Etiket arşivi: Türk Tabipleri Birliği

SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMİNDE NELER SÖYLEDİK??


SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ, KOLLUK VAHŞETİ ve R.T. ERDOĞAN ÜZERİNDEN;
HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ

Dostlar,

Sessiz Çığlık” eyleminde bu Cumartesi de katıldık.
Kitle sayısal olarak önceki haftadan daha küçüktü.
Ankara tatile çıkıyor galiba.. diye düşündük.
Ama tekerlekli sandalyesinde bir kadın da oradaydı!
Hasdal’da, Hadımköy’de, Maltepe’de, Silivri’de, Sincan’da… zindanlarda tutsak
ya da rehin alınan asker – sivil yurttaşların yakınları idi gene bir avuç..

Ellerinde “sevdiceklerinin” fotoğrafları vardı.. Yer yer kollarının var gücüyle yukarı kaldırıyor, yorulunca da sıkı sıkı göğüslerine bastırarak tutuyorlardı.

Kadınlar, ağızları bağlı örgü örüyorlardı. Hava çok sıcaktı..

Bir gezgin (mobil) sesbüyütürden (hoparlör) marşlar çalınıyordu…
Güzelim Harbiye Marşı da!
Basın olarak Ulusal Kanal ve Başkent TV dışında mikrofon görmedik ama
en az 5-6 kamera üçayaklarının (tripod) üzerinde çekim yapmaktaydı.

Geçen hafta, birşeyler söylemek istediğimizi düzenleyiciye belirtmiştik. O hafta tümüyle “sessiz çığlık” idi yapılan.. Ağızlar bağlı, kadınlar eşlerine çorap – hırka vb. örüyor; fotoğraf ve posterler de zaten dilsiz..

Siyasal iktidar belki bu “dil” den anlardı !?

Ama olumlu gelişen bir şey olmuyordu..

Bu hafta ilk sözü, Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüz aldılar. Bırakalım hukukun özünü, yani her somut olayda gerektiğinde hukuk yaratarak adaleti gerçekleştirmeyi; apaçık, net, pozitif hukuk kurallarının (normlarının) bile nasıl ayaklar altına alındığından örnekler verdi. Uluslararası normların da.. Dehşet verici bir tablo idi. Çünkü Hukuk içinde kalarak hak arama ve adaletsizliği dışlama (bertaraf etme) olanağı kalmamıştı.. Peki ne yapılacaktı?

Karşımızda hukuku pervasızca çiğneyen, yargıyı büyük ölçüde siyasallaştırmış bir iktidar vardı. Nasıl savaşım verilecekti? Silahlar denk değildi.. Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüzü dinlerken kafamızda bu acı çağrışımlar dolaşmaktaydı.

*******************

Pablo_Neruda_Halkin_gercek_gucu

Mikrofon bize uzatıldığında aşağı – yukarı ve şunları söyledik (yazarken eklemeler yaptık) :

Ülkemizin değişik zindanlarında yıllardır tutsak / rehin alınan asker – sivil yurttaşlarımızı saygı ve sevgi ile selamlıyoruz. Verdikleri ulusal dava savaşımının (mücadelesinin) ortaklarıyız.

Bu günler de elbet bitecektir. Onurlu ve dik duruşları nedeniyle onlarla övünüyoruz..

Biz bu gün burada salt bilimsel bir değerlendirme yapacağız. 40 yılı aşan tıp birikimimizi
öne çıkaracağız. Politik söylemler iktidarı çok rahatsız ediyor. Belki bilimsel gerçekler işe yarar??

Pekii.. Bir canlı, bir toplum neden ÇIĞLIK atar?

Tehlikede olduğunu, yardıma gereksinimi olduğunu başkalarına duyurmak için..
Bu davranışın Tıpta, Psiko-biyolojide karşılığı, Hans Selye’nin STRES KURAMI’dır. Canlılar strese sokulduklarında ÇIĞLIK atarlar.
Bu çığlık doğası gereği seslidir ve hatta olabildiğince yüksek şiddette
(dBA) ve tizdir ki duyulma olasılığı artsın.

Ne var ki, 1 yıla varan süredir bu eylemler SESSİZ ÇIĞLIK olarak yürütülüyor.
Hem çığlık atılacak hem de bu eylem, doğasına aykırı olarak SESSİZ olacak!
Aşkolsun bu halka, helal olsun bu insanların sabır, olgunluk ve yaratıcılıklarına!
Ancak bu sessiz çığlıkları da duyan yok! Oysa seslisinden etkili olur diye umulmuştu!

Çare neydi? Çare, hükümeti rahatsız edecek eylemlerde.. Bu belirlemenin de payı olsa gerek ki, 1 aydır bu kez “İNTİFADA” (sesli mi sesli çığlık!) sergilenmekte. İşte bu tablo siyasal iktidarı epey ürküttü ve o ölçüde de orantısız şiddet hatta vahşet kullanmaya başladı.

Oysa sağduyunun gereği, bu insanların ne dertleri olduğunu anlamaya çalışmayı gerektiriyordu. Ardından da demokratik uzlaşma kültürünün gereği olarak istemleri olabildiğince, hukuk içinde karşılamak..

Ne ki, tam tersini gözlüyoruz.. Gittikçe artan kolluk şiddeti..
Bu bir kısır döngüdür ve Sistem Kuramı’na göre yıkım doğurur.
Yıkılacak olan Halk değilse kimdir? Elbette siyasal iktidardır!

– 5 insanımız öldü,
– 13 insan gözünü yitirdi,
– çok sayıda insanın yüzünde sabit izler kalacak
(Adli tıp deyimi ile Çehrede sabit eser)..
– 60 dolayında ağır yaralı var. Kafatası kırılanlar, kaburgaları kırılanlar,
halen yoğun bakımda olanlar..
– 8 bini aşkın resmi kayıtlı yaralı var..

Bir de milyonlarca gönlü kırıklar..
Yani psişik travma alanlar ki olumsuz etkileri bırakın yaşam boyu sürmeyi, kuşaklar boyunca aktarılabilecek olanlar.. Özellikle can yitikleri!

Ne oluyoruz?? Ülkede iç savaş mı var??

Ve araçlarını bu denli ölçüsüz, orantısız, hukuk dışı ve yaralama – öldürme erekli kullanan polise parasal ödül (Osmanlı Ulufesi?) 2 anlama gelebilir :
Ya açık bir psikolojik savaş ya da tam bir düşünsel karmaşa (mental konfüzyon)!
İki seçenek de birbirinden sakıncalı AKP yönetimi ve ülkemiz için.

Çok talihsiz bir saptama ki, ülkenin tepe yöneticisi “kör gözüm parmağına” tutumu içinde. Hem de inatla, gözü kara biçimde.. Kolluk tek tutamağı gibi, tek koruyucusu gibi, öylesine bir algı içinde. Halkının en az yarısını kendisine “düşman” görmekte.
Oysa demokraside ötekileştirme yoktur, çoğunluk baskısı olamaz, çoğulculuk temeldir. En az sayıdaki insanların bile hakları korunur. İktidarınız değil %50 (ki gerçekte matematiksel olarak hiç %50 olmadığı gibi halen çok daha düşük, AKP azınlık iktidarı!), % 80 bile olsa, mutlak sınırlarınız vardır :

TEMEL İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ!
Bunun da çerçevesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – AİHS‘dir ve
Türkiye bu Sözleşme’ye taraftır, hukuksal olarak bu üstün hukuk normlarıyla bağlıdır (Anayasa md. 90)!

  • Bu olaylar AİHM’ne taşınacak ve Türkiye çok sayıda davada ciddi mahkumiyetler alacaktır. AKP iktidarının siyasal – tarihsel ömrü ve işlevi tamam olmuştur.

Toplumsal olaylarda kolluk, güvenlik önlemi alırken, sağlık hizmetleri için de koridorlar açmak zorundadır. YAŞAM HAKKI kutsaldır ve her şeyin üzerindedir. Devletin de
1. görevi yurttaşın can – mal güvenliğini sağlamaktır. Polis bunu becerememekte,
Sağlık Bakanlığı da görevini gereği gibi yapmamaktadır. Oluşan kabul edilemez hizmet boşluğu, gönüllü hekimler tarafından Türk Tabipleri Birliği örgütlemesi ile kapatılmaya çalışılmış ve çok sayıda acil sağlık hizmeti gereksinimi yerinde karşılanmıştır.
Bu yapılmasa idi tablo çok daha ağır olabilirdi. Hükümet en azından bu katkıyı şükranla karşılamak yerine, bir başka irrasyonel davranışla sağlık personelini ellerini
arkadan kelepçeleyerek
gözaltına almıştır! Yetkili Cumhuriyet savcısı bu açık yasa dışı davranışa nasıl göz yumabilir? Bırakın arkadan kelepçelemeyi, normal kelepçenin de koşulları yoktur! Bu kişilerin kaçma olasılığı, kendisine ya da çevresine zarar verme olasılığı.. Hangisi vardı? Üstelik elleri arkadan kelepçelenen insanın özel olarak korunması gerekir.. Gözaltına alınırken itilir kakılırsa ve düşerse kendisini ciddi – ağır yaralanmalardan nasıl korur? Yoksa amaç – murat tam da bu mudur? Tam da bu tür vahşet midir parasal ödül (başa bela Yeniçeri ulufesi!) getiren? Oysa sağlık çalışanlarının savaşta bile dokunulmazlığı vardır. Kendilerine ateş edilmez,
tutsak alınmazlar.. Hipokrat yemini ve Tıbbi Deontoloji Tüzüğü,
hekimleri her durumda gereksinim sahiplerine tıbbi yardımla yükümlü kılar.

