Etiket arşivi: profsaltik@gmail.com

Yeni Koronavirüs Salgını

Yeni Koronavirüs Salgını


Değerli okurlarımız,

Yeni Koronavirus salgını tüm hızıyla sürmekte..
Ölenlerin sayısı 500’ü, doğrulanmış olgu sayısı 20 binleri aştı.
Ülkemizde henüz hastalık yok.
Gerekli tüm bilimsel önlemleri almak zorundayız.
Bu bağlamda Ankara Tabip Odamızda 4 Şubat 2020 akşamı, geleneksel Salı toplantıları kapsamında bir sunum gerçekleştirildi.

Konuşmacı, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’ndan meslektaşımız Sn. Prof. Dr. Özlem KURT AZAP idi.

Özenle hazırlanmış ve güncel bilgiler içeren 59 yansı ile bilgilerimizi tazeledik. ardından soru – katkı – tartışma bölümü oldu. Prof. Ö.K. Azap’tan yansılarını web sitemizde yayınlamak üzere izin aldık ve aşağıda sunuyoruz. Kendisine emeği ve izni için teşekkür ederiz.

Yansıları PDF olarak izlemek için lütfen tıklayınız.. (3 MB)

Yeni Koronavirüs-4 Şubat 2020

Tartışma bölümünde, Türkiye’de ve genelde alınan önlemlerin dengeli – abartılı olup olmadığı gündeme geldi. Prof. Ö.K. Azap “abartılı” bulmaktaydı özellikle Türkiye’de alınan önlemleri. Biz karşı görüşü savunduk.. “Ro değeri”nin üstel olarak katlanarak büyüdüğünü belirttik. 4 Şubat 2020 günü okuduğumuz Çin kaynaklı bir makalede [ Shi Zhao ve ark. Preliminary estimation of the basic reproduction number of novel coronavirus (2019-nCoV) in China, from 2019 to 2020: A data-driven analysis in the early phase of the outbreak; doi: https://doi.org/], 17 Ocak 2020 günü, bir bulaşıcı hastalığın salgın yapıp yapmadığını değerlendirme ölçütü olan bu değerin –1’i aştığında, yayılma hızının salgın sayılabileceği bilinmektedir– ortalama Ro değeri aralıklarının 2.24 [ %95GA: 1.96-2.55] ile 3.58 [% 95 GA: 2.89-4.39] olarak hesaplandığını ve bu ölçütün üstel (ekponansiyel) olarak büyüdüğünün belirtildiğini aktardık. Dolayısıyla yayılma hızının tartışmasız bir SALGIN oluşu ve aritmetik hızla (eklemeli) değil üstel hızla (katlamalı) yayılma hızı nedeniyle, alınan önlemlerin abartılı sayılmaması gerektiği yönünde görüş sunduk.

Sonuç olarak;

Dünya Sağlık Örgütü‘nün “ALARM DURUMU” yerindedir.
Uluslararası toplumun işbirliği içinde uyumlu önlemler alması ile bu salgın önümüzdeki günlerde – haftalarda sönümlendirilebilecektir.
Sağlık Bakanlığı’nın, BİLİM KURULU  son derece yerindedir ve tüm politikalar bu Kurulun önerileri doğrultusunda özenle sürdürülmesini dileriz.

  • PANİK tepkisi vermek yersiz ve gereksizdir.
  • Bilimsel önlemleri uygulamak ve sakin olmak gerekir.Bu arada, yeri gelmişken, Yeni Koronavirüs küresel salgını (Pandemi) ile ilgili kamuoyuna her gün açıklamaları Sağlık Bakanı yerine, “Bakanlık Sözcüsü“nün yapmasını öneriyoruz.
    ABD’de bu bağlamda görevlendirilen “Surgeon General” kurumu / makamı vardır.
    Uzun yıllar içinde bu makam halkın büyük güvenini sağlamıştır ve kamuoyunu aydınlatmada etkili bir araç olarak yararlanılmaktadır.

    Koronavirüs salgını ile ilgili Dünya Sağlık Örgütü‘nün toplumu bilgilendirme amacıyla hazırladığı görseller, Sağlıkta Hamilik Topluluğu (SAHA) ve gönüllü öğrenciler tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Toplumun koronavirüs farkındalığını artırmak için hazırlanmış olan bu çalışmanın görsellerine aşağıdaki erişkeden (linkten) ulaşılabilir…

  • DSÖ – Koronavirüs Salgını Türkçe Görselleri-20200206T205425Z-001

    Sevgi ve saygı ile. 06 Şubat 2020, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı / AÜTF Halk Sağlığı AbD
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

SURİYE BUNALIMI ve AKP = ERDOĞAN REJİMİNİN AĞIR TARİHSEL SORUMLULUĞU

SURİYE BUNALIMI ve
AKP = ERDOĞAN REJİMİNİN
AĞIR TARİHSEL SORUMLULUĞU

 

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Gelinen aşamada acı süreci irdeleyecek çeşitli değerlendirmeler yapılabilir.
Türkiye’nin askeri birliklerinin egemen bir devlet olan Suriye topraklarındaki varlığı uluslararası hukuka, BM Andlaşması‘nın 51 ve ilgili maddelerine dayandırılabilir.
Ne var ki bu hukuksal dayanak biçimseldir.
Özünde, Suriye’de Esad yönetimine karşı ABD – AB emperyalizminin başlattığı iç savaş vardır.
Türkiye, ne yazık ki, kadim komşu Suriye’de emperyal planlara alet edilmiştir AKP = Erdoğan rejimi tarafından.

Nitekim Erdoğan, Suriye’deki Türk askeri varlığını kendi sözleri ile  “kapı gibi Adana mutabakatı”ba dayandırırken, Şam Dışişleri çok farklı yönde bir açıklama yaptı :

Erdoğan’ın Suriye’deki Türk askeri varlığını Adana Mutabakatı’na dayandırmasını yanıtlayan Suriye Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin söz konusu mutabakat uyarınca Suriye’ye asker gönderme ve terörle tek başına mücadele etme hakkına sahip olmadığını ifade etti.

Suriye Dışişleri Bakanlığı, aşağıdaki açıklamayı yaptı (www.abcgazetesi.com)

Şam, yalan söylemeye ve Suriye’deki eylemleri konusunda halkı yanıltmaya devam eden Erdoğan’ın inatçılığını kınıyor. Bu bağlamda Adana Mutabakatı’nın Türkiye’nin Suriye hükümetiyle koordinasyonunu tanımladığını, bunun bir uluslararası anlaşma olması nedeniyle Erdoğan’ın tek başına hareket edemeyeceğini hatırlatmak isteriz.

Adana Mutabakatı’nın terörle mücadeleye ilişkin olduğunu belirterek,

  • Erdoğan’ın denetimi altındaki terör örgütlerini koruduğunu ve
  • onlara çeşitli yardımlar sunduğunu..

iddia eden Suriye Dışişleri, Türk hükümetinin bu tür eylemlerinin Ankara’ya güveni zedelediğini savundu.
****
Suriye’nin içişlerine BM hukukunun (BM Ana Sözleşmesinin) en temel ilkeleri olan İÇİŞLERİNE KARIŞMAMA ve SINIRLARIN DEĞİŞMEZLİĞİ ilkeleri (1648 tarihli Westphalia Barışı gereği, devletler kesin sınırlara sahiptir ve sınırları içindeki ahali
üstündeki iktidarları mutlaktır..) çiğnenerek müdahale edilmiş, Türkiye de Batı emperyalizmince kimi vaatlerle istismar edilerek kullanılmıştır. Oysa BM Antlaşması’nın  m. 1/2, 55 ve 76. maddeleri, bir ülkenin halkları içinde kendi geleceğini belirleme (self determinasyon)  hakkını kullanmaları durumunda bile sınırların değişmezliği ilkesini benimsemiştir.

BM Antlaşması‘nın 1. ve 55. maddesinde; uluslararası alanda, halkların eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için gerekli uygun önlemleri alınması kararlaştırılmıştır. (Charter of the United Nations, https://www.un.org/en/charter-united-nations/, erişim 04.02.2020)

  • Dolayısıyla Suriye’nin nasıl yönetileceğine Suriye halkı dışında hiç kimsenin karar verme hak ve yetkisi yoktur. Karşımızda, egemen – bağımsız ve BM tarafından tanınan – BM üyesi bir ülke vardır. Kabul edilsin ya da edilmesin, gerçek budur. Ayrıca bu ülkenin topraklarında askeri varlığımız söz konusudur. Suriye resmi güçleri, bu varlığı işgal olarak kabul etmekte ve eylemlerini meşru görmektedir. Kuşku yok, Rusya’nın açık onayı olmaksızın Suriye bu saldırıyı yapamazdı. Dolayısıyla kritik kırılma noktası tam da buradadır. Salt İran ile şimdiki Suriye politikasını / düşmanlığını AKP = Erdoğan rejiminin sürdürme olanağı yoktur.

    ****
    Şehit edilen asker ve sivil yurttaşlarımızın acıları yüreğimizdedir. Yakınlarına başsağlığı ve sabır dilemek klişedir ve kolaydır. Yaralılara acil şifa dilemek de öyle.. Hatta bu dilekleri dinci hamaset sözcükleri ile bezmek de.. Tıpkı iktidarın başı ve öbür kimi yetkililer ve yalaka basın gibi.. Asıl olan ise, Büyük ATATÜRK‘ün YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ ilkesini dış politikada şaşmaz eksen edinmek ve ulus üyelerinin burnunu bile kanatmamaktır.

Bu acı sonuç ile önceki Suriye operasyonlarında verilen şehitlerin, yaralıların, maddi yıkımların sorumlusu çok net ve tartışmasız biçimde AKP = Erdoğan iktidarıdır. Öylesine boş sözler ve hamasi, duygu sömürüsüne dönük girişimlerle bu yürek yakan sorumluluk perdelenemez.

Bahçeli‘nin, Suriye’de rejim değişmedikçe rahat yok… içerikli sözleri bir başka talihsizliktir. Suriye’de rejimi değiştirmek kimsenin haddi değildir. Suriye’de uluslararası hukuka göre egemen ve meşru bir devlet ve yönetim vardır. Onu beğenmeyebilirsiniz ama İHVANCI bir rejimi bu ülkede kurma heveslerinin bedeli işte böyle ağır olur..

Önemli bir nokta da İSTANBUL KANALI bağlantısıdır… Bu Kanal Rusya’nın güvenliğini olağanüstü düzeyde tehdit edicidir ve bu ülke tarafından kabulü olanaklı değildir. Dolayısıyla, bu Kanal girişimleri gündeme geldiğinden bu yana Rusya – Putin, Türkiye’ye açık – dolaylı iletiler vermektedir. Daha önceki bir yazımızda da konuya değinmiştik.

AKP = Erdoğan rejimi, kendi aklınca ABD – AB – Rusya’yı (+ İran’ı) yönlendirebileceği boş hayallerini kurmuştur. Sonuç hüsrandır. Yapılacak şey, Atatürk’ün  YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ politikasına sarılmak ve büyük güçler arasında dinamik denge stratejisine yönelmektir.

AKP = Erdoğan rejimi, gelinen çok kritik yerde, bu ağır sorun üzerinden iç politikaya dönük gündem oyunları ve kısır oy hesaplarına asla ve asla girmemelidir. TBMM ivedilikle toplanarak kapalı oturumda ulusal politikalar belirlenmeli ve kamuoyu bilgilendirilerek, saplanılan bataklıktan geri çekilmeye çalışılmalıdır.

Erdoğan bunu yap(a)mayacaksa, bir biçimde çekilmeli / istifa etmeli ve ülkemizi hızla büyüyebilecek kanlı ve çok tehlikeli serüvenlere sürüklemekten mutlaka kaçınmalıdır.

Batı’nın emperyal abanmaları, Rusya ile önemli ölçüde dengelenebilirdi..
Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretinde açıkça Rusya’yı karşısına alan irrasyonel girişimleri, sorunun tuzu biberidir.
Çok yazık oldu..
Türkiye bir kez daha, çok dezavantajlı koşullarda, örneğin çok ağır borç yükü – ekonomik bunalım konjonktürü içinde… Batı emperyalizminin kucağına sürüklenmiştir.

SONUÇ                                             :

  • Siyasal tarihte bu denli akıl ve bilim dışı, ülkesine çok ağır zararlar veren bir dış politika örneği anımsamıyoruz..

