Etiket arşivi: profsaltik@gmail.com

Deprem Seferberliği İlan Edilsin      

Deprem Seferberliği İlan Edilsin
     

(AS: izim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Ben Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, yıllardır Marmara Depremi üzerine çalışan bir afet yönetimi uzmanı olarak bu konuda yetkilileri ve herkesi uyarma sorumluluğunu hissediyorum. Yetkilileri acilen DEPREM SEFERBERLİĞİ ilan etmeye çağırıyorum.

Deprem Seferberliği İlan Edilsin      

Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, kampanyasını bu muhataba yönelik başlattı: AFAD Başkanlığı, İstanbul Valiliği, Ekrem İmamoğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı.

  • İstanbul’da er ya da geç büyük bir deprem olacağını biliyoruz.

Gündelik işler arasında bu deprem için bir hazırlık yapamayız. Depremden en az zararla çıkabilmek için, hazırlık çalışmalarını bir seferberlik içinde yürütmemiz gerekiyor. Bu konu her depremde gündem olup sonra unutulmaya bırakılacak basit bir konu değil.

Marmara’da dört parça fay hattı var. 1509’da bir parçası üzerinde deprem oldu, buna ‘küçük kıyamet’ denilmiş. Her 100 kişiden 5’i ölmüş… Şu anda ise nüfus yoğunluğu itibariyle depremin bugün tekrarlanması halinde ne canlar gideceği hesaplanamaz ama büyük bir kıyamet işareti gözüküyor.

  • Türkiye’nin GSMH’nın üçte birinin yok edilmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.

Büyük bir kaos yaşanıp büyük bir ekonomik sorun ortaya çıkacaktır. Bu nedenlerle böyle bir deprem için ulusal seferberlik başlatmamız gerek. Seferberlikte neler yapılması gerektiğini aşağıda belirttim. Lüften okuyun ve yetkililerin bir an önce harekete geçmesi ve bu konunun unutulup gitmemesi için herkesle paylaşın.

Seferberlik kapsamında neler yapılmalı

Yaşadığımız binalar güvenli duruma getirilmeli. Yıkılmayı bekleyen bir sürü bina var, bir de bunun yanında satılmayı bekleyenleri de dikkate almamız gerekiyor. Bunları takasla işe başlamalıyız.

Okul, sağlık, askeri ve kamu binalarının güvenliği için gerekli önlemler alınmalı. Bunun için bir saatlik eğitim, bilgilendirme değil, esas beceri eğitimi ve uygulama (tatbikat) yapılmalı.

İnsanlar küçük yangınları söndürebilmeyi, kanamayı durdurmayı, elektrik ve su hatlarını kesebilmeyi öğrenmeli. Herkesin bu gibi temel ilk yardım bilgilerini öğrenmeleri zorunlu olmalı. Devlet bir anda 20 milyon kişiye müdahale edemez. Çünkü ölüm olayları ilk saatlerde gerçekleşiyor.

Halk depreme hazırlık ve temel afet bilinci, güvenli yaşam vb. konularda (CD, kitap, seminer, söyleşi, tiyatro vb. ile) sürekli eğitilerek bilinçlendirilmeli

Mahalle, sokak, site ve kurum-kuruluş ölçeğinde “Yerel Afet Gönüllüleri (YAG)” şeklinde birimler oluşturularak halkın ilk yardım, yangın söndürme ve hafif arama kurtarma konusunda beceri sahibi olmasını sağlanmalı.

Mahalle ölçeğinde yaralı toplama, ilk yardım, sahra hastanesi, aş evi, barınma, toplanma, haberleşme, bağış dağıtımı, ailelerin toplanması gibi acil durum yolları ve alanlarının belirlenmeli / oluşturmalı VE bu yerler konusunda halk bilgilendirilmeli.

Yılda en az iki kez mahalle ölçeğinde haberli, kurumlar ölçeğinde ise haberli / habersiz çeşitli düzeylerde tatbikatlar yapılmalı.

Afet sırasında kullanılabilecek okul, spor salonu gibi sağlamlığından ve güvenliğinden kuşku duyulmayacak binalar belirlenerek bu alanlarda ve parklarda acil durumlarda kullanılacak her türlü malzeme depolanmalı.

Tehlikeli binaların neden olabileceği can ve mal kaybı riskleri halka iyi anlatılmalı ve kentsel dönüşümle yapısal riskler olanak olduğunca çok / yaygın ve çabuk azaltılmalı. (Dikkat! Yapı denetim sistemine ek olarak belediye denetimlerinin de özellikle sürdürülmesi gerekmektedir.)

Afet öncesi ve sonrasında valilik, büyükşehir belediyesi, STK gibi birimlerle kendi kentlerindeki afet yönetimi çalışmalarını eşgüdümleyecek (koordine edebilecek) AKOM vb. bir birim ve ekibi kurulmalı kapasitesi geliştirilmeli.

Yapılan çalışmalar konusunda halk duyurularla, toplantılarla, okul ve konut ziyaretleriyle bilgilendirilmeli.

Bütün bu çalışmalar, el yordamıyla ya da oradan buradan kopyala yapıştır biçiminde değil; uluslararası standartlara ve yeni yönetmeliklerimize uygun olarak hazırlanacak olan

– afet risk azaltma,
– afet müdahale ve
– afet iyileştirme planları
na göre yapılmalı.

Yukarıda söz ettiğimiz konuların önemli bölümü Belediye Başkanlarının sorumluluğundadır. 5353 Sayılı Belediye Yasasının 53. maddesi’ne göre öncelikle ve özellikle aşağıdaki çalışmaları yapmakla yükümlüdürler:

*Halkın depreme hazırlık ve temel afet bilinci, güvenli yaşam vb. konularda (CD, kitap, seminer, söyleşi, tiyatro vb. ile) sürekli eğitilerek bilinçlendirilmesi.

* Mahalle, sokak, site ve kurum-kuruluş ölçeğinde “Yerel Afet Gönüllüleri (YAG)” birimleri oluşturularak halkın ilk yardım, yangın söndürme ve hafif arama kurtarma konusunda beceri sahibi olmasını sağlamak.
================================
Dostlar,

BEKLENEN ŞİDDETLİ MARMARA DEPREMİ ve 
AKP = ERDOĞAN’ın TARİHSEL SORUMLULUĞU

Sayın Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun yukarıdaki saptama ve önerileri, özellikle UYARILARI son derece yerinde. Altını çizmek gerekirse;

  • İstanbul’da er ya da geç büyük bir deprem olacağını biliyoruz.
  • Türkiye’nin GSMH’nın üçte birinin yok edilmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.
  • Yıkılmayı bekleyen bir sürü bina var, satılmayı bekleyen de. Bunları takasla işe başlamalıyız.

Özellikle 3. sıradaki TAKAS önerisi son derece yerinde, akıllıca ve yaratıcı bir çözümdür. Hızla uygulamaya konabilir. Kentsel dönüşüm TOKİ eliyle umut verici biçimde başlatılmış ancak hedefinden saptırılmıştır. Rant hırsı ve İslami elit yaratma tutkusu ile, onlarca yıl öncesinden kent merkezinde bir biçimde tutunabilmiş kent yoksulları, bu “Kentsel dönüşüm“ oyunu ile kent çeperlerine adeta sürgün edilmişlerdir. Yenilenen yapı stoku kısa sürede depreme dayanıklı olma ana hedefinden saparak lüks yapılaşmaya, dolayısıyla kâra yönelmiştir. Asıl mülk sahipleri, nakit kazanımının çekiciliğine kapılarak yenilenmiş konut edinmekten geri durmuştur. Kent merkezleri üst katmanlara lüks konutlarla sunularak acımasız bir sosyolojik dönüşüm ve sosyal dışlanma dayatılmıştır.

  • Bedel yine yoksullara ödetilecektir.
  • Olası Marmara depreminin kurbanları gene yoksullar olacaktır!

TOKİ ve özel sektör, ülke genelinde 2 milyona yakın konut fazlası yaratarak kabul edilemez bir öngörüsüzlük – plansızlık örneği vermişlerdir. Her neyse!

  • Şimdi zaman geçirmeden, bugüne dek yıkılması gereken ama yıkılmayan konutlar derhal, TOKİ’nin elindeki “depreme dayanıklı“ olması umut edilen yapılarla takas edilmeli, riskli binalar boşaltılmalıdır. Özel sektörün elindeki stok fazlası konutlar için de TOKİ ile protokollerle benzer işlem yapılabilir. 

Öte yandan 5,8 düzeyinde orta derecede şiddetli bir depremde cep telefonu iletişiminin saatlerce kesilmesi kabul edilecek bir durum değildir. Başta TÜRK TELEKOM, TURKCELL ve VODAFONE hiç ama hiç iyi sınav verememişlerdir. Bu altyapı sorununu hızla gidermek zorundadırlar.

Kentte toplanma alanları, sayıca 77 dolayındadır. Ama AKP’li Cumhurbaşkanı, onbinlerce toplanma alanı varlığından söz etmektedir!? Bu durum çok üzüntü ve kaygı vericidir. Devlet başkanının doğru bilgilendirilmesi ve O’nun da halka güvenilir bilgi aktarması son derece önemlidir. Erdoğan, bir kez daha mı kandırılmıştır? Bu durum hiçbir gerekçe ile kabul edilemez ve sürdürülemez.

  • Erdoğan, danışmanlarını köktenci biçimde gözden geçirmeli, kendisini yanıltanları cezalandırmalı ve azletmelidir.
  • İstanbul’da onbinlerce toplanma alanı olduğu gerçek dışı bilgisini kendisine kimler vermiştir, açıkla(n)malıdır. 

Deprem fonunda 20 yıldır biriken / birikmesi ve enflasyondan korunmuş olması – nemalandırılması gereken nominal değeri ile 66 milyar TL nerededir? İvedilikle DEPREM SEFERBERLİĞİ İÇİN kaynak yaratılmalı ve etkin – saydam – verimli – hesabı verilerek kullanılmalıdır.

İstanbul Üniversitesi’nin 2 dev ve tarihsel Tıp Fakültesi Çapa ve Cerrahpaşa hastaneleri binaları özellikle ve öncelikle gözden geçirilerek teknolojinin en son olanakları ile hızla güvenli duruma getirilmelidir. Beş bine yakın yatak kapasiteli ve yüksek teknik ve sağlık insangücü donanımına sahip bu 2 kadim sağlık kurumu, olası şiddetli depremde mutlaka hizmet verebilir durumda tutulmalıdır.

Beklenen şiddetli Marmara depremi ve çok ağır sonuçları ulusal bir sorundur. Sığ ve dar particilik anlayışı asla kabul edilemez. İstanbul’da yapılan olağanüstü deprem toplantısına seçilmiş ve yasal olarak yetkileri – sorumlulukları olan BŞB Başkanı İmamoğlu’nun çağrılmaması bağışlanacak bir davranış olmadığı gibi, devlet ciddiyeti ile de asla bağdaşmaz. Bu tür siyasal miyopluklar kesin olarak son bulmalıdır.

AKP = Erdoğan, bu çok kritik sorunsalı (problematiği), alışageldikleri alaturka – kendilerine özgü yöntemleri terk ederek tümüyle bilimsel planlama ile yönetmek zorundadır.

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 30 Eylül 2019, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

DENİZE DÜŞEN…

 

 

DENİZE DÜŞEN…

Zeki Sarıhan
29 Eylül 2019

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

CHP’nin düzenlediği Suriye Konferansı, umarım aşağıdaki anlayışın da dile getirilmesine vesile olmuştur.

Yılan öyküsüne dönen Suriye sorununda can sıkıcı birçok husus var. Bunların en başında egemen bir ülkeye, başka devletlerin müdahalede bulunarak ülkenin rejimini değiştirmeye, hatta bu ülke topraklarını nüfuz bölgesi gibi adlarla şurasından burasından el koymaya kalkmasıdır.

SURİYE SURİYE’LİLERİNDİR

Anti-emperyalist bir bağımsızlık savaşıyla kurulan ve bunu yüz yıldır övünç vesilesi sayan bizim gibi bir ülkenin buna şiddetle itiraz etmesi gerekir. Suriye Suriye’lilerindir ve ayrıca nasıl bir rejim içinde yaşayacaklarına Suriyeliler karar verir. Bir ülkenin rejimi hoşumuza gitmeyebilir. Bunu ileri sürerek başka bir ülkenin iç işlerine karışmanın, dünyaya çeki düzen verme hevesinin sonu yoktur. (AS: BM Anlaşmasına da aykırıdır!)