Bir de Sağlık Bakanlığı’nın soruşturma işlemi.. Tam bir trajik-komedi!
Türkiye Barolar Birliği Sağlık Bakanlığı hakkında, çok yerinde bir girişimle
suç duyurusunda bulundu. Türk Tabipleri Birliği de bugünkü kongresinde Bakanlığı kınadı ve bu yardımın gerektiğinde sürdürüleceğini açıkladı
(Başkan, tıbbiyeden sınıf arkadışımız sevgili Prof. Özdemir Aktan’ın ağzından).

  • Biz de diyoruz ki; BARİ SAVAŞ HUKUKU UYGULAYIN!

 

Sessiz_ciglik_konusmamiz_30.6.13

 

 

 

 

 

 

 

Polisin kullandığı basınçlı suya gelince : Bir kez basıncı çok yüksek, çarptığı insanları savurup yere seriyor.. Bu ciddiyaralanma, sakatlanma hatta ölüm riski demektir. Gözünüze gelirse kesin olarak parçalar ve kör edebilir. Bu bakımdan basıncının azaltılması ve 45 derece açı ile yere sıkılması gerekir. En fazla diz altı düzeyinde insana sıkılabilir çok zorunlu kalınırsa..

İçine “ilaç” koymaya gelince.. İstanbul Valisi beyefendi “Suya kimyasal değil ilaç konuyor” buyurmuş. Özürü kabahatini öyle aşkın ki.. Bir kez ilacı yalnız hekimler kullanır. Böylesi bir amaçla kullanımı hekimlerin de yetkisinde değildir. İlaç kullanımı hekimler için ciddi tıbbi – yasal yükümlülükler de doğurur. Vali bey güya “kimyasal kullanmıyoruz” demeye getiriyor ama bilgisi her ilacın bir “kimyasal” olduğunu ayırtedemeyecek durumda! AKP’nin valisinin bu hallerini art alana itersek, tablo vahimdir. Kolluk, basınçlı suyu hatalı ve vahşice kullanmakla yetinmemekte, boyalı kimyasal katarak insanları damgalamaktadır. Ayrıca bu boyalı kimyasallar deride yangı tepkimesi oluşturarak insanların canlarını ek olarak yakmaktadır. Beklenen, her araç mübah olarak protestocuları dağıtmaktır. RT Erdoğan’ın asabı bozulmakta, tahammül edememekte, kalabalıkları zaafiyet olarak görmekte ve Bakanına kesin talimat vermektedir : DAĞITIN!

  • Polis de “DAĞILIN LAN DAĞILIN” buyurmaktadır.

An gelir, Halepçe vb. örneklerdeki gibi halkına kimyasal silah kullanma eşiğine gelirsiniz, uyaralım.. Bu sulara hiçbir kimyasal katılMAmalı ve yukarıda belirttiğimiz kısıtlarla kullanılmalıdır.

BİBER GAZI sorunu.. Başbakan “olağandır, polis kullanır..” deme zorunluğunu neden duyuyor? Danışmanları O’na, AİHM’nin Nisan 2012’de Ali Güneş davasında Türkiye’yi mahkum ettiğini, 10 bin € tazminat ödendiğini neden söylemiyor?? Ya da RTE bilmezden mi geliyor? Bu gazların içeriği nedir? Bir hekim olarak benim bunları bilmem gerekir ki, etkilenenlere uygun sağaltım verebileyim, varsa özgül antidotunu kullanayım. TTB İçişleri Bakanlığından sordu ancak yanıt yok.. Oysa Anayasa md. 74 “gecikmeden” yanıt yükümlüğü yüklüyor İdareye!

Kapalı mekanlara asla sıkılmamalıdır, kitleler uyarılmadan kullanılmamalıdır.
Düşük yoğunlukta ve havaya 45 derece açı ile atılmalıdır. Bu koşullarda bile insanlar zarar görürse, AİHM kararı uyarınca Devlet – Kolluk zincirleme sorumludur ve
Devletin zararı hatalı kamu görevlisine rücu (geri yükleme) zorunluğu vardır.

40 yılı aşan tıbbi birikimimizle rahatlıkla söyleyebiliriz ki;

  • Başbakan R.T. Erdoğan’ın ruhsal duygudurumu (İng. mood) ülkemizi yönetebilecek durumda değildir.

Her gün yazılı basın ve TV’lerden bu durum açık ve net olarak izliyoruz.

  • Başbakan zorunlu bir “mola” almalıdır.

Bir yurttaş olarak, tam donanımlı bir Üniversite hastanesinden “görevini sürdürebilir” raporu almasını istiyoruz. Başbakan buna zorlanmalıdır. Türk Tabipleri Birliği,
Türk Psikiyatri Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği HASUDER, Türk Psikologlar Derneği.. bu bağlamda baskı grubu olmalıdır.

TÜBA, TÜBİTAK, Üniversiteler etkisizleştirilmiştir
, sesleri çık(a)mamaktadır!
Başbakanın buna yanaşmayacağı kesin gibidir. O zaman “yokluğunda” (gıyabında) rapor düzenlenebilir.. Bu rapor istemi bir demokratik meşru direniş yöntemidir. Çünkü bu kişinin davranışları kamuoyu önündedir.  Panik bozukluğu içindedir. Bilerek ve isteyerek
gerçek dışı açıklamalarda ve tahriklerde bulunmakta, halkını yanıltmaya ve ayrıştırmaya çalışmaktadır. Realiteden kopmuş gibi bir görünümü vardır, bu durum çok tehlikeli
bir dissosyasyona neden olabiliir. Dissosyatif sendromlar tıpta ağır tablolardır,
kişilerin hak (ve fiil) ehliyetlerini ciddi düzeyde sınırlamak gerekebiir. Ayrıca ruhsal kapasitesinde apaçık bir regresyon izlenmektedir; geçen hafta Kayseri mitinginde kalabalıklara 2 kez “kadanızı alırım sizin” gibi üzerinde çooook durulması gereken
bir abartılı duygusal tepki göstermiştir. Regresyon, puerilizm eşiğinde ciddi midir?

Bu kritik soruların yanıtını merak ediyoruz.
Gerçek durum bu ise, RT Erdoğan’ın tıbbi raporla en azından bir süre görevinden ayrılması ve tedavi edilmesi gerekebilir.
Durumun ortaya konması 5 kişilik bir Psikiyatrist kurulunun raporunu gerektirir.
Bunu istemeliyiz.

Bu arada; Devletin başı olan kişi, neden bu denli atıldır neden, neden?

Sonuç olarak :  İktidar panik içindedir, halk, deyimi yerinde ise “teneke çalmaktadır”. Eylemler tüm dünyada haklı, meşru ve de çooook yaratıcı bulunmaktadır.
Sağduyu herkesten çok R.T. Erdoğan’a ve AKP yöneticilerine düşmektedir.
Bürokrasi de, yasaya aykırı emirleri uygulamamalıdır. Allah’tan ümit kesilmez; Çankaya’da oturan AKP’li zat da, hidayate erişir mi acaba?? Göreceğiz.

Siyaset kurumu, bu inanılmaz güzellik ve incelik (zarafet) taşıyan halk direnişine
benzer yaratıcılıkla önderlik etme yükümü altındadır.
Bu, dayanılmaz, karşı konulmaz, ertelenemez asal bir tarihsel sorumluluktur.
Aksi takdirde dere, akacağı yatağı kendi potansiyeli ile bulacak ve
kapsamlı bir politik tasfiye kaçınılmaz olacaktır.

Adnan Binyazar‘ın söylemiyle

  • “Son sözü, tarihin en kritik yerinde hep direnenler söyleyecektir!”..

Direniş şehidi, polis kurşunu kurbanı Ethem Sarısülük de bu dövizi taşıyordu vurulduğunda.. Elinde başkaca hiçbir şey yoktu..
Ama mahkeme, katil polis Ahmet Şahbaz’ı “nefsi müdafa” bağlamında salverdi!?
Dayan yüreğim dayan..