Dinci – gerici -baskıcı AKP = Erdoğan rejiminin Türkiye’ye kestiği en ağır son fatura bu paralizi olsa gerektir.

  • 17+ yıldır vahşetle dayatılan değerler erozyonu ve ekonomik talana ek olarak..

Sahi, 4+ milyon Suriyeli Türkiye’de iken ve bir o kadarı sınırın hemen güneyinde iken Suriye ile bir sıcak çatışma nasıl göze alınabilir ki??!

İçerideki ağır ekonomik bunalıma, işsizliğe, yoksulluğa, sosyal güvenlik krizine, dinci dayatmalara, halkı kutuplaştırmaya…  odaklanmamız gerek.. Değişik gündem oyunları bu sorunları çözmediği gibi daha da büyütür. Halk da daha çok aldatılamaz. çünkü somut – ağır – yakıcı – bunaltıcı, kendisini yakan… ailece intihara sürükleyici kertede deneyimlemekte, yaşamaktadır.

  • Asıl rejim bunalımı Türkiye’dedir.
    – TEK ADAM REJİMİ tıkanmıştır ve Türkiye adeta boğulmaktadır.
  • Değişmesi gereken AKP = ERDOĞAN rejimidir..

Sahi, Esat kalksa ve

“…Türkiye’de demokratik parlamenter düzen yıkılmıştır.
TEK ADAM diktatörlüğe sürüklemektedir komşumuz Türkiye’yi. Buna seyirci kalamayız. Türkiye’de demokratik rejim yeniden kurulmadan Suriye’ye rahat yok. Türkiye yaparsa ne ala,
yoksa biz ne gerekiyorsa yapacağız….”

dese… AKP = Tek adam Erdoğan ne buyururlardı acaba???

  • Bir kez daha yanıldınız ve yenildiniz..
  • Kabul edecek ve usulünce geri çekileceksiniz..
  • Masum vatan evlatlarının kanını daha çok dökmeyeceksiniz.. 

    Sevgi, saygı ve ACI ile. 06 Şubat 2020, Ankara

     

NEYİN PAÇASI KURTARILACAK?

NEYİN PAÇASI KURTARILACAK?

Ahmet TAKAN
KORKUSUZ, 04.02.2020

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İdlib’den gelen  şehit haberleri ile pazartesi sabahına acı içinde uyandık. Dişlerimizi sıka sıka en hafif ifadeyle; Türkiye’yi şamar oğlanına çevirdiler!. Birinden tokadı yiyince öbürünün kucağına, ondan da şaplağı yiyince eskisinin kucağına koşan ülke haline geldik!.. Savruldukça savruluyoruz… Bedelini, Mehmetçik, onların masum ana, baba, eş ve çocukları ile günahsız bir millet ödüyor… Daha doğrusu; birilerinin paşa keyifleri için ÖDETTİRİLİYOR!..

Muhteremlerden her zamanki gibi içi boş hamasi nutuklar… Asla, aslı astarı olmayan dümenden efelenmeler… Sokak kabadayısı raconları ile yürütülen dış politika ve

  • hiçbir stratejik öngörüsü olmayan hesapsız kitapsız askeri hamleler…

Kod adı, “Yeni Türkiye” !..

Soruyu tekrarlıyorum : Ne oldu Barış Pınarı Harekatına?.. Neden durdurulmuştu?… Neden üstüne yatılmaya  çalışıldı?.. Neden birden bire o harekat hiç yapılmamış gibi oldu?..

Devam ediyorum : AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Afrika gezisi dönüşünde, ”Astana süreci diye bir şey kalmadı. Rusya, Astana’ya da Soçi’ye de sadık değil” dedi. Neden?.. Yeni miydi, Rusya ve desteklediği Suriye rejimin İdlib’de gerçekleştirdiği kanlı operasyonlar?.. Bir haftadır mı İdlib’de ortalık karışık?.. Ne ayları?.. Yıllardır bir tarafımızı yırtıyoruz!..

Dikkat edin; hani o muhteşem “dostum” hamaseti var ya… Erdoğan’ın Afrika dönüşü çıkışı sonrasında Rusya Devlet Başkanı Putin muhatap alıp da tek satır cevap vermedi. Erdoğan’a yanıtlar sağdan soldan, yanlardan geldi… Her 5 dakikada bir Putin ile yapılan telefon görüşmeler ile yapılan yalaka güzellemelerinin yerini yeller aldı!.. Şu satırların kaleme alındığı anda, ortalıkta bir telefon görüşmesi haberi yoktu. Şehitlerimiz var, telefon açıp da dostun Putin’e bir şeyler söylemeyeceksen ne zaman söyleyeceksin?.. Yoksa Putin telefonlara çıkmıyor mu?.. Peki, neden?..

FETÖ’den boşalan dış politika alanına oturan, Saray’da büyük ağırlığı ile bilinen SETA, son ABD gezisi dahil hemen hemen her dış gezide mutlaka olan başkanı Burhanettin Duran’ın 1 Şubat’ta Sabah Gazetesi’nde yazdığı makaleye bakalım. Esasında, “AB ve ABD, İdlib’de devreye girmeli” başlığı her şeyi izah ediyor;

“…Washington ve Brüksel’in harekete geçerek Moskova üzerinde baskı oluşturması lazım. Erdoğan-Putin diplomasisi sayesinde İdlib krizi bu zamana dek artısıyla eksisiyle bir şekilde yönetildi. Gelinen noktada ateşkes işlemiyor. Esad rejimi sadece sahadaki askeri güçten anlıyor. İdlib’deki çatışma halinin başka bölgelere sıçrama ihtimali de var. Bu haliyle Astana süreci durdu, Cenevre sürecinin adı bile edilemez. Erdoğan’ın önerdiği gibi önce Astana sonra Cenevre sürecinin canlandırılması için ABD ve AB’nin devreye girmesi gerekir. Gerekirse İdlib’den sürülen siviller için askeri güç kullanımı seçenekler arasında olmalı. Erdoğan’ın, ‘sınırdan 30-40 km içeride’ mülteciler için barınaklar yapma fikri bir tür güvenli bölge kurmak için başlangıç olabilir. Merkel elini çabuk tutmalı. İdlib’de Rusya’yı dengeleme yükünü sadece Ankara kaldıramaz. Denge çöktüğünde Avrupa da ciddi zarar görür.”

Kısacası; ABD ve NATO Türkiye’ye çağrılıyor!..

★★★
Uyarıları hep haklı ve doğru çıkan 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Cahit Armağan Dilek’ten gelinen son durumu değerlendirmesini istedim. Dilek, son zamanlarda, ABD’den İdlib’de Türkiye’yi destekleyen Rusya’ya karşı çıkan açıklamaların içeriğine işaret etti. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in, geçen hafta yaptığı “Erdoğan’ın yanındayız. Her türlü yardıma hazırız” mahiyetindeki açıklamasına dikkat çekti. Dilek, geçen hafta içinde bazı yerel kaynaklardan kendilerine ulaşan, “ABD, İdlib’de Türkiye’nin de desteklediği bazı yerel gruplara yeniden desteğe başladı”,  “İdlib üzerinde ABD İHA’ları uçuyor” haberlerini hatırlattı ve İncirlik üssüne ek ABD’lilerin geldiğini sözlerine ekledi. Cahit Armağan Dilek, “ABD, Türkiye’nin İdlib’de direnmesini istiyor “dedi. “Neden” diye sorunca da Dilek şunları söyledi;

  • “Esad’ın ve Rusya’nın kazanmasını istemiyorlar. Eğer Esad ve Rusya İdlib’i kontrol ederse ağırlığı bundan sonra Fırat’ın doğusuna verecek ve oradan ABD’nin çıkması için daha rahat hareket eder hale gelecek.

ABD, bizi yerel güç gibi kullanıyor. Neticede bir havuç uzatıyor. ABD’liler, Türkiye’nin kendilerine yardım isteyecek bir konuma düşmesini istiyorYarın bir gün, Suriye’den daha çok saldırı gelirse, doğrudan İdlib’e gelmeseler bile bizim sınırımıza yeni savunma sistemlerinin konuşlandırılması gündeme gelebilirİdlib’de stratejik önemi olan M-4 Karayolu’nun kuzeyini ‘güvenli bölge ilan ettik’ diyebilirler. Eğer amaç ABD ve NATO’yu bizim sınır hattımıza getirmekse, bu çatışmalar sürer. Hatay’da veya İdlib’in kuzeyinde bir yer verilebilir.

Cahit Armağan Dilek, Türk askerine son saldırının İdlib’in doğusunda bulunan İran’lı Şii milisler tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini belirterek, “Erdoğan’ın ‘Astana, Soçi bitti’ sözlerini İran tehdit olarak algıladı” dedi. Stratejist Cahit Armağan Dilek, “Türkiye bir daha nereye doğru savruluyor” soruma ise şu cevabı verdi;

Bu işin mantıklı cevabı şu an için yok”..

Küçük bir not düşme ihtiyacı hissediyorum!.. Ortadoğu bataklığında içinde bulunduğumuz bu kahredici durumun tek başına sorumlusu Tayyip Erdoğan ve SETA’cılar değil. 2002-2003 yıllarında bizzat benim de tanık olduğum, bildiğim gerçekler var.

  • Bugün gelinen feci tablonun baş mimarları, Tayyip Erdoğan’ın o zamanki akıl hocaları
  • Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan..Şimdi kenara geçmişler particilik oynuyorlar. Bunlar, Türkiye’yi kurtaracak!.. Öyle mi?..
    ===============================
    Dostlar,

    SURİYE BUNALIMI ve
    AKP = ERDOĞAN REJİMİNİN
    AĞIR TARİHSEL SORUMLULUĞU

    Gelinen aşamada acı süreci irdeleyecek çeşitli değerlendirmeler yapılabilir.
    Türkiye’nin askeri birliklerinin egemen bir devlet olan Suriye topraklarındaki varlığı uluslararası hukuka, BM Andlaşması’nın 51 ve ilgili maddelerine dayandırılabilir.
    Ne var ki bu hukuksal dayanak biçimseldir.
    Özünde, Suriye’de Esad yönetimine karşı ABD – AB emperyalizminin başlattığı iç savaş vardır.
    Türkiye, ne yazık ki, kadim komşu Suriye’de emperyal planlara alet edilmiştir AKP = Erdoğan rejimi tarafından.

    Suriye’nin içişlerine BM hukukunun (BM Ana Sözleşmesinin) en temel ilkeleri olan İÇİŞLERİNE KARIŞMAMA ve SINIRLARIN DEĞİŞMEZLİĞİ ilkeleri (1648 tarihli Westphalia Barışı gereği, devletler kesin sınırlara sahiptir ve sınırları içindeki ahali
    üstündeki iktidarları mutlaktır..) çiğnenerek müdahale edilmiş, Türkiye de Batı emperyalizmince kimi vaatlerle istismar edilerek kullanılmıştır. Oysa BM Antlaşması’nın  m. 1/2, 55 ve 76. maddeleri, bir ülkenin halkları içinde kendi geleceğini belirleme (self determinasyon)  hakkını kullanmaları durumunda bile sınırların değişmezliği ilkesini benimsemiştir.

    BM Antlaşması‘nın 1. ve 55. maddesinde; uluslararası alanda, halkların eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için gerekli uygun önlemleri alınması kararlaştırılmıştır. (Charter of the United Nations, https://www.un.org/en/charter-united-nations/, erişim 04.02.2020)

  • Dolayısıyla Suriye’nin nasıl yönetileceğine Suriye halkı dışında hiç kimsenin karar verme hak ve yetkisi yoktur.Karşımızda, egemen – bağımsız ve BM tarafından tanınan – BM üyesi bir ülke vardır. Kabul edilsin ya da edilmesin, gerçek budur. Ayrıca bu ülkenin topraklarında askeri varlığımız söz konusudur. Suriye resmi güçleri, bu varlığı işgal olarak kabul etmekte ve eylemlerini meşru görmektedir. Kuşku yok, Rusya’nın açık onayı olmaksızın Suriye bu saldırıyı yapamazdı. Dolayısıyla kritik kırılma noktası tam da buradadır. Salt İran ile şimdiki Suriye politikasını / düşmanlığını AKP = Erdoğan rejiminin sürdürme olanağı yoktur.****
    Şehit edilen asker ve sivil yurttaşlarımızın acıları yüreğimizdedir. Yakınlarına başsağlığı ve sabır dilemek klişedir ve kolaydır. Yaralılara acil şifa dilemek de öyle.. Hatta bu dilekleri dinci hamaset sözcükleri ile bezmek de.. Tıpkı iktidarın başı ve öbür kimi yetkililer ve yalaka basın gibi.. Asıl olan ise, Büyük ATATÜRK‘ün YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ ilkesini dış politikada şaşmaz eksen edinmek ve ulus üyelerinin burnunu bile kanatmamaktır.