Türkiye’nin nasıl bir rejim altında bulunacağına da bu ülkede yaşayan bizler karar veririz. Hangi bahaneyle olursa olsun, başka bir ülkenin Türkiye’ye karşı güç kullanması kabul edilebilir bir tutum değildir. Bu ilke, başka ülkeler için de geçerlidir. Bu nedenledir ki, savaş politikasını savunanlara “Ne işin ver Suriye’de, Irak’ta?” diye sorup duruyoruz.

Ülkemizde anti-emperyalistlerinin canını sıkan başka bir durum da ABD’nin Suriye’de PYD’ye yaptığı silah yardımı ve IŞİD’e ve Suriye Hükümetine karşı mücadele adı altında PYD ile kurduğu ittifaktır.

  • Suriye’de Kürtler için bir bağımsız veya özerk yurt kurmak isteyen Kürtler, nasıl olur da dünyanın bir numaralı emperyalist devletiyle ittifak kurabilir, hatta onun himayesini kabul edebilir? Belli ki, denize düşen yılana sarılmıştır. (AS: Bizce böylesi bir gerekçe de olamaz!)

“AÇILAN KAPILAR ŞAH’A GİDELİM”

Bir ülkede yaşayan ve azınlıkta kalan kimi dinsel ve millî (AS: etnik!) azınlıkların başka bir ülkeden medet ummaları yeni değildir. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur. Başka bir devletten medet ummak ve hatta o devletin işgal hareketine ses çıkarmamak, bu tür olgulardandır. Osmanlı devletinin daha beylikler döneminde Batıya doğru kolayca genişlemesinde, Bizans halkının ağır vergiler altında ezilmekte oluşunu, bu nedenle Rumların Osmanlıların fetih hareketine direnmediklerini bizim tarihçiler yazıyorlar.

Aynı olay Osmanlıların gerileme döneminde tersine dönmüş, Balkanlardaki azınlıkların Osmanlı’dan kurtulmak için büyük devletlerden medet ummasıyla da yaşanmıştır. Yunanlılar (AS: Yunanlar), Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar, Müslüman Osmanlılardan daha önce modernleşme sürecine girmiş ve Osmanlılardan kurtularak bağımsız bir devlet kurmak istemişler, bunun için Avrupa devletlerini yardıma çağırmışlardır. Araplar da 1. Dünya Paylaşım Savaşında Osmanlı’ya karşı İngiliz ve Fransızlara başvurmuşlar, onlardan yardım almışlardır. Bir süre onların mandası altında yaşadıktan sonra bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğunu kurtaracak tek çözüm, demokratik bir federasyona gitmekti. Devlet buna yanaşmayınca azınlıklar tek tek ayrılarak kendi devletlerini kurmuşlardır.

Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Alevilerin, devletten zulüm gördüğünü, buna karşılık zaman zaman ayaklandıklarını biliyoruz. Türkiye’deki Aleviler, Şii İran’a sempati ile bakıyorlardı. Pir Sultan Abdal’ın “Açılan kapılar Şah’a gidelim” dizesi, bu tercihi ifade ediyordu. (AS: Tercih değil medet, çare, yardım umma; belki de oraya sığınma!)

Bir devlete karşı başka bir devletten yardım beklemek yakın tarihimizde Türkiye için de geçerlidir. 1. Dünya Savaşında emperyalist İtilaf Devletleri blokuna savaş açan Türkiye, öteki emperyalist Almanların korumasına sığınmış, savaşı Alman komutanların yönetiminde ve Alman silahlarıyla yürütmüştür. Mütareke döneminde ülkenin parçalanma tehlikesine karşı Amerikan mandasının istenmesi, bu seçeneğin devre dışı kalmasından sonra Sosyalist Rusya ile İttifaka geçilmesi aynı nedenledir.

İkinci Dünya Savaşından sonra da Rusların Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı istediği gerekçesiyle ABD himayesinin (AS: korumasının) kabul edilmesiyle, bugün Suriye Kürtlerinin ABD’den önemli miktarda silah yardımı alması arasında benzerlik vardır. ABD, Türkiye’nin her yanını üsleriyle donatmıştır. 1965’te askerliğimde kullandığımız silahlar ABD malıydı. Askere dağıtılan peksimetler de ABD’den gelmeydi.

SURİYE’ye DÜŞEN GÖREV

Suriye Kürtlerinin ABD ile ittifakını önlemek, Suriye Hükümetinin elindedir. Suriye, kendi vatandaşlarından bir bölümünün başka bir ülkeden medet ummasına yol açan uygulamalardan vazgeçerek Kürtlerle birlikte anti-emperyalist bir cephe kurmalıdır. Bu olasılık zaman zaman gündeme gelse de, Suriye Hükümetinin inadı yüzünden gerçekleşememiştir. Suriye Hükümetinin ABD’ye karşı Rusya’ya yaslanmaktan başka, Kürtlerle ilgili de bir planı olmalıdır.

21. Yüzyılın bu ilk çeyreğinde ayaklarını uzatacak bir yurttan yoksun bırakılan ve oradan oraya sürülmekte olan Kürtlerle ilgili bu politika uzun süre geçerli olamaz. Kuşkusuz, ABD emperyalizminin Ortadoğu’da bir bölgeyi himayesine (AS: korumasına) alması, uzun süremez. Suriye’de ABD, Rusya ve öteki ülkeler geçici; Araplar ve Kürtler kalıcıdır. ABD, nasıl İncirlik üssünü boşaltacaksa Suriye’nin kuzeyinden de çekilecektir.
*****
CHP’nin 28 Eylül 2019 günü İstanbul’da düzenlediği Suriye Konferansı umarım ki bu anlayışı da kapsamaktadır. Tarihin ders olarak verdiği yüzyılımızın akıl ve mantığı bunu gerektirmiyor mu?
===============================
Dostlar,

CHP’den SURİYE SORUNUNA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ÜZERİNE

  1. Ankara ile Şam arasındaki yolun barışa giden en kestirme yol olduğunu ve Suriye’nin geleceğine ancak Suriye halkının karar verebileceğini hiç unutmamalıyız,
  2. ABD ve Rusya’nın çıkarları arasında savrulmamak için, toprak bütünlüğü, siyasal bağımsızlık, egemenlik ve iyi komşuluk ilişkileri ilkelerine dayanan, bütünlüklü ve uyumlu tek bir Suriye politikası izlemeliyiz.
  3. Suriye yönetimi başta olmak üzere, uluslararası hukuka ve ilişkilere dayalı, meşruluğu olan bütün aktörlerle, tıpkı burada olduğu gibi konuşarak diplomasiyi etkin kılmalıyız,
  4. Bugüne dek, uluslararası hukuk ve meşruiyete aykırı bütün hamlelerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.
  5. Suriye yeniden güvenli ülke olduktan sonra ülkemizdeki sığınmacıların gönüllü geri dönüşlerini teşvik etmeli ve bu amaca uygun politikalar geliştirmeliyiz.Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…Türkiye ve Suriye halklarının barış içinde, bir orman gibi kardeşçe yaşamaları için çalışmaya devam edeceğiz!
    *****
    Bu saptama ve önerileri son derece yerinde, gerçekçi ve uygulanabilir bulduğumuzu belirtmek isteriz.Kimse kimseye durup dururken yurt, toprak, bağımsızlık ikram etmez, etmemiştir.Kürt kardeşlerimiz geçmişte hiçbir bağımsız devlet kuramamışlardır. Günümüzde de kendilerine böylesi bir ihsanda – lütufta bulunulması beklenemez, tarihsel diyalektiğe aykırıdır. Ancak emperyalizm, çıkarlarına uygun kukla – karakol – istasyon Kürt devletçikleri kurmayı yordam (strateji) olarak belirleyebilir ki bu durum gerçekte şimdiki konumdan daha çok özgürlük – bağımsızlık – özerklik anlamına asla gelmez. Boyunduruk baştan vurulmaktadır. 4 ülkeden koparılacak topraklarla Irak’tan Doğu Akdeniz’e uzanan 1200 km uzunlukta, …. km derinlikte bir yapay parselde, peşinen uydu bir Kürt devleti.. BOP kapsamında İsrail’in güvencesi ve bölge enerji kaynaklarının bekçisi.. Bölgedeki 4 devleri de zayıflatarak..

    Başka ülkelerin topraklarında neler olur bilemez ve karışamayız. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, Anayasasına ve Kuruluş felsefesine göre tekil (üniter) bir devlettir. Federasyon vb. yönetim biçimlerine, özerk bölgelere… kapalıdır. İlk 3 madde değişmez kılınmıştır Kurucu anayasa yapıcı irade tarafından..

    T. C. Anayasası :
    II. Cumhuriyetin nitelikleri
    Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti,
    toplumun huzuru,
    milli dayanışma ve
    adalet anlayışı içinde,

    1. İnsan haklarına saygılı,
    2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
    3. Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
    4. Demokratik,
    5. Laik ve
    6. Sosyal bir
    7. Hukuk Devletidir.
    *****

    Bu sitede kezlerce yazdık ve emperyalizmle işbirliği yapılarak bağımsızlık savaşımı verilemeyeceğini, bu politikanın akıl dışı (irrasyonel) ve onursuz olduğunu, ayrıca sonuca erişmesinin de tarihsel eytişim (diyalektik) açıdan olanaksız, hayalci ve serüvenci olduğunu… belirttik.

    * Dolayısıyla Türkiye’de yaşayan tüm etnik – dinsel küme ve azınlıklar için tek yol;

    * Ülkemizde evrensel standartlarda demokratik bir cumhuriyet rejiminin yaşama geçirilmesidir.

    Bu bağlamda 7 temel Anayasal koşul ve felsefi çerçeve, yukarıda verildiği üzere, yürürlükteki Anayasanın Başlangıç bölümünde ve ilk 3 maddesinde kayıt, güvence ve kesin koruma altına alınmıştır.

    İçini doldurmak, AKP’nin dinci – ayrıştırıcı – gerici – Kürt yurttaşlarımıza ve FETÖ’ye dönük ikiyüzlü yıkıcı politikalarından bir an önce kurtulmak gerekiyor. (AKP’nin utanç veren, ibretlik FETÖ bağlantılarını kendi ses ve görüntüleri ile izleyin ve https://youtu.be/KKxkccTS1DI; AKP’nin PKK-Kürdistan İKİYÜZLÜLÜĞÜ
    Tarihsel birer belge olan 28 fotoğrafı görmek için lütfen tıklayınız)

    31 Mart ve ardından 23 Haziran 2019 dayanışması – birlikteliği somut başarı örneğidir.

    Kürt yurttaşlarımızın ezici bir çoğunluğunun beklentisi de bu eksendedir yapılan bilimsel çalışmalarda.. Bölücü silahlı örgüt (PKK ve türevleri) ayrıştırılmış, marjinalleştirilmiş ve hatta dışlanmıştır gerçekte. Ne var ki emperyalizmin en azından de-stabilizasyon ve yıldırma – yıpratma politikası çerçevesinde, başta silah olmak üzere her türlü akçal (mali) ve lojistik, politik.. destek ABD – AB tarafından inatla ve ısrarla, cömertçe sağlanarak post-modern vekalet savaşı (proxy war) sürdürülmektedir ülkemizdeki Türk ve Kürt… yurttaşlarımıza karşı.

    Ciddi ve ağır stratejik sorunsalın (problematik) böylesine görülüp betimlenmesi (tasviri), “Kürt sorunu“ yanılsamasından – tuzağından sıyrılınması, çözümü gerçekten çooook kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır.

    Artık adını koyalım :

    ABD – AB stratejik müttefik asla değildir.

    Dış politika seçenekleri, NATO üyeliği ve ABD üsleri, AB üyelik başvurusu hayali dahil, köktenci biçimde gözden geçirilmeli ve hızla

    Atatürk’ün TAM BAĞIMSIZ – YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ politikalarına dönülmelidir.

