde FİLYASYON (bilinen hastalarla temaslıları, hastaları bulma) uygulanmasıdır. Öte yandan, salgın yönetiminde birbirini tamamlayan, evrenselleşmiş hatta edebiyat dünyasının önemsediği romanlara da konu olmuş üç ayağının da doğru zamanda ve doğru içerikle uygulanması önemlidir.

Bunlardan ilki, KARANTİNA (Quarantine)’dır. Hastalık şüphesi olanların, hastalarla temas etmiş olduğu bilinen ya da düşünülen kişilerin, o hastalığın etkeninin en uzun kuluçka süresi kadar bir zaman diliminde, uygun koşullarda, sağlıklı kişilerle temasının önlenmesi, onlardan ayrı yerlerde tutulmasıdır. Sağlık Bakanlığı’nın Çin’den özel uçakla getirip, muayene ve tetkiklerinde hastalık belirtisi bulunamamasına karşın, 62 yurttaşımızı Ankara’da Şehir Hastanesi nedeniyle hizmet sunmaya kapatılmış bir devlet hastanesinde 14 gün süresince misafir etmiş olması karantina uygulamasının bir örneğidir. Umre’den gelenlerin sadece son grubunun öğrenci yurdunda hep beraber misafir edilmesi ise karantina uygulanmasında bilimsel, sistematik ve bütünsel bir yaklaşımın olmadığını göstermiş, bununla birlikte, karantina uygulaması birçok durumda gerekli olmasına karşın, Bakanlık tarafından bir daha uygulanmamıştır.

İkincisi İZOLASYON-AYIRMA (İsolation)’dur. Hastalık tanısı konanların, hastalığın bulaşıcılık süresi kadar bir zaman dilimi için ayrı tutulmasıdır. Böylece hasta kişinin etkeni sağlıklı kişilere doğrudan ya da dolaylı olarak bulaştırmasının engellenmesi sağlanmaya çalışılmış olur. COVID-19 tanısı konmasına karşın, hastanede tedavisi gerekmeyen olguların, uygun koşullar sağlanarak, ailenin diğer üyelerinin korunması için gerekenler yapıldıktan sonra evlerinde tutulmaları bir izolasyon uygulamasıdır. Evde izolasyon koşullarının sağlanamadığı durumlar için yerel yönetimlerle birlikte barınma olanakları sağlanmalıdır.

Sonuncusu TECRİT-AYRI TUTMA (Segregation)’dır. Tecrit, izolasyonun tersidir. Hastalanmamış, sağlıklı olduğu ve hastalanma riski olduğu bilinen kişilerin ayrı tutulmasıdır. Amaç hastalık riski taşıyanların hastalanmasını önlemektir. Günümüzde COVID-19 hastalığı riski yüksek olduğu bilinen 65+ yaş grubu yurttaşlarımızın uygun koşullar sağlanarak, dışarı çıkmalarının istenmemesi bunun bir örneği olarak kabul edilebilir. Unutulmamalıdır ki çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşamakta olanlar için, özel tedbirler alınmamışsa, bu uygulamanın gerçekliğinden-başarısından söz edilemez.

Bunların dışında salgına karşı genel bir önlem olarak, toplumun hareketliliğinin sınırlanması (Community containment) söz konusu olabilir. Toplumun büyük bir çoğunluğunun uyması koşuluyla, kişisel etkileşimleri ve hareketliliği azaltmak için bütün toplantıların iptali, okulların kapatılması, evden çalışmanın benimsenmesi ve bakkaldan yiyecek almak gibi zorunlu karşılaşmalarda 2 metrelik fiziksel uzaklığın korunması gibi uygulamalar yürürlüğe konabilir. Ancak ülkemizde olduğu gibi özel sektörde çalışanların ücretli izin verilmeksizin çalışmaya devam etmek zorunda kaldığı koşullarda, bu uygulamanın etkili olması beklenemez.

Salgının dünyaya ilân edilmesinden sonra Türkiye’de;

  1. İran’da salgının olduğu öğrenilmesine karşın, sınır kapıları tedricen kapatıldı, gelenlere etkin karantina uygulanmadı.
  2. Salgının varolduğu bilinen Avrupa ülkelerinden gelen 300 bini aşkın kişiye ateş taraması dışında herhangi bir kısıtlayıcı uygulama neredeyse yapılmadı.
  3. AB ile ilişkiler gerginleştiğinde ülkenin çok farklı kentlerinde yaşamakta olan göçmenler-sığınmacılar-mülteciler araçlarla, kitlesel olarak Yunanistan sınırında olan illerimize taşındı. Yaklaşık bir hafta sonrasında yeniden, yine kitlesel olarak araçlarla eski ikametlerine taşındı. Böylece, yetkililer sorumluluklarının tam tersi bir uygulama ile etkenin yayılma riskini arttırmış oldu.
  4. Suudi Arabistan’da da salgın olduğu ve Umre’de çok farklı ülke yurttaşlarıyla temas olacağı biliniyor olmasına karşın, Umre’den dönen milletvekilleri, bürokratlar başta olmak üzere, yirmi binin üzerindeki kişinin önemli bir bölümüne karantina uygulanmadı. Bu kişiler, ülkemizin hemen bütün illerinde bulunan evlerine gittiler. Olağan dönemlerde olduğu gibi akrabalarının, komşularının vb. kutlamalarını yakın temaslarla kabul ettiler.
  5. Okullar ve üniversiteler tatil edilmesine karşın, eş zamanlı olarak askere alımlar/terhisler ile toplu ibadetler engellenmedi.