Bu acı sonuç ile önceki Suriye operasyonlarında verilen şehitlerin, yaralıların, maddi yıkımların sorumlusu çok net ve tartışmasız biçimde AKP = Erdoğan iktidarıdır. Öylesine boş sözler ve hamasi, duygu sömürüsüne dönük girişimlerle bu yürek yakan sorumluluk perdelenemez.

Bahçeli‘nin, Suriye’de rejim değişmedikçe rahat yok… içerikli sözleri bir başka talihsizliktir. Suriye’de rejimi değiştirmek kimsenin haddi değildir. Suriye’de uluslararası hukuka göre egemen ve meşru bir devlet ve yönetim vardır. Onu beğenmeyebilirsiniz ama İHVANCI bir rejimi bu ülkede kurma heveslerinin bedeli işte böyle ağır olur..

Önemli bir nokta da İSTANBUL KANALI bağlantısıdır… Bu Kanal Rusya’nın güvenliğini olağanüstü düzeyde tehdit edicidir ve bu ülke tarafından kabulü olanaklı değildir. Dolayısıyla, bu Kanal girişimleri gündeme geldiğinden bu yana Rusya – Putin, Türkiye’ye açık – dolaylı iletiler vermektedir. Daha önceki bir yazımızda da konuya değinmiştik.

AKP = Erdoğan rejimi, kendi aklınca ABD – AB – Rusya’yı (+ İran’ı) yönlendirebileceği boş hayallerini kurmuştur. Sonuç hüsrandır. Yapılacak şey YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ politikasına sarılmak ve büyük güçler arasında denge stratejisine yönelmektir.

AKP = Erdoğan rejimi, gelinen çok kritik yerde, bu ağır sorun üzerinden iç politikaya dönük gündem oyunları ve kısır oy hesaplarına asla ve asla girmemelidir. TBMM ivedilikle toplanarak kapalı oturumda ulusal politikalar belirlenmeli ve kamuoyu bilgilendirilerek, saplanılan bataklıktan geri çekilmeye çalışılmalıdır.

Erdoğan bunu yap(a)mayacaksa, bir biçimde çekilmeli / istifa etmeli ve ülkemizi hızla büyüyebilecek kanlı ve çok tehlikeli serüvenlere sürüklemekten kaçınmalıdır.

Batı’nın emperyal abanmaları, Rusya ile önemli ölçüde dengelenebilirdi..
Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretinde açıkça Rusya’yı karşısına alan irrasyonel girişimleri, sorunun tuzu biberidir.
Çok yazık oldu..
Türkiye bir kez daha, çok dezavantajlı koşullarda, örneğin çok ağır borç yükü – ekonomik bunalım konjonktürü içinde… Batı emperyalizminin kucağına sürüklenmiştir.

SONUÇ                                             :

Siyasal tarihte bu denli akıl ve bilim dışı, ülkesine çok ağır zararlar veren bir dış politika örneği anımsamıyoruz..

Dinci – gerici -baskıcı AKP = Erdoğan rejiminin Türkiye’ye kestiği en ağır son fatura bu paralizi olsa gerektir. 17+ yıldır vahşetle dayatılan değerler erozyonu ve ekonomik talana ek olarak..

Sahi, 4+ milyon Suriyeli Türkiye’de iken ve bir o kadarı sınırın hemen güneyinde iken Suriye ile bir sıcak çatışma nasıl göze alınabilir ki??!

  • Bir kez daha yenildiniz..
  • Kabul edecek ve usulünce geri çekileceksiniz..
  • Masum vatan evlatlarının kanını daha fazla dökmeyeceksiniz..

    Sevgi, saygı ve ACI ile. 04 Şubat 2020, Ankara
    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

    Hekim, Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İKTİDAR SOYGUNA ORTAK MI?

İKTİDAR SOYGUNA ORTAK MI?

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Siyaset Bilimci (Mülkiye) / Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
profsaltik@gmail.com  www.ahmetsaltik.net 

Doğalgazı hem nominal (rakamsal) hem de satın alma gücümüzle (PPP) orantılı olarak dünyada en pahalı kullanan ülkelerin sanırız başında geliyoruz. AB bin m3 doğalgaza 120 $ öderken, biz 160 $ fazlasıyla 280 $ ödüyoruz Rusya’ya! Niçin acaba?

Aradaki muazzam fark kimin cebine giriyor?

AKP = Erdoğan TEK ADAM rejimi neden AB fiyatlarına yakın fiyattan doğalgaz alamıyor dostu / kankası (!) Putin’in ülkesinden??

Türkiye 2018’de yaklaşık 52 milyar m3 doğalgaz dışalımı yaptı, kabaca yarısı Rusya’dan.. 1000 m3’te 160 $ fazla ödendi ise, 26 milyar m3 doğalgaz dışalımı için toplam 26 m X 160 = 4 milyar 160 milyon $ eder ki muazzam bir paradır. Günümüz kuru ile 24 milyar TL’yi aşmaktadır. Yalnızca 1 yılda ver yalnızca Rusya’dan alınan doğal gaz için bu muazzam fazlalık.

Türkiye İran, Azerbaycan ve Cezayir’den de doğalgaz dışalımı (ithalatı) yapmaktadır.
Bu dış ticaret kalemlerinin de özenle incelenmesi gerekmektedir.

Bu konunun mutlaka TBMM’de gündeme getirilmesi ve Anayasa’nın 98. maddesi uyarınca incelenip aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir. Muhalefet, en azından “yazılı soru” ile (m. 98/5) AKP iktidarından açıklama istemeli, eş zamanlı olarak genel görüşme (m. 98/3) / Meclis araştırması (m. 98/2) istemeli ve gelişmeleri kamuoyu ile etkin biçimde paylaşmalıdır.

  • Bu, apaçık bir soygundur..
  • Türk halkı apaçık soyulmakta, argo deyimle söğüşlenmektedir.
  • Buna göz yumulamaz ve görmezden gelinemez.
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin savcılarının da görevlerini yapmasını istemek doğal hakkımızdır.

Son 2 yılda doğalgaza yapılan zamlar aşağıda.. https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/elektrik-ve-dogalgaza-son-bir-yilda-kac-kez-zam-geldi-5362718/) Yığışımlı (kümülatif) olmayan artış %56,8.. Bileşik faiz hesabına göre hesaplarsak;

1 Ağustos 2018 zammı öncesi m3 fiyatı 1.00 birim ise, zam ardından 1.09 TL
1 Eylül zammı ile 1,09 x .09 = 1,19 TL
1 Ekim zammı ile 1,30 TL
31 Temmuz 2019 zammı ile 1.49 TL
31 Ağustos 2019 zammı ile 1,71 TL

1 Ağustos 2018’de 1 birim olan m3 fiyatı, 1 yıl sonra 4 zam ile 1,71 TL’ye çıkarılmış,
dolayısıyla %71 oranında zamlanmıştır.

Memur aylıklarında 2018’de %4 + %8,67 = nominal %12,67 (yığışımlı %11,3) zam yapıldı..
2019’da ise ilk 6 ayda yaklaşık %10,7, ikinci 6 ay için %5 zam yapılmıştı. 2 yılda toplam artış,
6’şar aylık parçalar olarak ve birikimli %30.

Elektrik zamları birikimli %72’yi buluyor. Evlerde doğalgaz ile ısınma elektrik enerjisi de kullanılmadan olanaksız. Elektriği de dünyada hem nominal hem de satın alma gücümüze oranla
en pahalı tüketen ülkelerden biriyiz.

Elektrik zamları birikimli %72’yi buluyor. Evlerde doğalgaz ile ısınma elektrik enerjisi de kullanılmadan olanaksız. Elektriği de dünyada hem nominal hem de satın alma gücümüze oranla
en pahalı tüketen ülkelerden biriyiz. İkisinin birlikte yüklenmesiyle yaşam daha da pahalılaşıyor.

Niçin??

  • AKP iktidarı = Erdoğan’ın TEK ADAM olarak öncelikle bu soruya yanıt vermesi gerek?

Bakıyoruz, İstanbul’da 50-60 yaşlarına 4 kardeş, elektrik faturasını ödeyemediği için
birlikte siyanür içerek yaşamlarına son veriyorlar! Arka arkaya benzer facialarla yüreğimiz yanıyor. İktidar ve yandaş – besleme basın, olmadık kılıflarla saptırıp geçiştirmeye çabalıyor.

Bir ülkenin hükümeti halkını ve ulusal çıkarları böyle mi kollar, korur, gözetir??

İki temel yaşam girdisine 2 yılda %70’i aşan zam neyle ve nasıl açıklanabilir??
O yıllarda dövizde bu düzeyde fahiş, %70’leri bulan değerlenme yani enflasyon,
yani paramızın değersizleş(tiril)mesi, devalüasyon olmadığına göre niçin bu 2 temel mal
böylesine acımasız zamlanmıştır??! Niçin??!

Dolar 2018 başında 3.77 TL iken, yılı 5,28 TL olarak kapatmıştır, artış %40’tır.
Dolar, 2019 başında 5,28 TL iken 5.95 TL ile yılı kapatmıştır. Artış %12,7’dir.
2 yılda birikimli (yığışımlı, kümülatif) artış %57’dir.

Doğalgaz ve elektirik zammı, döviz fiyatı artışının % 14-15 puan daha üstündedir.

Niçin?!

Kaldı ki, TL’nin döviz karşısında bunca değersizleşmesi de tek başına gerekçe yapılamaz.
Türk Parasının değerini ve ulusun gönencini (refahını) sağlamak da siyasal iktidarın
başlıca görevlerindendir.

Üstelik Devlet, şahinler gibi bu faturalara çökerek %18 KDV eklemektedir.
Neden en azından %8 KDV dilimine çekilmemektedir elektrik ve doğalgaz?
Üstelik sanayide bu 2 ürününün fiyatları daha yüksektir ve bu nedenle de
yaşam ayrıca pahalılaşmaktadır.

Bu kez de aşırı pahalılığı nedeniyle doğalgaz kullanamayan insanlarımızın evde karbon monoksit zehirlenmesinden ölmelerine tanık oluyoruz. Oduna, niteliksiz kömüre… dönmek zorunda kalan milyonlarca yoksul halk yığınları ve hava kirliliğinin yeniden tırmanışı. Avrupa’da havası en kirli 10 kentten 8’i Türkiye’de iken.

Anayasasında pek çok maddede (başta 2. madde) “sosyal hukuk devleti” yazan Türkiye’de bu 2 temel ürünün ve yansımalarının özellikle düşük tüketimli – dar gelirli kesimler için Devlet desteği (sübvansiyon) önlemleri neden düşünülmez? Bu şirketler hiç denetlenmez mi?
Saydam değil midirler ve halka hesap vermekten bağışık mıdırlar ya da zamanları mı yoktur (!?)
bu soruları yanıtlamaya AKP = Tek adam Erdoğan gibi ??

Ya da siyasal iktidarla birlikte mi hareket edilmektedir??
****

Bu bağlamda, Melih Gökçek zamanında tümü ile özelleştirilen, Ankara BŞB’nin payı ve denetçisi bırakılmayan (niçin; bu yolsuzluklara kılıf hazırlığı mı??) Başkentgaz’ın Kızılay eliyle Ensar Vakfı’na yaklaşık 8 milyon dolar aktarması ne anlama gelmektedir? 8 milyon $, günümüz kuru ile 48 milyar TL’ye çok yakın bir tutardır. Fikir edinilmesi bakımından, Sağlık Bakanlığı’nın 2020 yılı bütçesi 59 milyar TL’dir.

Devlet, küresel – yerel sermaye işbirliği ile nasıl güçsüzleştirilmiş, teslim alınmıştır, ibretliktir.

