Etiket arşivi: Mustafa Kemal Atatürk

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ KIBRIS TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
KIBRIS TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Sayın İsmail Bozkurt’un kavramsallaştırdığı Kıbrıs Türklerinin “Var Olma Mücadelesi”, 20’nci yüzyıla damgasını vuran bir olgudur. İngiliz yönetimi altında başlayan Var Olma Mücadelesi, Kıbrıs Cumhuriyeti sırasında ve sonrasında da sürmüş, günümüzde çözüm bekleyen sorunların başında yerini almıştır.

Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından 20’nci yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da başlatılan Milli Mücadele’nin bir benzerini de Kıbrıs Türkleri vermektedir. Ancak bir farkla; Anadolu’daki Milli Mücadele kısa bir süre sonra Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşmüş olmasına karşın, Kıbrıs Türk halkının bağımsızlık istenci (iradesi) ne yazık ki uluslararası kuruluşlar ve bağımsız devletler tarafından, Türkiye dışında, tanınmamıştır. Bu durum Kıbrıs Türk halkının on yıllar süren yalnızlığına yol açmıştır.

Kıbrıs Türklerinin vermiş olduğu ve dinamik yapısını hâlâ koruyan bu mücadelenin hem KKTC’de hem de Türkiye başta olmak üzere çeşitli düzlemlerde anlatılması ve kamuoyu ile akademik dünyada farkındalık oluşturulması büyük önem taşımaktadır.

Peki, bu konuda KKTC’nin devlet politikası var mıdır? Buna “evet” diyebilmeyi çok isterim, ancak Kıbrıs Türklerinin Var Olma Mücadelesinin kitlesel olarak anlatıldığı, yükseköğretim kurumlarının programları arasında olduğunu söyleyebilmek olanaklı değildir. Kıbrıs Türklerinin Var Olma Mücadelesi ile Kıbrıs Türk halkına on yıllardır dayatılan insanlık ve hukuk dışı uygulamaların yeterince anlatılmadığı gerçeği kamuoyunun da uzlaştığı bir sorundur.

KKTC’de halen etkin 22 üniversiteden yalnızca ikisinde (Yakın Doğu Üniversitesi ve Lefke Avrupa Üniversitesi) Tarih Bölümü vardır. Bu durum bile Kıbrıs Türklerinin savaşımının (mücadelesinin) kamuoyuna anlatılması ve yeni kuşaklarda tarih bilincinin oluşturulması konusundaki politika eksikliğinin somut göstergesidir.

Şöyle ki: Halen KKTC üniversitelerinde 110 bine yakın öğrenci lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimlerini yürütmektedir. Bu öğrencilerin %90’nı aşan bölümünü Türkiye ve 3. ülke vatandaşları oluşturmaktadır. Kısaca 90 binin üzerindeki üniversite öğrencisi mezun olduktan sonra uzun yıllar kaldığı KKTC’den ayrılırken, Kıbrıs Türklerinin Var Olma Savaşımından habersiz olarak ülkelerine dönmektedir. Uzun yıllardır süren bu durumun doğal sonucu olarak, KKTC’de yükseköğrenimlerini tamamlayan yaklaşık 400 bine yakın kişi, Kıbrıs Türklerine uygulanan insanlık ve hukuk dışı politikalar konusunda bilgi sahibi olmadan ülkelerine dönmüşlerdir.

  • Kıbrıs Türk halkının Var Olma Savaşımını anlatabilmek yolunda çok büyük bir fırsatın kaçırılmış olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

Bu eksikliğin yaratmış olduğu sakıncalar her düzeyde dile getirilmiş olmasına karşın, önemli bir adımın atılmamış olması düşündürücüdür.
***
Kıbrıs Türklerinin Var Olma Mücadelesini Anavatan Türkiye’de anlatmak, hem kamuoyunda hem de akademik alanda farkındalık yaratmak amacıyla önemli bir girişimde bulunulmuştur.

Nitelikli bilimsel ve ulusal öğretim ile araştırmaları önceleyen, içinde bulunduğu coğrafyayı ve Türkiye’yi okumaya çalışan bir vizyonla çalışmalar yapan Başkent Üniversitesi kurucusu ve Yönetim Üst Kurul Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın bu konudaki eksikliği gidermek amacıyla vermiş olduğu buyrum (direktif) doğrultusunda

  • Kıbrıs Türk Tarihi Araştırmaları Merkezi KITAMER kurulmuştur.

Türkiye ve KKTC’de benzeri olmayan bu Merkezin misyonları arasında:

  • Türkiye’de Ulusal Dava olarak kabul edilen Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık savaşımını geniş kitlelere duyurmak ve farkındalık düzeyini artırmak,
  • Akademik çalışmalar yaparak sorun alanlarını bilimsel yöntemlerle inceleyip elde ettiği sonuçları ve çözüm önerilerini ilgili kurumlarla paylaşmak,
  • Gereksinim duyulması durumunda Kıbrıs’taki gelişmeler konusunda danışmanlık yapmak yer almaktadır.

KITAMER’in yakın bir gelecekte Kıbrıs Türk Tarihi Enstitüsü’ne dönüşmesi ile ilgili stratejik hedef ise, on yıllardır dile getirilen ancak bugüne dek somut adım atılmamış önemli bir tasarımdır..
===========================
Dostlar,

Bu önemli ve coşku veren Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin kurucu müdürlüğüne, dostumuz E. Albay Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ atanmıştır.

Mehmet Balyemez - Kıbrıs Türk Tarihi Araştırmaları Merkezi - Başkent Üniversitesi | LinkedIn

Sayın Balyemez Cumhuriyet Tarihi doktorudur. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde Sn. Prof. Dr. Bige Sükan danışmanlığında yürüttüğü doktora tezi, Kıbrıs Türk tarihinde son derece kapsamlı ve değerli, beş yüz sayfayı aşkın bir bilimsel araştırma ürünüdür. İngiliz arşivlerinden geniş ölçekte yararlanılmıştır ve Türk Tarih Kurumu‘nca basılmaya değer bulunmuştur.

Dr. Balyemez’in kişisel arşivinde oldukça varsıl (zengin) belgeler bulunmaktadır. Bunların araştırmacılara açılması ve ulusal – uluslararası kamuoyuna doğru bilgiler verilmesi gereklidir. Haklı Kıbrıs Ulusal Davamızı savunmada elimiz gerçekte çok güçlüdür.

Ingiliz Yönetimi Döneminde Kıbrıs Türklerinin Siyasi Kitabı

Dr. Balyemez, KKTC üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalıştığı yıllarda “KKTC Tarih Kurumu”  (Türk Tarih Kurumu benzeri) kurulması için çok çaba göstermiştir. Bu adım atılmalıdır. KKTC halkına ve özellikle gençlerine ulusal tarih bilinci kazandırılması yaşamsaldır.

Başkent Üniversitesi kurucu rektörü, yurtsever bilim insanı hocamız Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal‘ın, kendisine götürdüğümüz böylesi bir öneriye hızla ve yürekten destek vermesi alkışlanacak bir durumdur. Zamanla bu Araştırma ve Uygulama Merkezinin ulusal – uluslararası ölçekte lisansüstü tezlerin üretildiği bir Enstitü’ye evrilmesi çok yerinde olacaktır.

Devletin ilgili birimlerinin, başta Türkiye ve KKTC Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, bu girişme destek vermeleri çok olağandır. Türkiye’de ve İngiltere’de, dünyanın başka yörelerinde yaşayan Kıbrıs Türklerinin de bu Merkezle yakından ilgilenmeleri gerekmektedir:

Merkez, web sitesini de açmıştır ve önemli bilgi, belgeleri paylaşmaya başlamıştır :

https://kitamer.baskent.edu.tr/kw/index.php

Başarılar diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 06 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na Açık Mektup!

Prof. Dr. Özer Ozankaya
ADD Kurucu Üyesi ve 4. Gnl. Bşk.
of.ozankaya@isnet.net.tr

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na Açık Mektup!

