Etiket arşivi: Büyük Taarruz

ADD basın açıklaması : Büyük Zafer’in 101. Yılı Kutlu Olsun!

BASINA VE KAMUOYUNA

“AH MUSTAFA KEMAL, MUSTAFA KEMAL…”

Aradan 30 yıl geçti. O sabahki heyecanımın, şimdi bile gönlümü ürperttiğini duyuyorum… Bütün günümüz âdeta merak sancısı içinde geçti. Yalnız yemekten değil, düşünmekten kesilmiştik. Bir tek umut, bir avuç askerde  ve Mustafa Kemal denen isimdedir…

Türk ordusunun bir taarruz savaşına giremeyeceği fikri, bizim kuşağımız için değişmez gerçeklerden biri idi. Ordumuzun kahramanlığına bel bağlardık, fakat onun ancak dayanma mucizeleri verebileceğini sanırdık… Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk. Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargâhı ile beraber esir olmuş.

Kader insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim. Ölümü bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.

Bütün Türkler’i yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?

Meğer bütün karargâhı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş.

Size kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim. Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım.

  • “Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.
    Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim…”

    (Falih Rıfkı Atay / Çankaya)

Türk Ulusu’nun Anafartalar Kahramanı Sarı Paşa önderliğinde, her evinde ne varsa üçte ikisini vererek donattığı 204.000 mevcutlu BMM Orduları 1683 2. Viyana bozgunundan 239 yıl sonraki ilk taarruz savaşını 26 Ağustos 1922 sabahı başlattı. İngiliz Genelkurmayı’nın “Türkler bu tahkimatı 6 ayda aşabilirlerse 6 günde aşmış gibi sevinebilirler” dediği Yunan mevzileri 6 saatte darmadağın edildi, 30 Ağustos’ta Zafer kesinleşti, Başkomutan’ın “Ordular; ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini alan Mehmetçik 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi, işgalcileri ve işbirlikçilerini denize döktü. 

“Bu zafer millet meclisine, hükümete, bazı ordu komutanlarına rağmen başkomutan Mustafa Kemal tarafından kazanılmıştı” diyor Falih Rıfkı Atay haklıdır. Herkese ve her şeye rağmen kazanılmıştır savaş “Akılla, bilimle ve millete güvenle.”

Ulus ve Ordu yokluklarla, yoksunluklarla, ihanetler ve isyanlarla boğuşa boğuşaYa İstiklâl Ya Ölüm dediği bir kader (yazgı) savaşına girişmişken Meclisteki kimi milletvekilleri ile yancılarının “Vatanı kurtarsak bile Mustafa Kemal’den kurtulamayız” kaygısıyla işgalci emperyalistlerin peşine takıldıkları, akla gelmedik tuzaklar kurmaya, Mustafa Kemal Paşa’yı Başkomutanlıktan uzaklaştırmaya, meclis dışı bırakmaya, hatta yok etmeye çalıştıkları görülmüştür. İşgalcilerin tezgâhları, güdümlerindeki Saray ve hükümetinin entrikaları, kışkırttıkları isyanlar, Kuvayı İnzibatiye dedikleri düzmece ordular da cabası… Nazım’ın “Ateşi ve ihaneti gördük” dediği günlerdir. Bu emperyalist işbirlikçisi hainlerin soyları kurumuş da değildir. Gün gelmiş ardılları “Keşke Yunan kazansaydı” diyebilmiş, kimilerince el üstünde tutulabilmişlerdir. Yani İsmet (İnönü) Paşa boşuna “Hiçbir ülke yoktur ki, kendi içinden bizim kadar hain yetiştirebilsin.” dememiştir.

  • Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşı, bir Ulusun gerçek bir dahi liderliğinde kadını ve erkeğiyle, çocuğu ve yaşlısıyla topyekûn mücadelesinin destanlaşmış öyküsüdür.
  • Bu Destan; Dumlupınar şehitliğinde yatan 1914 doğumlu 8 yaşındaki Ömer oğlu Hüsnü’nün, 11 yaşındaki Abdullah’ın, Gördesli Makbule’nin, Nezahat Onbaşı’nın, Ilgaz dağlarında bebesiyle donarak şehit düşen Şerife Bacı’nın ve daha onbinlerce vatan evladının temiz kanları ile yazılmıştır.

Günümüzde Atatürk’e, İsmet Paşa’ya hakaret eden, Milli Mücadele’yi ve Büyük Zafer’i unutturmaya çatışan, Mondros teslimiyetini, Sevr zilletini görmezden gelip Lozan’a “Hezimet” diyen aymazların, en azından bu Destan’ı kanlarıyla yazan kahramanlarımıza, aziz şehitlerimize verecekleri bir hesap vardır mutlaka. Bu gibiler cahil cesaretleriyle hadlerini aşmamalı,  milletimizin sinir uçları ile oynamamalıdırlar.

Bulunduğumuz coğrafyada Üniter Ulus Devlet ve Laik Cumhuriyet güvencesinden yoksun ulusların nasıl emperyalizme yem oldukları Irak’tan Suriye ve Libya’ya dek birçok örnekle ortadadır. Ders alınmalıdır. Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi;

  • “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”

 Tarih bilimdir ve asla nankör değildir. Ulusumuzun hemen tamamı elbette her şeyi Büyük Zafer’e borçlu olduğunun bilincindedir ve başta Atatürk, Kuvayı Milliye kahramanlarımızı da, aziz şehit ve gazilerimizi de, Cumhuriyetimizin kurucularını ve Kemalist Devrim kadrolarını da minnetle, şükranla yad etmektedir.

Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhuriyetimizin 100. yılında
Kemalizm’in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuzun semalarına asarak,  Yeniden Atatürk Cumhuriyetine ulaşma azim ve kararındadır.

Büyük Taarruz’un ve 30 Ağustos Zaferimiz’in 101. şeref yılı kutlu olsun.

Yaşasın Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye ! 

Saygılarımızla. 

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

Zafer Bayramı Coşkulu Törenlerle Kutlanmalıdır

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral

Bugünkü sınırlarımız içinde bağımsız cumhuriyetimizin temeli üç askeri zafere (İnönü, Sakarya, Dumlupınar) ve bir siyasi zafere (Lozan) dayanır.

Kurtuluş savaşımızda Yunan ordusunun imha edildiği kesin sonuçlu muharebeler Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi (Dumlupınar), olağanüstü zor koşullarda zamanın en güçlü emperyalist devletlerine karşı ulusça kazanılmış büyük bir zaferdir (utkudur). Bu utku kazanılmasa idi Lozan Barış Antlaşması yapılamaz, Cumhuriyet ilan edilemez, devrimler yapılamaz, ülkemiz parçalanırdı.

Büyük Taarruz askeri açıdan ise, gerek planlama ve hazırlık, gerek taarruz için tertiplenme, gerekse planlandığı biçimde sevk ve idare edilmesi bakımından dünya harp tarihinde eşine az rastlanan zaferdir. Bu nedenlerle her yıldönümünde anımsanması ve hak ettiği  coşkuyla kutlanması ulusal birliğimiz ve ordu-ulus bütünleşmesi açısından önemlidir. Geçmişteki zaferlerden ortak gurur duymak ulus olmanın gereğidir.

Ancak, 2016 hain darbe girişimi fırsata çevrilerek Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) karşı yapılan planlı darbe kapsamında TSK’ya ve ordu-ulus bütünleşmesine önemli ölçüde zararlar verilmiştir. Bu kapsamda ulusal bayramlarda TSK’nın gövde gösterisi olan görkemli geçit törenleri de yapılmamaktadır.

Bütün devletlerin tarihlerindeki önemli günlerde görkemli anma törenleri yapılır (ABD’de 4 Temmuz bağımsızlık günü, Fransa’da 14 Temmuz Bastil günü, Rusya’da 25 Haziran zafer günü, Yunanistan’da 25 Mart bağımsızlık günü….). Bu törenlerde silahlı kuvvetler halkın önünden coşkulu alkışlar arasında geçerken, ordunun silah sistemleri, eğitim ve disiplin düzeyi halka ve dünyaya gösterilir. Askeri lise öğrenciliğinden tugay komutanlığına dek çeşitli düzeylerde kişisel olarak katıldığım geçit törenlerinde halkın alkışları ile duyduğum gururu sürekli anımsarım.

Görkemli geçit törenleri ulusun da ordusu ile gurur duyması, güven tazelemesi için uygun fırsatlardır.

Törenlerin düzenli yapılması Ordunun silah sistemlerinin ve yeteneklerinin gösterilmesi dosta güven verdiği ölçüde düşmana da korku verir. Bu törenlerin yabancı askeri ataşelerce dikkatle izlenmesi bu nedenledir.

TSK’nın kuruluşundan gelen en önemli niteliği ulus-ordu (Ulusun Ordusu) olmasıdır. Törenlerin iptal edilmesi ordu-ulus bütünleşmesine zarar verir.

Törenlerin iptal edilmesinin nedeni kamuoyuna doyurucu biçimde açıklanamamıştır. Olsa olsa Enver Sedat örneği bir öldürü (suikast) korkusu olabilir. Cumhurbaşkanı yeri geldiğinde, olmadığı halde kendisinin “başkomutan” olduğunu söylemektedir. Kendi ordusundan korkan, askerine güvenmeyen bir kişi komutan olamaz. Böyle bir korku varsa gerekli güvenlik önlemlerini almak zor değildir.

  • Ordunun yeni bir darbe girişimi veya suikast yapmasından endişe varsa;
    tarikat bağlantılarını açıkça belli eden personele karşı hızlı ve etkili önlemler alınmalı, ;
    Orduya FETÖ benzeri başka tarikatların/cemaatlerin sızması önlenmelidir.

Bu iktidarın çok önemsediği Sultan 2. Abdülhamit de darbe korkusu ile donanmayı Haliç’te çürütmüş, orduda atışlı eğitimleri yasaklamış, Harp Okulu öğrencilerine tahta tüfekle eğitim yaptırmıştır. Bunun acı sonuçları Balkan Savaşındaki bozgunla yaşanmıştır.

Tarih okuyanlar ve tarihten ders çıkartabilenler bu coğrafyada yaşamanın güçlü orduya bağlı olduğunu görürler. Yalnızca güçlü olmak yetmez, gücü göstermek de önemlidir.

Görkemli geçit törenlerin yeniden yapılmaya başlanması ulusun ordusu ile gurur duyması, gücümüzün dünyaya gösterilmesi ve ulus olma bilincinin geliştirilmesi bakımından önemlidir.

Bu konu önümüzdeki 100. yıl Cumhuriyet bayramından başlanarak dikkate alınmalıdır.

 

Bu gün 26 Ağustos 2022… Büyük Zafer 100 Yaşında!

Bu Gün 26 Ağustos… Büyük Zafer 100 Yaşında!

Gece sabaha kavuştuğunda, ayaza kesti Afyon ovası. Alacakaranlıkta dağlar, gözlerde belirirken ova da çıt çıkmıyordu.

37687 atın üstündeki süvarilerimiz, ölüme dörtnala koşacak can yoldaşlarının yelelerini okşuyor, sessizce dualar okuyordu..

131.409 yaya askerimiz, yere çömelmiş, biraz sonra kopacak kıyamette mutlak zafere ulaşmak için koşacakları yüzlerce kilometreyi düşünmeden sessizce gelecek emri bekliyorlardı…

8658 subay birliklerinin başlarında, elleri kılıçlarının kabzasında, biraz sonra hücum diye bağırdıklarında ölüme arkalarından uçarcasına koşacak askerlerinin başında zafere kadar ölüm emrini bekliyorlardı.

Topların batıya, ufka çevrilen namluları buz kesmişti zafer alevinden önce.

Afyon ovasında bir dev sessizce nefes alıyordu.
Tek duyulan karıncaların sabah telaşının sesiydi. Ova da çıt çıkmıyordu.

Saat 04.45
“Hakkınızı helal ediniz” dedi mavi gözlü dev Mustafa Kemal, çok kısık sesle süvarilerin komutanı zaferin kahramanlarından Fahrettin Altay’a.
Kulaktan kulağa 200.000 kişiye sessizce ve saniyeler içinde ulaştı ve cevabı aynı hızda kulaktan kulağa geri döndü “helal olsun

Beyaz at, koca ordunun önüne iki adım çıktı.

Tüm ova ayağa kalktı, metal sesleri, at kişnemelerine karıştı ova nefesini bırakmıştı.

Beyaz atın süvarisi önünden geçen birlikleri selamlayarak izledi. Eyerde dikildi, kılıcını kınından çıkarttı, “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri!” sesi ovayı kapladı. (AS: Bu komut 30 Ağustos 1922, Başkumandan Meydan Muharebesi kazanıldıktan sonra Ordulara verildi..)

Mavi gözlü dev Başkomutan Mustafa Kemal, “ya istiklal ya ölüm” demişti.
Ova şaha kalktı, Süvariler yalın kılıç atıldılar, nihai hedef İzmir’di.
Ovadan yükselen toz, süngüleri alacakaranlığı delen binlerin ölümsüzlüğü idi.

Bu gün 26 Ağustos; Büyük Taarruzun başladığı, Cumhuriyetin temellerinin atıldığı gün.
14 gün süren amansız mücadelenin başladığı, yok olmayla var olmanın bıçak sırtında olduğu gün, bu gün. Bizler, buruk dönerken yanık tenler ve tatlı yorgunlukla Akdeniz ve Ege’den konvoylarla, Tam da geçtiğimiz yerlerde yer gökle birleşmiş, “ya istiklal ya ölüm“ deniyordu.
O gün kavurucu sıcak altında zafere koşan on binleri bir an düşünün yeter.

Zaferi içen tüm şehitlerimize tanrıdan rahmet .
26 Ağustos Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı gün kutlu olsun! 🇹🇷

(Not : Yazıyı gönderen meslektaşımız Genel Cerrah Dr. Levent Çağlar‘a teşekkür ederiz..)

30 AĞUSTOS ZAFERİ ve MİLLİ MÜCADELEYE ETKİSİ


Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ
E. Albay, Cumhuriyet Tarihi uzmanı
ADD Bilim Kurulu Üyesi

Büyük Taarruz cephede kazanılan muharebelerden çok daha fazla anlamlar taşıyan bir zaferdir. Bu Zafer’in oluşumunu belirleyen gelişmeler, Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın bitimiyle başlamıştır.  İtilaf Devletleri, Türkleri önce Balkanlardan çıkarmak ve İstanbul’u ele geçirmek sonra da Anadolu’dan Asya’nın steplerine (bozkırlarına) sürmek amacıyla uyguladıkları ve “Doğu Sorunu” olarak adlandırdıkları “birkaç yüzyıllık proje“nin gerçekleşmesi için uygun koşulları 1. Dünya Paylaşım Savaşı sonunda elde etmişler, 1918 yılı kasım ayından başlayarak Anadolu’nun stratejik kentlerini bir bir ele geçirmişlerdir.

Son Osmanlı Padişahı ve Babıâli’nin teslimiyetçi tavır ve tutumları İtilaf Devletlerinin planlarını kolaylaştırırken, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’yu düşman işgalinden kurtaracağına inanan umutsuzların sayısı da günden güne artmaya başlamıştır. Ancak bir kişi vardı ki, umdunu asla yitirmemişti: Mustafa Kemal Paşa!

Büyük Taarruz’u biçimlendiren gelişmeler 1921 yılının yaz aylarında olmuştur. Yunan ordusunun Kütahya ve Eskişehir muharebelerindeki başarısı karşısında Yunan Kralı Konstantin, 28 Temmuz 1921’de Kütahya’da topladığı Harp Meclisinde, Türk ordusunun imha edilerek Ankara’nın ele geçirilmesi ve milli direnişin sona erdirilmesi direktifini (buyruğunu) vermiştir. İngiltere başta olmak üzere, emperyalist Batılı ülkelerin desteklediği Yunan ordusu zaferden o denli emin olmuşlardır ki; Yunan Kral’ı da içinde olmak üzere birçok üst düzey devlet görevlisi olası bir zafere tanık olmak üzere Anadolu’ya gelmişlerdir. Ankara Hükümeti ise Yunanların hazırlıklarından ve niyetlerinden haberli olunca, Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye taşınması da dahil olmak üzere birtakım önlemleri tartışmaya ve uygulamaya başlamıştır. 1921 Ağustos ayında yürürlüğe giren bu önlemlerden en önemlileri Mustafa Kemal Paşa’ya Başkomutanlık yetkisi verilmesi öbürü ise Ordunun lojistik gereksinimlerini karşılamak amacıyla “Tekalifi Milliye Emirleri”nin (Ulusal Yükümlüük Buyrukları) yürürlüğe sokulmasıdır.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın,

  • Hattı müdafa yoktur sathı müdafa vardır, o satıh tüm Vatandır!

buyruğu ile yep yeni bir askeri öğretiyi (doktrini) uyguladığı ve 23 Ağustos 1921’de başlayıp 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesinde Yunan ordusunun taarruzu (saldırısı) durdurulmuş ve stratejik üstünlük elde edilmiştir. Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında Türk ve Yunan orduları işgal ettikleri mevzilerde bir sonraki harekâtın hazırlıklarına başlamışlardır. Duraklama ve Hazırlık dönemi olarak da isimlendirilebilecek bu süreçte hem Türk ordusu hem de Yunan ordusu askeri, siyasal ve diplomatik girişimlerde bulunmuşlardır. Yunan ordusu lojistik yeteneği ile harp imkan ve kabiliyetini (olanak ve yeteneğini) artırmak için İngiltere’den askeri araç-gereç alımını artırmış, Türk ordusu ise taarruz harekatını gerçekleştirebilmek amacıyla birliklerini yeniden örgütlemiş, Batı Cephesini desteklemek amacıyla 13 Ekim 1921’de Ermenistan – Azerbaycan – Gürcistan ile imzalanan Kars Antlaşması ve 20 Ekim 1921’de Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması sonrasında bu bölgelerdeki birliklerini Batıya kaydırmış, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nden araç – gereç desteği almıştır.

Büyük Taarruz öncesinde Türk ordusunun harekât planı şöyledir :

Yunan ordusunun ihtiyat (yedek) birliklerini kullanmasına fırsat vermeden Ahırdağ bölgesinde cephe yarılacak, asıl taarruz Çiğiltepe – Tınaztepe – Kırcaaslan – Belentepe yönünde olacak, 5’inci Süvari Kolordusu ise cephe gerisine sızarak düşmanın geri çekilme yollarını tıkayacak ve çembere alınan Yunan ordusu Afyon-Döğer bölgesinde imha (yok) edilecektir.

Türk Ordusu tüm hazırlıklarını tamamladıktan sonra Büyük Taarruz’un ilk aşaması olan “Taarruz Bölgelerine Ulaşımı” başlatmıştır. Bu intikallerdeki (erişimlerdeki) yürüyüşlerin tümü gece yapılmış, Yunan karargahını yanıltmak amacıyla, savunma hazırlıkları yapıldığı algısını oluşturacak biçimde mevzi kazma veya gece yürüyen birliklerin çadırlarının sökülmeden oldukları yerde bırakılması gibi aldatma önlemleri uygulanmış, Yunanıların saldıracağına ilişkin bilgiler bilinçli olarak yayılmıştır.

Türk Ordusunun taarruzu (saldırısı), 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı 05:30’da topçu atışı ile başlamıştır. Muharebenin bu aşamasındaki bir gelişme, Türk ordusunun bir sonraki harekâtını (atılımını) kolaylaştırmıştır. Anadolu’daki Yunan General Trikopis, Türk ordusunun cepheyi Afyon’un güneybatısında yaracağını ve harekâtını bu bölgeden geliştireceğini kestirmiş, Yunan ihtiyat (yedek) kolordusunun birliği olan 9’uncu Tümenin bölgeye kaydırılmasını önermiştir. Ancak Atina’daki Yunan Başkomutan General Hacıanesti bu öneriye karşı çıkarak yedek kolordunun yerinde kalmasını emretmiş ve bir bakıma Türk ordusunun saldırısını kolaylaştırmıştır.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Kocatepe’den komuta ettiği Türk ordusu, asıl saldırı yönündeki tepeleri ele geçirmek için hızla hareket etmiş, ancak zaman zaman güçlü Yunan savunması ile karşılaşmıştır. Bu tepelerden biri de Çiğiltepe’dir. Albay Reşat Bey’in komutasındaki 57’nci Alay’ın saldırdığı Çiğiltepe planlanan zamanda ele geçirilemeyince, Alay Komutanı Reşat Bey bu durumu içine sindirememiş ve 27 Ağustos’ta intihar etmiştir (özüne kıymıştır). Ancak 57’nci Alay birlikleri Reşat Bey’in özekıyımından kısa bir süre sonra Çiğiltepe’yi ele geçirmiş ve harekâtın tasarlandığı biçimde sürmesini sağlamışlardır.

Türk ordusunun 28 ve 29 Ağustos’taki saldırıları sonucunda Yunan savunma cephesi yarılmış, Yunan birlikleri parça parça geri çekilmeye başlamış ve General Trikopis’e bağlı beş tümen dolayında Yunan birliği Çalköy bölgesinde sıkıştırılmıştır. Büyük Taarruz’un bir sonraki aşaması olan Başkomutanlık Meydan Muharebesi 30 Ağustos 1922 günü saat 17:00’de topçu ateşi ile başlatılmıştır. Gece de süren muharebeler sonrasında Yunan ordusu dağınık bir biçimde İzmir yönünde kaçmaya başlamış, bu arada yol boyunca köyleri yakmış, yaşlı genç kadın çocuk demeden önüne çıkan Türkleri öldürmüştür. Yunan ordusunda emir – komuta dzeninin bozulması ve birlik bütünlüğünün dağılması sonucunda Yunan General Trikopis ile birlikte 4 ve 12’nci Yunan Tümen Komutanları ve birlikleri 2 Eylül 1922’de tutsak alınmıştır.

Yunan birliklerinin dağınık biçimde İzmir’e doğru kaçmaları üzerine, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa taarruzun son aşaması olan “Takip” harekâtını şu buyruk ile başlatmıştır:

  • “ Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!

Türk ordusunun ileri harekatı ile birlikte 5’inci Süvari Kolordusu 8 Eylül’de Manisa’yı, 9 Eylül’de ise İzmir’i ele geçirmiştir. Yunan birlikleri 5’inci Süvari Kolordusunun İzmir’i ele geçirdiği saatlerde Çeşme’de gemilere binerek Anadolu’yu terk etmeye başlamıştır. Yunan ordusunun bozgunla geri çekilişi 16 Eylül’de tamamlanmış ve İzmir ile dolayı kentlerdeki Yunan asker varlığı sona ermiştir.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, kazanılan zaferden (utkudan) sonra duygularını şu tümcelelerle dile getirmiştir:

  • Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçirien muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun Başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

***
Büyük Taarruz, 19 Mayıs 1919‘da başlatılan Milli Mücadele’nin askeri bağlamda kazanılmış en büyük zaferdir (utkusudur). Bu utkudan kısa bir süre sonra Anadolu’da kalan son Yunan birlikleri doğu Trakya’yı da boşaltmak zorunda kalmışlardır. Büyük Taarruz, Türk ordusunun erinden Başkomutanına dek vatanını düşman işgalinden kurtarmak ve bağımsız olarak yaşamak amacıyla canını siper ederek savaştıkları bir utku olarak tarihteki yerini almıştır.

Askeri alanda elde edilen bu görkemli başarı, önce 11 Ekim 1922 Mudanya Ateşkesi, kısa bir süre sonra Lozan’da başlayan (Kasım 1922) uluslararası görüşmeler öncesinde Türk milletinin vatanseverlik, özgürlük ve bağımsızlık konusundaki kararlılığını bir kez daha tüm dünya kamuoyuna duyurmuş ve bu kararlılıktan asla vazgeçilmeyeceğine ilişkin izlenen politikanın güçlü dayanağını oluşturmuştur.

ALBAY REŞAT ÇİĞİLTEPE

Suay Karaman

26 Ağustos 1922 sabahı gürleyen top sesleri, özgürlüğü ve bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun kurtuluşunu müjdeliyordu. Kocatepe’den Dumlupınar’a, Çiğiltepe’den Sincanlı Ovası’na akan taarruz kolları özgürlüğe giden yolu açmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde kazanılan 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı (AS: Muharebesi) sonucunda, 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’de, emperyalist güçler yurdumuzu terk etmek zorunda kalmıştı.

99 yıl önce çok zor koşullarda, büyük bir özveriyle dünyanın en haklı savaşlarından biri olan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak, vatanımızı emperyalizmin işgalinden kurtaran, özgür ve başı dik olarak yaşamamızı sağlayan Kuvayi Milliye şehitlerini, gazilerini saygıyla anmaktayız. Yepyeni bir devlet kurup, az zamanda çok ve büyük işler yaparak, Türkiye Cumhuriyeti’nin her alanda dünyanın önemli ve saygın ülkeleri arasında yer almasını sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’e ve arkadaşlarına şükranlarımızı sunmaktayız.

İşte şükran sunmamız gerekenlerden biri olan Albay Reşat Çiğiltepe, Türk edebiyatının önemli isimlerinden devlet adamı Ziya Paşa’nın (1829-1880) oğlu olarak 1879 yılında İstanbul’da doğmuştur. 1896 yılında Harp Okulu’ndan mezun olarak Osmanlı ordusuna katılmış, Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile Yanya savunmasında görev almıştır.

  1. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde görev almış ve gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle efsanevi komutanlar arasına girmiştir. 17. Alay Komutanı olarak Muş ve Bitlis’te Rus işgaline karşı savaşmış, Suriye Cephesi’nde 53. Tümen Komutanlığı’na atanmıştır. 1918 yılında İngilizlere esir düşmüş, esaretten kurtulur kurtulmaz Aralık 1919’da Milli Mücadele’ye katılmak üzere İnebolu’dan “İstiklal Yolu” üzerinden Ankara’ya geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa tarafından 21. Tümen Komutanlığı’na getirilerek, Yarbay rütbesi ile İnönü ve Sakarya Meydan Savaşlarına katılmış ve bu savaşlarda ciddi başarılar göstermiştir. 1 Mart 1922 tarihinde Albay rütbesine terfi ederek, Büyük Taarruz’da 57. Tümen Komutanı olarak savaşa katılmış ve Çiğiltepe’nin ele geçirilmesi ile görevlendirilmiştir.

27 Ağustos 1922 sabahı Albay Reşat’ın komutasındaki 57. Tümen, Afyonkarahisar`ın güneybatısında yer alan, 1591 rakımlı (AS: yükseltili) Çiğiltepe’yi kuşatarak, düşmanı bu tepeden temizlemeye çalışmaktadır. Bu sırada Albay Reşat ile Başkomutan Mustafa Kemal Paşa arasında geçen telefon konuşmalarını anımsamalıyız.

Mustafa Kemal Paşa (10.30):
– Reşat Bey, bu önemli tepeyi ne zaman alacaksınız?
– Komutanım, yarım saat sonra alacağız.
– Başarılar diliyorum.
Mustafa Kemal Paşa (10.45):
– Düşmanın halen direndiğini görüyorum. Gözümüz o tepede, çok önemli.
– Komutanım tepeye düşman bir tümen yığmış direniyorlar. Ama alacağız komutanım, mutlaka alacağız.
Mustafa Kemal Paşa (11.00):
– Reşat Bey’i istiyorum.
– Komutanım Reşat Bey size bir mesaj bırakarak intihar etti. Okuyorum, komutanım: “Yarım saat zarfında size bu tepeyi almak için söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam komutanım.”

Gözlerinden yaşlar boşanan Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri şöyledir: “Tanrı rahmet eylesin, Reşat Bey büyük bir vatanseverdir.”

Başkomutanın telefonu çalar (11.45):

– Çiğiltepe alınmıştır komutanım. Yüzlerce ölüsünü bırakan düşman Sincanlı Ovası’na doğru kaçmaktadır, arz ederim.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya söz verdiği saatte Çiğiltepe’yi alamayan Albay Reşat, 27 Ağustos 1922 günü saat 11.00’de intihar eder. Bu olay, onuru için yaşayanların verdiği bir derstir ancak Türk ordusu iyi yetişmiş önemli bir subayını yitirmiştir. Albay Reşat Bey’in cenazesi, Afyon’un Sandıklı ilçesindeki anıtlı mezarlıkta toprağa verilmişti. Cenazesi 1988 yılında Ankara Devlet Mezarlığı’na nakledilmiştir. Sandıklı’daki mezar boş olmasına karşın hala korunmaktadır.

Ölümünün ardından TBMM kendisi adına, ailesine Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası takdim etmiştir. Soyadı Kanunu çıktığında Mustafa Kemal Atatürk tarafından Albay Reşat’a “Çiğiltepe” soyadını verilmiştir. Sandıklı’ya 18 kilometre uzaklıktaki Çiğiltepe’de Albay Reşat ve hayatını yitiren diğer askerlerin anısına yaptırılan şehitlik, 22 Haziran 1996 tarihinde hizmete açılmıştır. Büyük Atatürk‘ün yüreğinden kopan şu sözler, Albay Reşat Çiğiltepe Şehitliği’ndeki mermer kitabeye yazılmıştır:

  • “Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Burada şehit olan kahraman evlâtlarımızı minnetle anıyorum, ruhları şâd olsun.”

Hemen hemen hepimiz Afyon-Sandıklı karayolundan geçmişizdir. Ankara’dan, Antalya, Kemer, Kaş, Fethiye, Marmaris, Datça, Muğla, Milas, Bodrum, Denizli, Aydın, Didim, Söke, Kuşadası yönlerine giderken, vatansever Albay Reşat Çiğiltepe’yi ziyaret etmeyi unutmamalıyız. Her gün binlerce aracın geçtiği Afyon-Sandıklı karayolunda, “Albay Reşat Çiğiltepe Şehitliği (10 km)” tabelasını görürüz ama Albay Reşat’ı görmeyiz. Mutlaka gidip görmek gerekir bu şehitliği. Ülkemizin nasıl kurtulduğunu anlamamız için bu kutsal bir görevdir. Bugün yaşadığımız karanlık ortamda, o coşkulu günlerin heyecanını özümseyebilmek ve önemini kavrayabilmek için bu ziyareti yapmamız gerekir. Ulusal bilincimizin yenilenmesi ve emperyalizme karşı dimdik durabilmek için bu bir zorunluluktur.

Albay Reşat Çiğiltepe, iyi yetişmiş, yüreği vatan sevgisiyle dolu genç bir tümen komutanıydı. Kurtuluş Savaşı yıllarının değer yargısında, vatan sevgisi çok önemliydi. Günümüzde ise, vatan sevgisinden ve ulusallıktan vazgeçmenin normal sayıldığı, emperyalizmin ve dışa bağımlılığın övüldüğü bir değer yargısı geçerlik kazanmaktadır. Albay Reşat Çiğiltepe gibi kahramanların isimleri okullardan silinmektedir. İşte bu yüzden Kuvayi Milliye kahramanlarına sahip çıkılmalıdır, Albay Reşat Çiğiltepe Şehitliği görülmelidir, Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın haklılığı ve önemi bir kez daha kavranmalıdır.


Azim ve Karar, 30 Ağustos 2021.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI’NIN ANLAM VE ÖNEMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
27 Ağustos 2021

Bu yıl, yurdumuzun düşman işgalinden kurtuluşunun ve emperyalist güdümlü düşmanları kesin yenilgiye uğratarak yurttan kovduğumuz 30 Ağustos Zafer Bayramımızın 99. yıl dönümü. Ancak konuya başlamadan önce çok önemli bir noktanın altını çizmek gerekir.

Tarih sosyolojisi açısından krallıklar, imparatorlukla ya da devletlerin yaptıkları savaşları ve bu savaşlarla kazanılan zaferleri (utkuları) iki ana grupta (kümede) toplamak olasıdır.

Bazı savaşlar sadece (yalnızca) fetih, başka ulusların yurtlarına saldırma, toprak kazanma, sınır genişletme, vergi gelirlerini artırma, ideoloji yayma ya da Haçlı Seferlerinde olduğu gibi inanç ihracı olabilir. Bu vb. fetih ve nüfuz savaşları, fetih yapan uluslar için zafer ama ne yazık ki fethedilen, toprak kaybına (yitimine) uğrayan ülkeler ve uluslar için ise işgal ve zulüm (ezinç) anlamına gelir. Empati ya da duygudaşlıktan yoksundur.

İkinci tür savaşlar ise, öz savunma (nefsi müdafa), vatanın, devletin ve ulusun varlığını koruma ve sürdürebilme, ölüm kalım yani var olma, yaşayabilme ya da yok olma (ya istiklal ya ölüm, hayat-memat) savaşlarıdır. Aslında meşruluğu fazla savaşlar bu gruba girer.

Bu 2. tür savaşlar; yurdu, ulusu, devleti ve halkın namusunu koruyabilme amacına yöneliktir. Bu nedenle 2. kümedeki savaşlar, 1. tür fetih savaşlarına göre çok daha yaşamsal ve önemli konumdadır. Yok olan, varlığı sönerek, ortadan kalkan bir ulusun ya da halkın inanç, kültür (ekin), dil ya da din bekçiliği hiçbir anlam taşımaz.

Bizim Kurtuluş Savaşımız, ulusumuz ve devletimizin, başta ulusal varlığımız, yurt ve ekonomi olmak üzere, her anlamda emperyalistlerin boğucu kıskacından kurulma, kendini var etme ve yaşatabilme savaşıdır. Tam bir öz savunmadır (nefsi müdafa). Bu nedenledir ki, kazanılan zaferin (utkunun) değeri ve sonuçları başka savaşlar ve zaferlerle karşılaştırılmayacak kadar (ölçüde) kutsaldır ve büyük önem taşır.

Büyük Taarruz‘dan yaklaşık bir yıl önce, 22 Ağustos – 11 Eylül 1921 de gerçekleşen ve 22 gün 22 gece süren Sakarya Savaşı işgalci düşman ordusunu durdurmuş ve direncini kırmıştı. Sıra düşmana son darbeyi vurup yurdu işgalden, ulusu da işgalci zulmünden yani düşmandan kurtarmaya gelmişti. Düşmana son darbe hazırlıkları birçok ekonomik, sosyal, askeri ve siyasal zorluklar içinde ancak bir yılda tamamlanabilmişti. Artık düşmana karşı saldırıya geçme (taarruz) zamanının geldiği kararı alındı.

26 Ağustos 1922 günü sabah 05.30’da başlayıp 9 Eylül 1922’de İzmir’de zaferle perçinlenen ve ” BÜYÜK TAARRUZ” ya da Başkumandanlık Meydan Savaşı olarak adlandırılan Kurtuluş Savaşımızın son ve bitirici halkası, ülkemizi yoktan var eden büyük bir zaferle taçlanmıştır. Bu taç, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, yurtsever arkadaşları, tüm Kurtuluş Savaşı gazileri ve şehitlerinin hep birlikte Ulusumuzun başına onurla giydirdikleri tam bağımsızlık, ulusal egemenlik, özgürlük ve çağdaş uygarlık tacıdır.

Türk Ulusu Kurtuluş Savaşı ile birlikte, sanki küllerinden yeniden doğmuş, dimdik ayağa kalkmış, ülkesini emperyalist düşman ittifakından kurtarmış, yepyeni bir uygar devlet kurmayı başararak, uygar uluslar kervanında yerini almıştır. Özgürlük, bağımsızlık, ulusal egemenlik ve vatan toprağımızın temel tapusu ise Kurtuluş Savaşından sonra, dönemin emperyalist ve işgal heveslileri ile yapılan ve perçinlenen Lozan  Barış Andlaşmasıdır.

Kurtuluş Savaşının kazanılması ile birlikte:

1- Emperyalizmin güdümündeki düşmanlar yurttan sökülüp atılmış, vatanımız, ulusumuz ve namusumuz işgalcilerden temizlenmiştir.

2- Aile, birey ya da hanedan iradesine, padişahlık yönetimine dayalı teokratik devlet rejimi sona ermiş, onun yerine ulusal egemenliğe, halk iradesine (istencine), halkın kendi kendini yönetmesine dayalı bir siyasal rejim getirilmiştir. Bu durumun en önemli kanıtı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmuş ve devleti yönetme yetkisini doğrudan üstlenmiş olmasıdır.

3- Tam bağımsız bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Laikleşmenin, ekonomik bağımsızlığın, demokratikleşmenin ve bireysel olarak din ve vicdan özgürlüğüne kavuşabilmenin yolu açılmıştır.

4- Şer’i hukuk düzeninin yerini, laikleşmiş, meşruluğunu ulustan (milli iradeden) alan anayasal ve sivil devlet rejimi almıştır

5- Akılcılığa, bilimselliğe ve karma eğitime dayalı bir eğitim ve öğretim sistemi getirilmiştir. Siyasal, ekonomik, mesleksel ve kültürel açıdan kadın ve erkek eşitliği hedeflenmiştir.

6- Mustafa Kemal Atatürk,Türkiye Cumhuriyetini Kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” diyerek çoğunlukçu kültür anlayışından ÇOĞULCU TOPLUM ANLAYIŞINA kavuşmanın önündeki engelleri kaldırmıştır. Bu oluşumun en önemli kanıtı hukuksal olarak her konuda ve devlet katında YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ ilkesidir.

7- Kurtuluş Savaşımızın temel ve çok önemli bir özelliği de emperyalizmin kıskacındaki öbür uluslara özgüven, umut ve başarma iradesi aşılamasıdır. Mazlum uluslara önderlik edilmiştir.

Ancak üzülerek belirtmek gerekir ki; ülkemiz ve ulusumuz açısından Kurtuluş Savaşımız, ZAFER BAYRAMI ve hatta Lozan Andlaşmasının anlam ve önemini, neden ve sonuçları ile birlikte henüz yeterince derinlemesine anlayamamış kimi cahil (eğitimsiz) yurttaşlarımız, aydınlarımız (!) basınımız (!) ve siyasilerimiz vardır. Ancak güneş balçıkla sıvanmaz. Uygarlık güneşi uygarlık karşıtlarını bir gün mutlaka kör edecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle, başta M.K. Atatürk, silah (ve dava) arkadaşları, Kurtuluş Savaşı şehitlerimiz, gazilerimiz ve bu savaşa canı, malı ve emeği ile destek veren kadın ve erkek yurttaşlarımızı şükran, minnet, saygı ve rahmetle anıyorum.

HERKESİN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN!

BÜYÜK TAARRUZ BAŞLARKEN SÜLEYMANİYELİ ŞOFÖR AHMET’İ NASIL BİLİRSİNİZ?

Dr. Noyan UMRUK

Bugün 26 Ağustos 1922 sabahı saat 05.30…
Büyük Taarruz başlıyor Afyon-Kocatepe’den …
30 Ağustos 1922′de Dumlupınar(Başkomutanlık) Meydan Savaşı…
“Makus talihi” aslanlar gibi yenerken,
Emperyalizmin çanına ot tıkarken,
Dünyanın tüm mazlum milletlere ilham verirken, 

Muhteşem bir destan… Sayısız meçhul kahraman…

Koca Nazım Kurtuluş’un meçhul kahramanları ile gönül bağımızı destansı bir üslupla “Kuvayı Milliye Destanında” hem gerçekçi hem sıcacık bir duygusallıkla kurar.  

Onlar bizlerden birileridirler aslında ama iş başa düşmüştür… 

Topçu evvel mülazımı Hasan, Manastırlı Telgrafçı Hamdi Efendi, Antepli Karayılan, çocuk yaştaki Adapazarlı Kambur Kerim, Arhavili İsmail, İzmirli tornacı- helalinden manga komutanı Ali onbaşı, Süleymaniyeli Şoför Ahmet ve daha niceleri… 

Gelin bugün, o unutulmaz günlerin anısına Süleymaniyeli Şoför Ahmet’i analım:

 

922 ağustos ayı ve
Şoför Ahmet ya da
bir âletle bir insanın hikâyesi

«6 ağustos emri» verilmiştir.
birinci ve ikinci ordular, kıt’aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
98956 tüfek,
325 top,
5 tayyare,

kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vakarlı kudretini resmen biliyordu :

«6 ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
«… ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
ve cem’an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar serî otomobil…» diye bahsediliyordu.
ihzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda Ahmet’in kamyoneti,
insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
Afyon – ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.
Ahmet’in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.

bu şarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.
vantilâtörde adedi devir
düşüyor gibi.
arkadaşlar ileri geçtiler.
ay battı.
manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.
sen süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip bücür’ü,
kalk,
sıra servilerin önünden yürü,
çeşmeyi geç,
mektep bahçesi, medreseler,
orda, harbiye nezareti’nin arka duvarında
siyah çarşaflı bir kadın
çömelip yere
darı serper güvercinlere

motor mızıkçılık ediyor,
bizi dağ başlarında bırakacak meret.
ne diyorduk oğlum Ahmet?
dökmeciler sağda kalır,
derken, uzunçarşı’ya saparken,
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«hikâyei billûr köşk»,
altı cilt «tarihi cevdet»
ve «fenni tabâhat».
tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
yani yemek pişirmek.
hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.

ilerde bir süvari kolu gidiyor,
saptılar sola.
uzunçarşı’yı dikine inersin.
sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
ve sen istanbullu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın istanbullulara :
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
rüstem paşa camii. urgancılar.
urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
zindankapı, babacafer. uzakta balıkpazarı.
kuruyemişçiler. yemiş iskelesindeyiz :
sandalları, mavnaları, güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz.
sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
inip baksam…
yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
eyüp’te niyet kuyusu’na gittikti.
elleri yumuk yumuk, bacakları biraz çarpıktı ama,
yeşil zeytin tanesi gibi gözler. kaşları da hilâl gibi çekikti.
tam kasımpaşa’ya yaklaştık, beyaz başörtüsü…
lastik hava kaçırıyor. derdine deva bulmazsak eğer…
dur bakalım babacafer…
üç numrolu kamyonet durdu.
karanlık. kriko. pompa. eller.

küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
ahmet hatırladı : bir gece nüzüllü babaannesini
sedirden sedire taşırken kadıncağız…
iç lastik boydan boya patladı.
yedek? yok.
dağlarda avaz avaz imdat istemek?
sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
hem, hani bir koyun varmış, kendi bacağından asılan bir koyun.

süleymaniyeli şoför ahmet soyun…
soyundu. ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
ahmet’i postallarının üstünde çırılçıplak bırakarak
dış lastiğin içine girdiler, şişirdiler.
bu şarkı nihaventtir. deniz kıyısında bir şehir…
beyaz başörtüsü… saatta elli yapıyoruz…
dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför ahmet’i,
dayan arslan…
hiçbir zaman böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan hiçbir âleti… 

İşte İstanbul çocukları böyledir, ayakları yerde, kafaları hayallerdedir… Şu şehr-i İstanbul ki; uzak diyarlarda da olsalar hiç çıkmaz akıllarından. Sanırsınız ki, işleri dalga dümendir. Ama, bir kere zoru gördüler mi, hiçbir şey kurtulmaz bıçkın duruşlarından… 

Ya şimdilerde “hal-i pür melalimiz…”
Niçin yaşarmakta mı gözlerimiz?
Ne demiş şair: “Melali anlamayan nesle aşina değiliz…”

Bursa’yı ve Osman Gazi’yi Kurtaran Şehitleri Osmanlıcılar Reddetti

Bursa’yı ve Osman Gazi’yi Kurtaran Şehitleri
Osmanlıcılar Reddetti

Lütfü KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. (İTÜ)
11.09.2020, Bursa’nın Kurtuluş Günü

Yüz yıl önce, güzel yurdumuzun işgali sırasında herkesi derinden üzen olaylardan birisi İzmir’in işgali ise, öbürü Bursa’nın düşmesidir. İzmir’in işgali, direniş ruhunu ateşlerken, Bursa’nın düşmesi umutsuzluk yaratmıştır. Bu nedenle Bursa’nın işgalinden sonra duyulan üzüntüyü yansıtması için Meclis kürsüsüne siyah örtü (Püşide-i Siyah) örtülmüştür. Bu siyah örtü, Bursa’nın işgal altında kaldığı 2 yıl 2 ay 2 gün boyunca Meclis kürsüsünden kaldırılmamıştır.

İzmir, işgale karşı direnirken, Bursa, daha işgalciler görünmeden adeta teslim olmuş, bazı hainler tarafından işgalciler törenlerle karşılanmıştır. Bu nedenle Bursa’nın işgali Büyük Millet Meclisinde sert tartışmalara yol açmıştır. 2 yıl, 2 ay 2 gün işgal altında kalan Bursa, bundan tam 98 yıl önce 10 Eylül’ü 11 Eylül’e bağlayan gece önce milis kuvvetlerinin şehre girmesi, ardından da Türk ordusunun kenti almasıyla kurtarılmış, işgalciler çekilirken köylerde büyük katliamlar yaşanmış, geride derin bir acı bırakmıştır.

İşgalden kurtulan pek çok kent gibi, geride bir enkaz yığını kalmış, ancak Osmanlı Devletinin kuruluş başkenti, İpek Yolu üzerindeki ticaret merkezi olmasının yanı sıra tarım, tarımsal sanayi ve tekstil üretiminin birikimleri ile hızla ayağa kalkmış ve toparlanmıştır. Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk de bu kapsamda Bursa’ya özel bir önem vermiş ve 17 kez Bursa’yı ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerinden birinde de Türkçe Ezan’a karşı ayaklanma girişimleri sonrası 6 Şubat 1933 tarihinde ünlü Bursa Nutku’nu gençlere yol gösterici olarak söylemiştir.

Bursa’nın 2 yıl 2 ay 2 gün işgal altında kalmasına en anlamlı yanıtı Mustafa Kemal Atatürk büyük bir yatırımla vermiştir. Uzun yıllar Balkanların ve Ortadoğu’nun en büyük fabrikası olan Merinos Fabrikası, o günkü kısıtlı olanaklara karşın tam 2 yıl 2 ay 2 günde tamamlanmış ve Atatürk tarafından 2 Şubat 1938’de açılışı yapılmıştır. 1933’te faaliyete geçirilen Sümerbank’a ait bu dev fabrika, yünlü dokuma alanında ülkenin gereksinim duyduğu ürünleri sağladığı gibi, bir okul, hatta bir üniversite işlevi görmüş, Bursa’nın ekonomik ve sosyal yaşamı yanında her şeyi olmuştur. Binlerce işçiye iş yanında, okul, sosyal alanlar, enerji santrali, spor kulübü ve tesisleri, sağlık ocağı, itfaiye hizmetleri, tüketim ve yapı kooperatifçiliğine öncülük etme yanında sendikal hareketin de beşiği olmuş, TEKSİF Sendikası burada doğmuştur.

Ne acıdır ki 12 Eylül 1980 sonrası dayatılan özelleştirme furyası ile AKP döneminde bu değerli üretim tesisi kapatılmış, ancak Bursalıların büyük direnişi sonucu rant alanı olmaktan kurtulabilmiştir. AKP dönemi, yalnızca Bursa’nın simgesi durumundaki Merinos fabrikasının yok edilmesi ile kalmamıştır. Bu dönemdeki en büyük ihanet 10-11 Eylül 1922 günü Bursa’yı işgalden kurtarırken şehit olanlara karşı yapılmış, Osman Gazi’nin türbesinin yanıbaşındaki Şehitler anıtı FETÖ’cü Vali Şehabettin Harput döneminde kaldırılmıştır.

2013 yılında kaldırılan Şehitler Anıtının ve yanındaki Osman Gazi Türbesinin ibret dolu bir öyküsü vardır. Bursa’nın 8 Temmuz 1920 günü emperyalizmin maşası Yunan askerlerince işgalinden bir süre sonra, Yunan Kralı Venizelos’un oğlu Yüzbaşı Sofokles Venizelos Bursa’ya gelir. Osman Gazi’nin Tophane semtindeki türbesinin kapısını tekmeyle açan Venizelos, sandukayı da tekmeledikten sonra fotoğrafçılara poz verirken şöyle seslenir:

  • “Kalk ey koca sarıklı Osman. Ben geldim. Kalk da Bursa’yı kurtar.”

Bu haber Bursa’yı ve ülkeyi bir kez daha sarsar. 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz sonrası, Bursa da kurtarılır. Ancak bu kurtuluş sırasında pek çok şehit verilir. Ankara yolundaki Hacivat Köprüsü yakınlarında şehit olan kahramanların naaşları, simgesel olarak Osman Gazi Türbesinin önüne defnedilir ve bir süre sonra Türbenin önüne bir Şehitler Anıtı dikilir. Anıtın üzerinde Arap harfleriyle yazılı sözler yıllar boyu “Keşke Yunan galip gelseydi” düşüncesinde olanları rahatsız eder. Sonunda 2013 yılının Ocak ayında bir gece yarısı, zamanın “cumhurbaşkanı” Abdullah Gül’ün onayı, FETÖ’den hüküm giyen zamanın “valisi” Şehabettin Harput’un direktifi ve FETÖ üyesi olduğu için görevinden alınan zamanın “Belediye Başkanı” Recep Altepe marifetiyle Şehitler Anıtı gizlice kaldırılır.

Bursa, işgalden 93 yıl sonra, şehitler anıtının kaldırılmasıyla bir kez daha ihanetle yüz yüze gelmiştir. Şimdi bu anıtın tarihsel eser niteliğindeki taşları ve kitabesi bile kayıptır. Ancak hiçbir ihanet sonsuza dek hoşgörü örtüsü ardına saklanamaz. Kuvayı Milliyeciler Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin anısına yapılan saygısızlığı canlarını vererek yanıtlamışlar, ancak yeni Osmanlıcılar şehitlerine sahip çıkmak şöyle dursun ihanet etmişlerdir. Şimdi Atatürk devrimcilerinin önünde bir görev daha duruyor:

Kayıp Şehitler anıtının taşlarını ve kitabesini bularak o anıtı yeniden ait olduğu yere dikmek ve sonsuza dek işgalcilere yanıt vermek…

BİR ZAMANLAR 30 AĞUSTOS

Dostlar,

5/6 Eylül 1922 gecesi de sürüyordu büyük kovalamaca Ege topraklarında..
İkiyüz bine Mehmetçik, katmıştı önüne ikiyüzbini aşkın işgalci palikaryayı..
Sürüyordu Ege denizine doğru.. 400 km yol tüm olanaksızlıklara ve zorluklara karşın geçilecek ve düşman denize dökülecekti. Başkumandanın emri kesindi 30 Ağustos Zafer ardından :

  • Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!..

Dünya tarihinde benzersiz o anları Nazım Hikmet ölümsüzleştirdi Kuvayı Milliye Destanı ile. E. General Sn. Dr. Noyan Umruk da 96 yıl sonra derin bir özdeşim (empati) ile bir kez daha yazdı ABC Gazetesinde.. Onbinlerce şehit – gazinin ödenemez borçları adına hulu ile bir kez daha okunmalı ve vatan için ne gerekiyorsa yapılmalı.. Biz de bu çok önemli tarihsel süreci salt 30 Ağustos ya da 9 Eylül’de bırakmak istemiyoruz.. Bu aralığa yayarak hemen her gün sitemize seçtiğimiz yazıları koyuyoruz.. Teşekkürler değerli Paşamız, Tarih doktoru Sn. Umruk..

Sevgi ve saygı ile. 06 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
========================================

BİR ZAMANLAR 30 AĞUSTOS…


Dr. Noyan UMRUK
E. General
ABC GAZETESİ, 28.08.2018  

Evet, “Büyük Taarruz” başlıyor… 30 Ağustos, yakın tarihimizin dönüm noktası…

”Makus talihimizin” yenildiği, diğer bir deyişle emperyalizmin çanına ot tıkandığı gün…

Kuvayı Milliye Destanını” küçümsetmeye çalışanları nafile çabalarıyla baş başa bırakıp, sözü büyük Ozan’a bırakalım; eşsiz dizeleriyle büyük utkuyu, daha içten anlatan çıkmadı çünkü…

Ateşi ve ihaneti gördük

Dayandık her yanda,

dayandık İzmir’de, Aydın’da

Adana’da dayandık,

Dayandık, Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te

Sarışın bir kurt: Başkumandan…

 Dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında O’nu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
paşalar : «üç,» dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar,
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe’den afyon ovası’na atlıyacaktı.
Dünyanın hiç bir ordusunda bir nöbetçi, şairinin ağzından, dizeleri inci taneleri gibi dizerek, başkumandanını bu denli sade, derin ve de yürekten bir  sevgi ile anlatamadı…
Sarışın Kurt’un Memetçikleri…
saat 3.30.
izmirli ali onbaşı ve de mangası
karanlıkta göz yordamıyla
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer :
sağda birinci nefer
sarışındı.
ikinci esmer.
üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üstüne şarkı söyleyen.
dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
tezkere alıp Urfa’ya girdiği akşam.
altıncı, inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona «deli erzurumlu» derdiler.
yedinci, mehmet oğlu osman’dı.
çanakkale’de, inönü’nde, sakarya’da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.

Ya Süleymaniyeli şoför Ahmet…

lastik hava kaçırıyor.
derdine deva bulmazsak eğer…
dur bakalım babacafer…

üç numrolu kamyonet durdu.
karanlık.
kriko.
pompa.
eller.
küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken

sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet.
hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
süleymaniyeli şoför ahmet
soyun…

soyundu.
ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,

ahmet’i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.

Karayılan’ı kim unutabilir…karayılan «karayılan» olmazdan önce
umurunda değildi karayılan’ın
kıyamete dek düşmana verseler antep’i.
çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.

karayılan olmazdan önce
kara yılanın encâmını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini .
«ibret al, deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,

ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»
…Sonra;
«karayılan der ki : harbe oturak,
kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür…»

Memetçik böyledir işte… Sesi, sedası çıkmaz; böbürlenmeyi pek beceremez. Düşünürsünüz, düşündürür sizi…Acaba bu işleri bilerek mi yapıyor, yoksa ayırdında değil mi? Pek de anlayamazsınız…Ancak, sonucu görürsünüz… Kıbrıs Barış Harekatında da, ateş altında, bir elinde karpuz dilimi ya da üzüm salkımı, pikniğe gider gibi düşman üzerine gittiği  görülmüştür… Yeter ki başında adam gibi bir komutanı olsun…

Ve sonra, imparatorluğun küllerinden doğan, tüm “mazlum milletlere” örnek, yurttaşlarına kıvanç veren, genç, gürbüz, bağımsız, saygın bir Cumhuriyet

Ve sonra, 60 yılda, özellikle amcaları ile birlikte ülkeyi yönetenlerce son 15 yılda bakın ne hale getirildi Türkiye…

-“Tüm okulları imam-hatip okulları yapma şansını yakalayarak”, “sabileri” sefil eden alt üst edilmiş bir milli eğitim sistemi, tarikatlara, cemaatlara teslim edilmiş binlerce çocuk,

Cari açık, dış borç, “ne idüğü belirsiz” net-hata noksana dayanan bir ödemeler dengesi ile kağıttan kaplan, yeterince üretmeyen, teknolojik zaafiyet içinde krizlerle boğuşan ekonomik yapı,

– Zorunlu tüketim üzerinden toplanan dolaylı vergilere dayanan adaletsiz bir mali sistem ve son derece eşitsiz bir gelir dağılımı,

— Her tarafına yerleştirdikleri, tıkıştırdıkları Fetö’nün “ak çocukları” ve “yeşil zeytin kılıklı hainleri “ile sonTürk devletini allak bullak eden ne idüğü belirsiz, melanetinin ayrıntıları zamanla açıklığa kavuşacak kökü dışarıda bir darbe denemesi…

-Elbirliğiyle moralman ve yönetimsel olarak çökme noktasına getirilmiş, ama yine kuvvacı omurgası ile Fırat Kalkanı’nda herşeye rağmen etkinliğini gösterebilen bir ordu,

-Açıla saçıla, Doğu Akdeniz’den, Kıbrıs ve Türk dünyasına ve  Pekin, Moskova, Erivan, Tahran, Bağdat, Şam altıgenine değin tüm komşu ülkeleri ciddi tehdit haline getirip, Habur-Oslo-Şemdinli-G.Antep sürecinde PKK’nın da bu konjonktüre eklemlenmesine göz yumulması ile iflas etmiş güvenlik ve dış politika süreci,

-Zavallı bir ulusal istihbarat sistemi,

-Yüz verilince astarını isteyen PKK, İŞİD gibi mel’un terör örgütlerinin istedikleri yeri hallaç pamuğu gibi attıkları bir ülke…

Sonuç                   :

“Bir türlü kendilerine saygı ve şükran duyulamayan” Cumhuriyet kurucularınca emanet edilen Mısak-ı Milli’nin, ülkenin “bekası”nın ciddi tehdit altında sokulması…Şaşkın, tüm politik tercihlerinde, kararlarında yanılmış, “kandırılmış” bir iktidar…Darbe girişimine karşı milyonları meydanlara toplayan, ama bin bir bahane yaratılarak kutlanması diğer ulusal bayramlar gibi kadük edilen bir 30 Ağustos…Ülkenin namus, haysiyet günü…

Aman kutlanacak neyi kaldı demeyin. Yaşadığımız karanlık günler bu büyük ulusun, bu halkın okyanusları andıran tarihinde sadece bir virgül…Küllerinden doğmaya alışıktır bu millet…

ATATÜRK YA TAARRUZ ETMESEYDİ

ATATÜRK YA TAARRUZ ETMESEYDİ!

Mustafa SOLAK Tarihçi-Yazar ile ilgili görsel sonucu

Mustafa SOLAK
Tarihçi-Yazar
solak81@outlook.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Sakarya Savaşı’ndan sonra TBMM’de taarruz için sabırsızlık gösterilmesi üzerine Mustafa Kemal “yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür” diyerek Meclisi ikna etmiştir. 20 Temmuz 1922’de ise Mustafa Kemal’in Başkomutanlık görevi Meclisçe süresiz olarak uzatılır.

Mustafa Kemal Paşa, ordu birlikleri arasında bir futbol maçı bahanesiyle komutanlarını Temmuz ayında Akşehir’e davet eder. Böylece Yunanlıların (AS Yunanların olmalı) ve İşgal devletlerinin dikkati çekilmeyecektir. 28 Temmuz gecesi komutanlara “genel taarruza hazırlanılması” emrini verir. Çok gizli bir şekilde yürütülen bu olayları kamuoyundan saklamak maksadıyla, 21 Ağustos’ta da Çankaya köşkünde bir çay daveti verileceği gazete ve ajanslara bildirir.

Şuhut ilçesi, ordumuzun karargahıdır ve Afyon’un işgal edilemeyen nadir yerlerinden biridir. 7 Nisan 1921’de Aslıhanlar köyü çevresindeki çarpışma sonunda Yunanlar bölgeden çekilmişti. 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı artık düşmana taarruz emrini verir. Büyük Taarruz, diğer savaşlardan farklı olarak saldırı savaşıdır. Büyük Taarruz’un (26 Ağustos 1922-18 Eylül 1922) hedefi Afyon’un güneyinde mevzilenmiş 1. ve 4. Yunan tümenlerini yararak ve geride bir mevziye çekilmesine izin vermeden Yunan ordusunu imha etmek ve savaşa son vermekti.

Türk milletinin yüzyıllardır süren geri çekilmesi ve savunmada kalması durumu bu savaşla sona ererek taarruza geçilmiştir. Emperyalistlerin “6 ayda ele geçiremezler” dedikleri tepeler yarım saatte alınmıştır.

27 Ağustos’ta Afyon kurtarılır. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçerek düşmanın topyekün yok edilerek savaşın sonuçlandırılmasını gerekli bulurlar.

30 Ağustos 1922 tarihine kadar 4 gün süren çetin bir savaş yapılır. Bu aşamaya “Başkomutanlık Meydan Savaşı” adı verilir.

“Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!”

30 Ağustos’ta askerimiz Mustafa Kemal’in “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle Yunan askerinin peşine düşer. 1 Eylül 1922’de başlayan takip,  6 Eylül’de Balıkesir’in, 8 Eylül’de Manisa’nın, 9 Eylül’de İzmir’in kurtarılmasıyla sürmüş, 18 Eylül 1922’de Yunan askerinin Balıkesir – Erdek limanından ülkeyi tümden terk etmesi ile son bulmuştur.

“Biz Burada Vatanımızı Savunuyoruz”

Meydan Savaşı’ndan sonra çevreyi gezen Mustafa Kemal, düşmanın ağır yenilgisini, savaş alanında bıraktığı silah, cephane ve savaş malzemesini, ölülerini, esirlerin kafilelerle yürütülmesini izleyerek suçun emperyalistlerde olduğunu belirtir:

  • “Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değildir”

Mustafa Kemal bu sözüyle “analar ağlamasın” denilerek yapılan “savaşa hayır, barışa evet” çağrısına vatan savunması için yapılan savaşın zorunluluğu ve haklılığıyla yanıt vermektedir. Topraklarınız işgal ediliyor, özgürlüğünüz elinizden alınmak isteniyorsa köleliğe, kimliğinizin aşağılanmasına sessiz kalmaya sindiremiyorsanız yaşamınızı savunmak için savaş zorunludur, kaçınamazsınız.

İşgal veya sömürü amacı taşımıyorsanız yaptığınız savaş haklıdır, meşrudur. Dahası vatanı savunanlar Büyük Taarruz’daki gibi savaşı başlatan taraf da olsa sorumluluğun emperyalizmde ve işbirlikçisi Yunanlılarda (AS: Yunanlarda) olduğunu vurgulamıştır.

“Savaşa hayır” sloganı ülkemizi işgal eden Fransız, İngiliz, İtalyan, Yunan devletlerinin vatandaşları açısından atılabilir ama bir Türk yurtseveri “savaşa hayır” diyerek işgali durduramaz. Vatanını savunanın değil, işgale gelenlerin “savaşa hayır” demesine Başkomutanlık Savaşı’nda esir düşen Yunan Başkomutanı Trikopis’in sözleriyle örnek verelim:

  • “Bizim Anadolu Savaşı’nda hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk.”

 Cumhuriyet’in Temelleri Sağlamlaştırılıyor

Çanakkale ve Sakarya Savaşları hücumdaki düşmanı durdurmakla sınırlı iken, Başkumandanlık Meydan Savaşı’nda düşman ordusu topyekûn yok edilmiştir. Zafer, Yunan işgaline son vererek Kurtuluş Savaşını kesin bir askeri sonuca ulaştırmıştır. Böylece Türk tarafının, Lozan’da toplanan barış konferansına önemli bir diplomatik avantajla katılmasını sağlamıştır.

Bu savaşta Atatürk,

  • Hiç şüphe yok ki yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada atıldı, sonsuza dek sürecek hayatına burada imkân verdi” demiştir.

Benzer bir sözü Sivas Kongresi’nde;

  • “Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini burada attık.” cümlesiyle belirtmiştir.

Sivas’ta atılan temel Afyon’da sağlamlaştırılarak yıkılmaz bir kale haline getirilmiştir.
======================================
Dostlar,

Büyük Taarruz 96 yıl önce 1922’de Batı Anadolu’da halen sürüyordu..
Dolayısıyla, 9 Eylül’e dek bu bağlamda yazılara sitemizde yer vermekteyiz..

Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere O’nun dava ve silah arkadaşlarıyla bu var – yok olma savaşını kan ve canları pahasına başarıya ulaştıran vatan evlatlarına, şehitlere, merhum gazilere borcumuzu ödenemez olduğunun ayırdındayız (farkındayz).

Son nefesimize dek vatan nöbeti tutarak, kutsal emaneti şan ve şerefle yaşatarak ancak bu borç ödenmeye çalışılabilir..

Lütfen tıklar mısınız :

  • Cengiz Özakıncı’ya Göre 30 Ağustos
    “…26 Ağustos’ta başlayan 9 Eylül’e yayılan süreç, Türk ulusunun soykırımdan kurtulma savaşıdır!” https://youtu.be/rje2TlEFZEM 

Arkanıza yaslanın ve yüksek sesle dinleyin lütfen..

Sevgi ve saygı ile. 05 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com