Aylık arşivler: Kasım 2013

DİKTATÖRLÜKLE SEÇİMLERE (!) GİTMEK..


DİKTATÖRLÜKLE SEÇİMLERE (!) GİTMEK..

Almanya’nın en büyük haftalık gazetesi BILD‘in kapağı..

Dictator_The_New_Bild

(http://sozcu.com.tr/2013/dunya/bildden-yeni-diktator-kapakli-gonderme-2-313440/)

Almanya’nın 3.5 milyon tirajlı haftalık gazetesi BILD’in internet sitesi güncel gelişmeleri veriyor. BILD, internet sitesinde Türkiye’de Gezi eylemleri sırasında yaşananları
çok geniş duyurmuştu (12.6.13). Önce “Taksim muharebesi” başlığını kullanan BILD, altbaşlıkta

  • “Gaz, şiddet, cop, basınçlı – ilaçlı su, plastik mermi. Erdoğan olayları tırmandırıyor. Sözde, eylemcilerle görüşecek.”  diye yazmıştı.

Batı cephesinde değişen bir şey yok!

Başbakan Erdoğan, politik çizgisini sertleştirerek ve tırmandırarak sürdürüyor..

Listeleyelim mi            ??

– ODTÜ dayatması,
Dersaneler şantajı,
– Bir yönetmelik değişikliği ile Yüksek yargı organlarının içtihatlarını, Anayasa Mahkemesinin herkesi (Yasama – Yürütme ve Yargı) bağlayan kesin kararını,
AİHM’nin kesinleşmiş (temyizden geçmiş) yargı kararlarını, Anayasanın laiklikle ilgili
açık kurallarını ve Devrim Yasalarını hiçe sayarak kamuya türban giydirme,
TBMM’ye türbanı sokma eylemi, ilkokullarda kara çarşaflı kadın öğretmenler dehşeti (!)
– Gençlerin aynı evi paylaşmalarına kafayı takma.. ve yaşam alanlarını kadın – erkek ayırma dayatması, iyice katılaştırılan alkol yasaklamaları; “dinimizin emri” diyerek
açık dinci faşizm!
– Sanat – kültür yaşamına dönük yıkım planı TÜSAK yasa tasarısı..
– Ülkeyi ve halkı bölecek pervasız girişimler.. Barzani ile Diyarbakır’da görüşme,
Türkiye topraklarının, kutsal Misak-ı Milli (Ulusal And) sınırlarının bir bölümü için “Kürdistan” sözcüğünü kullanma..
– Mısır’da yenen tokat (Türk Büyükelçisinin kovulması!).. İran ile tuhaf uzlaşma (?)..
– Suriye’de apaçık iç savaş kışkırtıcılığı.. 1 milyonu aşkın denetimsiz insanın ülkeye sokuluşu ve bir bölümünün vatandaşlığa geçirilmesi, 30 Mart 2014’te oy deposu olarak hazırlanmaları..
– Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal’in dudak uçuklatan hızla büyüyen gemi filosu
(6. “gemi-cik” alındı!)
– Başbakan’ın oğlunun demokrasi karşıtı – hilafet isteyen pankartla yürüyüşe katılması..
– Başbakan’ın eşi Emine hanımın uluslararası toplantılarda diplomasi kurallarını yok sayarak konuşmalar yapması..
– Kimi yargıçların MİT tarafından ajan gibi kullanılması ve HSYK’nın soruşturmaya
izin vermemesi..
– Melih Gökçek‘in Ankara’ya 5. kez (1994- 2014 arası 20 yıl yetmedi!) dayatılması..
– Ekonominin yükselen cari açık – borç -bütçe açığı sorunu şeytan üçgeni..
Devasa örtülü ödenek harcamaları ve Sayıştay denetiminden kaçma, ilgili raporu TBMM’ye sunmama ve serbest piyasaya müdahale ile taksit sayısının panik içinde sınırlandırılması..
– Bölücü Anayasa yapma zorlaması ve şimdilik fiyaskoyla sonuçlanıp komisyonun dağılması..
– Teğmen MA Çelebi’nin cep telefonuna gözaltında, 139 Hizbuttahrir militanının numarasını yükleyen ve suçunu kabul eden kimliği belli polisin görevi ihmal suçu bile işlememiş sayılarak aklanması (beratı)…
– İşçi haklarının gaspı, süregelen grevler, kıdem tazminatının kaldırılması dayatması,
– Vahşi özelleştirme ve çevre talanının halkın cansiperane direnmesine karşın dayatılması..
– Genel af ile PKK teröristlerini ve terörist başını salıverme “yoklaması” ve sonra kıvırtması.. gibi..

*********

Liste uzayıp gidiyor ve RT Erdoğan bir sarmala dolanmış, kendini kurtaramıyor. Kurtarma olanağı – olasılığı da kalmadı.. Maksimum genlikle salınıma geçen bir köprünün salınımlarının sönümlenme olasılığı kalmamıştır ve bu rezonans kesin yıkım getirir. AKP’nin durumu apaçık buna benzetilebilir.

O denli çok ve ağır suç işlediler ki, altından kalkılası değil..

30 Mart 2014 yerel seçimleri ölüm – kalım sorunu durumunda AKP ve RTE için..
Gözler kararmış, nefesler tutulmuş, gerilim zirvede.. Elde – avuçta ne olanak varsa seferber..

“Kaset savaşları” da başlıyor bu arada..,

Vee, RT Erdoğan’ı da her diktatörde olduğu gibi kendi hazin sonuna sürüklüyor..
Geniş bir suç ortağı partili ve bürokrat takımıyla birlikte..
Örümcek ağları örüldü; geri dönüş yok..

Çok söyledik.. Suya yazıyoruz belki de ama gene de uyaralım :

RT Erdoğan, örneğin sağlığını (sağlıksızlığını!) ileri sürerek yumuşak bir geri çekilme planı uygulayabilirdi.. “3 dönem yönettik ülkeyi.. yeter” diyebilirdi.. Kör hırs ve işlenen ağır – ölçüsüz suçlar engel oldu.. Dış güçlerin taşeronluk misyonu (BOP Eşbaşkanlığı) tüm köprüleri atmış..

Çare yok, bu bedel ödenecek..

Tarih ders almayanları kötekleyerek, -yöntemlerinde ufak tefek değişiklikler olsa da-
özünde “tekerrür edecek”.. (Bu son sözümüz, tarihin ondan ders çıkarmasını bilenler için yinelemesinin olanaklı olmadığı anlamına da gelmektedir..)

Üzerinde çok düşünülmesi ve elden gelen her şeyin yapılması gereken kritik nokta ise,

  • Türkiye’nin bu diktatörlük ikliminde yerel seçimlere gidiyor olması.. 

Ne temsilde adalet ne de seçim güvenliği söz konusu..

Demokratik seçimlerin meşruiyetini ortadan kaldıran her şey sırıtırcasına yürürlükte..

Medya, Güliver’in cüceler ülkesindeki gibi tam tutsak edilmiş durumda..
Halk gerçekleri öğrenemiyor, ağır propaganda bombardıman altında ve
işsizlik – yoksullukla boğuşuyor.

Asker- sivil öncü aydınlar 5-6 yıldır sahte delillerle zindanda rehin alınmış..

  • Türkiye, apaçık bir despotik rejimle göstermelik seçimlere sürükleniyor..

Tarihteki örnekler bu tür seçimleri hep totaliter rejimlerin kazandığını (!)
ortaya koyuyor…

O halde,

  • Canalıcı önem taşıyan SEÇİM GÜVENLİĞİ sorunsalı çözülmeden
    seçimin anlamı ne ??!

Bu karabasan sürerken bile bile ladesin anlamı nedir??
TBMM’deki muhalefet akıl tutulması içinde midir?

  • Neden halkla bütünleşerek sonuç alabilecek biçimde yaygın, ardışık mitingler – gösteriler – yaratıcı protesto eylemleri sergilemez?? Neden, neden??
  • BOP vb. bölücü tasarımların taşeron özneleri nöbet devir teslimine mi hazırlanmakta ??

Sevgi ve saygı ile.
29.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

ATATÜRK TÜRKİYE’nin Dayanak Noktasıdır..


Dostlar
,

Değerli hocamız Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen gene çok değerli ve öğretici bir makale kaleme almış. Her zamanki gibi çooook uzun ve tornadan çıkmışçasına 7-8 sayfa..
Bir giriş vermek, aradan bir – iki paragraf koymak ve sonucu sunup dosyanın tümünü
pdf olarak iliştirmek.. Hep böyle yapıyorduk ama.. Bu kez tüm yazı aşağıda..
(Hem de pdf olarak : ATATURK_Turkiye’nin_DAYANAK_NOKTASIDIR)

Uzun ama okunmalı.. Ne yapalım, Anıl hoca daha kısa yaz(a)mıyor!?

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================

ATATÜRK TÜRKİYE’nin Dayanak Noktasıdır..

portresi_renkli


Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ADD Bilim – Danışma – Kurulu Üyesi
Ankara Üniv. Hukuk Fak.
Kamu Hukuku Bölümü

 

Türkiye Cumhuriyetinin doksanıncı yılında , cumhuriyet ve Atatürk haftaları her sene olduğu gibi bir devamlılık çizgisi içerisinde kutlanırken , Atatürk karşıtı söylemlerin giderek arttığı ve Atatürk’süz bir Türkiye özleminin giderek öne çıktığı görülmüştür . Özellikle din devleti peşinde koşan şeriatçılar ile , altkimlikçi etnik devlet arayışı içerisinde olanlar ile küresel emperyalizme teslim olmuş gayrimüslim mandacı ve işbirlikçilerin gene her zaman olduğu gibi Atatürk karşıtlığında birleştikleri açıkça ortaya çıkmıştır .Türklüğü ,laikliği ,ulusal ve üniter devlet modelini istemeyerek kendilerini Türkiyeli ilan eden bu gibi Atatürk karşıtı çevreler, bu devletin kurucu önderi Atatürk düşmanlığında birleşerek, O’nun Türk ulusuna armağan ettiği, hatta miras olarak bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti yapılanmasını bir an önce sona erdirmek için, her türlü işbirliği ve girişimlere kalkıştıkları artık iyice belli olmuştur . Türkiye Cumhuriyeti devletinin koruyucu çatısı altında yaşamlarını her zaman olduğu gibi sürdüren bu gibi kesimler, Türkiyelilik görünümünde her türlü yaşam düzenlerini sürdürmek isterlerken, bu düzeni onlara armağan eden kurucu önderi,
ortaya koymuş olduğu devlet modeli yüzünden geride bırakmaya çalışmaktadırlar .

Her devletin tarih sahnesine çıkışı aşamasında bir kurucu önderi ya da önderler grubu vardır. Türkiye Cumhuriyeti de tarih sahnesine çıkarken, Atatürk Misakı Milli sınırları içinde toplanan ulusal kongrelerden aldığı yetki ile bir Heyet-i Temsiliye oluşturarak başına geçiyordu . Bu açıdan ,halktan destek alarak yola çıkıyor ve Türk ulusunun değişik kesimlerinin içinden gelen farklı temsilciler ile de öncü ve kurucu bir kadro oluşturuyordu . Bu yönü ile , doksan yılını geride bırakmış olan Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi olarak Atatürk, Türkiye’nin dayanak noktasıdır. Atatürk vatanın kurtuluşu için yola çıkarken , kendisine örnek olabilecek benzeri bir kurtuluş savaşçısı ve ulus devlet kurucusu Türk tarihi içinde yer almadığı için , Atatürk açısından örnek alabilecek ya da ya da bir emsal oluşturarak yön gösterecek bir ulusal önderlik olgusu Türk tarihi içinde yaşanmamıştı . On bin yıllık Türk tarihinde birçok devlet kuran hatta imparatorluklar ile büyük alanlara hükmeden Türk asıllı devlet adamları bulunmasına rağmen , milli devletler çağında bir ulus devlet kurucusu olarak Atatürk’e dayanak noktası olabilecek bir siyasal önder görünmüyordu . Bu açıdan geçmişten gelebilecek bir emsal oluşum desteğinden yoksun olarak yola çıkan Mustafa Kemal ulusal kurtuluş savaşının her aşamasında büyük mücadeleler vererek yoluna devam edebiliyor ve sonunda ana hedefi olan Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini dünyanın merkezi coğrafyasında kuruyordu . Onun için yol gösteren bir örnek daha önceki dönemlerde tarih sahnesine çıkmadığı gibi , Türklerin kurtuluşu için dayanak noktası olarak ele alabileceği bir tarihsel dayanak noktası da bulunmuyordu. Kısaca Atatürk hem kendi yolunu kendisi oluşturmak hem de tarihin Türk ulusu için zorladığı ulusal kurtuluş mücadelesini tarihsel ya da siyasal dayanaklardan yoksun bir biçimde
başarıya ulaştırmak zorunda idi.