Dayanacak ve örgütlü savaşımla (mücadele) ile bu deli gömleğini de
mutlaka yırtacağız
.

Herkese ama herkese sabır, kolaylık ve kesin bir sağduyu diliyoruz.

Umutsuzluk ATATÜRK’ün devrimci halkına yakışmaz, bilimsel değildir, duygusaldır.

Felsefeci Prof. Ahmet İnam, “Umutsuzluk Ahlaksızlıktır” diyor bu adı taşıyan kitabında!

Adnan_Binyazar_son_sozu_hep_direnenler_soyler

Önümüzde 3 D modeli duruyor..

Diren Türkiye!

Dik dur Türkiye!

Dev-ri-le-cek-ler !!!

Yazımız pdf olarak da okunabilir :

 

HALK_AYAKLANMASININ_SOSYAL_PSIKOLOJIK_IRDELEMESI

Sevgi ve saygı ile.
30.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

HEKİMLERE ve TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ’NE YÖNELİK SUÇLAMALARI KINIYORUZ

Kınıyoruz

HEKİMLERE ve TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ’NE YÖNELİK SUÇLAMALARI KINIYORUZ

Son günlerde, özellikle Gezi Parkı eylemleri bağlamında, Hipokrat yemini etmiş
çok değerli, fedakâr hekimlerimizi hedef alan, hatta zaman zaman suçlamalara varabilen olumsuz değerlendirmeleri ve açıklamaları kaygıyla tespit etmekteyiz.

Hekimlerimize ve onların meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği’ne yönelik suçlamaları talihsiz ve üzücü bulduğumuzu ve kendileriyle dayanışma içinde olduğumuzu ifade etmeyi görev biliyoruz.

Kamuoyuna saygı ile duyururuz.
19.6.13, Ankara

Av. Prof. Dr. Metin FEYZİOĞLU
Türkiye Barolar Birliği Başkanı

Yaşar Nuri Öztürk : 15 Haziran akşamı üzerine notlar


15 Haziran akşamı üzerine notlar

portresi

 
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK

 

15 Haziran 2013 akşamı Türkiye’nin, insan hakları uğruna sergilenen eylemler tarihinde müstesna bir akşam oldu. Taksim Direnişi’nin omurga mekânı olan Taksim Gezi Parkı, protestoculara biber gazı bombalarıyla saldıran polis tarafından akşam saatlerinde boşaltıldı. Hafta sonundan yararlanarak direnişçi fütüvvet ekiplerini ziyarete gelen yüzlerce çocuk ve yaşlının da doldurduğu park, biber gazı bombaları ve
Toma denen araçların sıktığı kimyasal madde karışımlı suyla tam bir cehenneme dönüştürüldü. Onlarca yaralı vardı. Çocuk ve yaşlı insan feryatları ayyuka çıktı.
Olup bitenleri televizyon kanallarından canlı olarak izledik. Aldığım notların bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle şunu belirteyim:

Polis, gaz bombalarıyla yalnızca Gezi Parkı’nı cehenneme çevirmedi, halkın olay yerine yaklaşmasını önlemek için Taksim meydanına giriş sağlayan Sıraselviler’le
İstiklal Caddesini de gaz bombası yağmuruna tuttu. Sıraselviler birkaç hastanenin sıralandığı bir yerdir. Atılan gaz bombaları, bu hastanelerdeki insanları da ciddi biçimde taciz etti. Polis ayrıca, halkın kümelenmeye başladığı Mecidiyeköy meydanını da Anadolu yakasında Boğaz köprüsüne çıkış veren Fikirtepe kavşağını da,
toplanan halkı sindirmek için gaz bombalarıyla zehir doldurdu. 17 Haziran tarihli gazetelerden öğreniyoruz ki; polis, İstanbul Teşvikiye Camii’ne sığınanları sindirmek için caminin bahçesine de gaz bombası atmış.

DİVAN OTELİ VEYA ‘AYYILDIZ OTELİ’

Bu tarihî güne damga vuran bir mekân da Taksim’deki Divan Oteli oldu. Bu otel,
büyük bir insanlık bilinciyle, kendisine sığınan yaralılara âcil sağlık yardımı için
kapılarını ilk günden itibaren açtı. 15 Haziran akşamı, polis bir tür revir hizmeti veren
bu oteli de biber gazıyla bombaladı. Öyle bombaladı ki, sadece revir görevi yapan alt
katlar değil, turistlerin barındığı üst katlar bile gazla doldu.

Divan Otel’in tarihsel şuuru halk tarafından hemen görüldü ve Otel’in önünden
canlı yayın yapan ünlü gazeteci Uğur Dündar, halkın bu fark edişinin sonucunu dünyaya duyurdu: Halk, beş yıldızlı turistik bir otel olan Divan Otel’in adını
‘Ayyıldız Oteli’ olarak değiştirdi.

AKUT, gazdan yararlananlara âcil yardım için Ayyıldız Oteli’ne geldi.

KURUM TEMSİLCİLERİNİN GÖZLEMLERİ 

  • Su sıkan motorlu canavarların halk üzeine sıktığı suya kimyasal madde karıştırıldığı, gazeteciler ve hekimler tarafından dünyaya duyuruldu.
  • Çeşitli kuruluşlar adına konuşan doktorlar bu kimyasal madde karışımlı suyun halk üzerine sıkılmasını bir ‘katliam’ olarak niteledi.

Gazeteci ve aydınların ortak beyanlarından biri de şuydu:

Polisin attığı gaz bombaları evrensel hukuka aykırı olarak kullanıldı.
Bu kullanımın adı ‘orantısız güç kullanmak’ değildir, bu kullanım açıkça
insanlık suçudur. Uluslararası mahkemelere mutlaka götürülecektir.

Şu da var:

  • Yaralananlara âcil sağlık hizmeti veren birçok doktor,
    elleri arkadan kelepçelenerek tutuklandı.
    (17 Haziran tarihli gazeteler)
  • Uluslararası hukuk, yaralılara yardım eden doktorların tutuklanmasını,
    savaş zamanında olsa bile, suç saymaktadır.

Gazeteci Can Dündar:

  • “Polis akıl almaz bir şiddet uyguluyor. Ben bunca yıl pek çok eyleme tanık oldum; böylesine acımasız, böylesine vicdansız bir polis müdahalesi görmedim.
    Bu bir insanlık suçudur. Valileri, emniyet yetkililerini bu yönde verilen emirlere uymamaya çağırıyorum. Aksi halde ileriki zamanda bunun hesabını veremezler.”

İstanbul Tabip Odası yetkilisi          :

  • “Sağlık bakanlığı, ‘Neden revir açtınız, yaralılara neden ilk yardımda bulundunuz?’ diye bize soruşturma açtı. Bakan bizden
    yaralıların listesini istiyor.
    Doktorlarımız tehdit ediliyor.”

Türk Tabiplerİ Birliği;
– polisin gazlı saldırısı üzerine 11 bin kişinin gazdan etkilendiğini,
– yaralananların sayısının ise 788 olduğunu bildirdi ve
– Dünya Sağlık Örgütü’yle Dünya Tabipler Birliği’ne ‘âcil’ kaydıyla şu çağrıyı yaptı:

  • “Dünya kamuoyunu, insanların demokratik taleplerinin şiddetle bastırılmasını durdurmak için harekete geçmeye çağırıyoruz.”

(YURT Gazetesi, 18.6.13)

Polis Vahşetinin Bilançosu


Polis Vahşetinin Bilançosu 

TTB (Türk Tabipleri Birliği) Bilançoyu Açıkladı:
4 Ölüm 55 Ağır Yaralı

TTB_logosu

Türk Tabipleri Birliği, Gezi Parkı direnişlerinde polisin müdahalesi sonrasında ortaya çıkan bilançoyu açıkladı. Tablo korkunç… 4 ölüm, 55 ağır yaralı

Türk Tabipleri Birliği, Gezi Parkı direnişlerinde
polisin müdahalesi sonrasında ortaya çıkan bilançoyu açıkladı.

Tablo korkunç… 4 ölüm, 55 ağır yaralı

“Türk Tabipleri Birliği olarak Taksim Gezi Parkı eylemleri ve sonrasında ülke geneline yayılan eylemlerde hemen tamamı polisin uyguladığı şiddet sonucu oluşan sağlık sorunlarını tabip odalarımız ve meslektaşlarımızın ilettiği verilerden derlemeye çalışıyoruz” denilen açıklamanın bilançosu şöyle:
13 İlde yaralılar olduğu tespit edildi.

Kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine ve çatışmaların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 7478 kişi yaralı olarak başvurdu.
Yaralanmaların içeriğini biber gazına bağlı yüzeyel yangı ve solunum sıkıntıları, astım krizi, epilepsi atakları, yakından atılan biber gazı kapsülleri, plastik mermiler ve darpa bağlı kas-iskelet sistemi yaralanmaları (yumuşak doku zedelenmeleri, kesiler, yanıklar, basit kırıklardan sekel bırakacak ciddiyete sahip açık/kapalı kırıklar), kafa travmaları, plastik mermilerden kaynaklı görme kayıplarına varan göz problemleri ve karın içi organ yaralanmaları oluşturuyor.4 Kişi hayatını kaybetti.

Hayatını kaybedenlerden biri polis memuru.

55 Ağır yaralı var.

91 Kişi kafa travmasına uğradı.

1’i Ankara’da, 3’ü İstanbul’da, 1’i Eskişehir’de olmak üzere 5 ağır yaralının hayati tehlikesi mevcut.

10 Kişi gözünü kaybetti!

1 Kişinin dalağı alındı.

Ankara Kızılay’da özel bir dershanede çalışan 47 yaşındaki temizlik işçisi 5 haziran çarşamba gecesi kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti. İşçinin çalıştığı bölgedeki yoğun gaz maruziyeti ile ilgisi olduğu düşünülen olay hakkında İncelemeler sürüyor.
İçeride yaralılar ve doktorlar var iken 02 Haziran 2013 gecesi Ankara’da Mülkiyeliler Birliği’nde kurulan revire gaz bombası ile müdahale edildi.

Yoğun polis müdahalesi nedeniyle çok sayıda yaralının bulunduğu Taksim Gezi Parkı’ndaki revire 12 Haziran 2013 saat 03 sularında 5 adet gaz bombası atıldı.
31 Mayıs itibari ile meydana gelen olaylarda bir TTB Merkez Konsey Üyesi ve
Ankara Tabip Odası Yöneticisi yaralandı.

============================

Dostlar,

2 sözcükle ve sözcüklerin tam anlamıyla “YAZIKLAR OLSUN”!

Bu denli ağır fatura iç savaşta olur olsa olsa..

Hükümeti ve güvenlik güçlerini acilen sağduyuya ve şiddeti “zorunlu olan en aza” indirmeye ivedilikle çağırıyoruz.

Hukuk devletinde hiçbir suç cezasız kalmaz!

Sevgi ve saygı ile.
13.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

VARDİYA BİZDE PLATFORMU BASIN AÇIKLAMASI


Dostlar
,

VARDİYA BİZDE PLATFORMU,

acı gerçeklere yangın bir yürek çağıltısı tonuyla yer veren basın açıklaması yaptı.

Bu açıklama ve dileklerin iktidar sahiplerince gereğince değerlendirilmesi dileğimizdir.
Ayrıca bu tür metinler, siyasetin ustalık döneminde olduğunu savayanlar için de
çok değerli geri beslemelerdir.

Asla unutulmasın: toplumsal erinç (huzur) gönenç (refah) ve barış;

emperyalistler ve işbirlikçileri ile
ruh sağlığını yitirmişler dışında herkesin yararınadır.

İçeriğini bizm de paylaştığımız basın açıklaması metni aşağıda.

Bu arada bir sorumuz var : Eskişehir Hava Hastanesi, metinde geçen yaralıyı
neden kabul etmemiş ve sağlık hizmeti vermemiştir?
Mutlaka bir açıklama yapmalarını bekliyoruz..

Yaralı yakınlarının resmi başvuru ile gerekçe sormalarını ve Türk Tabipleri Birliği de dahil, ilgili -yetkili makamlara dilekçe ile yakınıda bulunmalarını öneriyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
9.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

VARDİYA BİZDE PLATFORMU BASIN AÇIKLAMASI

TAKSİM Gezi Parkı’nda başlayarak tüm yurdumuzu saran hatta yurt dışına taşan demokratik direniş olayını benimsiyor, önemsiyor ve destekliyoruz.

Çoğunluğunu gençlerimizi oluşturduğu eylemin;

Cumhuriyetimizin temel değerlerine,

Demokrasimize,

Toplumsal ve bireysel hak ve özgürlüklerimize, özel yaşamımıza,

Ülkemizin iç ve dış güvenliğinin tehlikeye atılmasına,

Baskıcı dikta yönetimine karşı yapılan haklı bir direniş olduğunu inanıyoruz.

Bu kapsamda, yargının siyasetin etkisine alınarak bağımsızlık ve tarafsızlığının
büyük ölçüde yok edilmesinin de direnişin gerekçelerinden biri olduğu yadsınamaz.

BALYOZ -ERGENEKON – GİZLİ BELGE – 28 ŞUBAT gibi uydurulmuş davalarla Ordumuzun, aydınlarımızın, vatanseverlerin haksız hukuksuz uygulamalarla
kendi ülkesinde tutsak (esir) edilmesi yürekleri kanatmaktadır.

Halkımızın bu haklı direnişinin söz konusu hukuksuzluklara da çözüm getireceğini
umut ediyoruz.

Bu olaylarda;

-Basınçlı su nedeniyle bir emekli subay arkadaşımızın kulak zarı patlamış,
-Ankara’da, bir arkadaşımızın kızına sis bombası kapsülünün isabet etmesi sonucu ayağı iki yerden kırılmış,
-Eskişehir’de bir arkadaşımızın oğluna atılan tekme sonucu burnu dört yerden kırılmıştır.

  • Bu olayda üzüntümüzü artıran bir gelişme de,
    Eskişehir Hava Hastanesi’nin ilk yardım için yaralı evladımızı
    kabul etmeyişidir. (A. Saltık : Mutlaka açıklama yapmalılar..)

Türk halkının emniyet ve güvenliği için teşkil edilmiş olan Türk polisinin acımasız,
kadın-çocuk-yaşlı, suçlu-suçsuz ayırımı yapmayan davranışları, orantısız güç kullanımı kabul edilemez.

Buna karşılık iyi niyetle ve yüce amaçlarla yürütülen direniş hareketinin içine sızarak, kamu ve bireysel mallara zarar verenleri, polisimizi taşlayanları onaylamamız da
söz konusu olamaz.

Bu davranışların devlete ve ulusa karşı değişik hesaplar içinde olanların fırsatçılığı
ve haklı eylemleri haksız konuma düşürmek için kasıtlı olarak yaptıkları açıktır.

Bu kapsamda beklentilerimiz                         ;

–        Halkın, haklı ve yasal direnişinin iç çatışmaya ve toplumsal huzur ve güveni bozmaya gidişini önleyecek olan siyasal otoritenin, tüm halkı kucaklayacak ve gerginliğe son verecek tutum ve davranış içine girmesi,

–        Haksızlık ve hukuksuzlukların, yargı bağımsızlığının yok edilmesinin toplumsal huzuru ve güvenliği sarsan en önemli ögelerden biri olduğunun görülmesi,

–        Sahte dijital belgelerle tutuklanan tüm aydın yurtseverlerin en kısa sürede serbest bırakılarak mağduriyetlerine son verilmesidir.

Kamuoyuna saygılarımızla.

VARDİYA BİZDE PLATFORMU
8 Haziran 2013

1 MAYIS’TA İSTANBUL’U TERÖR ALANI’NA ÇEVİRENLER HESAP VERMELİDİR


1 MAYIS’TA İSTANBUL’U TERÖR ALANI’NA ÇEVİRENLER HESAP VERMELİDİR!

1 Mayıs Mücadele, Birlik, Dayanışma Günü’nde İstanbul’da devlet güçlerince uygulanan şiddet Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası ve Adli Tıp Uzmanları’nca yapılan bir basın toplantısıyla kınandı.

Basın toplantısının gerçekleştiği mekanda polisin kullandığı biber gazı ve gaz bombalarının caddelerden toplanan örnekleri de “AKP’nin İleri Demokrasi Araçları” adıyla sergilendi.

Toplantıda açılış konuşmasını TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan yaptı. Konuşmasına 1 Mayıs’ta yaşanan devlet terörünü yansıtan ve tüm dünyanın bu dehşete tanık olmasını sağlayan basın mensuplarına teşekkür ederek başlayan Dr. Aktan şunları söyledi:

“Hükümet 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamamıza inşaat çukurunu gerekçe göstererek
izin vermedi. Taksim’in simgesel önemini anlattık, güvenliğin sağlanması için çeşitli öneriler sunduk. Ancak uzlaşma zemini sağlanmadı, adeta bu olayların yaşanması istendi. Kutlamalar Taksim’de yapılsaydı bunca insanın zarar görmesi, yaralanması, yaşamsal tehlikeyle karşı karşıya olması söz konusu bile olmayacaktı. Olayın sonuçları facia boyutuna ulaştı. İstanbul Valisi 1 Mayıs öncesindeki tavrı, 1 Mayıs’ta yaşattıkları ve 1 Mayıs sonrası yaptığı açıklamalarla maalesef tarihin kara sayfalarına adını yazdırdı.

