Etiket arşivi: E. Tümg. Naci BEŞTEPE

TÜRK ORDUSU YENİDEN YAPILANACAK


TÜRK ORDUSU YENİDEN YAPILANACAK

portresi_kucuk

E. Tümg. Naci BEŞTEPE

Kasım 2013 YAŞ’ında “Silahlı Kuvvetler’in yeniden yapılandırılması çalışmalarının ele alındığı” açıklandı.

İki kutuplu dünyadan çıkıldığı ve komşularımızın değiştiği 1990’lı yılların başlarından bu yana, TSK’da yeniden yapılanma çalışmaları yapılmıştır.

“Daha az fakat daha etkin kuvvet” ilkesiyle yola çıkılan her çalışma,
küçülme yerine büyüme ile sonuçlanmıştır.

Bunda en önemli etken, gelecekteki olumsuzlukların sorumlusu olma endişesidir.
Tehdit değerlendirmesinde aşırı duyarlılığa dayanmaktadır.

DEĞİŞİM GEREKLİ AMA!

YAŞ haberi bu açıdan bakınca olumludur.

Yeniden yapılanma gereklidir.

Dünya değişmiştir. TSK da yapısını yeni koşullarına uydurmalıdır.

Ama.

İktidarda AKP vardır.

TSK,  bu partinin hükümeti ile uyum sağlayarak değişimi yapmak durumundadır.

İşte o zaman duruma kuşku ile bakmak gerekmektedir.

PROFESYONELLEŞME

Yeniden yapılanmada profesyonelleşmenin gündeme gelmesi olasıdır.

Belirli alanlarda gerekli, hatta zorunludur.

İç güvenlikte yararı görülmüştür.

Üstün teknolojik harp-silah ve araçlarının kullanıcılarının da profesyonel olması doğrudur.

Bu konuda sorun sınırın nereden çizileceğidir.

                                     MEHMETÇİK TEMELDİR

TSK’nın temeli MEHMETÇİK’tir.

TSK, Ulus-Ordudur.

Her evden Mehmetçik çıkar.

Yurdun her köşesinden Mehmetçikler kışlada buluşur.

Koğuş, karavana, eğitim, arazi, çadır, silah ve zorlukları paylaşarak kaynaşırlar.

En önemlisi; TEK VATAN-TEK BAYRAK-TEK ULUS ülküsünde birleşir MEHMETÇİKLER.

Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesi budur.

MEHMETÇİK niteliğinin yok edilmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesini de yok eder.

TSK’ya komuta edenler bunun bilincindedir.

Ama.

İktidarda AKP vardır.

                      MİLLİ HÜKÜMET – MİLLİ ORDU

Bu dönem geçicidir. Geçip gitmesine az kalmıştır.

Türk ordusu yeniden yapılanacaktır, çağın gereklerine ayak uyduracaktır.

Temel düşünce, Türkiye Cumhuriyeti’ni koruyacak ve kollayacak yapıya sahip
MİLLİ ORDU olmasıdır.

Yalnzıca dış tehdide karşı değil ülkeye ve rejime yönelen tüm tehlikelere karşı.

Bu da ancak MİLLİ HÜKÜMET’le yapılabilir.

ABD güdümünden bağımsız tek adım atamayanlarla değil.

Plan ve projelerini Türk halkından önce ABD’ye anlatmaya giden ve ABD ile daha uyumlu olacağını ilan edenlerle de değil.

“NATO bizi mağaradan çıkardı!” kafasında olup, Türk ulusundaki cevheri ve Atatürk’ün aşıladığı bağımsızlık tutkusunu bilmeyenlerle hiç değil.

NATO

NATO birçok yenilikler, teknolojiler getirmiş, TSK’nın dünyaya açılmasına katkı vermiş olabilir.

Yararları olmuştur.

Ama ya zararları?

Ya çıkardığı engeller.

Ya milli savunma sanayine sahip olamayışımıza etkisi.

                                       TSK MİLLETİNDİR

ABD ve NATO, şimdi de Türkiye’nin ÇİN FÜZE SAVUNMA SİSTEMİ ortak yapımı kararını değiştirmek için sahaya çıkmıştır.

Çünkü; millileşme, milli sistemlere yönelme söz konusudur.

Yanlış hükümet doğru adım atmıştır.

Kararlı olunmalıdır.

Millileşme yolunda atılan her adım altın kıymetindedir.

Siyasal oyuna alet edilmemelidir.

Edenler Ulusa hesabını vereceklerini bilmelidir.

TSK bir tanedir, hepimizindir, en önemli varlığımız ve güvencemizdir.

Eleştirilerimiz kuruma değil kişileredir.           

İKİ FOTOĞRAFLA ASKERLERİN ZAFER BAYRAMI !?


Dostlar
,

Çok değerli dostumuz, insan gibi insan, E. Tümg. Sayın Naci Beştepe‘den ulaşan “hazin” bir iletiyi paylaşalım.. Bizim de duygu ve düşüncelerimize tercüman oldu adeta.

Sayın Beştepe’nin eklediği “2 fotoğraf” gerçek anlamda hüzün verici ve düşündürücü.. Tarihe mal olacakları ise kesin..

Sayın Beştepe yine çoook sabırlı ve olgun yazmış..

Biz ise, artık “Mustafa Kemal’in Ordusu” diyemeyeceğimiz TSK’nın fotoğraflardaki komuta heyetine derin teessüflerimizi bildiriyoruz..

Başta Genelkurmay Başkanı Necdet Özel beyefendiye..

Sonra da, son YAŞ’ta (2013) tüm askeri gelenekler ve hiyerarşi ayaklar altına alınarak belirlenen 4 yardımcısına..

– KKK Komutanı Org. Hulusi AKAR

– Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Bülent BOSTANOĞLU

– Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Akın ÖZTÜRK

– Jandarma Genel Komutanı Org. Servet YÖRÜK

Yazıklar olsun..

“Silahlı Kuvvetlerin manevi şahsiyetini tahkir… “ vb. kalıp ceza yasası
ağır yaptırımları daha fazlasını yazmamızı ne yazık ki engelliyor..

Ama şu kadarını söylemek yurttaş olarak anayasal hakkımız :

Bu komuta heyetine güvenmiyor, kendimizi güvende duyumsayamıyor
ve -maalesef- saygı da duymuyoruz..

Tuğg. Ertuğrul Gazi Özkürkçü.. 2 büklüm paşa.. içimizi acıttı..
(Müyesser Yıldız ODATV‘de hakkında kapsamlı yazdı, 3.9,13, http://www.odatv.com/n.php?n=o-selmin-ve-sahibinin-sirri…-0309131200)

Mustafa Kemal Paşa‘nın “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” inde tanımladığı subaylar bunlar olmasa gerek!?

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 4.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

İKİ FOTOĞRAFLA ASKERLERİN ZAFER BAYRAMI !?

Naci BEŞTEPE
E. Tümgeneral

30 Ağustos 2013 Zafer Bayramı kutlamaları ile ile ilgili iki fotoğraf aldım.
Çok kişi sosyal medyadan ulaşmış, görmüş olabilir. Fotoğrafları paylaşanlar,
kısa ve anlamlı ibareler eklemişler.
Can alıcı ifadeler.
Ben de eklemeler yapmak istedim.

BİAT SELAMI

İlkinde, bir tuğgeneral eşi ile kutlamada (tebrikatta).
Hanımefendi UZUN ETEK kuralına uymuş. Modern görünümlü.

2_buklum_General_30.8.2013

Generalimiz (tanıyamadım), askerin BAŞLA SELAMLAMA yöntemini aşmış.
İki büklüm durumda

Basen teslime hazır.
Kafasının ortası hatta ensesi  Cumhurbaşkanı’nın gözü hizasında.

Özel bir selam biçimi.

BİAT SELAMI olmalı.

“Sen beni terfi ettir, ne istersen iste..” duruşu sanki!

Gelecek rütbeleri hayrlı olsun.

*****

GÜLÜNCE GÜLLER AÇIYOR

İkincisinde; Cumhurbaşkanı Gül’ün karşısında üç orgeneral, bir oramiral.
Genelkurmay Başkanı, iki kuvvet komutanı ve J. Genel Komutanı.

Komutanlar_pur_nese_30.8.2013

Görüntüye göre; Cumhurbaşkanı çok neşeli, nükteli / neşeli bir şeyler söylüyor.
Askerlerin hepsi keyifle gülüyor.

Ağızlar fiyonk.

Yurtta ve cihanda barış var.

TSK ve ülke güllük gülistanlık.

Gül’den nüktelerle bayram gülücüklerle dolu geçiyor.

Bir gün sonra, YAŞ’ta bu karedekilerin kararı ve onayı ile emekli edilen 14 general-amiral ve albaylar askeri cezaevlerinden sivil cezaevlerine nakledilecek.