    Bu çağrı da bir kez daha bizden..

    Sevgi ve saygı ile. 30 Eylül 2019, Datça

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
    Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği Uzmanı​ (Ankara Üniv. Tıp Fak.)
    ​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Öz Türkçe Sözcükler Neden “Tutmaz”mış?

29 İlkgüz (Eylül) 2019

Bay Atalık. 
Bu günkü yazınıza ilişkin düşünülerim ektedir…
Duru Türkçeli günler dilerim.

Tarık Konal

 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Öz Türkçe Sözcükler Neden “Tutmaz”mış?

Bay Atalık,
Cumhuriyet güncesi “Satranç” köşesinin yazarı.

Bugünkü yazının başlığında “yaymaca” gibi güzelim bir öz Türkçe sözcüğü kullandıktan sonra, bu sözcüğün “tutacağını sanmıyorum”  demeni çok yadırgadım.

Tutmaz ne demektir?  “Toplumca benimsenmez” mi demek istediniz?

Bir öz Türkçe sözcüğün toplumca benimsenip benimsenmeyeceğini anlamanın yolu-yöntemi, onu topluma sunmaktır.

Cumhuriyet öncesi bu toplumun mekteplerinde “Bir müsellesin mesahayı sathiyyesi, kaidesiyle irtifaının hasılı zarbının nısfına müsavidir ” diye söylenip  yazılırken, Atatürk adlı Bilge Önder’in başardığı Dil Devriminden sonra okullarımızda “bir üçgenin alanı, tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir” diye öğretilir oldu.

Toplumun bu söylemi benimsemeyeceğini sananlar vardı; ancak onların sanı’sı gibi olmadı gelişmeler, değil mi? Toplum öz Türkçeyi benimsedi…

Bay Atalık,

Özü Türk olanların sözlerinin de öz Türkçe olmasınından daha doğal ne olabilir?

Kökü de ekleri de bize özgü olmayan, Arap’ın, Fars’ın İngiliz’in, başka dillerin sözcüklerini bir kakavan (papağan) gibi yineleyip durmak yerine, öz Türkçemizi topluma benimsetmeye çalışmak yaraşır bize…

Türk diline tutkun bir yazar, bir öz Türkçe sözcüğü ilk kez kullanıyorsa, yaymaca (propaganda) biçiminde yazarak, bu güzelim sözcüğü Türk okuruna önerdiği gibi, bir erişkin eğitimi de vermiş olur…

Bu nedenle, Arapça zan değil öz Türkçe “sanı”; İngilizce konsept  yerine Türkçe “kavram”; Arapça hakeza  değil “buna benzerbunun gibi”; platform yerine (burada) “düşün köşesi”; Arapçada “büyük terazi” anlamındaki kıstas yerine öz Türkçe “ölçüt”; Fransızca organizasyon yerine öz Türkçe “düzenleme”; lağvedildi değil “kaldırıldıgeçersiz kılındı”; İngilizce kontrol değil de öz Türkçe “denetim”; lisans yerine (burada) “yetki belgesi”; İngilizce doping değil “yasaklı güç katımı”; Arapça bahsetmek  yerine “söz etmek”; Arapça müptedi  değil de Türkçe “öğrenmeye yeni başlayan”; Arapça şahsi değil de Türkçe “kişiye özgü”; business class değil de “iş adamlarına özgü bölüm”; İngilizce kamp değil de “dinlenek”; Arapça elzem değil de Türkçe “gerekli”; Arapça ziyaret değil de öz Türkçe “konukluk”; lanse değil de (burada) Türkçe “tanıtmak”; İngilizce performans demek yerine öz Türkçe “başarım, başarı” ya da “beceri sergileme”; İngilizce reyting yerine Türkçe “izlenme oranı”; stoik değil de “usçu yaklaşım” deseydin.. el sözcüklerini yaşatacağına Türkçemizi yüceltseydin, olmaz mıydı?

Ben Cumhuriyet’in 65 yıllık okuruyum. Cumhuriyet’in Bilge Önder Atatürk’ün çabasıyla ve Anadolu Aydınlanma Devrimini Türk Ulusuna anlatmak, benimsetmek ereğiyle yayın yaşamına başladığını bilen, unutanlara da anımsatan bir okur’um…

Arapça-Farsça-İngilizce öğreten biri gibi değil, Türkçemize özen gösteren bir yazar gibi yazmanı bekler, duru Türkçeli günler dilerim…

Kutlu Yayıncılıkça basılıp dağıtılan “Bize öz Türkçe yaraşır” adlı betiğin (kitap) yazarı Tarık Konal

=====================================
Dostlar,

TÜRKÇE’miz de EMPERYALİST KUŞATMA ALTINDA

Değerli arkadaşımız Sn. Tarık Konal‘ın saygın çabasını şükran ile karşılıyoruz. Düşüncelerine ve eylemine biz de katılıyoruz öteden beri..

Bu web sitesini izleyenler bilir, elimizden geldiğince, Büyük ATATÜRK‘ün Devrimlerinden ayrılması olanaksız DİL DEVRİMİ’ne de sahip çıkıyoruz. Hatta, kimi makaleleri sitemizde paylaşırken, yer yer sınırımızı aşarak, anlama dokunmadan, arı Türkçeleştirme yapıyoruz!

Ne yazık ki, yandaş basından bir yazar geçtiğimiz günlerde;

  • “Andımız asla geri gelmeyecek, bu memleketi Araplaştıracağız..“ diye yazdı makalesinde.

Bu davranış nasıl açıklanabilir? İlki Türk olmamak ya da Türk olduğu halde anlaşılmaz biçimde, nedense, soyunu yadsımak.. İkincisi gerçekten Arap olmak ve Türkiye’de Arap emperyalizminin militanı olmak.. 3. olasılık ise yabancı güçler adına çalışmak..

Hangisi bay yazar, hangisi size uyan(lar)!?
****
Dehşetle anımsıyoruz, geçtiğimiz yıl Ankara’da evimize gelen su düzeneği onarımcısı (“su tesisatı tamircisi“ demedik bakın!) “selamın aleyküm“ diye içeri girince biz de “günaydın, iyi günler..“ gibi bir yanıt verdik ve neden Arapça selamlama yaptığını sorduk. Önce, “Allahın selamı bu“ dedi öfkelenerek. Biz yalnızca Arapça selamlaşmak olduğunu, dinle değil dille ilişkili olduğunu söyleyince;

  • Biz zaten Arabız.. “ demez mi!
    Adı Türkçe idi ve gerçekte etnik olarak Arap değildi. Neden kendisini böyle tanımlıyordu? Lise mezunu idi..  ATATÜRK’ün Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip‘in yazdığı Andımız’ın AKP tarafından yasaklanmadığı yıllarda liseyi okumuş olmalıydı.
    *****
    Çok yönlü bir KÜLTÜR EMPERYALİZMİ KUŞATMASI altında olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kuşatma ile başetmek için önce sorunu tanılamak (teşhis etmek) ve kabul etmek gerekir. Ardından da bütüncül (sistematik) ulusal politikalar geliştirmek ve kararlılıkla uygulamak.

Fransızlar hala, tüm dünyada yerleşmesine karşın AIDS değil SIDA demekteler. Bilgisayar için de hala “kompüter“ değil, “ordinatör“ sözcüğünü kullanıyorlar.

Moskova Dil Akademisi ise tam bir devlet bilinci ile kurulmuş ve çalışmakta olan bir kurum. Bilim ve teknolojiye başka ülkelerin dillerince kazandırılan terimleri, alan uzmanları ve dilbilmciler eliyle, yeni sözcükler “uydurarak“ Rusça’ya kazandırmaktalar. Lütfen, “uydurma“ eyleminin Dilbilimdeki gerçek anlamını dikkate alalım.. Diller zaten bütünüyle “uydurma“ çabasının ürünüdür. Nesnelere, olgulara, süreçlere… insanlar uygun seslendirmelerle sözcükler “uydurarak“ ad verip, dilleri geliştirmişlerdir.

Zor bir eylemdir Dibilimde “uydurma“, yaratıcılık ve birikim ister, Ulusun ekinini (kültürünü) derinlemesine tanımayı ve sürekli takım çalışmasını zorunlu kılar.

Dil = Uydurma“ denklemi rahatlıkla kurulabilir.

Bu amaçlarla, Büyük Atatürk 1932’de Türk Dil Kurumu‘ nu Devletin dışında özerk bir Kurum (Dernek) olarak kurmuş ve Dil Devrimi sürecini kurumsallaştırarak sürekli kılmak istemişti. Kalıtından (mirasından) gelir de bırakmıştı bu Kurumun akçalı (mali) özerkliği için. Ne acıdır ki, 12 Eylül 1980 darbecileri, Türk Dil Kurumunu da, onun kardeşi ve benzer devrimci bilinçle yine büyük Devrimci Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kurulan Türk Tarih Kurumunu da devlet dairesine dönüştürerek işlevsizleştirdi.

Aydınlanma Devrimi karşıtı AKP iktidarı ise, 17 yıldır tüy dikti bu 2 Kurumun ve çalışmalarının üstüne.
****
İlginçtir ki, Cumhuriyet Gazetemizde son günlerde hem Dil yanlışları epey arttı hem de arı Türkçe kullanımı belirgin düzeyde geriledi. Bu sorunu Gazete yönetimine sunmak isteriz, düzeltilmesini dileriz tez elden..
****
Bir sömürge ülkesiymişçesine, okullarında başka dillerde eğitim verilen ve bu durumun giderek yaygınlaştırıldğı  caaanım Türkiye’mizde, bu aşağılanma içimizi yakıyor..

Türkçe aşığı, uluslararası ünlü bilim insanımız merhum Prof. Oktay Sinanoğlu‘nun bu bağlamdaki çabaları ne denli uyarıcı ve değerliydi. Aşağıdaki 2 önemli kitabını mutlaka okumalı, okutmalı. Uyarı çok önemli hatta kritik :

  • Türkçe giderse Türkiye gider!

oktay sinanoğlu türkçe giderse türkiye gider ile ilgili görsel sonucu

oktay sinanoğlu türkçe giderse türkiye gider ile ilgili görsel sonucu

Önceki hafta yayınlanan MEDİKAL EPİDEMİYOLOJİ adlı kitap çevirimizde, elimizden gelen çabayı gösterdik bu alanda Türkçe terimler kazandırmak için Dilimize.. Umarız benimsenir, yerleşir, kullanılır.. Yine “Uydurma“ eylemiydi yaptığımız! Kötü niyetle bu sözcük anlamından saptırılmaz ise.. ki hem ayıp hem bilisizliktir (cehalet) böylesi davranış.

​Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2019, Datça

Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı​ (Ankara Üniv. Tıp Fak.)
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Bütçe sağlığa değil garanti ödemelerine gitti

Bütçe sağlığa değil garanti ödemelerine gitti

BİRGÜN, 25.09.2019 01:05 SAĞLIK BURCU CANSU
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Sayıştay, Kamu Özel İşbirliği Projesi ile hasta garantili şehir hastaneleri yaptıran ve fazla aşı alarak depolarda çürümesine neden olan Sağlık Bakanlığı’nın bir yıllık net zararının 1 milyar 772 milyon 475 bin TL olduğunu belirledi.

Şehir hastanelerinin muhasebe işlemlerinde birçok sorun olduğunu tespit eden Sayıştay, şirketlere taahhüt edilen garanti ödemesi tutarlarının muhasebeleştirilmediğini ve bilanço dipnotlarında gösterilmediğini açığa çıkardı.

Sağlık Bakanlığı’nın bir yıllık net zararının 1 milyar 772 milyon 475 bin TL olduğu tespit edildi. Denetim sonuçları rapora şöyle yansıdı:

Tamamlanmayan şehir hastaneleri: Yüklenici firmanın yerine getirmeyi taahhüt ettiği yapım işlerinin izlenebilmesi amacıyla girişilen ‘taahhüt tutarları’ uygun bir şekilde muhasebeleştirilmedi.

Taahhüde bağlanan şehir hastanelerinden bazılarına ait taahhüt tutarları kayıt dışı kaldı. Taahhüt işlemlerinin mevzuata uygun şekilde muhasebeleştirilmemesi nedeniyle bilanço gerçeğe uygun tutarları göstermedi.