  • 1 Mayıs 2013’te İstanbul’da kimyasal bir savaş yaşandı.

TTB olarak biber gazı ve gaz bombalarının sağlığa olumsuz etkilerini, öldürücü olabileceğini daha önce kezlerce dile getirdik, bilimsel raporlar yayınladık. Ancak bu yıl biber gazı ve gaz bombaları kimyasal etkilerinin yanı sıra ateşli bir silah olarak da kullanıldı. İnsanların üzerine doğrudan atıldı, acımasızca, insan yaşamı yok sayılarak ateş edildi. Böyle bir 1 Mayıs’ı bir daha yaşamak istemiyoruz. 1 Mayıs’ları emeğin birlik ve dayanışma günü olarak coşkuyla kutlamak istiyoruz.”

Dr. Özdemir Aktan’ın ardından TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Osman Öztürk söz aldı. Polisin kullandığı biber gazı ve gaz bombası örneklerini işaret eden Dr. Öztürk;

“Bizler doktoruz. Yanımızda steteskop, tansiyon aleti vb. araçlar olmalı ama bugün
ne yazık ki, sizlere biber gazı kapsüllerini sergiliyoruz. Bu tablo AKP’nin eseridir.
Bu yılki 1 Mayıs’larda amacın yalnızca insanları dağıtmak olmadığını, kullanılan araçlara bakarak görebiliyoruz. Bu yıl Hükümet ve Valiliğin amacı öldüresiye saldırmaktı.
Bırakın yürümeyi, 5 kişinin bir araya gelmesine bile izin vermemekti. Gaz bombaları özellikle kanisterler (üzerlerinde ’45 derecelik açıyla atılması’ uyarısı bulunmasına karşın) insanlara doğrudan nişan alınarak, ateşli bir silah olarak kullanıldı.
Atılan gaz bombaları arasında son kullanma tarihi geçenler bile vardı.
Valilik dünya biber gazı kullanma rekorunu kırdı. İstanbul halkı,
Vali Hüseyin Mutlu’yu ve Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ı ‘Gazcı Kardeşler’ olarak anacak artık” dedi.

Dr. Osman Öztürk’ün basın metnini okumasının ardından söz alan İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören ise şunları dile getirdi:

“Hem İstanbul Tabip Odası Başkanı olarak hem de olayın bizzat mağduru olmuş bir kişi olarak yaşadıklarımı anlatmak istiyorum. Sağlık emekçileri olarak öbür emekçilerle
1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutlamak üzere oradaydık. Katılımcılar daha yeni yeni toplanmaya başladığı sıralarda, sabahın çok erken saatlerinden başlayarak
gaz bombalı, basınçlı sulu müdahale başladı. Vali Bey’in anlattıklarıyla benim tanık olduğum olayların hiçbir benzerliği yok. Orada devlet eliyle insanlık suçu işlenmiştir. Son derece orantısız, öldürmek amacıyla biber gazı ve gaz bombası kullanılmıştır. Gaz bombalarından biri yanımda patladı. Sağlıklı bir insan olmama karşın, soluksuz kaldım ve öleceğimi düşündüm. Astımlı ya da kalp hastası insanların durumu çok daha vahimdi. Biz hekimler olarak bu silahların kimyasal etkilerini
bilimsel olarak ortaya koymuştuk ancak bu kez yaşayarak da gördük.

  • Bu devlet terörünün hesabının verilmesi gerekir.”

Son olarak Adli Tıp Uzmanları Derneği adına konuşan Dr. Ümit Ünüvar ise;

“1 Mayıs’ta İstanbul halkının yaşam hakkı, sağlık hizmetine erişim hakkı, gezi özgürlüğü ve konut dokunulmazlığı ihlal edildi. Birçok insanımız ciddi yaralanmalarla hastanelere kaldırıldı. Kullanılan gazın kimyasal, toksik etkilerine maruz kaldı. Hopa’da Metin Lokumcu, Taksim’de İbrahim Sevindik, Yalova’da Çayan Birben biber gazının etkisiyle yaşamını yitirdi anımsarsanız. Biz TTB, İstanbul Tabip Odası ve ATUD olarak
bu silahların toksik ve öldürücü etkilerinin olduğunu kezlerce dile getirdik, 2011’de konuyla ilgili bir rapor yayınladık. Ancak ne yazık ki 1 Mayıs’ta genç, yaşlı binlerce insan, mahalle aralarına dek kullanılan bu gazlara sunuk (maruz) bırakıldı. Bu gazların kullanım yoğunluğu bile müdahalenin orantısızlığını ortaya koyuyor.

  • Uygulamalar hukuk dışıdır, keyfidir ve hesabı verilmelidir.” dedi.

Basın Açıklaması
03.05.2013

1 MAYIS’TA İSTANBUL’U TERÖR ALANI’NA ÇEVİRENLER HESAP VERMELİDİR

1 Mayıs Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü’nde İstanbul’da büyük bir devlet terörü uygulandı. Emekçilerin, vatandaşların üzerine gaz bombası yağdırıldı.

Binlerce vatandaşımız gaz bombalarından zarar gördü, onlarca vatandaşımız da
gaz mermileri nedeniyle yaralandı. Şimdiye dek ulaşabildiğimiz bilgilere göre
beş yurttaşımız başına gaz mermisi / kanister isabet ettiği için yaşamsal tehlike geçirecek biçimde ağır yaralandı; iki yurttaşımızın görme, iki yurttaşımızın da
işitme duyularını yitirme tehlikesi sürüyor.

Hepimiz takip ettik:

Sendika Konfederasyonları ve Türk Tabipleri Birliği 1 Mayıs’ı, mevcut fiziksel koşulları gözeterek ve gerekli düzenlemeleri yapıp gerekli önlemleri alarak Taksim Meydanı’nda kutlamak için bütün iyi niyetleriyle İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü ve Başbakan’la görüştü. Önerilerini sundu, önerilerini sordu.

Hepimiz duyduk:

Görüştüğümüz yetkililer hiçbir şekilde diyaloga yanaşmadılar; “Yasak hemşerim”den başka bir şey söylemediler.

Hepimiz işittik:

Taksim yasağının gerekçesi olarak inşaat alanındaki çukuru gösterdiler ve
bizlerin sağlığını, can güvenliğini düşündüklerini söylediler.

Hepimiz gördük:

Güya bizlerin sağlığını, can güvenliğini düşünenler metroyu, metrobüsü, otobüsleri, vapurları, trenleri, deniz otobüslerini yasaklayıp, tıpkı sıkıyönetim dönemlerinde olduğu gibi Haliç Köprüsü’nü kaldırarak Taksim’e çıkmak için Şişli ve Beşiktaş’ta toplanan işçileri ve emekçileri bir düşman ordusuyla savaşıyormuşçasına muhasara altına aldılar ve ÖLDÜRESİYE SALDIRDILAR.

En ilkel toplulukların, en vahşi rejimlerin, en zalim yöneticilerin bile savaş koşullarında bile yapmadıklarını yaptılar;

  • HASTANELERE SALDIRDILAR – AMBULANSLARA GAZ ATTILAR.

Hepimiz izledik:

Muammer Güler-Celalettin Cerrah yapımı “Gazcı Kardeşler” senaryosu,
bu yıl Hüseyin Avni Mutlu-Hüseyin Çapkın elinden ikinci versiyonuyla sahnelendi.

Hepimiz tanık olduk:

Bütün dünyada “Birlik, Mücadele, dayanışma Günü” olan

  • 1 Mayıs’ı “DÜNYA GAZ GÜNÜ”ne döndürdüler;

“Dünya Biber Gazı Kullanma Rekoru”nu kırmak için şimdiye dek dünyanın
hiçbir kentinde, hiçbir kitle gösterisinde kullanılmadığı ölçüde çok biber gazını işçilerin, emekçilerin, yoldan geçenlerin, evlerinde oturanların, tüm İstanbul halkının
başlarına yağdırdılar.

Hepimiz yaşadık:

  • Biber gazı yüzümüzü, gözümüzü, genzimizi, tenimizi, ciğerlerimizi yaktı;
  • Biber gazı mermileri vücudumuzu parçaladı.

Hepimiz kaydettik:

  • Biber gazı attıkları silahları ateşli silah olarak kullandılar;
    yakın mesafeden, hedef gözeterek ve doğrudan insanların üzerine ateşlediler.

Hepimiz biliyoruz:

BİBER GAZI SAĞLIĞA ZARARLIDIR.
Ciddi göz hastalıkları, astım ve akciğer ödemi, hipertansiyon ve kalp yetmezliği,
beyin kanamasına neden olur.