Sayın Kılıçdaroğlu,

Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu, Türk ulusunun olduğu gibi tüm uygar insanlığın da sonsuza dek saygı ve sevgisini kazanmış olan Mustafa Kemal Atatürk, daha 103 yıl önce, Türk Bağımsızlık Savaşı’nın ilk temel adımlarından Erzurum Kongresi’ni düzenlemeye hazırlanırken, 7-8 Temmuz akşamı, yakın arkadaşlarından Mazhar Müfit (Kansu) Bey’e şu demokrasi programını not ettirmişti:

“Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bu bir.
İki: Padişah ve hanedan konusunda zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.
Üç: KADINLARIN ÖRTÜNÜP KAPANMASI KALKACAKTIR. (Büyük harfle yazan Ö.O.)
Dört: Fes kalkacak, uygar uluslar gibi şapka giyilecektir.
Beş: Latin harfleri kabul edilecektir.”

Türk ulusu ve Cumhuriyet Halk Partisi üye ve seçmenleri, tümüyle demokrasinin, insan hak ve özgürlükleri düzeninin olmazsa olmaz koşulları olan bu siyasal kültür kalıtına yüz yıldan beri, bilinçle ve sarsılmaz kararlılıkla sahiptirler.

Başta ABD, sömürgeci devletlerin Türk ulusuna yaraşır görmedikleri, çünkü tüm İslam dünyasına da özgürlük ve bağımsızlık, kendi evlerinin efendisi olarak yaşama yollarını açacak gelişmelerin temeli olan bu kalıta sahip çıkmak, CHP Genel Başkanı’nın da birincil ödevi olmak gerekir, düşüncesindeyim.

Saygılarımla. 05 Ekim 2022

Aday nasıl belirlenir?

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
03 Ekim 2022, Cumhuriyet

Bir yanda, emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı mücadelesi yürüten Mustafa Kemal Atatürk hakkında idam kararı veren Padişah Vahdettin’in, vatan haini olmadığını savunanlar; Atatürk’ün “Nutuk”ta yazdığı gibi, alçakça önlemler almaya çalışanların ve gaflet, dalalet ve hıyanet içinde olanların avukatlığına soyunanlar; bir yanda, emperyalizme karşı mücadelede umudu, İran’daki ve Afganistan’daki kadın düşmanı ve laiklik karşıtı teokratik yönetime bağlayanlar; bir yanda Türkiye’nin, Irak’ın, Suriye’nin, Çin’in toprak bütünlüğünü savunurken Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü umursamayanlar, Rusya’nın “ilhak” adı altında Ukrayna’yı işgal etmesine seyirci kalanlar ve böylece büyük bir çelişki içine düşenler; bu çelişkili tavırla, gelecekte Türkiye’nin toprak bütünlüğünün de tartışma konusu olmasının yolunu açanlar; bir yanda, CHP’yi ve CHP’li belediyeleri terörle ilişkilendirmeye çalışarak, siyasal geleceklerini yalanlarla ve iftiralarla inşa edenler; “Gezi” direnişindeki masumları suçlu, suçluları masum gibi göstermeye çalışanlar; bir yanda, post-modern saçmalıklarla ve kavram kargaşasıyla ekonomi analizi yapanlar…

Bu bulanık ortamda, muhalefetin cumhurbaşkanı adayını belirlemesiyle ilgili süreç daha da büyük bir önem kazanıyor. Muhalefetteki partilerin, kişisel çıkar ve anlık heyecanlardan arınarak, bu süreci bilimsel bir yöntemle yürütmeleri gerekir. Türkiye’deki genel manzaraya bakıldığında, muhalefetin bir seçim daha yitirme lüksünün kalmadığı açıktır.
***
Araştırma kurumlarının araştırmaları büyük ölçüde tümevarımsal çıkarımlara dayanır. Tümevarımsal çıkarımda, tikel öncüllerden yola çıkılarak tümele yönelik bir sonuca ulaşılır.

Tümevarımsal çıkarımlar, kesin ve mutlak sonuçlara ulaşılmasını sağlamasa da, tümevarımsal çıkarımla seçim sonuçlarına yönelik öndeyileme yapılırken, tikel öncüllerin ve örneklerin azami ölçüde çoğaltılması ve çeşitlendirilmesi, yaklaşık olarak da olsa, bir sonuca ulaşılmasını sağlayabilir.

Başka bir deyişle, 20-25 ilde, 3-5 bin kişi ile değil; 60-70 ilde, 10-15 bin kişi ile yapılan bir araştırma, daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Bugüne dek, kamuoyuna açıklanmış, böyle bir araştırma yok. Araştırmaların hepsi sınırlı sayıda il ve kişi ile gerçekleştirilen araştırmalardır.

Geniş çaplı araştırma yapmak maliyet ve zaman gerektiren bir şeydir. Ancak muhalefetin bu konuda maddi olanakları olduğu gibi, çok geniş bir zamanı da vardı. Böyle bir araştırma için hâlâ geç kalmış da sayılmazlar.

Araştırma şirketlerinin, sınırlı sayıda tikel örnekle yetinmelerinin çeşitli nedenleri vardır. Siyasal parti yöneticilerinin duymak istedikleri sonuçları vermek, mali ve lojistik olanaksızlık, bazı pilot illerin genel seçmen eğilimlerini yansıtan iller olduğu iddiası, bunların arasında sayılabilir.

Bu nedenler içinde, salt genel seçmen eğilimlerini yansıtan pilot illerin olduğu savı ciddiye alınabilse de, bu iddia bile temelden yoksundur. Çünkü seçmen davranışı, bir kaya parçasını inceler gibi incelenemez. Türkiye genelini yansıtan sabit pilot iller yoktur. Belli ve sınırlı bir zaman diliminde kimi iller için bu söylenebilir, ancak geçen zaman ve oluşan yeni koşullar içinde, bu illerde de beklenmedik radikal değişiklikler meydana gelebilir.
***
Bir başka önemli konu, seçmenin partiye göre mi, yoksa adaya göre mi oy vereceği konusudur. Muhalefetteki siyasal partilerin oyu aritmetik olarak toplandığında, bu oyların AKP’nin ve MHP’nin oyunu geçmesi, kesin bir sonuç vermez.

Çünkü seçmen adaya göre oy verirse, siyasal parti tercihini de adaya göre değiştirebilir. Nitekim, parti temelinde, “Millet İttifakı”nın “Cumhur İttifakı”na fark attığı kimi araştırmalarda, “Erdoğan’a mı yoksa Kılıçdaroğlu’na mı oy verirsiniz” sorusu sorulduğunda, aradaki farkın kapanması, açıklanması gereken bir durumdur.

Bu nedenle, seçmenin yüzde kaçının partiye göre, yüzde kaçının adaya göre oy vereceği konusu da, mutlaka geniş çaplı ayrı bir araştırma konusu olmalıdır.

Seçimi kazanmak, dilek ve temennilerle değil, bilimle sağlanabilir.

Merdan Yanardağ: Gerçekler tehdit ve baskıyla değiştirilemez

Gazeteci Merdan Yanardağ:

Gerçekler tehdit ve baskıyla değiştirilemez

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın,

“Tabii bunların üzerine gitmemiz lazım”

ifadeleriyle kendisini hedef aldığı gazeteci Merdan Yanardağ, konuya ilişkin açıklama yaptı.

18 Eylül 2022, Cumhuriyet
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Gazeteci Merdan Yanardağ: Gerçekler tehdit ve baskıyla değiştirilemezGazeteci Merdan Yanardağ, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın kendisini hedef alan sözlerine ilişkin açıklama yaptı. Yanardağ,

  • “Gerçekler tehdit ve baskıyla değiştirilemez.” dedi.

Erdoğan, Özbekistan’da düzenlenen 22. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) toplantısının ardından dönüş yolunda gazetecilerin sorularını yanıtladı.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile Yanardağ’ı, Osmanlı üzerinden yaptıkları değerlendirmeler nedeniyle hedef alan Erdoğan,

  • Tabii bunların üzerine gitmemiz lazım. Yani bu meydan o kadar boş değil. Bunu bilmeleri gerekecek. Ecdadımıza eğer layık olacaksak bunlara hukuk çerçevesinde gereğini yapmamız lazım.” dedi.

Yanardağ, Twitter hesabından açıklamalarda bulundu. “Osmanlı bir milletin değil, bir ailenin adıdır” diyen Yanardağ, şunları söyledi:

  • Osmanlı bütün milletin, Türk ulusunun ecdadı yerine konulamaz. Hakaret yok, bilimsel tarih tartışması var. Bu konuda Atatürk‘ün sözleri ve TBMM’nin Vahdettin hakkındaki kararları açıktır. Gerçekler tehdit ve baskıyla değiştirilemez.