Hizmete giren şehir hastaneleri: Şehir hastanelerine ait varlık ve yükümlülükler kaydedilmedi. Kira ödemeleri hatalı muhasebeleştirildi ve muhasebe içi envanter işlemleri yapılmadı. Bu da fiili durumu tam ve doğru olarak göstermedi.

Garanti tutarı muhasebeleştirilmedi: Şehir hastaneleri sözleşmelerine ek belirlenen ve idare tarafından görevli şirkete taahhüt edilen garanti tutarlarının muhasebeleştirilmediği ve bilanço dipnotlarında gösterilmediği tespit edildi.

OLMAYAN TÜP BEBEK BİRİMİ İÇİN GARANTİ BEDELİ

Sayıştay’ın şehir hastaneleri ile ilgili öbür belirlemeleri ise şöyle:

  • Fiilen şantiye halindeki hastaneler için yer ve bahçe bakım hizmet ödemesi yapıldı.
  • Şehir hastaneleri sözleşme ve eklerinde belirlenen cins ve sayıda tıbbi cihaz ve ekipmanlar (AS: donanımlar) bulunamadı.
  • Elazığ Fethi Sekin Şehir Hastanesi’nde Tüp Bebek Birimi bulunmaması ve hizmet alınmamasına karşın laboratuvar hizmetleri altında tüp bebek birimi için garanti bedeli ödemesi yapıldı.
  • Faaliyete geçen kimi şehir hastanelerinde ticari alana ait inşaatlar bitirilmedi.
  • Kullanım Bedeli ve Hizmet Ödemelerine ilişkin, şirket tarafından ödenmesi gereken damga vergisi idare tarafından üstlenildi.

AŞILAR DEPODA ÇÜRÜDÜ

Raporda dikkat çeken bir başka husus da “Aşı Takip Sistemi” ile ilgili. Aşı Takip Sistemi’nin güvenilir veri üretmemesi nedeniyle aşı gereksiniminin sağlıklı belirlenemediği, satın alınan aşıların ömrünün dolduğu belirtildi. Sağlık müdürlüklerinin deposunda 11 332 471 TL değerinde son kullanma süresi biten aşı olduğu saptandı. 2018 yılında 808 380 doz PPD (tüberkülin deri testi), 383 060 doz kızamık, 293 793 doz kızamık, kızamıkçık, kabakulak, 42 682 doz mevsimsel grip ve 32 500 doz Hepatit B aşısının il sağlık müdürlüklerinin deposunda kullanılamaz duruma geldiği bildirildi.
==============================
Dostlar,

  • Türkiye, bırakın iyi yönetilmeyi, açıkça “çökertiliyor“!

İşin özü budur.
Aşı konusunda “fazlalık“ sorunu ayrıca tartışılabilir..
Çünkü Kasım 2015’te bir bireysel başvuru nedeniyle AYM’nin (Anayasa Mahkemesi) dileyen anababaya çocuklarına AŞI YAPTIRMAMA hakkı tanımasından bu yana ülkemizde aşı yaptırmayanlar artıyor.. Bu konuda gerçekleştirdiğimiz SAĞLIK HUKUKU yüksek lisans (master) tezi savunmamızın pp yansıları için tıklayın AHMET_SALTIK_Tez_sunumu_10.08.2018

Sağlık Bakanlığı bu bağlamda verileri paylaşmıyor. Tam bir karartma var.
Bu sitede manşette ÇOCUK AŞILAMALARI SORUNUNU sürekli tutuyoruz..

Türkiye’de Bağışıklama Hizmetlerinin Durumu: Sorunlar Öneriler Konferansı

  • TBMM’den hızla yasa çıkarılarak çocukluk aşıları zorunlu kılınmalıdır; salgın riski var!
  • AŞI REDDİ : ETİK BUNUN NERESİNDE?? tıklayınız..
    Sağlık Hukuku Tezimize dayalı 3 bildirimizin tam metni ve yansıları için  tıklayın
    Anayasa Mahkemesi çocuk aşıları hakkında nasıl yanlış bir karar verdi, kamuoyu görmeli
    “AŞI REDDİNİN SAĞLIK HUKUKU BOYUTU” (35 yansı pdf, tıklayınız..)
    ******

Ek olarak Türkiye’nin 5 milyona varan yabancıları ve her yıl 40 milyona varan turisti var. Yine her yıl, 100 bini aşan, bizden daha geri kalmış ülkelerden ülkemize kaçak girişler var. İpin ucu kaçmış durumda ve TÜİK tutarlı nüfus istatistikleri veremiyor.
Böyle ülke yönetilmez; bir ülke ancak BÖYLE BATIRILABİLİR!
AKP iktidarının 17 yıldır tek başına yaptığı ay-nen budur!

  • Bu iktidar ülkemiz için bir BEKA SORUNU durumuna gelmiştir.

İvedilikle ERKEN GENEL SEÇİM yapılmalı ve bu yıkımdan Türkiye kurtarılmalıdır.

Yineleyelim :

  • TBMM’den hızla yasa çıkarılarak çocukluk aşıları zorunlu kılınmalıdır;
    salgın riski giderek büyümektedir!

Şehir hastanelerini de bu sitede çoooooooooooooooook yazdık.

Açıkça adını koyduk : Şehir hastaneleri TALANI!

Örn. (ve pek çok dosya) : ŞEHİR HASTANELERİ TALANI Konferansımız

Şimdi sıra TALANI – SOYGUNU saklamaya geldi..
Devlet kayıtlarına sokmama..

  • Nereye dek hey Lordum, nereye dek?!

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 25 Eylül 2019, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı​ (Ankara Üniv. Tıp Fak.)
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Yargı’da halen 2221 hakim ve savcı ya FETÖ’cü ya da FETÖ destekçisi!..

Yargı’da halen 2221 hakim ve savcı ya FETÖ’cü ya da FETÖ destekçisi!..

Aytunç ERKİN
SÖZCÜ, 20.09.2019
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır. Ayrıca yazarın konuyla bağlantılı 4 yazısının erişkeleri / linkleri yazının sonunda verilmiştir.)

Balyoz mağduru emekli Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok rakamlarla analiz etti:

✔ YARGITAY: 2014 HSYK seçiminde FETÖ’cü adaya 196 oy verildi. 133’ü ihraç edildi. 63 kişi görevde

✔ DANIŞTAY: 2014 HSYK seçiminde FETÖ’cü adaya 73 oy verildi. 43’ü ihraç edildi. 30 kişi görevde

✔ ADLİ YARGI: 2014 HSYK seçiminde FETÖ’cü adaya 5.319 oy çıktı. 3.236’sı ihraç edildi. 2.083’ü görevde

✔ İDARİ YARGI: 2014 HSYK seçiminde FETÖ’cü adaya 735 oy verildi. 690’ı ihraç edildi. 45 kişi görevde

1 – “Sayın Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e seslenmek istiyorum: Siz 2014 yılında yapılan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde FETÖ üyesi hakim ve savcıların Türk yargısı için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu görmüş ve bu ucube yapıyı adalet sistemimizden tasfiye etmek için Yargıda Birlik ile beraber mücadele etmiş birisisiniz. Sayın Gül, şimdi size düşen en önemli görev, Adalet Bakanı olarak o günlerin artıkları olan (Kripto FETÖ’cüleri) temizleyerek yarım kalan bu işi tamamlamaktır. Diğer yandan yeni adıyla Hakimler ve Savcılar Kurulu’na büyük bir görev düşmektedir. Türk yargısının içerisindeki (Kripto FETÖ’cüleri) tespit ederek yargı önünde hesap vermelerini sağlamak onların boyunlarının borcudur.”

Bu cümleler, emekli Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok’a ait… Üçok’la, son günlerde yaşanan “Yargıdaki FETÖ’cüler” tartışması üzerine konuştuk. Üçok da, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül başta olmak üzere başta yargı olmak üzere kurumlarda bu örgütle savaşan isimlere desteğini esirgemiyor. Ki, Bakan Gül’ün hedefe konulmasına da karşı çıkıyor! Ancak… Şerhini de koyuyor!

2014 HSYK SEÇİMLERİ ÖNEMLİ

Sözü, Üçok’a bırakıyorum: “…15 Temmuz darbe girişiminin hemen ertesi günü, HSYK, iki binden fazla FETÖ mensubu hakim ve savcıyı ihraç etti. HSYK’nın bu tutumu, FETÖ ile mücadele için atılmış en önemli adımdır. HSYK tarafından, FETÖ üyesi hakim ve savcılar ihraç edilmemiş olsaydı kendi örgüt üyesi asker, polis, sivil, hiç kimseyi ne soruştururlar ne de dava açarlardı. Bu operasyonu yapan, Türk hukuk tarihinin en başarılı HSYK’sı kolay oluşturulmadı. O günleri ve bugünleri anlayabilmek için 23 Eylül 2014 tarihinde yapılan HSYK üye seçimlerini çok iyi analiz etmek gerekir.”

Bu analizi iyi okuyun… Çünkü rakamlar çok dikkat çekici…

Her biri FETÖ abileri tarafından ankesörden aranmış hakim ve savcı var. Ben bu kişiler hakkında HSK’ya giderek suç duyurusunda bulunmaya hazırım.

‘İhraçlara rağmen yargıda tam bir temizlik olmadı’

“2010 yılında 10 bin 739 olan hakim savcı sayısı dört yıllık süreçte neredeyse tamamı FETÖ ile iltisaklı 4 bin 273 hakim savcı alınarak 15 bin 12’ye çıkarılmış, Yargıtay’da 107 yeni üyelik ele geçirmiş ve yargı adeta FETÖ yargısına dönüştürülmüştür.”

YARGI İKİYE BÖLÜNMÜŞTÜ

“O günleri yaşayan ve FETÖ yargısının hukuksuzluklarına bilfiil maruz kalan birisi olarak, 23 Eylül 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimlerinin Türk hukuk tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu en acı biçimde öğrenenlerdenim. Türk yargıç ve savcıları adeta FETÖ’cüler ve diğerleri olarak ikiye ayrılmışlardı. Türk yargı sistemindeki karanlık gidişi gören diğerleri yani FETÖ üyelerinin dışında kalan sosyal demokratlar, ülkücüler, muhafazakarlar, Atatürkçüler, milliyetçiler, dindarlar hepsi bir araya geldi ve Yargıda Birlik Patformu adı altında birleşti.”

3926 KİŞİYE İHRAÇ

“Bu seçimde FETÖ üyesi hakim, savcı, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile Yargıda Birlik Platformu adayları kıyasıya yarışmışlar, adeta bir ölüm kalım mücadelesi vermişlerdir. FETÖ üyesi hakim ve savcıların, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin aldıkları oy miktarları Türk yargısı iindeki FETÖ’cülerin miktarını da ortaya çıkarmıştır. Sayın Adalet Bakanı’nın açıklamalarına göre bugüne kadar 3926 hakim ve savcı FETÖ iltisakı nedeniyle ihraç edilmiştir.

  • Türk yargısı FETÖ’den temizlendi mi? Tabii ki hayır.”

İŞTE RAKAMLARLA ‘KRİPTO’ GERÇEĞİ

“Yargıtay’da, Danıştay’da mevcut görev yapan FETÖ’cü kaç üye var, adli yargıda, idari yargıda halen FETÖ’cü kaç hakim savcı var” soruma Üçok, “ Yüksek Seçim Kurulunun resmi tutanaklarında tespit edilmiş olan rakamlarla bunları sunuyorum” dedi.

YARGITAY: 23 Eylül 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimi sırasında 387 Yargıtay üyesi mevcuttur. 373 Yargıtay üyesi, üç HSYK üyesini belirlemek için oy kullanmışlardır. FETÖ kontenjanından seçime giren ve 15 Temmuz sonrası ihraç edilen isim 196 (FETÖ üyesi ya da FETÖ’severler) oy almıştı. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası 133 Yargıtay üyesi FETÖ iltisakı nedeniyle ihraç edildiğine göre; 196’dan 133’ü çıkarırsak halen görevde olan 63 Yargıtay üyesinin FETÖ üyesi veya FETÖ müzahiri (destek çıkan) olduğu, Yüksek Seçim Kurulu tarafından ilan edilen rakamlara ve HSYK verilerine dayanarak söyleyebiliriz.