Dayanak noktası hem siyaset hem de hukuk bilimleri açısından son derece önem taşıyan bir kavramdır . Herhangi bir siyasal olayın ortaya çıkması ya da hukuk alanında bir sorunun gündeme gelmesi aşamasında , hemen olayın ya da sorunun belirginleşmesi öncesindeki duruma bakılarak hareket edilir . Bir olay ya da sorunun anlaşılabilmesi ve tüm yönleriyle kavranabilmesi için, önceki dönemin koşullarının bütün yönleriyle ortaya çıkarılması zorunluluğu vardır . İşte o zaman , birden ortaya çıkan olayların ya da sorunların temelinde ne olduğu ve bunların dayanak noktasının hangisi olduğu konusunda daha kesin yönleriyle bir durum değerlendirmesi yapılabilir ya da karar verilebilir .Sorunlarla beraber olayların yaşam süreçleri içerisindeki çıkış noktaları , aynı zamanda dayanak noktaları olarak da kabül edilmektedir . Herhangi bir toplumsal oluşum , ya da bir başka siyasal gelişme ülke ve devlet yaşamında bir yenilik olarak öne çıkınca bunların öne çıkardığı farklı koşullar beraberinde başka olayları ve gelişmeleri tetiklemekte ve böylece hem toplumsal yaşam hem de siyasal süreç akıp gitmektedir . Yaşamın sürekliliği içerisinde gerçekleşen olaylar beraberlerinde yeni sorunlar ortaya çıkarmakta ve böylece olayların gelişmeleri ile birlikte ortaya çıkan sorunların değerlendirilmeleri ya da çözüme bağlanmaları ,siyasal oluşumların dayanak noktalarının belirlenmesinde etkili olmaktadır . Olayların birbirlerini toplum yaşamının sürekliliği içinde tetiklemesi , bir anlamda ortaya çıkan sonuçlar ile sorunlar arasında nedensellik bağlantısını kurduğu için bir anlamda her olay ya da gelişme kendinden sonrakini tetiklerken aynı zamanda onun dayanak noktası olmaktadır .

Her yıldönümünde Atatürk’ saldıranların öncelikle şunu iyi bilmeleri gerekmektedir :

Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kurmak için Osmanlı İmparatorluğunu yıkmamıştır. Aksine, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı için Türkiye Cumhuriyetini kurmak zorunda kalmıştır . Osmanlıcı geçinerek Türk ve cumhuriyet karşıtlığı yapmağa kalkışanların öncelikle Osmanlı İmparatorluğunu kurtarmaları gerekmekteydi . Zamanında Osmanlı İmparatorluğunu korumak ya da kurtarmak için hiçbir şey yapmayan ya da yapamayan dinci,bölücü ve mandacı çevrelerin bugünün koşullarında hep birlikte bir cumhuriyet ve Atatürk karşıtı koro halinde hareket etmeleri , tam anlamıyla bir tarihsel komedi oluşturmaktadır . Batıcı mandacıların , Osmanlı İmparatorluğunu batı emperyalizminin yıktığını iyi bilmeleri , İslamcıların dinin Endülüs’te olduğu gibi Osmanlı devleti döneminde de bir siyasal kurtarıcı olamadığını ,bölücülerin ise çok uğraşmalarına rağmen tarihsel dönüşüm noktasında kendi devletlerini kuramadıklarını iyi bilmeleri gerekmektedir . Ne var ki , bu gibi zaaflarını göz ardı ederek eskisi gibi cumhuriyet rejimi ile beraber kurucu öndere saldırıya geçmek ,tam anlamıyla siyasal ikiyüzlülük olarak Türk kamuoyunda öne çıkmaktadır . Utanmak ya da sıkılmak gibi insanlık değerlerini unutarak eyleme geçen işbirlikçi Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarının ,Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı için,

  • Türk ulusunun ve Türkiye’nin geleceği için kurucu önderin bir ulusal ve üniter cumhuriyet devleti kurmuş olduğunu her zaman göz önünde tutmaları gerekmektedir. 

Osmanlı imparatorluğundan Türk devletine geçiş bir tarihsel süreklilik içerisinde gerçekleşmiştir . Bugün Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde bir Türk devletinin bulunması tümüyle böylesine bir dönüşümün sonucudur .Tarihin kesişme noktasında Türkler bir ulusal kurtuluş savaşı vererek ve emperyalizmin işgalci ordularını geri püskürterek ulus devletler çağında kendi ulus devletlerini kurabilmişlerdir . Atatürk böylesine bir dönüşümü gerçekleştirirken tamamen o dönemin koşullarına uygun olarak hareket etmiş ,tarihteki olaylardan bilgilenerek çıkış noktası için fazlasıyla düşünmüş ve çalışmıştır . Bunları yaparken , kendisine akıl verecek ya yön gösterecek bir tecrübeli insan yanında olamadığı için ,bir anlamda tarih kendi mecrasında akmış ve Mustafa Kemal bir öncü ve kurucu olarak kendi yolunda başarıyla ilerleyebilmiştir . Tarihsel ya da siyasal bir dayanak noktasından yoksun olarak işe başlayan kurucu önder , tarihin dinamiklerini iyi kavrayarak ustalıklı bir hareket tarzı izlemiş ve bir anlamda kendi dayanak noktasını gene kendisi yaratmıştır . Atatürk Samsun’a çıkarken ,daha önce gerçekleşmiş bir serüveni tekrar etmiyor aksine tarihsel süreç içerisinde ilk kez ortaya çıkmış bir yeni durumda geleceğe dönük bir doğrultuda kendi yönünü arıyordu . Böylesine bir siyasal maceraya kalkışırken ,hedefe ulaşabilmek için dayanak noktasının iyi seçilmesi ve sağlam bir zemine basarak yola çıkılması gerekiyordu . Karşı karşıya gelinecek zorlukların aşılmasında geri adım atmamak için sağlam bir nokta esas alınmalıydı.

Fizik biliminin önde gelen alimlerinden Sirakuzalı Arşimed ,”Bana bir dayanak noktası bulun ,size dünyayı değiştireyim”demiştir .Hidrostatik bilim dalının kurucusu olan ve çok uzak mesafeli ok ve taş atmaya yarayan sistemlerin mucidi olan Arşimet banyoda suyun içinde bir keşifte bulununca “Buldum buldum “diyerek kendisini sokağa atabilmiş bir bilim öncüsüdür. O’nun gibi bir fizikçinin dayanak noktasının önemi üzerinde durması ve bütün dünyayı kaldırabilecek derecede bir gücün varlığını düşünebilmesi ve böylesine bir gücün ancak doğru bir dayanak noktasının seçilmesiyle kullanılabileceğini dile getirmesi ,sonraki dönemlerde bilimsel gelişmelere ışık tutmuş ve fizik alandaki buluşlar zamanla toplumsal yaşamı da yakından etkileyerek farklı siyasal sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır . Doğru seçilecek bir dayanak noktası ile dünyanın değiştirilmesinin mümkün olduğunu hatta daha da ileri gidilerek iyi bir dayanak noktasına dayanılmasıyla koskoca dünya gezegeninin bile kaldırılabileceğini Arşimed insanlığa öğretmiştir . Dünyayı kaldırmak kadar değiştirmek ya da yeni bir yörüngeye oturmak gibi işlerde çıkış noktası dayanak noktasıdır . Sağlam bir dayanak yoksa hiçbir şey yapılamaz , ama yeterince sağlam bir dayanak noktası varsa o zaman her şey yapılabilir ,istenirse koskoca dünya bile kaldırılabilir . Fizik laboratuarlarındaki deneyler, dayanak noktası ve kaldıraç ilişkileriyle ilgili birçok deneyi kanıtlayarak , doğru dayanak noktası ile yola çıkanların her türlü büyüklükteki cisimleri yerinden oynatabileceğini bilimsel bir bilgi olarak insanlığın yararlanmasına sunmuştur .

Bilimsel devrimlerin gerçekleştiği onbeşinci yüzyıl sonrasında bilimsel gelişmeler hızla ilerleyerek modern ve çağdaş dünyayı yaratırken , fizik alanında bilimsel açıdan belirlenmiş olan bazı kuralların zamanla diğer bilim alanlarında da devreye girdiği ve bilimsel çalışmalarda etkili sonuçlar verdiği görülmüştür . Dayanak noktası ya da kaldıraç gibi kavramlar fizik alanda maddi bir içerik kazanırken , daha sonraki dönemlerde toplumsal alanlarda da düşünülmeye başlanmış ve fizik ya da maddi ilişkilerin ötesinde, sosyal olaylar belirli bir toplumsallık içerisinde ele alınırken ,toplumun içinden ortaya çıkan sosyal gelişmelerin çıkışındaki dayanak noktası aranmağa başlanmış ,bu tür dayanak noktalarına dayalı bir biçimde gündeme gelen çıkışların bir kaldıraç gibi hareket edebileceği ve toplumu sarsarak başka yönlere doğru sürükleyebileceği zamanla toplum bilimlerinde ele alınarak yeni teori ve görüşlerin oluşumunda ağırlıklı olarak kullanılmışlardır . Sosyolojiye konu olarak giren bazı kavramların zamanla siyaset bilimine de yansıdığı ve ortaya karma bir bilim dalı olarak siyaset sosyolojisi gibi alanların çıktığı da görülmüştür . Fizik bilimler dünyayı incelerken , bu alandaki gelişmeler çeşitli yollardan topluma yansımış ve yeni ortaya çıkan bilimsel kavramlar sosyal bilimler tarafından kendi alanlarına uygun bir biçimde benimsenmiştir . Labaratuvar bilimlerindeki gelişmelerin sonraki dönemlerde bir metodoloji ortaya koyması , fizik bilimlerdeki bilimsel oluşum sürecine benzer bir gelişme çizgisini sosyal bilimlere de taşımıştır.

Fizik bilimlerinde problemler çözülürken yeni yeni teoremler geliştirilmiş ,fizik kurallar zaman içerisinde diğer bilim dalları açısından da ele alınarak tartışılmıştır. Özellikle , bilimsel devrimin fizik alanda gerçekleşmesi ve bu alanda hızla kurallaşma aşamasına geçilmesiyle beraber problem çözme metotları öne çıkmağa başlamış ve fizik problemlerin çözülmesi gibi toplumsal problemlerin çözümünde de benzeri yöntemlere başvurulmağa başlanmıştır . Fizik bilimindeki teoremlerde uygulanan bilimsel metotlara benzer yeni yöntemler de sosyal bilimler alanında öne çıkarılmağa başlanmış ve toplumsal sorunların çözümünde de teorem yaklaşımları geliştirilmeğe çalışılmıştır .Problem çözmeğe yönelen bütün teoremlerin bir çıkış noktası olduğu gibi sonraki işlemlerin de bir dayanak noktası olması gerektiği görülmüş ve böylesine bir bilimsel gelişme süreci içinde çıkış noktalarının aynı zamanda dayanak noktaları olduğu görülmüştür . Bu aşamadan sonra ,bilimsel gözlemler ,incelemeler ve gelişmeler daha hız kazanınca , fizik bilimi , diğer bilim alanları içinde öncü bir konuma gelmiştir . İşte daha sonraki dönemlerde hukuk ve siyaset gibi sosyal bilim alanlarındaki dayanak noktası kavramı fizik biliminden gelme bir yenilik olarak devreye girmiştir . Bilimsel gelişme süreci devam ettiği için benzeri etkileşimin bugün de sürdüğü görülmektedir.

Bu çerçevede, Arşimed’in dünyayı yerinden oynatmak için aradığı bir dayanak noktası , siyasal anlamda dünya düzenlerini de yerinden oynatmak için de söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır.

Batı emperyalizminin dünyanın merkezine hücum ederek bu bölgedeki imparatorlukları çökerttiği bir aşamada , Osmanlı devleti yedi asırlık bir hükümranlıktan sonra çökerken ,kendi küllerinden doğan Foniks kuşu gibi, Türkler’de imparatorluğu kaybedip bittikten sonra . tekrar Atatürk sayesinde yeniden doğarak tarih sahnesine çıkmışlardır . İşte böylesine bir dönüşüm aşamasında Türk ulusunu ayağa kaldıran kaldıraç ulusal kurtuluş savaşı olmuş ve bu savaşın da dayanak noktası , öncü ve kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.

  • Bu açıdan, Atatürk bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin dayanak noktasıdır. 

