Etiket arşivi: Kuvayı Milliye Destanı

CUMHURİYETİN KAZANILDIĞI TOPRAKLAR

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı

Ulusal Kurtuluş Savaşımız göz yaşartıcı kahramanlıklarla doludur. Bu savaşı en iyi anlatan da Nazım Hikmet’tir. Memleketimden İnsan Manzaraları adlı yapıtında en önemli bölüm Kuvayı Milliye Destanı’dır. Bu destansı savaşı anlatanlar ne yazık ki “Vatan, Millet, Sakarya edebiyatı” yapmakla eleştirilir, Hatta alay edilir.

Ulusal Kurtuluş Savaşımız gerçekte büyük ölçüde Sakarya nehri ve kolları çevresinde gerçekleşir. Benim askerlik görev sürem de işte bu coğrafyada geçti. Yedeksubay Okulum Polatlı Topçu ve Füze Okuluydu. Üstelik tam da Sakarya Savaşının yıldönümüne rastlayan günlerde… Hem savaş alanlarını çok iyi tanıdık, hem de Taktik derslerinde savaş ile ilgili ilginç değerlendirmeler yaptık. 22 gün ve gece süren savaş sırasında 15 kez el değiştiren Karatepe, Mangal Dağı ve Haymana sınırlarına uzanan savaş alanını tanıdık. Acıkır denilen çorak alanda top atışları yaptık. Şimdi Ankara yolunun kenarına dikilen çok katlı binalar nedeniyle neredeyse hiç görünmeyen Sakarya anıtı ve şehitliğini, “subay savaşı” adı verilen bu kanlı savaştaki şehitler listesi ile bu listedeki azınlıklara mensup şehitlerin isimlerini okuduk. Silah yokluğunda elbise ve silahları ile kaçanların infaz edildiği “İnfaztepe”yi gördük.

Yedeksubaylık görevimi ise Sakarya Nehrinin denize kavuştuğu Adapazarı’nda yaptım. Adapazarı olayının anlatacaklarımla pek ilgisi görünmeyebilir. Başkomutanlık Meydan Muharebesi adını verdiğimiz savaşın geçtiği alanı görenler, savaş alanının çevresindeki tepelerde taşlarla yazılmış sayılar görecektir. Bu sayılar savaşa katılan birliklerin numaralarıdır. Bu savaş alanında yakın zamanlara dek yapılmayan müthiş 30 Ağustos Zafer bayramı törenleri yapılırdı. Bu törenlere tepelerde taşlarla yazılı birliklerin sancakları ile birlik komutanları katılır, esas tören birliklerini ise savaş alanına en yakın birlikten gelen Alay düzeyindeki birlik oluştururdu. İşte savaş alanına en yakın ve savaşa katılmış birlik de bizim Adapazarı’ndaki Alayımızdı. Törenlere yaklaşık bir ay kala birliğimiz (Bir piyade alayı, bizim topçu taburumuz ve mekanize bölüğümüz) tören alanına giderek yaklaşık 1 ay bu tarihsel topraklarda çadırlarda tören hazırlıkları ile geçirdik.

İlginçtir, üniversite yıllarımda ilk stajımı da yine aynı zaman dilimine rastlayan günlerde Afyon’da yapmış ve savaş alanlarını tanımıştım. Çadırlı ordugahta kaldığımız günlerde törene katılacak bütün araçlarımızın bakımı (yeniden tümüyle boyanması dahil) tören geçiş hazırlıkları, günlük eğitimler yanında savaş alanlarını tek tek tanıdık. Savaş alanına yakın bir pınardan akmaya başlayan derecik Sakarya Nehrinin öbür kolu Porsuk nehrinin başlangıç noktasıydı. Gediz Nehri ile Küçük Menderes Nehri de bu bölgeden doğuyordu. Şimdi baraj suları altında kalan bölgeye Dumlupınar adı verilmesi de bu su kaynakları nedeniyledir. Ancak bizim ordugah bölgemizde içme suyu olmadığı için Çalköy ilerisindeki cılız bir çeşmeden kağnıları seyrederek su doldururduk.

Savaş alanı Kütahya, Uşak, Afyon illerinin kesim noktasında, ancak ıssız bir alandaydı. Her yan şehitliklerle doluydu. Kent Sancaktar Mehmetçik Anıtı, Yüzbaşı Şekip Efendi Anıtı, eski adı Küçükköy olan Yıldırım Kemal şehitliği, Çalköy müzesi, Zafertepe’deki Atatürk’ün Savaş İdare yeri ve Zafertepe anıtı, Dumlupınar’daki Atatürk müze evi. Dumlupınar meydanında “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri Anıtı (İTÜ Öğretim Üyesi Heykeltraş Prof. Dr Yavuz Görey yapmış), Büyükkalecik Köyündeki Yüzbaşı Agah Efendi Şehitliği, Tınaztepe, Kocatepe, Çiğiltepe ve sonradan yapılan Dumlupınatr şehitliği…

Çadırlı ordugahta bulunduğumuz süre içinde çevre köylüler tarlalarda buldukları savaş kalıntılarını getirip teslim ederler biz de postal, çarık, matara, kemer tokası, mermi kalıntısı kemik vb. kalıntıları Dumlupınar müzesine teslim ederdik.

Çadırlı ordugahta bulunduğumuz bir aya yakın sürede bu kuş uçmaz kervan geçmez yere neden geldiğimizi pek kavrayamamıştık. Taa ki 30 Ağustos sabahına dek. 29 Ağustos akşam üzeri savaş alanının yanındaki boş yere önce kamyonlarla satıcılar gelip satış yapacakları çadırları kurmaya başladılar. Tam bir panayır oluştu. Müthiş bir Pazar yeri kuruldu. 30 Ağustos sabahı çok erken saatlerde yoğun bir uğultuyla uyanarak çadırlarımızdan çıktık. Ortalık kamyon, kamyonet, minibüs, kağnı, at, eşek, minibüs ve otomobil kaynıyor hepsinin kasalarından adeta insan fışkırıyordu. Belki yüz bin kişi bir anda töreni en iyi seyredecek tepeleri doldurdu. Bir bölümü çadırlarımızın bulunduğu bölgeye gelip bize hediyeler veriyordu. Önemli bir kesiminin babası – dedesi savaşı yaşamış, dinlemişlerdi. Hiç bu denli coşkulu bir bayram kutlaması görmemiştim. Törene katılan kalabalık, tören geçişinin sona ermesinden sonra panayır bölgesini de gezerek saatlerce bölgeden ayrılmadı.