DANIŞTAY: 23 Eylül 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimi sırasında mevcut 156 Danıştay üyesinden 151 kişisi iki HSYK üyesini belirlemek için oy kullandılar. Yapılan seçim sonrasında  FETÖ kontenjanından seçime giren ve 15 Temmuz sonrası ihraç edilen isim 73 oy aldı. 15 Temmuz sonrası 43 Danıştay üyesinin FETÖ’cü olmaktan ihraç edildiğini göz önüne alacak olursak, Danıştay’da görev yapan 30 üyenin FETÖ üyesi veya FETÖ müzahiri olduğu anlaşılmaktadır.

ADLİ YARGI: 2014 yılında HSYK verilerine göre, adli yargıda 6841 hakim, 4777 savcı olmak üzere toplam 11618 kişi görev yapmaktadır. FETÖ listesinden seçime katılan ve 15 Temmuz sonrası ihraç edilen isim 5319 oy almıştır. 15 Temmuz sonrası FETÖ iltisakı nedeniyle 2047 hakim ve 1189 savcı olmak üzere toplam 3236 adli yargı mensubu ihraç edilmiştir. Bir gerçek var ki ihraç edilen isme oy veren 5319 hakim-savcının, 3236 kişisi atılmış. Adli yargıda görev yapan 2083 hakim savcının FETÖ üyesi veya müzahiri olduğu kesindir.

İDARİ YARGI: Seçimlerin yapıldığı 2014 yılında HSYK verilerine göre 1147 hakim vardır. Bilmeyenler için söyleyelim idari yargıda savcılık makamı yoktur. İdari yargıdan HSYK’a seçilen ve 15 Temmuz sonrası ihraç edilen isim 735 oy almıştır. 15 Temmuz sonrası idari yargıdan 690 hakim FETÖ iltisakı nedeniyle ihraç edilmiştir. Bu ihraçları dikkate aldığımızda idari yargıda halen görev yapan 45 hakim FETÖ üyesi veya FETÖ müzahiri olduğu anlaşılmaktadır.

SONUÇ                            :

  • 23 Eylül 2014 yılında yapılan HSYK seçimleri sonrasında bugün Yargıtay, Danıştay, Adli  ve İdari Yargı ‘da halen 2221 hakim savcının FETÖ üyesi veya FETÖ müzahiri olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

Emin olun bu kişiler bugün kendilerini Okuyucu, Yazıcı, Menzilci, sosyal demokrat, milliyetçi gibi başka sıfatlarla tanımlasalar da hepsi yargı tarafından isim isim bilinmektedir.
=====================================

Dostlar,

SÖZCÜ yazarı Sn. Aytunç ERKİN‘in aşağıdaki yazılarının da, yukarıda sunulan çarpıcı makale ile bütünlük içinde okunmasını öneriyoruz :

Hem Sn. Erkin’i hem de FETÖ’nün tuzak (kumpas) davalarında hapis yatarak ağır biçimde mağdur edilen ama sonunda aklanan E. Yargıç Albay Ahmet Zeki Üçok‘u bu cesur girişimleri ve kamuoyunu uyarmaları nedeniyle kutluyoruz.. Ahmet Zeki Üçok, 2009’da Fethullah Gülen cemaati hakkında yürüttüğü soruşturmanın ardından Balyoz Davası sanığı oldu. 4 yıl 9 ay cezaevinde yattı. (https://www.biyografi.info/kisi/ahmet-zeki-ucok, 23.9.19)

Sıra Devletin yetkili organlarında.. Hukuk içinde kalarak gereğini derhal yapmaları zorunlu. AKP içindeki siyasal uzantıları da dahil elbette! Saygı Öztürk’ün yine SÖZCÜ‘de 22.09.2019 günü yayınlanan yazısına göre; durum ciddiyetini korumaktadır ve zaman tehlikeli biçimde hızla akmaktadır. 15 Temmuz’un üzerinden 3+ yıl geçmiştir, sorun şimdiye dek çözülmüş olmalıydı gerçekte..

152 bin kişi hakkında yürütülen gizli soruşturma

Epey uzun zamandır sitemizin manşetinde tutuyoruz :

  • AKP’nin utanç veren, ibretlik FETÖ bağlantılarını kendi ses ve görüntüleri ile izleyin : https://youtu.be/KKxkccTS1DI
    AKP içi uzantılara dokunmak yok ama her yere, başta TSK, bitmeyen FETÖ operasyonları.. Niye!? Ulusal ordu yerine majestelerinin ordusu mu hedef?! Ya korunan AKP’liler?!

Hesap ortada.. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘e Ergenekon – Balyoz kumpaslarına ilişkin sözde ön bilgi verildiğinde zat-ı muhterem,

  • “..Bir savcı bulun, delillendirin..“buyurmuşlardı. O savcı bulundu, “Zekeriya Öz“ misyonunu yerine getirdi ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin eb sıcak zamanlarında “adeta“ elini – kolunu sallaya sallaya yurt dışına çıkmasına göz yumuldu..

Daha da ibret ve acı verici olanı ise, dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan’ın kameralar önünde gümbür gümbür ilan ettiği “misyonu“ idi :

  • “… Ben bu davanın savcısıyım…“

Davalar çöktü, siyasal yargılama yapan yargıç – savcılar sanık sandalyesine oturarak hüküm giydiler..

  • Erdoğan, boşa çıkan savcılığının hesabını vermedi, vermeyecek mi, ne aman ve nasıl verecek!?

​Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2019, Datça

Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı​ (Ankara Üniv. Tıp Fak.)
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

152 bin kişi hakkında yürütülen gizli soruşturma

152 bin kişi hakkında yürütülen gizli soruşturma

Saygı ÖZTÜRK
SÖZCÜ, 22.9.19
Bir dönem “Fethullahçılar” denildiğinde taraftarları kızıyor, kendilerine “Hizmet Hareketi” denilmesini istiyordu. Yargıtay kararıyla, “Fethullahçı Terör Örgütü-FETÖ” denilmeye başlandı. FETÖ soruşturma ve davalarını “FETÖ/Paralel Devlet Yapılanması-PDY), ile “FETÖ Fiili Darbe Yargılaması” diye ikiye ayırmamız gerekiyor.

Yargı mensubu sayısının 12 bin olduğu dönemde, 3926 hakim ve savcı meslekten çıkarıldı. İtirafçı olan 133 hakim ve savcı da emekliye sevk edildi.

RENK DEĞİŞTİRENLER

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül‘ün, çıkışı yalnızca Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör‘e değil, dünün FETÖ’cülerinin bugün mücadele yapılmadığı iddiasınadır. Şunu da belirtelim; Dilek Güngör’ün eleştirileri de Bakanlık ve HSK tarafından dikkate alınmalı. İşin içinde olanların bazen duymadıkları, dışarıda daha çabuk duyuluyor.

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün, “Yargı Reform Strateji Planı”nın TBMM’de ele alınacağı, Bakan değişikliklerinin yapılacağı söylentilerinin yoğunlaştığı bir sırada “FETÖ ile mücadele etmiyor” diye eleştirilmesi de haksızlık. Bakan Gül, Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) FETÖ’cü suçlaması olanlarla ilgili bir şey atlamamaya özen gösteriyor. Peki “Yargıda FETÖ’cüler temizlendi mi?” aslında bu hiçbir kurum için söylenemez. Kendilerini gizleyen, başka tarikatların, cemaatlerin içine giren, “renk değiştirip” kendisini gizleyenler var.

PEKİ NE YAPILIYOR?

Önce şunu belirtelim; Allah herkesi iftiradan korusun. Günümüzde, intikam amaçlı ya da çıkara dönük ya da “itirafçı” olup kendini kurtarmak için sağa-sola çamur atan ve bunlara göre hakkında soruşturma açılanlar da oluyor. Bir yapıyı ortaya çıkarmak kolay olmuyor. 11 Temmuz’da Mehmet Yılmaz’ın başkanlığını yürüttüğü HSK 2. Dairesi 17 hakim ve savcı hakkında soruşturma kararı verdi, bunlardan 9’u görevden uzaklaştırıldı.

Bu da gösteriyor ki, mücadele daha bitmedi.  İtirafçıların ifadelerinde geçen hakim ve savcılar, By-lock soruşturmaları, ankesörlü telefon soruşturmaları devam ettikçe yeni adlar ortaya çıkacaktır. Ayrıca her soruşturma geçiren, tutuklanana da FETÖ’cü denilemez. Yalnızca Yargıtay’da tutuklanıp da beraat edenlerin sayısı 8’i şimdiden buldu. “Mücadele edilmiyor” denip, kurum ve kuruluşların baskı altında tutulması da beraberinde haksızlıklar getirebilir. Devleti ele geçirmeye çalışan hangi yapı olursa olsun, bunlarla mücadele esastır. Evet, hep siyasiler, kimi ünlü iş insanlarına dokunulamadığı, bunların para ya da başka desteklerle kurtarıldığı söylentilerini de yabana atmamak, soruşturmaları ranta çevirenlerin varlığını göz ardı etmemek gerekiyor.

FETÖ SORUŞTURMA VE DAVALARI

13 Eylül 2019’da Türkiye genelinde FETÖ/PDY’den 6502 kişi tutuklu, yani davaları devam ediyor. 22700 kişinin ise cezası kesinleşmiş yani hükümlü. Bu durumda cezaevinde FETÖ’den tutuklu ve hükümlü olanların sayısı 29202 kişi.

Bununla bitmiyor, halen 152 399 kişi hakkında FETÖ’cü oldukları iddiasıyla gizli soruşturma yürütülüyor. 69567 kişinin ise davası devam ediyor. Soruşturma ve davaları devam edenlerin sayısı 221 966 kişiyi buluyor.

DARBE GİRİŞİMİ DAVALARI

15 Temmuz (AS: 2016) Darbe Girişimi ile ilgili bütün soruşturmalar tamamlandı. Şu anda 21 dava sürüyor, 268 dosya kapsamında yapılan yargılamalar da sonuçlandı. 1804 sanıklı davalarda 695 kişi adli kontrolle serbest bırakılırken, 819 kişinin tutukluluğu ise sürüyor.

Sonuçlandırılan davaların karar türüne göre dağılımını inceliyoruz: 1216 sanığa ağırlaştırılmış müebbet (17 sanık hakkında 141’er kez, bir sanık hakkında 140 kez, bir sanık hakkında 137 kez, 31 sanık hakkında dörder kez, dört sanık hakkında üçer kez, iki sanık hakkında 28’er kez olmak üzere) hapis cezaları verildi.

1097 sanığa müebbet, 1491 sanığa bir yıl iki ay ile, 20 yıl arasında değişen hapis cezası verilirken, 2621 kişiye beraat, 525 kişiye ceza verilmesine yer olmadığı kararı olmak üzere  toplam 6950 kişi hakkında karar verildi. Sonuçta darbe girişimi davasında 3804 kişi mahkum edildi, 2621 kişi de beraat etti. Ağırlaştırılmış müebbet-müebbet kararları meslek ve rütbe dağılımı da şöyle:

– Ağırlaştırılmış Müebbet: 71 general, 821 subay, 173 astsubay, 50 uzman çavuş, 61 askeri öğrenci, 4 polis, 12 er, 24 sivil.

– Müebbet: 20 general, 403 subay, 131 astsubay, 164 uzman çavuş, 276 askeri öğrenci, 12 polis, 91 er.

– Süreli Hapis Cezası Alanlar: 18 general, 642 subay, 232 astsubay, 366 uzman çavuş, 154 polis, 43 er, 18 sivil, 1 Mülki amir, 17 askeri öğrenci.

FETÖ/PDY ile 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili yargılamalarının son durumu işte böyle. Ama daha yargı kapsamına girebilecek 152 bin kişi bulunduğunu da unutmayalım.
===================================
Dostlar,

Bir de Erdoğan’ın şu sözünü unutmayalım :

  • “Bu bize Allah’ın bir lütfu…“

Lütfen okur musunuz ?

Geliyorum diyen darbe ve karanlık sayfalar

Sevgi ve saygı ile. 22 Eylül 2019, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kılıçdaroğlu’na asıl tehdit!..