Çok uluslu ve çok dinli bir imparatorluk düzeninden ,kısa zamanda üniter bir ulus devlet düzenine geçiş pek de kolay olmamış ama , kurucu önder sahip olduğu derin tarih bilgisi ile, iyi bir çıkış noktası belirleyerek kendisini dayanak noktası olarak ortaya koyduğu için , hem ulusal kurtuluş savaşı hem de cumhuriyetçi kuruluş aşamaları birbiri ardı sıra başarıyla tamamlanabilmiştir . Samsun’a çıkış sonrasında Anadolu’daki kutsal isyanın başına geçen Mustafa Kemal , çizdiği sağlam bir yol haritası ile hiçbir zaman geri adım atmadan ilerlemesini bilmiş ve başında olduğu siyasal devrimin aynı zamanda çıkış noktasını da belirleyerek , bu devrimci yapılanmanın kalıcı bir örgütlenmeye dönüşmesinde en güçlü dayanak noktasını oluşturmuştur . Fransız devrimi ile Sovyet devrimi gibi iki büyük tarihsel dönüşümün yaşandığı coğrafyanın tam ortasında ,bu devrimlerden yararlanılarak yepyeni bir Türk sentezi olarak Kemalist devrimin gerçekleştirilmesi ancak Atatürk’ün dayanak noktası olmasıyla açıklanabilecek bir olgudur.Fransız ve Sovyet devrimlerinin hazırlayıcısı bilim adamları ve çeşitli filozoflar olmasına rağmen , Türk devriminin tek hazırlayıcısı ve ideolojik önderi olarak Atatürk ,tam anlamıyla bir dayanak noktası olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Atatürk, beş bine yakın kitabı inceleyerek ve askeri ve siyasal kaynakları iyi değerlendirerek Türk devriminin yolunu çizerken Lenin gibi Karl Marks’a dayanmıyordu ya da Fransız devrimcileri gibi öncü filozofları aynen kopyalamıyordu.
Bu açıdan, Türk tarihinin dönüşüm noktasında Atatürk herkesten ve her filozof ya da komutandan yararlanmasına rağmen bütünüyle dayanak noktası olarak tek bir otoriteyi seçmiyor ,aksine kendisini dayanak noktasına koyarak ,o dönemin koşullarında oluşmuş olan devlet ya da siyaset aklını kullanarak hedefe ulaşmağa çaba sarf ediyordu .Hayatta tek yol gösterici olarak akıl ve bilimi benimseyen kurucu önder , bu yoldan giderek Türk ulus devletini çağdaş bir cumhuriyet rejimi olarak ortaya koyarken yolun taşlarını iyi seçmeğe çalışıyor ,sahip olduğu geniş kültürden yararlanarak çeşitli sorunları ya da çelişkileri aşarak tam bağımsızlık ve çağdaş uygarlık hedefine doğru devlet gemisini yürütmeğe çalışıyordu . Atatürk bütün bunları bazen tek başına kalarak yapmağa çalışırken, geçmişten gelen hiçbir dayanak noktasına dayanamıyor ve kendi yolunu kendisi belirlemeğe çalışıyordu . Bir anlamda kendi dayanak noktasını kendisi yaratmak zorunda kaldığı için , bu açıdan Atatürk hem kurtuluş hareketinin hem de kuruluş eyleminin başlıca dayanak noktası haline geliyordu . Dünyanın çivisinin çıktığı , imparatorlukların tarih sahnesinden çekildiği birinci dünya savaşı sürecinde ,yeni bir dünya düzenine doğru gidilirken , mazlum uluslar beş yüz yıllık sömürgecilik ve emperyalizm girişimlerinden son derece rahatsız oldukları için , kendilerine ulusal kurtuluş savaşları için rehber olacak ya da onlar için dayanak noktası oluşturacak bir siyasal önderlik arıyorlardı . İşte , Atatürk ,böylesine büyük bir siyasal gereksinimin gündeme getirmiş olduğu siyasal önderdir .

Amerikalılar, Amerika Birleşik Devletlerinin kurucu önderi olan
George Washington’un adını yeni kurdukları başkentlerine vermişlerdir
.

Atatürk Washington’dan daha fazlasını kendi ülkesine ve ulusuna veren bir ulusal önder olarak belki benzeri bir jesti hak ediyordu ama , Türkiye’yi kurucu önder Atatürk’ten ayırmak isteyen şeriatçı,bölücü mandacı üçlüsü Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığına sürekli olarak devam ettikleri için ,Türk ulusu kurucu önderine böylesine bir jesti zamanında gerçekleştirememiştir . Amerika’nın kurucu önderinin ismi başkentte yaşatılırken , bu isim devlet yapısının dayanak noktası olarak aynı zamanda en üst düzeyde yüceltiliyordu . ABD’de şeriatçı, bölücü ve mandacı üçlüsü olmadığı için herkes kurucu baba olarak George Washington’a saygı ile bakıyor ve bu ismi Amerika Birleşik Devletlerinin kurucu başkanı olarak, aynı zamanda var olan devlet ve hukuk yapılanmasının dayanak noktası olarak görüyorlardı . Amerika’daki kurucu önderin saygınlığı ve etkinliği her geçen gün daha fazla öne çıkarılarak ,bu önderin ismi etrafında bütünleşmeye çalışılırken , Türkiye’de bunun tamamen tersi yapılarak malum üçlü koro tarafından Atatürk’e saldırılar artırılırken, Türk ulusu Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyet devletiyle karşı karşıya getirilerek açıkça bir bölünme ve dağılma senaryosu emperyal güç merkezlerinin desteği ile her gün daha da tırmandırılarak oynanmaktadır . ABD’du kurucu önder birleştirici bir unsur olarak ele alınarak hukuka uygun bir değerlendirme yapılırken , Türkiye’de kurucu önder siyasal saldırıların baş malzemesi haline getirilerek , Türk devletinin dayanak noktası ortadan kaldırılmağa çalışılmakta ve böylece zaman içinde Türkiye’nin dağılmağa doğru sürüklenmesine çalışılmaktadır . Kurucu önderlerin dayanak noktası olarak kabül edildiği Amerika Birleşik Devletlerinde ,böylesine bir durumdan devletlerin güçlenerek çıktıkları görülürken , Türkiye’de bu durumun tamamen tersinin zorlanmasıyla Türk devleti Yugoslavya benzeri bir dağılma senaryosu ile karşı karşıya bırakılmaktadır .

ABD’de başkentin adı nasıl kurucu önderin adı olarak belirleniyorsa ,belki Türkiye’nin adının da Atatürkiye olarak benimsenmesi söz konusu olabilirdi .Geçen sene emperyalizmin zehirleyerek erken ölüme mahkum ettiği Venezuella devlet başkanı Chavez halkın büyük çoğunluğunun desteği ile göreve gelerek , gerçekleştirdiği ulusal bir devrim sonrasında devleti yeniden düzenlemiş ve emperyalizme karşı büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek Venezuella Cumhuriyetini kurmuş olan kurucu önder Simon Bolivar’ın adını cumhuriyet devletinin adına eklemiştir .İspanyol emperyalizmine karşı büyük bir kurtuluş savaşı vererek Venezuella’yı ve diğer Latin bölgelerini tam bağımsız bir statüye kavuşturan Simon Bolivar’ın izinden giden Chavez , devletin yeni adını anayasa değişikliği ile “Bolivarcı Venezuella Cumhuriyeti” olarak belirlemiştir . Chavez böylece , kendi ülkesi üzerinden Latin Amerikanın kurtarıcısının çizgisine bütün Güney Amerika ülkelerinin gelmesi için açık bir adım atmıştır . Latin Amerika kıtasının bugünkü bağımsızlığının dayanak noktası olan Simon Bolvar’ın ismi bugün Venezuella Cumhuriyetinin yeni anayasasında ve resmi adında yer alarak tüm Latin dünyasına bağımsızlığın yolunu göstermektedir . Kendi deyimleriyle “ABD’ye çok yakın ama Tanrı’ya çok uzak “ olan bu bölgenin bağımsız varlığının simgesi olarak Simon Bolivar ,tüm Latin dünyasının bağımsızlığının dayanak noktası olarak Chavez devrimi sayesinde hak ettiği yere gelebilmiştir . Şimdi Türkiye’de , bir Atatürkçü iktidar göreve gelince devletin kurucu önderinin adını resmen devletin yeni ismi yerine koysa , Türkiye’de yer yerinden oynar,cumhuriyet karşıtı üçlü koro malum saldırı senaryolarını daha üst düzeyde tırmandırarak sürdürürlerdi . Simon Bolivar’ın anısına ayrıca Bolivya adıyla başka bir devlet kurulurken gene Latin bağımsızlığının dayanak noktası olan Simon Bolivar onurlandırılmıştır . Bolivya Cumhuriyetinin adı Bolivar ile özdeşleştirirken , Türkiye Cumhuriyetinin adının Türklük ve kurucu önder Atatürk isimlerinden uzaklaştırılmağa çalışılması ,Güney Amerika kıtası ile Orta Doğu bölgesinin karşılaştırılması açısından önemli bir konudur . Amerikalılar ya da Latinler kurtarıcılarına saygı gösterirken , Türkler ya da Orta Doğulular kurtarıcılarından asgari düzeyde bir saygıyı esirgemektedirler .

Eski Türk devletleri geleneği açısından konuya bakıldığı zaman ,tarih boyunca siyaset sahnesine çıkmış olan Türk devletlerinin sürekli olarak kurucu kral ya da imparatorun adı ile anıldığı görülmektedir . Cengiz han , Timur han ,İlhan han , Selçuk han ,Osman han ,Babür han gibi kurucu önderlerin isimleri devletlerin ya da imparatorlukların adı olarak resmen kabul edilmiştir . Osman beyin adı ile kurulmuş olan imparatorluğun çöküşünden sonra gücü eline alan Mustafa Kemal bir Kemali hanedanı ya da krallığı oluşturmamış , kendinden önceki Türk imparatorluklarının sürdürdüğü imparatorun isminin devletleşmesi geleneğini ortadan kaldırarak ,tarihte ilk kez Türk ulusunun adı ile bir ulus devlet kurmuştur . Atatürk ve cumhuriyet karşıtı Osmanlıcılar ya da hilafetçiler , Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk’ün bu özverisini görmezden gelerek hem Türk hem de Atatürk isimlerine karşı çıkmaya devam ederlerken ,Amerikalıların ve
Latin halklarının kurucu önderlerine karşı gösterdikleri kadirşinaslığı görmezden gelmektedirler . Zamanında bütün güçleri elinde toplayan Atatürk , Anadolu toprakları üzerinde Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarından sonra bir Kemali hanedanı kurabilir
ve bu topraklardaki Türk imparatorlukları geleneğini kendi ismi ile taçlandırarak sürdürebilirdi . O’nun böylesine büyük bir özveri göstererek eski geleneği sürdürmemesi karşısında , Türk vatandaşı kimliği ile Atatürk düşmanlığı yapanların
iyi düşünmeleri ve utanmaları gerekmektedir.

  • Amerikalıların Washington’a, Latinlerin Simon Bolvar’a karşı gösterdikleri saygının çok daha fazlasını hak eden Türkiye’nin kurucusuna karşı emperyal projeler yüzünden gerçekten çok büyük haksızlık yapılmaktadır.

Gelinen bu aşamada , hem ülkesini kurtaran hem cumhuriyet rejimi kuran hem de büyük özverilerde bulunan kurucu öndere karşı sürdürülen planlı saldırı kampanyalarından Türk ulusu artık fazlasıyla rahatsız olmaktadır . Her şeyin bir doyum noktası olduğu gibi , bu konuda da artık bıkkınlık safhasına erişilmiştir .

Geçen sene bazı Kemalist yazarlar tarafından gündeme getirilen “Atatürk olmasaydı” konusunu , bu sene kapak konusu yapan bir dinci dergi , Yeni Osmanlı hayalleri ve Büyük Orta Doğu ile Büyük İsrail projeleri doğrultusunda ulus devlet ve laik cumhuriyet karşıtı çizgide yayın hayatına devam ederken , “Atatürk olmasaydı “ konusunu tartışma alanına getiriyordu . Bir başka dinci gazete , bir dinci derginin ilanı vesilesiyle tam sayfa olarak ,” Atatürk olmasaydı gene Türkiye olurdu “ başlığı ile Atatürk karşıtlığını düşmanlık noktasında öne çıkararak , Müslüman halk kitleleri ile laik devleti karşı karşıya getirebilmenin arayışı içine giriyordu . Kurduğu devlete Türk geleneğine aykırı bir biçimde kendi ismini vermeyerek ,büyük bir özveri gösteren Atatürk’ün laik ve ulusal devletine savaş açan şeriatçı,bölücü ve mandacı üçlüsü Atatürk’ü dışlayarak,
O olmasaydı gene Türkiye olurdu diye ilanlar vermekte ve yayınlar yapmaktadırlar . Atatürk olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti de kurulamayacağı için , yerine Anadolu İslam devleti, Yakın Doğu Konfederasyonu, Orta Doğu Birleşik Devletleri, Büyük Orta Doğu Devleti ya da Büyük İsrail Federasyonu gibi emperyalist projelere uygun düşen çeşitli devlet modelleri düşünüleceği için,

  • Atatürk olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti gibi laik ve çağdaş bir ulus devlet kurulamazdı.

Bu yüzden “Atatürk olmasaydı, gene Türkiye olurdu“ diye dinci gazetelere ilan verenler, gerçeği değil ama kendi gönüllerinden geçeni ifade etmektedirler. Böylesine bir durum da doksan yıllık laik Türk devletinin vatandaşlarının çoğunluğunun rahatsız olmasına yol açmaktadır. Atatürk olmasaydı, Atatürk gibi bir tarihsel önder kurucu irade olarak Türk devletinin dayanak noktası olarak yer alamayacağı için ,bugünkü çağdaş Türkiye cumhuriyeti devleti de siyaset sahnesine çıkamazdı . Bu açıdan ,kurucu önder Atatürk ile O’nun eseri Türkiye Cumhuriyeti arasında kopmaz bir bağ vardır ve bu bağ dayanak noktası ile devlet düzeni arasında köprü görevi görmektedir .