83+ milyon nüfuslu ülkenin Sağlık Bakanlığı bütçesi, Ankara’daki bir doğalgaz dağıtım şirketinin bir dinci – gerici vakfa bağışı kadardır neredeyse!?

Demek oluyor ki şirket (Başkentgaz) “yeterince” kârlıdır ve bu tatlı kârından Kızılay üzerinden çocuklara tecavüz sabıkalı bir vakfa koşulsuz bağış yapmaktadır!?

Böylece sözde vergi kaçırmamakta ama Kızılay’ın 31 bin TL aylıklı genel müdürüne göre “vergiden kaçınmakta” dır. Her 2 eylem de öyle ya da böyle, Devletin kasasına vergi girişini azaltmaktadır.

Emir büyük yerden mi gelmektedir?

  • Siz şimdi bu bağışı yapın, gereğini düşünürüz..” mü denmiştir Başkentgaz’a;

ENSAR Vakfı‘nın “acil nakit gereksinimi” karşısında??!! Ayrıca, 8 milyon dolara yakın bağışın
ABD’de yurt yapımı için bu ülkeye transferinin kayıtları da ortada yoktur!?

Havuz medyasında da böyle yapılmış ve birkaç yandaş sermayedar 100’er milyon Dolarcık
havuza atmışlar ve Türk medyasının %95’e varan kesimi AKP uydusu yapılmamış mıydı?!

Dinci – gerici ENSAR vakfına yaptırılan 8 milyon Dolar “bağış” ın bedeli, halkın sırtından
vahşetle ve iktidar eliyle çıkarılmaktadır.

Bu harami – bezirgan düzeni elbette sonsuza dek sürmeyecek, sürdürülemeyecektir.
***

Başkentgaz, ne düzeyde kâr elde etmiş ve ne tutarda vergi ödemiştir devlete?
Özelleştirmenin masalsı amaçlarından biri “Hantal Devlet” değil miydi? Devlet verimsiz çalışıyor, vergileri çarçur ediyor, devleti zarara uğratıyor, mal ve hizmet üretimini pahalı yapıyordu (!)
değil mi? Bu yüzden özelleştirilmeli ve makro-ekonomik ölçekte verimlilik artırılmalıydı değil mi?!

Ne yazık ki sözde sol ve liberaller AKP’nin bu tuzağına düştüler )!?).. “Yetmez ama evet” buyurdular..

Ve gemi öyle azıya aldılar ki, ön ödeme ile bedeli peşin ödenen doğalgaza bile zam yapma rezilliğini yapabildiler.. Kadim borçlar hukuku ilkelerini ayaklar altına aldılar.. Diliyoruz Anayasa Mahkemesi bu açık hak ihlalini saptayacaktır. AKP’nin hak anlayışı işte budur !

Çırılçıplak söyleyelim                                  :

  • Geldiğimiz yer, iktidar eliyle halkın soyulmasıdır!
  • AKP’in bilgisi, onayı olmaksızın böylesi acımasız ve muazzam ölçekli soygun
    asla yapılamaz.
  • Peki AKP iktidarı neden halkının bu vahşi sömürüsüne izin vermektedir?
  • Devlet aymaz mıdır?
  • Devlet gaflet ve dalalet içinde midir?
  • Devlet, yerli – yabancı sermaye  tarafından ele geçirilmiş, işlevini yitirmiş bir örgüt müdür?
  • J.J. Rousseau 258 yıl önce yazmıştı “Toplumsal Sözleşme“yi; rafa mı kaldırmıştır AKP?
    (The Social Contract, 1762)
  • Postmodern – küreselleştirmecilerin sömürü aygıtına indirgenen Devlet / AKP iktidarı,
    tek yanlı olarak halk ile arasındaki Toplumsal Sözleşmeyi fesih mi etmiştir?
  • Dar-ül harpte apaçık cihat / ganimete el koyma mı ilan edilmiştir?
  • Devlet = tek parti iktidarı, dinci yerli – yabancı sermayenin SOPALI TAHSİLDARI‘na mı dönüştürülmüştür?
  • Ve son, çıldırtan soru                  :
  • Devlet soyguna ortak mıdır; AKP = Erdoğan bu senaryoda nerede ve ne işlevdedir??

****
Bu yakıcı soruların yanıtları verilmelidir. Muhalefetin ana gündemlerinden biri, bu kalleş soygun olmalıdır.
Eğer doğru ise, meşruluğunu yitiren siyasal otoriteye karşı,
yerden göğe meşru olan DİRENME HAKKI kullanılacaktır halk tarafından..
Siyasal tarih / insanlık tarihi çooook sayıda örneğe tanıktır.

Bu harami – bezirgan düzeni elbette sonsuza dek sürmeyecek, sürdürülemeyecektir.

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 02 Şubat 2020, Ankara

 

Başkentgaz tarafından yapılmış bağış

Başkentgaz tarafından yapılmış bağış

Mahmut ESEN
(E) Mülkiye Başmüfettişi

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

1-Ankara’da doğalgaz dağıtım işleri 2007 yılına kadar (belediye işletmesi) EGO İşletme Gn. Md.; 2013 yılına kadar (belediye şirketi) Başkentgaz A.Ş. tarafından yürütülmüştür.
Başkentgaz 2013 yılında özelleştirilmiştir.
Özelleştirme sırasında Başkentgaz’a özgü bazı yasal düzenlemeler yapılmıştır.

Bu bağlamda;

a)-Genel düzenlemelere aykırı olarak Şirketin hisselerinin (% 80’ i yerine) tümü özelleştirilmiştir.
b)-Doğalgaz Piyasası Kanunu’nun 4. maddesinde yer alan açık hükme karşın belediyenin şirket yönetim ve denetim kurulunda temsil yetkisi kaldırılmıştır.
Böylelikle Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) kurucusu/sahibi olduğu Şirkette % 20 hisse ile küçük ortak olarak kalması bir yana, Şirket yönetiminde temsil yetkisini bile yitirmiştir.
2-ABB Mansur Yavaş tarafından, Şirket yönetiminde temsilini kaldıran Ankara’ya özgü çıkarılmış yasal düzenlemenin itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesinde iptali için idari yargıda gerekli hukuki süreç başlatılmıştır.

Konuya ilişkin ayrıntılı bilgilere ABB resmi internet sitesindeki raporlara erişim olanaklıdır.
(https://www.ankara.bel.tr/duyurular/dogalgaz-kaynakli-sikayetler-hakkinda-basin-bildirisi
http://www.ankara.bel.tr/duyurular/ankara-da-dogalgaz-dagitim-hizmetleri-hakkinda-hazirlanan-ra)

3-Şirket tarafından yapılmış yüklü bağışlarla, Şirkete tanınmış olan özel ayrıcalıklar arasında bağlantı olabileceği değerlendirilmektedir.

Selam ve saygılarımla. 31 Ocak 2020, Ankara
=================================================

İKTİDAR SOYGUNA ORTAK MI?

Dostlar,

Doğalgazı hem nominal (rakamsal) hem de satın alma gücümüzle orantılı olarak dünyada en pahalı kullanan ülkelerin sanırız başında geliyoruz..

Son 2 yılda doğalgaza gelen zamlar aşağıda.. (https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/elektrik-ve-dogalgaza-son-bir-yilda-kac-kez-zam-geldi-5362718/)

Yığışımlı (kümülatif) olmayan artış %56,8.. Bileşik faiz hesabına göre yaparsak;

1 Ağustos 2018 zammı öncesi m3 fiyatı 1.00 birim ise, zam ardından 1.09 TL
1 Eylül zammı ile 1,09 x .09 = 1,19 TL
1 Ekim zammı ile 1,30 TL
31 Temmuz 2019 zammı ile 1.49 TL
31 Ağustos 2019 zammı ile 1,71 TL

1 Ağustos 2018’de 1 birim olan m3 fiyatı, 1 yıl sonra 4 zam ile 1,71 TL’ye çıkarılmış, dolayısıyla %71 oranında zamlanmıştır.

Memur aylıklarında 2018’de %4 + %8,67 = nominal %12,67 (yığışımlı %11,3) zam yapıldı..
2019’da ise ilk 6 ayda yaklaşık %10,7, ikinci 6 ay için %5 zam yapılmıştı. 2 yılda toplam artış, 6’şar aylık parçalar olarak ve birikimli %30.

Elektrik zamları birikimli %72’yi buluyor. Evlerde doğalgaz ile ısınma elektrik enerjisi de kullanılmadan olanaksız. Elektriği de dünyada hem nominal hem de satın alma gücümüze oranla en pahalı tüketen ülkelerden biriyiz.

Elektrik zamları birikimli %72’yi buluyor. Evlerde doğalgaz ile ısınma elektrik enerjisi de kullanılmadan olanaksız. Elektriği de dünyada hem nominal hem de satın alma gücümüze oranla en pahalı tüketen ülkelerden biriyiz. İkisinin birlikte yüklenmesiyle yaşam daha da pahalılaşıyor. Niçin??

AKP iktidarı = Erdoğan’ın TEK ADAM olarak önce bu soruya yanıt vermesi gerek?

Bakıyoruz, İstanbul’da 50-60 yaşlarına 4 kardeş, elektrik faturasını ödeyemediği için birlikte siyanür içerek yaşamlarına son veriyorlar! Arka arkaya benzer örneklerle yüreğimiz yanıyor.

Bir ülkenin hükümeti halkını ve ulusal çıkarları böyle mi kollar, korur, gözetir??

2 temel yaşam girdisine 2 yılda %70’i aşan zam neyle ve nasıl açıklanabilir??
O yıllarda dövizde bu düzeyde fahiş, %70’leri bulan değerlenme yani enflasyon yani paramızın değersizleşmesi, devalüasyon olmadığına göre niçin bu 2 temel mal böylesine acımasız zamlanmıştır??!

Dolar 2018 başında 3.77 TL iken, yılı 5,28 TL olarak kapatmıştır, artış %40’tır.
Dolar, 2019 başında 5,28 TL iken 5.95 TL ile yılı kapatmıştır. Artış %12,7’dir.
2 yılda birikimli (yığışımlı, kümülatif) artış %57’dir.

Doğalgaz ve elektirik zammı, döviz fiyatı artışının % 14-15 puan daha üstündedir. Niçin?
Kaldı ki, TL’nin döviz karşısında bunca değersizleşmesi de tek başına gerekçe yapılamaz. Türk Parasının değerini ve ulusun gönencini (refahını) sağlamak da iktidarın başlıca görevlerindendir.

Üstelik Devlet, şahinler gibi bu faturalara çökerek %18 KDV eklemektedir.
Neden en azından %8 KDV dilimine çekilmemektedir elektrik ve doğalgaz?
Üstelik sanayide bu 2 ürününün fiyatları daha yüksektir ve bu nedenle de yaşam ayrıca pahalılaşmaktadır.

Bu kez de aşırı pahalılığı nedeniyle doğalgaz kullanamayan insanlarımızın evde karbon monoksit zehirlenmesinden ölmelerine tanık oluyoruz. Oduna, niteliksiz kömüre… dönen halk yığınları ve hava kirliliğinin yeniden tırmanışı.

Anayasasında pek çok maddede (başta 2. madde) “sosyal hukuk devleti” yazan Türkiye’de bu 2 temel ürünün ve yansımalarının özellikle düşük tüketimli – dar gelirli kesimler için Devlet desteği (sübvansiyon) önlemleri neden düşünülmez? Bu şirketler hiç denetlenmez mi? Saydam değil midirler ve halka hesap vermekten bağışık mıdırlar ya da zamanları mı yoktur bu soruları yanıtlamaya AKP = Tek adam Erdoğan gibi ??

****

Bu bağlamda, Melih Gökçek zamanında tümü ile özelleştirilen, Ankara BŞB’nin payı ve  denetçisi bırakılmayan (niçin; bu yolsuzluklara kılıf hazırlığı mı??) Başkentgaz’ın Kızılay eliyle Ensar Vakfı’na yaklaşık 8 milyon dolar aktarması ne anlama gelmektedir? 8 milyon Dolar, günümüz kuru ile 48 milyar TL’ye çok yakın bir tutardır.

Fikir edinilmesi bakımından, Sağlık Bakanlığı’nın 2020 yılı bütçesi 59 milyar TL’dir. Devlet, sermaye elinde nasıl güçsüzleştirilmiştir, ibretliktir. 83+ milyon nüfuslu ülkenin Sağlık Bakanlığı bütçesi, Ankara’daki bir doğalgaz dağıtım şirketinin bir dinci – gerici vakfa bağışı kadardır neredeyse!?