İki  gün sonra 106 askerin 28 Şubat yargılanması başlayacak (2 Eylül 2013).
BALYOZ, ERGENEKON, CASUSLUK, POYRAZKÖY zaten cepte.

Gazetelerde sitem dolu demeçleri yer almış, emekli edilenlerin.
Fotoğraftakiler okumamış olmalı.

Koramiral Can ERENOĞLU’nun,

  • “Benim için üzücü olan, bu davanın TSK’nın Atatürkçü, aydın, yurtsever personelinin tasfiyesini hedeflediği ve delillerin düzmece iftira olduğu bilinmesine rağmen, sahip çıkması gerekenlerin, olmayan hukuka güvendiklerini söyleyerek bizleri yalnız bırakmasıdır.
    Daha vahim olan, bizleri tasfiye edenlerin içinde
    silah arkadaşı maskesi takan ve komplocularla işbirliği yapan hainlerin bulunmasıdır.
    Başka bir üzüntü kaynağım da, suçsuz olduğumuzu bilenlerin de
    üniformamızı çıkarmamıza onay vermesidir
    .”

sözlerinin kendileri ile uzaktan yakından ilgisinin olmadığını değerlendirmiş olmalılar. Yoksa,
bu ayıp hepsine yeter de artardı bile. Değil ağız kulakta gülmek, tebessüm etmek bile zul gelirdi. İçlerinde çok sevdiğim ve beraber çalıştığım arkadaşlarımın olması içimi yakıyor.

Hem de çok.

Çaresizler mi, basiretsizler mi, vurdumduymazlar mı, korkaklar mı, makam sevdasından gözleri mi buğulanmış?

Anlayamıyorum.

Üzülüyorum.

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE
1 Eylül 2013

Yurtsever ve özverili halkımızın “emperyalist operasyondan kurtarmaya çabaladığı” Ordu bu olmasa gerek.. Şimdi, bu 2 fotoğraf ile, tertip davalarda kurban edilenlerin gerçek değeri daha iyi anlaşılıyor ve Onlara sahip çıkma uğraşı daha da anlam kaanıyor.

Bu 2 fotoğraf bir dönemeç işlevi üstlenmiştir.

İtiraf edelim; emperyalizmi ve işbirlikçilerini “şu kesitte” şimdilik alkışlıyoruz (!).
Büyük bir taktik başarı elde etmişlerdir. Ancak henüz “savaş” bitmemiştir;
birkaç ciddi muharebe yitirilmiş ve çook ağır yitik (zayiat) verilmişse de..

Ne deniyordu Gezi‘de ??

Bu daha başlangıç; mücadeleye devam!

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 4.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

İKİ FOTOĞRAFLA ASKERLERİN ZAFER BAYRAMI !?

Naci_Bestepe_portresi

Naci BEŞTEPE
E. Tümgeneral

30 Ağustos 2013 Zafer Bayramı kutlamaları ile ile ilgili iki fotoğraf aldım. Çok kişi sosyal medyadan ulaşmış, görmüş olabilir. Fotoğrafları paylaşanlar, kısa ve anlamlı ibareler eklemişler. Can alıcı ifadeler. Ben de eklemeler yapmak istedim.

BİAT SELAMI

İlkinde, bir tuğgeneral eşi ile tebrikatta. Hanımefendi UZUN ETEK kuralına uymuş.
Modern görünümlü.

Generalimizi (tanıyamadım), askerin BAŞLA SELAMLAMA yöntemini aşmış. İki büklüm vaziyette.

Basen teslime hazır.  Kafasının ortası hatta ensesi  Cumhurbaşkanı’nın gözü hizasında.

Özel bir selam şekli.

BİAT SELAMI olmalı.

“Sen beni terfi ettir, ne istersen iste..” duruşu sanki!

Gelecek rütbeleri hayrlı olsun.


GÜLÜNCE GÜLLER AÇIYOR

İkincisinde; Cumhurbaşkanı Gül’ün karşısında üç orgeneral, bir oramiral.
Genelkurmay Başkanı, iki kuvvet komutanı ve J. Genel Komutanı.

Görüntüye göre; Cumhurbaşkanı çok neşeli, nükteli/neşeli bir şeyler söylüyor.
Askerlerin hepsi keyifle gülüyor.

Ağızlar fiyonk.

Yurtta ve cihanda barış var.

TSK ve ülke güllük gülistanlık.

Gül’den nüktelerle bayram gülücüklerle dolu geçiyor.

Bir gün sonra, YAŞ’ta bu karedekilerin kararı ve onayı ile emekli edilen 14 general-amiral ve albaylar askeri cezaevlerinden sivil cezaevlerine nakledilecek.

İki  gün sonra 106 askerin 28 Şubat yargılanması başlayacak (2 Eylül 2013). BALYOZ, ERGENEKON, CASUSLUK, POYRAZKÖY zaten cepte.

Gazetelerde sitem dolu demeçleri yer almış, emekli edilenlerin. Fotoğraftakiler okumamış olmalı.

Koramiral Can ERENOĞLU’nun,

“Benim için üzücü olan, bu davanın TSK’nın Atatürkçü, aydın, yurtsever personelinin tasfiyesini hedeflediği ve delillerin düzmece iftira olduğu bilinmesine rağmen, sahip çıkması gerekenlerin, olmayan hukuka güvendiklerini söyleyerek bizleri yalnız bırakmasıdır. Daha vahim olan, bizleri tasfiye edenlerin içinde silah arkadaşı maskesi takan ve komplocularla işbirliği yapan hainlerin bulunmasıdır. Başka bir üzüntü kaynağım da suçsuz olduğumuzu bilenlerin de üniformamızı çıkarmamıza onay vermesidir.”

sözlerinin kendileri ile uzaktan yakından ilgisinin olmadığını değerlendirmiş olmalılar. Yoksa, bu ayıp hepsine yeter de artardı bile. Değil ağız kulakta gülmek,
tebessüm etmek bile zul gelirdi. İçlerinde çok sevdiğim ve beraber çalıştığım arkadaşlarımın olması içimi yakıyor.

Hem de çok.

Çaresizler mi, basiretsizler mi, vurdumduymazlar mı, korkaklar mı, makam sevdasından gözleri mi buğulanmış?

Anlayamıyorum.

Üzülüyorum.

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE
1 Eylül 2013

Taksim’de Kurt; PKK’ya Kuzu


Taksim’de Kurt; PKK’ya Kuzu

Naci_Bestepe_portresi

 

 

E. Tümg. Naci BEŞTEPE

 

 

Taksim’de başlayıp yurda yayılan demokratik direniş eylemlerinde,
başta Başbakan olmak üzere ülkeyi yönetenlerin söylemeleri yenir yutulur gibi değildir.

Kendi halkına,

  • “Çapulcu, vandal, çete, başıbozuk, azınlık, marjinal grup, terörist,
    edepsiz, ahlaksız…”

gibi sıfatları sıkılmadan kullanan yöneticilere ne denebilir?

Son derece iyi niyetli ve şiddetten uzak eylemlere öylesine orantısız güçle
müdahale edilmiştir ki, iş çığırından çıkmıştır.

  • Dört ölü, onun üzerinde göz yitiği, onlarcası ağır olmak üzere yüzlerce yaralı, binlerce gözaltı.
  • Sanki işgal ordusu iç savaşta.

İnsanlar ölmemiş, yaralanmamış gibi olayı hafife alma.

Ölümlerin nedeni polis değilmiş gibi polisi sahiplenme, adeta şiddete teşvik etme.
O da yetmedi,iktidara yaranmak için bir belediye başkanının,
bir gencin öldürüldüğü yere polise övgü dizen afiş asması!Demokratik bir ülkede, insanların hak ve özgürlükleri ile ilgili isteklerini
son derece olgun yöntemlerle duyurma çabalarına gösterilen devlet tepkisine bakın.Vandallık, baskı, devlet terörü denmez de ne denir yapılanlara.Aynı devlet yöneticilerinin bir başka olaya bakışına ve tepkisine göz atalım.
15-16 Haziran 2013 tarihlerinde, Diyarbakır’da bir toplantı, konferans düzenlendi.
Adı bile insanı hoplatır.

  • KUZEY KÜRDİSTAN BİRLİK VE ÇÖZÜM KONFERANSI.

Bugüne dek hiçbir resmi ortamda kullanılmayan “KUZEY KÜRDİSTAN” ifadesi kullanıldı.

Sonuç bildirisi “TÜM KÜRDİSTAN ve dünyaya halkına duyurulmak üzere yayımlandı.