Kılıçdaroğlu’na asıl tehdit!.

Mehmet FARAÇ

Mehmet FARAÇ
farac65@gmail.com
YENİÇAĞ, 21 Eylül 2019

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ne yazık ki muhalefet lideri olmak çok zor Türkiye’de… Hele de AKP’nin yönettiği bir ülkede muhalefete önderlik etmenin çok büyük “yaşamsal” riskleri de var!..

Baksanıza; AKP lideri Erdoğan sanki ülkeyi 17 yıldır CHP yönetiyormuş gibi sürekli ana muhalefeti hedef alıyor ve her fırsatta Kılıçdaroğlu’nun suçluyor… Türkiye’deki tüm dertlerin, çarpıklıkların, çıkmazların ve çöküşlerin sorumlusu CHP’ymiş meğer!..

  • AKP terörü önleyemeyince CHP suçlu!..
  • Enflasyon milleti canından bezdirirken anamuhalefet suçlu!..
  • Dış politikadaki rezaletler ülkeyi sarsarken Kılıçdaroğlu suçlu!..
  • İşsizlik-geçim sıkıntısı ve sosyal bunalımlar milleti isyan ettirirken yine Kılıçdaroğlu suçlu!!!

Velhasıl; dünya kamuoyunda AKP’nin bu tuhaf tepkilerini görenler Türkiye’yi CHP yönetiyor sanacaklar!.. Ancak bu “hedef” göstermeler, takiyye siyaseti ve gündem değiştirme oyunları dışında, bir de muhalefete saldırmanın “kışkırtıcı” sonuçları var ki, işte asıl tehlike!!!

Ana muhalefet liderinin “hedef” olması keşke sözlü tacizlerden- iftiralardan ibaret olsa!.. İktidarın duyarsızlığı ve gafleti nedeniyle bir dönem zirveye çıkan terör ve mafyanın CHP liderine yönelik dehşet verici saldırıları var ki, bunlar dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde asla kabul edilemez;

Kılıçdaroğlu 2014’te TBMM’de yumruklu saldırıya uğradı, ardından bir cenazede önüne “kurşun” bırakıldı…

2016’da, Artvin- Şavşat’ta, karayolunda seyir halindeyken Kılıçdaroğlu’na PKK’lılar kurşun yağdırdı, şans eseri ölen yaralanan olmadı…

Adalet yürüyüşünde Kılıçdaroğlu’nun üzerine araç sürmeye çalıştıklarını itiraf eden IŞİD’lileri kim yönlendirdi, o da ortaya çıkartılmadı…

Ve son rezalet tüm Türkiye’de infial yaratırken, yurttaşların can güvenliği ve gelecek kaygısını da büyüttü; Ankara-Çubuk’ta, bir şehit cenazesine katılan Kılıçdaroğlu’na saldıran kişi serbest bırakılırken, olayın perde gerisindeki “linç” planının failleri, bağlantıları ve azmettiricilerinin üzerine gidilmedi!..

CHP, linç ve kanıt…

Evet; Çubuk saldırısıyla ilgili ana muhalefetin hazırladığı “rapor” da gösteriyor ki, CHP bu tehlikeli saldırının peşini bırakmıyor ve kesinlikle de bırakmamalı… İşte Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişiminin perde gerisi bir belgesele konu edildi ve savcılığın önüne kondu…

CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, 700 güvenlik görevlisinin olduğu bir köyde yaşanan linç girişiminin ardındaki karanlığa dikkat çekerken şunları söylüyor;

  • “Aradan geçen 6 aylık sürede hala bir iddianame hazırlanmadı, kanıt ve itiraflara rağmen tek bir tutuklu sanık da yok!.. 43 dakikalık belgeselde, tek bir güvenlik koridorunun bulunmayışını, kalabalık içindeki grupları işaretlerle yönetenleri, genel başkanımızı kimlerin, nasıl takip ettiğini, taşları, sopaları, demir çubukları göreceksiniz. Ayrıca, bu belgeselde genel başkanımızın bulunduğu evin çatısına çıkanları, arka kapıyı kırmaya çalışanları, camları taşlayanları görecek, ‘evi yakın, kanını akıtın’ çığlıklarını duyacaksınız.”

CHP, linç raporunu Meclis’teki tüm siyasal parti gruplarına vermiş, İngilizce ve Fransızca çevirisini de Avrupa ülkelerine ulaştırmış ama Çubuk saldırısıyla ilgili yaşamsal sorular var :

AKP iktidarı, Ankara’daki linç girişiminin perde arkasını neden sorgulamıyor, siyasi bir saldırı kuşkusu yaratan bu olayı tertipleyenler niçin korunuyor?..

Bir papağana eziyet edenlerin tutuklandığı bir ülkede, ana muhalefet liderini öldürmeye çalışanlar hangi karanlık örgütün adamlarıdır?..

Asıl soru; Kılıçdaroğlu’nun sürekli “tehdit” altında olduğu bir ülkede, sıradan bir yurttaşın yaşama özgürlüğü nasıl sağlanacaktır?..

İşte asıl sorun bu ama kaygı uyandıracak başka gelişmeler-sorular da var!!!

Karanlık ve olası tehlike!!!

Kuşadası’ndaki yumurtalı saldırı benzeri taciz olaylarını bir yana bırakırsak, Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlık koltuğuna oturduğundan bu yana “5 önemli saldırı”nın hedefi oldu…

Bu eylemler, 2010 yılında genel başkan seçilen Kılıçdaroğlu’nun 9 yıllık liderliği döneminde can güvenliğini tehlikeye düşüren ürkütücü saldırılardı…

Üstelik bu saldırıların çoğunun yaşandığı dönemde, Türkiye toplumsal olarak da bugünkü kadar kaos- karanlık, çatışma- kaygı– korku ve panik içerisinde değildi…

Sosyal bunalımların insanları “cinnet”e sürüklediği bir dönemde, “bireysel silahlanma” zıvanadan çıkmışken ve hergün pompalı silahlarla insanlar sokaklarda katledilirken, (toplu cinayetler işlenirken) yalnız sıradan yurttaşlar değil, Kılıçdaroğlu da olası bir tehdidin altındadır!..

PKK’nın operasyon ablukasını yarmaya çalışırken saldırı- sabotaj eylemlerine giriştiği bir dönemde, IŞİD ve El Kaide palazlanmaya çalışırken, kendini “suikast”larla ifade etmeye çalışan terörün “ilk hedef”i kuşkusuz siyaset olur!!!

CHP lideri ne kadar korunaklı bilemiyorum ama yaşanan 5 olayın dördünde fiziki saldırıya uğramış olması, devletin bu konuda teyakkuzda olması gerektiğini kanıtlıyor…

Düşünsenize; ana muhalefetin çok etkili olamadığı dönemlerde bir parti liderine pervasız saldırılar gerçekleştiren terör- mafya unsurları, CHP’nin ilk kez yerel seçimlerle AKP’yi sarstığı yükseliş döneminde Kılıçdaroğlu’na neler yapmazlar ki?..

Söyler misiniz; Kılıçdaroğlu’na yönelik 5 eylemde suçluların yaptıkları yanlarına kazanç kalırken, saldırganlar serbest bırakılırken ya da korunurken (!) yeni saldırı planlayanlar devletin ve iktidarın gafletinden de cesaret almazlar mı?..

Aman dikkat!!!
=============================
Dostlar,

İğrenç tezgahı izlemek için lütfen tıklayınız..

​Sevgi ve saygı ile. 21 Eylül 2019, Datça

Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı​ -​ Ankara Üniv. Tıp Fak.
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

2019-2020 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI ÇÖZÜLEMEYEN SORUNLARLA BAŞLIYOR

2019-2020 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI ÇÖZÜLEMEYEN SORUNLARLA BAŞLIYOR

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

2019-2020 eğitim-öğretim yılı, 9 Eylül 2018’de başladı. 18 milyon öğrenci ve 1 milyon eğitim emekçisi bu eğitim öğretim yılına da birikmiş ve çözüm bekleyen sorunlarla, müfredat ve sınav sistemi değişikliği, karma eğitimin kaldırılması girişimleri gibi tümüyle ideolojik bakış açısıyla gerçekleştirilen değişikliklerin gölgesinde girecektir.

Dernek ve vakıflarla imzalanan protokoller, derslik açıkları, kalabalık sınıflar, öğretmensiz okullar, ikili eğitim öğretim, taşımalı eğitim, uluslararası sınavlardaki başarısızlıklar, öğrencilerin tarikat ve cemaatlerin yurtlarına mahkum edilmesi, çocukların örgün eğitim dışına itilmesi, öğretmenlerin özlük sorunları, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik, öğretmenlerin aile birliğinin sağlanamaması, kadrolaşma, liyakatsizliğin ve yandaşlığın egemen olması gibi sorunlar maalesef bu öğretim yılına da taşınmıştır. Bütün bu sorunların üstüne bir de ekonomik krizin yarattığı olumsuz etki yüklenmiştir.

SINAV SİSTEMİ DEĞİŞİKLİKLERİ ÖĞRENCİLERİ MAĞDUR ETTİ

LGS birçok öğrenciyi istemedikleri okullara gitmeye zorunlu bırakmaktadır. Sınavla öğrenci alan akademik liselerin kontenjanlarının sınırlı tutulması, sınavsız öğrenci alan Anadolu Liseleri’nin kontenjanlarının dolduğu birçok ilde öğrenciler seçeneksiz kalmıştır.

Bu sistemle öğrencilerin istemedikleri okullara yerleştirileceği, birçok ailenin çocuklarını istemedikleri halde meslek, imam hatip lisesi ya da özel okullara göndermek zorunda kalacağı yönündeki kaygılarımız ne yazık ki haklı çıkmıştır. Bu değişikliğin uzun vadede eğitim sistemimizi tümden özelleştirme ve imam hatipleştirme projesinin bir adımı olduğu ortadır.

YKS sonuçları ise ortaöğretimdeki çöküşün aynası olmuştur. 2019 YKS’ye giren 2,5 milyon adayın bir gün içinde sabah ve öğleden sonra yapılan oturumlarda başarı göstermesi beklenmiş ancak sorulara verilen doğru yanıtların ortalaması çok düşük kalmıştır. Birçok öğrenci açıkta kalmamak için istemediği bölümleri tercih etmiştir.

Bugün, eğitimdeki başarısızlığın çözümü için tüm paydaşların görüşü alınarak hazırlanacak, bilimsel düşünmeye ve üretmeye dayalı bir eğitim sisteminin gerekliliği kaçınılmaz hale gelmiştir.

– Kamusal,
– parasız,
– bilimsel,
– laik ve
– karma eğitim

hakkından tüm yurttaşlarımızın yararlanabilmesi mutlaka sağlanmalıdır.

Bu yeni eğitim döneminde de birçok eğitimci yine mesleğine kavuşamayacaktır. Kangrene dönen ataması yapılmayan öğretmenler sorunu giderek büyümüş, mesleğine kavuşturulmayan öğretmen sayısı  700 bine dayanmıştır. Sayıştay’ın denetim raporunda bile yüz binlerce öğretmene ihtiyaç duyulduğu saptamasına karşın, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, bu konuda da bir irade göstermemiştir.

Bir eğitim sisteminin dinamosu, öğretmendir. Öğretmenlerimizin kadrolu çalışma haklarını ellerinden alıp, iş güvencelerini yok eden, eşit işe eşit ücret alma haklarını gasp eden AKP iktidarına karşı, Bakan Selçuk da kendisinden önceki milli eğitim bakanları gibi sessiz kalmıştır. Yani yeni eğitim-öğretim dönemi, yalnızca veliler ve öğrenciler için değil, biz eğitimciler için de bolca kara haber barındırmaktadır.

EĞİTİMDE ÖZELLEŞTİRME SÜRÜYOR!

AKP iktidarı döneminde, eğitimde piyasa merkezli işletmeci anlayışı yerleştirilmeye çalışılmış, özel okullara yönelik doğrudan teşvik uygulamalarında ciddi adımlar atılarak kamusal eğitim alanı daraltılmıştır.

  • Kamusal kaynaklar, eğitimin ticarileştirilmesi için özel sermayeye aktarılırken kamusal eğitimin niteliği düşürülmüştür. (AS: AKP sermaye iktidarıdır!)