Demek oluyor ki şirket  (Başkentgaz) “yeterince” kârlıdır ve bu tatlı kârından Kızılay üzerinden çocuklara tecavüz sabıkalı bir vakfa koşulsuz bağış yapmaktadır!?

Böylece sözde vergi kaçırmamakta ama Kızılay’ın 31 bin TL aylıklı genel müdürüne göre “vergiden kaçınmakta” dır. Her 2 fiil de, öyle ya da böyle, Devletin kasasına vergi girişini azaltmaktadır.

Emir büyük yerden mi gelmektedir?

  • Siz şimdi bu bağışı yapın, gereğini düşünürüz..” mü denmiştir Başkentgaz’a; ENSAR Vakfı’nın “acil nakit gereksinimi” karşısında??!!

Havuz medyasında da böyle yapılmış ve birkaç yandaş sermayedar 100’er milyon Dolarcık havuza atmışlar ve Türk medyasının %95’e varan kesimi AKP uydusu yapılmamış mıydı?!
Dinci – gerici ENSAR vakfına yaptırılan 8 milyon Dolar “bağış” ın bedeli, halkın sırtından vahşetle çıkarılmaktadır.

Bu harami – bezirgan düzeni elbette sonsuza dek sürmeyecek, sürdürülemeyecektir.
***

Başkentgaz, ne düzeyde kâr elde etmiş ve ne tutarda vergi ödemiştir devlete?
Özelleştirmenin masalsı amaçlarından biri “Hantal Devlet” değil miydi? Devlet verimsiz çalışıyor, vergileri çarçur ediyor, devleti zarara uğratıyor, mal ve hizmet üretimini pahalı yapıyordu (!) değil mi? Bu yüzden özelleştirilmeli ve makro-ekonomik ölçekte verimlilik artırılmalıydı değil mi?!

Ne yazık ki sözde sol ve liberaller AKP’nin bu tuzağına düştüler )!?).. “Yetmez ama evet” buyurdular..

Ve gemi öyle azıya aldılar ki, ön ödeme ile bedeli peşin ödenen doğalgaza bile zam yapma rezilliğini bile yapabildiler.. Kadim borçlar hukuku ilkelerini ayaklar altına aldılar.. Diliyoruz Anayasa Mahkemesi bu açık hak ihlalini saptayacaktır. AKP’nin hak anlayışı işte bu !

Çırılçıplak söyleyelim                                  :

  • Geldiğimiz yer, Devet eliyle halkın soyulmasıdır!
  • Devletin bilgisi, onayı olmaksızın böylesi acımasız ve muazzam ölçekli soygun asla yapılamaz.
  • Peki devlet neden halkının bu vahşi sömürüsüne izin vermektedir?
  • Devlet aymaz mıdır?
  • Devlet gaflet ve dalalet içinde midir?
  • Devlet, yerli – yabancı sermaye  tarafından ele geçirilmiş, işlevini yitirmiş bir örgüt müdür?
  • JJ Rousseau 258 yıl önce yazmıştı “Toplumsal Sözleşme“yi; rafa mı kaldırmıştır AKP?
    (The Social Contract, 1762)
  • Postmodern – küreselleştirmecilerin sömürü aygıtına indirgenen Devlet / AKP iktidarı, tek yanlı olarak halk ile arasındaki Toplumsal Sözleşmeyi fesih mi etmiştir?
  • Devlet = tek parti iktidarı, dinci yerli – yabancı sermayenin SOPALI TAHSİLDARI‘na mı dönüştürülmüştür?
  • Ve son, çıldırtan soru                  :
  • Devleti soyguna ortak mıdır; AKP = Erdoğan bu senaryoda nerede ve ne işlevdedir??

***************
Bu yakıcı soruların yanıtları verilmelidir.
Eğer doğru ise, meşruluğunu yitiren siyasal otoriteye karşı,
yerden göğe meşru olan DİRENME HAKKI kullanılacaktır..
Siyasal tarih / insanlık tarihi çooook sayıda örneğe tanıktır.

Bu harami – bezirgan düzeni elbette sonsuza dek sürmeyecek, sürdürülemeyecektir.

Sevgi ve saygı ile. 01 Şubat 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci  (Mülkiye) / Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Lâik Hukukun Kemirilmesi, İslâm Hukukunun Eleştirisi ve Savunulması

Lâik Hukukun Kemirilmesi, İslâm Hukukunun Eleştirisi ve Savunulması

Değerli Meslektaşım,

“İSLÂM HUKUKUNUN DEĞERİ-2: Lâik Hukukun Kemirilmesi, İslâm Hukukunun Eleştirisi ve Savunulması” başlıklı makalemi izleyen linkten okuyabilirsiniz:
http://www.anayasa.gen.tr/islam-hukuku-2.htm

Saygılarımla, Kemal Gözler 

MAKALENİN PLÂNI

I. LÂİK HUKUKUMUZUN KEMİRİLMESİ: SAHTE İSLÂM HUKUKU UYGULAMALARI

A. MÜFTÜLERE VERİLEN EVLENDİRME YETKİSİ

1. Müftülere Evlendirme Yetkisinin Verilmesinin İslâm Hukukuyla Bir İlgisi Yoktur

2. Müftülere Verilen Evlendirme Yetkisi, Modern Hukukumuzu İçten İçe Çürütmektedir

B. HELÂL GIDA SERTİFİKASYONU

1. Helâl Gıda Sertifikasyonu İslâm Hukukuna Aykırıdır

2. Helâl Gıda Sertifikasyonu Lâik Hukukumuzu İçten İçe Çürütmektedir

C. FAİZSİZ BANKACILIK

1. Faizsiz Bankacılık İslâm Hukukuna Aykırıdır

2. Faizsiz Bankacılık Modern Hukukumuzu İçten İçe Çürütür

II. İSLÂM HUKUKUNUN ELEŞTİRİLMESİ

III. İSLÂM HUKUKUNUN SAVUNULMASI

A. Önyargılara Karşı İslâm Hukukunun Savunulması

B. İslâm Hukukundan Modern Hukukumuza Kalan Değerli Miras: Hukuk Dilimiz

SONUÇ    

MAKALEDEN ALINTILAR

16 Aralık 2019 tarihinde yayınladığım “İslâm Hukukunun Değeri” başlıklı makaleme ek olarak bazı şeyler söylemek isterim. Bunları üç başlık altında toplayacağım. İlk başlıkta lâik hukukumuzun kemirilmesi sorununu örnekler göstererek tartışacağım. İkinci başlıkta ise İslâm hukukunun kendisine bir eleştiri yönelteceğim. Üçüncü başlık altında ise İslâm hukukunu bazı önyargılara karşı savunacağım.…

I. LÂİK HUKUKUMUZUN KEMİRİLMESİ: SAHTE İSLÂM HUKUKU UYGULAMALARI

Öncelikle belirtmek isterim ki, önceki makalemde de açıkladığım gibi, Türkiye’de İslâm hukuku tehlikesinin olduğunu, Türkiye’de İslâm hukukuna, belki daha doğru bir deyimle, İslâm hukuku görünümlü sahte bir hukuka geçilebileceğini düşünüyorum. Ancak bu geçişin, birden bire, tek bir gecede, bir hükûmet darbesiyle veya devrim yoluyla olacağını sanmam. Bu geçiş, adım adım, lâik hukuk sistemi kemirilerek, lâik hukukun kurumları tedrici bir şekilde İslâmî veya sözde İslâmî kurumlarla değiştirilerek olacaktır. Nasıl lâik eğitim sistemimiz [1], belli bir ölçüde dinî eğitim sistemiyle adım adım değiştirilmiş ise, pek muhtemelen hukukumuz da adım adım bu sözde İslâm hukuku ile değiştirilecek.

Türkiye’ye İran usûlü devrim yoluyla bir İslâm hukuku getirilmeyeceği açık. Türkiye’de İslâm hukuku, pek muhtemelen lâik hukukun içten içe çürütülmesiyle adım adım gelecek.

Türkiye’de demokrasi nasıl adım adım gerilemiş ise, lâiklik de öyle adım adım geriliyor. Türkiye’de nasıl ifade hürriyetimizi adım adım kaybetmiş isek, lâik hukukumuzu da aynı şekilde adım adım kaybediyoruz.

Türkiye’de lâik hukukumuzun kemirilmesi süreci çoktan başladı. Ben bu sürece aşağıda üç örnek vereceğim. Bunlardan birincisi “müftülere verilen evlendirme yetkisi”ne, ikincisi “helâl gıda sertifikasyonuna”una, üçüncüsü ise “faizsiz bankacılık”a ilişkin.

A. MÜFTÜLERE VERİLEN EVLENDİRME YETKİSİ

(…)

16 Aralık 2019 tarihinde yayınladığım “İslâm Hukukunun Değeri” başlıklı makalemde açıkladığım gibi İslâm hukukunda “imam nikahı” veya “dinî nikah” diye bir şey yoktur. Keza İslâm hukukunda “müftü nikahı” veya “müftülerin evlendirme yetkisi” diye bir şey de yoktur. İslâm hukukuna göre nikah akdi, kadın ve erkeğin evlenme yolundaki iradelerini iki şahit [2] huzurunda açıklamalarıyla inikat eder. Bu açıklamanın imam veya müftü huzurunda yapılması ve keza dua okunması gibi başka bir şartı da bulunmaz. Evlenme engelleri dışında, Türkiye’de kıyılan her resmî nikah, ister belediye başkanı tarafından, ister müftü tarafından kıyılmış olsun, İslâm hukuku açısından da geçerli birer nikahtır; çünkü resmî nikahta da, taraflar iki şahit huzurunda evlenme iradelerini açıklarlar. 

İlave edeyim ki, müftülere evlendirme yetkisi verilmesinin İslâm hukukuyla bir ilgisinin olmadığı gibi, eski ve köklü bir geçmişe sahip olan ve halk nezdinde hâlâ belli bir ölçüde itibarı kalmış ender kurumlarımızdan biri olan müftülük kurumunun geleneksel fonksiyonuyla da bir ilgisi yoktur. Müftülük bir ifta makamıdır. Tarihte hiçbir zaman evlendirme yetkisine sahip olmamıştır. Böyle bir yetkinin müftülere verilmesi müftülük kurumunun ifsat edilmesi anlamına gelir. Bu yetkinin müftülere verilmesinin, müftülük makamının saygınlığı üzerinde de pek çok olumsuz etkisi vardır. Müftü efendilere nikah memuru gibi kırmızı cübbe giydirmek, onları nikah kıymak için düğün salonlarına göndermek, müftülük kurumunun saygınlığıyla ne derece bağdaşır?…

Müftülere evlendirme yetkisi verildi diye Türkiye’ye İslâm hukuku gelmiş olmaz; ama Türkiye’de lâiklik ilkesi kemirilmiş, içten içe çürütülmüş olur. Keza Türk hukukunun bütünlüğü ve tutarlılığı da bozulmuş olur. Hepsi bu.…

B. HELÂL GIDA SERTİFİKASYONU

Oysa Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasının 2’nci maddesi Türkiye Cumhuriyeti lâik bir devlettir demektedir. Hiç tartışmaya gerek yok ki, Helâl Akreditasyon Kurumu bütün yönleriyle Anayasamızın 2’nci maddesinde öngörülen lâiklik ilkesine aykırıdır.…

1. Helâl Gıda Sertifikasyonu İslâm Hukukuna Aykırıdır

İslâm hukukunda yiyecek ve içeceklere helâl sertifikası verilmesine, yiyecek ve içeceklerin helâl olduğunun belgelendirilmesine asla gerek yoktur.…

İslâm hukukunda, domuz eti ve içki (hamr) gibi çok az sayıda yenilmesi veya içilmesi haram kılınmış yiyecek ve içecek vardır. İslâm hukukunda açıkça haram kılınmış yiyecek ve içecekler dışında her şeyin yenmesi, içilmesi, çiğnenmesi ve tüttürülmesi helâldir [3]. Tereddütlü bir durum var ise, örneğin bir etin domuz eti olup olmadığı bilinmiyorsa, “eşyada aslolan ibahedir” prensibi uyarınca o şeyin yenilmesi helâldir. Bir üründe domuz eti bulunduğu daha ilk bakışta (prima facie) anlaşılmıyorsa, o üründe domuz eti veya domuzdan elde edilmiş katkı maddesi olup olmadığını da araştırmak gerekmez. Zira Mecellenin 75’inci maddesinde denildiği gibi “tevehhüme itibar yoktur”.