Aynı günün akşamı kurulan alçakgönüllü sofrada o gün rütbe alan subaylar yıldızlar altında yeni yıldızlarını omuzlarına takarak kutlamaları kabul ediyorlardı. Bu olayı yaşamadan Kurtuluş Savaşımızın kutsallığını kavramak acaba olası mıdır? Bölgeyi çok iyi tanıdığım için, yıllarca her 26 Ağustos ya da Zafer Bayramı öncesi bölgeye yapılan gezilere rehberlik yaptım. Pek çok ziyaretçi geziyi gözyaşları ile sürdürdü.

Her gezide şunu söylemişimdir: Halkımız her yıl milyonlarca Doları kilometrelerce uzaktaki “Kutsal Toprakları” ziyaret ederek “hacı” oluyor. Acaba Anadolu’nun bağrındaki bu kutsal toprakları gezip görmeden bu ülkeye sahip çıkılabilir mi?

Bir başka acı olayı da not etmeden geçemeyeceğim : Yakın yıllara dek kanlı savaşların geçtiği bu bölge, görkemli bir buğday ekim alanıydı. Tarımda ürün yerine tapuya destek verilmesi politikaları nedeniyle, artık, kanla sulanan bu kutsal topraklar verimsizliğe ve kimsesizliğe terk edilmiş durumda.

Yakın zamanlara dek Afyon kent girişlerinde çok büyük tabelalarda “Cumhuriyetin Kazanıldığı Topraklardasınız” yazısı göze çarpardı. Son yıllarda bu tabelalar bakımsızlığa terk edildi. Buna karşılık Isparta ilinde Afyon’a gönderme olarak “Saidi Nursi’nin Yaşadığı Topraklardasınız” yazıları görülmeye başladı.

  • Cumhuriyetin Kazanıldığı Topraklara sahip çıkamayanlar, Cumhuriyete de sahip çıkamaz…

Büyük Zaferin YÜZÜNCÜ YILINDA bize bu utkuyu (zaferi) armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile dava ve silah arkadaşlarını, kahraman şehitlerimizi, merhum gazilerimizi saygıyla anıyorum.

26 Ağustos – 9 Eylül 1922 Döneminin Yakın Tarihimizdeki Yeri..

Söyleşi : 26 Ağustos – 9 Eylül 1922 Döneminin Yakın Tarihimizdeki Yeri..

Dostlar,

3 yıl önceki kapsamlı söyleşimizi, güncelliğini koruduğu için yeniden yayınlıyoruz.
Söyleşi fırsatı veren Sn. Mustafa Aydınlı’ya ve yayınlayan Çorlu DEVRİM Gazetesine teşekkür ederiz.

Büyük Zafer 100 yaşında! Ne denli övünsek yeridir..

Başkumandan, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere tüm komutanlara, subaylara, erlere, sivil kahramanlara, şehitlerimize, merhum gazilerimize minnet ve şükranımızı ödemenin tek 1 koşulu var :

Büyük Zaferin kazanımlarını sonsuza dek korumak..
Aksi açıkça GAFLET + DALALET + İHANETTİR!

Sevgi ve saygı ile. 26 Ağustos 2022, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

******

Sorular : Mustafa AYDINLI, E. Öğretmen – Yazar

Yanıtlar : Prof. Dr. Ahmet Saltık, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
ve Mülkiyeliler Birliği Üyesi (Ankara Üniversitesi SBF – Mülkiye mezunu)
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Mustafa AYDINLI : 26 Ağustos 1922’nin 95. yılındayız.. Nedir esprisi bu tarihin?

Çorlu Devrim Gazetesi
adına size soralım.. (5-6 Eylül 2017 günlerinde yayınlandı)

Prof. SALTIK : Alpaslan’ın ordusunda sağ kanat komutası, bizim ailemiz – soyumuz olan Saltukoğulları’nda idi. Romen Diyojen komutasındaki Bizans orduları yenilerek Anadolu kapıları açıldıktan sonra Alpaslan, Saltukoğullarını Erzurum yöresinde bıraktı ve arka cepheyi onlara emanet etti (1071).

Ertesi yıl (1072’de) Erzurum’da Saltukoğulları Beyliği – Devleti kuruldu ve Anadolu içlerine ilerleyen Alpaslan ordularına arkadan askeri koruma sağladı. Bu Beylik – Devlet 130 yıl yaşayarak 1202’de Büyük Selçuklu Devleti saldırıları ile yıkıldı ve Anadolu’daki dağınık Beylikler düzeni 1299’da Osmanoğulları Beyliğinin öncülüğü ile birleşerek devletleşmeye yöneldi.

Evet, tam 95 yıl önce 26 Ağustos sabahı, Afyon Ovasında cehennem gibi bir savunma savaşı başlatılmıştı. Dönemin dünya hegemonu İngiltere (günümüzde ABD… yarın hangi ülkeler??), Yunanistan’a Batı Anadolu’yu vaadetmişti. Böylelikle, Megali İdea denen Büyük İdeal gerçekleşecek, Ege bir Yunan iç denizi olacak ve yüzyılların hülyası Büyük İyonya yeniden kurulmuş olacaktı. 1830’lara dek yaklaşık 400 yıl Osmanlı valileriyle yönetilen Yunanlar, bölüşülen Osmanlı İmparatorluğu topraklarından önemli bir pay kapacaklardı. Böylesine tarihsel fırsatlar ender düşerdi. Dolayısıyla uğruna neler feda edilmezdi ki! O zamanki nüfuslarına göre (1930-34 döneminde 6,5 milyon nüfus!) çok ciddi bir rakam olan 250 bin kişilik ordu hazırlayıp 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ettiler. Ağababaları İngiltere silah ve mühimmat da satacaktı kendilerine.. İşgal Batı Anadolu’da yayıldı. 1921 yazında Polatlı’ya dek uzandı. Bir de Trabzon tarafında Rum Pontus devleti kurulacaktı ki, Kral Venizelos yönetimindeki Yunanlar için Zeus ve yardımcısı Tanrılar seferber olmuştu adeta!

O Venizelos ki, 1934’te T.C. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK’ü NOBEL Barış Ödülüne aday gösterecek denli uygardı..

Mustafa AYDINLI : AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan neden Afyon’a – Dumlupınar’a gitmedi de Malazgirt’e gitti 26 Ağustos günü?

Prof. SALTIK : Erdoğan’ın, 95 yıl öncesinin yakın tarihi dururken, çok kanlı savunma savaşı verdiğimiz Afyon Ovası’na, Dumlupınar’a.. gitmek varken, bin yıl öncesine adeta mistik bir referans ile kalkıp Malazgirt’e gitmesi pek çok bakımdan sığ siyaset kokuyor. Oysa Mustafa Kemal Paşa Büyük Taarruzu başlatmak için 26 Ağustos gününü (1922) bilerek seçmişti. Malazgirt zaferi 1071’de o gün kazanılmış ve Anadolu yurt tutulmuş, giderek vatan yapılmıştı. 1200’lü yıllardan başlayarak da Batılı tarih kaynakları – uzmanları Anadolu için Turchia” demeye başlamışlardı : Türk yurdu!

Erdoğan vb. nin çok öykündüğü Osmanlı Devleti ise, 621 yıllık yaşamının ardından 10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşması ile tarihin mezarlığına yollandığında, Ön Türkleri (Poto Turcs) bir yana koyarsak[1], bin yıllık Yurt da yeniden Batı emperyalizminin eline, Diyojen’in torunlarının işgaline geçiyordu! Son Padişah Vahdettin Sevr’e onay vermiş, Anlaşmaya resmen imza konmuştu.

Açıkçası Sevr, Alpaslan’ın 26 Ağustos 1071 Malazgirt utkusunun (zaferinin) rövanşı idi;
Batılılarca yaklaşık bin yıl sonra alınan! Mustafa Kemal Paşa bu tarih bilinciyle, yüreği yangın yeri; Bin yıllık Malazgirt zaferinin rövanşını Batı emperyalizmine kaptırmamak için 26 Ağustos gününü seçmişti Büyük Taarruz için (1922)!

Mustafa AYDINLI : Sayın Erdoğan’a ne söylemek istersiniz bu bağlamda ?

Prof. SALTIK : Senin Cumhurbaşkanı olduğun devlet 26 – 30 Ağustos 1922 zaferi ile kuruldu, 1071 ile değil. Önce T.C. kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK‘e tarihsel saygını – vefanı göstereceksin. Ama AKP = RTE, Mustafa Kemal Paşa’ya 1934’te TBMM tarafından Soyadı Yasasıyla verilen yasal soyadını bile bir türlü kullanmıyor! ATATÜRK demeye dilinin ucu ile bile asla yanaş(a)mıyor!

Kalkıp Diyarbakır’da 1 Nisan 2017’de 1 Nisan şakası yaparcasına (!) Kürt kökenli yurttaşların çoğunlukta olduğu bölgede, acı veren bir siyasal opportünizm örneği olarak ‘‘Tek millet” diyor ama dönüp ‘‘.. bakın Türk demiyorum..’‘ diye vurgulayarak açık etnik duygu sömürüsü yapıyor.. (http://ahmetsaltik.net/2017/04/02/pamukoglu-hayir-onde-yuzlerinden-belli/)

Malazgirt meydanında şu veya bu bildik yöntemlerle toplanan kalabalığın Erdoğan dahil ne kadarı bu yalın tarihsel gerçekleri biliyor? Her yer İHO – İHL yapıldı.. Çocuklar doğru dürüst tarih mi okuyabiliyor?? Tabii böylelikle kitleleri meydanlara toplamak da kolay, yüksek dozda hamaset ile beyinlerini yıkamak da.. Kurgulanan da tam da bu korkarız, galiba değil; korkarız! Yaaa, işte böyle AKP Genel Başkanı Erdoğan… Şimdi danışmanları haşlama – ayıklama zamanı! Çıplak gerçek çok daha ağır ve olduğu gibi yazılmalı, not düşelim :

  • Tarihi çarpıtarak gerçekte kitlelerin beyin iğfalidir; 26 Ağustos 2017’de Malazgirt’te yapılan..
  • Siyaseten! Neciiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiip mi necip milletimize armağan, yapanlara da afiyet olsun!

Mustafa AYDINLI : Büyük Taarruz nasıl yürütüldü ve sonuçları neler oldu?

Prof. SALTIK : Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa savunma savaşını fiilen cephede yönettiği için, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İNÖNÜ) bu savaşa “Başkumandan Muharebesi” adını verdi. Mustafa Kemal Paşa, 04 Ekim 1922’de TBMM’de Büyük Taarruz’u anlattığı konuşmasında, bir yıl önce Başkomutan atanırken söz verdiği gibi “Yunan Ordusunun harimi ismetimizde tamamen boğulduğunu” açıkladı. 1922 Büyük Taarruz ise Türklerin Anadolu’da yeniden tutunmalarını sağladı.

Büyük Taarruz bir “mevzi” savaşı değil, “düşmanı imha” savaşıdır, “topyekûn” bir savaştır. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz’la, yenilmiş – dağıtılmış – silahları elinden alınmış – subayları tutsak edilmiş bir orduyu baştan kurarak Batı emperyalizmine karşı ilk kez, Çanakkale savunmasını da katarsak 2. kez büyük bir utku kazandı. Ordularına ”Hat’tı savunma yok; sathı (vatan yüzeyini) savunma var; o satıh tüm vatandır!’’ diyerek dünya askerlik tarihinde örneği olmayan emirler verdi. Büyük Taarruz’u tarihte benzersiz kılan, bu özellikleridir; tüm mazlum uluslara örnek olmuş, bağımsızlık savaşımlarında güç ve esin kaynağı, güdülenme (motivasyon) sağlamıştır.