1978’de PKK kurulduğunda ortaya konan amaçlar istek olarak sıralandı :

– Öcalan’a özgürlük,
– Kürt halkının kendi statüsünü (özerklik, federasyon, bağımsızlık) belirlemesi,
– Ana dilde eğitim, Kürtçe’nin resmi dil olması
– Kürdistan’ın ekonomik ve sosyal durumunun düzeltilmesi için pozitif ayrımcılık,
– Siyasal tutukluların (teröristlerin) serbest bırakılması,
– Suriye’deki Kürt bölgesinin tanınması ve desteklenmesi,
– Kürt ulusal konferansının toplanması,
– PKK’nın terör listesinden çıkarılması,
– Türkiye halklarının konferans kararlarını tanıması…

Ne istendiğinde anlaşılmayan bir şey var mı?

Taksim’deki gençlerin istekleri ile kıyaslanacak bir talep var mı?

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek, yıkmak, kendi devletimizi kurmak ve dört ülkedeki Kürtleri bir araya getirerek BÜYÜK KÜRDİSTAN’ı kurmakta kararlıyız, başka çözüm kabul etmiyoruz.”
demenin daha açıkçası nasıl söylenebilir?”Biz ayrılacağız ama, ayrıldığımız zaman sıkıntı çekmeyelim, şu ekonomik durumumuzu iyice bir düzeltin.” diye bir de enayi yerine koyma,
daha güzel nasıl ifade edilir?Taksim Gezi olaylarında hükümet üyelerinin hepsi bir yerden ağzına geleni söyledi.
Yetmedi belediye başkanı, vali, emniyet müdürleri, akiller, sanatçılar kendini paraladı.Neden?

Çünkü olaylar, tepkiler, AKP yönetimine karşıydı.
İstekler bu yönetimin gitmesini yönündeydi.
Hükümete karşı, Başbakan’a karşı bir şey yapılıyor veya isteniyorsa kabul etmek olanaksızdı.
Şiddetle üzerine gidilmeliydi.

Öbür tarafın istekleri ise ülkeyi bölmek, Türk ulusunun birliğini sonlandırmak üzerineydi.
Bu tür istekler önemsizdi.
Ülke bölünse ne olurdu ki?
AKP iktidarda kalmaya devam ettikten, RTE de başkan olarak veya en kötü olasılıkla başbakan olarak tepede kaldıktan sonra gerisi ayrıntı değil miydi?
Din elden gitmiyordu ya?
Camilerde içki içmek istemiyorlar, türbanlı bacılara karışmıyorlardı ya.
O takdirde ne isterlerse istesinlerdi.

BARIŞ VE KARDEŞLİK AÇILIMI ve ÇÖZÜM SÜRECİ içinde halledilirdi.

Yeter ki AKP’ye karşı, tek adamlığa karşı, tiranlığa karşı, şeriat düzenine karşı
kimse sesini çıkarmasın.
Çıkarlarsa da çare bellidir;

– VAN’dan, DİYARBAKIR’dan TOMA’ları, Çevik Kuvvet ekiplerini taşı direniş olan yerlere.
Vur AKP ve RTE karşıtlarına. Kuzu gibi olurlar bir süre sonra.
PKK ve ayrılıkçı Kürtlere karşı ise kuzu gibi ol, patronlar öyle istiyor nasıl olsa.

Hiç duydunuz mu aksine bir açıklama.
Bölücülüğe,ayrımcılığa itirazı olan var mı?
“Ben böyle bir konferansı tanımıyorum!” diyen bir yiğit gördünüz mü?
Hani kendilerini eleştirdi diye AB’ye kafa tutan yiğitlerden.
Cumhurbaşkanı’nından, Başbakan’dan, bakanlardan, AKP’li vekillerden;
afiş asan, mitinge taraftar toplayan belediyelerden, ülkesine hizmete kendini adayan akillerden.

Hepsini koy bir çuvala.
Hepsi aynı yolun yolcusu.
Taksim’de kurt; PKK’ya kuzu.

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Mustafa Kemal Atatürk’ün Görevden Alınması ve İstifası


Mustafa Kemal Atatürk’ün Görevden Alınması ve İstifası

Naci_Bestepe_portresi


E. Tümg. Naci BEŞTEPE

 

 

Mustafa Kemal Paşa, 3. Ordu Müfettişi sıfatıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışından başlayarak ulusal örgütün (milli teşkilat) kurulması ve milletin aydınlatılması için çalışmalara başladı.

Bu kapsamda askeri makamlarla da yazışmalar yaptı.

Birlik komutanlarını, ulusal örgüt (milli teşkilat) konusunda hazırlarken, görevlerini
terk etmemelerini ve İstanbul Hükümeti’nin görev değişikliği yapması halinde de kendilerinden sonra geleceklerin aynı doğrultuda çalışacaklarına emin olmadan makamlarını boşaltmamalarını istedi.

3 Haziran’da sorumluluk alanındaki makamlara çektiği telgrafla; Ermeni muhtariyetinin ve İngiliz himayesinin kabul edilmemesini istedi.

Bundan üç gün sonra, 8 Haziran 1919’da Harbiye Nazırı (MSB) tarafından
İstanbul’a geri çağrıldı.

Geri çağrılma üzerine, bundan sonraki etkinlikleri bireysel olarak yürütmenin
zor olacağını, bu nedenle ulusal birlik ve dayanışmayı sağlayacak bir kurulun (heyetin) oluşturulmasına karar verdi.

Kongrelerin toplanması için girişimleri başlattı.

Dahiliye Nazırı (Bakanı) Ali Kemal, 23 Haziran 1919’da yayımladığı genelge ile;

 İngilizlerin isteği ile Mustafa Kemal’in görevden alındığını,
– İyi bir asker olmakla birlikte siyaseti bilmediğinden yanlışlar yaptığını,
– Faaliyetlerinin, BARIŞ KONFERANSI öncesi zararlı olduğunu,
– Hükümet işleri ile ilgili olarak hiçbir talebinin karşılanmamasını,
– İstanbul’a geri getirilmesinin Harbiye Nezareti’nin yetkisinde olduğunu bildirdi.

Mustafa Kemal bu genelgeyi ancak Sivas’a geldiğinde, 26 Haziran’da öğrendi.

Elazığ Valiliğine görevlendirilen Kur. Alb. Ali GALİP Bey, Sivas Valisi’nden
Mustafa Kemâl Paşa’yı tutuklamasını istedi. Ancak Vali Reşit Paşa kabul etmedi. Kendisi de tutuklamaya cesaret edemedi.

Mustafa Kemâl Paşa, Erzurum’a varınca Kâzım Karabekir ve yol arkadaşlarını toplayarak;

  • “Görevin resmi makam ve üniformaya sığınarak, el altından yürütülecek türden olmadığını, açıkça ortaya çıkarak milletin hakları adına gür bir sesle bağırmak ve bu sese milleti ortak etmek gerektiğini, görevden alındığı için kendisi ile işbirliği yapacakların da kendisinin karşılaşacağı sonuçlarla karşılaşabileceğini, ancak ne olursa olsun bir kişinin
    ortaya atılması gerektiğini..”
    söyledi.

Mustafa Kemâl Paşa’nın önderliği sürdürmesi kararı alındı.

Erzurum Kongresi hazırlıkları sürerken, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit İstanbul’a dönmesi için sürekli çağrı yapıyorlardı.

Mustafa Kemâl Paşa her kezinde “gelmem” yanıtı verdi.

Sonuçta 8/9 Temmuz gecesi yapılan telgraf haberleşmesi ile resmi görevi sonlandırıldı.

İstanbul’un görevden alma telgrafı üzerine Mustafa KEMAL Paşa, saat 22.50’de Harbiye Nezareti’ne ve 23.00’da Padişah’a aşağıda orijinali ve tercümesi yazılı
metni gönderdi. Böylece resmi görevle birlikte askerlikten de ayrılmış oldu.

Kendi ifadesi ile o günden başlayarak,

  • “Resmi sıfat ve yetkilerden sıyrılmış olarak, yalnız milletin sevgi vefedakârlığına güvenerek ve onun tükenmez feyiz ve kudret kaynağından güç ve ilham alarak vicdani görevine devam..“ etti.

1921 yılında TBMM askeri rütbe ve makamını verene dek çalışmalarını
sivil olarak sürdürdü.

Sivil olarak görev yapmasında zorluk çıkmaması için, Vilayet-i Şarkiye
Müdafaa-yi Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi’nin başına geçmesi sağlandı.

Ulu önder Atatürk bu hareketi ile, asıl olan rütbe ve makamların değil
ulusun gönlünde edinilen yer ve sağlanan güven olduğunu kanıtlamıştır.

Türkiye’yi yönetenlerin hiç unutmaması gereken çok önemli bir tarihsel derstir.

Umarız tarihten ders almasını bilirler.

Bir Teğmen; Bir Orgeneral ve Zavallı İddia


Bir Teğmen; Bir Orgeneral ve Zavallı İddia

Naci_Bestepe_portresi

E. Tümg. Naci BEŞTEPE

Gezi patlaması, Org. Nusret TAŞDELER‘in savunmasının gündeme girmesini
olumsuz etkiledi.

Oysa üzerinde durmaya değer bir savunmaydı.
İlk savunması da olduğu gibi tarihsel nitelikteydi.
Felsefe, hukuk, sosyoloji, tarih bilimleri ve en önemlisi insan vardı içinde.
Duygularıyla, aklı ve mantığıyla.
Neler vurguladı Org. Taşdeler?

– Esas hakkındaki mütalaanın, aynı iddianame gibi hukuken savunma yapılmaya
değer olmadığını,
– Savunmanın, kısıtlamalarla formalite düzeyine indirildiğini,
– Delillerin değerlendirmesinin adeta atlanarak SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ İLKESİ‘ne uyulmadığını,

– Savcıların ALİMANE olmasa da AKİLANE davranmasını beklediğini,
ancak hayal kırıklığına uğradığını,
– İsimsiz ve imzasız ihbar mektubuna işlem yapılarak 1. yüz yıl çağdaşlığının bile gerisinde kalındığını,
Başbakan Erdoğan ile bu davanın sanıklarına farklı standartlar uygulandığını,
– Suçlandığı internet sitesinin MSB ödeneği ile açıldığını,
– ” Delillerden sanıklara gidildiği” ifadesi ile kara mizah yapıldığını,
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu‘nun çalışmasının ve verdiği raporun mahkemede kullanılmasının yasalara aykırı olduğunu,
– Ne ile suçlandığı açık ve net anlayamadığını,
– Astlarının da suçlu olmadığını,
– Mahkemenin vereceği karar ile ilgili hiçbir talebinin olmadığını vurguladı.Son cümlesini aynen aktarmazsam haksızlık etmiş olurum;

  • – Yüce Tanrı’dan dileğim; Türkiye Cumhuriyeti’nin “Hukuk Devleti” vasfını tekrar kazanacağı,Türk Milletinin kahraman ordusuna ” SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ” muamelesi yapma ihanetinde bulunanlardan hesap sorulacağı, şahsıma
    “STÖ Yöneticisi” sıfatını yakıştırarak bu ahlak dışı ağır hakareti yapmaya,
    şeref ve haysiyetimle oynamaya vicdansızca yeltenenlerle bağımsız ve tarafsız Türk mahkemelerinde hesaplaşacağım günleri görecek kadar yaşamama müsaade etmesidir.”

Bir orgeneral GATA’daki yatağında böylesine dikilirken, genç teğmen komutanının yolundan geri durur mu?

“T.C. Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali ÇELEBİ” diye hitap ederek başladı,
Silivri’nin Genelkurmay Başkanı.

Tüm hapishanelerdeki asker ve aydınlarla avukatlarını selamladı sadece.
Zamana, zemine ve koşullara göre değişmeyen iradesini koydu ortaya.
Neler söyledi, neler;

– Terörle mücadelede görev aldığını,arananlar listesinde isminin olduğunu ve
bunun utancını sahiplerine getirdiğini,
Terörle mücadeleden İDDİANAMEYLE MÜCADELE’ye geldiğini,
– Kendini değil, VATANSEVERLİK ve KEMALİST DEVRİMLERİ savunduğunu,
Türk Ordusu’nun, sermayenin veya iktidarın değil halkın ordusu olduğunu,
– İddia makamının;
. İhanet suçlamasını Türk subaylarıyla bağdaştırmak için çok komik durumlara düştüğünü,
. Hiçliğe yazgılı olduğunu ve pusulasının karanlığı gösterdiğini,
. “Adaletin sesi denen mütalaanın cehennemin dibindeki yalanların türküsü olduğunu,
– Adına yargılama denen tiyatronun engizisyon hukuk tekniklerini dünyaya
teşhir edeceğini,

İddianameye göre;

. Örgüt yöneticisi olarak, 31 kişiyi 120 dakikalık görüşme ve 11 mesajla yönettiği,
. Gizli örgütün Organize Suçlar Şb. Md.lüğü karşısındaki kahvehanede toplantı yaptığını,
. Harbiye’ye Bekaa Vadisi muamelesi yapıldığını,
. Tanık olmak amacıyla  dilekçe verdiği için terör örgütü üyesi yapıldığını,
öte yandan terör örgütü üyelerinin gizli tanık yapıldığını,
. Kamuya açık internet sitesini takip etmenin örgüt suçu sayıldığını,
. İddiayı çürütünce ERGENEKONVARİ SAVUNMA YAPMAKLA suçlandığını,
Atatürk’ün Bursa Nutku’nu uygulayan bir Türk genci olduğunu,
– Telefon yüklemesini kanıtlayan bilirkişi raporunun mütalaaya alınmadığını,
– Yüklemeyi yapan polislerin ifadesinin ancak iki yıl sonra alındığını,
haklarında hala dava açılmadığını,
– 24 yaşındaki bir teğmenin, ikisi orgeneral kendinden kıdemli 22 subaya ve milletvekillerine örgüt yöneticiliği yapamayacağını söyledi.

Sonuç bölümünde ;
– Tezgah sahiplerine,
Göreceksiniz onur, şeref size hiç nasip olmayacak.
– Türk milletine,
Ne büyük utançtır ki; bu duruşmalar Türk yurdunda,Türk sancağı altında düzenleniyor.
Hiç kimse umudunu soldurmasın, bu bir yükseliştir.
– Hakimlere,
Sizin masumiyete vereceğiniz insan ölçeği cezalar, yarınlarda adalet yıkıcılarına verilecek ve tüm geleceği kaplayacak millet ölçeği cezalar yanında ancak bir ikindi vakti kadardır.
Hiçbir kokuşmuş uygulama T.C. devrimlerini koruma kararlılığımızı sekteye uğratamaz.
Türk gençliği benim şahsımda teslim alınamaz.
Bu kürsüden bir kez dahi,” Ben buradayım, komutanım nerede?” demek gafletinde bulunmadım. Komutanlarını, silah arkadaşlarını teslim edip nefes alanlara yazıklar olsun!
Beni komutanlarımın yanına, ateş hattına gönderin! Komutanlarım kör nefret ürünü uydurma davalarda, adaletsizlik celladının bilenmiş işkence aletleriyle çarpışırken sahip olduğum özgürlük hançerdir yüreğime…

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ.

Sizin vereceğiniz ceza asla sırtımda ve vicdanımda taşıyacağım bir yük olmayacaktır. Çünkü evlatlarımıza yaraşır nitelikleri ancak buradaki başkaldırı kazandırabilir.
Biliyorum ki, kuşaklar boyu insanların hafızasında kalacak sonsuz utançlar bize
bu iftirayı atanlar için yeterli olacaktır.Şimdi siz görevinizi yapın. Tarih de görevini yapacaktır.

  • HARBİYE’den çok iyi subaylar, çok iyi komutanlar yetiştiği şüphesiz.

Her toplumda olduğu gibi subaylık mesleğinde de yetersiz ve yeteneksizler çıkmıştır. Hatta bunların bir kısmı şans ve karartma ile en üst kademelere kadar çıkmıştır.
Herkes, meslektaşlarının ve toplumun gözünde ve tarihte layık olduğu yeri alacaktır.
Orduevilerine girip de kimsenin yanına yanaşmadığı, hatırını sormadığı yakın zamanın bazı komutanları canlı örnektir.

Orgeneral Taşdeler ile Teğmen Çelebi arasında yaklaşık 30 yıllık bir Harbiyelilik farkı vardır.

Ne mutlu ki, HARBİYE sapasağlam nesiller yetiştirmeye devam etmektedir.
Orgeneral Taşdeler, Teğmen Çelebi’nin bedeninde aynı ruhla gençleşerek
görevini sürdürmektedir.

Türk subayı, otuz yıl değil yüz yıl sonra da aynı kararlılıkla yürüyecektir.

  • Mustafa Kemal’in askerleri; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkının ordusu olma özelliğini yitirmeyecektir.

Sağ ol komutanım, sağ ol teğmenim.

Yaşa, var ol Harbiye…

Naci BEŞTEPE

27 Mayıs Devrimi’nin Nedenleri, Sonuçları


27 Mayıs Devrimi’nin Nedenleri, Sonuçları

Naci_Bestepe_portresi

 

E. Tümg. NACİ BEŞTEPE
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim – Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi
www.add.org.tr, 27.5.13

 

1946 yılında ilk kez seçime giren ve başarı gösteren Demokrat Parti (DP) 1950’de iktidar olmuştur..

Seçim çalışmalarında dinsel ögeleri ön palana çıkararak DİNİ SİYASETE ALET ETME YOLUNU AÇAN partidir.

DP iktidarı döneminde, “Halkın benimsediği devrimler uygulanır, öbürleri uygulanmaz.”
tezi ortaya atılarak “KARŞI DEVRİM” başlatılmıştır.

ABD’nin, Soğuk Savaş Dönemi siyaseti olarak pompaladığı ANTİ-KOMÜNİZİM’in etkisinde kalınmış, din hep ön plana çıkarılmıştır.

DP’nin iktidara gelir gelmez ilk eylemi, 18 yıldır (18 Temmuz 1932’den beri)
Türkçe okunmakta olan EZAN’ın Türkçe dışındaki dillerde okunmasını
serbest bırakan yasayı çıkararak (16 Haziran 1950) ARAPÇA OKUNMASI’nı sağlamak olmuştur.

Muhalefette iken CHP’ne yaptığı “DİNSİZ” baskısı ile içinin boşaltılmasını sağladıkları,

  • Aydınlanma Devrimi’nin temel taşı olan KÖY ENSTİTÜLERİ ile
    HALK EVLERİNİ KAPATMIŞTIR.

6-7 Eylül 1955 olayları ile Rum ve Ermeni vatandaşlarımızın büyük bölümün yurttan kaçışına neden olmuştur.

6-7 Eylül 1955 olayları’ya girmek için bir tugayımızı KORE Savaşı’na sokarak emperyalizmin hizmetine sunmuştur. 1.5 milyon Korelinin öldürüldüğü bu savaşta bizim kayıp toplamımız 3277’dir. (Savaşa giden askerlerimizin yaklaşık 1/5’ine karşılıktır.)

NATO’ya giriş ve ABD yardımlarının kabulü ile de siyasal ve ekonomik bağımlılığımızı artırmış, ulusal bağımsızlığımızı zedelemiştir.

Her geçen yıl hak ve özgürlüklere daha çok kısıtlamalar getirmiştir.
Basın ve muhalefete, gittikçe ağırlaşan baskı uygulamıştır.
238 gazeteci, karşıt (muhalif) yazıları nedeniyle tutuklanmıştır.
Grev ve toplu sözleşme hakları tanınmamıştır.

VATAN CEPHESİ oluşturarak halkı kutuplaşmaya ve muhalefeti yok etmeye çalışmıştır.

  • DP, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Nutuk’un yayımlanmasını bile
    suç saymıştır.

Hukuksuzluğa karşı mücadele eden üst düzey yargıçları emekli etmiştir.

Bardağı taşıran son damla ise 15 Nisan 1960’ta 15 DP milletvekilinden oluşan
TAHKİKAT KOMİSYONU’nun kurulmasıdır.
Bu Komisyona, Anayasa ve yasalara aykırı olarak;
yargılama, tutuklama ve parti kapatma yetkisi tanınmıştır.

28-29 Nisan 1960’ta öğrenci olayları başlamış ve halk da protesto eylemlerini desteklemiştir. Bir öğrenci İstanbul Üniversitesi’nde polis kurşunuyla öldürülmüştür.

Çatışmaların artması üzerine, 38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi (MBK)
27 Mayıs 1960 günü yönetime el koymuştur.

MBK, emir-komuta zincirinin dışında ve çoğunluğu genç subaylardan oluşmuştur.

270 general-amiral emekli edilirken, hareketin başına Org. Cemal GÜRSEL getirilmiştir.

MBK, rayından çıkarılan Devrimlerin yeniden yoluna konmasını, çağa uygun devrimlerin yapılmasını ve özgürlükçü bir Anayasanın yapılmasını sağlamış ve
idareyi kısa sürede sivil yönetime devretmiştir. Hatta bu süreyi uzatmak isteyen bir grup (14’lükler)  bir süreliğine ülkeden uzaklaştırılmıştır.

Neler yapılmıştır? 27 Mayıs’ın devrim niteliğini oluşturan nedir?

Özgürleşme (Bireysel, basın, haberleşme vb.),
Örgütlenme,
Demokratikleşme,
Üniversitelere özerklik,
TRT özerk kurumu,
Parlamenter sistem (çift meclisli yapı)
Güçler ayrılığı ilkesi,
Yargının bağımsızlığı, Yüksek Yargıçlar Kurulu
Devlet Planlama Örgütü

27 Mayıs Devrimi’nin en önemli yanlışı ise,
Başbakan Adnan Menderes dahil üç siyasetçinin idam edilmesidir.

Demokrasiyi ayaklar altına alan Menderes, bu sayede demokrasi kahramanı yapılmıştır.

Günümüzde siyasal iktidarın uyguladığı baskılar, hukuksuzluklar, yolsuluklar, ayrımcı politikalar o dönemle kıyaslandığında DP’nin daha masum olduğunu söylemek olasıdır.

Dileğimiz bu tür uygulamaların bir an önce sona ermesi ve toplumsal huzurun sağlanmasıdır.

MEMLEKET NEREYE, SİZ NEREYE !

E. Tümg. NACİ BEŞTEPE

Naci_Bestepe_portresi

MEMLEKET NEREYE, SİZ NEREYE ! 

  “AÇILIM ve BARIŞ SÜRECİ” diye bir süreç içine itildi Türkiye. 
  Ne oluyor, ne bitiyor, ülke nereye gidiyor?
 
  İktidara göre;
  Çok güzel şeyler oluyor.
  Analar ağlamayacak. Bak üç-dört aydır şehit haberi var mı? (Var ama iki tanecik Mehmetçik olunca şehitten veya terörden sayılmıyor ya, biz de yok kabul ettik)
  Sürece  karşı olan barış istemeyendir, kandan beslenendir. 
  Başbakan’a göre pazarlık da yok. (Pazarlık yapan şerefsizdir, görüşen şerefsizdir!. Ben demiyorum,sakın yanlış anlaşılmasın. Sahibinin sesidir.)
  Binali Bey’e göre, dört konuda; tek vatan, tek bayrak, tek devlet,
tek millet konusunda pazarlık var. (Geriye ne kaldıysa?)
 
  Akillere göre de durum aynı.
  Çoğu neden akil olduklarını veya ne anlatacaklarını bilmiyor ama gene de iyi bir şey yaptıklarını sanıyor.
  Hatta, ne derlerse desinler inanılacağını sanıyorlar. 
  Bu saflığı dillendirenleri bile var.
  Aktris akil ” Doğudakiler davulla karşılanıyor, bizi batıda protesto ediyorlar” diyor.
  Vah canım! 
  “Neden böyle oluyor?” diye beyinciğini biraz işletebilse.
  Yapamıyor. Çünkü senaryoda araba çarpıp görmeye başlamak yok. Oyunun sonuna kadar körlük yazılmış.
  Ana muhalefete diyecek sözüm yok.
  Kılıçdaroğlu, “Benim muhatabım başbakan, O konuşmadıkça bir şey söylemem.. ” diye ilkesini koydu.
  Konuşmaları ÖCALAN’ın borazanı artist Sırrı veya KARAYILAN yaptığı için kendisinden umudu kestik.
  Peki, durum bu kadar belirsiz mi?
  Ne demek belirsizlik!
  Her şey o kadar açık ve net ki.
  Gerek ÖCALAN, gerekse KARAYILAN hem öç alırcasına hem zehirli yılancasına süreci öyle tanımlıyorlar ki.
  Hala, “ne oluyor?” diyen varsa, benim diyeceğim yoktur ona.
İşte Karayılan’ın sözleri, bir kez daha yazayım. Duymayan kalmasın;
  • Kürt halkı özgürlük mücadelesiyle önemli bir düzey  kazanmıştır.
  • Kürt halkı Türkiye’de kimliksiz ve statüsüz yaşayamayacak bir noktaya gelmiştir.
  Ne demektir önemli düzey?
 ” Mücadeleyi kazandık, masaya oturttuk!” demektir.
  Ne demektir kimlik?
 “Anayasada KÜRT yazacak, ya da TÜRK yazmayacak” demektir.
  Ne demektir statü?
  Özerklik veya federasyon demektir.
 
  Her gün BDP’li bir vekilin; özerklik, bağımsızlık, kendi kendini yönetme,
APO’ya ve PKK’lılara özgürlük sözleri duyulmuyor mu?
  Karayılan veya BDP’li PKK’lılar durup dururken mi söylüyorlar bunları?
  Hayır.
  “Pazarlık yapmıyoruz, görüşüyoruz ” diyenlerin verdiği ödünler nedeniyle söylüyorlar.
  Hiç duyan var mı Başbakan’ın ağzından, “Biz böyle bir söz veya ödün vermedik!” dediğini?
  Duyamazsınız, duyamayacaksınız.
  Çünkü AB-D öyle istiyor.
  AB Parlamentosu raporuna bakın, zil takıp oynamadıkları kaldı.
 
  Ulusal değerler bir bir çiğnenerek, silmeye ve unutturmaya çalışarak yok edilirken,
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI‘nda, bir devlet yetkilisinin, AKP’nin önde gelen bir büyüğünün, Meclis Başkanlığı yapmış bir kişinin, söylediklerine bakın :

 – Dünyayı başımıza yıkanların haline, geçen 23 Nisan resepsiyonuna bakın.
Eşim başörtülü diye resepsiyona gelmeyenler, şimdi eşi 
başörtülü bir
Meclis Başkanının önünde iki büklüm olup selam veriyorlar.

