Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ENFLASYON YOKMUŞ…

Sonsöz Gazetesi

ENFLASYON YOKMUŞ…

Kendisini tebaasına ekonomist olarak tanıtan Recep Bey “Ülkemizde teknik olarak bir enflasyon değil, fiili hayat pahalılığı vardır.” dedi. Bu sözleri duyunca beni aldı mı bir gülme, “enflasyon yok fiili hayat pahalılığı varmış” diye kendi kendime gülüp duruyorum, duyan arkadaşlar çıldırdım sandı, onlara söyleyince tabi onlarda başladılar gülmeye…

Neyse, Recep Bey bizi güldürdü ya, Mevlam da O’nu güldürsün diyelim..

Ekonomist Bey konuşmasına “Bizde talep kaynaklı bir fiyat artışı yok. Üretimde de bir sıkıntıyla karşı karşıya değiliz. Bu iktidar faizi artırmayacaktır, tam aksine biz faizi düşürmeye devam edeceğiz.” diye devam ederek kerameti kendinden menkul ekonomi bilgisini bir kez daha tebaası ile paylaştı.

Konuşmasının devamında;

  • “Yatırım, istihdam, üretim, ihracat ve cari fazla yoluyla büyüme esaslı ekonomi programımızı uygulamaya başladık. Bu programla insanlarımızın canını yakan, hayatını zorlaştıran fiyat artışlarını nasıl engelleyeceğiz? Normal şartlarda üretim azlığı, talep fazlalığı sebebiyle fiyat artışları ortaya çıkar. Bizde talep kaynaklı fiyat artışından söz edilemez. Üretim tarafında üstesinden gelinemeyecek herhangi bir sıkıntıyla karşı karşıya değiliz.
  • Bütün dünyaları faiz, enflasyon, kur ilişkisinden ibaret olan kesin inançlılar, ülkemizin yatırım, istihdam, üretim, ihracat cari fazla yoluyla büyüme stratejisini anlamaya bile çalışmamıştır. Enflasyon bir sorun mudur? Evet, bir sorundur. Ama Türkiye’nin sorunlarının asıl sebebi tek başına bu başlık mıdır? Kesinlikle değildir. Eğer öyle olsaydı geçmişte çok kez uygulanan enflasyon merkezli ekonomi programları ile sorun çözülmüş olurdu.”

    diyerek sözlerini sürdürdü…

Kendi dışında herkesi kesin inançlı olmakla suçlamaktan çekinmeyen ama “nas” diyerek faize karşı bir kesin inanç üzerinden ekonomik politikalar oluşturmaya kalkan

  • Recep Beyin enflasyon ne, yaşam pahalılığı ne, arz – talep (sunu – istem) dengesi ne konusunu bilmediği, anlamadığı Türkiye’de olanlardan habersiz olduğu ortadadır.

“Askerde kantin, gençliğimde bakkal işlettim, ben ekonomiden anlarım..” kafası ile ekonomistlik işte bu denli oluyor, bu kafadakilerin ekonomiyi yönettiği bir ülkede enflasyonun, hatta hiperenflasyonun ortaya çıkması ise son derecede doğal…

Konu ile ilgili olarak Mahfi hoca (Eğilmez) attığı tweette Bir sorunu çözmek için her şeyden önce sorun olduğunu kabul etmek, sonra sorunun nereden kaynaklandığını doğru teşhis etmek ve son olarak da doğru tedavi uygulamak şarttır.” demiş, çok haklı değil mi?

Ekonomiyi yöneten bu arkadaşlar daha sorunu kabul edip kaynağını anlamıyorlar ki, nasıl çözecekler?

Mahfi hoca (Eğilmez) daha sonra attığı bir başka tweette ise

  • “Hayat pahalılığıyla enflasyon tam olarak aynı şey değildir. Hayat pahalılığı fiyatların gelirle ilişkisini gösterir. Fiyatlar artmasa da hayat pahalı olabilir. Oysa enflasyonda fiyatlar artmaya devam eder. Hayat pahalıyken enflasyon da söz konusu olabilir. Türkiye bu durumdadır.

demektedir ki bu söylediklerinde de yerden göğe kadar haklıdır.

Recep Bey, anlaşılan, arz – talep (sunu – istem) dengesi sonucunda değişen fiyatlar ile tümü ile parasal bir olgu olan enflasyonu birbiri ile karıştırıyor.

Günümüzde çağcıl (modern) ekonomilerde her türlü mal ve hizmetin alım satımında kâğıt para kullanılır ve kâğıt paranın değeri sabit değildir. Bu yüzden de alınıp satılan mal ve hizmetlerin değeri paranın değerindeki dalgalanmalara bağlı olarak değişir, dalgalanır. Bir değişim aracı olan kâğıt para değer yitirdiği zaman, mal ve hizmetlerin fiyatı artar, para değer kazanırsa mal ve hizmetlerin fiyatı düşer.

Bir daha yineleyeyim                   :

Enflasyon tümü ile parasal bir olgudur!
Bir ülkede fiyatlar genel düzeyi sürekli artıyorsa, bu artışa neden olan öge sunu – istem (arz – talep) dengesizliği olamaz; mal ve hizmetlerin alım satımında kullanılan paranın değerinin düşmesi sonucu fiyatlar artar.

Paranın değerinin düşmesinin ana nedeni de parayı basan otorite ve iktidardır!

Dolaşımdaki kâğıt para miktarı karşılıksız artar, parayı basan otoritenin saygınlığı azalırsa, para değer yitirir ve para değer yitirince aynı malı satın almak için daha çok para ödeme gerekir; bu da enflasyon denen fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artışa neden olur.

  • Fiyatlar sürekli arterken ücretler artmazsa, bu kez enflasyona ek olarak
    bir de yaşam pahalılığı ortaya çıkar ki, Türkiye’de yaşanan tam olarak budur.

Türkiye’de geçmiş yıllarda da enflasyon yaşandı ama enflasyon çok daha doğru ölçüldüğü ve ücretler enflasyona yakın oranlarda artırıldığı için yaşam pahalılığı hiç bu düzeyde yakıcı – yıkıcı olmadı.

Halil Çivi şiiri : ZAMANIN RUHU

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

ZAMANIN RUHU

Zamanın ruhunu bilmek istersen,
Zulmü alkışlayıp yazan çoğaldı.
Ahlakın izini bulmak istersen,
Dinbazlık yaparak azan çoğaldı.
Xxx
Akıl şeytanlaştı, inanç yozlaştı,
Yüreklere kin ve nefret bulaştı,
Cebir, şiddet, hanelere yerleşti,
Helaline ölüm yazan çoğaldı.
Xxx
Köyler kente, kentler köye özendi,
İnanç, kültür hurafeyle bezendi,
Din satanlar her devirde kazandı,
Yoksulu, yetimi ezen çoğaldı.
Xxx
Aklı kullanmayan, bilimden sapan,
Bidatları, hurafeyi din(!) yapan,
Allah’ı bırakıp şeyhlere(!) tapan,
Batıl inançlarla gezen çoğaldı.
Xxx
Atanın, evladın değişti huyu,
Kardeş kardeşine kazıyor kuyu,
Aileyi terkedince sağduyu,
Şiddet denizinde yüzen çoğaldı.
Xxx
Yoz zihniyet her tarafa bulaştı,
Zorba güçler kadrolara doluştu,
Yağmaya, talana millet alıştı,
Haramla kaynayan kazan çoğaldı.
Xxx
Siyasetin ruhu bulanıklaştı,
At izi, it izi çoktan karıştı,
Milletin payına suskunluk düştü,
Adalet çarkını bozan çoğaldı.
Xxx
Enflasyon hızlandı, yaşam zorlaştı,
Yoksul olanların öfkesi taştı,
İşçi, memur borca harca bulaştı,
Borç silmeye “kazı-kazan” çoğaldı.
Xxx
Liyakatı kitaplardan sildiler,
İnsanları ırka, cinse böldüler,
Halkın yüreğine fitne saldılar,
Fitne oltasında “sazan” çoğaldı.
Xxx
Güçlülerin baskıları gürleşti,
Haramiler her köşeye yerleşti,
Mahkemede hak aramak zorlaştı,
Hukuk devletini çizen çoğaldı.
Xxx
Zalimlerin vicdanları karardı,
Mazlumların benzi-beti sarardı,
Haksızlık, yoksulluk doruğa vardı,
Yoksulluğa övgü dizen çoğaldı.
Xxx
Halil Çivi diyor bu böyle gitmez,
Akıl, bilim insanlığı terketmez,
Hurafe borusu her zaman ötmez,
Bu kötü gidişi çözen çoğaldı.
Xxx

Prof. Dr. Halil Çivi

02 Haziran 2022
Doğanbey / Seferihisar/ İZMİR

Faşizmin alametifarikası

Tarih boyunca, bizleri hiç yanıltmadılar.