BİBER GAZI ÖLDÜRÜR. Biber gazına maruz kalmak; kalp ve solunum sistemini etkileyerek öldüren bir dizi mekanizmayı tetiklemektedir.

BİBER GAZI SİLAHTIR. Topluluklara fütursuz ve yoğun kullanımda;
gazı içinde barındıran düzenek (kanister) yaralanmasına bağlı olarak da öldürmektedir.

Ve şimdi hepimiz ısrarla talep ediyoruz:

Hastanelere saldıranlar,

  • Biber gazı silahlarını insanları öldürmek amaçlı kullananlar,

İşçilere, emekçilere, yurttaşlara vahşice saldıranlar,

Saldırı emrini verenler,

Geçmiş yıllarda barış içinde kutlamaların yapıldığı Taksim 1 Mayıs Alanı’nı
1 Mayıs kutlamalarına kapatarak bütün bu olaylara neden olanlar,

HESAP VERMELİDİR.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ

İSTANBUL TABİP ODASI

ADLİ TIP UZMANLARI DERNEĞİ

Etik Değerler Mahkeme Kararıyla Değişmez


Etik Değerler Mahkeme Kararıyla Değişmez
!

Tutuklu kadın hastayı kelepçeleri çözülmüş ve muayene odasında jandarma olmaksızın muayene etmek isteyen, bu koşullar sağlanmayınca hastanın etik kurallara uygun olarak tedavisinin sağlanabileceği bir başka sağlık kuruluşuna sevk eden Dr.Burhan Birel, bu olay nedeniyle cezalandırıldı.

2010 yılında Diyarbakır Devlet Hastanesinde yaşanan olayda, jandarma, tutuklu kadının ‘terör örgütüne üye olmak’ suçundan yargılanıyor olmasını gerekçe göstererek kelepçesini açmayı ve odadan çıkmayı reddetmiştir. Bunun üzerine Dr. Birel,
hastanın adli muayene koşulları yerine getirilmediğinden muayenesinin yapılamadığını tutanakla belirlemiş; hastayı da, görevli meslektaşıyla yaptığı görüşme sonrasında, Dicle Üniversitesine yönlendirmiştir. Hasta tutuklu kadın,
Dicle Üniversitesinde jandarmanın oda dışına çıkmasıyla muayene edilebilmiştir.

Jandarma tarafından, Dr. Birel hakkında hastayı muayene etmediği şeklinde tutanak tutularak Savcılığa iletilmesiyle başlayan süreç “hastanın muayenesinin
her koşulda yapılması gerektiği”
şeklindeki iddianame uyarınca yargılanıp cezalandırılmasıyla sonuçlanmıştır.

Evrensel ve ulusal kurallarla, hasta hakları ve hekimlik etik ilkelerine aykırı olan
bu Mahkeme kararının, AİHM’e gitmeye gerek kalmaksızın, Yargıtay tarafından bozulacağını düşünüyoruz. Ancak yüzyılların birikimiyle oluşan etik değerlerimizin mahkeme kararlarıyla yok sayılmasına izin vermeyeceğimizi ve her koşulda, mesleğimizin gereklerine uygun davranacağımızı, buna uygun davranan
bütün meslektaşlarımızın da yanında olacağımızı bütün kamuoyuna duyururuz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/etik-3773.html)

Dr. Burhan Birel, hasta tutuklunun muayenesi sırasında odada bulunan jandarmanın dışarıya çıkmasını istediği için 2 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. Hasta ve tutuklu hakları gibi tıbbi etiği de yok sayarak Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı arasında
keyfi bir şekilde düzenlenen Üçlü Protokol bugüne kadar dek hakkının engellenmesine yol açan bir dizi olumsuzluğun kaynağı oldu ve olmaya devam ediyor.

Konu ile ilgili 30 Nisan 2013’te Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve Adli Tıp Uzmanları Derneği tarafından TTB’de basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısına, TTB Genel Sekreteri Dr. Bayazıt İlhan, TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Arzu Erbilici, TTB Hukuk Bürosu’ndan Av. Mustafa Güler,
TİHV Genel Sekreteri Dr. Metin Bakkalcı ve Adli Tıp Uzmanları Derneği’nden
Dr. Ayşe Uğurlu katıldı.

BASIN AÇIKLAMASI

30 NİSAN 2013

Artık Yeter!

Adalet ve Sağlık Bakanlarını Hukuka ve Etik Değerlere
Sahip Çıkmaya Davet Ediyoruz

Üçlü protokolle hekimlik onuru ve hasta hakları mahkum ediliyor.

2010 yılında Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde jandarma, hasta bir tutuklu kadının
‘terör örgütüne üye olmak’ suçundan yargılanıyor olmasını gerekçe göstererek, kelepçesini açmayı ve muayene odasından çıkmayı reddetmiştir. Hastayı karşılayan
Dr. Burhan Birel, tutuklu kadın hastayı, uygun muayene koşulları yerine getirilmediğinden muayenesinin yapılamadığını tutanakla saptayarak
Dicle Üniversitesi’ne yönlendirmiştir. Hasta Dicle Üniversitesi’nde jandarmanın
oda dışına çıkmasıyla muayene edilmiştir.

Jandarma tarafından, hastayı muayene etmediği şeklinde tutanak tutularak Savcılığa iletilmesiyle Dr. Birel hakkında soruşturma açılmıştır. Bu soruşturma sonunda Diyarbakır 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nde Dr. Birel hakkında “görevi kötüye kullanmak” suçlamasıyla dava açılmış ve yargılama sonunda 2 ay 15 gün hapis cezası verilmiştir.

Hasta ve tutuklu hakları gibi tıbbi etiği de yok sayılarak Adalet, İçişleri ve
Sağlık Bakanlıkları arasında keyfi bir biçimde düzenlenen Üçlü Protokol bugüne dek sağlık hakkının engellenmesine yol açan bir dizi olumsuzluğun kaynağı olmuş ve olmaya devam etmektedir. Yakın geçmişte de benzeri olaylar yaşanmış, Üçlü Protokol nedeniyle Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Naki BULUT ve Psikiyatri Uzmanı Dr. Okan TAYCAN hakkında soruşturma açılması Bölge İdare Mahkemesi kararlarıyla önlenebilmiş, Dahiliye Uzmanı Dr. Sadık Çayan MULAMAHMUTOĞLU ise yargılanmış, sonuçta aklanmıştır.

Ancak, ne yazık ki adli muayene süreçlerinde bu durum sıkça yaşanmakta, hekimler ve hastalar Üçlü Protokol nedeniyle baskı altına alınmakta, hukuk ve etik değerler çiğnenmeye devam edilmektedir.

Dr. Burhan BİREL; tüm hastalar için olması gerektiği gibi tutuklu ve hükümlü hastaların muayenesinin de hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılmasını savunmuş, hastanın kelepçelerinin açılmasını ve jandarma ya da
öbür kolluk güçtlerinin muayene odasında bulunmasını kabul etmeyerek
uygun koşulların sağlanması için ilgililerden istekte bulunmuştur. Ancak bu isteği,
Üçlü Protokol gerekçe gösterilerek, reddedilmiştir. Oysa Dr. Burhan BİREL’in tutumu Anayasanın 90. maddesine, İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’ne,
İstanbul Protokolü’ne, Hasta Hakları Yönetmeliği’ne, insan haklarının
temel değerlerine, mesleğin etik kuralları ve hasta mahremiyetine uygun ve doğrudur.

Adalet ve Sağlık Bakanlıkları ile Adli Tıp Kurumu’nun “İşkencenin Etkin Belgelenmesi / Adli Tıp Uzmanı olmayan Hakim, Savcı ve Hekimlerin İstanbul Protokolü Eğitimi” kapsamında yürüttüğü projede eğitim alan Dr. Burhan BİREL,
eğitim kapsamında kendisine aktarılan bilgiler dahilinde davrandığı için soruşturmaya uğramıştır. Diyarbakır 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nin hekimlik mesleğini Anayasa’nın eşit nitelikli sağlık hizmeti çerçevesinde hekimlik etiği ve onuruyla yürüten Dr. Burhan BİREL hakkında vermiş olduğu ceza nedeniyle Adalet ve Sağlık Bakanlarını göreve davet ediyoruz. Bu Bakanlıkları, verdikleri eğitime uygun davrandığı için hakkında ceza verilen Dr. Burhan BİREL’in yanında olduklarını açıklamalarını bekliyoruz.

  • Hekimler hastaların ırk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları ile öbür farklılıkları dikkate almadan mesleklerini yürütmek zorundadır.