Bir yiyeceğin ve içeceğin helâl olması için delil gerekmez; tersine haram olması için delil gerekir. İslâm hukukunda “helâl sertifikası” diye bir şey olamaz. Bu bir saçmalıktır. İslâm hukukunda olsa olsa “haram sertifikası” olur. Eğer İslâm’a hizmet etmek istiyorsanız, “helâl akreditasyon kurumu” değil, “haram akreditasyon kurumu” kurun! 

İslâm hukuku özgürlükçü bir hukuktur. İslâm hukukunda Kur’an ve hadisle açıkça yasaklanmamış her şey serbesttir. İslâm hukukunda helâlin sertifikasyonu olmaz; olsa olsa haramın sertifikasyonu olur. Helâl sertifikasyonu, İslâm hukukunun bir ürünü değildir. Bu uygulama İslâm hukukunun temel kabullerini tepe taklak eden, İslâm hukukunu özgürlükçü bir hukuk olmaktan çıkaran, İslâm hukukunu yasakçı bir hukuk hâline getiren, İslâm hukukunu özünden saptıran, İslâm hukukunu ifsat eden bir uygulamadır.

Helâl sertifikasyonunun dinî veya fıkhî bir sebebi yoktur. Bunun tek sebebi ticarîdir.…

Helâl sertifikasyonunun dinî veya fıkhî bir sebebi yoktur. Bunun tek sebebi ticarîdir. Ticarî sebeplerle İslâm hukukunun temel ilkesi olan “eşyada aslolan ibahedir (in favorem libertatis)” ilkesi tersine çevrilmiştir. Tacirler kazanmış, İslâm hukuku ise özünü kaybetmiştir.…

Helâl gıda sertifikasyonu İslâm hukukuna zarar verdiği gibi, lâik hukukumuza da zarar vermektedir. Helâl sertifikasyonunun İslâm hukuku ile bir ilgisi yoktur. Ne var ki bunun İslâm hukuku ile bir ilgisi olmasa da, uydurma da olsa, dinî inanışlarla ilgisi olduğu bir gerçektir. Lâik bir hukuk sisteminde dinî düşüncelerle hukukî düzenlemeler yapılması lâiklik ilkesine aykırılık teşkil eder. Bu şekilde lâik hukukun iç tutarlılığı bozulur; sistem içten çürür. Örneğin Türkiye’de lâik devletin bir parçası olan bir kamu tüzel kişisi (Helâl Akreditasyon Kurumu), dinsel içerikli hukukî düzenlemeler yapar hâle gelmiştir. Gerçi yukarıda açıklandığı gibi helâl sertifikasyonunun getirilmesiyle Türkiye’ye İslâm hukuku gelmiş olmuyor, ne var ki, helâl sertifikasyonu konusunda kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve yönetmelik çıkararak modern hukukumuzun kendi içinde bütünlüğü bozuluyor; lâiklik ilkesi içten içe çürütülüyor.…

C. FAİZSİZ BANKACILIK

“Faizsiz bankacılık” İslâm hukukuna bütünüyle aykırıdır. Zira İslâm hukukunda, hiç şüphe yok ki, “faiz (riba)” haram kılınmıştır. Kur’an’da faiz yasağına ilişkin pek çok açık ayet var.…

Türkiye’de “faizsiz bankacılık” veya “katılım bankacılığı” denen şey, ne yaparsa yapsın, faiz yasağı kapsamına girer. “Faizsiz bankacılık” veya “katılım bankacılığı” denen sistemde, faiz yasağını aşmak için asıl sözleşmeyi gizler nitelikte araya satım sözleşmesi benzeri uydurma sözleşmeler konulur. Araya konulan bu sözleşmelerin hepsi göstermeliktir; tarafların gerçek niyetleri başkadır. “Faizsiz bankacılık” veya “katılım bankacılığı” çok ileri, çok sofistike bir hile-i şeriyye teorisidir. Dahası bu teori sadece devleti değil, Allah’ı da aldatmaya matuftur.

Mecellenin daha 2’nci maddesinde “bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir”; 3’üncü maddesine göre “ukudda i’tibar makaasıt ve meâniyyedir, elfaz ve mebâniye değildir (Sözleşmelerde itibar maksatlara ve manayadır, laflara ve beyanlara değildir)” denir. Bunlar İslâm hukukunda sözleşmelerin yorumuyla ilgili en temel ilkelerdir.

“Faizsiz bankacılık” veya “katılım bankacılığı” denen şey, Mecellenin ikinci ve üçüncü maddelerinde dile getirilen bu en temel ilkelerle çelişki halindedir.

Sözleşme, iki tarafın iradesiyle kurulur. İrade, belli bir sonuç doğurmaya yönelik arzudur. Para ödüncü sözleşmesinde, ödünç alan kişinin amacı, ihtiyaç duyduğu belli miktar bir paraya ulaşmak, ödünç veren kişinin amacı ise verdiği ödünç para karşılığında belli bir kazanç elde etmektir. Burada ödünç verilen paraya istediğiniz adı koyun, sözleşme sonucu ödünç verenin elde edeceği kazanca istediğiniz ismi verin, isterseniz bu sözleşme “satım sözleşmesi (bey’ akdi)”dir deyin, değişen bir şey olmaz. Bu sözleşme, hukukun gözünde bir “ödünç sözleşmesi (karz akdi)”dir. Dahası sadece hukukun gözünde değil, Allah’ın indinde de değişen bir şey olmaz; zira Allah, insanların kalbinden geçenleri bilir. Faizsiz bankacılık veya katılım bankacılığı yapanlar, herhâlde Türkiye Cumhuriyetini kandırdıkları gibi Allah’ı da kandıracaklarını sanıyorlar.…

Faizsiz bankacılıkla Türkiye’ye İslâm hukuku gelmiş olmaz; çünkü bunun İslâm hukuku ile bir ilgisi yoktur. Ama faizsiz bankacılık sayesinde modern hukukumuzun iç tutarlılığı bozulur; hukukumuzun temeli olan lâiklik ilkesi yara alır.…

II. İSLÂM HUKUKUNUN ELEŞTİRİLMESİ

Neden Türkiye’de ve İslâm ülkelerinde “faizsiz bankacılık” diye oxymoron bir kavram var? Bunun sebebi çok basit. Malum iktisatta üretimin bir unsuru sermayedir. Sermaye kullanmadan üretim olmaz. Sermayenin karşılığı da faizdir. Sermaye sahipleri, gelir elde etme beklentisi olmadan neden sahip oldukları sermayeyi müteşebbislere ödünç versinler? Ellerindeki parayı neden riske atsınlar? Faizin olmadığı yerde müteşebbisler sermaye bulamazlar. Dolayısıyla üretim ve gelişme için, sermaye bulmak gerekir; bunun için de faiz vermek gerekir. 

Ne var ki bu açıklama iktisadî bir açıklamadır. Faizin iktisaden gerekli olması, onun hukuken meşru olduğunu göstermez. İslâm hukukuna göre de faiz tartışmasız haramdır. 

İktisadî gereklilikten hukukî sonuç istihraç edilemez. Hukukta sonuç normdan çıkarılır. Faiz iktisaden ne kadar gerekli olursa olsun, fıkhen haramdır. 

İslâm hukukçularının faizi meşrulaştırmak gibi bir görevi yoktur. Hukuk bir bütündür. Kendi içinde tutarlı olmalıdır. İslâm hukukçuları, faizi meşrulaştırmak için hokkabazlık yapmaktan kaçınmalıdır. 

Oysa sadece şimdi değil, geçmişte de, hatta İslâm hukukunun ilk yıllarından bu yana, İslâm hukukçuları arasında hep faize bir kılıf bulmak, faiz yasağını bir şekilde aşmak, yasağı dolanmak konusunda bir çaba olmuştur. Neticede İslâm’da faiz hukuku konusunda gelişmiş, çok sofistike, hacim olarak çok geniş bir literatür ortaya çıkmıştır. İslâm hukukunda faizin binbir çeşidi vardır. Bunları okursanız, neyin faiz, neyin faiz olmadığı konusunda dahi kafanız karışır. Tüm gelişmişliğine rağmen, İslâm faiz hukuku literatürü baştan sona hile üzerine, samimiyetsizlik üzerine kuruludur. İslâm faiz hukuku, çok ileri düzey bir hile-i şeri’yye teorisidir [9].

Bu teori, gerçek niyeti gizleme, şekil, lafız, muvazaa ve hile üzerine kurulu bir teoridir. Bu teori İslâm hukukunun saygınlığını en çok zedelemiş teorilerden biridir. Öyle ki bu teori yüzünden İslâm hukuku denince artık insanın aklına samimiyetsizlik ve hile-i şer’iyye geliyor. İslâm kültürü hile kültürüyle özdeşleşiyor [10]. Oysa İslâm hukukunun bunlarla bir ilgisi yoktur; İslâm hukuku bu dünyada insanların gerçek niyetlerine itibar eder. İslâm dininde de insanların gerçek niyetleri önemlidir. İslâm dininde Allah, insanların sadece yaptıklarını değil, kalplerinden geçenleri de bilir.

III. İSLÂM HUKUKUNUN SAVUNULMASI

Son olarak, burada, İslâm hukukunu bazı önyargılara karşı savunmak ve İslâm hukukunun modern Türk hukukuna dil konusunda yaptığı katkının önemine dikkat çekmek istiyorum.

A. ÖNYARGILARA KARŞI İSLÂM HUKUKUNUN SAVUNULMASI

Türkiye’de maalesef belirli bir kesimde İslâm hukukuna karşı oldukça olumsuz önyargılar vardır. İslâm hukukunda kadınların dövüldüğü, esir kadınların pazarda köle olarak satıldığı iddia ediliyor. İslâm hukukunun gayri medenî bir hukuk olduğundan dem vuruluyor.

Kanımca İslâm hukukuna karşı bu tür önyargıların başlıca üç nedeni var:…

B. İSLÂM HUKUKUNDAN MODERN HUKUKUMUZA KALAN DEĞERLİ MİRAS: HUKUK DİLİMİZ

İslâm hukuku günümüzde Türkiye’de yürürlükte olan hukuk değildir; ama modern hukukumuzun terminolojisi İslâm hukukundan bize tevarüs etmiştir.

Osmanlı’nın son döneminde ve keza Cumhuriyetin başlarında Batıdan iktibas edilen temel kanunlarımızda kullanılan terimler hep İslâm hukukunun ürettiği, bize İslâm hukukundan miras kalan terimlerdir.

Avrupa kanunlarından Türkçeye çevrilmiş 1926 tarihli Türk Medenî Kanununun, 1926 tarihli Borçlar Kanununun, 1926 tarihli Ticaret Kanununun, 1926 tarihli Türk Ceza Kanununun, 1927 tarihli Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanununun, 1929 Tarihli Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun kullandığı hukuk terimleri hep İslam hukukunun terimleridir.

İsviçre kanunlarından iktibas edilmiş olan 1926 tarihli Türk Kanun-u Medenîsi ve 1926 tarihli Borçlar Kanununun dili ile İslâm hukukunun kurallarının derlendiği 1868-1876 yılları arasında ısdar edilen Mecelle-i Ahkam-ı Adliyenin dili arasında en ufak bir fark yoktur. Aynı hukukî kavram, kurum, işlem ve sözleşmeler için hep aynı terimler kullanılmıştır.

….

Görüldüğü gibi Batı kanunları Türkçeye İslâm hukuku terimleri kullanılarak başarıyla çevrilmiştir. Eğer Türkiye’de yerleşik bir İslâm hukuku terminolojisi olmasaydı, Batı hukukunu iktibas etmek belki mümkün olmayacaktı.

Hukuk dili günümüzde 2000 sonrası çıkarılmış temel kanunlar yüzünden çok büyük ölçüde İslâm hukuku terminolojisinden kopmuştur. Koparken de fakirleşmiştir. Eski kanunlarımızdaki hukuk dili, öğrenilmesi zor da olsa, oldukça zengindi. Bu dildeki terimler, kendisi için kullanıldığı kavram, kurum ve nesneleri tam ve sarih olarak ifade ediyordu. Örneğin …

Belirtelim ki, İslâm hukuku terimleri Türkiye’de 2000’li yıllarda mevzuatımızdan tasfiye edilmiştir. Bu tasfiyeyi yapan -2001 tarihli Türk Medenî Kanunu dışında-, muhafazakar olduğunu iddia eden AKP iktidarıdır.