Hep insanlığın, hep iyinin, güzelin, temizin, onurlunun, haysiyetlinin, direnenin, cesurun ve tabii hep haklının ve mağdurun karşısında saf tuttular.

Hep ahlâksızdılar.

Halka, emekçiye, alın teri ile çalışana ve hakkını arayana karşı durdular, hep tepeden baktılar.

Ve hep hakaret ettiler.

Normalde de kibirli, küstah ve ahlâksız olduklarından, zora düştüklerinde bunu daha da üst ve daha çirkin boyutlara taşıyarak küfre başvurmaktan çekinmediler.

Kafalar hep çirkinliğe ve edepsizliğe programlı olduğundan olsa gerek, cinsel içerikli küfürler bunların favorisiydi hep. Hemen “bel altına vurmaya” eğilimli olduklarını her defasında kanıtladılar.

Özellikle kadınları hedef almak, en vazgeçemedikleri bir şeydi.

Anneler, bacılar, hatta kız çocukları, eşikteki beşikteki bunlar için farketmedi hiç.

Alayına sallamaktan“, asla geri durmadılar.

Faşizm bir ideoloji olarak, faşist yöneticiler de tarihi doğal pratikleri gereği hep halkın karşısında yenilgiye uğradıklarından, zaten yenilgiye mahkûmiyetin ve yenilmişliğin öfkesi ile daha da saldırgan ve daha da ağzı bozuk olma eğilimindeydi.

Ezberledik artık.

Bugün de dünyanın dört bir yanında aynı şeyin, kim bilir kaçıncı kez bir tekrarına tanık oluyoruz.

Baskı, zulüm, kan, adaletsizlik ve her türlü hile ile iktidarları ele geçirenler, tüm ülkelerde halkların yaşamını cehenneme çevirmekten geri kalmadıkları gibi, bugün de hem küresel çapta hem de tek tek ülkelerde “gidiş hazırlıkları“nın bir parçası olarak daha da zalim davranarak şaşırtmıyorlar bizi.

Kendilerine itiraz eden herkesin üzerinde, “hakim oldukları yargı aygıtının sopasını” sallıyorlar mütemadiyen.

En ufak bir itirazı, en ufak bir eleştiriyi, sitemi hattâ yan gözle bakma girişimini, en ağır şekilde cezalandırmak için bu aygıtı harekete geçiriyorlar.

Özellikle yaygın medyayı kullanarak gerçeğin gizlenmesi, yalanların ekranlara ve sayfalara boca edilmesi, vazgeçilmez bir uygulama olarak, her dakika hayata geçiriliyor.

Kamunun fonlarını kullanarak ve ayıplı yöntemlerle çöktükleri TV ve radyo kanallarından saçtıkları yalan zehri yetmiyormuş gibi, bu yalanlara angaje olmayanlara da resmi denetim aygıtları ile, sık sık “Gözünün üzerinde kaşın var cezaları” yağdırıyorlar.

Programlara, hatta tek tek sunuculara bile yasak getirmenin, bugüne kadar akıllara bile gelmeyen yeni ve “daha da ayıplı” yöntemlerini geliştirmekle meşguller.

Sosyal medyada, gözünü kırpana, ağzını açana dava açarak, insanları adeta bu ortamlardan “kovalamaya” çalıştıkları yetmiyormuş gibi, yeni ve daha baskıcı bir yasal rejim getirerek, nefes bile aldırmamanın hazırlığını yapıyorlar.

Bütün bunların tek bir nedeni var tabii.

Çünkü artık deniz de bitti, göl de, gölet de…

Su birikintisi bile kalmadı, faşizmin kürek çekebileceği.

Her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

Eğer sıkıntı ve endişeden dolayı azıcık da olsa gözüne uyku girebilen kaldıysa, onlara da peş peşe gelen zamlar ve hayat pahalılık nedeniyle, uykuyu zehir ettiler.

Çocuklar, anne – babalarından “Alamayız kızım/oğlum. Paramız yok” lafını işitmekten bıktı.

Açlık ve yoksulluk sınırları ile ilgili veriler adeta benzin istasyonundaki pompanın dijital sayacının dönüş hızında “fıldır fıldır dönerek, yürekleri dağlamayı” sürdürüyor.

Bütün bu başarısızlıkları unutturmak için, yine o yoksulluğa mahkûm ettikleri ailelerin, o sıvasız evlerin, o çamurlu sokakların, o yatağa her gece yarı – aç girilen hanelerin evlatlarını, sınır ötesinde ölüme göndermenin hazırlıklarına girişiyorlar.

Diyalogla, müzakere ile, komşuluk hukukuna uygun bir anlayışla çözülebilecek sorunları, tankla, topla tüfekle, füzeyle, yani “aynı içeride de yaptıkları gibi” gibi cebir ve şiddet kullanarak çözmeye çalışıyorlar.

Buna paralel olarak, yeni kanlı maceraların yaratacağı şoven ve milliyetçi dalgayı köpürtmek – kabartmak için tamtamları çalmaya başladılar bile.

Savaşa karşı çıkanları “Hain ve işbirlikçi” ilan etmelerine, “Düşmanın sözcüsü” damgasını vurmalarına ramak kaldı. Kim bilir kaçıncı kez, yine, yeniden.

Ama sonları kaçınılmaz. Halkların hissiyatı da, cevabı da belli.

Başlarına gelecek olan da.

Sandık, kimi zaman şaşsa da, sonunda “kendi kendini düzelten bir terazi” olarak bu nobranlığı, bu zulmü ve bu kibri tartıp, yenecek.

  • Tüm demokrasi güçlerinin kol kola girip
  • bu yenilgiyi, bu insanlık dışı ideolojiye ve temsilcilerine tattırmalarına az kaldı.

İÇTİHAD KAPISI…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor ” Hocam içtihad nedir?

İslam ülkelerinde İÇTİHAD KAPISI açık mı yoksa kapalı mı?”

Sosyolojik açıdan İctihad, en kısa tanımla insan, toplum ve devlet yaşamının, dinsel, ekonomik, siyasal, hukuksal, sosyal (toplumsal), kültürel (ekinsel)… açılardan bireyler ve toplumca nasıl algılandığı ve pratiğe (uygulamaya) nasıl aktarıldığını belirleyen ZİHNİYET (anlayış) YAPISIDIR.

Evreni, Dünyayı, doğayı ve gündelik yaşamı algılama, yorumlama ve pratiğe (uygulamaya) aktarma biçimidir.

Bu zihniyet (anlayış) durağan (statik), değişime ve yeniliğe kapalı ise ülke ve toplum yerinde sayar.

Tersine bu zihniyet (anlayış) dinamik (devingen) ve çağın değişimine göre kendini yeni koşullara göre sürekli yenileyebiliyorsa, toplum da olumlu yönde değişir ve gelişir .

Eğer İslam ülkelerinde özgür akıl, özgür bilim, özgür düşünce, laiklik, çağdaş hukuk ve gerçek demokrasi kapıları sonuna dek açılmaz, genel toplumsal zihniyet (anlayış) yenilenmezse, içtihad kapıları açılmaz. İslam toplumları da çağdaş dünyadan geri kalmayı sürdürürler.

(AS: İmam Gazali’nin İslam’da içtihatlar üzerinden kendini yenileme kapılarını 13. yy’da kapadığını ve İslamı dondurduğunu kaydedelim. Batı “dinde reform” ile Rönensans yaşadı ve Laik demokrasiyi keşfetti, dünyaya egemen oldu. İslamcı mollalar, bu çok çarpıcı gelişmenin de ortada olmasına karşın, İslam’da reforma kapalılar ve bu dine en büyük kötülüğü yaparak yok olmaya sürüklüyor.) 