Batı uygarlığının önde gelen devletleri tarafından , batı emperyalizmine karşı savaşmasına rağmen Mustafa Kemal Atatürk’e zaman zaman ödüller verilmiş ve Türkiye’nin kurucu önderi hakkında önemli bilimsel yayınlar yapılarak ,hakkı teslim edilmeye çalışılmıştır . Batının uygar ve emperyal iki yüzü olduğu için , batı dünyasının uygar yüzü ile Atatürk onurlandırılırken ,emperyal yüzü ile de çeşitli saldırılar ve insafsız eleştiriler yapılmıştır . Bugünün koşullarında yüz yıl öncesini değerlendirmek gibi bir bilimsel yanlış , küresel emperyalizmin papağanı konumundaki mandacı kadrolar tarafından dile getirilirken , Atatürk’e karşı büyük haksızlık yapmağa devam etmişler ama bugün gelinen noktada Türk halkının ulusal tepkisiyle karşılaşmışlardır . On yıllık dinci bir yönetimin baskılarından sonra ,Türk ulusunun bir milyonu aşkın temsilcisi yeniden Atatürk’ün huzurunda saygı duruşuna geçerek ,kurucu öndere olan bağlılıklarını yinelemişlerdir . Neredeyse Anıtkabir’e gidilmesini bile yasaklama noktasına gelen baskıcı zihniyetin, bir milyonu aşkın insanın tepkisi ile karşı karşıya gelmesi , halktaki tepkilerin giderek tırmandığını açıkça göstermektedir.

  • Türk halkının en az Amerikan halkı ya da Latin Amerikalılar kadar,
    kurucu önderine sahip çıkmak ve O’na saygı göstermek hakkı vardır.

Küresel sermaye üzerinden medya ve basın organlarını ele geçirerek aksi doğrultuda yayın yapmanın hiçbir işe yaramadığını sosyal medya olgusu gözler önüne sermiştir . Yıllarca türk halkının beynini yıkamağa çalışan , medya kanalları ve basın organlarının artık eskisi gibi izlenmediği görülmekte , gazeteler bedava dağıtılırken , halk kitleleri magazin programlar ile yeniden medya ağına düşürülmeğe çalışılmaktadır . Ama gelinen noktada , işlerin tersine döndüğü ve güç merkezlerinin bütün plan ve programlarının çöktüğü görülmektedir . Bu aşamada, Türkiye Cumhuriyeti yeniden Atatürk’ün yolundan giderek, bağımsız bir gelecek arama noktasına gelmiştir .

Atatürk , hem Türk ulusunun kurtarıcısı hem de Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi olarak Türkler için en önemli dayanak noktasıdır . Bugünün Atatürkçü kuşakları atatürk’ten daha şanslıdırlar çünkü onların örnek alacak ve yolundan gidecek bir önderleri vardır . Atatürk ,bu açıdan hem Türk ulusu hem de Türk devleti için sağlam bir dayanak noktası oluşturmakta ve her türlü saldırı girişimine karşı , Türkiye’nin temelinin sağlam kalmasını sağlamaktadır . Atatürk nasıl dünyanın en büyük devletlerinin emperyal saldırılarına karşı direnerek ,ülkeyi ve ulusu kurtarmışsa ,bugünün Atatürkçüleri de kurucu önderin izinden giderek aynı şekilde bir antiemperyalist savaş vermek ve böylece Türkiye cumhuriyetini sonsuza kadar yaşatma yolunu açmak durumundadırlar . Atatürk yola çıktığında dayanak noktasından yoksundu ,bu nedenle kendi dayanağı kendi oldu . Bugünün kuşakları ise böylesine bir çıkmazın ötesinde daha şanslı bir konumda , Atatürk’ü dayanak noktası alarak yola devam edebilmektedirler.

Bugün yaşanmakta olan bütün siyasal sorunların tamamı eski sorunlardı.
Atatürk zamanında bu sorunlar ile boğuşarak bunları göğüsledi ve çözüm üretti . Bugünün Atatürkçüleri ise Atatürk’ü hem dayanak noktası hem de emsal alma şansına sahip oldukları için ,,yapacakları tek şey Atatürk ne yaptıysa aynısını yapmaktır .Atatürk’ü kendisine başlıca dayanak noktası olarak alacak Türk gençliği ,ulusal kurtuluş savaşından gelen antiemperyalist bilinç ile hareket edecek ve Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyi içinde hak ettiği yere gelebilmesi için büyük bir mücadeleye kalkışacaktır.

Kendi partisine güvenmeyerek Türk gençliğine cumhuriyeti emanet eden büyük Atatürk’ün bu jestinin anlamı bugün yaşanan olumsuz koşullar doğrultusunda
daha açık ortaya çıkmaktadır.

Atatürk’ün kemiklerini sızlatan politikalara alet olanların,
Atatürk adına söyleyecek sözlerinin olmaması gerekir.

Böylesine olumsuz koşulları dikkate alacak Türk gençliği Cumhuriyetin bekçisi olarak harekete geçecek, Atatürk’ü başlıca dayanak noktası olarak alacak ve kurucu önderin yolundan O’nun yaptıklarına sahip çıkarak geleceğe yönelecektir.

  • Unutulmasın ki; Atatürk,
    Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca dayanak noktasıdır.

ÜÇ MUSTAFA KEMAL


Dostlar
,

Sayın Dr. Ölçen’in aşağıda paylaştığımız makalesine bir eleştiri geldi..
Sayın Ölçen, Sayın Güner’i yanıtladı..
Her iki yazıyı da aşağıda, yazıya ilişkin “yorumlar” bölümünde bulabilirsiniz.”
Yine de bu 2 yazı pdf olarak aşağıda :

A.N.OLCEN’e_yanit_HANGI_ULKEDE_DERSIM_3._BUYUK_ALEVI_SOYKIRIMI_OLMUSTUR

RIZA_GUNER’DE_MUSTAFA_KEMAL’E_KIN_Ali_Nejat_Olcen_27.11.13

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi, “91’lik delikanlı” Sayın Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen,
üretmeyi ve bize yol göstermeyi sürdürüyor..

Hem de özgün makaleleriyle..

Aşağıda nefis bir derlemesini sunuyoruz..

Kendisine teşekkür ederek ve sağlıklı uzun üretim yılları dileyerek..

Sevgi ve saygı ile.
24.10.2013, İstanbul

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

ÜÇ MUSTAFA KEMAL

Ali_Nejat_Olcen

 

 

 

 

 

 

 

DEV­RİMCİ  MUSTAFA KEMAL


BİLİM ADAMI MUSTAFA KEMAL                         

DEVLET  ADAMI MUSTAFA KEMAL

Yeryüzünde hangi ülke, üç temel niteliğe sahip bir ulusal kahramanı yaratabilmiştir?

Hangi ülkede kim, emperyalizmi dize getirerek ülkesini işgalden kurtarmış ve
yeryüzünde benzeri olmayan devrimleri gerçekleştirerek kurumlaştırmış,
yoktan var ettiği Devlet’i ulusal onuruyla birlikte koruyabilmiştir?

Hangi ülkede kim, yoktan var ettiği Cumhuriyeti, kaynağını tarihinden alan
ulusun öz kültürüyle bütünleştirebilmiştir?

* Türk Tarih Kurumuyla kendi tarihini,
* Türk Dil Kurumuyla kendi dilini,
* Halk Evleriyle kültürel ve toplumsal etkileşimi,
* Köy Enstitüleriyle sanayileşmenin kırsal alanda teknolojik kültüre ulaşılmasını..

kim hangi ülkede başarabilmiştir?

Hangi ülkede, yok edilen imparatorluğun enkazı üzerinde onun dış borçlarını ödeyerek denk bütçe ve açık vermeyen dış ticaret koşullarını yaratarak
planlı sanayileşmeyi temel alan kendine yeterli ekonomiyi
yoktan kim var edebilmiştir, Mustafa Kemal’den başka?

Böylesine üç temel özelliği bütünleştirerek Anadolu’muzda, çaktığı bir tek çivisine rastlanmayan ve kendi kendisini yok oluşa sürükleyen Osmanlı’nın enkazı üzerinde, çağdaş devletini ulusuyla bütünleşti­ren kahramanına kin kusan alçaklara
hangi ülkede rastlanabilmiştir, ülkemiz dışında?

Kişi nankör olabilir.

Kişi alçak olabilir

Kişi kindar  olabilir.

Hangi ülkede kişi hem alçak, hem kindar ve hem de nankör olabilmiştir Türkiye’miz’de hainlerin dışında?

Mustafa Kemal’in üç temel üstün niteliğine karşı olan hainlerin de
üç temel niteliği var: Alçaklık – Nankörlük – Kindarlık.

Böyle biline, çare buluna.

Dr. Ali Nejat Ölçen

Dinsel Nasyonalizm ve Üniformalar sorunu

Dostlar,

“Entegrasyon Komitesi İsviçre – Vevey” imzalı bir yorum sitemize ulaştı (22.11.13).

“Türban” ın ülkemizin başına doğrudan Başbakan

RT Erdoğan’ın “Velev ki siyasal simge olsun!” meydan okuması ile

giydirilişini izleyen süreçte sitemizde yer alan yazılara yorum olarak ulaştı..
(Esin Duran imzasıyla, e.duran.ekomitesi@gmail.com ve IP no : 92.70.88.130)

Yazının altında çok sayıda başkaca imzada yer alıyor.. Yorumu aşağıya alıyoruz..
(http://ahmetsaltik.net/wp-admin/edit-comments.php?comment_status=approved)

Bir noktada önemli bir çekincemiz var, metinde belirttik :

“.. Kemalizm ve onu yaşatan askeri darbeciler, tek tip, her şeyi Türk ve Müslüman olarak algılayan, Anadolu’ya sanki uzaydan düşmüş bir insan tipini yaratmada
büyük ilerlemeler kaydettiler.. ”

Diye değerlendirme yapılmakta.. Biz ise şu çekinceyi koyuyoruz buaraya :

* Burada çekincemiz var : Kemalist rejim“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek meşru ve insan haklarına uygun, birleştirici – antiemperyalist bir uluslaşma süreci hedeflemiştir ve izlenecek biricik politika da budur.. Ahmet Saltık).

*****

Dinsel Nasyonalizm ve Üniformalar sorunu

başlıklı yazı, “Türban ve din faşizmi” bağlamında değerli bir yazı.
Gönlümüz, sitemizde vitrinde yer alan yazıların altında gözden kaçan bir yorum olmasına elvermedi; öne çıkarmak istedik.. Dilini bir parça arılaştırdık,
elbette öze dokunmadan..

Bu 186 kolektif imzalı değerli irdelemeye emek veren saygıdeğer sitemiz ortaklarına (okurlarına – izleyicilerine) teşekkür ederiz..

Turban_din_ticareti
Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Dinsel Nasyonalizm ve Üniformalar sorunu

Son dönemlerde özellikle Arap toplumlarında görülen ve Türkiye’de de yaygınlaşan
dinci milliyetçiliğin karakteristiklerine daha yakından bakıldığında, bunların 1930’larda Avrupa’ya egemen olmaya başlayan Nasyonal Sosyalizm ile örtüştüğünü görüyoruz.
Arap ülkeleri ve Türkiye’ye hızla yayılmaya başlayan bu türden Dinci milliyetçilik ile Askeri cuntalar arasında da önemli yakınlaşmalar olduğu da görülüyor.

Nasyonal Sosyalizm ırkçılığında <> vardır:

– tek millet
– tek bayrak 
– tek vatan
– tek din
– tek dil vs…

Dinci miliyetçilik olan Politik İslam‘da da bunların benzerlerini görüyoruz.

  • Türban bir üniformadır!
  • Arap ülkelerinde kara veya beyaz çarşaf, sistemi niteleyen ana önemli direklerden biridir.
  • Kadınların çarşafları atması demek, Arap ideoloji ve sisteminin yok olması demektir

Bu rejimlerin varlıklarını sağlayan kadın kölelerdir, bunlar petrol kadar değerli olup üniforma taşırlar.

* Türk islam sentezi ise Türban’ı resmi üniforma olarak benimsemiştir.

Nasyonal Soszyalizm’de olduğu gibi, Politik İslam’da da Üniforma önemlidir.
Üniforma taşımak ideolojinin vurgularından biridir. Müslüman kadınlara dayatılan Türban ve benzeri üniformalar, Cuntaların askeri kıyafetleri kadar önemlidir. Kadınların,
bizzat başbakanın önderliğinde bir çocuk doğurma makinası gibi değerlendirilerek
üç çocuk, beş çocuk tartışmasına muhatap kılındığı Tükiye’de, türban üniforması giderek daha çok önem kazanıyor.

  • Getirilmek istenen, gelen, Anadolu’daki kadınlarımızın yaşmağı,
    başörtüsü değildir.
  • Gelen, Arap-Vahabi ve Abbasi-Emevi İslam yorumunun, Türkiye’ye yönelik tasarımlarının bir simgesi olarak, Türkiye’deki işbirlikçileriyle birlikte
    Anadolu halkına dayatmaya başladığı bir kölelik üniformasıdır …

Bu, konsantrasyon (toplama) kamplarında taşınan Üniformalarla özde aynıdır.

Yeni Tek Tip, türbanlı üniforma, türbanı takmanın kılık kıyafet özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği bizzat Tayyip Erdoğan tarafından da itiraf edilmiştir.

Türban takan kadınlar, bunu, inandıkları dinin kurallarının toplumsal yaşama nüfuz edebilmesini sağlamak için ya da erkekler tarafından dikte edilerek takmaktadırlar.

  • Türban bir simgedir,
  • Türban, dinci gericiliğin yaygınlaştırılmasını sağlayan işlevsel bir araçtır.
  • Din sömürüsünün, yobazlığın, zenginleşme çabasının ürünüdür türban.
  • Tarikat liderlerinin, patronların, din tüccarlarının gücünü pekiştirmeye,
    cüzdanını şişirmeye yarayan, bunun için de zavallı kadınların gözlerini bağlayan ideolojinin yayılmasının simgesidir.

Şeriatla yönetilen ülkelerde bu zorunluluk yaşamı etkileyebilmektedir,
bu ülkelerde kadınlara üniforma gibi giysi zorunluluğu getirilmiştir

  • İslam’a göre kadın ikinci sınıf bile değildir, kadının hiçbir değeri yoktur.
  • Kadının erkekler için yaratılmış olduğu kabul edilir.

Bu yüzden de AKP rejimince hedeflenen kadınlara, ancak kocanın veya abi ya da babanın yanında ve özel durumlarda bunların izni ile seyahat edebilir. Çocuklar üzerinde hiçbir hakkı olmadığı gibi, maddi açıdan da kendi geliri olamaz. Mirastan da eşit yararlanamaz. Eğitim görmek kadınlar için gereksizdir, zaten eğitimli olsa da çalışmasına izin verilmez. Bu kuralların dışında yaşamak isteyen kadınlara,
-ki çoğunlukla buna cüret eden çıkmaz,- hayat zindan edilir.

İşte Dershane ve öğrenci yurtları tartışmaları, bu yönde atılacak adımların
ilk sinyalleridir.. Ayrıca, birçok kız yurdunda kız öğrencilerin kapanması için (veya erkek yurtlarında erkeklerin oruç tutmaya ve namaz kılmaya zorlanması, baskı yapıldığı, baskıyla halledilemediğinde yoksul öğrencilere vakıflardan para yardımı ve kalacak yer sağlamak yoluyla onları aralarına kattıkları ortadadır.

Ne kadar çok türbanlı olursa o kadar örgütlenmiş olacaklar ve arzuladıkları şeriata
biraz daha yaklaşmış olacaklardır. Bu nedenle de türban sorununun dinsel gereksinim olmaktan çıkıp siyasal bir üniforma, siyasal bir araç durumuna geldiği kesinleşmiştir.

  • Türban savunuculuğu özgürlüğün değil gerici bir kısıtlayıcılığın savunuculuğudur. 

Kadınları baskı (tahakküm) altına almak isteyen bir kısıtlayıcılığın savunusudur.
Türban savunuculuğu, kadınların İslami kurallara göre giyinmesinin zorunluk olduğunu savunanların, kadına “güdülmezse yoldan sapar” gözüyle bakmanın bir başka anlatımıdır. Bu düşünce aslında kadınları, kendileri için birer yumurtlayıcı makine gören geri kalmış Müslüman erkeklerin beyinlerindeki yanlış bir işlevden kaynaklanmaktadır. AKP, dershane ve yurtlara bu denli önem veriyorsa, burada, Müslüman üretim mekanizmasının zaafa girme riskini taşıyan etmenlerin denetiminin endişesi yatıyor.

Yalnızca tek parti döneminde yoğunluklu olarak değil, öbür bütün otoriter ve tek parti rejimlerinin önem verdiği bir konudur üniforma kullanımı ve yeni kuşak üretiminin kesintisizliğini sağlayan makinenin sağlam işleyişi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında
etkin olan İtalya faşizmi ve Alman nasyonalizmi, sözde modernleştirici elitler tarafından yapacakları değişikliklerde esin kaynağı olmuştur. Örneğin Anadolu’daki bütün etnik topluluklar resmen ölü sayılmıştır. Bütün insanlara bellek yitimi terapisi uygulanmış, herkes kendisini Orta Asya’dan gelen birer yabancı kişi diye algılamaya başlamıştır.

Bilindiği gibi her siyasal rejimin, ana beslenme kaynağı yaslandığı ideoloji doğrultusunda yetişecek kuşaklardır. Askeri kanatlar 1980’lerde yeni bir yol belirlediler ve şimdiki AKP
kadrosu o zamandan başlayarak yetiştirilmeye başlandı.

Kemalizm ve onu yaşatan askeri darbeciler, tek tip, her şeyi Türk ve Müslüman olarak algılayan, Anadolu’ya sanki uzaydan düşmüş bir insan tipini yaratmada
büyük ilerlemeler kaydettiler..
(Burada çekincemiz var : Kemalist rejim, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek meşru ve insan haklarına uygun, birleştirici – antiemperyalist bir uluslaşma süreci hedeflemiştir ve izlenecek biricik politika da budur.. Ahmet Saltık)

Her dikta rejimi, aile ve okul eğitimini kendi doktrini çizgisinde topluma dayatmayla başlar. İşte AKP bu yolu izliyor. R.T. Erdoğan da kendi doktirinini uygulamak zorundadır. Aksi halde AKP’nin varlık temelleri ortadan kalkacaktır.

Hiç kuşkusuz bu tek tipleştirici projeyi uygulayanların ana amacı, rejime sadık vatandaşlar yetiştirmektir. Askeri cuntalar bunu yaptı ve AKP sürdürüyor.
AKP rejimi Askeri cuntalar gibi tek tip insan yaratma yolunda sürekli yeni değişiklikler yapıyor, toplumu kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden biçimlendirmeye devam ediyor.. Bu haliyle dikta rejimlerini karakteristiklerini taşıyan, Ümmetçilik diye de adlandırılan İslamcı nasyonalizm değişik adlar almasına karşın ortak payda da
aynı kalmaktadır.

  • Dinsel Nasyonalizmin Türkiye’deki adı Türk İslam sentezidir.

Örneğin Tayyip Erdoğan, Barzani’yle yaptığı Diyarbakır gösterisinde bile,
Nasyonal İslam’ın sloganlarını yinelemekten vazgeçmedi:

”ein volk ein reich ein führer’ sloganlarının Türkçesini, Kenan Evren gibi ezbere okuyup duran AKP lideri, burada, amaç için her aracın denenebileceği mesajını verdi.

Erdoğan, T.C. Ordusu’nun, eski ideolojisini İslam nasyonalizminin yayılmacı amaçları doğrultusunda AKP ideolojisine entegre ederek, Askeri kesimleri Türk milliyetçiliği alanında yakın görüşlere yöneltti.

Çobancılık, Dikta ve Baskı sistemi Tarih boyunca İslamiyet’in ayrılmaz bir parçası olmuştur.

İslamcı ümmet Nasyonalizminin, hem siyasal, hem de ideolojik olarak uygulanması, günümüz koşullarının demokratik devlet sistemiyle çelişkiye düşmektedir.

İslamcı kuram, siyasal – dinsel iktidarların birliğini öngörerek Milliyetçiliğini inşa etmektedir.

AKP hükümeti gelinen noktada asker – sivil devşirme güçlerden devraldığı yapının
resmi milliyetçilik söylemini sürdürüyor.

  • T.C. devleti hükümeti olmak, ABD’den verilecek mazbata olmadan olamaz. Mazbata el değiştirdi. Yeni vali Erdoğandır.

Şimdi aynı biçimde aynı Ordu üst yönetimi ve yüksek bürokrasi içindeki
milliyetçi-ulusalcı-Türk-İslam Sentezcisi çevrelerin işbirliği ve teslimiyetiyle rejimin mazbatası AKP’ye verilerek,12 Eylül rejiminin temellerini oluşturan anayasa ile dikta rejimi revize edilmiştir.

  • Erdoğan ve AKP hükümeti iktidara, ABD onayını alarak geldi.

Şu anda AKP, MİT ve öbür çekirdek kadrolarını Başbakanın izni olmadıkça yargılanmaktan koruyacak bir yasaya sahipler; işte bu, her diktatörlüğün çıkış noktasıdır. Her otoriter rejim, çekirdek kadroyu yasa üstüne koyarak işe başlar.

* Erdoğan sorunlu adamları için hemen, <> diyerek onları yasa üstü yapıyor.

Topluma hoş görünmek başka, kendi arkadaşlarını özel yasalarla koruma altına almak başka..! Herkes hukuk önünde eşit ise, ‘yedirmem, ettirmem’ nereden çıkıyor?

Sevgi ve saygılarla.

LAİKLİK BİLDİRİSİ

Dostlar,

Bizim de imza koyduğumuz LAİKLİK BİLDİRİSİ metni aşağıdadır.

divider_cizgi


LAİK DEVLET ÖZGÜR TOPLUM İÇİN BURADAYIZ!

KAMUOYUNA DUYURU

18 Kasım 2013, Perşembe, Ankara – TÜRKİYE

Laik devlet, özgür toplumun temelidir. Laiklik, tarihsel ve anayasal temel ilkelerimizden, yaşamsal değerlerimizden biridir. Şimdi ise, uğruna mücadele vermek zorunda bırakıldığımız alanların en başında gelmektedir.

Mevcut iktidar, önceki gerici partilerden kendisine miras kalan laik devleti yıkma gayretlerine devam etmektedir. Son olarak devlet dairelerinde görev sırasında türban takılması, bir yönetmelik değişikliğiyle serbest bırakılmıştır. Bu girişim anayasal ve yasal zeminden yoksun olduğu için, hemen ardından gündeme ‘TBMM’nde türban’ konusu getirilmiştir. Böylece anayasaya aykırı olan yönetmeliğe, hukuken değilse de fiilen meşruiyet desteği sağlanmıştır.

İktidar sahiplerinin kadın haklarına bakışı,
“örtüsüz kadın perdesiz eve benzer; ya satılıktır ya da kiralık” biçimindeki
akıl almaz hakaret cümlesiyle özetlenmiş durumdadır. Öğretim sistemine 4+4+4 darbesiyle başlatılan gericileşme, devlet kuruluşu olan okullarda hem kız çocukları
hem öğretmenler türbanlanma cenderesine sıkıştırılarak pekiştirilmiştir. Görünüşte dinsel, gerçekte ise siyasal bir simge olarak kullanılan bu araçla, kamu hizmetinde
eşitlik ve tarafsızlık ilkelerinin zemini ortadan kaldırılmıştır.

Gerici zihniyet rengini giderek koyulaştırmakta ve halkın günlük yaşamının
baskı altına alınmasına uzanmaktadır. Devlette ve Meclis’te türbanlanma adımlarını, öğrenci yurtlarıyla evlerine ilişkin “kız – erkek yan yana olmaz” biçiminde utanç verici aşağılamalar; öğretimin “kızlı – erkekli yapılmasının yanlış olduğu”, “kent içi otobüslerin kadın- erkek ayırımına göre düzenlenmesi” gibi çağdışı ve gerici zorlamalar izlemiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak tescillenmiş iktidar, bu saptamanın ne kadar yerinde olduğunu göstermeye
devam etmektedir.

Günlük yaşama baskı, Başbakan’ın bu ve benzeri uygulamalarda “dinimizin emridir” gerekçesini açıkça dile getirmesiyle birlikte kurulmaktadır. İktidar, dünyevi kurallara dayandırılması gereken devlet işlerini, dini gerekçelere dayandırmaya başlamıştır. Gerçekten de yapılmakta olan şey, devlet işlerinin kaynağının siyasetçe yorumlanmış dini buyruklara dayandırılmasıdır. Kimse bu gerçeğin üstünü örtemez; kimse de bunun gözden kaçırılmasına hizmet etmemelidir.

Çağdaş ve ilerici demokratik devletlerde hukuksal düzenlemelerin kaynağı,
yoruma bağlanmış dini kural ve buyruklar değil, toplumun sosyal ve iktisadi gereksinimleri çerçevesindeki dünyevi kurallardır. Bu, her tür din ve inanç özgürlüğünü güvence altına alan laik devlet ilkesi demektir. Karşı karşıya bulunduğumuz durum ise, Türkiye’yi ihvanlaştırma gayretinden ve anayasal laik devlet ilkesini açıkça ihlal etmekten başka bir anlam taşımamaktadır.

Halkımızın büyük bir bölümü laik devlet ilkesini benimsemiş ve içselleştirmiştir. Böyleyken, halkın siyasal temsilcileriyle kanaat önderlerinin şu ya da bu nedenle yılgınlığa düşmeye, davadan geri durmaya, doğruları savunmaktan vazgeçmeye hakları yoktur. Laik, ilerici, demokratik, özgürlükçü bir Cumhuriyeti savunan siyasal parti ve toplum kesimlerinin “yeni sahte mağduriyetler yaratmama ve bu yöndeki AKP çabalarını boşa çıkarma” gerekçesiyle bu gelişmelere sessiz kalmaları kabul edilemez. Laiklik ilkesinden vazgeçmek gericiliğe teslim olmak demektir;
böyle bir teslimiyetin bedeli ise ödenemeyecek kadar büyüktür.