“MUSTAFA KEMAL’İ Mİ YARGILAYACAKSINIZ?”

Yanardağ açıklamasına şöyle devam etti:

1- M. Kemal Atatürk, Nutuk‘da şöyle diyor:

  • “Osmanoğulları, Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardı (vaziülyed olmuşlardı). Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek… “

2- Atatürk, Nutuk‘da şöyle diyor:

  • “… hakimiyet ve saltanatını isyan ederek bilfiil eline almış bulunuyor. Mevzubahis olan, millette hakimiyet ve saltanatını bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meseslesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikatti ifadeden ibarettir.”

3- Mustafa Kemal Atatürk, son Osmanlı Padişahı Vahdettin’i ve Damat Ferit iktidarını ise çok ağır bir dille, kanıtlarını ortaya koyarak eleştiriyor. Ona “hain” ve “sefil” diyor.

  • Mustafa Kemal’i mi yargılayacaksınız?

============================================

Dostlar,

Değerli Gazeteci-Yazar Dr. Merdan YANARDAĞ bu olayda da haklıdır.
AKP’li CB RTE, tabanına dönük ilkesiz politika yapmaktadır.
Öncelikle hoşgörülü, Anayasa md.103 uyarınca ettiği yemin gereği “tarafsız” olmalıdır.
En önemlisi de herkese hakaret eden, aşağılayan, dışlayan… ağır sözler etmemelidir.
Bu tutum, dokunulmazlık zırhı takınarak bir devlet başkanına asla yakışmaz.
Bilimsel tarihsel gerçeklikler karşısında saygılı olmalıdır.
Bu davranışlar halkı daha da kutuplaştırmakta ve ülkede barış iklimini bozmaktadır.

  • Hedef gösteren sözleri nedeniyle M. Yanardağ’a bir zarar gelirse, Erdoğan bundan sorumludur.

Merdan Yanardağ yalnız ve sahipsiz değildir.
O, bu ülkenin yetiştirdiği seçkin bir yurtsever, aydın ve donanımlı bir mücadele adamıdır.
Kendisinin ve büyük emeklerle yarattığı TELE1’in doğallıkla yanındayız.

Sevgi ve saygı ile. 18 Eylül 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net            profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

 

KURTULUŞA PERÇİN – KURULUŞA GÜNEŞ

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Bu gün (9 Eylül 2022) İzmir’in düşman işgalinden kurtarılışının 100. Yıldönümü.

9 Eylül 1922.. Mustafa Kemal Atatürk‘ün kumanda ettiği şanlı Ordumuz, İzmir’i ve tüm Türkiye halkının namusunu, vatanını, geleceğini ve onurunu düşmanlardan temizleyip kurtardı.

Güzel İzmir’imizin kurtuluşu, özgür ve tam bağımsız bir Türkiye için çok sağlam ve asla sökülemez bir PERÇİN; demokratik, laik ve çağdaş bir Cumhuriyet için de ufuktan yeni doğmuş ve asla ışığı karartılamaz ebedi (sonsuz) bir GÜNEŞ olmuştur.

Kısaca, 9 Eylül 1922’de İzmir de emperyalist destekli düşman ordularına son darbenin vurulması, tüm ülkemiz ve halkımız için hem ebedi (AS: sonsuz) bir kurtuluş ve hem de demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti için yine ebedi (sonsuz) bir yeniden kuruluştur.

Başta İzmir’liler olmak üzere, tüm Türkiye halkının 100. kurtuluş ve kuruluş günü kutlu olsun!
***
Dostlar,

Geldikleri gibi gittiler…

Ancak, İ. Kahraman nam zatın hezeyanlarında olduğu gibi değil…

9 Eylül 1922: İzmir'in Kurtuluş Öyküsü

Şu tweet iletisini paylaştık ve onbinlerce okundu…

  • Ülkenin her yeri şehitlik dolu. İ. Kahraman’ın ailesi-bildiklerinden şehit-gazi yok ki, “kurşun atmadık” diye itiraf ediyor. Ya akıl sağlığı sorunlu ya da atalarının yolundan gidiyor, Vahdettin gibi İngiliz muhibbi. Uyan ey Ulus uyan! Bu adam, RTE’nin CB Y. İstişare Kurulu üyesi!

Sevgi ve saygı ile. 10 Eylül 2022, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

 

 

26 Ağustos – 9 Eylül 1922 Döneminin Yakın Tarihimizdeki Yeri..

Söyleşi : 26 Ağustos – 9 Eylül 1922 Döneminin Yakın Tarihimizdeki Yeri..

Dostlar,

3 yıl önceki kapsamlı söyleşimizi, güncelliğini koruduğu için yeniden yayınlıyoruz.
Söyleşi fırsatı veren Sn. Mustafa Aydınlı’ya ve yayınlayan Çorlu DEVRİM Gazetesine teşekkür ederiz.

Büyük Zafer 100 yaşında! Ne denli övünsek yeridir..

Başkumandan, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere tüm komutanlara, subaylara, erlere, sivil kahramanlara, şehitlerimize, merhum gazilerimize minnet ve şükranımızı ödemenin tek 1 koşulu var :

Büyük Zaferin kazanımlarını sonsuza dek korumak..
Aksi açıkça GAFLET + DALALET + İHANETTİR!

Sevgi ve saygı ile. 26 Ağustos 2022, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

******

Sorular : Mustafa AYDINLI, E. Öğretmen – Yazar

Yanıtlar : Prof. Dr. Ahmet Saltık, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
ve Mülkiyeliler Birliği Üyesi (Ankara Üniversitesi SBF – Mülkiye mezunu)
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Mustafa AYDINLI : 26 Ağustos 1922’nin 95. yılındayız.. Nedir esprisi bu tarihin?

Çorlu Devrim Gazetesi
adına size soralım.. (5-6 Eylül 2017 günlerinde yayınlandı)

Prof. SALTIK : Alpaslan’ın ordusunda sağ kanat komutası, bizim ailemiz – soyumuz olan Saltukoğulları’nda idi. Romen Diyojen komutasındaki Bizans orduları yenilerek Anadolu kapıları açıldıktan sonra Alpaslan, Saltukoğullarını Erzurum yöresinde bıraktı ve arka cepheyi onlara emanet etti (1071).

Ertesi yıl (1072’de) Erzurum’da Saltukoğulları Beyliği – Devleti kuruldu ve Anadolu içlerine ilerleyen Alpaslan ordularına arkadan askeri koruma sağladı. Bu Beylik – Devlet 130 yıl yaşayarak 1202’de Büyük Selçuklu Devleti saldırıları ile yıkıldı ve Anadolu’daki dağınık Beylikler düzeni 1299’da Osmanoğulları Beyliğinin öncülüğü ile birleşerek devletleşmeye yöneldi.

Evet, tam 95 yıl önce 26 Ağustos sabahı, Afyon Ovasında cehennem gibi bir savunma savaşı başlatılmıştı. Dönemin dünya hegemonu İngiltere (günümüzde ABD… yarın hangi ülkeler??), Yunanistan’a Batı Anadolu’yu vaadetmişti. Böylelikle, Megali İdea denen Büyük İdeal gerçekleşecek, Ege bir Yunan iç denizi olacak ve yüzyılların hülyası Büyük İyonya yeniden kurulmuş olacaktı. 1830’lara dek yaklaşık 400 yıl Osmanlı valileriyle yönetilen Yunanlar, bölüşülen Osmanlı İmparatorluğu topraklarından önemli bir pay kapacaklardı. Böylesine tarihsel fırsatlar ender düşerdi. Dolayısıyla uğruna neler feda edilmezdi ki! O zamanki nüfuslarına göre (1930-34 döneminde 6,5 milyon nüfus!) çok ciddi bir rakam olan 250 bin kişilik ordu hazırlayıp 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ettiler. Ağababaları İngiltere silah ve mühimmat da satacaktı kendilerine.. İşgal Batı Anadolu’da yayıldı. 1921 yazında Polatlı’ya dek uzandı. Bir de Trabzon tarafında Rum Pontus devleti kurulacaktı ki, Kral Venizelos yönetimindeki Yunanlar için Zeus ve yardımcısı Tanrılar seferber olmuştu adeta!