Sakarya Meydan Savaşı ile Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki Türk Orduları stratejik bir başarı sağlamışlardı. 22 gün – 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı ve onu izleyen başarıların gerçek anlamını kavrayabilmek için bu gelişmeleri ulusal sınırları aşan ölçekle değerlendirmek gerekir. Emperyalizme karşı sıcak savaşta kazanılan bu tarihin 2. büyük kara zaferi ile (ilki Çanakkale deniz ve Gelibolu kara savunması – 1915), sömürülen tüm doğu halkları, Mustafa Kemal’de bir öncülük, bir gün bağımsızlığa açılacak olan girişimin, bağımsızlık güllerinin ışıklarını görüyorlardı.

Falih Rıfkı Atay Çankaya adlı kitabında şunları kaydetmişti (syf. 363):

  • “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak,
    şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak,
    belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”

Mustafa AYDINLI : 9 Eylül’e uzanan süreç? ?

Prof. SALTIK : Sakarya Meydan Savaşı’ndan yaklaşık 13 ay sonra, 95 yıl önce 26 Ağustos 1922 sabahı, şafak atarken bu kez yine Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusu, Sakarya’dakinin dört katı dolayında asker ve çok daha güçlü lojistik destek ile, cehennem gibi top atışlarıyla, işgal ettikleri Türk yurdunu Yunan askerlerine cehennem etmeye başlamıştı. Öylesine berkitilmiş (müstahkem) askeri mevziler yapmışlardı ki Yunanlar; kolay kolay 6 aydan önce hiçbir saldırı çökertemezdi. Ne var ki yalnızca 4-5 gün dayanabildiler. 30 Ağustos günü arkalarını dönmüş, her yeri yaka – yıka Afyon ovasından Ege’ye doğru kaçmaya başlamışlardı. Ordu komutanı general Nikolaos Trikupis bile tutsaktı ve Mustafa Kemal Paşa’nın çadırında konuk edilmiş, kahve ikram edilmiş, kılıcı dahi alınmamıştı. Atina’daki başkomutan Hacı Anesti öfke bunalımlarındaydı. General Trikupis, ölene dek her yıl 10 Kasım’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve giderek saygı duruşunda bulundu.

Büyük Taarruz sürdürüldü ve kaçabilen Yunan birlikleri 9 Eylül 1922 günü İzmir’de denize döküldüler. O gün, salt Türkiye ve biz Türkler için değil, dünya tarihi açısından da bir dönemeçtir. Hem bizim hem Yunanların (Yunanların değil!), hem de emperyalizmin sömürgesi mazlum uluslar için bağımsızlık savaşımı meşaleleri yakılmıştır.

Başta Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, utkuda (zaferde) belirleyici işlev gören Fahrettin Altay paşa ve süvarilerine, emeği geçen her-ke-se, şehit ve merhum gazilerimize vefa borcumuzu ödeyebilmenin tek 1 yolu var.. Atatürk’ün belirttiği gibi Türk Ordusunun utkusuyla (zaferiyle) sonuçlanan Büyük Taarruzdaki temel amaç, yalnızca düşmanı yenmek değil;

  • Kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak” olduğuna göre,

Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi ”kayıtsız şartsız bağımsız” bir Devlet olarak sonsuza dek hep ilerleme içinde yaşatmak, çağdaş uygarlık düzeyinin ötesine taşımak, hepimizin tarihsel borcudur! Gerisi hamasi söylevler, boş laflardır.

Mustafa AYDINLI : Son olarak eklemek istediğiniz?
Prof. SALTIK : Büyük yurtsever ozanımız Nazım Hikmet’in (RAN) dillere destan Kuvayı Milliye destanından bir alıntı yapmadan olmaz…

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında O’nu gördü.
Paşalar O‘nun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: “Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.

Reis ”..solcular vatansever olamaz…” buyurmuş.. Yukarıdaki dizeler vatan aşkı dışında hangi duygularla yazılabilir? Nazım Hikmet’in vatan aşkını sorgulamak hiç kimsenin haddi değildir. Ağzına ”Türk” sözcüğünü almaksızın, özellikle ”… bakın Türk demiyorum!” dahi diyebilen ülkemiz yöneticileri (http://ahmetsaltik.net/2017/04/02/pamukoglu-hayir-onde-yuzlerinden-belli/) Hacca da gitseler ihramlara bürünerek, 26 Ağustos’larda Malazgirt’e de gitseler, 26 Ağustos’un ruhu ile barışık olmadıklarını yadsıyamazlar; bu çok vefasızca, hatta utandırıcıdır. Türk Ulusu böylesine bir aşağılanmaya asla yaraşır olmadığı gibi, kabul de etmeyecektir..

Mustafa Kemal Paşa‘nın kurduğu bu devlette, demokratik cumhuriyetin nimetleriyle ATATÜRK‘ün koltuğunda oturan Erdoğan’ı bu davranışları nedeniyle esefle karşılıyoruz, kendisini tarihsel gerçeklerimize saygılı olmaya, insafa ve vefaya çağırıyoruz.

Büyük Atatürk’ün demesiyle;

  • “Amacımız ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü,
    aynı zamanda da tam egemenliğimizi elde etmektir.
    Bizi bu amaçtan alıkoyacak herhangi bir güce karşı savaşacağız.”

Ulusal kurtuluş savaşımının önderi, düşmanı salt askeri olarak yenmenin yetmeyeceğini, Osmanlı İmparatorluğu deneyiminden ötürü çok iyi biliyordu. Askeri alanda öngörülen taktik ve stratejik planların siyasal alanda da uygulanması gerektiğinin bilincindeydi. 1. Dünya Paylaşım Savaşının yenileni (mağlubu) 4 devletten salt Türkiye, kendine yengin (galip) devletlerin zorla imzalattıkları Sevr Anlaşmasını yırtıp Lozan’ı kabul ettirerek savaştaki zaferinin ardından bir de diplomasi zaferi eklemiştir. 1. Dünya savaşının 4 yenileninden Almanya Versay, Avusturya St. Germain, Macaristan Trianon ve Bulgaristan Neuilly Antlaşmalarının kendilerine uygulanmasını engelleyememişlerdir.

Bize tam bağımsız bir ülkenin çocukları olma hakkını veren başta Mustafa Kemal Paşa ile silah – dava arkadaşlarını, acılı ve yorgun savaşçılarını, İskilipli Atıf gibi sözde hocaların aldatmasıyla  yurt savunmasından kaçmayan Mehmetçiklerimizi, şehitlerimizi ve merhum gazilerimizi sonsuz bir minnetle-şükranla anıyor, sevgin (aziz) anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ diyoruz Büyük Atatürk gibi..
Savaşı, Ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe cinayet görüyoruz büyük komutan Atatürk gibi.

BÜYÜK TAARRUZ’UN ve 30 Ağustos, 9 Eylül zaferlerinin 95. Yılı Ulusumuza ve dünyaya KUTLU OLSUN diyoruz bir kez daha.. 15 Mayıs 1919’da başlayan İzmir’in – Ege’nin işgali, ancak 3,5 yıl sonra 9 Eylül 1922’de sonlandırılabildi ve İzmir’in dağlarında çiçekler açtı..

  • Yaşşa Mustafa Kemal Paşa, yaşşa Mustafa Kemal Paşa, yaşşa Mustafa Kemal Paşa!

Mustafa AYDINLI : Teşekkür ederim..

Prof. SALTIK : Ben de hem size hem Çorlu Devrim Gazetesine teşekkür ederim.
============================
[1]  1071 yılı, Müslüman Türklerin Anadolu’ya ilk gelişlerinin tarihidir. Türkler milattan önce 13 bin yılında Anadolu’ya gelip, Anadolu’nun dip kültürünü oluşturdular. Ön Türkler Anadolu’ya göçebe olarak değil, göçmen olarak geldiler.

BÜYÜK TAARRUZ BAŞLARKEN SÜLEYMANİYELİ ŞOFÖR AHMET’İ NASIL BİLİRSİNİZ?

Dr. Noyan UMRUK

Bugün 26 Ağustos 1922 sabahı saat 05.30…
Büyük Taarruz başlıyor Afyon-Kocatepe’den …
30 Ağustos 1922′de Dumlupınar(Başkomutanlık) Meydan Savaşı…
“Makus talihi” aslanlar gibi yenerken,
Emperyalizmin çanına ot tıkarken,
Dünyanın tüm mazlum milletlere ilham verirken, 

Muhteşem bir destan… Sayısız meçhul kahraman…

Koca Nazım Kurtuluş’un meçhul kahramanları ile gönül bağımızı destansı bir üslupla “Kuvayı Milliye Destanında” hem gerçekçi hem sıcacık bir duygusallıkla kurar.  

Onlar bizlerden birileridirler aslında ama iş başa düşmüştür… 

Topçu evvel mülazımı Hasan, Manastırlı Telgrafçı Hamdi Efendi, Antepli Karayılan, çocuk yaştaki Adapazarlı Kambur Kerim, Arhavili İsmail, İzmirli tornacı- helalinden manga komutanı Ali onbaşı, Süleymaniyeli Şoför Ahmet ve daha niceleri… 

Gelin bugün, o unutulmaz günlerin anısına Süleymaniyeli Şoför Ahmet’i analım:

 

922 ağustos ayı ve
Şoför Ahmet ya da
bir âletle bir insanın hikâyesi

«6 ağustos emri» verilmiştir.
birinci ve ikinci ordular, kıt’aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
98956 tüfek,
325 top,
5 tayyare,

kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vakarlı kudretini resmen biliyordu :

«6 ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
«… ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
ve cem’an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar serî otomobil…» diye bahsediliyordu.
ihzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda Ahmet’in kamyoneti,
insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
Afyon – ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.
Ahmet’in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.

bu şarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.
vantilâtörde adedi devir
düşüyor gibi.
arkadaşlar ileri geçtiler.
ay battı.
manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.
sen süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip bücür’ü,
kalk,
sıra servilerin önünden yürü,
çeşmeyi geç,
mektep bahçesi, medreseler,
orda, harbiye nezareti’nin arka duvarında
siyah çarşaflı bir kadın
çömelip yere
darı serper güvercinlere

motor mızıkçılık ediyor,
bizi dağ başlarında bırakacak meret.
ne diyorduk oğlum Ahmet?
dökmeciler sağda kalır,
derken, uzunçarşı’ya saparken,
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«hikâyei billûr köşk»,
altı cilt «tarihi cevdet»
ve «fenni tabâhat».
tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
yani yemek pişirmek.
hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.

ilerde bir süvari kolu gidiyor,
saptılar sola.
uzunçarşı’yı dikine inersin.
sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
ve sen istanbullu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın istanbullulara :
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
rüstem paşa camii. urgancılar.
urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
zindankapı, babacafer. uzakta balıkpazarı.
kuruyemişçiler. yemiş iskelesindeyiz :
sandalları, mavnaları, güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz.
sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
inip baksam…
yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
eyüp’te niyet kuyusu’na gittikti.
elleri yumuk yumuk, bacakları biraz çarpıktı ama,
yeşil zeytin tanesi gibi gözler. kaşları da hilâl gibi çekikti.
tam kasımpaşa’ya yaklaştık, beyaz başörtüsü…
lastik hava kaçırıyor. derdine deva bulmazsak eğer…
dur bakalım babacafer…
üç numrolu kamyonet durdu.
karanlık. kriko. pompa. eller.

küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
ahmet hatırladı : bir gece nüzüllü babaannesini
sedirden sedire taşırken kadıncağız…
iç lastik boydan boya patladı.
yedek? yok.
dağlarda avaz avaz imdat istemek?
sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
hem, hani bir koyun varmış, kendi bacağından asılan bir koyun.

süleymaniyeli şoför ahmet soyun…
soyundu. ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
ahmet’i postallarının üstünde çırılçıplak bırakarak
dış lastiğin içine girdiler, şişirdiler.
bu şarkı nihaventtir. deniz kıyısında bir şehir…
beyaz başörtüsü… saatta elli yapıyoruz…
dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför ahmet’i,
dayan arslan…
hiçbir zaman böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan hiçbir âleti… 

İşte İstanbul çocukları böyledir, ayakları yerde, kafaları hayallerdedir… Şu şehr-i İstanbul ki; uzak diyarlarda da olsalar hiç çıkmaz akıllarından. Sanırsınız ki, işleri dalga dümendir. Ama, bir kere zoru gördüler mi, hiçbir şey kurtulmaz bıçkın duruşlarından… 

Ya şimdilerde “hal-i pür melalimiz…”
Niçin yaşarmakta mı gözlerimiz?
Ne demiş şair: “Melali anlamayan nesle aşina değiliz…”

BİR ZAMANLAR 30 AĞUSTOS

Dostlar,

5/6 Eylül 1922 gecesi de sürüyordu büyük kovalamaca Ege topraklarında..
İkiyüz bine Mehmetçik, katmıştı önüne ikiyüzbini aşkın işgalci palikaryayı..
Sürüyordu Ege denizine doğru.. 400 km yol tüm olanaksızlıklara ve zorluklara karşın geçilecek ve düşman denize dökülecekti. Başkumandanın emri kesindi 30 Ağustos Zafer ardından :

  • Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!..

Dünya tarihinde benzersiz o anları Nazım Hikmet ölümsüzleştirdi Kuvayı Milliye Destanı ile. E. General Sn. Dr. Noyan Umruk da 96 yıl sonra derin bir özdeşim (empati) ile bir kez daha yazdı ABC Gazetesinde.. Onbinlerce şehit – gazinin ödenemez borçları adına hulu ile bir kez daha okunmalı ve vatan için ne gerekiyorsa yapılmalı.. Biz de bu çok önemli tarihsel süreci salt 30 Ağustos ya da 9 Eylül’de bırakmak istemiyoruz.. Bu aralığa yayarak hemen her gün sitemize seçtiğimiz yazıları koyuyoruz.. Teşekkürler değerli Paşamız, Tarih doktoru Sn. Umruk..

Sevgi ve saygı ile. 06 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
========================================

BİR ZAMANLAR 30 AĞUSTOS…


Dr. Noyan UMRUK
E. General
ABC GAZETESİ, 28.08.2018  

Evet, “Büyük Taarruz” başlıyor… 30 Ağustos, yakın tarihimizin dönüm noktası…

”Makus talihimizin” yenildiği, diğer bir deyişle emperyalizmin çanına ot tıkandığı gün…

Kuvayı Milliye Destanını” küçümsetmeye çalışanları nafile çabalarıyla baş başa bırakıp, sözü büyük Ozan’a bırakalım; eşsiz dizeleriyle büyük utkuyu, daha içten anlatan çıkmadı çünkü…

Ateşi ve ihaneti gördük

Dayandık her yanda,

dayandık İzmir’de, Aydın’da

Adana’da dayandık,

Dayandık, Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te

Sarışın bir kurt: Başkumandan…

 Dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında O’nu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
paşalar : «üç,» dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar,
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe’den afyon ovası’na atlıyacaktı.
Dünyanın hiç bir ordusunda bir nöbetçi, şairinin ağzından, dizeleri inci taneleri gibi dizerek, başkumandanını bu denli sade, derin ve de yürekten bir  sevgi ile anlatamadı…
Sarışın Kurt’un Memetçikleri…
saat 3.30.
izmirli ali onbaşı ve de mangası
karanlıkta göz yordamıyla
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer :
sağda birinci nefer
sarışındı.
ikinci esmer.
üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üstüne şarkı söyleyen.
dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
tezkere alıp Urfa’ya girdiği akşam.
altıncı, inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona «deli erzurumlu» derdiler.
yedinci, mehmet oğlu osman’dı.
çanakkale’de, inönü’nde, sakarya’da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.

Ya Süleymaniyeli şoför Ahmet…

lastik hava kaçırıyor.
derdine deva bulmazsak eğer…
dur bakalım babacafer…

üç numrolu kamyonet durdu.
karanlık.
kriko.
pompa.
eller.
küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken

sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet.
hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
süleymaniyeli şoför ahmet
soyun…

soyundu.
ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,

ahmet’i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.

Karayılan’ı kim unutabilir…karayılan «karayılan» olmazdan önce
umurunda değildi karayılan’ın
kıyamete dek düşmana verseler antep’i.
çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.

karayılan olmazdan önce
kara yılanın encâmını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini .
«ibret al, deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,

ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»
…Sonra;
«karayılan der ki : harbe oturak,
kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür…»

Memetçik böyledir işte… Sesi, sedası çıkmaz; böbürlenmeyi pek beceremez. Düşünürsünüz, düşündürür sizi…Acaba bu işleri bilerek mi yapıyor, yoksa ayırdında değil mi? Pek de anlayamazsınız…Ancak, sonucu görürsünüz… Kıbrıs Barış Harekatında da, ateş altında, bir elinde karpuz dilimi ya da üzüm salkımı, pikniğe gider gibi düşman üzerine gittiği  görülmüştür… Yeter ki başında adam gibi bir komutanı olsun…

Ve sonra, imparatorluğun küllerinden doğan, tüm “mazlum milletlere” örnek, yurttaşlarına kıvanç veren, genç, gürbüz, bağımsız, saygın bir Cumhuriyet

Ve sonra, 60 yılda, özellikle amcaları ile birlikte ülkeyi yönetenlerce son 15 yılda bakın ne hale getirildi Türkiye…

-“Tüm okulları imam-hatip okulları yapma şansını yakalayarak”, “sabileri” sefil eden alt üst edilmiş bir milli eğitim sistemi, tarikatlara, cemaatlara teslim edilmiş binlerce çocuk,

Cari açık, dış borç, “ne idüğü belirsiz” net-hata noksana dayanan bir ödemeler dengesi ile kağıttan kaplan, yeterince üretmeyen, teknolojik zaafiyet içinde krizlerle boğuşan ekonomik yapı,

– Zorunlu tüketim üzerinden toplanan dolaylı vergilere dayanan adaletsiz bir mali sistem ve son derece eşitsiz bir gelir dağılımı,

— Her tarafına yerleştirdikleri, tıkıştırdıkları Fetö’nün “ak çocukları” ve “yeşil zeytin kılıklı hainleri “ile sonTürk devletini allak bullak eden ne idüğü belirsiz, melanetinin ayrıntıları zamanla açıklığa kavuşacak kökü dışarıda bir darbe denemesi…

-Elbirliğiyle moralman ve yönetimsel olarak çökme noktasına getirilmiş, ama yine kuvvacı omurgası ile Fırat Kalkanı’nda herşeye rağmen etkinliğini gösterebilen bir ordu,

-Açıla saçıla, Doğu Akdeniz’den, Kıbrıs ve Türk dünyasına ve  Pekin, Moskova, Erivan, Tahran, Bağdat, Şam altıgenine değin tüm komşu ülkeleri ciddi tehdit haline getirip, Habur-Oslo-Şemdinli-G.Antep sürecinde PKK’nın da bu konjonktüre eklemlenmesine göz yumulması ile iflas etmiş güvenlik ve dış politika süreci,

-Zavallı bir ulusal istihbarat sistemi,

-Yüz verilince astarını isteyen PKK, İŞİD gibi mel’un terör örgütlerinin istedikleri yeri hallaç pamuğu gibi attıkları bir ülke…

Sonuç                   :

“Bir türlü kendilerine saygı ve şükran duyulamayan” Cumhuriyet kurucularınca emanet edilen Mısak-ı Milli’nin, ülkenin “bekası”nın ciddi tehdit altında sokulması…Şaşkın, tüm politik tercihlerinde, kararlarında yanılmış, “kandırılmış” bir iktidar…Darbe girişimine karşı milyonları meydanlara toplayan, ama bin bir bahane yaratılarak kutlanması diğer ulusal bayramlar gibi kadük edilen bir 30 Ağustos…Ülkenin namus, haysiyet günü…

Aman kutlanacak neyi kaldı demeyin. Yaşadığımız karanlık günler bu büyük ulusun, bu halkın okyanusları andıran tarihinde sadece bir virgül…Küllerinden doğmaya alışıktır bu millet…

Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz planı: Tarihe karşı sorumluluğu üzerime alıyorum

Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz planı: Tarihe karşı sorumluluğu üzerime alıyorum

hüner tuncer ile ilgili görsel sonucu

Doç. Dr. HÜNER TUNCER
AYDINLIK Gazetesi, 30.8.2018

Mustafa Kemal’in taarruz planını Nurettin Paşa dışında diğer komutanlar ve Yakup Şevki Paşa uygun bulmamış; bunun üzerine Mustafa Kemal, ‘Tarihe karşı bütün sorumluluğu ben kendi üzerime alıyorum’ demişti.

Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, düşman ordusu büyük ve kuvvetli bir grupla Afyon-Dumlupınar arasında bulunuyordu. Düşmanın diğer bir güçlü grubu da Eskişehir bölgesindeydi. Düşman cephesi Marmara’dan Menderes’e değin uzanıyordu.

Büyük Taarruz’dan önceki Batı Cephesi’nin genel mevcudu; 8.658 subay, 199.283 er, 67.974 hayvan, 45.530 ester ve beygir, 3.141 beygir arabası, 1.970 öküz arabası, 2.318 kağnı, 86 otomobil, 198 kamyon, 100.352 tüfek, 2.025 hafif makinalı tüfek, 839 ağır makinalı tüfek, 323 top, 5.282 kılıç ve 10 uçaktı.1 Yunan ordusunda ise; 6.418 subay, 218.205 er, 450 top, 90.000 tüfek, 3.139 hafif ve 1.280 ağır makinalı tüfek, 1.280 kılıç, 63.721 hayvan, 4.036 kamyon, 1.776 otomobil ve 50 uçak bulunuyordu.2 Tarafların insan, silah, araç ile gereç mevcutları kıyaslandığında; insan ve tüfek mevcutları birbirine yakın, ancak, hafif ve ağır makinalı tüfek, top, uçak ile motorlu araçlar Yunan ordusunda fazlaydı. Süvari sayısı açısından ise Türk ordusu üstündü.

Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Milli Savunma Bakanı ise Kâzım (Özalp) Paşa’ydı.

Doğu ve Güney Cephelerindeki bazı birlikler Batı’ya kaydırılmış ve böylelikle, Batı Cephesi’nde ilk kez 200.000’e yakın bir güç toplanmıştı. İstanbul’dan kaçırılan, Rusya’dan, İtalya’dan ve Fransa’dan alınan silahlarla ve yeni konan vergiler ile Hindistan Müslümanlarının verdiği parayla ordunun silah, cephane, araç, gereç, yiyecek, giyecek gereksinmesi karşılanmıştı. Top mermileri yontularak eldeki toplara uydurulmaya çalışılmakta, kırık dökük uçaklar onarılıp uçacak hale getirilmekteydi. Elde önce kırık, yırtık kanatlı iki uçak vardı; ancak, daha sonraları uçakların sayısı 15’e çıkartılabilmişti. Nakil araçları at, eşek ve kağnıdan ibaretti. Kamyon, otomobil hemen hemen yoktu. Erkekler askerde olduklarından kağnıların sürücüleri öncelikle kadınlardı. İşte, Ulusal Kurtuluş Savaşı bu koşullarda yapılmıştı!

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 16 Haziran 1922’de Büyük Taarruz’a karar vermiş ve bu kararını Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Milli Savunma Bakanı Kâzım Paşa’yla paylaşmıştı.

Mustafa Kemal Paşa’nın taarruz planı şöyleydi: “Ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir cenahında ve mümkün olduğu kadar dış cenahında toplayarak, bir imha meydan muharebesi yapmak. Bunun için ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar civarında bulunan sağ cenah grubu güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanda toplamak gerekiyordu. Düşmanın en önemli noktası orasıydı ve kesin sonuç almak ancak düşmanı bu cenahından vurmakla mümkün olabilecekti.”3 Mustafa Kemal’in taarruz planını Nurettin Paşa dışında diğer komutanlar ve Yakup Şevki Paşa uygun bulmamış; bunun üzerine Mustafa Kemal, “tarihe karşı bütün sorumluluğu ben kendi üzerime alıyorum” demişti.4

Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, 6 Ağustos 1922’de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emrini verdi.

14 Ağustos 1922’de ordu birlikleri güneye ve cepheye doğru kaydırılmaya başlanmıştı. Bu geniş hareket büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirilecek ve yaklaşık 100.000 kişinin yer değiştirip, Afyon güneyinde toplandığını Yunan ordusunun ruhu bile duymayacaktı. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa da, cepheye gidişini herkesten gizlemişti. Trenle hareket etmeyen Mustafa Kemal Paşa, 17/18 Ağustos gecesi çok gizlice Ankara’dan ayrılarak, otomobille Tuzçölü üzerinden Konya’ya gitti. 21 Ağustos 1922 tarihli gazetelerde, Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya’da bir çay ziyafeti vereceği haberi yer almıştı. Oysa Mustafa Kemal, 20 Ağustos 1922’de Akşehir’de Batı Cephesi Karargâhı’ndaydı. Mustafa Kemal Paşa, aynı gün Batı Cephesi Komutanı’na, “26 Ağustos 1922 sabahı düşmana taarruz edilmesi”ni emretti.

24 Ağustos’ta Başkomutanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhları, Akşehir’den taarruz cephesi gerisindeki Şuhut Kasabası’na nakledildi. 25 Ağustos sabahı da karargâh, Şuhut’tan muharebenin yönetileceği Kocatepe’nin güneybatısındaki Çadırlı Ordugâh’a nakledilmişti. 25 Ağustos akşamından başlayarak Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle, Anadolu’nun İstanbul ve dış dünya ile her türlü iletişimi kesildi ve sınırlar kapatıldı. 25 Ağustos’ta, 1. Ordu Komutanlığı tarafından 26 Ağustos sabahı taarruza geçileceği bütün birliklere bildirildi. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, 25/26 gecesi Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf (Orbay) Bey’e ve TBMM İkinci Başkanı Adnan (Adıvar) Bey’e, 26 Ağustos Cumartesi günü taarruzun başlayacağını bildirmişti.

Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos 1922’de gün doğmasına bir saat kala, atıyla Kocatepe’nin zirvesine doğru ilerlemekteydi. Fevzi, İsmet ve Nurettin Paşalar da Kocatepe’deydi. 26 Ağustos 1922 sabahı saat 04.30’da Kocatepe’de topçu ateşiyle Türk taarruzu başladı. 26 Ağustos’ta alınan sonuçlar çok umut vericiydi, çünkü düşmanın uzun süreden beri tahkim ettiği bir hat üzerinde bulunan Kaleciksivrisi, Belentepe ve Tınaztepe gibi üç önemli yer ele geçirilmiş; ancak, henüz cephe yarılamamıştı.

27 Ağustos sabahı saat 04.00’te Kurtkayatepesi, saat 0.800 civarında Erkmentepe düşmüş; ancak 57. Tümen Komutanı Albay Reşat (Çiğiltepe), Mustafa Kemal Paşa’ya söz verdiği saatte Çiğiltepe’yi alamamış olması nedeniyle intihar etmişti. Çiğiltepe o gün saat 17.30 civarında alındı. Öte yandan, 27 Ağustos’ta Afyon cephesi yarılmış ve Afyon düşman güçlerinden kurtarılmıştı.

İsmet Paşa, 30 Ağustos’ta ordulara şu emri vermişti: Dumlupınar’ın hızla düşürülerek, düşmanın çekilme yollarının tümüyle kesilmesi ve İzmir doğrultusunda takibe aralıksız devam ile kurtulmuş olması muhtemel dağınık düşman kollarının da durmaksızın muharebeye ve bu suretle teslim olmaya zorlanması…. Yunan ordusunun bütünüyle sarılması ve imha edilmesi suretiyle, Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin kazanılması.5

30 Ağustos günü, 26 Ağustos sabahı başlayan ve 5 gün 5 gece süren meydan muharebesi son bulmuş ve düşmanın esas kuvveti imha edilmişti. Savaşı Aslıhanlar-Çal-İşören bölgesinde ve Çalköyü’nün doğusunda bizzat Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa yönettiği için, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, bu savaşa “Başkumandan Muharebesi” adını vermişti. Mustafa Kemal Paşa da, zaferin kazanılmasında payları büyük olan Fevzi Paşa’ya “müşirlik” (mareşal) rütbesinin, İsmet Paşa’ya da “feriklik” rütbesinin verilmesini sağladı. (AS: 1. Ferik; Orgeneral)

30 Ağustos’ta Falih Rıfkı Atay şöyle yazmaktaydı:

  • “Neyimiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz!”6

Mustafa Kemal, 31 Ağustos’ta muharebe meydanında gördüğü manzarayı şöyle anlatmaktaydı:

  • “Muharebe meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve buna karşılık, hasım ordusunun uğradığı felaketin dehşeti beni çok mütehassis etti (duygulandırdı). Sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, mahfuz ve örtülü yerler, bırakılmış toplar, otomobiller, sınırsız teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu metrukât (AS: terk edilmiş yerler) aralarında yığınlar teşkil eden ölülerle, toplanıp karargâhımıza sevk edilen esir kafileleri ile hakikaten bir mahşeri andırıyordu.”7

Büyük Şairimiz Nâzım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’nda, “sarışın bir kurda benzeyen şayak kalpaklı adam”dan şöyle söz etmekteydi:

“Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı
Yürüdü uçurumun kenarına kadar eğildi durdu
Bıraksalar, ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…”

1 Türk İstiklâl Harbi, II. Cilt, 6. Kısım, 2. Kitap, Büyük Taarruz (1-31 Ağustos 1922), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995, s. 9-10, 16.
2 Age, s. 15-16.
3 Selâhattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, c. IV, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Yayınları: 6/4, Ankara, 1974, s. 152.
4 Age, s. 154, dipnot 150.
5 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983, s. 336-337.
6 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, III, Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti., İstanbul, Kasım 1999, s. 116.
7 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, c. I, 17. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 586-588.

Bütün Eserleri / Nazım Hikmet Ran / All Works..


Dostlar
,

Usta Türk şairi Nazım Hikmet RAN‘ı doğumunun 113. yılında özlem ve saygı ile anıyoruz..
Nazim_Hikmet_113_Yasinda
Bu bağlamda O’nun bütün eserlerini aşağıdaki erişkede (linkte) paylaşıma sunuyoruz..

Okuyalım, okutalım, anlamaya çabalayalım ve şiiri, sanatın tüm dallarını sevelim – sevdirelim.

Yaşamı güzel sanatlar şen kılacak ve bizlere barış getirecek.. 

Lütfen tıklar mısınız??

Nazim_Hikmet_Tum_Eserleri

Sevgi ve saygı ile.
15.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net