SONUÇ

2. Faiz yasağına ilişkin İslâm hukukuna yöneltilmesi gereken iki eleştiri var. Birinci eleştiri İslâm hukukçularına yöneliktir: Kur’anda faiz açıkça haram kılınmıştır. Oysa İslâm hukukçularının azımsanamayacak bir kısmı, geçmişte de, günümüzde de, bu yasağı dolanmak için enerjilerini tüketiyorlar.

İkinci eleştiri bizzat İslâm hukukunun kendisine yöneliktir: Faiz yasağı, İslâm normlar hiyerarşisinin en tepesinde yer alan Kur’an’da yazılıdır. Dolayısıyla bu yasağı değiştirmek mümkün değildir. Bu yasağı değiştirmek mümkün olmayınca da, modern iktisadî yaşamın ihtiyaç duyduğu tutarlı bir hukuk sistemi oluşturulamıyor. Neticede samimiyetten uzak, hile üzerine kurulu bir sistem ortaya çıkıyor.

İslâm hukuku, geçen makalemde belirttiğim sorunları ve keza bu makalemde belirttiğim faiz sorununu çözememiş bir hukuktur. Bu gibi sorunları çözememiş bir hukukun modern bir dünyada uygulanamayacağını ve uygulanmaya kalkılmasının da felakete yol açacağını düşünüyorum.

3. Türkiye’de belirli bir kesimde İslâm hukukuna karşı oldukça yaygın olumsuz önyargılar var. İslâm hukukunu bu önyargılara karşı savunmak gerekir. Bu önyargılar, bir yandan teori ile uygulama arasında ayrım yapılmamasında, diğer yandan da İslâm hukukunu değerlendirirken, onun ait olduğu zamanı dikkate almamaktan kaynaklanmaktadır. İslâm hukukunda eleştirilen pek çok hususun daha kötüsü Roma hukukunda da vardır. Bu hususlar Roma hukukunu değersiz kılmıyor. Ama kimse de bugün Roma hukukunu iki bin yıl önceki hâliyle uygulanmasını talep etmiyor. Bugün dünyada pek çok ülkede Roma hukuku kaynaklı hukuk yürürlüktedir. Ama yürürlükteki hukuk ile klasik Roma hukuku arasında başta insan hakları, kadın-erkek eşitliği olmak üzere pek çok konuda önemli farklar vardır. Roma hukuku donmuş, gelişime kapalı bir hukuk değildir.

İslâm hukukunda ise durum farklı. Bugün uygulanması talep edilen İslâm hukuku ile 1300 yıl önceki İslâm hukuku arasında çok büyük bir fark yok. İslâm hukukunda normlar hiyerarşisi dinamik değil. Teori, belli bir seviyedeki normlardan daha yukarısındaki normlarda değişikliğe müsaade etmiyor. Bu nedenle de karşılaşılan modern sorunlar çözülemiyor veya bunları çözmek için hile-i şer’iyye yöntemlerine başvuruluyor. Bu hâliyle İslâm hukukunun günümüzde uygulanmaya teşebbüs edilmesi felakete yol açar.

Sonucun Sonucu

İslâm hukuku bırakın modern toplumun sorunlarını çözmeyi, kendi içindeki sorunları bile çözmeyi başarabilmiş bir hukuk değildir.
İslâm hukukunda pek çok konuda belirsizlik, işin içinden çıkılamayacak ölçüde tartışma vardır.
Örneğin İslâm hukuku, faiz meselesini çözmüş bir hukuk değildir. Bu mesele bizzat İslâm hukukunun kendi içinde tartışmalıdır.
Kendi sorunlarını bile çözememiş bir hukuk sisteminden modern toplumun sorunlarını çözmek için medet ummak ne büyük bir saflıktır!
===============================
Dostlar,

Makalenin tümünü okumak için lütfen tıklayınız..

ISLAM_HUKUKUNUN_DEGERI-2

Sevgi ve saygı ile. 27 Ocak 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

KANAL İSTANBUL…

KANAL İSTANBUL…

 

 

 

 

 

 

 

Yansıları izlemek için lütfen tıklayınız.. (434 yansı, 5,1 MB)

KANAL_ISTANBUL_20.01.2020

Milli Merkez Genel Sekreteri, DPT emekli uzmanı dostumuz Sn. Haluk Dural‘a bu nitelikli ve değerli emeği ve paylaşımı için teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile. 27 Ocak 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Elazığ ve Malatya Depremi…

Elazığ ve Malatya Depremi…

AB Komisyonunun Kriz Yönetiminden Sorumlu Üyesi Janez Lenarcic, yaptığı yazılı açıklamada, tüm AB’nin Türkiye ile dayanışma içinde olduğunu, Acil Müdahale Koordinasyon Merkezi’nin (ERCC) durumu yakından izlediğini belirtti.

Copernicus Uydu Görüntüleme Sistemi‘nin Türkiye’nin istemi üzerine devreye sokulduğunu kaydeden Lenarcic, bu sistemin sahada arama kurtarma çalışmalarına destek olacağını, AB’nin daha çok destek sağlamaya hazır olduğunu ifade etti.

AB Konseyi Başkanı Charles Michel de Twitter hesabından, “Düşüncelerimiz Türkiye’deki depremde yakınlarını yitiren ve yaralananların aileleriyle. Destek vermeye hazırız.” paylaşımını yaptı. (Cumhuriyet, 25.01.2020)

30 yurttaşımızı yitirdik.. Yüzlerce yaralı var..
Çok sayıda yıkılan bina…
Yüreğimiz acı dolu..
Basmakalıp (klişe sözler) ne işe yarar ki?
Ölenlere rahmet, kalanlara sabır dilemek..
Bu denli kolayca geçiştirilebilir mi?
Yine deprem değil ama binalar “öldürdü”!
1999 Kocaeli depremi ardından çıkarılan Deprem Yönetmeliği tümüyle yaşama geçirilemedi aradan geçen 20 yıla karşın..
Oysa bu amaçla 20+ yıldır on milyarlarca TL vergi ödedik telefon faturalarımızla.
Öte yandan TOKİ eliyle başlatılan kentsel dönüşüm süreci tavsadı ve hatta yozlaştı, rant yolsuzluğuna dönüştürüldü. AKP iktidarı hemen her şeyi özelleştirirken, TOKİ eliyle devlet, sözde konut üreticiliği ve pazarlamacılığı yapmayı bırakmıyor..
Birkaç tane Kamu bankasını da elden çıkar(a)mıyor..
Sonuç ne yazık ki fiyaskodur..
Kısa – orta – uzun erimli stratejik ulusal hedeflerimiz olmalıydı..

  • Örneğin 10 yılda yapı stokunun %50’sini (yarısını!) yenileyeceğiz..
  • 20. yılda tüm ülkede yapı stokları yenilenmiş ya da gerekmeyenler desteklenmiş olacak.. gibi.

Özellikle 1. derece deprem kuşağı olan bölgelerden başlayarak.
İstanbul’a ayrı bir önem ve öncelik tanıyarak.
Ülke nüfusumuzun %90’lara varan kesimi 1. derece deprem kuşağında yaşamakta.

Geçirilen 20 yıla yazık olmuştur. Giderimi telafisi) yoktur. Masum – yoksul insanlar bu skandal politikaların bedelini canlarıyla en ağır ve yakıcı biçimde ödemektedirler, engelli kalmaktadırlar, yakınlarını yitirmenin ağır manevi acıları altında kalmaktadırlar yaşam boyu..
****
AB’nin, AKP iktidarının istemiyle Copernicus Uydu Görüntüleme Sistemi üzerinden Türkiye’ye coğrafi konumlanma bilgi aktarması çok olumludur. Ayrıca insanlı – insansız hava araçlarıyla da tüm bölgenin taranması ve özellikle kırsal köy yerleşimlerine hızla erişim büyük önem taşıyor..

Adı geçen uydu görüntüleme sistemi nedeniyle Polonyalı uzaybilimci Kopernik’i anımsamamak olanak dışı. Kopernik, gezegenler arası çekim yasalarını keşfetmiş ve hesaplamıştı. Ne var ki, ceberrut Katolik kilisesi bilimin – aydınlanmanın önünü kesmişti. Kopernik, kritik önemdeki bu bilimsel buluşlarını yaşamda iken yayımlayamamıştı. Ölümünden sonra bu formüller yatağının altında bulunmuştu..

Öte yandan, ülkemizin GPS tabanlı ulusal uydu sistemlerine sahip olması vazgeçilmez olmuştur. Büyük ATATÜRK‘ün “İstikbal göklerdedir..” sözleri 1930’lara tarihlenmektedir.
****

  • Başta İstanbul olmak üzere, boş olan TOKİ konutları hızla kullanıma sokulmalıdır.
  • Özellikle kentsel dönüşümün hızla yapılması gereken yerlerde bu işlem yapılmalı ve eldeki konut fazlası atıl bırakılmamalıdır.
  • Hatta, özel sektörün elinde biriken, ekonomik kriz nedeniyle satılamayan ve sayısının 1 milyonu aştığı belirtilen konut stokunun da bu bağlamda hızla değerlendirilmesi düşünülmelidir..
    ****

Bölgede özveri ile hizmet veren tüm kamu çalışanlarına, gönüllülere, emekçilere şükranımız sonsuzdur.

Tüm ulusumuzun acısını yürekten paylaşıyoruz.

Sevgi, saygı ve DAYANIŞMA ile. 25 Ocak 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

 

Uğur Mumcu anılıyor…

Uğur Mumcu anılıyor…

(AS: Bizim önemli notumuz yazının altındadır..)

Ankara’daki evinin önünde 24 Ocak 1993‘te aracına konulan bombanın patlaması sonucu yaşamını yitiren araştırmacı gazeteci ve yazar Uğur Mumcu’nun katledilişinin 27’nci yılı dolayısıyla pek çok yerde anma ve etkinlik düzenleniyor. Yüzlerce insan, Mumcu’nun Ankara’daki evinin önünde toplandı. Törene CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı.

Fotoğraflar: Necati Savaş, Kurtuluş Arı

Gazetemiz yazarı, Uğur Mumcu, ölümünün 27’nci yılında bombalı suikaste uğradığı ve adının verildiği sokaktaki evinin önünde anıldı. Anma törenine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM Başkanvekili Levent Gök, CHP’li bazı milletvekilleri ve çok sayıda kişi katıldı. Kılıçdaroğlu, tören öncesinde Mumcu’nun evinde eşi Güldal, kızı Özge ve oğlu Özgür Mumcu ile görüştü.

Görüşmenin ardından Mumcu ailesi ve Kemal Kılıçdaroğlu, Faili Meçhuller Anıtı’na ve Mumcu’nun yaşamını yitirdiği  alana karanfiller bıraktı, mum yaktı. Alandakilerle Mumcu’nun hayatını kaybettiği yerde saygı duruşunda bulunuldu, şarkılar seslendirildi.

Faili Meçhuller Anıtı’nın olduğu alanda Mumcu’nun köşe yazılarının bulunduğu gazeteler, daktilo ve bilgisayarın yer aldığı özel bölüm dikkati çekti.

KILIÇDAROĞLU:
MUMCU’NIN YOLU ENGELLENEMEZ

Kılıçdaroğlu, anma etkinliğinin gerçekleştirildiği sokaktan ayrılırken gazetecilere yaptığı açıklamada, Uğur Mumcu’nun insan olmanın ötesinde unutulmaz bir kişilik olduğunu söyledi. Mumcu’nun bilim insanı, gazeteci, aydın, emekçi ve Kuvayımilliyeci olduğunu dile getiren Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

Hainler onu yok etmeye çalıştılar ama o, düşünceleriyle yaşıyor. Onu her yıl saygı, sevgiyle anıyoruz. Anmaya da devam edeceğiz. Buraya insanlar da zaten aynı düşüncelerle geliyor. Onun bütün düşüncesi yolsuzluklardan arınmış demokratik bir Türkiye’ydi. Aynı amacı aynı çerçevede sürdürüyoruz, mücadelesini yapıyoruz, kavgasını veriyoruz. Hiç kimse Uğur Mumcu’nun açtığı yoldan yürüyüşümüzü engelleyemez. Bu kararlılıkla yolumuza devam ediyoruz ve edeceğiz. Bütün hedefimiz şu : Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet’i demokrasiyle taçlandırmak.”