Genelde İslam ülkelerindeki çoğu despotik (baskıcı) siyasal iktidarlar, eski müçtehidlerin (içtihat koyucuların) bu statik (donuk) ve dogmatik (saplantılı) dinsel yorumlarını aklın (usun) ve bilimin ışığında, çağın ve toplumun gereklerine göre yeniden yorumlamak yerine, siyasal iktidarları korumak için mevcut statükoyu (varolan düzeni) sürdürmeye büyük çaba gösteriyorlar.

Türkiye’de durum biraz farklı bir tarihsel süreç izlemiştir.

En büyük ulusal kahramanımız M. K. Atatatürk‘ün kurmuş olduğu demokratik – laik cumhuriyet ve yapmış olduğu ekonomi, eğitim, bilim, yönetim, hukuk, kültür (ekin)… vb. devrimler, çağdaş bir zihniyet (anlayış) oluşturmaya önemli katkılar sağlamıştır.

1950 yılından beri, bazen (kimi kez) dalgalanarak süregelen karşı devrimci hareketler, O’nun açtığı aydınlık zihniyeti (anlayışı) geriletme, hatta yok etme üzerine kurgulanmaktadır.

Ancak bu yanlış çabalar boşunadır.

Çünkü dünya tersine dönmez ve güneş balçıkla sıvanmaz.

Toplum ve gençlik büyük bir uyanış içindedir.

Kötümserliğe gerek yoktur.

Ya resmi dezenformasyon?

authorİBRAHİM Ö. KABOĞLU

(AS: Bizim katkımız ve Sn. Kaboğlu’nun “Légion d’Honneur” ödülü alması ile ilgili notlarımız yazının altındadır..) 

TBMM Dijital Mecralar Komisyonu’da dün görüşülmeye başlanan basın torba yasa önerisi, “sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle (AS: dürtüsüyle), ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse” için ceza yaptırımı öngörmekte.

Dezenformasyonla mücadele“ adı altında hazırlanan öneri, internet ve sosyal medyaya ilişkin düzenleme, demokratik yoplumu sönümlendirme girişimi. İşte gerekçesi:

Bu bağlamda, yalan haberi kasıtlı olarak üretme ve yayma eyleminin (dezenformasyon), birey ve toplum iradesini ipotek altına alan ve vatandaşların gerçek bilgiye ulaşma hakkını engeleyen ciddi bir tehdit haline geldiği aşikârdır. Bu tehdit, aynı zamanda çeşitli özgürlükleri istismar etmek suretiyle başta ifade özgürlüğü ve haber alma özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engellemeye yöneliktir. Gelişen teknoloji ile birlikte dezenformasyonun vardığı nokta, temel hak ve özgürlükleri korumak adına bu tehditle mücadele etmeyi zorunlu kılmıştır…“

TAMAMEN (TÜMÜYLE) ANAYASA DIŞI

Getirilmek istenen, Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu, çok yönlü olarak sorunlu:

“Ülkenin iç ve dış güvenliği”, “kamu düzeni” ve “genel sağlık” kavramları, son derece geniş kapsamlı olup, suçun nesnel olarak çerçevelenmesi olanaksız. “Gerçeğe aykırı bilgi”, çeşitli kamusal sorunlarda neyin “gerçek” olduğunu saptamak kolay olmayıp, tanımı gereği doğru ya da yanlış olamayacak değer yargılarının da cezalandırılması riskini yaratmakla, Anayasa’nın birçok maddesine aykırı..

Özetle, internet ve sanal ortamda kullanılan düşünce ve ifade özgürlüğünün, devrim niteliği taşıyan olumlu yanları değil, hep olumsuz yönleri öne çıkarılıyor. Oysa, siyasal iktidar örgütlenmesi ve insan haklarının güvencesinin bilimi olarak anayasa hukuku, sanal ortam yoluyla oluşan sosyal medyanın yarattığı sorunlara karşın, devrim niteliğindeki yeniliklerle yüzleşmek durumunda. Şu açılardan:

– Egemenliği ve demokrasiyi yeniden icat etmek,
– Normativite üzerine yeniden düşünmek,
– Hak ve özgürlükleri sorgulanak,
– Siyasal aktörlerin söylemlerini dönüştürmek.

Bizde, ilksel sorunlar nedeniyle sorunsalı, bu açılardan ele alabilme eşiğine henüz gelemedik.

Neden? Çünkü, sosyal medya dezenformasyonu vesilesiyle ele alınması gereken ilk sorun, “resmi dezenformasyon” dur.

“RESMİ” NE DEMEK?

İşte resmi dezenformasyon dizisi:

Anayasal dezenformasyon: Anayasa değişikliği, siyasal hatta resmi dezenformsyonla gerçekleştirildi.
– KHK yoluyla yaratılan dezenformasyonla, “yargısız infaz”larla yurttaşları terörist sayıldı,
OHAL KHK yoluyla onbinlerce kamu görevlisinin yaşamları karartıldı..
– Sorumsuzluk zırhı yaratan düzenlemeler: OHAL dönemi ve 9 Temmuz 2018 sonrası OHAL KHK ve yasalarla, “yargısız infaz” failleri için örülen sorumsuzluk zırhları da resmi yalanlar dizinde.

HANGİ ORTAMDA?

Covid-19 ortam ve koşullarında 7253 sayılı yasa ile iki yıl önce sosyal medya düzenlemesine karşı CHP olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk.

İptal kararını beklerken, AYM, bu kez, 5651 sayılı Yasa md.9’u pilot kararla iptal ederek TBMM’nin nasıl bir düzenleme yapması gerektiği konusundaki ilkeleri sıraladı (27.10.21): Öngörülebilir olmalı, erişimin engellenmesi usulünün kapsamı ve hukuki niteliği açıklıkla düzenlenmeli; interneti sınırlandıran kanunun dar bir uygulama alanı olmalı ve kullanımı acil bir toplumsal ihtiyaca yanıt olmalı; davranış ve olgulara bağlanan hukuksal sonuçlar belirli bir kesinlikte belirlenmeli; ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir yolun keyfiliğe ve ölçüsüz sınırlamalara yol açmaması için gerekli güvenceleri barındırmalı.

Gündemdeki yasa önerisi, şu halde, 7253 sayılı yasaya karşı AYM başvuru sonucunun beklenmesi bir yana, AYM’nin pilot kararı gereğince düzenleme gündeme bile getirilmeden görüşülmeye başlandı.

Siyasetçilerin konuşmlarını canlı olarak yayımlayan kanallara yaptırım uygulayan RTÜK’ün demokratik siyaseti sönümlendirmeye çalıştığı bir sırada,

Paramiliter nitelikte sözde bir şirket temsilcisinin

  • “Bu vatanı sandıkta teslim etmeyiz”

sözlerine karşı herhangi bir işlem yapılmadığı bir sırada gündeme getirildi.

Evet tam bir dezenformasyon önerisi karşısındayız.
==============================================
Dostlar,

Sn. Prof. Kaboğlu son derece nitelikli “gazete” makaleleri yazmakta her hafta.
Onca yoğun parlamenter siyasal yaşamı içinde. Bu yazıları siyaset bilimi alanında, hukukta ve özellikle anayasa hukuku ve insan hakları hukukunda, hukuk felsefesi ve sosyolojsinde okuma parçaları olarak değerlendirilebilecek, değerlendirilmesi beklenen nitelikte metinler.

Bir yandan da ülkemizin değil salt kendi tarihinde, siyaset bilimi tarihinde örneği görülmemiş bir “anomali” yaşadığı dönemde, anamuhalefet partisi milletvekili olarak.. Sıklıkla AYM’ye (Anayasa Mahkemesine) gitmek gerekmekte AKP=RTE iktidarının sınır bilmez hukuk tanımazlığı karşısında.

Prof. Kaboğlu, geçtiğimiz günlerde, 1 Haziran 2022 günü çok önemli bir uluslararası ödüle yaraşır bulundu.