Bizler, din bezirgânı iktidar ve siyasetçilerin;

  • Hoşgörü kandırmacası ardında toplumun bireylerini “başörtülü bacım – başörtüsüz kadın” veya “dindar nesil – ayyaş nesil” biçiminde
    ayırıma tabi tutmasını kabul etmeyeceğimizi;
  • Dinsel değerlerimizi siyasal çıkarlarına alet etmelerine
    göz yummayacağımızı;
  • Laik devleti ortadan kaldırmalarına asla rıza göstermeyeceğimizi;
  • Ve kim olursa olsun laik ve demokratik Cumhuriyet yerine din devleti kurmaya kalkışanların, halka hesap vermesi için çalışacağımızı

kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz. 28 Kasım 2013, Ankara

divider_cizgi

İmza verenler                                      :

(Soyadı abecesel sırayla)

  1. Gürkut ACAR, Antalya Milletvekili
  2. Ahmet ADA, Şair – Yazar
  3. Dilek AKAGÜN YILMAZ, Uşak Milletvekili
  4. Tarık AKAN, Sanatçı
  5. Edip AKBAYRAM, Sanatçı
  6. Alper AKÇAM, Yazar
  7. Zeki ALASYA, Sanatçı
  8. Kemal ANADOL, 23. Dönem Milletvekili
  9. Nurdan ARCA, Sanatçı
  10. Cüneyt ARCAYÜREK, Yazar
  11. Can ATAKLI, Gazeteci
  12. Erendiz ATASÜ, Edebiyatçı – Yazar
  13. Engin AYÇA, Yönetmen
  14. Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER, İzmir Milletvekili
  15. Prof. Dr. Süheyl BATUM, Eskişehir Milletvekili
  16. Nihat BEHRAM, Şair – yazar
  17. Ataol BEHRAMOĞLU, Şair
  18. Salih BOZOK, Akademisyen, İktisatçı
  19. Prof. Dr. Cevat ÇAPAN, Şair – Çevirmen
  20. Ahmet CEMAL, Yazar – Çevirmen
  21. Hulki CEVİZOĞLU, Gazeteci – Yazar
  22. Tansel ÇÖLAŞAN, ADD Genel Başkanı
  23. Murtaza DEMİR, Yazar – Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve
    2 Temmuz Vakfı Kurucu Genel Başkanı
  24. Metin DEMİRTAŞ, Şair
  25. Prof. Dr. Ahmet Alpay DİKMEN, Akademisyen
  26. Necati DOĞRU, Gazeteci – Yazar
  27. Oktay EKŞİ, Gazeteci – İstanbul Milletvekili
  28. Muzaffer İlhan ERDOST, Yazar – TİHAK Genel Başkanı
  29. İlhan Cem ERSEVEN, Araştırmacı – Yazar
  30. Yücel ERTEN, Sanatçı
  31. Metin DEMİRTAŞ, Şair
  32. Mehmet FARAÇ, Gazeteci – Yazar
  33. A. İlhan GÜLEK, Yazar
  34. Şükrü Sina GÜREL, E. Dışişleri Bakanı
  35. Mustafa GÜRKAN, Muğla Baro Başkanı
  36. Ülker İNCE, Çevirmen
  37. Dündar İNCESU, Sanatçı
  38. Zehra İPŞİROĞLU, Akademisyen
  39. Ekrem KAHRAMAN, Ressam
  40. Prof. Dr. Yakup KEPENEK, Akademisyen
  41. Tuğrul KESKİN, Şair
  42. Arif KESKİNER, Yapımcı-Yönetmen-Yazar
  43. Mine KIRIKKANAT, Gazeteci – Yazar
  44. Tevfik KIZGINKAYA, TV Programcısı – Gazeteci
  45. Prof. Dr. Aziz KONUKMAN, GÜ Öğretim Üyesi
  46. Prof. Dr. Esfender KORKMAZ, Akademisyen – Yazar
  47. Seyyal KÖRPE, Akademisyen
  48. Mehmet Şevki KULKULOĞLU, Kayseri Milletvekili
  49. Namık KUYUMCU, Şair – Yazar
  50. Ahmet Levendoğlu
  51. Mustafa MUTLU, Gazeteci – Yazar
  52. Abdullah NEFES, Şair – Yazar
  53. Olcay POYRAZ Sanatçı
  54. Yılmaz ONAY, Yazar – Yönetmen
  55. Onur ÖYMEN, E. Büyükelçi
  56. Celal ÖZCAN, Yazar
  57. Sevgi ÖZEL, Yazar
  58. Abdullah ÖZER, 23. Dönem Milletvekili
  59. Tuncay ÖZKAN, Gazeteci – Yazar
  60. Ali Rıza ÖZTÜRK, Mersin Milletvekili
  61. Prof. Dr. Ahmet SALTIK, Ankara Üniv. Tıp Fak.
  62. Timur SELÇUK, Müzisyen
  63. Mustafa SELMANPAKOĞLU, CHP Ankara E. İl Başkanı
  64. Seçkin SELVİ, Çevirmen
  65. Senar – Selçuk ÜLGER, Çevirmen
  66. Ali SİRMEN, Gazeteci – Yazar
  67. Sönmez TARGAN, 68’liler Birliği Vakfı Başkanı
  68. Barış TERKOĞLU, Gazeteci
  69. Gülsen TUNCER, Sinema ve Tiyatro Sanatçısı
  70. Salih TURAN (Sali), Ressam
  71. Yavuz TOP, Müzisyen
  72. Merdan YANARDAĞ, Gazeteci – Yazar
  73. Prof. Dr. Tolga YARMAN, Akademisyen
  74. Başar YALTI, Avukat
  75. Işık YENERSU, Sanatçı
  76. Nuri YILDIRIM, E. Büyükelçi
  77. Prof. Dr. Şiir YILMAZ, Akademisyen
  78. Ümit ZİLELİ, Gazeteci – Yazar
    ===================================

Naci BEŞTEPE : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 27 Kasım 2013


ÇARŞAMBA İĞNELERİ

portresi_kucuk

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

POŞU

İstanbul’da bir genç poşu takmaktan 6 yıl hapis cezası aldı.

Diyarbakır’da Emine Hanım poşu taktı…

ULAN

RTE; “Ulan hepiniz oradaydınız bee!..” dedi.

Akil Kadir İnanır dahil orada bulunan çoğu yandaş sanatçının hepsi
dut yemiş bülbül kesildi, kalayı yedi…

HALT

AKP’nin Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah DEMİRCAN, otel inşaatı yaparken binaların kaymasına ” Cenabı Allah veriyor. Bu da imtihan” dedi.

Yediği haltı da Allah’a yükledi…

SIĞINTI

RTE, “Kürdistan” sözünü yutturmak için Atatürk’e sığındı.

Yutturamadı…

OMURGASIZ

Ahmet Davutoğlu, Türkiye-ABD ilişkilerini “dış politikanın omurgası” olarak tanımladı.

Güdümlü politikanın olmaz omurgası…

UYDU

Bülent Arınç, ABD Başkan Yrd. Joe Biden’in tahlillerinin kendisi için uyarıcı olduğunu söyledi.

Uydu olursan uyarırlar…

TEKMİL

AKP’nin Kilis Belediye Başkanı Adayı, Gnkur.Bşk.nın yakında Hacıbayram Camisinde sabah tekmili alacağını söyledi.

Yat yoklamasını da Belediye Başkanı’nın evinde alsın bari…

BOŞUNA

RTE, terör şehitlerimiz için ”Boşu boşuna öldüler”

Şehitlerimiz şimdi öldürüldüler…

YAĞMA

T.C. düşmanı Ziraat Bankası Gen. Md. Hüseyin Aydın, yandaş medyaya reklam/para yağdırdı.

Yalama, yağlama ve yağma zamanı…

KANDIRILMIŞ

AYM Başkanı Haşim KILIÇ, “Kendimizi evlenme vadiyle kandırılmış
insanlara benzetiyorum.” dedi.

Kocakarı, kapısını halledildikten sonra kilitlermiş…

DERT

Rahmetli Nejat UYGUR, “Kahkahalar size kalacak dertlerinizi alıp götüreceğim.” demişti.

RTE’yi unuttu…

GELİŞME

Isparta Ahmet Melih Doğan Anadolu Lisesi’nde önce kız-erkek yemek zamanı ayrıldı, sonra aralarına paravan kondu.

Okullarımız yobaz doldu…

AKILSIZLAR

Amasya Milli Eğitim Müdürlüğü, akrobat kadınlar mayo ve tayt giydiği için,
ana sınıfı öğrencilerini sirke götürmedi.

Akılları mayoda, taytta, türbanda,

Eller aya biz yaya…

SIKINTI

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Atatürk dönemini ve batılılaşma hareketini
”hüzünlü ve sıkıntılı bir dönem” olarak tanımladı.

Sıkıntı yobazlaşmada, hüzün yobazlar tarafından yönetilenlerde…

BULUŞTULAR

Gazeteciye “ŞEREFSİZ” diyen Çine Kaymakamı Cantürk,
vatandaşa “GAVAT” diyen Vali Coş’a yardımcı atandı.

“ŞEREFSİZ GAVAT” tamlaması…

ÇAYCI

TBMM Anayasa Komisyonu’nda bir tek çaycı kaldı.

AKP anayasayı çaycıyla yapmalı…

ÇELEBİ

Teğmen Çelebi’ye ERGENEKON’daki son savunmasından dolayı dava açıldı.

Doğru söyledikçe kovulmadığı köy kalmadı…

DUACI

Mısır’ın sınır dışı ettiği Büyükelçi BOTSALI, “Mısır’ın iyiliği için dua etmeye
devam edeceğim.” dedi.

Dini diplomasi…

MEZHEPÇİ

Emniyet, GEZİ DİRENİŞİ’nde tutuklananların mezheplerini de açıkladı.

Sözde fişlemeye savaş açmışlardı…

ESER

24 Kasım’da öğretmenlere gaz-su-copla saldıran polis,
25 Kasım’da Bakırköy’de “Bizler sizlerin eseriyiz” diye pankart açtı.

İntihal ya da bozuk çıkan eserler olsa gerek…

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE
27.11.13

Alman dergisi Bild : The New Dictator..

Almanya’nın en büyük haftalık gazetesi BILD‘in kapağı..

Dictator_The_New_Bild

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

http://sozcu.com.tr/2013/dunya/bildden-yeni-diktator-kapakli-gonderme-2-313440/

Almanya’nın 3.5 milyon tirajlı haftalık gazetesi BILD’in internet sitesi güncel gelişmeleri veriyor. BILD, internet sitesinde Türkiye’de yaşananları çok geniş duyurmuştu (12.6.13). Önce “Taksim muharebesi” başlığını kullanan BILD, altbaşlıkta

  • “Gaz, şiddet, plastik mermi. Erdoğan olayları tırmandırıyor.
    Sözde, eylemcilerle görüşecek.”  diye yazmıştı.

Batı cephesinde değişen bir şey yok..

Başbakan Erdoğan, politik çizgisini sertleştirerek ve tırmandırarak sürdürüyor..

ODTÜ dayatması,
– Dersaneler şantajı,
– Bir yönetmelik değişikliği ile Yüksek yargı organlarının içtihatlarını, Anayasa Mahkemesinin herkesi (Yasama – Yürütme ve Yargı) bağlayan kesin kararını,
AİHM’nin kesinleşmiş (temyizden geçmiş) yargı kararlarını, Anayasanın laiklikle ilgili
açık kurallarını ve Devrim Yasalarını hiçe sayarak kamuya türban giydirme,
TBMM’ye türbanı sokma eylemi,
– Gençlerin aynı evi paylaşmalarına kafayı takma.. ve yaşam alanlarını kadın – erkek ayırma dayatması..
– Sanat – kültür yaşamına dönük yıkım planı TÜSAK yasa tasarısı..
– Ülkeyi ve halkı bölecek pervasız girişimler.. Barzani ile Diyarbakır’da görüşme,
Türkiye topraklarının, kutsal Misak-ı Milli (Ulusal And) sınırlarının bir bölümü için “Kürdistan” sözcüğünü kullanma..
– Mısır’da yenen tokat (Türk Büyükelçisinin kovulması!)..
– Suriye’de apaçık iç savaş kışkırtıcılığı..
– Başbakan RT Erdoğan’ın oğlu Bilal’in dudak uçuklatan hızla büyüyen gemi filosu
(6. gemi-cik alındı!
– Başbakan’ın oğlunun demokrasi karşıtı – hilafet isteyen pankartla yürüyüşe katılması..
– Başbakan’ın eşi Emine hanımın uluslararası toplantılarda diplomasi kurallarını
yok sayarak konuşmalar yapması..
– Kimi yargıçların MİT tarafından ajan gibi kullanılması ve HSYK’nın soruşturmaya
izin vermemesi..
Melih Gökçek‘in Ankara’ya 5. kez (1994- 2014 arası 20 yıl yetmedi!) dayatılması..
– Ekonominin yükselen cari açık – borç -bütçe açığı sorunu şeytan üçgeni
ve serbest piyasaya müdahale ile taksit sayısının sınırlandırılması..
Anayasayı yenileme zorlaması da fiyaskoyla sonuçlandı..
Genel af ile PKK teröristlerini ve terörist başını salıverme “yoklaması”
ve sonra kıvırtması.. gibi..

*********

Liste uzayıp gidiyor ve RT Erdoğan bir sarmala dolanmış, kendini kurtaramıyor.
Kurtarma olanağı – olasılığı da kalmadı..

O denli çok ve ağır suç işlediler ki, altından kalkılası değil..

30 Mart 2014 yerel seçimleri ölüm – kalım sorunu durumunda AKP ve RTE için..
Gözler kararmış, nefesler tutulmuş, gerilim zirvede..

“Kaset savaşları” da başlıyor bu arada..,

Vee, RT Erdoğan’ı da her diktatörde olduğu gibi kendi hazin sonuna sürüklüyor..
Geniş bir suç ortağı partili ve bürokrat takımıyla birlikte..
Örümcek ağları örüldü; geri dönüş yok..

Çok söyledik.. Suya yazıyoruz belki de ama gene de uyaralım :

RT Erdoğan, örneğin sağlığını (sağlıksızlığını!) ileri sürerek yumuşak bir geri çekilme planı uygulayabilirdi.. “3 dönem yönettik ülkeyi.. yeter” diyebilirdi..

Kör hırs ve işlenen ağır – ölçüsüz suçlar engel oldu..

Çare yok, bu bedel ödenecek..
Tarih ders almayanları kötekleyerek, -yöntemlerinde ufak tefek değişiklikler olsa da-
özünde “tekerrür edecek”..
(Bu son sözümüz, tarihin ondan ders çıkarmasını bilenler için
yinelemesinin olanaklı olmadığı anlamına da gelmektedir..)

Üzerinde çok düşünülmesi ve elden gelen her şeyin yapılması gereken kritik nokta ise, Türkiye’nin bu diktatörlük ikliminde yerel seçimlere gidiyor olması..

  • Canalıcı önem taşıyan SEÇİM GÜVENLİĞİ sorunsalı!

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Dr. Taner Özek’ten karikatür : Öğretmenler Günü


Dostlar
,

Meslektaşımız Sayın Dr. Taner Özek‘ten (Radyoloji Uzmanı) ulaşan
bir karikatürü paylaşalım..

Dr. Taner Özek’ten karikatür : Öğretmenler Günü (24 Kasım 1928…)

OGRETMENLER_GUNU_Taner_Ozek_2013

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Teşekkürler Sevgili Taner Özek..

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not : Sn. Dr. Özek’in başkaca çizimlerine ve bir toplu çizim kitapçığına sitemizde daha önce yer vermiştik..

12 Eylül Karikatürleri..
http://ahmetsaltik.net/2013/09/14/12-eylul-karikaturleri/

İLAÇÇILARIN PATRONU KRAL ÇIPLAK DEDİ VE KIYAMET KOPTU!

Dostlar,

“İlaç sorunu” ülkemizin yakıcı sorunlarının başlarında gelir..

Örn. Türkiye, ilaç için Ulusal gelirinin yaklaşık %2,1’ini harcayan bir ülke olarak
Dünyada en başlarda gelmektedir. Bu oran ABD’de bile % 1,5 dolayındadır.
Toplam Sağlık giderlerinin 1/3’ü dolayında bir kaynak salt ilaca girmektedir!
Türkiye’nin Silahlı Kuvvetleri’ne ayırdığı pay ise yine Ulusal Gelir’in %2,3’ü dolayındadır. İlaç ve savunma giderleri başabaş gibidir!

Elbette bir de “nitelik” sorunu ve sektörün yüksek kazanç payları söz konusudur.
Sektör, kazanç payını ya da nominal tutarını beğenmediği ilaçları (Öksüz ilaç!) üretmekten kaçınmakta ve etkili bir yaptırım da görmemektedir.

Konuya ilişkin olarak sitemizde kapsamlı bir “Rapor” a daha önce yer vermiştik :

AB Sürecinde Türk İlaç ve Eczacılık Politikaları / Turkish Policies on Drug and Pharmaceuticals within EU Accession Process

(http://ahmetsaltik.net/2012/06/06/ab-surecinde-turk-ilac-ve-eczacilik-politikalari-turkish-policies-on-drug-and-pharmaceuticals-within-eu-accession-process/, 6.6.12)

Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimi iken (1980-82) yürüttüğümüz uluslararası
çok merkezli bir çalışmada, Rifampisin‘i denemekteydik. Çalışma başarılı olsaydı Cüzzamlı (Lepralı) hastalar yağam boyu ilaç almak yerine 1-2 yıllık bir ilaç sağaltımı ile iyileşebileceklerdi. Ancak, Rifampisin verdiğimiz  hastaların idrarları bir türlü kırmızıya boyanmıyordu. Hemşirelerimiz kapsülleri bizzat veriyor, hastaların başında durarak içiriyorlardı. Sonra ağızlarının içine, dil altına bakıyorlardı. Rifampisin kapsüller yutuluyor ancak idara kırmızı olmuyordu!?

Sonunda, bu ticari preparatı Ankara Refik Saydam Hıfzıssıha Enstitüsü‘ne
“etkinlik saptamasına” (aktivite tayinine) yolladık. Malesef “SIFIR ETKİNLİK” yanıtı geldi! Yani ya kapsüller hiç Rifampisin içermiyordu, salt dolgu maddesiydi ya da
daha yüksek bir olasılıkla ilacın etkinliği sıfırlanmıştı.. (kullanım süresinin dolması, uygun olmaya saklama koşulları vb.)..

Yeni ilaçlarla çalışmayı sürdürmüş ve başarıl sonuçlar almıştık.
Şimdi bu rejim kullanılmakta Cüzzam (Lepra) hastalarımızın sağaltımında..

Öte yandan yeni ilaçlar yüksek teknoloji ürünü ve çoook pahalı..
Bu gidişle, önümüzdeki birkaç onyıl içinde birçok ülke salt sağlık giderleri yüzünden ekononomik iflasla karşı karşıya kalabilir.

Bu bağlamda alınacak Farmakoekonomik önlemlerin başında yerli üretim
(Ulusal İlaç Sanayisi!) ve KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ geliyor!

Bu politika ise serbest piyasanın işine gelmiyor.
Sonuçta gelişmekte olan (sonra gelişmişler de!) ülkeler 40 katır ya da 40 satır
ile yüz yüze..

*****
Aşağıda, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı’ndan emekli ve yaşamını bu konulara adamış saygıdeğer Prof. Dr. Cankat TULUNAY hocanın çok öğretici ve uyarıcı bir makalesini paylaşıyoruz..

Kamuoyu bu soruna da sahiip çıkmalı ve AKP iktidarı ivedilikle kimi adımlar atmalı.
Gecikirse kendisi de altında kalır..

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=============================================

İLAÇÇILARIN PATRONU KRAL ÇIPLAK DEDİ VE KIYAMET KOPTU!

Cankat_Tulunay
Prof. Dr. F. Cankat Tulunay


Avrupa Klinik Farmakoloji Birliği Onursal başkanı ve
Türkiye Akılcı İlaç Kullanım Platformu Başkanı

Bizim kezlerce ilaçtaki nitelik (kalite) sorununu gündeme getirmemize karşın yetkililer ancak kös dinlediler. Birkaç gün önce Aİ patronu ve Türkiye İlaç İşverenleri Sendikası başkanı Sayın Nezih Barut’un Türkiye’de 2. kalite ilaç olduğunu açıklaması taşları yerinden oynattı. Barut, ‘İlaç sektöründe denetimin artması gerektiğini, firmalar arasında ciddi kalite farklılıkları oluştuğunu’ söylüyor.

İkinci kalite ilaç Türkiye için yeni bir olay değil,
yenilik bunun ilaç Sanayisinin en yetkili kişisi tarafından açıklanmış olması..

Türkiye’de yıllardır kimi TİTC Kurumu ne iş yapsa firmalar ilk ruhsat aşaması ve kalite kontrolu sırasında A Grade hammadde kullanır, ruhsat aldıkan sonra D, E Grade
ham madde kullanmaya başlarlar. Bunu ünlü bir Alman hammadde üreticisinin patronu yıllar önce söylemişti…

Türkiye yol geçen hanı mı ki her türlü hammadde denetimsiz olarak ülkeye giriyor?…

Türkiye’de ilaçta ciddi bir kalite kontrolü olduğunu söylemek çok zordur

Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi‘nin üç öğretim üyesi tarafından Farmakope’ye aykırı bulunan bir ilaç, bütün uyarılara karşın İEGM tarafından görmezlikten gelinmiş ve halen piyasada satılmaktadır. Bu konuda 10.7.2009’da
firma genel müdürüne sorduklarımız halen cevapsızdır. (Detaylarını http://www.klinikfarmakoloji.com/index.php?q=node/973 vehttp://www.klinikfarmakoloji.com/index.php?q=node/607 de bulabilirsiniz).

Bu ülkede sahte biyoyararlanım sertifikaları ile ruhsat alan ilaçlar
henüz unutulmadı. Bunlar ne ceza aldı? Hepsi örtbas edildi… Biyoyararlanım şartı kaldırılarak ruhsat verilen ilaçlara kim izin verdi?… Ampirik formüllerle yapılan topikal ilaçlar nasıl ruhsat alıyor?… Vajinal bir ovüldeki etken madde dozlarını hiçbir bilimsel kanıt ve klinik çalışma olmadan iki katına çıkartanlar nasıl ruhsat alıyor?..

Yılda kaç ilacın piyasa denetimi yapılıyor?.. Bağımlılık (İptila) yapan kodeinli ilaçlar
hiçbir uyarı taşımadan serbestçe-reçetesiz satılıyor mu?.. Üç-dört kez, bozuk kalitesi dolayısı ile piyasadan toplatılan antibiyotiğin ruhsatı neden iptal edilmiyor?…

  • Yeşil sermayenin korunduğu ve daha kolay ruhsat aldığı dedikoduları
    doğru mudur?..
  • Neden hiçbir ülkede geri ödeme kapsamında olmayan ilaçlar Türkiye’de
    geri ödenmekte?..
  • SGK nasıl oluyor da, kendiliğinden, olmayan endikasyon icad edip bazı ilaçları geri ödeme kapsamına alıyor?…
  • Sanayii temsilcileri geri ödeme kurumunda ne arıyor?
  • Başka ülkelerde bunun örneği var mı?..

    Soruları sayfalarca uzatabiliriz ama hiçbirine, şimdiye dekolduğu gibi,
    yant alamayız. Böyle başa böyle traş…

“İlaçta ikinci kalite yoktur!” diyenler şimdi neredeler? Biz söylediğimiz zaman kıyameti koparanlar dut yemiş bülbül örneği.. Yıllar önce kimi firmaların Ranitidin‘lerinin araştırmasını yapıp bozuk olduklarını İEGM ne bildirdiğimizde ne yaptılar? (en bozuk ilacı üreten firmanın genel müdürü, bir bakanlık genel müdür yardımcısın akrabası çıktı ve iş kapatıldı).. Bozuk ilacın belli olmaması için draje kaplamasını badem şekerinden kalın yapan firmaları görmedik mi?… Altı ayda aktivitesi sıfır olan Omeprazol‘ün bilgileri yayınlandığında dünyaya rezil olmadık mı?… Bunlar hep unutuldu..

Sağlık Bakanımız Müezzinoğlu herhalde henüz Türkiye’yi tam olarak tanıyamadığından veya bakanlık yetkililerinin yanlış bilgilendirmesinden olacak,
Nezih Barut’a yanıtında “Türkiye, uluslararası standartları izleyen,
bunun denetimlerini yapan bir ülke. İlacın kalitesi ‘şu nedenle arttı’ veya ‘standardı düştü’ demek kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye girer.” diyor.
Bunun yanıtını vermesi gereken TİTCK başkanıdır. Kurum Başkanı Dr. Saim Kerman basına yaptığı açıklamada:’ ilaçta kalite, güvenilirlik ve etkinliğin vazgeçilmez özellikler olduğunu, bu özellikleri taşıdığı bilimsel olarak kanıtlanan ilaçların Kurum tarafından ruhsatlandırılarak piyasaya arz edildiğini bildirdi. Türkiye’deki ilaçlarda
ikinci kalite seçeneği bulunmadığını, ruhsatlandırma öncesi “İyi Üretim Uygulamaları (GMP)” denilen uluslararası standartlarda üretilip üretilmediği kontrol edilen ilaçların, piyasaya sürüldükten sonra da kalite denetimlerinin yapıldığını belirtemekte’.