Tutuklu ve hükümlülerin muayenesi de öteki hastalarınki gibi, kişilik haklarına saygılı, hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılmalı ve onların gizlilik hakları korunmalıdır. Hastanın kelepçesi açılmalı, jandarma ya da öbür kolluk görevlileri muayene odasında bulunmamalıdır. Hekimin, bu koşulların sağlanması için ilgililerden istekte bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır.

Somut kural ise, hastanın muayenesinde hekim istemedikçe güvenlik birimlerinden herhangi bir kişinin muayene odasında yer alamayacağı şeklindedir.

Hekimlik mesleğinin nasıl yürütüleceği, ulusal sağlık mevzuatında, TTB Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nda, Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nde, Hasta Hakları Yönetmeliği’nde, Uluslararası Sözleşmelerde, İstanbul Protokolü’nde ve
Dünya Tabipler Birliği Bildirgeleri’nde tanımlanmıştır.

Ayrıca Anayasa’dan başlayarak pek çok iç hukuk kuralı, hasta mahremiyetinin önemine işaret etmekte; hastanın gözaltı, tutuklu veya hükümlü olması durumunda mahremiyetin çok daha önemli olduğunu vurgulamaktadır.

Öbür yandan, uluslararası ceza infaz hukukunun en temel ilkelerinden biri, ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlülerin “yaşam ve beden bütünlüklerini koruma, sağlık ve mülkiyet hakları devletin güvencesi altındadır” ilkesidir. Mahkeme bütün bu birikimi bir kenara bırakmış, Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıklarının kendi aralarında yaptıkları bir Protokolde yer alan, 2011 yılında ise değiştirilen,
terör suçundan tutuklu ya da hükümlü olanların muayenesinde jandarmanın / polisin
odada bulunacağına ilişkin kurala üstünlük tanıyarak etik kuralları gözeten hekimi cezalandırmıştır.

Hukuksal süreç henüz bitmemiştir. Karar temyiz edilmiştir. Yargı yetkisini ülkemizin de tanıdığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konudaki içtihadı kesin ve katıdır.  AİHM kararlarında tüm tıbbi muayenelerin polis memurlarının (Kolluğun) duyamayacakları ve tercihen göremeyecekleri bir uzaklıkta gerçekleştirilmeleri standardına yollamada (atıfta) bulunarak aksi uygulamalarda ihlal kararları vermiştir (Akkoç – Türkiye, 22947/93 ve 22948/93; Mehmet Eren – Türkiye, 32347/02; Yananer – Türkiye Davası). Evrensel ve ulusal kurallarla, hasta hakları ve hekimlik etik ilkelerine aykırı olan bu Mahkeme kararının, AİHM’e gitmeye gerek kalmaksızın,
Yargıtay tarafından bozulacağını umuyoruz.

Sağlık, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarını, meslek sırrını yok eden,  tutuklu ve hükümlülerin sağlığa ulaşma haklarını ihlal eden, savunma hakkını ortadan kaldıran ve hekimlik onurunu zedeleyen Üçlü Protokol kurallarını kaldırmaya ve tüm kurumlarında herkes için İstanbul Protokolü’nü uygulamaya davet ediyoruz.

İyi hekimlik uygulamasını engelleyen her türlü otoriter, hukuk tanımaz ve etik dışı tutumları kınıyor, temel insan hak ve özgürlüklerini, hasta haklarını ve hekimlik mesleği ilkelerini savunan Dr. Burhan BİREL’in ve onurlu meslektaşlarımızın yanında olduğumuzu bir kez daha duyuruyoruz.

Türk Tabipleri Birliği

Türkiye İnsan Hakları Vakfı

Adli Tıp Uzmanları Derneği

(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/burhanbirel-3784.html)

YÖK Başkanlığı’na Çağrı..

 

Dostlar,

Çok sayıda akademisyen, son derece haksız bir soruşturmaya uğratılan meslektaşımız Doç. Dr. İlker Belek için destek uğraşımızı sürdürmekteyiz.

Türk Tabipleri Birliği web sitesinde bu amaçla bir imza ile destek sayfası var.

http://www.ttb.org.tr/forms/ilkerbelek/

YÖK’e yazılan ve metni aşağıda olan dilekçeye katılım amaçlı..

Biz de az önce imza verdik..

Daha önce de 9 Eylül Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı girişimine imza vermiştik.

Yine Ankara Üniv. öğretim üyelerinin öncü olduğu bir başka girişime de imza verdik ve bu metinleri web sitemize de koyduk..

YÖK’e ve Akdeniz Ünivertisetine bu linç girişimlerinin ülkeye hiçbir yarar sağlamayacağını, tersine toplumsal barışı zedeleyeceğini bir kez daha anımsatarak sağduyuya ve soruşturmayı geri çekmeye çağırıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
03.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================


Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’na,

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olan Doç. Dr. İlker Belek hakkında 29.01.2013 tarih ve 1305/1723 sayılı Rektörlük onayı ile bir disiplin soruşturması açıldığını ve soruşturma raporunda ‘öğretim üyeliğinden çekilmiş sayma’ cezası teklif edilerek son savunmasının istenildiğini üzüntü ile öğrenmiş bulunuyoruz.

Elde edilen bilgilere göre soruşturma Doç Dr. Belek’in tıp fakültesinde ikinci mescit açılmasını, çoğulculuk ilkesine aykırı bularak eleştirmesi, üniversite kaynaklarının tıp fakültesi öğrencilerinin, yemekhane, derslik, laboratuvar gibi
ortak gereksinimlerine tahsis edilmesini istemesi, “Akdeniz Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği faaliyetleri” ve “elektronik ortamda yapılan tartışmalar” üzerine açılmıştır.

Üniversite yönetiminin kararlarına yönelik eleştirel düşünceleri soruşturmak demokratik ve özerk üniversite açısından tehlikelidir. Bu ve benzeri yaklaşımları demokrasi, temel hak ve özgürlükler açısından da kaygı verici olarak görüyoruz. Üniversiteler her türlü fikrin özgürce tartışıldığı ortamlar olmalıdır. Farklı fikirleri ve düşünceleri birer zenginlik olarak değerlendirmek, desteklemek ve yaşatmak gereklidir.

Üniversiteler, yalnızca mesleğimizi öğrendiğimiz ortamlar değil, özgür düşünme, sorgulama, analiz yapma, çözümler geliştirme becerilerimizi pekiştirdiğimiz ortamlardır. Bu bakımdan da üniversiteler aslında, bireylerin ve toplumun gelişimi açısından çok önemli yapı taşlarıdır.

Tam da bu noktada, Dr. İlker Belek’e yönelik bu tutumun toplumsal barışa, adalete ve demokrasiye zarar vermekte olduğunu düşünüyoruz. Dr. Belek üzerinden ortaya çıkan sorun aslında tüm öğretim üyelerini hatta toplumu yakından ilgilendiren bir sorundur. Böylesi bir soruşturmanın açılıp yürütülmesi Türkiye’de akademisyenliğin geleceğini etkileyecek olan haksız bir yaklaşımdır.

Aşağıda ismi yazılı olan kişiler olarak bizler, İlker Belek’e yönelik bu tutumdan vazgeçilmesini, üniversitelerin her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı ortamlar olmasını istiyoruz.

Gelişmeleri üzüntü ve kaygı ile izliyoruz.

Üniversite yönetiminin bu hatalı tutumunu görmesini umuyor, bu yaklaşımından vazgeçmesini diliyoruz.

Konuya Yüksek Öğretim Kurumunun da gerekli duyarlılığı göstermesini bekliyor, sürecin demokratik hak ve özgürlüklere zarar vermeyecek şekilde çözümlenmesini diliyoruz.

Saygılarımızla.

Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK : Radyoaktif Serpintiler


Dostlar
,

Çernobil nükleer santral kazasının yarattığı facianın 27. ylındayız.

Türkiye’ye modern anlamda Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği bilimlerini getiren ve bizleri Hacettepe Tıp Fakültesi‘nde öğrenciliğimizde ve asistanlığımızda yetiştiren efsane hekim  Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK, emekli olduktan sonra (1983) Türk Tabipleri Birliği
Genel Başkanlığı 
görevine seçilmişti.

Kendisi bu görevde iken Rusya’da (Ukrayna’da) Çernobil kazası yaşanmıştı.
Hocanın bu konuda, Türk Tabipleri Birliği‘nin düzenli yayın organı
Toplum ve Hekim‘de 26 yıl önce yazdığı ve geçerliğini bu gün de koruyan
özlü makalesini “Radyoaktif Serpintiler” başlıklı paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 26.4.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK
Türk Tabipleri Birliği Genel Başkanı

portresi

Radyoaktif Serpintiler*
http://www.ttb.org.tr/n_fisek/kitap_3/36.html

Nükleer enerji santralleri konusunda en geniş ölçüde deneyimi olan ülkelerde bile nükleer kazaların önlenememesi, dünya kamuoyunda nükleer güç santralleri konusunda büyük bir kuşku ve tepki yaratmıştır. Ülkemizde bu sorunun iki yönden incelenip değerlendirilmesi gerekir.