MEB verilerine göre, 2018-2019 eğitim öğretim yılında Türkiye’de 54 bin 732 resmi, 13 bin 679 özel okul bulunmaktadır. 2003’te özel okulların resmi okullara oranı % 2 iken, 2019’a gelindiğinde bu oran % 25’e yükselmiştir. 2002-2003 eğitim ve öğretim yılında tüm özel okullarda kayıtlı öğrencilerin toplam öğrenci sayısına oranı % 1 iken, 2018-2019 eğitim ve öğretim yılında 8 kat artarak % 8,2’ye çıkmıştır.

TAŞIMALI EĞİTİM DEVAM EDECEK, ÇOCUKLARIMIZ TARİKAT VE CEMAATLERİN YURTLARINA MAHKUM EDİLECEK

4+4+4 düzenlemesi ile birlikte 2012-2013 eğitim öğretim yılından başlayarak çok sayıda köy okulu kapatılmış ve taşımalı eğitim uygulamaları yaygınlaşmıştır.

2013-2014 eğitim öğretim yılında taşınan ilkokul ve ortaokul öğrenci sayısı 825 bin 90 iken, 2018-2019 eğitim öğretim yılında taşınan öğrenci sayısı 1 milyon 324 bin 960’a çıkmıştır.

Eğitimlerine devam etmek için yerleşim yerlerine en yakın ilçelere giden öğrenciler Aladağ’da olduğu gibi devlete ait yurt olmadığı için yine cemaat ve tarikatların yurtlarına yönlendirilecektir. Taşımalı eğitim sisteminde özellikle kız çocukları mağduriyet yaşamakta ve eğitimden kopmaktadırlar.

Özellikle ilköğretim ve lise çağındaki çocuklarımız devletin bizzat hizmet verdiği yurtlarda barınma ihtiyacını karşılamalı, hiçbir yolla özel girişim, dernek, vakfın faaliyetine izin verilmemelidir.

OKULLAŞMA ORANI HALA DÜŞÜKTÜR

21. yüzyılın Türkiye’sindeki okullaşma oranları da içler acısıdır. Önümüzdeki dönem içinde de çözülmeyeceği belli olan okullaşma oranı, bugün bizzat Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk tarafından itiraf edilmiştir. Bakan Selçuk, ilkokullarda okullaşma oranını %91,5,  ortaokullarda ise %94,47 olarak açıklamış ve bunu iyi bir tablo gibi sunmuştur. Ancak bu rakamların gerisinde yatan gerçek, 17 yıldır iktidarda olan AKP’nin, ilkokul çağındaki çocukların yaklaşık % 10’unu, ortaokul çağındaki çocukların yaklaşık %6’sını okula gönderemediğidir. Bu kayıpçocuklar düzeni de elbette ki iktidarın, çocukları yine dolaylı olarak tarikatlara yönlendirme taktiği olarak devam edecektir.

KRİZ BAHANESİYLE MEB BÜTÇESİNDEN YAPILAN KESİNTİ YENİ EĞİTİM ÖĞRETİM YILINI OLUMSUZ ETKİLEYECEK

Yaşanan ekonomik krizi bahane eden AKP iktidarının, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin 2 milyar TL’sini kesmesi yeni eğitim öğretim yılını olumsuz etkileyecektir. En çok kesintinin okul onarımları ve öğrenciler için verilen yardımlardan yapılması, siyasal iktidarın eğitime verdiği önemin göstergesi olmuştur!

Öğrenci sayısının artmasıyla birlikte okul, derslik ve öğretmen açığı hızla büyümektedir. Bugün Türkiye’de halen öğretmeni olmayan okullar bulunmaktadır. Türkiye’deki okulların yarısından çoğunda ikili eğitim yapılmakta, birleştirilmiş sınıflarda eğitim ve taşımalı eğitim uygulamasına devam edilmektedir. Okullardaki altyapı ve donanım eksiklikleri, nitelikli bir eğitim politikasının yürütülmesinin önünde büyük bir engeldir. Okul yetersizliği ve derslik açığının yanında, acil çözüm bekleyen en önemli sorun, öğretmen açıklarıdır.

Ancak siyasal iktidar, MEB bütçesinde kesintiye giderek, kalıcı çözümlerin uzağında kalmakta, dahası eğitimi özelleştirme, eğitimin yükünü yoksul halkın sırtına yükleme anlayışında ısrar etmektedir. Bu anlayışla parasız, nitelikli ve herkese eşit eğitim anlayışının yaşama geçirilmesi olanaklı değildir.

İKİLİ EĞİTİM SORUNU DEVAM EDİYOR

2023 Eğitim Vizyonu’nda, “… ikili eğitime son verme hedefi” öbür programlarda olduğu gibi yinelenmiştir. Ancak bilindiği gibi AKP iktidarında tekli eğitim yapan okullar bile ikili eğitime geçmiş; okul binaları hem içeriden tuğlalarla bölünmüş ve hem de okul bahçeleri küçültülmüş, eğitim sistemi işlevsiz duruma getirilmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre ilköğretim kurumlarının % 14.4; ortaöğretim okullarının ise % 6.4’ünde ikili eğitim yapılıyor. Yine MEB’in verilerine göre 2019 sonuna dek ikili öğretimin kaldırılması için Türkiye genelinde 57132’si temel eğitimde, 1630’u ise ortaöğretimde olmak üzere toplam 58762 derslik yapılması gerekiyor. Ancak MEB bütçesinden yatırımlara ayrılan pay ile hele ki ekonomik kriz nedeniyle yapılan kesintiden sonra bunu gerçekleştirmek mümkün görünmemektedir.

YENİ ÇALIŞMA TAKVİMİ,
ÖĞRENCİLERİ DENEY TAHTASI HALİNE GETİRECEK 

Eğitimin yığılmış sorunları çözüm üretilmeksizin ortada dururken, daha çok ara tatil içeren yeni çalışma takvimi açıklanmıştır. Bu takvimin bizim sistemimize uygun olup olmadığı büyük bir soru işareti olarak ortada durmaktadır. Her tatil öncesi rehavetin egemen olduğu, okullarda ders işlenmediği, birçok öğrencinin rapor alarak tatilini uzatıp seyahate çıktığı gibi ögeler de hesaba katılmadan açıklanan yeni takvim, bir kuşağı daha deney tahtası haline getirecektir.

SONUÇ:

Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan sorunların, Bakan değişikliğine, büyük reformlar gerçekleştirileceği vaadiyle açıklanan vizyon belgelerine karşın, 2019-2020 eğitim öğretim yılında da artarak süreceği görülmektedir. Eğitimde yaşanan yapısal sorunlar karşısında MEB’in somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığı, eğitimde yaşanan

– ticarileşme,
– özelleştirme ve
– dinselleştirme

uygulamalarının hız kesmeden süreceği görülmüştür.

Daha önce kezlerce söylediğimiz gibi eğitim sisteminde yıllardır yaşanan sorunların aşılmasının, çocukların nitelikli bir eğitime ulaşabilmesini sağlamak için bugüne dek izlenen bilimsel olmayan eğitim politikalarını tümüyle değiştirmekten geçmektedir.

  • Yaşanan karanlık tablodan çıkışın tek yolu ise
  • eğitimin eşit, parasız, bilimsel, laik ve kamusal niteliğinin artırılmasıdır.

Eğitim-İş olarak parasız, bilimsel, demokratik, laik, ulusal ve karma eğitim mücadelemize, Atatürk’ü ve devrimlerini anlatmaya, haksızlığa, hukuksuzluğa maruz kalmış tüm eğitim emekçilerinin yanında olmaya devam edeceğiz.

  • Yolumuz çağdaş uygarlık yoludur,
  • yolumuz Cumhuriyet yoludur ve
  • bu yoldan asla dönmeyiz.

EĞİTİM-İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU

==========================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ’in yukarıda aktardığımız raporuna bütünüyle katılıyoruz.

Rapor ilk ve orta eğitime odaklanmış.
Okul öncesi eğitim ve yükseköğretim kapsanmamış.
Bu alanlarda da sorunlar ilk ve orta eğitimden geri değil.
AKP iktidarının 17 yılı bulan tek başına iktidarında en çok darbe vurduğu alan kuşku yok ULUSAL EĞİTİM SİSTEMİDİR.
Ulusal eğitime 2 büyük darbe vurulmuştur :

1. Eğitimin laik – bilimsel kanadı kırılmıştır.
2. Eğitim büyük oranda özelleştirilerek
yandaşlara rant alanı açılırken, yoksul çocukları tarikat – cemaatlere çok yönlü malzeme yapılmıştır. Buna ne utanç verici ki, cinsel taciz de dahildir.

Sonuç ortadadır.. Halk kitlelerinin özellikle eğitimsiz – cahil bırakılarak vicdansız ve ahlaksız bir dinci sömürü ile iktidara oy deposu kılınması.. Ne var ki, izlenen sinsi politikaların yaşamda somut karşılıklarını halk kitleleri algılamaya başlamıştır. Nedensellik bağını yeterince kuramasa da sağduyusu ile bu hazin tablodan AKP iktidarını sorumlu tutmaktadır, tutacaktır.

İlk genel seçimde bu iktidarın son bulması için halka önderlik ederek yaşadıklarının nedenlerini anlatma çabası sürdürülmelidir. Sendikalar, dernekler ve özellikle siyasal partiler bu süreçte öncü olmak zorundadır.

MİLLET İTTİFAKI güçlendirilerek sürdürülmelidir. HDP’nin iktidar tarafından kriminalize edilmesine izin verilmemelidir. Bunun en etkin anahtarı HDP’nin elindedir; PKK ve uzantısı terör örgütleriyle tüm bağlarını kesin bir dille atmalı ve etnik temele dayanmayan demokratik siyaset güderek sahnede yer almalıdır. Ancak böylesi bir güçbirliği ile Cumhur İttifakı yenilebilir. Somut örneği 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde ve özellikle 23 Haziran’da yinelenen İstanbul BŞBB seçiminde kanıtlanmıştır.

AKP’nin seçeneği, asla bu partiden kopan ve aynı zihniyet sahiplerinin günah çıkaran eski kadroları olamaz. Halkımız bu tuzağa düşmeyecektir.

EĞİTİM-İŞ Sendikamızın web sitesinde 10 Eylül 2019 günü yayınlanan rapor çok değerlidir :

  • MEB İSTATİSTİKLERİ AKP İKTİDARININ EĞİTİMDE YARATTIĞI YIKIMI ORTAYA KOYDU

Bu rapor okunmalı, paylaşılmalı, gereği yapılmalıdır. Tıklayınız

İmam Hatip Okullarındaki Artış Sürmektedir

4+4+4 düzenlemesiyle birlikte imam hatip ortaokullarının yeniden açılması ve birçok genel lisenin imam hatip lisesine dönüştürülmesiyle,

  • imam hatip okullarında inanılmaz bir artış yaşanmıştır.
  • MEB’in istatistiklerine göre Türkiye genelinde 2012-13 eğitim öğretim yılında 1099 olan imam hatip ortaokulu sayısı geçtiğimiz yıl 3286’ya bu yıl 3394’e; 708 olan imam hatip lisesi sayısı ise geçtiğimiz yıl 1605’e, bu yıl 1624’e çıktı.
  • İmam hatip lisesi öğrenci sayısı 605 869, imam hatip ortaokulu öğrenci sayısı ise 761 785 oldu. Geçen yıla göre ortaokul ve lise ile birlikte imam hatipli sayısı 1 350 611’den, 1 367 654’e yükseldi. Bu sayı, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 71 100’idi.
  • Yine imam hatip ortaokullarında görev yapan öğretmen sayısı 39 356’dan, 43 112’ye çıkmıştır. Derslik ve öğretmen ihtiyacının had safhaya ulaştığı ülkemizde imam hatiplerin öğretmen kadrosu bakımından avantajlı olması dikkat çekicidir. (Bkz. MEB İSTATİSTİKLERİ AKP İKTİDARININ EĞİTİMDE YARATTIĞI YIKIMI ORTAYA KOYDU)

Kurulacak ilk Ulusal İktidar eliyle Türkiye, restorasyon dönemine girecektir.