  • Fransa devleti, “Légion d’Honneur” ödülü verdi Prof. Kaboğlu’na!

Fransız üniversitelerinde yıllarca Anayasa Hukuku ve İnsan Hakları dersleri vererek hem o ülkenin hem de Türkiye’nin bu 2 alanda gelişmesine kattığı çok değerli ürünleri ve emeği için..

Ödül törenine Sn. Kaboğlu, seçkin çağrılılar arasına bizi de katarak onur verdi. Fransa Büyükelçiliğinde 01 Haziran 2022 akşamı ödül sunum töreni ve ardından kokteyl verildi.

Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Monséieur Herve MAGRO, nefis Türkçesi ile uzun – kapsamlı konuşmasını 2 dilde yaptı, paragraf paragraf. Ödülün gerekçesini ve Kaboğlu’nun 2 ülke arasındaki barışçı ve dostça ilişkilerin gelişmesine katkılarını aktardı.

Ardından Prof. Kaboğlu da benzer yöntemle uzunca konuşmasını yaptı, Fransa hükümetine ve Devlet Başkanı Emmanuell Macron‘a ödüle yaraşır bulunması nedeniyle teşekkür etti. Büyükelçi Magro, Prof. Kaboğlu’nun konuşması boyunca yanıbaşında ayakta durdu.

Büyük alkışlar ve kutlamaların ardından Ayrancı’da Ankara’ya egemen bir arazide kurulu nefis Büyükelçilik bahçesinde “cocktail prolongé” verildi.

Törene çok sayıda CHP milletvekili, CHP Gn. Bşk. Kemal Kılıçdaroğlu ve akademiyadan hukuk – siyasal bilimler hocaları çağrılı idi. Bu çevrelerden dostlarımızla keyifli söyleşi olanağı bulduk. 90 yaşına giren ve çok dinç Prof. Ruşen Keleş hocamızla da Mülkiye söyleşimiz oldu. Nazar değmesin, her gün düzenli olarak Mülkiye’deki odasına gidiyor ve halen Anabilim Dalı Başkanı olan dünkü öğrencisi, vefalı meslektaşı Prof. Ayşegül Mengi ile eski odasını paylaşıyor Ruşen hocamız..

AKP = RTE‘nin bilerek yarattığı karabasan içinde hala ülkemizde çok güzel şeyler olmakta ve gelenekler yaşatılmakta. Bu ayracın kapanacağı kesin..

Prof. Kaboğlu’nu bir kez daha içtenlikle kutlarken, bizi de törene çağırdığı için teşekkür ederiz..
***
Üstteki makaleye dönersek, SADAT skandalı nedeniyle biz de bu gün bir tweet iletisi yayınladık. (https://twitter.com/profsaltik/status/1534161933418602497?s=20&t=92GaokuHLdR6ABl2pyoLvQ)

  • SADAT kurucusu Ersan Ergür, ”Bu vatanı Türkiye düşmanları ile işbirliği yapanlara sandıkta teslim etmeyiz” yazdı. Cumhuriyet hukukunu koruyacak 1 tek savcı kalmadı mı bu ülkede? Adam ne demek istiyor, çağırıp sorgulayacak? AKP=RTE karşıtlarına dava açarken nasıl hızlı-hünerliler!

Birkaç saat içinde 6 binden çok okundu.

AKP = RTE, giderayak toplumu bilerek germeyi – kutuplaştırmayı sürdürmeyi seçiyor. Genelgeçer yol bu siyasal tarihte izlediğimiz.. Kendi sonunu hızlandırıyor ve netleştiriyor. Yazık.. Bu Partide hiç “sağduyu” kalmadı mı?

Sevgi ve saygı ile. 07 Haziran 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 01 Haziran 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

MASRAF

RTE’nin koruma ekibinin günlük masrafı 1.3 milyon TL.yi buluyormuş.

Yazık…

BİDEN’CI

Kılıçdaroğlu, NATO’nun gerekli olduğunu ancak iktidarın üslerin kapatılması teklifi getirmesi halinde destekleyeceklerini, ülkemizde yabancı asker istemediklerini açıkladı.

Kılıçdaroğlu ve CHP’yi Biden’cı olarak yaftalayanlar buyurun dinliyoruz!..

VİCDANSIZ

Sigara ve alkol zamlarıyla ilgili RTE, “Devamlı artırıyoruz. Bundan çok rahatsızlar. Hem suluda artırıyoruz, hem sigarada artırıyoruz. Aç sefil geziyor, rakıyı birayı almaktan geri durmuyor” dedi.

“Açlık yok, vicdansızlık etmeyin!” diyen kimdi?..

MEHDİ

Eski SADAT Başkanı Adnan Tanrıverdi’nin “Mehdi gelecek. Ortamı buna göre hazırlamalıyız” sözlerinin ardından kendilerine 200’ü aşkın Mehdi başvurusu yapılmış.

Az…

SANDIK

SADAT kurucularından Ersan Ergür, ”Bu vatanı Türkiye düşmanları ile işbirliği yapanlara sandıkta teslim etmeyiz” yazdı.

Nasıl?..

ZIRCAHİL

RTE, “Dünyanın hiçbir yerinde ilişkisi kalmayan gösterge, faiz-enflasyon dayatmasını tek kurtuluş reçetesi gibi önümüze koyanların bir kısmı zırcahil, bir kısmı ise alenen haindir” ifadelerini kullandı.

Faiz sebep, enflasyon neticedir” dayatması mı?..

EFES

Anadolu Efes koçu Ergin Ataman şampiyonluk maçından sonra, geçen yıl olduğu gibi Avrupa’ya Türkçe seslendi.

Yine geçen yılkı gibi kupayla Anıtkabir ziyaret edildi.

Fenerbahçe taraftarı olarak Efes Pilsen takımını omzumda taşıyorum…

NEREYE?

RTE’nin avukatı, “Kemal Kılıçdaroğlu’ndan tahsil edilen manevi tazminatlardan 150 bin TL, Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle, Kılıçdaroğlu’nun haksız ithamlarla hedef aldığı vakıflara bağışlanmıştır. dedi.

Bağış yapılan vakıflar kime çalışıyor?..

KRALCI

CHP milletvekili Çeviköz, “CHP, Finlandiya’nın NATO üyeliğini desteklemeye hazır.”

CHP’nin NATO’dan NATO’cusu…

ASALAK

Elektrik faturalarından TRT payının kaldırılmasının ardından kurumun gelir kayıplarının kısmen telafisi (yitiklerinin bir ölçüde giderimi) amacıyla cep telefonu, bilgisayar ve tabletlerde bandrol ücretlerinde artış yapıldı.

Milletin kanını emme kurumu…

YÜRÜTME

RTE’nin imzasıyla yayınlanan kararda “Türkiye Maarif Vakfı’na, Vakfın amaçlarını gerçekleştirmek için yapacağı hizmetlere ilişkin giderlerin karşılanmasına yönelik olarak 2022 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden 1 milyar 871 milyon 857 bin Türk Lirasına kadar kaynak aktarılabilir” deniyor.

Vakıf denen kurum bağışla (vakfedilenlerle) yürür, bunlar bütçeden (milletten) yürütüyor…

BORÇ

En borçlu belediyeler arasında bulunan Konya BŞB, 40 gün sabah namazına gelen çocuklara 40 bin bisiklet dağıtacak.

Parası yok ayran içmeye bisikletle gider…

ÇİZGİ

Cumhurbaşkanı Danışmanı Mehmet Uçum’un “Ben solcu bir adamım. Atatürk benim kırmızı çizgimdir. Yeni anayasa da laiklik ve Atatürk üzerine kurulacak” sözlerine Şamil Tayyar ve Mehmet Metiner’den “Reis’in çizgisine uymadığı” gerekçesiyle tepki yağdı.

AKP’nin tersten kırmızı çizgisi…

TARİKAT

Vatan Partisi, Ankara BŞB önünde “Usulsüzlüğe, Yolsuzluğa, Tarikatlara izin verilemez” pankartı ile protesto eylemi yaptı.

Duyarlılıklarını kutlarım.