O Venizelos ki, 1934’te T.C. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK’ü NOBEL Barış Ödülüne aday gösterecek denli uygardı..

Mustafa AYDINLI : AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan neden Afyon’a – Dumlupınar’a gitmedi de Malazgirt’e gitti 26 Ağustos günü?

Prof. SALTIK : Erdoğan’ın, 95 yıl öncesinin yakın tarihi dururken, çok kanlı savunma savaşı verdiğimiz Afyon Ovası’na, Dumlupınar’a.. gitmek varken, bin yıl öncesine adeta mistik bir referans ile kalkıp Malazgirt’e gitmesi pek çok bakımdan sığ siyaset kokuyor. Oysa Mustafa Kemal Paşa Büyük Taarruzu başlatmak için 26 Ağustos gününü (1922) bilerek seçmişti. Malazgirt zaferi 1071’de o gün kazanılmış ve Anadolu yurt tutulmuş, giderek vatan yapılmıştı. 1200’lü yıllardan başlayarak da Batılı tarih kaynakları – uzmanları Anadolu için Turchia” demeye başlamışlardı : Türk yurdu!

Erdoğan vb. nin çok öykündüğü Osmanlı Devleti ise, 621 yıllık yaşamının ardından 10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşması ile tarihin mezarlığına yollandığında, Ön Türkleri (Poto Turcs) bir yana koyarsak[1], bin yıllık Yurt da yeniden Batı emperyalizminin eline, Diyojen’in torunlarının işgaline geçiyordu! Son Padişah Vahdettin Sevr’e onay vermiş, Anlaşmaya resmen imza konmuştu.

Açıkçası Sevr, Alpaslan’ın 26 Ağustos 1071 Malazgirt utkusunun (zaferinin) rövanşı idi;
Batılılarca yaklaşık bin yıl sonra alınan! Mustafa Kemal Paşa bu tarih bilinciyle, yüreği yangın yeri; Bin yıllık Malazgirt zaferinin rövanşını Batı emperyalizmine kaptırmamak için 26 Ağustos gününü seçmişti Büyük Taarruz için (1922)!

Mustafa AYDINLI : Sayın Erdoğan’a ne söylemek istersiniz bu bağlamda ?

Prof. SALTIK : Senin Cumhurbaşkanı olduğun devlet 26 – 30 Ağustos 1922 zaferi ile kuruldu, 1071 ile değil. Önce T.C. kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK‘e tarihsel saygını – vefanı göstereceksin. Ama AKP = RTE, Mustafa Kemal Paşa’ya 1934’te TBMM tarafından Soyadı Yasasıyla verilen yasal soyadını bile bir türlü kullanmıyor! ATATÜRK demeye dilinin ucu ile bile asla yanaş(a)mıyor!

Kalkıp Diyarbakır’da 1 Nisan 2017’de 1 Nisan şakası yaparcasına (!) Kürt kökenli yurttaşların çoğunlukta olduğu bölgede, acı veren bir siyasal opportünizm örneği olarak ‘‘Tek millet” diyor ama dönüp ‘‘.. bakın Türk demiyorum..’‘ diye vurgulayarak açık etnik duygu sömürüsü yapıyor.. (http://ahmetsaltik.net/2017/04/02/pamukoglu-hayir-onde-yuzlerinden-belli/)

Malazgirt meydanında şu veya bu bildik yöntemlerle toplanan kalabalığın Erdoğan dahil ne kadarı bu yalın tarihsel gerçekleri biliyor? Her yer İHO – İHL yapıldı.. Çocuklar doğru dürüst tarih mi okuyabiliyor?? Tabii böylelikle kitleleri meydanlara toplamak da kolay, yüksek dozda hamaset ile beyinlerini yıkamak da.. Kurgulanan da tam da bu korkarız, galiba değil; korkarız! Yaaa, işte böyle AKP Genel Başkanı Erdoğan… Şimdi danışmanları haşlama – ayıklama zamanı! Çıplak gerçek çok daha ağır ve olduğu gibi yazılmalı, not düşelim :

  • Tarihi çarpıtarak gerçekte kitlelerin beyin iğfalidir; 26 Ağustos 2017’de Malazgirt’te yapılan..
  • Siyaseten! Neciiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiip mi necip milletimize armağan, yapanlara da afiyet olsun!

Mustafa AYDINLI : Büyük Taarruz nasıl yürütüldü ve sonuçları neler oldu?

Prof. SALTIK : Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa savunma savaşını fiilen cephede yönettiği için, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İNÖNÜ) bu savaşa “Başkumandan Muharebesi” adını verdi. Mustafa Kemal Paşa, 04 Ekim 1922’de TBMM’de Büyük Taarruz’u anlattığı konuşmasında, bir yıl önce Başkomutan atanırken söz verdiği gibi “Yunan Ordusunun harimi ismetimizde tamamen boğulduğunu” açıkladı. 1922 Büyük Taarruz ise Türklerin Anadolu’da yeniden tutunmalarını sağladı.

Büyük Taarruz bir “mevzi” savaşı değil, “düşmanı imha” savaşıdır, “topyekûn” bir savaştır. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz’la, yenilmiş – dağıtılmış – silahları elinden alınmış – subayları tutsak edilmiş bir orduyu baştan kurarak Batı emperyalizmine karşı ilk kez, Çanakkale savunmasını da katarsak 2. kez büyük bir utku kazandı. Ordularına ”Hat’tı savunma yok; sathı (vatan yüzeyini) savunma var; o satıh tüm vatandır!’’ diyerek dünya askerlik tarihinde örneği olmayan emirler verdi. Büyük Taarruz’u tarihte benzersiz kılan, bu özellikleridir; tüm mazlum uluslara örnek olmuş, bağımsızlık savaşımlarında güç ve esin kaynağı, güdülenme (motivasyon) sağlamıştır.

Sakarya Meydan Savaşı ile Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki Türk Orduları stratejik bir başarı sağlamışlardı. 22 gün – 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı ve onu izleyen başarıların gerçek anlamını kavrayabilmek için bu gelişmeleri ulusal sınırları aşan ölçekle değerlendirmek gerekir. Emperyalizme karşı sıcak savaşta kazanılan bu tarihin 2. büyük kara zaferi ile (ilki Çanakkale deniz ve Gelibolu kara savunması – 1915), sömürülen tüm doğu halkları, Mustafa Kemal’de bir öncülük, bir gün bağımsızlığa açılacak olan girişimin, bağımsızlık güllerinin ışıklarını görüyorlardı.

Falih Rıfkı Atay Çankaya adlı kitabında şunları kaydetmişti (syf. 363):

  • “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak,
    şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak,
    belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”

Mustafa AYDINLI : 9 Eylül’e uzanan süreç? ?

Prof. SALTIK : Sakarya Meydan Savaşı’ndan yaklaşık 13 ay sonra, 95 yıl önce 26 Ağustos 1922 sabahı, şafak atarken bu kez yine Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusu, Sakarya’dakinin dört katı dolayında asker ve çok daha güçlü lojistik destek ile, cehennem gibi top atışlarıyla, işgal ettikleri Türk yurdunu Yunan askerlerine cehennem etmeye başlamıştı. Öylesine berkitilmiş (müstahkem) askeri mevziler yapmışlardı ki Yunanlar; kolay kolay 6 aydan önce hiçbir saldırı çökertemezdi. Ne var ki yalnızca 4-5 gün dayanabildiler. 30 Ağustos günü arkalarını dönmüş, her yeri yaka – yıka Afyon ovasından Ege’ye doğru kaçmaya başlamışlardı. Ordu komutanı general Nikolaos Trikupis bile tutsaktı ve Mustafa Kemal Paşa’nın çadırında konuk edilmiş, kahve ikram edilmiş, kılıcı dahi alınmamıştı. Atina’daki başkomutan Hacı Anesti öfke bunalımlarındaydı. General Trikupis, ölene dek her yıl 10 Kasım’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve giderek saygı duruşunda bulundu.

Büyük Taarruz sürdürüldü ve kaçabilen Yunan birlikleri 9 Eylül 1922 günü İzmir’de denize döküldüler. O gün, salt Türkiye ve biz Türkler için değil, dünya tarihi açısından da bir dönemeçtir. Hem bizim hem Yunanların (Yunanların değil!), hem de emperyalizmin sömürgesi mazlum uluslar için bağımsızlık savaşımı meşaleleri yakılmıştır.