Herhalde O da aksini söyleyecek değil!!! Kurum başkanına tekrar soruyoruz:

TÜRKİYE’de SENEDE KAÇ İLAÇIN PİYASADA KALİTE KONTROLU YAPILMAKTADIR? (TÜRKİYE’de RUHSATLI İLAÇ SAYISI 10.000 DOLAYINDADIR, HER BİRİNİN SENEDE ORTALAMA 3 KEZ İMAL EDİLDİĞİNİ VARSAYARSAK, 30.000 PARTİ İLAÇ ÜRETİDİĞİ ORTAYA ÇIKAR). TİTCK başkanının açıklamalarına göre: ‘Etken madde miktarı nedeniyle piyasadan çekilen ilaçlar Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2010′da etken madde miktarı yönünden 3 ilaç (5 parti), 2011′de 1 ilaç (10 parti), 2012′de 2 ilaç (2 parti) ile ilgili geri çekme işlemi uygulandı. 2013′de ise bugüne dek etken madde miktarı yönünden geri çekilen ilaç bulunmuyor.’ Etken madde dışındaki bozukluklar ne kadar? ABD bile bu başarıyı sağlayamıyor!!!.. Öbür yandan Hürriyet gazetesinden Meltem Özgençin haberine göre Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanı Nihat Ergün CNN’e yaptığı açıklamada:

“Evet, şimdiye dek fiyatı ucuzlatarak ilaç ihtiyacımızı karşılayalım,
ciddi sosyal güvenlik açıkları veriyoruz ama bu yavaş yavaş ilaç firmalarının da taşıyamayacağı bir yük haline gelmiş durumda… Çünkü bahsedilen yakınmalar bir süre sonra artmaya başlar. Haklı bir yakınma çünkü ilacın kalitesinde yavaş yavaş düşmeler olabilir. Geçmişte yaşadık biz hatırlarsanız SSK hastaneleri ilaçları da kendi içindeki eczanelerden veriyordu ilaçları. Ve bu ilaçlarla ilgili
en büyük yakınma, tedavi etmeyen ilaçlar bunlar. Neden SSK ucuza ürettirmek istiyordu. İçindeki etken maddenin en az olduğu ilaçlar olarak eczanelerde
yer alıyordu. Fiyat konuları bir müddet sonra yatırımları önleyen, AR-GE yapılmasını yeni ilaçlar geliştirilmesini önleyen hatta ilacın kalitesini azaltan etkiler meydana getirmeye başlamışsa o zaman bu fiyat politikasını gözden geçirmenin zamanı gelmiştir.”
 diyor. Bilim ve Sanayi Bakanı Nezih Barut ile
aynı kanaatte…

BİR ECZACI ARKADAŞ SORUYOR:

‘İçinde 100 adet tablet bulunan “Levotiron” tableti miadı dolmasına 1 ay kala satarsanız, SGK satışı kabul eder. Peki hasta bir ay sonra kalan öbür 70 adet tableti içsin mi içmesin mi ?? “İçsin” derseniz, aynı biçimde 20 adet WYZ flakonu miadı dolmaya 2 gün kala hastaya satacak olursanız SGK satışı yine kabul edecektir.
Peki hasta kalan 18 flakonu vurulsun mu vurulmasın mı ??’ BİZ DE SORALIM:

‘Miyadı dolmuş ilaç kullanılabilir mi?’..

Bu durumda SGK kâr mı ediyor, zarar mı ediyor? (Bilmeyenler için ipucu verelim!!!! Uygun tedavi edilmeyen hastalıkların sonraki maliyetleri çok daha yüksektir.)

Sayın Nezih Barut’un en önemli itirazı kur farklarının verilmemesidir. 2009’dan beri devlet ilaç için Euro’yu 1.9595 olarak kabul ediyor ama aylardır gerçek Euro kuru
2.7 TL dolayında. Bakanlar Kurulu kararnamesine göre belli bir süre kur artışı olduğunda ilaç fiyatlarının da artması gerekiyor ama Maliye bunu kabul etmiyor.
Nezih Barut’un demecine yanıt veren Başbakan yardımcısı Ali Babacan:’
2009 yılından bu yana yapılan global bütçe uygulamasında enflasyon farkı verildiğini belirterek, “Kurun hiç artmadığı hatta gerilediği yıllarda bile o yılın enflasyonu verildi. Sektörden gelen taleplerde ‘Biz enflasyon farklarını aldık, bir de ayrıca kur farkını alalım’ diyorlar. Bunun karşılanması mümkün değil, gerçekçi değil. Bizim global bütçemiz ne ise o devam edecek. ‘İlaç fiyatı düştü, kaliteden çal’ gerçekçi değildir, Devlet bunun denetimini yapar” cevabını verdi’.

Sonuç: İlaççılar bu sene de kur farkı alamayacaklar. Herhalde o zaman piyasaya
3. ve hatta 4. sınıf ilaçlar verilecek!!!.. Bu arada yeni ilaç fiyat kararnamesi ile ilgili çalışmalar da devam ediyor… İlaç firmaları bir yandan kârlılık kalmadığından,
zarar ettiklerinden ağlaşırken, öbür yandan adını sanını duymadığımız mantar gibi
ilaç firması türüyor. Nezih Barut’un açıkladığına göre bugün Türkiye’de 300 dolayında ilaç firması ve 68 ilaç üretim tesisi var.

Soru 1: Eğer bu sektör karlı değil ise neden mantar gibi, yeni firmalar ortaya çıkıyor?

Soru 2: Devamlı zarar ettiği söylenen bu sektörde 2009’dan beri iflas eden
herhangi bir firma var mı?

Soru 3: Hangi üretim tesisi tam kapasite çalışıyor? Atıl kapasite oranı nedir?
Atıl kapasitenin ceremesini kim çekiyor?

Soru 4: 12 Hammadde üretim tesisi kaç hammadde üretiyor?

Soru 5: Bir taraftan maliyetleri düşürmek için yatırımları ertelediğini, yüzlerce kişiyi
işten çıkarttığını söyleyen ilaç sektörü, halen nasıl oluyor da 7 yıldızlı otellerdeki kongrelere binlerce lira yatırıyor?

Soru 6: Kârsız, hatta zarar eden yerli ilaç firmalarını yabancı ilaç firmaları veya yatırımcılar neden alıyor? Türkler mi bu işi bilmiyor, yoksa yabancılar mı çok aptal???!!

Soru 7: Bu kadar zor durumda olan sektör bire 10, bire 50 mal fazlalarını nasıl veriyor?

Soru 8: Karlılık azaldığı için ilaç firmaları Ar-Ge yapamaz durumda deniyor.
Türkiye’deki yabancı firmaların bir bölümünün Ar-Ge yatırımları gazete sayfaları ve
TV’lerde yayınlanıyor. Onlar bu işi nasıl yapıyor? Daha önemlisi ilaç sanayisinin
altın dönemlerinde, % 500 karla (!) çalıştığı dönemde yerli firmalar hangi Ar-Ge yatırımı yaptı. Bugün bile formül geliştirme dışında hangi ciddi Ar-Ge faaliyeti var? Birçok firma Ar-Ge için TÜBİTAK dahil, devlet kurumlarından aldıkları paraları nerelere harcadılar?

İstanbul Eczacı Odası’nın bildirimlerine göre 61’i kanser ilacı olmak üzere 310 ilaç piyasada bulunmamakta. Sağlık Bakanlığı bu konuda acz içinde, piyasadan
kasıtlı olarak çekilen veya üretilmeyen ilaçlara bir çözüm bulamamakta;

bunların ruhsatlarını dahi iptal edememektedir. Yakında piyasada bulunmayan (üretilmeyen veya ithal edilmeyen) ilaç sayısı daha da artacak ve hastalar onlarca
kat daha çok ödeyerek bunları yurt dışından getirtecek, TİTCK yurt dışından getirilecek ilaçlar için liste üstüne liste yayınlayacaktır ve şu anda olduğu gibi, SGK da bunları
paşa paşa ödeyecektir.

SONUÇ

1. İlaç kalitesi konusunda konuşabilecek en yetkili kişilerin başında Sayın Nezih Barut gelir. Herhalde bir pratisyen hekimden daha fazla ilaçta kalite ve kalite kontrolünü bilir. Yüz senelik bir firmaya senelerini vermiş Türkiye’nin en büyük ilaç sanayicisi ve İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası başkanı. Yalnız Türkiye’de değil, birçok ülkede ilaç satmakta. Bu ve başka nedenlerle Nezih Barut’un söylediklerini reddetmek yerine yetkililer takkelerini önlerine koyup sorunlara çözüm bulmak zorundadırlar.

2. İlaç Fiyat Kararnamesi acil olarak değiştirilmeli, hastaların ve geri ödeme kurumlarının zarar görmesi önlenmelidir. SGK kendi kusurlarını görmeli,
akılsız ilaç kullanım politikasını değiştirerek tasarruf etmelidir.
İlacın tüm maliyeti sanayicilere ve eczacılara yüklenmemelidir.

3. SGK bir an önce Farmakoekonomiyi öğrenmeli ve geri ödemeleri farmakoekonomik ilkelere göre yapmalıdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde geri ödemesi olmayan, OTC ürünleri bile geri ödemekten vazgeçmelidir.

4. SGK kendi kafasına (!) ve kimi firmaların çıkarına göre ödeme yapacağına,
bütün Dünyaca kabul edilen terapötik rehberlere göre geri ödeme yapmalıdır. Örneğin hipertansiyon tedavisinde ACE inhibitörlerinin ARB’lerden farksız olduğu binlerce kez gösterildiği halde, neden halen çok daha pahalı ARB ve kombinasyonları geri ödeme listesindedir?? Neden antipsikotikler Türkiye’de endikasyon dışı kullanımlarda geri ödenmektedir. ABD’de daha çok yakın zamanda Risperdal’i endikasyon dışı pazarladığı için Johnson & Johnson 2.2 milyar $ ceza aldı.

5. TİTC Kurumu her ilaca ruhsat vermekten vazgeçmelidir.

Örneğin 2012 ve 2013 yıllarında ruhsat alamayan kaç ürün oldu?
Türkiye gittikçe bir ilaç çöplüğüne dönmekte;

  • Ucuz ilaçlar piyasadan kalkarken etkisi tam olarak bilinmeyen
    ve hatta
    etkisiz-çok az etkili ilaçlar piyasayı doldurmakta!

DİYARBAKIR GÖRÜŞMESİ..

DİYARBAKIR GÖRÜŞMESİ..

portresi2

Onur ÖYMEN

Hükümetin olumlu bir kamuoyu algısı yaratma çabalarına karşın, Başbakanın Diyarbakır’da Barzani İle yaptığı görüşme birçok bakımdan ciddi sakıncalar yaratacak niteliktedir.

Bir kez Başbakanın muhatabı bir yerel yönetim lideri değil, Irak Başbakanıdır.
Başka bir kentte düzenlenen uluslararası toplantılar gibi ayrıksı (istisnai) durumlar dışında Başbakanın dış temaslarını yürüteceği yer, Türkiye’nin veya ilgili ülkenin Başkentidir. Barzani Türkiye’nin Başbakanı tarafından kabul edilmek istiyorsa,
kendisini Ankara’da ziyaret etmeliydi.

Suriye’deki durum gibi konular uluslararası ilişkiler kapsamına girer.
Bu gibi konuların yerel yönetim liderleriyle görüşülmesi de doğru değildir.
Türkiye’nin Irak’la arasındaki en önemli sorun, PKK terör örgütünün Kuzey Irak’taki varlığına yıllardan beri müsamaha edilmesidir ve PKK’nın fiili denetimi altında
Mahmur Kampında yaşayan 11,000 Türk vatandaşının durumdur.

BM Güvenlik Konseyi‘nin kararları ve Irak Anayasası, Irak Hükümetine topraklarında terörist faaliyetlere müsamaha etmeme yükümlülüğü getirmektedir.Oysa Irak Hükümeti de, Barzani de PKK’nın Irak topraklarını terk etmesini sağlayamamış ve özellikle
son yıllarda bu yolda hiçbir çaba göstermedikleri gibi; Türkiye’nin müdahalesini de engelleyici bir tavır içine olmuşlar, hatta Türk milletini rencide edici beyanlarda bulunmuşlardır.

Başbakanın şimdiye dek “Kuzey Irak Yerel Yönetimi” deyimini kullanırken şimdi “Kürdistan” dan söz etmesi bu bölgenin adım adım bağımsız bir devlete dönüştürülmesi çabalarına Türkiye’nin de destek olabileceği, hiç değilse
karşı çıkmayacağı izlenimi uyandırmıştır.

Barzani’nin Diyarbakır’a askeri üniformaya gelmesi dikkatlerden kaçmamıştır.
Bu kıyafet, O’nun bağımsız bir silahlı kuvvetin komutanı olduğunun simgesinin göstergesidir. Kendisinin daha önce Türkiye’ye birçok kez sivil giysiyle geldiği bilinmektedir. Diyarbakır’daki görüşmeye katılan bir ses sanatçısının da
askeri giysiye benzer bir giysiyle geldiği de göze çarpmıştır.

Eğer basının yazdığı gibi Barzani’nin toplu nikah töreninde hediye vermek üzere
üç bavul dolusu altını Türkiye’ye getirdiği doğruysa, bu da uluslararası alanda örneği pek görülmeyen ve yasalarımıza göre geçerliliği tartışmalı bir durum yaratmıştır.
Başbakanın “çözüm süreci” olarak adlandırdığı gelişme, bütün sakıncaları bir yana, Türkiye’nin bir iç sorunudur. Böyle bir konuda Barzani’den destek istenmesi
O’nu Türkiye’nin bir iç sorununa karışmaya davet etme anlamı taşır ve bu açıdan
son derecede sakıncalıdır.

Bütün bunlardan daha vahimi, Barzani’nin ziyaretinden birkaç gün önce
Atatürk’ün Diyarbakır’daki “Ne mutlu Türküm Diyene” sözlerini içeren
bir tabelanın kaldırılması
dır.

Bunu Barzani’ye hoş görünmek için ulusal değerlerimizden vazgeçebileceğimiz şeklinde yorumlayan vatandaşlarımızın ulusal duyguları incitmiştir.

  • Ülkemizin ulusal bütünlüğünü zedelemek isteyenleri memnun etmeye çalışanlar, Halkımızın ezici çoğunluğunun temel değerlerini feda etmek
    hakkına sahip değildirler.
  • Bu gelişmeler karşısında sessiz kalan muhalefet partileri de Hükümetin
    tarih karşısındaki sorumluluğunu paylaşmış olacaklardır.