İlk sorun, dış kaynaklardan hava, su ve yiyecekler yoluyla tüm yurdumuzda ya da kimi bölgelerimizde yayılacak radyoaktif izotoplardan halkımızın korunmasıdır.
Bunun için yurdumuzun her bölgesinde radyoaktif serpintiler (fall-out) sürekli olarak ölçülmelidir. Radyoaktif serpintilerde artış görülürse, su ve yiyeceklerde
radyoaktif izotop miktarını ve türlerini ölçerek gerekli önlemler alınmalıdır.

Radyoaktif serpintilerin sürekli ölçümü için örgütlenmenin yanında halka radyoaktif izotoplar, neden olacağı hastalıklar ve korunma konularında bilgi verilmeli ve alınan önlemler açıklanmalıdır. Gazete haberlerinden, bu hizmetin Atom Enerjisi Komisyonu tarafından yürütüldüğünü öğreniyoruz. Ancak, bu hizmetin yürütülmesi için
nasıl örgütlenildiği hususunda ve hizmetin uygulama programı konusunda halka
ve hekimlere yeterli bilgi verilmediğini de biliyoruz. “Halk anlamaz; niye söyleyelim?” görüşü yanlıştır. Sorunlar, halk bilinçleştiği ölçüde çözülebilir.

İkinci önemli sorun, Türkiye’de nükleer enerji santrali kurulması sorunudur.
Bu sorun yalnızca Türkiye’de değil, halkı toplumsal sorunlarda bilinçli olan her ülkede tartışma konusudur. Bir gurup düşünür nükleer enerji santrallerinin kurulmasına ve işletilmesine karşıdır. Bir başka gurup ise, sanayileşen ülkelerin enerji gereksinmelerini karşılamak için atom enerjisinin kullanılmasının zorunlu olduğu görüşündedir.
Türk Tabipleri Birliği, Türkiye’de nükleer enerji santrali kurulmasının halkın sağlığı yönünden sakıncalı olduğu görüşündedir. Ancak Türk Tabipleri Birliği, ülkemizin
hızla artan enerji gereksinmesinin karşılanması zorunluluğunun da bilincindedir.
Bu konuda karar vermek politikacılara bırakılamayacak denli önemlidir.
Hükümet, aralarında Türk Tabipleri Birliği temsilcisinin de bulunduğu bir bilim kurulunun kararına göre davranmalıdır. Bu konuda karar verecek olanlar, ülkemizde kimi kişilerin sorumsuzca davranışı bir alışkanlık haline getirdiğini göz önünde tutmalıdır.

Sanayide, -örneğin döküm kalite kontrolünde- röntgen ışınları kullanılmaktadır.
Hükümet bu uygulamanın sağlık yönünden denetimini etkin bir biçimde  yürütememektedir. Sanayinin çevreyi kimyasal yönden kirletmesi karşısında da hükümetler ilgisiz ve güçsüz, işverenler ve işletmeciler sorumsuz bir davranış içindedir. Nükleer enerji santrallerine izin verilirse, görevlilerin aynı sorumsuz tutum içinde olmaları olasılığı biz hekimlerde kuşku yaratmaktadır.

* Toplum ve Hekim, sayı:43, Haziran 1987

Sağlıkçılara silahlı tehdit

Sağlıkçılara silahlı tehdit

Sağlık emekçilerinin şiddete karşı yaptığı grevin üzerinden henüz iki gün geçmişken Ankara İbn-i Sina Hastanesi’nde bir hasta yakını silah göstererek sağlıkçıları tehdit etti. Olayın ardından bu sabah hekimler İbn-i Sina Hastanesi’nde iş bırakarak,
saldırganın yargılandığı Ankara Adliyesi’ne yürüdü.

Olay dün gece saat gece 02.00 sularında İbn-i Sina Hastanesi’nde gerçekleşti.
Eşi Münevver Ataoğlu’na bakılmadığı gerekçesiyle iş adamı Metin Ataoğlu, 80 hastaya birden aynı anda bakan hemşire Burcu Türkcan’nın üzerine yürüdü. Asistan hekim Batuhan Erdoğdu’nun araya girmesiyle daha da hırçınlaşan saldırgan, belindeki silahı göstererek, “Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Aşiretiz biz, vurdurmayın kendinizi!” diye tehdit savurdu. Saldırgan daha sonra gözaltına alındı. Bunun üzerine saldırganın akrabaları hastaneye gelerek Türkcan ve Erdoğdu’ya “Şikâyetinizi
geri almazsanız, Metin serbest bırakılmazsa kafanıza sıkarız.” diye tehditte bulundu.

ÇALIŞANLAR İŞ BIRAKTI

Bu gelişmelerin üzerine hastane çalışan hekimler ve sağlık emekçileri bugün
iş bırakarak, hem genç meslektaşlarına sahip çıktı hem de “sağlıkta şiddete son” çağrısında bulundu. 17 Nisan’daki grevden daha yoğun bir katılımın olduğu görülürken, sağlık örgütleri de AKP hükümeti ve onun sağlık politikalarını eleştirdi.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Asistan Hekimler Birliği Temsilcisi Dr. Egemen Çiçek, daha iki gün önce yaptıkları grevde Gaziantep’te öldürülen Dr. Ersin Arslan’ı andıklarını ve şiddetin sona ermesini dile getirdiklerini söyledi. Çiçek, bu olayla birlikte iki arkadaşlarının ölüme bir adım daha yaklaştıklarını belirtti.

ÜRESİZ GREV!

Çiçek, Sağlık Bakanlığı’nın hasta ile sağlık çalışanlarını karşı karşıya getiren politikalardan vazgeçmesi uyarısında bulundu. Çiçek, gerekli önlemlerin alınması yönünde somut önerilerini rektörlük, dekanlık ve başhekimliğe ilettiklerini söyledi. İstemlerinin karşılanmaması durumunda bütün Ankara Üniversitesi Asistan Hekimlerinin ve sağlık çalışanlarının eylem planını uygulamaya koyacağını dile getiren Çiçek, süresiz grev de dahil birçok eylemi gerçekleştireceklerine dikkat çekti.

SAĞLIK EMEKÇİLERİ BİRLİK OLUN!

Türk Tabipleri Birliği 2. Başkanı Prof. Gülriz Erişgen, sağlık alanındaki şiddeti
geçen yıl Dr. Ersin Arslan öldürüldüğünde kabul ettirebildiklerini belirtti. Erişgen, şiddetin önlenmesi için Sağlık Bakanlığı yetkililerine yasal önlem alınması isteminde bulunduklarını fakat bu önlemlerin alınmadığını söyledi.

Türk Sağlık-Sen Ankara Üniversite Hastaneleri Şube Başkanı Alparslan Cenk Kocabaş, da olayı kınadı. Kocabaş, “hastalara yardım eden sağlık emekçilerine şiddet uygulayanların en ağır cezaları almasını istiyoruz. Elinde silahla terör estirenler geçmişte bu günü haber vermişlerdi” dedi.

SES Şube Başkanı İbrahim Kara ise, “Artık yağma yok! Bir arkadaşımıza hakaret edildiğinde, bir arkadaşımıza el kaldırıldığında birbirimizi korumaya söz verelim.
Sağlık emekçileri birlik olalım..” mesajını verdi.

Ankara Tabip Odası Başkanı Prof. Özden Şener, “yaklaşık 10 aydır 7 bin 700 saldırı gerçekleşti. Hiçbir arkadaş bizim için cam tüp değildir. Tüp yere düştü işimize devam edelim diyemeyiz. Anayasa yapma heveslisiyseniz, iki maddelik sağlıkta şiddeti önleme yasası da çıkarırsınız.” dedi.

‘CAN GÜVENLİĞİM OLANA KADAR MESLEĞİMİ YAPMAYACAĞIM’

Saldırıya uğrayan asistan hekim Dr. Batuhan Erdoğdu da olayla ilgili konuşma yapmayacağını fakat kendisinin can güvenliği sağlanana dek mesleği yapmayacağına ant içtiğini söyledi. Açıklamaların ardından sağlık emekçileri İbn-i Sina Hastanesi’nden Adliye binasına yürüdüler. Yürüyüş boyunca çevreden alkışlarla destek alan hekimler ve sağlıkçılar, adliye önünde saldırgan Metin Ataoğlu’nun ifade vermesini beklediler. Ataoğlu savcılığa ifade verdikten sonra nöbetçi mahkemeye sevk edildi.
(Ankara \ EVRENSEL, http://evrensel.net/, 19.4.13)

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 19.4.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net