Yolsuzlukla, usulsüzlükle ve tarikatlarla her alanda iç içe yaşayan AKP’ye bir kez olsun eleştiride bulundularsa, eylemleri dürüsttür…

FETÖCÜ

FETÖ’nün vali, vali yardımcıları ve kaymakamlardan sorumlu mülkiye yapılanması mahrem  imamı A.Y. 56 vali, vali yardımcısı ve kaymakamı fotoğraflarından tek tek teşhis ederek bu kişilerin örgüt içindeki konumları ve faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgiler verdi.

Bu kadar vali ve kaymakamı kim atadı?..

AHLAKSIZLIK

Isparta Gül Festivali’nde Melek Mosso’nun sahne alması, Yeniden Refah Partisi, Milli Gençlik Vakfı ve Anadolu Gençlik Derneği’nin “ahlaka uygun bulmadıkları” için engellendi.

Yerine çıkarılacak olan Seda Sayan, her yönüyle onların istediği gibi Asım’ın nesline ve Türk halkının ahlak anlayışına uygundur!

Mosso gibi iktidarı eleştirmez, yalar…

ÇÖZÜM

Kocaeli Valiliği, sanatçı Melek Mosso’nun da sahne alacağı, Kandıra gençlik festivali Full Fest’i ‘ormanda konaklama yasağı’ gerekçesiyle iptal etti.

En iyi çözüm toptan yasaklama. AKP’nin üç “Y”sinin biri…

AÇIK

Kocaeli-Başiskele’de bir cafe (AS: kafe), kapısına “Burada açık giyinmek yasaktır” yazdı ve içeri şortla giren bir genç kızı dışarı çıkarttı.

Yukarıdaki imamlar gaz çıkarınca…

HAİN

RTE, “Dünyanın hiçbir yerinde ilişkisi kalmayan gösterge, faiz-enflasyon dayatmasını tek kurtuluş reçetesi gibi önümüze koyanların bir kısmı zırcahil, bir kısmı ise alenen haindir” ifadelerini kullandı.

Faiz sebep enflasyon sonuçtur” dayatması mı?..

YALANCI

“Dezenformasyon Yasası” olarak bilinen yasa teklifi ile Türk Ceza Yasası’na “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu eklendi. Cezası 1-3 yıl.

Bundan böyle AKP/RTE hakkında eleştirel haber yapmanın cezası bellidir biline…

CEZA

Tele1, KRT, Flash TV ve Halk TV, Kılıçdaroğlu’nun “Bir Kaçış Planı Anatomisi” videosunu yayınladıkları için para cezası aldı.

Belgeli de olsa iktidara karşı yayın yapılamaz!..

SAPKIN

Prof. Şahin Filiz’in “Biz ümmet değil milletiz” ifadesini yobaz Yeni Akit “sapkınca” diye değerlendirdi.

Kim sapkın?..

HÜDA

Hizbullahçıların partisi Hüda-Par yaptığı açıklamada,

“Başta Şeyh Said olmak üzere Kürtlerin büyük bir saygı ile andıkları Kürt âlimlerine zulmedildiği resmen kabul edilmeli, yakınlarından ve bütün halktan özür dilenmelidir.” dedi.

Cumhuriyet düşmanları cumhuriyetten yararlanıyor…

ENFLASYON % 160,76

ENFLASYON % 160,76!

Prof. Dr. Veysel Ulusoy başkanlığında çalışarak Türkiye’de enflasyonu ölçen ENAG mayıs ayına ait hesaplamaları paylaştı, açıklanan verilere göre ENAGrup Tüketici Fiyat Endeksi Mayıs ayında % 5,46 arttı ve
E-TÜFE’deki 12 aylık artış % 160,76 olarak gerçekleşti.

TÜİK ise her zaman olduğu gibi bir mucizeye daha imza attı, on numara beş yıldız bir hesaplama yaptı ve eminim ki Saray cenahından da koskoca bir aferini kaptı. Artık tamamı ile iktidarın propaganda makinesine dönüştüğünü, iktidarın algı operasyonları için kullanıldığını düşündüğüm ve inandırıcı bulmadığım için TÜİK tarafından açıklanan verileri burada tekrarlamaya da gerek görmüyorum. Çok merak eden girer web sitesine bakar.

  • Enflasyonu olduğundan daha düşük göstermek, maaş artışı TÜİK tarafından açıklanan TÜFE’ye endekslenmiş bulunan memur, emekli, dul ve yetimin cebinden parasını, sofrasından ekmeğini, boğazından lokmasını çalmaktır!

Hak yemek, masum ve mazlumun ekmeğini çalmak sadece kanunlar indinde (yasalar katında) suç değildir, bütün dinlerde büyük günah ve iki cihanda yatacak yerinizin olmayacağı, garip gurebanın bedduasını alacağınız bir adaletsizliktir!

Bugün Türkiye’de enflasyonun TÜİK tarafından açıklanan enflasyonun çok ama çok üzerinde olduğu herkes tarafından bilinen, kabul edilen bir gerçektir. Bu gerçeklik anketlere de yansıyor.

MAK Danışmanlık mayıs ayında bir kamuoyu yoklaması yapmış ve vatandaşın TÜİK verilerine ne kadar inanıp, ne kadar inanmadığını ölçmüş.

Soru şu : Size göre ülkemizde açıklanan resmi enflasyon oranları doğru mu?

Yanıtlar :
– Doğru olmadığını düşünüyorum % 61
– Kesinlikle doğru olamaz % 17
– Doğru olduğunu düşünüyorum % 14
– Kararsız / yanıt yok % 8

Bu verilere göre Türk vatandaşların yalnızca ve yalnızca % 14’ü TÜİK tarafından açıklanan devletin resmi enflasyon oranlarına inanmaktadır. Ankete katılanlara

“Resmi ya da resmi olmayan açıklamalardan bağımsız; hissettiğiniz son bir yılın enflasyon oranı size göre kaçtır?” diye de sorulmuş.

Yanıtlar:

– Hissettiğim enflasyon %111 – 120 diyenler % 41
– Hissettiğim enflasyon % 91 – 110 diyenler % 23
– Hissettiğim enflasyon % 121 – 150 diyenler % 13
– Hissettiğim enflasyon %150’den çok diyenler % 8
– Hissettiğim enflasyon %71 – 90 diyenler % 9
– Hissettiğim enflasyon %60 – 70 diyenler % 3
– Kararsız / Yanııt yok % 3

Burada da görüldüğü gibi TÜİK tarafından açıklanan %70 bandındaki enflasyon oranına inananlar ise yalnızca ve yalnızca vatandaşların % 3’ü… Bu oranlar, iktidarın halk indeki (katındaki) inandırıcılığının ve güvenirliğinin ne ölçüde dipte olduğunu gösteren çok ama çok düşük rakamlardır. TÜİK, son açıkladığı veriler ile bu inandırıcılığa çok büyük bir darbe daha vurmuş bulunmaktadır.

Bir de iktidar kurların yükselmesini engelleyebilmek için enflasyona endeksli bono, tahvil çıkarıp satacak ve kaynak yaratacaklarmış!

Yahu siz önce enflasyonu doğru düzgün ölçün, insanların sizin ölçümünüze güveni oluşsun ki ondan sonra bunlara bir talep gelmesini bekleyin. Senin ölçtüğün enflasyona inanan, güvenen olmadıkça kim bu bonoları almak ister ki?

Ekonomi GÜVEN üzerine inşa edilir daha sizin hesaplama ve ölçümlerinize güvenmeyen bir halkın geleceğe yönelik öngörülerinize güveneceğini mi sanıyorsunuz??

PARANIN DEĞERİ, EFLASYON ve MERKEZ BANKASININ GÜCÜ

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaşlar, “Hocam insanlar bu denli ekonomik sıkıntı çekerken niye ekonomi ve özellikle de para ve enflasyon konusunda hiç yazmıyorsunuz?” diye sitem ediyorlar. Bu tür soru soranlar için kısa bir özet sunmaya çalışayım.