Başta Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, utkuda (zaferde) belirleyici işlev gören Fahrettin Altay paşa ve süvarilerine, emeği geçen her-ke-se, şehit ve merhum gazilerimize vefa borcumuzu ödeyebilmenin tek 1 yolu var.. Atatürk’ün belirttiği gibi Türk Ordusunun utkusuyla (zaferiyle) sonuçlanan Büyük Taarruzdaki temel amaç, yalnızca düşmanı yenmek değil;

  • Kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak” olduğuna göre,

Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi ”kayıtsız şartsız bağımsız” bir Devlet olarak sonsuza dek hep ilerleme içinde yaşatmak, çağdaş uygarlık düzeyinin ötesine taşımak, hepimizin tarihsel borcudur! Gerisi hamasi söylevler, boş laflardır.

Mustafa AYDINLI : Son olarak eklemek istediğiniz?
Prof. SALTIK : Büyük yurtsever ozanımız Nazım Hikmet’in (RAN) dillere destan Kuvayı Milliye destanından bir alıntı yapmadan olmaz…

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında O’nu gördü.
Paşalar O‘nun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: “Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.

Reis ”..solcular vatansever olamaz…” buyurmuş.. Yukarıdaki dizeler vatan aşkı dışında hangi duygularla yazılabilir? Nazım Hikmet’in vatan aşkını sorgulamak hiç kimsenin haddi değildir. Ağzına ”Türk” sözcüğünü almaksızın, özellikle ”… bakın Türk demiyorum!” dahi diyebilen ülkemiz yöneticileri (http://ahmetsaltik.net/2017/04/02/pamukoglu-hayir-onde-yuzlerinden-belli/) Hacca da gitseler ihramlara bürünerek, 26 Ağustos’larda Malazgirt’e de gitseler, 26 Ağustos’un ruhu ile barışık olmadıklarını yadsıyamazlar; bu çok vefasızca, hatta utandırıcıdır. Türk Ulusu böylesine bir aşağılanmaya asla yaraşır olmadığı gibi, kabul de etmeyecektir..

Mustafa Kemal Paşa‘nın kurduğu bu devlette, demokratik cumhuriyetin nimetleriyle ATATÜRK‘ün koltuğunda oturan Erdoğan’ı bu davranışları nedeniyle esefle karşılıyoruz, kendisini tarihsel gerçeklerimize saygılı olmaya, insafa ve vefaya çağırıyoruz.

Büyük Atatürk’ün demesiyle;

  • “Amacımız ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü,
    aynı zamanda da tam egemenliğimizi elde etmektir.
    Bizi bu amaçtan alıkoyacak herhangi bir güce karşı savaşacağız.”

Ulusal kurtuluş savaşımının önderi, düşmanı salt askeri olarak yenmenin yetmeyeceğini, Osmanlı İmparatorluğu deneyiminden ötürü çok iyi biliyordu. Askeri alanda öngörülen taktik ve stratejik planların siyasal alanda da uygulanması gerektiğinin bilincindeydi. 1. Dünya Paylaşım Savaşının yenileni (mağlubu) 4 devletten salt Türkiye, kendine yengin (galip) devletlerin zorla imzalattıkları Sevr Anlaşmasını yırtıp Lozan’ı kabul ettirerek savaştaki zaferinin ardından bir de diplomasi zaferi eklemiştir. 1. Dünya savaşının 4 yenileninden Almanya Versay, Avusturya St. Germain, Macaristan Trianon ve Bulgaristan Neuilly Antlaşmalarının kendilerine uygulanmasını engelleyememişlerdir.

Bize tam bağımsız bir ülkenin çocukları olma hakkını veren başta Mustafa Kemal Paşa ile silah – dava arkadaşlarını, acılı ve yorgun savaşçılarını, İskilipli Atıf gibi sözde hocaların aldatmasıyla  yurt savunmasından kaçmayan Mehmetçiklerimizi, şehitlerimizi ve merhum gazilerimizi sonsuz bir minnetle-şükranla anıyor, sevgin (aziz) anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ diyoruz Büyük Atatürk gibi..
Savaşı, Ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe cinayet görüyoruz büyük komutan Atatürk gibi.

BÜYÜK TAARRUZ’UN ve 30 Ağustos, 9 Eylül zaferlerinin 95. Yılı Ulusumuza ve dünyaya KUTLU OLSUN diyoruz bir kez daha.. 15 Mayıs 1919’da başlayan İzmir’in – Ege’nin işgali, ancak 3,5 yıl sonra 9 Eylül 1922’de sonlandırılabildi ve İzmir’in dağlarında çiçekler açtı..

  • Yaşşa Mustafa Kemal Paşa, yaşşa Mustafa Kemal Paşa, yaşşa Mustafa Kemal Paşa!

Mustafa AYDINLI : Teşekkür ederim..

Prof. SALTIK : Ben de hem size hem Çorlu Devrim Gazetesine teşekkür ederim.
============================
[1]  1071 yılı, Müslüman Türklerin Anadolu’ya ilk gelişlerinin tarihidir. Türkler milattan önce 13 bin yılında Anadolu’ya gelip, Anadolu’nun dip kültürünü oluşturdular. Ön Türkler Anadolu’ya göçebe olarak değil, göçmen olarak geldiler.

Sosyal demokrasi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
11 Temmuz 2022, Cumhuriyet

 

İdeolojiler, belli bir ideolojiyi savunan kişilerin eylemleri üzerinden değil, kavramlar ve kuramlar üzerinden anlaşılmaya çalışılmalıdır. Örneğin, kendilerini komünist olarak tanımlayanların yapıp ettikleri üzerinden komünizm üzerine, kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayanların yapıp ettikleri üzerinden sosyal demokrasi üzerine bir değerlendirme yapılamaz.

Vladimir İliç Lenin, Leon Troçki, Fidel Castro, Mao Zedong, Ho Chi Minh, Josef Stalin, Kim İl-Sung gibi siyasetçiler ve liderler kendilerini komünist olarak tanımlamış olsalar da, sık sık Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in geliştirdiği komünizm kuramından uzaklaşmışlardır. Komünizmi, söz konusu siyasetçilerin ve liderlerin uygulamaları üzerinden tanımlamak, komünizmi anlamamak demektir.

Hatta Engels’in kendisi bile, babasının sahibi olduğu ve işçilerin sömürüldüğü fabrikalarda uzun yıllar yönetim kademesinde çalışmak zorunda kalarak kendi savunduğu kuramlarla çelişki içine düşmüştür. Engels’in bu çelişkisi üzerinden, kendi geliştirdiği komünizm kuramı eleştirilemez. Kavramlara, kuramlara ve akıl yürütmelere karşı eleştiriler, yine kavramlar, kuramlar ve akıl yürütmeler üzerinden gerçekleştirilebilir.

Sosyal demokrasiye önemli kavramsal ve kuramsal katkılarda bulunan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin önde gelen kuramcılarından Eduard Bernstein’ın ve Karl Kautsky’nin, bazı konularda aldıkları yanlış kararlar ve emperyalizm sorunu konusundaki hatalı analizleri üzerinden, sosyal demokrasi kuramı da toptan eleştirilemez.

Bu aynı zamanda mantık biliminin de temel ilkelerinden birisidir. Geliştirilen bir akıl yürütmeye karşı akıl yürütmek ve çıkarım yapmak yerine, o akıl yürütmeyi geliştiren kişiyi karalamak, damgalamak ve bunun üzerinden o kişinin akıl yürütmesini çürütmeye çalışmak, ad  hominem yanılsaması olarak bilinir.
***
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce sosyal demokrasi, komünizm gibi sınıfsız toplumu hedefliyordu ve üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı çıkıyordu. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi, 1917 yılında Lenin’in öncülüğünde sosyalist-komünist devrimi gerçekleştirdi. Bu parti daha sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne dönüştü.