Sevgi ve saygı ile. 20 Eylül 2019, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
EĞİTİM-İŞ Üyesi
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Ekrem İmamoğlu’na kurulan kumpas

Ekrem İmamoğlu’na kurulan kumpas

Örsan K. Öymen

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” RecepTayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İstanbul’un tarihinde en yüksek oyla seçilen belediye başkanlarından birisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı Ekremİmamoğlu’nu baskı altında tutmaya devam ediyorlar.

31 Mart’taki (2019) İstanbul belediye seçimini hukuka ve yasalara aykırı bir biçimde iptal ettirdikleri yetmiyormuş gibi, yinelenen seçimde açık ara farkla kazanan ve halkın büyük desteğini alan Ekrem İmamoğlu’na hâlâ meydan okuyorlar. Halkın oyunu ve milletin iradesini yok sayan bu faşist dikta zihniyeti aslında, Ekrem İmamoğlu üzerinden halka yönelik bir tehdit ve baskı uygulamaktadır.

Büyükşehir belediye başkanlarını Ankara’ya davet eden Erdoğan, medyanın önünde, Ekrem İmamoğlu’nu geçmiş uygulamaları sorgulamaması ve belediyedeki kadroları olduğu gibi koruması konusunda uyarmıştır. Erdoğan, toplantının medyaya kapalı bölümünde, bu konudaki kişisel görüşlerini açıklamış olsaydı, bu kendisi açısından belli bir ölçüde anlaşılabilirdi. Ancak bir kişiyi hem makamına davet edip hem de medyanın önünde eleştirip şov yapması, büyük bir kabalık olmuştur.

Seçilen bir belediye başkanının, geçmiş dönemlerdeki olası yolsuzlukları, usulsüzlükleri, israfları ve belediyecilik hizmetiyle uyuşmayan uygulamaları sorgulaması kadar doğal bir şey olamaz. Bunların sorgulanması, halkın kendisine verdiği yetkinin ve belediyede temiz bir geleceğin inşa edilebilmesinin bir gereğidir.

Seçilmiş bir belediye başkanının, kendi kadrolarıyla çalışmayı istemesi kadar doğal bir şey de olamaz. Sonuçta belediye hizmeti bir ekip işidir. Belediye başkanı ve belediyedeki ilgili müdürlükler ve daireler, uyum içinde çalışabilecekleri kendi kadrolarını kuramazlarsa, halka da hizmet veremezler.

Bu bağlamda, eski dönemde belediyede müdürlük ve daire başkanlığı yapmış olanların, belediyeyi AKP il başkanlığına dönüştürüp AKP amigoluğu yapanların, hukuka ve yasaya aykırı bir biçimde iptal edilen 31 Mart seçiminin ardından, bir sonraki seçim gerçekleşmeden işe alınanların ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesindeki demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkesine aykırı faaliyetlerde bulunanların ve belediyedeki yetkileri bu faaliyetler için kullananların işine veya görevine son verilmesi ölçüsünde doğal ve doğru bir şey olamaz.
Hem belediyede hem de merkezi hükümette iktidar olduğunda on binlerce çalışanın işine son verip devletin kadrolarını, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkesine karşı faaliyette bulunanlarla dolduran AKP’nin, bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. AKP bu konuda CHP’ye de, Ekrem İmamoğlu’na da hiçbir ders veremez. İşten çıkarmalarda, yukarıda belirtilen kapsama girmeyen az sayıda istisna uygulama varsa, bunlar da araştırılır ve yine belediye tarafından düzeltilir.

Bahçeli’nin de önceki gün yaptığı açıklamada, Ekrem İmamoğlu’nu hedef alarak

  • Yenikapı’yaotomobil sergisi açacak kadar çıldıran kırık sandalyelilernereye varmak istemektedir? Türk milletinekafa tutmanın akıbeti kafanın kopmasıdır,terör örgütünü bekleyen son da budur. CHP yönetimide terör örgütüyle ortaklığından bir an öncevazgeçmelidirbiçiminde ifadeler kullanması, Bahçeli’nin düzeyini ve çapını bir kez daha ortaya koymuştur. Bahçeli, bununla da yetinmeyip CHP’yi “emperyalizmin gece bekçisi” ve “Türkiyedüşmanlarının kule nöbetçisi” ilan etmiştir!

Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeynden uzaklaştırarak emperyalizme en büyük desteği veren AKP’nin yedek lastiği olan Bahçeli, CHP’ye emperyalizm dersi verecek son kişidir!

1970’lerde CIA destekli Kontr-Gerilla’nın taşeronluğunu üstlenerek emperyalizme en büyük desteği veren MHP, CHP’ye emperyalizm dersi veremez!

Emperyalizmin 7/24 bekçiliğini yapan MHP’nin ve Bahçeli’nin bu konularda söyleyecek hiçbir sözü olamaz!

Kırık sandalye işine gelince, onlarca belediye başkanı içinde yalnızca Ekrem İmamoğlu’nun sandalyesinin kırılmasını bir rastlantı ile açıklamak oldukça zordur!
======================================

Dostlar,

“Kırık sandalye“ sorununu biz de sitemizin manşetinde irdelemiştik :

İstanbul BŞBB İmamoğlu’na sarayda kırık sandalye verilmesi ağır bir politik skandaldır ve asla rastlantısal değildir.

Huylu huyundan vazgeçmiyor.. İmamoğlu’na son derece banal bir yöntemle özel ileti (mesaj) veriliyor; “seni her an indirebilirim!“

İmamoğlu’nun partili CB Erdoğan’ın “israfa yol açtınız“ sözleri kurgunun tamamlayıcısı ya da bilerek – bilmeyerek deşifre edilmesidir.

Bereket İmamoğlu düzeysizsenaryoyu algılamış ve “2. kez sandalyeye oturunca daha sağlam oturduğunu“ söyleyerek taşı gediğine koymuştur.

AKP = Erdoğan çoook zordadır ve çoooook güç yitirmiştir. AKP’den resmi kayıtlara göre (Yargıtay C. Başsavcılığı) 60 bini aşkın istifa gerçekleşmiştir.
Barış akademisyenleri yargıda aklanmaktadır..
Cumhuriyet çalışanları Yargıtay’da aklanmıştır.
Ekonomide fırtına dindirilememektedir; borçlar, bütçe açığı ve resmen %13’ü aşan işsizlik ülkeyi bunaltmaktadır. İnsanlar parasızlıktan kendini yakmakta, intihar etmektedir.
Çocuk tecavüzleri, kadın cinayetleri, artan can – mal güvensizliği, Çorlu faciası,
AKP kadrolaşması….. bu iktidarın ülkemize – halkımıza dayatmasıdır.
Dış politika çıkmazdadır.
……………….
AKP = Erdoğan’ın her cephede çatışma sürdürecek gücü yoktur. Oyları düşmektedir hızla. Bu bakımdan, ön alarak “uzlaşmacı“ rolü oynamakta, aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmemektedir.

Bu tür narsisitik politik kişiliklerin değişmeyen / değiştirilemeyen iç yapılarını aşağıdaki karikatür ustalıkla sergilemektedir (Z. Temuçin, Cumhuriyet 12.9.19).

AKP = Erdoğan’ın durdurulamayan, durdurulamayacak olan çöküşüdür izlediğimiz. 2023’e kalmaz kanımızca. Tüm topal ördek iktidarları gibi.. Muhalefetin ustalığına ve halka önderliğine bağlı.. Elbette, hemen her alanda nal toplayan iktidar blokunun kaçınılmaz hatalarına da..

HDP’nin kriminalize edilmesi politikasına dikkat!
(Bkz. “Kürt sorunu devam ettikçe gerillaya katılım da olacak, çatışma da olacak, savaş da olacak..” mı acaba??)

Millet İttifakını dağıtma hedefli AKP politikaları. HDP, PKK ile ilişkisini kesin olarak kesip bu oyunu bozmalı!

Sevgi ve saygı ile. 18 Eylül 2019, Datça

Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı​ -​ Ankara Üniv. Tıp Fak.
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

EĞİTİMİMİZİN HALİ PÜRMELALİ

EĞİTİMİMİZİN HALİ PÜRMELALİ

Dr. Öğretim Üyesi Sakin Öner

Son günlerde yayınlanan uluslararası araştırma sonuçlarında maalesef Türk Üniversitelerinin, Afrika ülkeleri üniversitelerinin gerisine düştüğü görülmüştür. Üniversitelerimizin durumu böyledir de, liselerimizin durumu çok mu iyidir? OECD’nin yaptığı ortaöğretim düzeyindeki (12-15 yaş) düzey belirleme sınavında, çocuklarımız, maalesef sınava katılan ülkelerin son sıralarında yer almaktadırlar. Liselerimiz ve Üniversitelerimizin bu ağlanacak ve utanılacak durumunun nedeni,  ilk ve orta öğretim kurumlarında eğitim ve öğretim düzeyinin çok düşük olmasındandır.

  • Bir ülkenin eğitim düzeyi, o ülkenin öğretmen düzeyi kadardır.

Türkiye’de öğretmen eğitimi, 1848’de Darülmuallimin ve Darülmuallimat ile başlamıştır. Ama 1952’de (AS: 1954’te) Köy Enstitüleri, 12 Eylül 1980’den sonra Eğitim Enstitüleri ve Yüksek Öğretmen Okulları ve 2014’te Öğretmen Liseleri kapatıldı. Bu okulların çoğu yatılıydı. Pedagojik formasyona büyük önem verilirdi. Öğretmen adayları son sınıfta okullarda öğretmenlerinin gözetiminde en az üç ay uygulamalı staj yapılıyordu. Eğitim, gece de deneyimli öğretmenlerin mesleksel anı ve uygulamalarıyla süslenmiş seminerlerle sürerdi. Meslek ruhu, meslektaşlık ruhu böyle oluşuyordu.

  • Bugün ülkemizde öğretmen yetiştiren eğitim kurumu kalmamıştır!

Öğretmenler, Eğitim Fakülteleri ile Fen ve Edebiyat Fakülteleri tarafından yetiştirilmektedir. Bugün üniversiteler, başarısızlıklarının faturasını, liselere çıkarmakta ve liselerin akademik düzeyinin çok düşük olduğunu ileri sürmektedirler. Liseler de buna karşı, okullarındaki öğretmenlerin üniversitelerce yetiştirildiğini öne sürerek faturayı onlara çıkarmaktadırlar.

  • Bir ülkenin eğitim düzeyi, öğretmen kadrosunun düzeyi kadardır.

Nitelikli öğretmen yetiştiremediğimiz sürece üniversitelerimizin akademik düzeyi yükselmeyecektir. Onun için birbirimizi suçlayarak bir yere ulaşamayız.

  • Yapılacak tek şey, Milli Eğitim Bakanlığının bir an önce kolları sıvayıp, öğretmen yetiştirme stratejisini belirleyip işe başlamasıdır.

Bunu yapmak için Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bu ülkenin 170 yıllık bir öğretmen yetiştirme tarihi ve oluşturduğu öğretmen okulu modelleri var. Onları revize edip (AS: gözden geçirip) yeniden yaşama geçirmeliyiz.
==============================
Dostlar,

Yukarıdaki yazıyı bize yollayan sitemiz okuru Sn. Ayhan Baha Tuğsuz’a teşekkür ederiz :
*****
Merhabalar,

Vefa Lisesi eski Müdürü ve değerli bir eğitimci olan sevgili arkadaşım Sayın Sakin Öner in çok önemli bir yazısını dikkatinize sunmak isterim. Kanaatimce konunun tartışılması ve topluma doğru bir şekilde yansıtılabilmesi özellikle öğretmen camiası ve onu temsil eden dernek ve sendikalar aracılığı ile yapılmalıdır ! Maalesef o cenahta hiç hareket yok ve sanki bilerek yapılıyormuş gibi bir kanaatim var ! Umarım ilgili taraflar en kısa zamanda ele alıp, çözüm arayışlarını hızlandırırlar ! Esenlik ve başarı dileklerimle,

Saygılarımla,
Ayhan Baha Tuğsuz
******

Sevgi ve saygı ile. 16 Eylül 2019, Datça

Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı​ -​ Ankara Üniv. Tıp Fak.
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com