Sağlık Bakanı tarafından yapılan açıklamaya göre 29 Mart 2020 tarihi itibariyle test yapılan olgu sayısı ancak 65 bine ulaştı. Hastalık belirtisi olanların büyük bölümüne, temaslılara, sağlık kurumlarında hasta ve olası COVID-19’lularla teması olan sağlık emekçilerine sistemli olarak test yapılmadı. Filyasyon için hâlâ hangi adımların atıldığını bilmiyoruz. Bu nedenlerle, BİLİNEN/TANISI KESİNLEŞMİŞ hasta sayımız gün itibariye yalnızca 9 bin 217 kişi olarak açıklanabiliyor.

Oysa, etkenin bilinen özellikleri ve olası hastalar ve/veya temaslılarla ilgili uygulamalar göz önüne alındığında, sayılarını söyleme olanağımız olmasa da hastalığın ülkenin hemen her yerinde ve yaygın olduğunu söyleyebiliriz.

İlk doğrulanmış olgunun duyurulduğu günden bu yana salgın eğrisi incelendiğinde, başlangıçta salgını baskılama stratejisi uygulanacakmış gibi gözlenirken, sonrasında yukarıda beş maddede açıklanan yaklaşımlar yüzünden fiili olarak salgının etkisini azaltma stratejisine dönülmüş olması nedeniyle, ülkemiz göz göre göre enfekte hale getirilmiştir. Olgular ve temaslılar neredeyse hemen her yerdedir. Bu aşamadan sonra ülke çapında karantina uygulaması fırsatı kaçırılmıştır. Karantina ve tecrit, epidemiyolojik veriler ışığında yerel/bölgesel olarak halen hızla ve kararlılıkla uygulanabilir. Ancak geldiğimiz noktada risk grupları (Çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşamayan, çalışmak zorunda olmayan 65+ yaştakilerden yalnız ve/veya eşiyle yaşayanlarla, kanser, şeker, tansiyon, bağışıklık sistemi bozukluğu olan hastalar) dışında ülke çapında tecrit uygulamasının da bir anlamı kalmamıştır.

Bugün ve sonrasında yapılması gereken Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği gibi çok sayıda test yaparak, katı bir izolasyon uygulamaktır. Suriyeli sığınmacılarla birlikte 90 milyona yakın kişinin yaşadığı ülkemizde, günde 30 binin üzerinde test yapılarak, test sonuçları pozitif olan olgular ile temaslıları ivedi olarak sağlıklı kişilerden ayrılmalıdır. İzolasyon, kişilerin evlerinde yapılacağı gibi, evlerde yapılamayacağı durum ve koşullarda İzolasyon için seçilen yurtlar ve oteller gibi mekânlar da kullanılabilir.

Dünyada ve ülkemizdeki salgınlar tarihi incelendiğinde, salgın yönetiminde bilimsel bilginin yol göstericiliğine güven ve sürekli kullanımı ve bu alanın kavramlarıyla tanımlanmış uygulamalar kullanılarak salgınla mücadelede başarı kazanmak mümkündür.

Geldiğimiz aşamada, Epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için toplum hareketliğinin kısıtlanması yaygınlaştırılarak sürdürülmeli, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test uygulanabilmesi sağlanmalı, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonuna ağırlık verilmelidir. Ayrıca olgu sayıları ve sağlık hizmeti kapasitesi iller bazında değerlendirilerek, gerektiğinde, çalışma koşulları ve fizik mesafeyi korumayı sağlayacak önlemler il bazında alınmalıdır.

Düzenli geliri olmayanların, günlük kazanabilenlerin, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün olmadığı koşulları değiştirilmeden; toplum hareketliliğinin kısıtlanması başta olmak üzere tek başına salgına karşı alınması gereken önlemleri tartışmak yeterli değildir.

Bugün yapılması gereken kamusal bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin (Ücretli izin, işsizlik ödeneğinin kapsamının genişletilmesi ve tutarının artırılması, önümüzdeki üç ay boyunca ücretsiz su-ısınma-elektrik verilmesi vb.) ivedi olarak sağlanmasıdır. Türkiye’nin kaynakları bu destekler için yeterlidir.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi