Etiket arşivi: 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü

NEYİN PAÇASI KURTARILACAK?

NEYİN PAÇASI KURTARILACAK?

Ahmet TAKAN
KORKUSUZ, 04.02.2020

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İdlib’den gelen  şehit haberleri ile pazartesi sabahına acı içinde uyandık. Dişlerimizi sıka sıka en hafif ifadeyle; Türkiye’yi şamar oğlanına çevirdiler!. Birinden tokadı yiyince öbürünün kucağına, ondan da şaplağı yiyince eskisinin kucağına koşan ülke haline geldik!.. Savruldukça savruluyoruz… Bedelini, Mehmetçik, onların masum ana, baba, eş ve çocukları ile günahsız bir millet ödüyor… Daha doğrusu; birilerinin paşa keyifleri için ÖDETTİRİLİYOR!..

Muhteremlerden her zamanki gibi içi boş hamasi nutuklar… Asla, aslı astarı olmayan dümenden efelenmeler… Sokak kabadayısı raconları ile yürütülen dış politika ve

  • hiçbir stratejik öngörüsü olmayan hesapsız kitapsız askeri hamleler…

Kod adı, “Yeni Türkiye” !..

Soruyu tekrarlıyorum : Ne oldu Barış Pınarı Harekatına?.. Neden durdurulmuştu?… Neden üstüne yatılmaya  çalışıldı?.. Neden birden bire o harekat hiç yapılmamış gibi oldu?..

Devam ediyorum : AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Afrika gezisi dönüşünde, ”Astana süreci diye bir şey kalmadı. Rusya, Astana’ya da Soçi’ye de sadık değil” dedi. Neden?.. Yeni miydi, Rusya ve desteklediği Suriye rejimin İdlib’de gerçekleştirdiği kanlı operasyonlar?.. Bir haftadır mı İdlib’de ortalık karışık?.. Ne ayları?.. Yıllardır bir tarafımızı yırtıyoruz!..

Dikkat edin; hani o muhteşem “dostum” hamaseti var ya… Erdoğan’ın Afrika dönüşü çıkışı sonrasında Rusya Devlet Başkanı Putin muhatap alıp da tek satır cevap vermedi. Erdoğan’a yanıtlar sağdan soldan, yanlardan geldi… Her 5 dakikada bir Putin ile yapılan telefon görüşmeler ile yapılan yalaka güzellemelerinin yerini yeller aldı!.. Şu satırların kaleme alındığı anda, ortalıkta bir telefon görüşmesi haberi yoktu. Şehitlerimiz var, telefon açıp da dostun Putin’e bir şeyler söylemeyeceksen ne zaman söyleyeceksin?.. Yoksa Putin telefonlara çıkmıyor mu?.. Peki, neden?..

FETÖ’den boşalan dış politika alanına oturan, Saray’da büyük ağırlığı ile bilinen SETA, son ABD gezisi dahil hemen hemen her dış gezide mutlaka olan başkanı Burhanettin Duran’ın 1 Şubat’ta Sabah Gazetesi’nde yazdığı makaleye bakalım. Esasında, “AB ve ABD, İdlib’de devreye girmeli” başlığı her şeyi izah ediyor;

“…Washington ve Brüksel’in harekete geçerek Moskova üzerinde baskı oluşturması lazım. Erdoğan-Putin diplomasisi sayesinde İdlib krizi bu zamana dek artısıyla eksisiyle bir şekilde yönetildi. Gelinen noktada ateşkes işlemiyor. Esad rejimi sadece sahadaki askeri güçten anlıyor. İdlib’deki çatışma halinin başka bölgelere sıçrama ihtimali de var. Bu haliyle Astana süreci durdu, Cenevre sürecinin adı bile edilemez. Erdoğan’ın önerdiği gibi önce Astana sonra Cenevre sürecinin canlandırılması için ABD ve AB’nin devreye girmesi gerekir. Gerekirse İdlib’den sürülen siviller için askeri güç kullanımı seçenekler arasında olmalı. Erdoğan’ın, ‘sınırdan 30-40 km içeride’ mülteciler için barınaklar yapma fikri bir tür güvenli bölge kurmak için başlangıç olabilir. Merkel elini çabuk tutmalı. İdlib’de Rusya’yı dengeleme yükünü sadece Ankara kaldıramaz. Denge çöktüğünde Avrupa da ciddi zarar görür.”

Kısacası; ABD ve NATO Türkiye’ye çağrılıyor!..

★★★
Uyarıları hep haklı ve doğru çıkan 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Cahit Armağan Dilek’ten gelinen son durumu değerlendirmesini istedim. Dilek, son zamanlarda, ABD’den İdlib’de Türkiye’yi destekleyen Rusya’ya karşı çıkan açıklamaların içeriğine işaret etti. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in, geçen hafta yaptığı “Erdoğan’ın yanındayız. Her türlü yardıma hazırız” mahiyetindeki açıklamasına dikkat çekti. Dilek, geçen hafta içinde bazı yerel kaynaklardan kendilerine ulaşan, “ABD, İdlib’de Türkiye’nin de desteklediği bazı yerel gruplara yeniden desteğe başladı”,  “İdlib üzerinde ABD İHA’ları uçuyor” haberlerini hatırlattı ve İncirlik üssüne ek ABD’lilerin geldiğini sözlerine ekledi. Cahit Armağan Dilek, “ABD, Türkiye’nin İdlib’de direnmesini istiyor “dedi. “Neden” diye sorunca da Dilek şunları söyledi;

  • “Esad’ın ve Rusya’nın kazanmasını istemiyorlar. Eğer Esad ve Rusya İdlib’i kontrol ederse ağırlığı bundan sonra Fırat’ın doğusuna verecek ve oradan ABD’nin çıkması için daha rahat hareket eder hale gelecek.

ABD, bizi yerel güç gibi kullanıyor. Neticede bir havuç uzatıyor. ABD’liler, Türkiye’nin kendilerine yardım isteyecek bir konuma düşmesini istiyorYarın bir gün, Suriye’den daha çok saldırı gelirse, doğrudan İdlib’e gelmeseler bile bizim sınırımıza yeni savunma sistemlerinin konuşlandırılması gündeme gelebilirİdlib’de stratejik önemi olan M-4 Karayolu’nun kuzeyini ‘güvenli bölge ilan ettik’ diyebilirler. Eğer amaç ABD ve NATO’yu bizim sınır hattımıza getirmekse, bu çatışmalar sürer. Hatay’da veya İdlib’in kuzeyinde bir yer verilebilir.

Cahit Armağan Dilek, Türk askerine son saldırının İdlib’in doğusunda bulunan İran’lı Şii milisler tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini belirterek, “Erdoğan’ın ‘Astana, Soçi bitti’ sözlerini İran tehdit olarak algıladı” dedi. Stratejist Cahit Armağan Dilek, “Türkiye bir daha nereye doğru savruluyor” soruma ise şu cevabı verdi;

Bu işin mantıklı cevabı şu an için yok”..

Küçük bir not düşme ihtiyacı hissediyorum!.. Ortadoğu bataklığında içinde bulunduğumuz bu kahredici durumun tek başına sorumlusu Tayyip Erdoğan ve SETA’cılar değil. 2002-2003 yıllarında bizzat benim de tanık olduğum, bildiğim gerçekler var.

  • Bugün gelinen feci tablonun baş mimarları, Tayyip Erdoğan’ın o zamanki akıl hocaları
  • Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan..Şimdi kenara geçmişler particilik oynuyorlar. Bunlar, Türkiye’yi kurtaracak!.. Öyle mi?..
    ===============================
    Dostlar,

    SURİYE BUNALIMI ve
    AKP = ERDOĞAN REJİMİNİN
    AĞIR TARİHSEL SORUMLULUĞU

    Gelinen aşamada acı süreci irdeleyecek çeşitli değerlendirmeler yapılabilir.
    Türkiye’nin askeri birliklerinin egemen bir devlet olan Suriye topraklarındaki varlığı uluslararası hukuka, BM Andlaşması’nın 51 ve ilgili maddelerine dayandırılabilir.
    Ne var ki bu hukuksal dayanak biçimseldir.
    Özünde, Suriye’de Esad yönetimine karşı ABD – AB emperyalizminin başlattığı iç savaş vardır.
    Türkiye, ne yazık ki, kadim komşu Suriye’de emperyal planlara alet edilmiştir AKP = Erdoğan rejimi tarafından.

    Suriye’nin içişlerine BM hukukunun (BM Ana Sözleşmesinin) en temel ilkeleri olan İÇİŞLERİNE KARIŞMAMA ve SINIRLARIN DEĞİŞMEZLİĞİ ilkeleri (1648 tarihli Westphalia Barışı gereği, devletler kesin sınırlara sahiptir ve sınırları içindeki ahali
    üstündeki iktidarları mutlaktır..) çiğnenerek müdahale edilmiş, Türkiye de Batı emperyalizmince kimi vaatlerle istismar edilerek kullanılmıştır. Oysa BM Antlaşması’nın  m. 1/2, 55 ve 76. maddeleri, bir ülkenin halkları içinde kendi geleceğini belirleme (self determinasyon)  hakkını kullanmaları durumunda bile sınırların değişmezliği ilkesini benimsemiştir.

    BM Antlaşması‘nın 1. ve 55. maddesinde; uluslararası alanda, halkların eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için gerekli uygun önlemleri alınması kararlaştırılmıştır. (Charter of the United Nations, https://www.un.org/en/charter-united-nations/, erişim 04.02.2020)

  • Dolayısıyla Suriye’nin nasıl yönetileceğine Suriye halkı dışında hiç kimsenin karar verme hak ve yetkisi yoktur.Karşımızda, egemen – bağımsız ve BM tarafından tanınan – BM üyesi bir ülke vardır. Kabul edilsin ya da edilmesin, gerçek budur. Ayrıca bu ülkenin topraklarında askeri varlığımız söz konusudur. Suriye resmi güçleri, bu varlığı işgal olarak kabul etmekte ve eylemlerini meşru görmektedir. Kuşku yok, Rusya’nın açık onayı olmaksızın Suriye bu saldırıyı yapamazdı. Dolayısıyla kritik kırılma noktası tam da buradadır. Salt İran ile şimdiki Suriye politikasını / düşmanlığını AKP = Erdoğan rejiminin sürdürme olanağı yoktur.****
    Şehit edilen asker ve sivil yurttaşlarımızın acıları yüreğimizdedir. Yakınlarına başsağlığı ve sabır dilemek klişedir ve kolaydır. Yaralılara acil şifa dilemek de öyle.. Hatta bu dilekleri dinci hamaset sözcükleri ile bezmek de.. Tıpkı iktidarın başı ve öbür kimi yetkililer ve yalaka basın gibi.. Asıl olan ise, Büyük ATATÜRK‘ün YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ ilkesini dış politikada şaşmaz eksen edinmek ve ulus üyelerinin burnunu bile kanatmamaktır.

Bu acı sonuç ile önceki Suriye operasyonlarında verilen şehitlerin, yaralıların, maddi yıkımların sorumlusu çok net ve tartışmasız biçimde AKP = Erdoğan iktidarıdır. Öylesine boş sözler ve hamasi, duygu sömürüsüne dönük girişimlerle bu yürek yakan sorumluluk perdelenemez.

Bahçeli‘nin, Suriye’de rejim değişmedikçe rahat yok… içerikli sözleri bir başka talihsizliktir. Suriye’de rejimi değiştirmek kimsenin haddi değildir. Suriye’de uluslararası hukuka göre egemen ve meşru bir devlet ve yönetim vardır. Onu beğenmeyebilirsiniz ama İHVANCI bir rejimi bu ülkede kurma heveslerinin bedeli işte böyle ağır olur..

Önemli bir nokta da İSTANBUL KANALI bağlantısıdır… Bu Kanal Rusya’nın güvenliğini olağanüstü düzeyde tehdit edicidir ve bu ülke tarafından kabulü olanaklı değildir. Dolayısıyla, bu Kanal girişimleri gündeme geldiğinden bu yana Rusya – Putin, Türkiye’ye açık – dolaylı iletiler vermektedir. Daha önceki bir yazımızda da konuya değinmiştik.

AKP = Erdoğan rejimi, kendi aklınca ABD – AB – Rusya’yı (+ İran’ı) yönlendirebileceği boş hayallerini kurmuştur. Sonuç hüsrandır. Yapılacak şey YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ politikasına sarılmak ve büyük güçler arasında denge stratejisine yönelmektir.

AKP = Erdoğan rejimi, gelinen çok kritik yerde, bu ağır sorun üzerinden iç politikaya dönük gündem oyunları ve kısır oy hesaplarına asla ve asla girmemelidir. TBMM ivedilikle toplanarak kapalı oturumda ulusal politikalar belirlenmeli ve kamuoyu bilgilendirilerek, saplanılan bataklıktan geri çekilmeye çalışılmalıdır.

Erdoğan bunu yap(a)mayacaksa, bir biçimde çekilmeli / istifa etmeli ve ülkemizi hızla büyüyebilecek kanlı ve çok tehlikeli serüvenlere sürüklemekten kaçınmalıdır.

Batı’nın emperyal abanmaları, Rusya ile önemli ölçüde dengelenebilirdi..
Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretinde açıkça Rusya’yı karşısına alan irrasyonel girişimleri, sorunun tuzu biberidir.
Çok yazık oldu..
Türkiye bir kez daha, çok dezavantajlı koşullarda, örneğin çok ağır borç yükü – ekonomik bunalım konjonktürü içinde… Batı emperyalizminin kucağına sürüklenmiştir.

SONUÇ                                             :

Siyasal tarihte bu denli akıl ve bilim dışı, ülkesine çok ağır zararlar veren bir dış politika örneği anımsamıyoruz..

Dinci – gerici -baskıcı AKP = Erdoğan rejiminin Türkiye’ye kestiği en ağır son fatura bu paralizi olsa gerektir. 17+ yıldır vahşetle dayatılan değerler erozyonu ve ekonomik talana ek olarak..

Sahi, 4+ milyon Suriyeli Türkiye’de iken ve bir o kadarı sınırın hemen güneyinde iken Suriye ile bir sıcak çatışma nasıl göze alınabilir ki??!

  • Bir kez daha yenildiniz..
  • Kabul edecek ve usulünce geri çekileceksiniz..
  • Masum vatan evlatlarının kanını daha fazla dökmeyeceksiniz..

    Sevgi, saygı ve ACI ile. 04 Şubat 2020, Ankara
    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

    Hekim, Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Suriye’nin kuzeyinde işler gittikçe daha kötüye gidiyor

Suriye’nin kuzeyinde işler gittikçe daha kötüye gidiyor

portresi

 

Prof. Dr. Ümit Özdağ
YENİÇAĞ, 04.10.2015

Türkiye içinde PKK’nın terör eylemleri, bir ayaklanmayı tetikleme amaçlı devam ederken, Suriye Rusya’nın ani ve sert müdahalesi ile büyük ve büyük güçlerin savaş alanı dönüştü. Erdoğan ve Davutoğlu, AKP’nin Suriye politikasını devam ettirmek için vazgeçilmez olan Halep ile Türkiye’nin bağlantısını bir yandan İŞİD diğer yandan PKK/PYD’nin keseceğini görünce ABD ile görüşerek, güvenli bölge diye nitelendirilen Cerablus-Azez arasındaki bölgeden Suriye’ye müdahale kararı aldılar. TSK’ya bu konuda hazırlık yapma emri verildi. Muhtemelen 1 Kasım seçimleri yaklaşırken yapılacak bir müdahale ile seçimleri kazanmanın alt yapısı da oluşturulmak isteniyordu.

ABD de Rusya’yı Ukrayna-Kırım savaşı ve ilhakından sonra başlayan Doğu Avrupa’da kuşatma politikasını İncirlik üzerinden sürdürme kararı aldı. Ancak tam bu sırada Rus ordusu Suriye’ye bir anlamda çıkarma yaptı. Bir anda Rus hava kuvvetleri, Rus hava savunma sistemleri (bunların IŞİD’e karşı değil, ABD, Türkiye ve İsrail’e karşı olduğu çok açık.) ve özel kuvvetleri Suriye’de ortaya çıktı. Rus hamlesi, hem Erdoğan’ın Suriye’ye askeri müdahale projesini durdurdu hem ABD’nin Rusya’yı İncirlik’ten de kuşatma planını dışarıdan kuşatarak etkisizleştirdi. Rusya’nın bu sert ve savaşı göze alan hamlesi, Suriye konusunda kararsız ABD’nin biraz daha Moskova’nın çizgisine yaklaşmasına yol açtı. Erdoğan ise Moskova seyahati sırasında anlaşılan o kadar ağır bir baskı altında kaldı ki, Türkiye’ye döndüğü zaman yaptığı ilk açıklamada“Esad ile geçiş dönemini kabul ettiğini” açıkladı. Erdoğan’ın bu ifadesini düzeltmesi ve “öyle demek istememiştim” demesi 2-3 gün aldı. Şimdi Erdoğan’ın “Rusya’nın Suriye ile sınırı yok, neden Suriye’de bulunuyor?” demesinin hiçbir anlamı yok. ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın özetle Ortadoğu’da gördüğümüz güçlerin Suriye ile sınırı var mı? Ancak bugün Suriye meselesinin Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bir başka boyutunu ele alacağız.

ABD Başkanı Obama, 2 Ekim 2015’te başarısız olan “eğit-donat programını” “bundan sonra Kürtler ile devam ettirmeliyiz” dedi. Bunun anlamı, ABD’nin PKK/PYD’ye silah ve eğitim vermesi demek. PKK/PYD’ye silah ve eğitim vermek ise sonunda Suriye’de PKK’nın bir devlet kurması anlamına gelecek. Rus Dış İşleri Bakanı Lavrov ise 2 Ekim 2015’te Rusya’nın “Suriye Kürtlerine silah yardımı yapıyoruz”açıklaması yayınlandı. Bunun anlamı Rusya, PKK’ya askeri yardım yapıyor demek. Lavrov, Rusya’nın PKK’ya silah yardımını açıklarken, Erdoğan ve Davutoğlu’na da “Siz, Esadsız çözüm diye diretirseniz, PKK’nın elinde daha ne silahlar göreceksiniz bakalım!” mesajını veriyor.

Bütün bunları sadece seyreden Erdoğan ve Davutoğlu ise hala sadece “basit ve ilkel bir gurur meselesi ile” Esad’lı geçiş dönemine karşıyız noktasındalar. Oysa, Suriye’de çözümden geçen her gün PKK’yı daha güçlendirirken, Türkiye’nin pozisyonunu daha da zayıflatıyor. Esad’lı bir geçiş dönemi üzerinde anlaşılması durumunda, hem Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması noktasında bir şans belirecek hem de Türkiye’nin pozisyonu güçlenirken PKK’nın pozisyonu zayıflayacak. PKK, Suriye’deki belirsizliği her geçen gün biraz daha başarı ile lehine kullanmayı başarıyor. Esad’ı devirme histerisi içindeki Erdoğan/Davutoğlu ikilisi, önce PKK’ya Suriye’nin kuzeyinde Lübnan büyüklüğünde bir alan hediye ettiler. Sonra, ABD ile müttefik olmasının yolunu açtılar şimdi de Moskova-PKK ilişkilerinin alt yapısını hazırlıyorlar.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü bütün bunları özellikle Rusya’nın Suriye’ye yerleşmesinin PKK’ya yapacağı katkıyı gerçekleşmeden tespit etti. 21YYTE Ortadoğu-Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı Doç. Dr. Serhat Erkmen, yazdığı “Erdoğan: Şah, Putin: Mat” başlıklı yazıda gelişmeler ile ilgili şu öngörüde bulunmuştu:

Suriye’nin kuzeyinde Rusya destekli ABD onaylı bölge oluşabilir.

1 Kasım seçimlerinde Erdoğan’ın ve AKP’nin ağır bir darbe alması, bir milli güvenlik sorunudur. Son 13 senede Türkiye Cumhuriyeti devletinin başta Türk Ordusu, polisi ve istihbarat kurumları olmak üzere almış olduğu kurumsal darbelerin boyutları insan zihnini ve vicdanını zorlamaktadır. Durumun milli güvenlik boyutunun farkında olmayan kitleler değişik nedenler ile AKP’ye oy vermeye devam etseler de AKP her seçimde biraz daha küçülmektedir. Muhalefet, basın ve bağımsız sermaye grupları üzerinde kurulan baskı AKP’nin küçülmesini durdurmamaktadır. Ancak 1 Kasım seçimlerinde mevcut küçülme sürecinin daha sert ve keskin olması öncelikle AKP yöneticileri için faydalı olacaktır. Çünkü, Erdoğan’ın ifadesi ile 13 yıllık Erdoğan/Davutoğlu yönetimi “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik dönemlerinden birisine” sokmuştur. Davutoğlu, 27 ve 28 Ağustos’ta ülkemizin beka yani varlık sorunu yaşadığını ifade etmiştir. Buna rağmen, Erdoğan ve Davutoğlu, ülkemizi bugüne getiren politikalarda ısrar etmektedirler. Suriye’de öngörüsüz, kaprisli, saldırgan politikalarda ısrarcı davranmaktadırlar. PKK ile müzakere sürecinde hala ısrarcı davranmakta, böylece PKK’ya “nasıl olsa tekrar görüşmelere başlarız” umudu vermektedirler.

1 Kasım seçimlerinden güçlü çıkacak bir MHP önümüzdeki dönemde Türkiye’nin birliğinin tek siyasi güvencesi olacaktır. MHP, milli ve üniter Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını sürdürmesi için Türk Milleti’nin gerçek ve tek temsilcisi olacaktır. MHP’nin 1 Kasım sonrasında hükümette olması, içine girilen süreci hızla durduracak, muhalefette olması halinde ise Türkiye’yi bir uçuruma sürüklemek durumunda olanların işi zorlaşacak, sonunda MHP, Türk Milletinden alacağı destek ile ülkemizin varlığını korumak için gereken neyse onu yapacaktır. MHP’ye verilecek her oy Türk Milleti için bir umut niteliği taşımaktadır. “MHP, TBMM’de oldu da geçmişte ne yaptı?” diye soranlar, Anayasa’dan “Türk Milleti” ifadesinin çıkarılmasının ve Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin engellenmesinde MHP baş engel olmuştur.
(http://www.yenicaggazetesi.com.tr/suriyenin-kuzeyinde-isler-gittikce-daha-kotuye-gidiyor-35878yy.htm)

============================

Dostlar,

Sayın Prof. Ümit Özdağ, Türkiye’mizin seçkin yurtsever strateji uzmanlarındandır. Kendisini izliyor ve yazdıklarından yararlanıyoruz.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü‘nü, ürünleri üzerinden çok değerli buluyoruz.
Sayın Prof. Özdağ’ın MHP Gaziantep milletvekili olarak TBMM’de yer almasını da çok yararlı buluyoruz.

Bu yazının son paragrafında yer alan MHP propagandasını ise çekince ile karşılıyoruz. En son 2 örnek belleklerden silinecek gibi değildir. İlki TBMM Başkanlığının MHP oyları ile AKP’ye armağan edilmesi, 2. si ise, kanlı terör olaylarının TBMM’de Genel Görüşme sonrasında “Meclis araştırması” olarak gündeme alınmasında (Anayasa md. 98) AKP ile birlikte oy kullanarak
bu Araştırmayı engellemesidir. MHP ne yazık ki, Atlantik ötesi güçlerin yönlendirmesinden sıyrılamamaktadır. AKP ne zaman sıkışsa, -deyim yerinde ise- stepne olmaktadır. Abdullah Gül’ün 11. CB seçilmesi de MHP’nin
AKP yanında yer alması ile olanaklı olmuştu
(28 Ağustos 2007, 361 katılımın 357 oyu ile)..

*****
Başbakan Davutoğlu, bu gün, “kuyruğu fena halde sıkışmış olarak
(salt benzetme yapılmaktadır..) Türkiye sınırlarının NATO sınırı da olduğunu basın önünde açıklama ve NATO Konseyini toplantıya çağırma gereği duymuştur.

Suriye’de sular daha da ısınmaktadır. Türkiye, AKP-RTE yönetiminde istikrarlı ve ülkemiz çıkarlarını kollayıcı, bölge barışını savunucu bir ilkeli dış politika izleyememektedir. Geçmişte izlediği Batı güdümlü tutarsız – taşeron misyon çıkmaza girmiştir. TBMM toplanarak sorun görüşülmeli ve Ulusal bir politika üretilmesine çalışılmalıdır. Ancak Türkiye seçim eğik düzlemine girmiştir ve 4 parti “can derdine” düşmüştür. Hatta seçimi kazanma uğruna 1 Kasım’a yakın günlerde çok tehlikeli atraksiyonlar bile AKP – RTE tarafından sergilenebilir.

Talihsiz Türkiye…

Bu kaypak süreçte TSK yaşamsal askeri ve –ister istemez– politik sorumluluklar üstleniyor.

TSK, gerektiğinde AKP – RTE’nin serüvenci – tehlikeli girişimlerine karşı çıkmalı, gerçekleri kamuoyuna açıklayarak direnmelidir..

Merhum Genelkurmay Başkanı Necdet Öztorun Paşa, Özal’ın Irak’a girme ve sözde “1 koyup 3 alma” serüvenciliğine itiraz etmiş ve görevinden istifa ederek ülkemizi kanlı bir süreçten korumuştu. Belik daha fazlası bile günümüzde gerekebilir.. Çünkü Özal belki serüven arıyordu, AKP-RTE için ise 1 Kasım seçimini kazanmak olmak ya da olmamak sorunu!

Anamuhalefet CHP çoook özenle gelişmeleri izlemeli, iktidardan bilgilendirme istemeli, kamuoyunu aydınlatmalı ve kesin olarak süreç içinde etkin olmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
05.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Daha büyük bomba Meclis’te patlayacak!

Arslan BULUT

portresi

Daha büyük bomba Meclis’te patlayacak!

Hatay’dan, Reyhanlı’dan göç başladığına dair haberler var. Bir okur mektubunda ise  “Patlamaların asıl sebebi, Hatay’ı boşaltmak mıdır? Bölgede yüz binlerce mülteci var. Ayrıca bunların Türk vatandaşı yapılacağına dair haberler var.
Bunlar neyin hazırlığı?” diye soruluyor..

AKP’nin mültecileri vatandaş yapabilmek için vatandaşlık yasasını değiştirdiğini hatırlarsak bu soruların yersiz olmadığını söylemek gerekir.

***

Ayrıca patlamaların açılım sürecinden bağımsız olmadığı da anlaşılıyor.

  • Suriye’nin kuzeyi PKK’ya terk edilmiştir.

Hatay’ın nüfus yapısı değiştirilerek, “Büyük Kürdistan” ın denize çıkışı mı sağlanmak isteniyor?

Eğer bu değerlendirme doğruysa, patlamaların arkasında projenin asıl sahibi
İsrail mi var? MİT, istihbaratı nereden aldı? İstihbarat paylaşımı ile İsrail’den mi?
Ayrıca polis bomba yüklü araçları Ankara’da mı arıyordu?

  • Reyhanlı’da 70 mobese kamerasının çalışmaması bir tesadüf müdür?

Yine 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nün Kilis raporundaki  “Suriye’ye bağlı ve sınırın 3 km yakınında yer alan Dersuvan köyü, İki Dam köyü, Bülbül kasabası, Bek ovası köyü ve Zehre köylerinde PKK’nın sınır karakolları var. Suriye tarafı bu karakollar tarafından korunuyor. Bu durum bütün mülki, askeri istihbarat ve emniyet yetkilileri tarafından da biliniyor”  ifadeleri de durumun ne boyutta olduğunu gösteriyor.

***

Bu noktada BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Milliyet’e yaptığı açıklama önem kazanıyor. Demirtaş,  “Bu kadar büyük istihbarat zafiyetine yol açacak bir organizasyonun Türkiye içinden destek almadan gerçekleşmesi sıfır ihtimaldir. Bombaları kimin patlattığını, devlet içindeki desteğin kimden gittiğini, hükümet ortaya çıkarıp açıklamalı. Devlet içinden destek olmaması mümkün değil. Çünkü Türkiye güçlü bir istihbarat ve güvenlik ülkesidir. Türkiye gibi bir ülkede içeriden bazı devlet görevlilerini ayarlamadan o işi yapamazsın. Bağı kuracaksın, Lazkiye’den çıkaracaksın vs. Bunlar ciddi organizasyonlar.” dedi.

Tabii Demirtaş’ın, PKK’nın büyük eylemlerinin nasıl gerçekleştirildiğine dair bilgisi ve tecrübesi olmalı! Yoksa bu kadar ciddi iddialarda bulunamazdı.

Öte yandan CHP Parti Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç, “Reyhanlı’da patlatılan araçlar gerçekten Suriye’den mi girdi, yoksa MİT’in işaret ettiği gibi Ankara’yı, Konya’yı dolaşıp gezerek mi Reyhanlı’ya gittiler?” diye sordu.

Koç, “Reyhanlı olayının üzerinden iki saat geçmeden İçişleri Bakanı, Başbakan Yardımcısı, Adalet Bakanı patlamanın öncesi, sonrası, failleri konusunda kamuoyuna açıklamalar yaptılar. Daha önce yaşadığımız olaylar hâlâ aydınlatılamamışken bu ivedi açıklamalar hangi bilgiye dayanıyor, gerçeklik derecesi nedir? Bu olaydaki istihbarat
ve güvenlik zaafı nasıl açıklanacak, birileri özellikle Reyhanlı’dan başlayarak
Hatay ekseninde Türkiye’nin mezhep temelinde karıştırılmasını mı planladı?” diye endişelerini bildirdi.

***

Daha büyük bomba ise Meclis’te gündeme alındı. Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in kısmen veto ettiği petrol yasası yeniden Meclis gündemine alındı. Zaten etkisizleştirilen TPAO, bu yasayla bitirilecek ve Türkiye petrolleri de tümüyle yabancı petrol şirketlerinin emrine hazır hale getirilecek. ABD’ye, gözlemci olarak bulunduğu Lozan’da taviz olarak verilen “Chester imtiyazı”  işler hale getirilecek..  Atatürk, Lozan Andlaşması imzalandıktan sonra bu imtiyazı rafa kaldırmıştı ama Amerikalılar aldatıldıklarını düşünerek, bugüne dek Türkiye petrollerinin çıkarılmasına engel oldu.

Yani patlamaları planlayanların birden çok hedefi var.

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=26790, 16.5.13