  Bilge kişinin dediği gibi, herkes Meclis Başkanı olabilir ama herkes devlet adamı olamaz.
  Meclis Başkanı’na selam verenler ne O’nun şahsına ne de türbanlı karısına veriyorlar.
  Türkiye Cumhuriyeti’nin bir makamına saygı gösteriyorlar.
  O makamı işgal edenler makamın saygınlığına yakışmıyorsa selam verenler de
yanlış içindedir.
  
  • Ülkemiz çok önemli bir darboğaza sokulmuştur.
  Yetkili,sorumlu, vatandaş herkesin bu darboğazdan çıkış mücadelesine katılması gerekirken şu uğraşılan, gündeme taşınan konuya bakın.
  Basitliğe, kinciliğe bakın.
  Memleket nereye, siz nereye?
 
  Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE
  05 Mayıs 2013

Oslo-İmralı, Terörist Başına Teslim Olmak


E. Tümg. Naci BEŞTEPE

Naci_Bestepe_portresi

Oslo-İmralı, Terörist Başına Teslim Olmak

Temel Yanlış

  • İmralı görüşme tutanakları ortaya döküldü!

Tahminlerin aksine pek fazla bir şey olmadığı görüldü.
Tahminlerin dışında bir şeyler var ama esası değiştirecek çapta değil.
Terörist başının ne istediğini tahmin etmek için falcı ya da kahin olmaya gerek yoktu.
Bu adam neden silah alıp dağa çıkmıştı?
Kürtçe TV ve gazete için mi?
Mahkemede Kürtçe savunma hakkı için mi?
Mitinglerde Kürtçe propaganda yapılabilsin diye mi?

Hayır, hiçbiri için değil.
Öyleyse ne isteyeceği belliydi.
O da istedi ve istemeye devam ediyor.
OSLO’da yolu açıldı. İMRALI’da yürüdü.
Ne konuşulursa konuşulsun, ne yazılırsa yazılsın temel hata şudur :

  • İki devlet ve onların silahlı kuvvetleri çarpışmış da bir taraf yenilgiyi kabul etmiş durumu yaratılmıştır.

Girişim T.C. Hükümeti’nce başlatıldığına göre yenik taraf da odur.
Yenen tarafın barış istediği tarihte görülmemiştir.
Bu temel yanlış bütün süreci de yanlış götürecektir.
Zaten tutanak notlarını okuyunca böyle olacağı açıkça anlaşılmaktadır.

Bebek katili, süreç yönetiminin avucunun içinde olduğunu bas bas bağırmaktadır.
AKP’yi kurdurmuştur, darbeye karşı korumuştur, şimdi de Tayyip Bey’in başkanlığına onay vermektedir.

Başbakan Erdoğan, meydanlarda, barış getirmek için baldıran zehiri bile içmeye razı kahraman-fedakar- kurtarıcı havaları ile nutuklar atarken,
iplerin APO denen terörist başının elinde olduğunu hiç söyleyememiştir.

Bizleri, “TBMM çatısı altında ANAYASA UYUM KOMİSYONU çalışıyor ve asker anayasasından kurtularak ileri demokratik bir anayasaya kavuşacağız” yalanı ile oyalarken PKK ve temsilcisi BDP ile anayasayı başka yerlerde şekillendirmiş bile.
“Komisyonda bütün partilerle anlaşma olmazsa kiminle anlaşırsak onunla devam ederiz” açıklaması bu işin başladığının işaretiymiş meğer.

“Diğer partilerle anlaşamazsak BDP ile referanduma götürürüz” açıklaması da
AKP-PKK Anayasası’nın yol aldığının işaretiymiş.

Neden Süleymaniye?

Üç mektup yazmıştı ya sayın terörist. Kandil’e, Hükümete ve Avrupa’ya.
Peki, BDP heyeti neden Süleymaniye’ye gitti?
İki olasılık var?
Birincisi, Kandil’dekiler elini kolunu sallaya sallaya Süleymaniye’ye geldi.
İkincisi, Iraklı Kürtler de çözüme ortak ediliyor.
İkinci olasılık kuvvetlidir, çünkü çekilme yeri K. Iraktır.
Böylece, silahlı olarak çekilecek teröristler canları istediğinde,
yani siyasi talepleri tam karşılanmadığında rahatlıkla geri döneceklerdir.
Talepleri karşılanırsa bu kez komşu ülkelerdeki silahlı dostları ile müştereken
Büyük ve Birleşik Kürdistan mücadelesini sürdüreceklerdir.

PKK Çekilir mi?

Ben PKK ‘nın tümüyle çekileceğini olası görmüyorum.
1999’da, APO teröristi İmralı’ya getirildiğinde, “Silahlarınızla birlikte Türkiye’yi terk edin” buyruğu vermişti. Örgütte büyük tartışmalar neden oldu.
Anlaşmazlık nedeniyle üst düzeydeki elemanlardan infaz edilenler bile oldu.
Sonuçta, kendilerince çok kritik olan üç bölgede (TUNCELİ, BİNGÖL ve HAKKARİ) çekirdek kadro bırakarak çekilme kararı verdiler.
Şimdi KANDİL’den gelecek yanıt bekleniyor.
Tümüyle çekilme kabul edilse bile gizlice aynı yöntemi uygulayabilirler.
Verilen sözlerin yani ödünlerin gerçekleşmesine kadar da beklerler.

PKK gerçekten terörü bitirme kararı vermişse silahlarını teslim ederek çekilmeyi
kabul ederdi. Silahlar teslim edilmedikçe PKK vardır. Tehdittir

Sızıntı

Tutanakları kim sızdırdı ?
Tutanaktaki koşulları kim görüştü ve kararlaştırdı ise onlar sızdırdı.
Tek taraf değil.
Tek taraf sızdırırsa oyun bozulur, herkes biliyor.
Öyleyse neden?
Kamuoyu tartışsın.
Alışsın.
Medyanın %80’den çoğu nasıl olsa RTE’nin davulunu çalacak.
Koşulların çok iyi olduğunu, birkaç sivri ifade için sürecin boşa gitmemesi gerektiğini savunacak hatta bir yerlerini yırtacak çok kalemşor var nasılsa.

CHP’li Matkap göbekten oydu bile. “CHP’nin ulus tanımı ile APO’nunki aynı imiş”
Ne mutlu.
İddia oynasa tutturacakmış sayın Matkap ve tanımı hazırlayanlar.
Ana muhalefet böyle başlarsa gerisini düşünmeye bile gerek yok.

VER KURTUL

  • PKK-AKP-BDP işbirliği ile
    Türkiye Cumhuriyeti’nin sonlandırılmasına karar verilmiştir.
  • Türk ulusu ve mevcut demokratik laik rejim silinecektir.
  • Özerklik veya federasyon önünde sonunda nasıl olsa verilecektir.
Hesap budur.
Çarşıya uyarsa, Türk ulusu kabul ederse yani.Hayaldir.

ASLA ETMEYECEKTİR!

Naci BEŞTEPE
4.3.13

BALYOZ DAVASI MAĞDURLARINDAN TÜM DEVRELERE MEKTUP..

Dostlar,

E. Tümg. Naci Beştepe‘nin iletisini paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
11.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 ================================

Değerli Dostlar,

Bugün 11 Şubat TSK mensuplarının toplu olarak Silivri’de esir alındıkları o kara günün 2. yılı. Bu vesileyle Yusuf Ziya TOKER’in tüm devrelere hitaben yazdığı mektubunu paylaşıyorum.

Vardiya Bizde Platformu olarak aileler, arkadaşları ve dostları olarak bizler susmuyoruz. Şimdilik 5 kentte Sessiz Çığlık‘larımızı atmaya devam ediyoruz…
BALYOZ DAVASI MAĞDURLARINDAN Y.ZİYA TOKER’in sizler için yazmış olduğu mesajı aynen iletiyorum…

Kızı Elif TOKER
11.02.2013


Sevgili Devreler;

Hepinize merhaba

Bugün büyük bir komplo sonucu tutuklanıp, 80 gözlü demir parmaklıklı pencerelerin, çelik kapıların, beton duvarların arkasına atıldığımızın 2. yıldönümü. 721 gün 17304 saattir 7 metrekarelik bir yerde yaşıyoruz.
Ancak, haklılığımızın ve suçsuzluğumuzun verdiği güçle dimdik ayaktayız.
Adeta beton çivisi gibiyiz.

“Türk Milleti” yani sizin adınıza karar veren mahkeme, 5 ay önce, 325 TSK mensubuna 5276 yıl ceza verdiğini açıkladı. 1 ay önce de gerekçelerini açıkladı.  Gerekçeli karardan amaç; keyfiliği ortadan kaldırmak, vicdanları rahatlatmak ve adına karar verdiği Türk Milletini ikna etmektir. Doğru karar verdiğini kanıtlamaktır.

  • ·         Siz ikna oldunuz mu?
  • ·         Vicdanınız rahatladı mı?
  • ·         Oh olsun. Demek ki suç işlemişler. Hapiste çürüsünler dediniz mi? Diyebildiniz mi?

Özellikle; Silivri’den yolunu geçirenler, gelmese bile kalpleri bizimle birlikte atanlar, Vatanını sevenler, hukuksuzluğu bilenler, yüreği olanlar gerçeğin ne olduğunu zaten iyi biliyorlar.  Artık onlar;

  • ·         Bu komployu, pusuyu kimler kurdu?
  • ·         Sahte CD’leri kimler üretti?
  • ·         Kimler pusuyu kuranlara yardım etti?
  • ·         Kimler gerçeği bildiği halde bilmezlikten geldi?
  • ·         Silah arkadaşlarının sırtındaki hançeri çekip çıkaracağına,
    çekip bir daha kimler vurdu?

Sorularının yanıtlarını soruyorlar, soracaklar.

Bu iki yıllık sürede;

Bayramlar, Doğum günlerimiz, Evlilik yıldönümlerimiz, İlkbaharlar, Yazlar, Kışlar, ağaçlar, deniz, hasretlikler, ayrılıklar, acı tatlı anılarımız, demir parmaklıklar, beton duvarlar hepsini geçiyorum.

Ama önce kızımın nişanı oldu nişanına katılamadım.
Kayınpederim vefat etti cenazesine gidemedim. Allah Rahmet eylesin.
İçimde kor bir ateş gibi yanıyor. Bunları geçemiyorum.

Her şeyi geçiyorum ama her şeyi.

Haksız yere tutuklanıp zindana atılmamıza, yetkili makamda olmalarına karşın, gerçeği en az benim kadar bilmelerine rağmen sesini çıkartmayanları –çıkartamayanları mesela geçiyorum. Yargıya güvenip, bizim zulüm görmemizi, sahipsiz bırakılmamızı da geçiyorum yani.

  • Silivri’deki fiziksel şartları, yalnızlaştırılmayı, tecrit edilmeyi, haberleşememeyi, ayrılığı, vefasızlığı, hasreti de geçiyorum.

Ama aynı yöntemleri kullanarak; Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücünün bu kadar zayıflatılmasına, yıllarca ülkenin kıt kaynaklarını kullanılarak yetiştirilen insan gücünün hoyratça, pervasızca, darbeci, cuntacı, şantajcı, casus, ahlaksız diyerek çeşitli soruşturma bahanesiyle yok edilmesine göz yumanları, seyredenleri geçemiyorum Arkadaş. 

Geçemiyorum…  

Sen de geçme…  

Kim bunlar? Nerede eğitim aldılar? Aynı okullarda mı okuduk?
Bu ülkenin evlatları değiller mi yoksa?
Bugüne dek nerede saklandılar da birden ortaya çıktılar?

  • ·         Bu sahte delilleri kimler üretiyor?

İki yıl boyunca 80 gözlü pencereden bakınca;

Ailemizin, eşimin, iki kızımın duruşuyla gurur duydum.

Arkadaşlarımın desteği azmimi arttırdı.

Haklılığım irademi yükseltti.

İstanbul Barosu, İzmir Barosu ve Avukatlarımız Hukuk ve Adalet savaşçıları oldular.

Başta Ankara’dan, İzmir’den, Yurdun her tarafından Atatürkçüler, tanımadığımız binlerce duyarlı insan kar-kış demeden Ülkelerinin askerine sahip çıkanlar cesaretimizi arttırdı.

Çadır kurup 24 saat sıcakta-soğukta her zaman bizim yanımızda duranlar, seslerini duyuranlar, sesimiz olanlar güvenimizi sağladı.

Hukukun, Adaletin, haklının yanında olan yazarlar, milletvekilleri, vatandaşlar karşılıksız sevgi gösterdi.

Hepsine, hepinize çok teşekkür ederim.

Sağ olun, var olun.

2 yıl 80 gözlü pencereden bakınca bir de suskunluğu sevenleri görüyorum. Suskunluğun bir huzur verdiğini zannetmiyorum.  Çok ağır bir sorumluluğu vardır tarih önünde gerekeni yapmayıp suskun kalmanın.

Örneğin; emri altında görev yapan öğrencilerin, öğretim elemanlarının kendisinden, öbür öğretim elemanlarından ve ötekiöbür öğrencilerden habersiz darbe planı yapamayacağını bilenler susuyorlar.

Mesela; Üs Komutanı olup da; kendisinin emrinde görev yapan albay ve yarbayların Özel Filo kurup, darbe planı ve eğitimi yapamayacağını bilip de
bugün Meclis’te olanlar susuyor.

TUBİTAK UAKAE (Uluslararası Kriptoloji Araştırma Enstitüsü)
kripto konusunda dünyanın sayılı kuruluşlarındandır. Bugünlere gelmesindeki  etken TSK’dır. Milli kripto üretmek için bütün maddi kaynaklar TSK tarafından sağlanmış, NATO ülkelerine aygıt satar duruma gelmiştir. Burada YETİŞ’enler bunu en iyi bilenlerdir. Ne yazık ki, UAKAE’de görevli bilirkişilerin hazırladıkları, yetersiz ve eksik raporla TSK’nın personel kaynaklarına Cumhuriyet tarihinin
en büyük zararını vermelerine neden olmuşlardır. 

TUBİTAK yetkilileri ve öbür mühendisleri susuyorlar.

Sözüm ona İstanbul’daki Casusluk davasındaki ve İzmir’deki Casusluk davasındaki gizli bilgileri sağlamaktan ve saklamaktan ”yüzlerce subay, kariyerleri bitirilerek hapse atılıp yargılanırken; bir gazetecinin Cumhuriyet Savcılarına getirip verdiği TSK’nın gerçek savaş planlarının, Çok Gizli belgelerinin, Devlet sırrı dokümanlarının nasıl çalındığını, kimlerin çaldığını, kimlerin eline geçtiğini,
kaç kopya çoğaltıldığını mahkemede kezlerce gündeme getirilmesine karşın araştırması gerekenler de susuyorlar.

Bir yığın mezunu, öğretim elemanları, bir bayan sivil memuru, 2002 yılından sonra görev yapan bütün komutanları hapse atılan Hava Harp Akademisi mezunları da susuyorlar örneğin…

Avrupa ve dünyada bir yığın Hukukçu , Avrupa Parlamentosu, AİHM gibi kuruluşlar “BALYOZ” davasındaki hukuksuzlukları dile getirirken Türkiye’deki 100’den çok Hukuk Fakültesinin dekanları, öğretim üyeleri susuyorlar.

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu bile araştırmıyor.
Devlet Denetleme Kurulu araştırmıyor. Susuyorlar…

Aldığımız eğitim doğruyu-yanlışları ayırmayı, yalandan-gerçeği ayrıştırmayı öğretir. Ama bu yetmez. Yanlışın, haksızlığın, yalanın karşısında durabiliyor musunuz? Ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyindeki ülkelerle birlikte gelişmesini istemiyor musunuz? Bunun yanıtını kendinize, eşinize, çocuklarınızın gözüne bakarak verebiliyor musunuz?

Vatan şairi Namık Kemal;

Zalim ne kadar korkusuz olursa olsun,
Zulmün temelini biz yine de yıkarız.
Yerin dibine de atsalar bizi
Yerküreyi patlatır çıkarız.  

Demiş zindanın derinliklerinden…

Silivri’den hepinize, eşlerinize, çocuklarınıza kucak dolusu selam ve saygılarımla.

Vatan mahzun biz mahzun…

Y. Ziya TOKER
5 No.lu CİK C-10, SİLİVRİ

PATRİOTLARIN GELİŞİ SAVAŞ HABERCİSİ Mİ?


Dostlar
,

Dostumuz Sayın Em. Tüg. Naci Beştepe‘nin son derece uyarıcı, öğretici ve düşündürücü yazısı aşağıda..

Başbakan RTE’nin Gaziantep’te (Nizip’te) ve Suriyeli sığınmacıların (mültecilerin)
konuk yerleşkelerinde konuşmaları Arapça çevirisi ile bangır bangır TV’lerden ve de yinelenerek verilmekte.. Çevirmenin coşkusu da maaşallah Başbakandan
eksik değil. Sesi daha gür çıkıyor.. iyi seçilmiş anlaşılan..

Başbakan RT Erdoğan kendinden geçmiş, komşu bir devletin, kardeş Suriye’nin seçilmiş devlet başkanı Beşer Esad’a, İngilizce telaffuzla “Esed” diyerek (oysa pek çok Arapça kökenli Tükçe’ye geçmiş sözcüğü bilerek ve isteyerek Arapça vurgu-entonasyon ile telaffuz ediyor!?..), hiç düşünmeden, tüm uluslararası diplomatik nezaket ve terbiye kurallarını hiçe sayarak “cani” demekte sakınca görmüyor!?
Bu davranış salt Esad ile sınırlı değil ki, Suriye halkına da ağır ve açık hakaret.

Başbakan RT Erdoğan, bağımsız bir komşu – kardeş ülkenin demokratik tercihini aşağılama hak ve yetkisini nereden alıyor?

Türkiye Cumhuriyeti, 3.-5. sınıf bir kabile devleti mi ki böylesine ucuz davranabilsin?

Başbakan RT Erdoğan, “Monşer” diye aşağılayarak dışladığı Dışişlerinin deneyimli diplomatlarına danışsa idi, kendisini ve ülkemizi bir tür utanç bataklığına sürükleyen bu sözleri eder miydi?

Çok talihsiz ve çook da yazık..

Tüylerimiz ürperiyor..

Utanıyoruz, herkesin yerine de.. Bu denli mi emperyalizmin sözcülüğü olur ??

Şimdi bir-iki yaygın ve iyi bilinen atasözünü anımsasak suç olur mu ?

  • Kem söz sahibinindir…
  • İnsanın kelamı aklının terazisidir..

*******************

Herkes, Suriye’ye sınırı olan güney illerinin, başta Hatay, Gaziantep-Kilis ve Urfa olmak üzere ekonomilerinin çöktüğünü unutmuş (?!) görünüyor..

Gaziantep Üniversitesi’nde üstada bir kez daha Onursal (Fahri) Doktora sanı veriliyor.. Ne kattıysa sosyal bilimlere, bizim hiç ama hiiiç haberimiz yok nedense. Üstad jest yapmaktan da geri kalmıyor ve akademik doktora binişini giydirmek isteyen üniversite rektörü yerine korumasından yardım alıyor..

Burada da polis devleti..

Ufuklarımız kilitlenmiş.. Banal bir boyut ama kim ayrımında ya da kimin umurunda?? Banallik gırtlak boyu, neresinden tutalım ki? Belki genç bir sosyal Bilim Doktoru bayan asistan şık ve zarif düşebilirdi bu ritüel için.. O gönüllü kişi de adıyla takdim edilerek.. Nesneleştirilmeden yapmalıydı, Başbakanla toka etmeli ve sahneden öyle ayrılmalıydı ..

Hal böyle iken, ülkenin yalın ve acı gerçeklerini Beştepe Paşa’nın özlü yazısından ürküntü ile okuyoruz.

Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın 16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan Samsun’a
yola çıkarken Boğaz’daki işgalci İtilaf Devletleri donanmaları için ünlediği gibi :

– Geldikleri gibi giderler..

Hem de işbirlikçileri ile birlikte..
Bu Ulus buna yetkindir (kadirdir).

Teşekkürler Naci Paşam..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 20.1.13

Dr. Ahmet Saltık

www.ahmetsaltik.net

======================================

E. Tümg. Naci BEŞTEPE

Naci_Bestepe_portresi

PATRİOTLARIN GELİŞİ SAVAŞ HABERCİSİ Mİ?  
NEYİN SAVAŞI?  
NATO ÜSLERİ GERİ Mİ GELİYOR?

3 Ekim 2012’de, AKP Hükümeti’nin TBMM’den Suriye’ye yönelik tezkereyi geçirmesi ile “SAVAŞ MI GELİYOR?” demiştik.

NATO’nun tahsis ettiği 3 PATRİOT BATARYASI’nın ülkemizin güneyinde konuşlanmaya başlaması ile aynı soru akla ve gündeme geldi.

Yanında başka sorularla?

  • Suriye ile savaşmamıza gerekçe var mı?

Türkiye istemeden de savaşa girmek zorunda kalır mı?

NATO üsleri tekrar mı geliyor?

Şimdi kısaca bu sorulara yanıt arayalım.

  • Önce, savaş nedir ve ne için yapılır        ?

Savaş, bir tanıma göre siyasetin güç kullanılarak devamıdır.
Yani siyasal bir eylemdir.

Siyasetin amacı nedir?

Ülkenin ulusal çıkarlarını korumak, halkın refah ve güvenliğini sağlamaktır.

Suriye bizim hangi ulusal çıkarımıza tehdit oluşturmaktadır veya
biz Suriye ile savaşarak ulusal çıkar olarak ne elde edeceğiz?

Savaş isteyenlerin bunu ortaya koyması ve Türk ulusunu inandırması gerekir.

Suriye gerek mevcut içler acısı haliyle gerekse iç huzuru ve birliğini sağlamış haliyle Türkiye’nin hiçbir ulusal çıkarına (sınırların değiştirilmesi, toprak talebi, yer altı
ve yer üstü kaynaklarımızı ele geçirme, askeri varlığımızı zafiyete uğratma,
dış ticaretimizi engelleme vb.) tehdit oluşturacak potansiyele sahip değildir.

Uzun menzilli kitle tahrip silahlarının varlığı, tek başına tehdit oluşturmasına yetmez.

  • Bizim de Suriye’den ele geçirerek kazanacağımız bir şey yoktur.

Türkiye; tarımda da sanayide de Suriye’den çok öndedir. Suriye bizim için
iyi bir dışsatım pazarıdır. Çıkarımız ticaretin geliştirilmesindedir.

Sonuçta tereddütsüz ve çok net olarak şunu söyleyebiliriz:

  • Suriye ile savaşmamız ulusal çıkarlarımızın gereği değildir. 
    Suriye ne bize tehdit ne de düşmandır.

Durum bu denli açıkken, varolan yönetim neden ısrarla Suriye üzerine gitmekte,
iç işlerine karışmakta ve mutlaka Esad’ın yönetimden ayrılmasını istemektedir?

Bunun yanıtı yukarıda verilmiştir.

Bu istek ve ısrar Türkiye’nin ulusal çıkarı için değildir.

Öyleyse kimin içindir?

Enerji kaynaklarını ve ulaşım yollarını denetlemek isteyen emperyalist güçlerin,
en başta da ABD’nin çıkarı içindir.

Irak petrolünün Akdeniz’e en kısa, en ekonomik ulaşım yolu Suriye’den geçmektedir.

Suriye, İran’ın direnç noktalarından biridir. Şii ekseninin kırılması gerekmektedir.

Irak büyük ölçüde denetim altındadır. Tam denetim için gerekli yapılaşmanın
basamak taşları döşenmeye devam edilmektedir.

Artık sıra Suriye’ye gelmiştir.

Suriye direnmektedir.

Direncini kırmak için her yol denenecektir.

Silahlı müdahale son seçenektir ancak çok da uzak olmadığı Esad’a duyumsatılmalıdır.

PATRİOT’lar bunun için gelmektedir.

Demokles’in kılıcı gibi tepesinde sallanacak, “NE ZAMAN KAFAMA DÜŞECEK?”
korkusu eksik olmayacaktır.

Peki düşer mi?

Bir gün ansızın düşebilir.

Tıpkı Valdimir PUTİN’in dediği gibi,

  • Duvarda asılı duran silah bir gün mutlaka patlar.

Süs olarak asılmamıştır.

Peki kim patlatır?

Tetik kimde ise o. Yani Türkiye dışında öbürleri.

İstemesek de mi?

Evet, istemesek de.

Türk Hükümeti istemese de mi?

Öyle bir seçenek görülmüyor çünkü Türk hükümeti herkesten çok müdahale heveslisi görünüyor.

Türk halkı olarak istemesek de, emperyalist  güçlerin isteklerini koşulsuz yerine getiren bir yönetime sahipsek…

Savaş olasılığı var ama bugünden yarına hemen gibi değil.
ABD’nin yaklaşımı da öyle gösteriyor. Önce eldeki öbür olanaklar kullanılacak.

Olmadı o zaman savaş çıkarmak sorun değil. Uygun bir gerekçe bulunur. Suriye’de yaşanan antidemokratik yönetim, biyolojik silahlar, insan hakları, cinayetler vs. vs…

Bu arada uzun erimli (vadeli) hazırlıklar tamamlanmaktadır.

Kürecik radarı işletmeye alınmıştır.

  • 3 PATRİOT Bataryası gelmiştir.

Sovyetlerin dağılmasından sonra birer birer azalan ABD/NATO üsleri
birer birer artmaya başlamaktadır.

Eskiden bizi Sovyet işgaline karşı koruyanlar, şimdi enerji kaynaklarının denetimi için bizi ve topraklarımızı kullanmaya gelmektedir.

Umarım geldikleri gibi giderler.

Türk ulusu bunu sağlayacaktır.

Em. Tümg. Naci BEŞTEPE
20.1.13, Ankara