İSTANBUL

Uğur Mumcu’yu anmak için aralarında Cumhuriyet Gazetesi Çalışanları, TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş, TGS Genel Sekreteri İlkay Akkaya, TGS İstanbul Şube Başkanı Banu Tuna ile TGS üyeleri ile gazeteciler biraraya geldi.

Anmada konuşan Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş şunları söyledi: “Bundan 27 yıl önce Uğur Mumcu katledildi. Hedef Uğur Mumcu nezlinde gerçeklerin üstünü örtmek, araştırmacı gazeteciliğe gözdağı vermekti. Ocak ayında 3 gazeteciyi andık. 8 Ocak’ta Metin Göktepe, 19 Ocak’ta Hrant Dink, 24 Ocak’ta Uğur Mumcu katledildi. Gazetecileri öldürürsek gerçeklerin üstünü kapatırız diye düşünenler, gazetecilik mesleğini bitiririz diye düşünenler yanıldıklarını gördüler. Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü yıl doğan çok sayıda meslektaşımız bugün Uğur Mumcu gazeteciliği geleneğini sürdürüyor. Gerçekleri topluma ulaştırmak için yeni gazeteciler çıktı sahneye. Onları tutuklamayı, cezaevlerine tıkmayı, davalar açmayı denediler ama yine de gazetecilik mesleğini bitiremediler. Hala gerçekleri topluma ulaştırmak için çaba sarf eden, mücadele eden binlerce gazeteci var. Uğur Mumcu mezarında rahat uyu senin gibi gazetecilik ilkelerine bağlı, geleneğini sürdüren binlerce gazeteci var.”

“UNUTULMAYACAK”

Durmuş’un ardından konuşan Cumhuriyet çalışanı Ozan Yurtoğlu ise, “Cumhuriyet Gazetesi dün olduğu gibi bugün de gazetecilik yapmaya devam ediyor. Her biri duruşuyla toplumda simge haline gelmiş yazarları katledilen Cumhuriyet Gazetesi’nin bugün durduğu yer, yine aynı yerdir. Uğur Mumcu’nun mirasını devam ettiren muhabirleri, yayın kadrosu, yazarlarıyla Cumhuriyet Gazetesi, Mumcu’nun çizgisini sürdürmeye kararlıdır. Mumcu aradan geçen onca yıla rağmen, Cumhuriyet Gazetesi’ne ve muhabirlerimize bıraktığı gazetecilik anlayışıyla vurulduğu yerde unutulmamıştır ve unutulmayacaktır” ifadelerini kullandı.

Açıklamaların ardından meslektaşları Mumcu’nun anıtına karanfil bıraktı.

=========================
Dostlar,

Dün, 2 Ocak 2020 günü, ADD Çankaya Şubemizin düzenlediği Uğur Mumcu ile Demokrasi ve Laiklik şehitlerini anma amacıyla düzenlenen bir toplantıya katıldık.

Yüksek Ticaretliler Derneği’nin Mithatpaşa Cd. 16 no’daki salonunda, Demokrasi – Laiklik şehitlerinden Uğur Mumcu’nun ağabeyi Av. Ceyhan Mumcu‘yu dinledik.

Bize çok önemli bilgiler verdi..

Birini kısaca paylaşalım, kendisini dinlerken aldığımız notlardan aktaralım..

  • Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar okkan Uğur’un ölüm yıldönümünde yaptığım bir konuşmayı / basın açıklamasını fakslamamı istedi. Uğur Mumcu’yu Diyarbakır’da anacağız ve sizin o tok sesli metninizi Devlet Tiyatrosu sanatçılarından birine okutacağım.. Gönderdim. Telefonda ayrıca, o gün, Türk Polis tarihine geçecek bir operasyon yapacağınız ve katilleri yakalayacağını söyledi.. Biliyorsunuz o gün, 5 koruması ile birlikte, aracı havaya uçurularak öldürüldü…
    ===============================Yorumsuz aktardık…
    Demek ki bu telefon görüşmesi dinlendi..
    Cinayet hazırlığı yapıldı.. Kime, Diyarbakır Emniyet Müdürüne..
    5 korumasıyla birlikte resmi makam otomobili havaya uçurularak..
    Böylesi hain ve büyük bir cinayet operasyonunu planını neden Devlet haber alamadı ?
    Diyarbakır’da bu çapta bir operasyon Devletten saklanarak nasıl yapılabilir?
    Haydi yapıldı, failler ve azmettirenler ortaya kon(a)maz mı??

    Kontrgerilla dışında olasılık geliyor mu aklınıza??

    NATO eliyle 1952’de Demokrat Parti / Bayar – Menderes ikilisinin yurdun bağrına sapladığı hançer..

Yurttaşlarının, üst düzey kamu görevlilerinin kendi vatan topraklarında emperyalizme kurban edildiği bir ülke.. Bunca eli – kolu bağlı mıyız?? Neden çözemiyor ve engelleyemiyoruz?

Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu, Emniyet Genel Müdürü / İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ile görüşmesinde duvardaki sır tuğlasını çekmesini istemişti cinayetin aydınlanması için. Ağar ise çekemeyeceğini, devletin çökebileceğini… söylemiş ve gerçek durumu ortaya koymuştu..

AKP = RTE 17+ yıldır tek başına iktidar.. Aydınlatmadılar, aydınlatamadılar bu cinayetleri..

Bu ne anlama gelir, geliyor sevgili halkımız ve AKP’liler ?????

Sevgi, saygı ve ACI ile. 24 Ocak 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

RAHŞAN ECEVİT Yaşama Veda Etti..

RAHŞAN ECEVİT Yaşama Veda Etti..

Ömürlerini hiçbir çıkar gözetmeden, Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının izinde, bu ülkenin aydınlık, laik ve demokratik geleceği için tükettiler.

Bizlere politikacı ve devlet adamlığının nasıl olunacağını öğrettiler.

Rahşan Ecevit devlet mezarlığına defnedilecek

Eski Başbakan Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit, yarın devlet mezarlığında Bülent Ecevit’in yanına defnedilecek.

Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in eşi ve Demokratik Sol Parti’nin (DSP) Kurucu Genel Başkanı Rahşan Ecevit’in cenaze töreni belli oldu. Ecevit, yarın devlet mezarlığında Bülent Ecevit’in yanına defnedilecek. Rahşan Ecevit, dün Ankara’da tedavi gördüğü hastanede, yaşamını yitirmişti.

“BÜLENT ECEVİT’İN YANINA DEFNEDİLMEK İSTERDİ”

DSP Genel Başkanı Önder Aksakal basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Rahşan Ecevit’in yanına defnedilmeyi istediğini söyledi. Aksakal, “Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit bir sevgi timsaliydi. Türk siyasetine sevgiyi aşılayan iki insandı. Toprakta da birlikte yatmayı arzu ederlerdi. Bülent Ecevit rahmetli olduğunda özel bir mezar yeri hazırlanmıştı. Ancak sayın Başbakanımızın Devlet Mezarlığı’na defnedilmesi öngörülmüştü. Biz de sayın Cumhurbaşkanımıza Rahşan Ecevit’in bu son arzusunu ilettik. Aynı yerde yatabilmeleri için kendilerinden önemle destek bekliyoruz. Bu bir insani yaklaşımdır. Bu bir Bakanlar Kurulu kararı gerektiriyor. Eğer uygun görülürse ki uygun görülmesini arzu ediyoruz” diye konuşmuştu.

CHP’Lİ ÖZKOÇ: 5 SİYASİ PARTİ ORTAK YASA TEKLİFİ HAZIRLIYOR

CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit’in Devlet Mezarlığı’na defni için Mecliste grubu bulunan 5 siyasi partinin ortak yasa teklifi hazırladığını bildirdi.

Özkoç, yaptığı yazılı açıklamada, “Meclisteki tüm siyasi partilerin grup başkanvekilleri bir araya geldik. Yaptığımız görüşme neticesinde Sayın Rahşan Ecevit’in Devlet Mezarlığı’na defnine ilişkin 5 grubun ortak yasa teklifi sunmasını kararlaştırdık.” değerlendirmesinde bulundu.

Özkoç, Rahşan Ecevit’in defninin yarın gerçekleşeceğini, yasa teklifinin ise Meclisin ilk Genel Kurul toplantısında yasalaşacağını belirtti.

Meclisteki siyasi partilerin grup başkanvekilleriyle görüşme gerçekleştirdiklerini ve durumun hassasiyetini göz önüne alarak bir çözüm bulmaya çalıştıklarını vurgulayan Özkoç, “Rahşan Ecevit’i yitirmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum, hepimizin başı sağolsun. Rahşan Ecevit’in son dileğini, vasiyetini yerine getirebilmek için Meclisteki tüm siyasi partilerin grup başkanvekilleri bir araya geldik. Yaptığımız görüşme sonunda Sayın Rahşan Ecevit’in Devlet Mezarlığı’na defnine ilişkin 5 grubun ortak yasa teklifi sunmasını kararlaştırdık. Teklif, bugün Meclis Başkanlığına sunuluyor. Defin, yarın gerçekleşecek. Meclis Genel Kurulu da ilk oturumda kanun teklifini, yasal hale getirecek.” ifadelerini kullandı.

Özkoç, merhume Ecevit için yarın öğle namazının ardından Kocatepe Camisi’nde cenaze namazı kılınacağını, daha sonra da Devlet Mezarlığı’nda toprağa verileceğini kaydetti.

Öte yandan TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un, Rahşan Ecevit’in cenazesinin defniyle ilgili “vasiyetinin yerine getirilmesi” için parti gruplarıyla gereken görüşmeleri yaptığı öğrenildi.

ERDOĞAN’DAN TAZİYE

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit’in vefatı dolayısıyla DSP Genel Başkanı Önder Aksakal ile telefon görüşmesi yaparak taziyelerini bildirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşmede, Rahşan Ecevit’e Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı dileklerini iletti.

HALICI AÇIKLADI

Rahşan Ecevit ve Bülent Ecevit Bilim, Kültür ve Sanat Vakfı Başkan Yardımcısı Emrehan Halıcı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rahşan Ecevit’in vefatının ardından taziye dileklerini ilettiğini ve Devlet Mezarlığı’na gömülmesi konusunda bir sorun kalmadığını bildirdiğini söyledi.

Halıcı, taziyelerin kabul edildiği vakıf binasında düzenlediği basın toplantısında, Rahşan Ecevit’in eşi eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in yanına defnedilmesinin, hem vakfın hem de tüm Ecevit’i sevenlerinin isteği olduğunu söyledi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki talebini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilettiğini belirten Halıcı, “Hem olumlu bir bilgi sayın Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Hem de sayın Cumhurbaşkanımız biraz önce aradı ve Rahşan Ecevit için taziyelerini iletti ve TBMM Grup Başkanvekillerinin bugün Meclis’te bir araya gelerek bu konuda bir temenni kararı alacaklarını ve Devlet Mezarlığı’na sayın Rahşan Ecevit’in gömülmesi için herhangi bir sorun kalmadığını bize iletti” diye konuştu.

Bu gelişmenin bütün Ecevit sevenleri çok mutlu ettiğini vurgulayan Halıcı, “Müteşekkiriz. Bütün Ecevit dostlarının, Ecevit’i seven herkesin tekrar başı sağ olsun diyoruz.” ifadesini kullandı.

Halıcı, cenaze töreninin büyük ihtimalle yarın yapılacağını, programa ilişkin detayların gün içinde açıklanacağını kaydetti. Öte yandan vakfa gelen DSP Genel Başkanı Önder Aksakal, eski DSP Genel Başkanı Zeki Sezer ile Rahşan Ecevit’i sevenler, Emrehan Halıcı’ya taziye dileklerini iletti.

BAHÇELİ DE ARADI

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de Halıcı’yı arayarak başsağlığı dileğini ilettiği öğrenildi. (Cumhuriyet, 18.01.2020)
***

Işıklar içinde olsunlar.. öyledirler de..

Sevgi ve saygı ile. 18 Ocak 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com