Türkiye, özellikle 2022 yılı ile birlikte hızlı bir enflasyonist sürecin içine girdi. Hem mal ve hizmet fiyatları ve hem de döviz kurları hızla artmaya başladı. Resmi verilere göre yıllık enflasyon oranı Nisan 2022’de % 70’ler, Dolar – TL kuru ise 16.00 TL düzeyine dayandı. TL’nin değeri hızla erimeye başladı. Bu durum, başta petrol, doğalgaz elektrik v.b. temel girdilere yapılan sürekli zamlar yoluyla halkın vazgeçilemez geçimlik ürün fiyatlarının hızla tırmanmasına ve dar gelirlilerin gönenç (refah) düzeyinin de aynı hızla azalmasına neden oldu. Verili (mevcut) durum aynı nedenlerle ve aynı hızla sürüyor…

ULUSAL PARANIN DEĞERİ NASIL OLUŞUR?

Günümüzdeki tüm ülke paraları karşılıksızdır. Devlet kâğıda “para ol der” kağıt para olur. Alltın ya da gümüş karşılıkları yoktur. Paraların değeri piyasada satın alabildiği mal, hizmet ve döviz miktarı ile ölçülür. Devletin mal, hizmet ve döviz fiyatlarına müdahale etmediği (karışmadığı), fiyatların piyasadaki arz ve talep (sunu ve istem) dengesiyle belirlendiği dışa açık ekonomilerde ulusal paranın iç ve dış değerinin oluşumu için şunlar söylenebilir:

A- Ulusal Paranın İç Değeri

Eğer sabit bir para miktarı ile beli zamanda giderek daha çok mal ve hizmet satın alınabiliyorsa ulusal paranın değeri artmış olur. Tersine aynı miktar para ile, giderek daha az mal ve hizmet alınabiliyorsa o zaman da ulusal paranın değeri düşmüş olur.

B- Ulusal Paranın Dış Değeri

Eğer sabit miktardaki ulusal para ile zaman içinde giderek daha çok yabancı para alınabiliyorsa, döviz kuru düşmüş, ulusal paranın değeri yükselmiş olur. Tersine yine aynı para miktarı ile zaman içinde giderek daha az yabancı para alınabiliyorsa döviz kuru yükselmiş, ulusal paranın değeri düşmüş olur.

Bir tümce ile şöyle denilebilir: Bir ülkenin ulusal parasının iç değeri ülkedeki fiyatlar genel düzeyinin düşmesi ya da yükselişine bağlı olarak artar ya da azalır. Dış değeri ise döviz bolluğunda artar, döviz kılığında ise düşer.

ENFLASYON NEDİR?

Genel anlamda enflasyon, zaman dilimleri itibarıyla (bakımından), bir dönemden öbürüne, bir ülkedeki mal ve hizmetlerin ortalama fiyatlarının sürekli artış eğilimi içinde olmasıdır. Enflasyon, halkın ya da tüketicilerin satın aldıkları mal ve hizmet fiyatlarına bir eklenme yani zam olarak ortaya çıkar.

Zam ya da enflasyon, tüketiciler açısından dolaylı ve gizli bir vergi etkisi oluşturur. Tüketicilerin gelirlerini kemirerek halkın gönenç (refah) düzeyinin düşmesine, yani yoksullaşmaya neden olur. Enflasyonun neden olduğu gelir ya da satın alma gücü yerine konmazsa halk yoksullaşır.

  • Bir ülkede enflasyon oranı ne denli yüksekse, toplumsal gönenç yitimi o ölçüde çok olacaktır.

Genelde denilir ki; sabit gelirlilerin ücretlerine yapılan zamlar, onların gelir yitiklerini hiçbir zaman tam olarak karşılamaz. Çünkü,

  • Enflasyonist dönemlerde ücretler merdivenle, fiyat ise asansörle yükselir.

Gelişmiş ülkelerdeki enflasyon oranları % 2-3 olarak normal kabul edilebilir. Günümüzde gelişmiş ülkelerin enflasyon oranlar ortalama % 7-8 aralığındadır. Genel olarak % 50 sınırını aşan enflasyon ise hiperenflasyon (çok aşırı) olarak değerlendirilir.

Türkiye’deki %69.7 enflasyon düzeyi, hiper ya da dörtnala enflasyon olarak kabul edilmelidir.

ENFLASYONLA SAVAŞIM

Enflasyonla savaşımın 2 ana yolu vardır :

1- Sunuyu (arzı), yani ekonomide dolaşımda olan piyasadaki mal ve hizmet miktarını artırmak.

Arzı artırmak 2 yolla olur. İç üretimi teşvik ve dışalım. Gerçekte dışalım zorunluluktan doğar. Gerçek olan yerli üretimi, ekonominin gereklerine göre, olabildiğince çeşitlendirmek ve çoğaltmaktır.

Türkiye ekonomisi teknolojik ürünler, kimi aramallar ve enerji girdileri bakımından büyük oranda dışa bağımlıdır. Son yıllarda yanlış tarım politikaları nedeniyle dışalım kervanına tarımsal girdiler ve tarım ürünlerine dayalı temel gıda maddeleri de eklenmiştir. Sunu (arz) yönlü olarak enflasyonla savaşımda Türkiye’nin eli büyük oranda zayıflamıştır.

2- İstemi (talebi) yani satın alma gücünü baskılamak.

Ünlü ABD’li parasal (moneter) iktisatçı Milton Friedmen, enflasyonu her zaman parasal bir olay olarak kabul etmiştir. Enflasyonu denetleyebilmek için mutlaka piyasadaki toplam para miktarını, yani toplam satınalma gücünü denetlemek gerekir. Bu görev Merkez Bankalarının işidir. Ancak merkez bankaları da her anlamda özerk olmalıdır.

MERKEZ BANKALARI

Merkez Bankalarına “bankaların bankası” denilir. Piyasadaki tüm bankalar, merkez bankalarının yönlendirmesi ve denetimi altında çalışır.

Dünyanın her ülkesinde para basma ve enflasyonla mücadele görevi merkez bankalarına verilmiştir. Bir ülkedeki toplam para arzının denetimi ve gösterge faizi merkez bankasının bağımsız kararı ile belirlenir.

Merkez bankaları genelde özerktir. Bu özerlik yönetsel, politik, akçalı (mali) ve bilimsel alanları kapsar.

Bir ülkedeki fiyatların ve döviz kurlarının denetimi ve istenen düzeye indirilmesinde merkez bankasının 3 ana silahı vardır. İç piyasa için piyasadaki para miktarının denetimi yani emisyon tutarının denetimi, etkin faiz politikası, gösterge faizinin gereksinime göre değiştirilmesi ve döviz kurlarını tutabilmek içinde güçlü bir döviz birikimi (rezervi)

TÜRKİYE DE DURUM NEDİR ??

– Türkiye ekonomisi üretken ve döviz üreten bir yapıdan giderek uzaklaşmıştır. Arz yönlü olarak güçlü bir biçimde enflasyonla savaşımda zayıf durumdadır.
Merkez Bankası bağımsız değildir. Enflasyona karşı en önemli silahı olan gösterge faizi (politika faizi) bilimsel bir yanlış olarak % 14’te dondurulmuştur. Halbuki para arzını sıkılaştırmak için gösterge faizinin büyük oranda yükseltilmesi gerekir. Bu açıdan Merkez Bankası yönetimi silahsız savaşçı gibi olmuştur.
– Döviz kurlarını istenen düzeyde tutabilmek ve TL’nin değerini koruyabilmek için Merkez Bankası’nın güçlü bir döviz birikimine (rezervine) sahip olması gerekir. Ne yazık ki böyle bir birikim (rezerv) de yoktur.

Son söz                    :

  • Sorumlu siyasal iktidarın yukarıda sayılan temel yanlışlarını düzeltebilecek
  • Kısa, Orta ve Uzun erimli (vadeli) çözüm önerileri yoktur
  • Ya da olanlar yüzeyseldir (palyatiftir), günü kurtarmaya yöneliktir.

27 MAYIS ÜZERİNE

Suay Karaman

(AS. Çetin Altan’ın 28 Mayıs 1960 tarihli yazısı bu makalenin altındadır… 27 Mayıs Anayasasının kimi kazanımları da..)

Bugün ülkemizde 1961 Anayasası yürürlükte olsaydı, demokrasinin doğru bir seviyede işleyeceğini, ülkemizin ekonomik verilerinin yüksek düzeyde olacağını ve bunların yanında eğitim, bilim, kültür, sanat yaşamının gelişeceğini toplum olarak görebilecektik.

Ne yazık ki 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin ürünü, dünyanın en çağdaş anayasası olan 1961 Anayasası, 12 Eylül 1980 darbesiyle yürürlükten kaldırıldı ve çağdışı düzenlemeler yapılarak bugün yaşadığımız günlere doğru gelindi.

Devrim ile darbenin farkını kavrayamayanlar, sürekli olarak olayları saptırmaya devam etmektedirler. Darbe; halkın kazanılmış haklarını yok etmektir, gasp etmektir. Devrim ise, halka özgürlüğü sağlayan, eşitliği ve çağdaşlığı sunan ilerici bir harekettir. Bu gerçeği görmek istemeyenler ya bilinç ve bilgi düzeyleri eksik, ya da hırslarının tutsağı olmuşlardır.

27 Mayıs 1960 öncesinde ülkemizde demokrasi yoktu, diktatörlük vardı. Demokrat Parti’nin Anayasa ve hukuk dışı yaptığı tüm uygulamaları bir yana bırakalım. 18 Nisan 1960 tarihinde göreve başlayan ve 15 Demokrat Parti milletvekilinden oluşan Tahkikat Encümeni (Soruşturma Komisyonu) kurulması, demokrasi ile bağdaşmaz. Çünkü bu komisyon, savcıların, askeri ve sivil hâkimlerin tüm yetkilerine sahipti. Yetkileri arasında gazete toplatmak ve basımevleriyle birlikte gazeteleri kapatmak, sansür uygulamak, her türlü evrak, belge ve eşyaya el koymak ve istediği kişilerin tutuklanması vardı. Komisyon kararlarına karşı gelenlerin bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırılmaları öngörülmüştü. Komisyon kararlarına itiraz ise olanaklı değildi. Bu olay açıkça demokrasiyi ortadan kaldıran, özgürlükleri yok eden bir sivil darbeydi.

27 Mayıs 1960 öncesi yaşanan olayları görmeyenlerin ve 27 Mayıs 1960 İhtilali’ne ‘demokrasiye darbe’ diyenlerin öğreneceği çok şey bulunmaktadır. Demokrasiye darbe söylemi bilgisizlikten olduğu ölçüde, hem geçmişte, hem de günümüzde yaşanan sivil darbeyi örtmek için kullanılan bir araçtır.

27 Mayıs 2022 tarihinde Türkiye Barolar Birliği, kurumsal kimliği ile bağdaşmayan bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada: “27 Mayıs Darbesi’nin 62. yılında; ülkemizin demokratikleşme sürecini kesintiye uğratan ve hukuk devletini askıya alan her türlü darbeye ve darbe girişimine karşı demokratik ve laik hukuk devletinin yanında olduğumuzu, her koşulda hukukun üstün ilkeleri ile insan hak ve özgürlüklerini savunacağımızı bir kez daha ilan ederiz.” denildi. Demokrat Parti’nin hukuk dışı tutum ve davranışlarını bilmeden yapılan bu açıklama utanç vericidir. Hukukçuların oluşturduğu Türkiye Barolar Birliği’nin, hukuktan ne anladığı belli değildir, darbenin ne olduğunu da doğru bilmedikleri anlaşılmaktadır. Liyakatin olmadığı yerde, bunlar yaşanır.

Ülkemizi parçalama projesinin ortağı olan siyasi parti temsilcileri de koro halinde her zaman yaptıkları gibi 27 Mayıs 1960 İhtilali için demokrasiye vurulan darbe diyerek, Adnan Menderes’i andılar ve demokrasi kahramanı olduğunu söylediler. Demokrasiyi yıkan birine demokrasi kahramanı demek, ancak kültür, bilinç ve bilgi eksikliğiyle açıklanabilir.

27 Mayıs 1960 İhtilali’ne yıllar sonra CHP’nin bakışı da değişti. Yeni CHP adına sürekli olarak grup başkanvekili Engin Altay konuşturulmakta, 27 Mayıs ile ilgili bilinçsiz ve bilgisiz olarak gerçek dışı sözler söylemektedir. Engin Altay; “İzmir’in işgalini saymazsak Türkiye Cumhuriyeti’nin en kara günüdür. 27 Mayıs darbelerin anasıdır” sözleriyle, demokrasiden de, hukuktan da hiçbir şey anlamadığını kanıtlamaktadır. 27 Mayıs öncesi ülkemizde olmayan demokrasinin, 27 Mayıs ile geldiğinin bile farkında değildir.

Engin Altay, “27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016 da aynı amaçla demokrasimize yönelik müdahaledir” sözüyle de darbe ile devrim arasındaki farkı anlamadığını kanıtlamaktadır. 27 Mayıs Devrimi gücünü, emekçisiyle, köylüsüyle, gençliğiyle, çalışanıyla, aydınıyla, ordusuyla tüm Türk ulusundan almıştı. 27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra doğan Engin Altay, doğru kaynakları okumadığı için ve başka yerlere boncuk dağıtma işi verildiği için bunlardan haberi yoktur. 20 yıldır parlamentoda bulunan birisinin şov yapmadan, kendisini yetiştirmesi gerekirdi.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin olumsuz yanı idam cezalarının onaylanmasıdır. İdamların yapılmaması için çırpınanların emekleri boşa çıkartılmış ve çeşitli baskılarla idamlar gerçekleştirilmiştir. İdamlar, devrimi yapanlar değil, devrimcilerin arasına gizlenmiş iktidarı halka devretmemek için dikta rejimini getirmek isteyen Silahlı Kuvvetler Birliği tarafından baskıyla yaptırılmıştır. İdam cezalarını hiç kimse için onaylamak doğru değildir çünkü idam cezası insanlık onuruyla bağdaşmamaktadır.

Her askerî harekâtın aynı kefeye koyulmasının yanlışlığına düşülmemesi gerekir. Çünkü darbe ile ihtilal ve devrim birbirine karıştırılınca, ortaya bilgi kirliliği çıkmaktadır. Bu bilgi kirliliğinden yararlananlar da yaptıkları sivil darbeyi, topluma ‘askeri vesayetten kurtulma’ olarak nitelemektedirler. Askeri ya da sivil darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin duruma getirmeleri gerekir. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığı görülecektir.

  • Bugün 1961 Anayasası’na şiddetle gereksinimimiz olduğu günlerden geçmekteyiz;
  • Ülkemizin Kemalist ilke ve devrimlerden güç alarak çağdaş uygarlığa ulaşması için örgütlü mücadelemizi sürdürmeliyiz.

Azim ve Karar, 30 Mayıs 2022.
=================================================

Çetin Altan

28 Mayıs 1960, Milliyet

Bugün canım yazı yazmak istiyor

Yıllar ve yıllar boyu aklımızın erdiği, gücümüzün yettiği, dilimizin döndüğü kadar tarihlerden örnekler verdik, hukuk prensipleri sıraladık, kinayeli fıkralar anlattık. Kafasında en ufak bir izan fırdası bulunan bir insan bile bu ihanet yolunun geçit vermeyeceğini görür ver geri dönerdi. Hayır, bunlar öyle yapmadılar. Anayasayı çiğnediler. Hürriyetleri kestiler, hukuk dışı komisyonlar kurdular…

  • Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk.

Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı. O’nun kurduğu inkılâp Türkiye’sinin Cumhuriyetine bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, Üniversitesiz hatta Meclissiz idare etmek niyetine kapılmışlardı.

Silahlı Kuvvetlerimizin Büyük Ata’nın yıllar arkasından akseden manevi direktifi ile yaptığı bu hareket, demokrasimizin en sağlam teminatı olarak tarihimize geçecek ve hürriyetlerden kendi sefil benlikleri için faydalanmak isteyen gafillere her zaman için unutulmaz bir ders olacaktır.

Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Türkiye Silahlı Kuvvetleri Başkumandanı Orgeneral Cemal Gürsel’in yayınladığı demeçte bizzat belirttiği gibi, memleket, yakın bir zamanda demokrasinin şartlarına uygun bir idareye kavuşacaktır. Kurucu Meclis gereken esasları tespit ettikten sonra hür ve endişesiz bir seçimle memleketi, memleketin sevdiği lekelenmemiş insanlara bırakacaktır.

Bugün bütün Türkler, parti çekişmelerinin çöplüğünden kurtulmuşlar ve yeni bir anlayışın dünyasına doğmuşlardır. Bütün küçük hesaplar, kinler ve nefretler tasfiye edilmiştir. İnsanca ve kardeşçe, sadece fikir tartışmalarından ibaret, herkesin eşit olduğu demokrasi rejimi, yakında bu güzel vatana layık olduğu mutluluğu getirecektir.

Kurucu Meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz. Silahlı Kuvvetlerimizin yaptığı hareket bir hırsın veya zümre menfaatinin dışında, sadece hukuk, insanlık ve vatan aşkının bir ifadesidir.

Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrimeşruluğu ve küçüklüğü ile makūsen mütenasip olarak bir abide gibi ortaya çıkmaktadır.

Türkler, âlimleri dalkavuk, Üniversitelileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen hale getirererek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini kabul etmeyi, bütün dünya önünde reddetmişlerdi.

Menfaat bağlarıyla bu cehalet ve rezalet yuvalarına uşaklık etmiş olanları vicdanlarıyla baş başa bırakıyoruz. Herhalde ıslah olacaklardır. Islah olmamakta direnenler çıkarsa onlar da derslerini alacaklardır.

Bize bugünleri tattıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışılan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Kardeş kanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor; övünüyor, seviniyoruz.
=============================================

Dr. Ahmet SALTIK
30.05.2022

Kaçmak ya da kaçmama

authorZAFER ARAPKİRLİ

Son aylarda, peş peşe yaptığı çıkışlarla artık iyice “proaktif” bir görüntü veren ana muhalefet partisi ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 2 haftadır hem “SADAT ziyareti” hem de “Kaçış Planı” iddiası ile iktidarı iyice köşeye sıkıştırmış görünüyor.

Kılıçdaroğlu’nun, 3 gündür gündemin birinci sırasına oturan

  • “Vakıfları aracılığıyla dışarı para akıtıyorlar.
  • Seçim sonrasında (öncesinde? Z.A.) kaçabilirler” 

içerikli açıklaması, kelimenin tam anlamıyla “bomba etkisi” yaratmış görünüyor.

Başta, iktidar sözcüleri olmak üzere tüm yandaş ve beslemelerin sözde savunmalarında tek bir ortak nokta dikkat çekiyor: Yanıt yok, hakaret var.

Zehir zemberek hakaretlerle bezeli sözde savunmalarda, CHP Genel Başkanı’nın, yurtdışına akıtılan vakıf fonları ile ilgili açıkladığı ABD kaynaklı belgeler doğrulanırken, “Ne olmuş yani? Bunların hepsi yasal belgeler ve veriler. Bir suç yok ortada” uyanıklığına başvurulurken, “Kaçış Planı” lâfına odaklanılarak bir “iftira” olayına dönüştürülmek isteniyor.

Peki, “Kaçış, kaçma planı, kaçak zihniyet ve kaçışa mütemayil ruh hali”, bir fanteziyi mi yoksa bir gerçeği mi yansıtmakta?

Tam tersine, “kaçma şüphesi ile ilgili” bir somut ihtimali destekleyecek her türlü kanıt, son 20 yıldır gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi geçmiyor mu?

Yıllardır, hangi yolsuzluk ya da pislik söylentisi ortaya atılsa, bunun açıklığa kavuşturulması ve yargı yoluyla araştırılmasına yönelik, yüzlerce belki de binlerce soru, soruşturma, araştırma önergesinden kaçmadılar mı? Ellerindeki parlamento çoğunluğunu ve yargı aygıtı üzerindeki iktidar tahakkümünü kullanarak, sistematik bir “kaçma eylemi” içinde değiller mi?

2013 senesinin 17 ve 25 Aralık tarihlerinde, o zaman hâlâ “yol arkadaşlığının son demlerini” yaşadıkları FETÖ’cü çetenin ortalığa saçtığı dosyalar, bantlar, tapeler, dinleme, izleme kayıtlarının geçersiz, değersiz, gerçek dışı sayılması için yargı denetiminden kaçırmadılar mı?

Ne yani? Onca pislik, onca ahlâksızlık, onca yolsuzluk, rüşvet, önüne yatmalar, telefon konuşmalarındaki milyar dolarlara baliğ, sıfırlama ve hırsızlık iddiaları, “sırf FETÖ’cüler tarafından gündeme getirildi diye” yok mu sayılacak? Neden, bu belgelerin “en azından otantik olup olmadığına dair” bilirkişi ya da tarafsız-bağımsız yargı denetiminden “kaçtınız” ve hâlâ da “kaçıyorsunuz”?

FETÖ’cü eski ortakları enterne etmek, onları polis ve yargı aygıtından temizlemek, ardından da 2016’daki darbe girişimini bahane ederek yargı ve emniyet aygıtına tamamıyla kendi yandaşlarınızı (ortası yok mu bunun? Ya FETÖ ya siz mi olacaksınız?) doldurmak suretiyle, bu tür “sorgulamaların” ya da “ifşaatın” önüne tamamen geçmek, çok ciddi bir “kaçış” anlamına gelmez mi?

Sonra, Kemal Kılıçdaroğlu çıkıp da (mealen) “Biz bunların kaçacaklarına inanıyoruz. Üstelik sınırlı bir kadro olarak kaçacaklarından dolayı, bürokrasinin bir kesimini de uyarmak istiyoruz. Çünkü sizi yanlarına almayacaklar. Dolayısıyla, bunlarla işbirliği yapmayın. Devletin yanında yer alın. İktidar aparatçiklerinin değil” yollu açıklamasını “iftira ve yalan” diye niteliyorsun.

Her türlü kaçışın altına imza atmış bulunan ve bütün bunlardan daha da önemlisi, seçimi (iktidarı) yitirmeleri halinde “yitirecek çok şeyleri olduğu (bkz. İstanbul – İBB) ortada” olan bir iktidar aygıtının “elit kadrolarının” kaçabileceklerini tahmin etmek ya da böylesi bir olasılığı (isterseniz spekülasyonu deyin) üzerinde konuşmak, çok mu gerçeklerden kopuk bir şeydir?

Tarihi iyi okuyun.

Baskıcı rejimlerin temsilcileri, üstelik de bir yandan şahsi-ailevi her türlü ikbal ve zenginleşme faaliyetine boğazına kadar batmış rejimlerin tepe kadroları, geçmişte hep bunu yapmadılar mı?

Üstelik Kılıçdaroğlu’nun da isabetle (mealen) vurguladığı üzere “Katar vb. demokrasisi arızalı ülkelere değil, hukukun olduğu ABD vb. ülkelere kaçarak, orada hukuka sığınarak iadeyi önleyebilme olanağını kullanmak” istemeleri çok muhtemel değil mi?

Netice itibariyle ABD, İngiltere vb. rejimlerde “Siyasi maksatlı iade taleplerinin reddedilmesi” ilkesi arkasına gizlenerek bu işlerin gerçekleştiği pek çok örnek yok mu?

Şimdi yapılması gereken şey şu                  :

İktidarın, bu tahmin ve iddiaları çürütebilmek için kamuoyunu ikna edici açıklamalar ve yanıtlarla ortaya çıkması, bağırıp çağırmayı ve küfrü-hakareti-yargı sopasını bırakıp demokratik bir hesap verme pratiğine başvurması.

Muhalefetin de, yarın iktidarı ele geçirmeyi başarırsa, bu zehir zemberek iddialarının (kaçmasalar bile) arkasında durarak gereken hesapları kamuoyu adına sormak üzere bugünden hazırlanması.

Devr-i sabıksa, devri sabık arkadaş.

Bu laftan o kadar ürkmeyin.

Suç işleyenden, çalandan çırpandan, hortumlayandan, pipetleyenden, “kul hakkı-yetim hakkı” yiyenden, sırf bu tabirin (devri-sabık) sevimsizliğinin arkasına saklanarak hesap sorulmayacak mı?

Sorulmalı.