Etiket arşivi: faşist

Faşizmin alametifarikası

Tarih boyunca, bizleri hiç yanıltmadılar.

Hep insanlığın, hep iyinin, güzelin, temizin, onurlunun, haysiyetlinin, direnenin, cesurun ve tabii hep haklının ve mağdurun karşısında saf tuttular.

Hep ahlâksızdılar.

Halka, emekçiye, alın teri ile çalışana ve hakkını arayana karşı durdular, hep tepeden baktılar.

Ve hep hakaret ettiler.

Normalde de kibirli, küstah ve ahlâksız olduklarından, zora düştüklerinde bunu daha da üst ve daha çirkin boyutlara taşıyarak küfre başvurmaktan çekinmediler.

Kafalar hep çirkinliğe ve edepsizliğe programlı olduğundan olsa gerek, cinsel içerikli küfürler bunların favorisiydi hep. Hemen “bel altına vurmaya” eğilimli olduklarını her defasında kanıtladılar.

Özellikle kadınları hedef almak, en vazgeçemedikleri bir şeydi.

Anneler, bacılar, hatta kız çocukları, eşikteki beşikteki bunlar için farketmedi hiç.

Alayına sallamaktan“, asla geri durmadılar.

Faşizm bir ideoloji olarak, faşist yöneticiler de tarihi doğal pratikleri gereği hep halkın karşısında yenilgiye uğradıklarından, zaten yenilgiye mahkûmiyetin ve yenilmişliğin öfkesi ile daha da saldırgan ve daha da ağzı bozuk olma eğilimindeydi.

Ezberledik artık.

Bugün de dünyanın dört bir yanında aynı şeyin, kim bilir kaçıncı kez bir tekrarına tanık oluyoruz.

Baskı, zulüm, kan, adaletsizlik ve her türlü hile ile iktidarları ele geçirenler, tüm ülkelerde halkların yaşamını cehenneme çevirmekten geri kalmadıkları gibi, bugün de hem küresel çapta hem de tek tek ülkelerde “gidiş hazırlıkları“nın bir parçası olarak daha da zalim davranarak şaşırtmıyorlar bizi.

Kendilerine itiraz eden herkesin üzerinde, “hakim oldukları yargı aygıtının sopasını” sallıyorlar mütemadiyen.

En ufak bir itirazı, en ufak bir eleştiriyi, sitemi hattâ yan gözle bakma girişimini, en ağır şekilde cezalandırmak için bu aygıtı harekete geçiriyorlar.

Özellikle yaygın medyayı kullanarak gerçeğin gizlenmesi, yalanların ekranlara ve sayfalara boca edilmesi, vazgeçilmez bir uygulama olarak, her dakika hayata geçiriliyor.

Kamunun fonlarını kullanarak ve ayıplı yöntemlerle çöktükleri TV ve radyo kanallarından saçtıkları yalan zehri yetmiyormuş gibi, bu yalanlara angaje olmayanlara da resmi denetim aygıtları ile, sık sık “Gözünün üzerinde kaşın var cezaları” yağdırıyorlar.

Programlara, hatta tek tek sunuculara bile yasak getirmenin, bugüne kadar akıllara bile gelmeyen yeni ve “daha da ayıplı” yöntemlerini geliştirmekle meşguller.

Sosyal medyada, gözünü kırpana, ağzını açana dava açarak, insanları adeta bu ortamlardan “kovalamaya” çalıştıkları yetmiyormuş gibi, yeni ve daha baskıcı bir yasal rejim getirerek, nefes bile aldırmamanın hazırlığını yapıyorlar.

Bütün bunların tek bir nedeni var tabii.

Çünkü artık deniz de bitti, göl de, gölet de…

Su birikintisi bile kalmadı, faşizmin kürek çekebileceği.

Her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

Eğer sıkıntı ve endişeden dolayı azıcık da olsa gözüne uyku girebilen kaldıysa, onlara da peş peşe gelen zamlar ve hayat pahalılık nedeniyle, uykuyu zehir ettiler.

Çocuklar, anne – babalarından “Alamayız kızım/oğlum. Paramız yok” lafını işitmekten bıktı.

Açlık ve yoksulluk sınırları ile ilgili veriler adeta benzin istasyonundaki pompanın dijital sayacının dönüş hızında “fıldır fıldır dönerek, yürekleri dağlamayı” sürdürüyor.

Bütün bu başarısızlıkları unutturmak için, yine o yoksulluğa mahkûm ettikleri ailelerin, o sıvasız evlerin, o çamurlu sokakların, o yatağa her gece yarı – aç girilen hanelerin evlatlarını, sınır ötesinde ölüme göndermenin hazırlıklarına girişiyorlar.

Diyalogla, müzakere ile, komşuluk hukukuna uygun bir anlayışla çözülebilecek sorunları, tankla, topla tüfekle, füzeyle, yani “aynı içeride de yaptıkları gibi” gibi cebir ve şiddet kullanarak çözmeye çalışıyorlar.

Buna paralel olarak, yeni kanlı maceraların yaratacağı şoven ve milliyetçi dalgayı köpürtmek – kabartmak için tamtamları çalmaya başladılar bile.

Savaşa karşı çıkanları “Hain ve işbirlikçi” ilan etmelerine, “Düşmanın sözcüsü” damgasını vurmalarına ramak kaldı. Kim bilir kaçıncı kez, yine, yeniden.

Ama sonları kaçınılmaz. Halkların hissiyatı da, cevabı da belli.

Başlarına gelecek olan da.

Sandık, kimi zaman şaşsa da, sonunda “kendi kendini düzelten bir terazi” olarak bu nobranlığı, bu zulmü ve bu kibri tartıp, yenecek.

  • Tüm demokrasi güçlerinin kol kola girip
  • bu yenilgiyi, bu insanlık dışı ideolojiye ve temsilcilerine tattırmalarına az kaldı.

12 Mart ve 12 Eylül

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 19 Temmuz 2021

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş yıldönümü olan 23 Nisan’da TBMM’ye gelmeyerek konuşma yapmamayı alışkanlık haline getiren ve kurduğu padişahlık düzeniyle TBMM’nin yetkilerini kısıtlayan “Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde TBMM’yi hatırladı ve burada yaptığı konuşmada, 15 Temmuz’u gölgelemeye çalışanların, ülkesine, milletine ve bu darbe girişiminde yaşamını yitirenlere ihanet ettiğini söyledi.

Acaba bu durumda, TBMM’nin kuruluşunu temsil eden 23 Nisan’ı, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcını temsil eden 19 Mayıs’ı, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasını temsil eden 30 Ağustos’u, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu temsil eden 29 Ekim’i yıllardır gölgeleyen Erdoğan’a ve AKP hükümetine ne demek gerekir?!

Vatanseverliği, vatanın kuruluşunun temelleri yerine, kendi şahsına ve hükümetine yönelik bir darbe girişimiyle ölçen bir siyasetçinin, vatanseverlik söylemlerinin bir samimiyeti olabilir mi?!
***
Erdoğan ve AKP, söylemleriyle ve eylemleriyle, bu devletin ve vatanın temellerini yıllardır gölgelediği gibi, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini de yıllardır gölgelemektedir. Erdoğan’a ve AKP’ye yönelik bir darbe girişimi ulusal anma günü haline getirilirken, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri için aynı uygulamaya gidilmemektedir!

Neden? Çünkü Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidara taşıyan ortamın altyapısını 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri hazırlamıştır! ABD emperyalizmi tarafından desteklenen bu darbeler, Türkiye’de 1960’lı yıllardan itibaren (AS: başlayarak) yükselişe geçen sosyalist, komünist, demokratik sol ve sosyal demokrat akımları, hareketleri ve örgütlenmeleri yerle bir etmiş, onun yerine, bir yandan laiklik karşıtı İslamcı, dinci, köktendinci, bir yandan da ırkçı, faşist, şovenist örgütlenmelerin gelişmesine yol açmıştır.

15 Temmuz askeri darbe girişimi elbette eleştirilmelidir ve bu darbe girişimine karşı kesin bir tavır alınmalıdır. Ancak bir yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ulusal bayramları gölgeleyenlerin, bir yandan da 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerine negatif ayrımcılık yaparak onları halka unutturmaya çalışanların, 15 Temmuz darbe girişimine yönelik eleştirileri hukuken de, siyaseten de, ahlaken de yok hükmündedir.
***
2017 yılından beri her 15 Temmuz’da, bu darbe girişiminde yaşamını yitiren yüzlerce vatandaş haklı olarak anılmaktadır. Pekiyi, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde yaşamını yitiren, öldürülen, haksız yere hapishanelere atılan, işkence gören binlerce vatandaş neden anılmamaktadır? Onların çoğunluğu sosyalist, komünist, solcu, demokratik solcu, sosyal demokrat olduğu için mi?!

12 Eylül askeri darbesinde Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi kapatıldılar, bu siyasi partilerin yöneticilerine siyaset yasağı getirildi.

Pekiyi, bu siyasi partilerin liderleri arasında yer alan Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, daha sonraki yıllarda iktidar olduklarında, 12 Eylül’ü darbelere karşı bir ulusal anma günü ve resmi tatil olarak ilan ettiler mi? Hayır!

Bu durumda 15 Temmuz’un tek başına “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” olarak anılmasının ne anlamı bulunmaktadır?! Demokrasi ve milli birlik, sadece (AS: yalnızca) Erdoğan’a ve AKP hükümetine yönelik bir darbe girişimi yapılınca mı önemli bir hale gelmektedir?! Türkiye’de devlet, vatan, ülke, millet Erdoğan’dan, onun yandaşlarından ve AKP’den mi ibarettir?!
***
Her şeyden önemlisi, muhalefet partileri neden bu konuda bir eleştiri getirmekten acizdirler?! Cumhuriyet Halk Partisi’nde, İYİ Parti’de, Halkların Demokratik Partisi’nde, Saadet Partisi’nde, Demokrasi ve Atılım Partisi’nde, Gelecek Partisi’nde bu görüşler parti liderleri tarafından neden gündeme getirilmemektedir ve neden hepsi AKP’nin 15 Temmuz korosunda yer almaktadır?!

Bu acı gerçek, iktidarın içinde bulunduğu durumdan daha da vahimdir!