Lenin devrimi savunurken, Bernstein evrimi ve çok partili parlamenter sistem aracılığıyla sınıfsız topluma geçilmesini savunuyordu. Bernstein, devrimin sancılı bir süreç olmasından dolayı karşıdevrim sürecine yol açacağını, bunun da işçi sınıfının çıkarlarına aykırı olduğunu, sosyalizme adım adım ilerlemenin daha gerçekçi bir yol olduğunu düşünüyordu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise sosyal demokrasi, sınıfsız toplum modeli yerine, sınıflar arası uçurumu asgari düzeye çekmek; üretim araçlarında özel mülkiyeti ortadan kaldırmak yerine, özel sektöre alternatif güçlü bir kamu sektörü oluşturmak, bu anlamda karma ekonomik modeli uygulamak; daha çok kazanandan daha fazla vergi almak, düşük gelirli kesimin vergi yükünü azaltmak; işçinin işveren karşısındaki haklarını koruyan sendikaları desteklemek ve güçlendirmek; herkese ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmetleri vermek gibi yöntemleri benimsedi. Bu süreçte sosyal demokrasi, kapitalizm ile komünizmin bir sentezine dönüştü ve komünizmden daha da uzaklaştı.

İsveç Sosyal Demokrat Partisi’nin lideri Olof Palme ve Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin lideri Willy Brandt, bu ilkeleri Avrupa’da uygulamaya koyan önemli siyasetçiler arasında sayılabilirler.
***
1960’lı ve 1970’li yıllarda Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin savunduğu bu ilkeler, CHP’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün savunduğu ilkelerle büyük benzerlikler taşıyordu. Atatürk’ün, 1920’li ve 1930’lu yıllarda Halkçılık ve Devletçilik ilkeleriyle ve karma ekonomik model uygulamasıyla, Batı Avrupa’da 1960’larda ve 1970’lerde gelişen sosyal demokrasiyi öncelediği söylenebilir.

CHP’nin “Altı Ok” olarak da bilinen ilkelerini, 1970’lerden başlayarak demokratik solculuk ve sosyal demokrasi ile tamamlaması, yapay bir eklemleme değil, tarihsel süreçle gelişen organik bir bütünleşmedir.

Bunun aksini savunarak CHP’nin bölünmesine hizmet eden iki kesim ise “ikinci cumhuriyetçi” neoliberaller ve Batıfobik Avrasyacılardır!

Laiklik ve Alevilik

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 13 Haziran 2022

 

Türkiye’deki laiklik karşıtı siyasi hareketlerden dolayı en fazla ezilen ve hedef haline getirilen kesimlerden birisi Alevilerdir.

  • Çünkü Alevilik, mezhebin doğası ve özü gereği laiklik ilkesiyle barışıktır.

Alevi olup da laiklik karşıtı köktendinci hareketlerin içinde yer alan vatandaş bulmak neredeyse olanaksızdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerine Alevilerin büyük çoğunluğu sahip çıkmıştır. Aynı şey ne yazık ki Sünni mezhebinden olanlar için söylenemez. Sünnilerin bir kısmı Atatürk’ün aydınlanma devrimlerine sahip çıkarken bir kısmı da köktendinci İslamcı siyasete yönelmiştir.

Türkiye’de Aleviler, devlet kurumlarında üst düzey makamlara atanmak konusunda ayrımcılığa uğramıştır.

  • Camide değil, cemevinde ibadet eden Alevilerin köylerine cami inşa edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinden cemevlerinin yararlanması engellenmiştir. Ramazanda oruç tutmayan Aleviler hakarete ve saldırıya uğramıştır.

İmam hatip okulları, Kuran kursları, ilahiyat fakülteleri, İslami ilimler fakülteleri, zorunlu din dersi uygulaması, “4+4+4” eğitim modeli, cemaatler ve tarikatlar, laikliği savunan halk kesimleriyle birlikte, Alevileri ve Aleviliği asimilasyona uğratmak işlevini görmektedir.

Alevilik, İslam dininin içinde bir mezhep olduğu halde, köktendinci siyasetçiler, cemaatler ve tarikatlar, İslam dinini sünni mezhebine indirgemiştir, Aleviliği İslamdan sapmak olarak yorumlamıştır.

Çünkü Türkiye’deki laiklik karşıtı köktendinci odaklar, İslam dinini Arap din adamlarının yazdıkları hadisler üzerinden yorumlamışlardır, laiklik ilkesine karşı çıktıkları gibi, Kuran’ın özüyle ve Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal gibi Anadolu’da yaşamış olan düşünürlerle ilgilenmemişlerdir.

  • Alevilik, Anadolu kültürüyle bütünleşmiş bir mezheptir.

Laiklik karşıtı hareketler ise köktendinci Arap din adamlarından beslenmiştir.

***
Laiklik, dinin, devlet, siyaset, ekonomi, hukuk ve eğitim işlerine karışmaması, bu alanları esir almaması, bu koşulla devletin de özgür iradesiyle dindar olmayı seçen vatandaşın dini inanç ve ibadet özgürlüğünü ve özgür iradesiyle dinsiz olmayı seçen vatandaşın dünya görüşünü ve yaşam biçimini güvence altına almasıdır.

Laiklik, belli bir dinin, mezhebin, dünya görüşünün topluma dayatılmasının önlenmesidir.

  • Laiklik yaşamın ilahiyata indirgenmemesidir, dünyevi yaşamın dışlanmamasıdır.

Laiklik, Müslümanların, Sünnilerin, Alevilerin, Şiilerin, Hıristiyanların, Katoliklerin, Protestanların, Ortodoksların, Musevilerin, Budistlerin, Hinduistlerin, Şintoistlerin, Konfüçyüsçülerin, Şamanistlerin, ateistlerin, agnostiklerin, deistlerin, panteistlerin bir arada barış içinde yaşamasının sağlanmasıdır.

Laikliğin olduğu bir devlette, kimse dininden, mezhebinden, dünya görüşünden dolayı ayrımcılığa uğramaz.

Laikliğin geçerli olduğu bir ülkede, belli bir dinin ve mezhebin yaşam tarzı topluma dayatılmaz.

  • Laiklik, farklılıkları bir arada tutan, ulusal bütünlüğü ve üniter yapıyı koruyan temel ilkelerden birisidir.

Laikliğin olmadığı bir yerde, din, mezhep ve dünya görüşü üzerinden bölünme, parçalanma ve kutuplaşma olur. Emperyalizm bu nedenle laiklik karşıtı hareketleri her zaman destekler.

***
Türkiye’de 20 yıldır iktidarda olan AKP hükümeti, laiklik karşıtı hareketlerin odağında yer almaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin son yıllarda laiklik ilkesinin ihlal edilmesiyle ilgili sorunları neredeyse yok sayması, laiklik kavramını ve terimini literatüründen çıkarması, böylece hem anayasa hem de kendi parti programı ve tüzüğü ile çelişkiye düşmesi, Alevilere yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisidir.

  • Laiklik ilkesine sahip çıkmadan, Alevilere ve Aleviliğe sahip çıkmak olanaklı değildir.

“Türkiye’de halk Alevi cumhurbaşkanı seçer mi seçmez mi?” tartışmasından siyasi rant elde etmeye çalışan CHP yöneticileri bununla zaman kaybedeceklerine, laiklik ilkesine sahip çıksalar, Alevilere ve Aleviliğe çok daha büyük bir iyilik yapmış ve samimiyetlerini kanıtlamış olurlar.

Laikliğin özümsendiği bir toplumda, vatandaş bir adaya, onun dinine, mezhebine, dünya görüşüne göre oy vermez.

Laiklik, bir Alevinin de cumhurbaşkanı seçilebilmesini olanaklı kılar.

2. Abdülhamid ve Osmanlı Maliyesinin İflası

Dr. Mahfi EĞİLMEZ 

https://www.mahfiegilmez.com/2022/05/ii-abdulhamid-ve-osmanl-maliyesinin.html?utm_source=feedburner&utm_medium=email 24.5.22

Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. Padişahı Sultan II. Abdülhamid 1842 yılında doğdu, 1876 yılında tahta çıktı, tahttan indirildiği 1909 yılına kadar 33 yıl Osmanlı padişahı olarak hüküm sürdü. 1918 yılında kalp yetmezliği sonucunda hayatını kaybetti. Onun uzun hükümranlık süresinde Osmanlı Devleti yaklaşık olarak 1,6 milyon kilometrekare toprak kaybetti. Kayıplar yalnızca topraklarla kalmadı, Osmanlı Devleti mali bağımsızlığını da kaybetti.

Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borcunu, Padişah Sultan Abdülmecid zamanında, 1854 yılında, Kırım Savaşını finanse edebilmek için aldı. Dış borçlanmalar, sonraki padişahlar Abdülaziz ve V. Murad dönemlerinde devam etti. Sultan II. Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı dış borçları bir süredir ödenemez durumdaydı, o nedenle sürekli olarak faizleri de üzerine eklenip yeni vadelerle yenilenerek döndürülmeye çalışılıyordu. O sıralarda 1873’de başlayan ve adına sonradan Uzun Depresyon denilen kapitalizmin ilk büyük finansal krizi yaşanıyordu. Osmanlı’ya borç veren İngiltere ve Fransa da dâhil olmak üzere Avrupalı devletler bu krizin etkisiyle finansal açıdan sıkıntılı bir süreç içindeydiler ve Osmanlı’ya borçlarını ödemesi için baskı yapıyorlardı.

  • Alınan dış borçlar Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı gibi
    verimsiz alanlara yatırıldığı için geri ödeme konusunda bir kaynak yaratmıyordu.

Bir yandan da Galata Bankerlerinden alınan iç borçlar ödenmeyi bekliyordu. Sonunda 1877 – 78 Osmanlı – Rus savaşıyla (93 harbi) birlikte

  • Osmanlı İmparatorluğu, borçları ödeyemeyeceğini açıklayarak moratoryum[i] ilan etmek zorunda kaldı.[ii]

Ardından yeniden masaya oturuldu ve Osmanlı İmparatorluğu alacaklılarıyla anlaşmaya vardı. Osmanlı Devleti, 1879’da yaptığı anlaşmayla damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak Galata Bankerlerine bıraktı. Bu işlemleri yürütmek üzere bir Rüsum-u Sitte İdaresi kuruldu. Resim ya da çoğulu olan rüsum, damga vergisi gibi dolaylı vergileri ifade ediyor. Sitte ise altı anlamına geliyor. Altı adet geliri kapsadığı için idareye bu ad verilmişti.

Osmanlı dış borçlarının alacaklısı konumundaki Avrupa devletleri yalnızca Galata bankerlerine olan iç borçlar için böyle bir idare kurulmasına tepki gösterdi ve 1881’de damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara ayrıldı. İş bu kadarla da bitmedi. Yabancı devletler iç ve dış borçların ödenmesinde kullanılmaya ayrılan bu gelirleri toplama ve alacaklılara ödeme görevinin de Osmanlı devletinden ayrı bir idare kurularak ona devredilmesini istediler. Hükümet yabancı devletlerin baskılarına dayanamadı ve 20 Aralık 1881’de yayınladığı Muharrem Kararnamesi ile Rüsum-u Sitte İdaresi’ni kaldırarak yerine Düyun-u Umumiye-i Varidatı Muhassasa İdaresi’ni (kısa adıyla Düyun-u Umumiye İdaresi) kurdu.

1882 yılında çalışmaya başlayan Düyun-u Umumiye İdaresinin yönetim kurulu biri İngiliz ve Hollandalı borç verenlerin, biri Fransız, biri Alman, biri Avusturyalı, biri İtalyan borç verenlerin, biri ayrıcalıklı tahvil sahiplerinin temsilcilerinden ve biri de Osmanlı tebaasından olmak üzere 7 kişiden oluşuyordu. İdare binası bugünkü İstanbul Erkek Lisesi binasıydı. Düyun-u Umumiye İdaresi bu gelirleri toplayarak iç ve dış borçların alacaklılarına ödemeye başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirlerinin yaklaşık üçte biri bu idarece tahsil ediliyordu.

  • Böylece Düyun-u Umumiye İdaresi, Osmanlı İmparatorluğunun bağımsız bir devlet olarak maliyesini yönetme, vergi koyma ya da kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık haklarının bir bölümünü elinden almış oluyordu.

1883 yılında Memalik-i Şahane Duhanları Müşterekül Menfaa Reji Şirketi (kısaca Reji İdaresi) adı altında yabancı sermayeli bir şirket kuruldu. Osmanlı Devleti, 30 yıl süreyle en önemli gelir kaynakları olan tütün, tuz ve kahveden toplanan vergileri, alacaklı ülkelerin kurduğu Reji İdaresine bıraktı.

Şirketin sermaye sahiplerinin çoğu Rotschild ailesinin sahibi olduğu bankalardı. Reji İdaresinin kurulması, Düyun-u Umumiye İdaresinin kurulmasıyla büyük ölçüde elden çıkmış olan mali bağımsızlığın yitirilişinin tescili oldu.

  • Kurtuluş savaşı sırasında Ankara hükümeti, Düyun-u Umumiye İdaresinin topladığı
    bütün gelirlere el koydu. Lozan Antlaşmasıyla bu kurumun işleyişine son verildi.

Reji İdaresi, özel şirket olduğu için onun paylarının satın alınarak işleyişine son verilmesi gerekiyordu, o da 1925 yılında tamamlandı.

Osmanlı borçları Lozan Antlaşmasıyla imparatorluğu oluşturan ülkelere paylaştırıldı. En büyük pay Türkiye Cumhuriyeti’ne düştü. 1928’de yapılan Paris Sözleşmesiyle belirlenen ödeme planı çerçevesinde borçlar, 1929 yılında ödenmeye başlayacaktı. 1929 yılında çıkan Büyük Depresyon bütün dünyayı ciddi biçimde etkileyince Türkiye, borçlar meselesini yeniden gündeme getirdi, indirim yapılmasını, ödeme taksit ve sürelerinin yeniden belirlenmesini istedi, aksi takdirde bu borçların ödenemeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine borçlar meclisi toplantıları 1930 yılında yeniden başladı, 1933 yılında imzalanan Paris Sözleşmesiyle Türkiye’nin ödemesi gereken Osmanlı borçları tutarı ciddi oranda düşürüldü. Türkiye, bir süre sonra bu sözleşmeye de itiraz ederek ödeme sürelerinin yeniden düzenlenmesini istedi. 1936 yılında borçlar yeniden bir ödeme planına bağlandı ve bu yeni şekliyle ödenmeye başlandı.

  • Osmanlı borçlarının ödenmesi 1954 yılına kadar sürdü. (AS: 100 yıllık boyunduruk!)

Osmanlı Maliyesinin kendi vergilerini toplama yetkisini kaybetmesi sonucu koskoca imparatorluğun mali bağımsızlığından olması Sultan II. Abdülhamid zamanında kurulan Rüsum-u Sitte İdaresi, ardından da Düyun-u Umumiye İdaresi ve Reji İdaresiyle olmuştur. Mali bağımsızlığımıza yeniden kavuşmamız ise Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Cumhuriyetin kurucu kadrosunun bize armağanıdır.

Bu anlattıklarımız, günahıyla sevabıyla bizim tarihimizdir. Tarihi, sanki bunlar hiç yaşanmamış da Sultan II. Abdülhamid döneminde büyük başarılar varmış gibi anlatmaya çalışmak yerine, hatalarımızı kabul edip onlardan ders çıkarmaya çalışırsak Cumhuriyetin kurucularının yarattığı başarıları yeniden yakalayabiliriz.
========================================
[i] Moratoryum, bir ülkenin borçlarını ödeyemeyeceğini açıklamasıdır. Genellikle bir antlaşmayla ve yeni bir ödeme planıyla sonuçlanır.
[ii] Sultan II. Abdülhamid zamanında ilan edilen bu moratoryum tarihimizdeki ilk moratoryumdurİkincisi, Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde 1958’de ilan edildi.
====================================
Dostlar,

Biz de şu tweet iletisini paylaştık :

  • 2.Abdülhamid zamanında ilk moratoryum (uluslararası iflas!) ilan edildi-1879. İkincisini Adnan Menderes 1958’de duyurdu. Sıra Ekonomist(?) Recep Tayyip Sultanda, vakit tamam. Yaşasın İslamcı-sağcılar! Siz batırın, biz Ulusalcı-Atatürkçüler gene ayağa kaldıralım. Uyan halkım uyan!

https://twitter.com/profsaltik/status/1529053930633805824?s=20&t=fZq1HG5CgCLkGkdUVQjwVw

Dr. Ahmet SALTIK

Kurtuluşun İlk Adımı 19 Mayıs 1919; 103. Yılında ADD 33 Yaşında!

Kurtuluşun İlk Adımı
19 Mayıs 1919; 103. Yılında

ADD 33 Yaşında!

Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın, 3 yıl 3 ay 22 gün süren kutlu yürüyüşünün 19 Mayıs 1919’da Samsun Limanı’nda atılan İLK ADIM’ının 103. yıldönümünü kutluyoruz. 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

103 yıl sonra yine iç ve dış sorunlarla boğuşuyoruz. Yine emperyalizm boğazımıza çökmüş, ülkemizi bölmek için oyun üzerine oyun kuruyor. Yine karanlık güçler ve hain işbirlikçileri iş başında. Üstelik günümüz koşullarının yarattığı, sayıları milyonları bulan ve demografik yapımızı tarumar eden geçici (!) sığınmacılar ve benzeri başka sorunlarımız da var. 1919’un karanlık tablosundan farklı olarak, güzel yurdumuz bir silahlı işgal altında değil tabii, ama kimi zihinlerin işgal edildiği gün gibi ortada.

Bütün bu olumsuzluklara karşın;

  • Yüz yıl önce Ulusal Kurtuluş Savaşını zafere ulaştıran, Cumhuriyeti kuran, Aydınlanma Devrimleri ile Ulusumuza çağ atlatan Mustafa Kemal Atatürk’ün rehberliği gibi,
  • Türk Ulusu’nun bağımsızlık tutkusu, Laik Cumhuriyet ve demokrasiye bağlılığı gibi,
  • 103 yıl önceye göre çok daha eğitimli ve zengin (nitelikli) insan kaynağımız gibi,
  • Milli Mücadeledeki cesaret ve kararlılıklarını sürdüren kahraman kadınlarımız ve her yaştan gençlerimiz gibi,
  • Kemalist düşünceyi ve Cumhuriyet değerlerini yeniden halkımıza ulaştıran, deneyimli, eğitimli, gözü pek devrimci kadrolara sahip, ülke sathına yayılmış ve
  • 33 yıl önce bugün kurulmuş ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ gibi

ufkumuzu aydınlatan, umudumuzu yükselten, Ulusumuzu yüreklendiren çok önemli değerlerimiz var.

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi (AS: silah bıraktırma) sonrası, 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa, Boğaz’a demirlemiş emperyalist donanmasını gördüğünde -Ulusuna duyduğu güvenle- “Geldikleri gibi giderler” demiş ve asla terk etmediği bu inançla İstanbul’da geçirdiği 6 ay boyunca kafasında kurguladığı zaferin planlarını ilmek ilmek örmüş, kendisini hayalci bulanlara karşın Bandırma vapuruna binme cesaretini gösteren 18 adsız kahramanla Samsun’dan başlayarak Türk Milleti’ni ayağa kaldırmıştı. (AS: 3 yurtsever Hekim idi!)

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Geldikleri gibi giderler” sözü, işgalcilerin kendiliklerinden gidecekleri hayaline değil, akıl ve bilim temelli YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM şiarına (AS: ilkesine) dayanıyordu.

Amasya Genelgesinden Erzurum Kongresine, Sivas Kongresinden, Büyük Millet Meclisi’ne, Birinci ve İkinci İnönü zaferlerinden Sakarya ve Dumlupınar’a, İzmir rıhtımından Mudanya’ya, Lozan’a, Montrö ve Hatay’a kadar hep ANTİEMPERYALİST ve TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE hedefli KEMALİST İDEOLOJİ izlenecekti.

Bu tarihin en haklı, en ahlâklı ve en namuslu mücadelesini veren Kuvayı Milliyecilerin önü, emperyalist işgalciler kadar, Osmanlı Sarayı’nın Vahdettinleri, Damat Feritleri, Ali Kemalleri, Kuvayı İnzibatiyecileri, Anzavur Ahmet çeteleri ile gerici isyancılar ve emperyalizmin kadim işbirlikçileri dinci yapılanmalar tarafından da kesilmek istendi. Tıpkı bugün ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’nin önünün kesilmek istenmesi gibi. Tıpkı Kurucu Genel Başkanımız Prof. Dr. Muammer Aksoy’un Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurduktan 8,5 ay sonra katledilmesi gibi. Tıpkı kurucumuz Doç. Dr. Bahriye Üçok’un, Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın paramparça edilmeleri, Genel Başkanımız Şener Eruygur ve pek çok yöneticimizin iktidar destekli FETÖ kumpas davaları ile zindana atılmaları gibi…

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için, Toros dağlarında, Istrancalarda, Kaçkarlarda, Antep’te, Ege’de yanan çoban ateşleri umut ışığı olmuş, yurdun her köşesinde kurulan Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak cemiyetleri ile Kuvayı Milliye örgütleri O’nun milletin azim ve kararını harekete geçirme çabasına omuz vermede halka önderlik etmişti. Günümüzde de ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ, Mustafa Kemal’in Askeri olan on binlerce üyesi ve bugünün Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olma bilinci ile Atatürk’ün 20 Ekim 1927 günü GENÇLİĞE HİTABE’si ile verdiği görevinin başında, Milletinin hizmetindedir.

103 yıl önce güneş bir 19 Mayıs sabahı Samsun’dan doğmuştu.

O GÜNEŞ YENİDEN DOĞACAK, inanıyoruz.

Çünkü; Ulusumuza güveniyoruz. Çünkü Türk Ulusu “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile,
âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” 
diyen o büyük devrimciyi
hiç yanıltmadı, yine yanıltmayacaktır.

19 Mayıs 1919’da Samsun’dan yola çıkan Mustafa Kemal Paşa ile dava ve silah arkadaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti’ne kanları ve canlarıyla yaşam veren Kemalist Devrimcileri şükran ve saygıyla anarken;

  • ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİMİZ’in kurucularını ve ödenemez emekleri ile bugüne ulaştıran yüz binlerce Atatürkçüyü minnetle yad ediyor, yaşamlarını sürdürenlere sağlık ve esenlik diliyoruz.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak;

  • KEMALİZM’in namus sesini bir SİS ÇANI gibi yurdumuz semalarına asma
  • Ve yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşma azim ve kararımızı yineliyor,

Aziz Milletimizin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyoruz.

Saygılarımızla…

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ
===========================================
Dostlar,

Yukarıdaki iletiyi biz de bütünüyle (“aynen” yerine) benimsiyor ve paylaşıyoruz.

Değerli meslektaşımız, ADD Genel Başkanı Sayın Dr. M. Hüsnü Bozkurt ve çalışma arkadaşlarını, ölçüsüz özverileri, kısa sürede ulaştıkları somut ve büyük başarı nedeniyle içtenlikle kutluyoruz. Bundan sonraki hizmetleri için de gönülden destekliyoruz.

Ulusumuzun da ADD’yi bu tarihsel – ulusal savaşımında gereğince ve yeterince destekleyeceğini umuyor ve çok kıdemli bir ADD üyesi / neferi olarak bu çağrıyı bir de biz yapıyoruz.

Çalışmaları ve nasıl destek olabileceğinizi görmek için lütfen ADD web sitesini ziyaret ediniz :

www.add.org.tr..

Üye olmak, bağış yapmak, burs vermek, duyuruları – yazıları…. paylaşmak için…

CIA Ankara istasyon Şefi Graham Fuller, 2008’de Türkçeye çevrilen “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabından : (Bu tweet iletimiz 32 bini aşkın insan tarafından okundu..)

  • “Türkler Kemalizmi terkedip ılımlı İslamı benimsemeli. Ilımlı İslam Kemalizmi silme amaçlı karşıdevrim ve karşısında Türk ordusu ile ulusalcı aydınlar; tasfiye edilmeleri gerek”

ADD saflarında ULUSAL BİRLİK dışında kurtuluş var mı??
Batı emperyalizmi Sevr‘i çöpe atmadı…
Vargücüyle uygulamaya çalışıyor, gecikmeyle de olsa.
***
Güncelliği nedeniyle buraya ekleyelim :

Eğer Atatürk Havaalanını pistlerini kırarak ranta açmak / yağmalamak VATAN HAİNLİĞİ değil ise, başka hiçbir şey değildir!
Bu işi yapanlar gerçekten vatan haini değil iseler, bunu kanıtlamak için derhal yıkımı durdursun!

Sevgi ve saygı ile. 21 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD Bilim Kurulu 2. Başkanı, 30 yıllık üye / nefer
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik