Etiket arşivi: “Çözüm süreci”

Gaziler haykırdı: “Dökülen kanın sorumlusu AKP ile Erdoğan’dır!”

 

Gaziler haykırdı: Sorumlu Erdoğan!

Güneydoğu gaileri, Meclis önünde eylem yaptı ve “Dökülen kanın sorumlusu AKP ile Erdoğan’dır!” dediler.

Yavuz ALATAN / ANKARA

PKK terörü ile mücadele ederken yaralanan ve sakat (AS: engelli) kalan gaziler,
Türk bayrakları ile eylemleri sırasında terörü kınadılar.

Gazi Hüdaverdi Mercan, Ulus’taki 1. TBMM önünde yaptığı açıklamada;

  • “Vatanı için bedenini ortaya koyan gaziler olarak Türk halkına sesleniyoruz.
    AKP ve PKK’nın barış getireceğine inanmayın.
    AKP’nin bu ülkeye getirebileceği tek şey yıkım, PKK’nın ise kan ve gözyaşıdır.
    Herkes derin uykudan uyanıp, vatanına ve bayrağına sahip çıksın.” dedi.

SABRIMIZ TAŞTI

Gazi Ertan Acır’da, “Yaşanan süreç gazi ve şehit ailelerinin sabrını taşırdı.
Birbirimize kenetlenip yeniden kurtuluş savaşı vermenin zamanı gelmiştir.
Meclis’teki PKK yanlılarını tanımıyoruz. Türk Ordusuna yetki verin.
Bu savaş saray savaşı değil, vatan savaşıdır” ifadelerini kullandı.

Son iki ayda 56 askerin şehit olduğunu söyleyen Acır,
gaziler adına yazılan çağrı mektubunu okudu. Gazilerin mektubu şöyle:

“Sizler, vatanseverliğin, kahramanlığın, ülke için, millet için can vermiş olmanın, bacakları, kolları, gözleri vatan toprağına bırakmış olmanın anlamını bilmezsiniz.
Vatan uğruna ölümü göze alanları asla düşünmezsiniz. 22 Mart 2014 günü AKP’nin onayıyla Diyarbakır’da terörist başı devlete meydan okudu. AKP ve yandaşları
‘çözüm süreci’ sürüyor şehitler gelmiyor dediler. Ama yaşanan çözüm süreci yerine

– PKK şehirlere yayıldı
, yol denetimlerine başladı, vatandaş haraca bağlandı.

– PKK’nın istediği valiler, kaymakamlar atandı. Vergi birimleri, mahkemeler kuruldu.
– Suriye’deki PKK için terörist toplandı.
– Devlet terörist başıyla pazarlık masasını büyüttü, İmralı karargahı kuruldu,
MİT, PKK postacısı oldu, terörist başının seçim posterleri için boy boy fotoğrafları çekildi.
– Güvenlik güçleri meşru müdafaa dışında kışla ve karakollara hapsedildi.
– Geriye ne kaldı? PKK’nin terör örgütü olmaktan çıkarılması, özerkliğin ilanı..
– Ve bugüne geldiğimizde 13 yılda yüzlerce şehit ve yaralı verdik.
– AKP’nin taviz politikaları PKK’yı daha da cüretkar kılarak ya müzakere ya da savaş naraları atmasına sebep olmuş ve dün Diyarbakır ve Siirt’te yapılan hain saldırı sonucu 12 askerimiz şehit olmuştur.
– Ayrıca son 2 ayda 56 şehit ve 169 askerimiz yaralanmıştır.
Bunun sorumlusu AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dır.

(Ağustos 20, 2015, http://www.sozcu.com.tr/2015/gunun-icinden/gaziler-haykirdi-sorumlu-erdogan-915024/)

====================================

Dostlar,

Var mı eklenip çıkaracak??

Biz de aynen katılıyoruz..
Biz de elleri – ayakları öpülesi gazilerimizin haykırışına olduğu gibi katılıyoruz..

“Dökülen kanın sorumlusu AKP ile Erdoğan’dır!” 

Türkiye, Başkanlık – sultanlık -halifelik hezeyanları içinde her şeyi göze alan ve ülkemizi kan gölüne dönüştüren 12. CB Bay RTE’den behemehal kurtarılmalıdır..

Türkiye’nin en ivedi, vahim, öncelikli ve ertelenemez sorun kaynağı budur;
12. CB Bay RTE’den kurtulmanın yolunu Türkiye hızla bulmalıdır ve bulacaktır da!.

Sevgi ve saygı ile.
20 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gazi Ertan Acır kardeşimize telefon ederek eylemleri için kendilerine teşekkür ettik..
Türkiye’nin bu musibeti de geride bırakacağına inancımızı karşılıklı belirttik.
Türkiye,başta
Erdoğan ve AKP’deki uzantıları ile açık – gizli şürekası ve suç ortakları ile
Türk Ulusuna tarih önünde hesap verecektir. Bu denli masum kanı yerde kalamaz! 

Ekonomi İçin Ufukta Zor Günler

Ekonomi İçin Ufukta Zor Günler

Portresi

Mahfi Eğilmez
Kendime Yazılar..

08 Aug 2015
Koalisyon mu olur erken seçim mi yapılır diye tartışarak geçen her gün ekonomi elimizden daha çok kayıyor. Öyle bir noktaya doğru gidiyoruz ki iktidar olmak mı iyi muhalefette kalmak mı iyi yanıtlamak zorlaşıyor.

Eldeki verileri ve bilgileri sıralayalım ve buna göre durum tespiti yapalım. Önce kısaca siyasal duruma, jeopolitik risklere, terör meselesine ve dünya konjonktürüne bakalım.

Siyasal durum karışıklığını koruyor. Diyelim ki erken seçim oldu ve AKP 280 milletvekiliyle tek başına iktidar oldu. Bu kadar zayıf bir iktidar yapısal reformları yapabilir mi?
Bana olası görünmüyor. Jeopolitik riskler ve terör tehdidi en yüksek düzeye çıkmış durumda.
Sınırda çatışma devam ediyor, ayrıca terör tırmanıyor. Düne kadar çözüm süreci
bu olayların panzehiri gibi takdim ediliyordu, bugün işler tersine döndü çözüm sürecinden vazgeçilmesi bu gidişin panzehiri gibi sunulur oldu. Yani Türkiye’nin bu konularda kafası karışık, net bir çözümü ve yaklaşımı yok.

Dünyada konjonktür iniş yolunda devam ediyor. Risk iştahı giderek azalıyor, likidite bolluğuna karşın gelişme yolundaki ülkelere ilgi azalıyor, tam tersine bu ülkelerden para çıkışı oluyor. Bunun temel nedeni de Fed’in faiz artıracağına ilişkin beklenti. Son 15 gün içinde Eylül ayında faz artırımı bekleyenlerin sayısı ikiye katlandı. Yıl bitmeden faiz artırımı olacağı konusunda görüş belirtenlerin oranı ise % 80’in üzerine çıktı. Fed, faiz artırdığında “kusursuz fırtına” başlayacak gibi görünüyor. Çünkü bu artırım bir kezlik bir artırım olmayacak.
İlk artırım, olayın artık süreceğinin de sinyali olacak. Hatta şimdi asıl merak konusu;
Fed’in 2. faiz artırımını ne zaman yapacağı oldu.

Şimdi de Türkiye ekonomisiyle ilgili eldeki veri ve bilgileri sıralayalım :

1. Büyüme art arda üçüncü yıldır potansiyel büyüme oranının altında kalıyor. İşsizliğin yüksek olduğu bir ekonomide bunun bedeli giderek ağırlaşıyor. Her ne kadar Haziran ayı sanayi üretimi verisi umut yaratmış görünse de bu gelişmenin kalıcı olması beklenmiyor.

2. Büyümede yapılan büyük fedakârlığa karşın cari açık hala %5’in üzerinde kalmaya devam ediyor. Bunun temel nedenlerinden birisi GSYH’nın da Dolar cinsinden düşmüş olması.

3. Enflasyon, yaz aylarının etkisiyle düşme eğilimi gösterse de yılsonu beklentisinin %8 dolayında olduğu ortada.

4.  Türkiye’nin dış finansman bağımlılığı devam ediyor. Önümüzdeki bir yıl için yaklaşık 165 milyar Doları ödeme zamanı gelen dış borç, 35 – 40 milyar Doları da cari açık olmak üzere toplam 200 milyar $ dolayında dış finansman gereksinimi var. Bu büyük finansman ihtiyacı Türkiye ekonomisini kırılgan hale getiriyor.

5. İhracat peş peşe 7 aydır düşüyor. Temmuz ayında, çok uzun süredir ilk kez görülen
bir durum ortaya çıktı: İhracattaki gerileme oranı ithalattaki gerileme oranını geçti.

6. İhracattaki kadar vahim olmasa da turizm gelirlerimizde de düşüş var.

7. Bütün bunlara paralel olarak TL, yabancı paralar karşısında değer yitiriyor.
İşin kötüsü bu kayıp ihracat artışı getirmiyor, maliyet artışı getiriyor ve
enflasyonu yükseltiyor.

8. Türkiye, son 6 yıldır orta gelir tuzağına takılmış kalmış durumda.
Kişi başına geliri, dolayısıyla refahı artıramıyor.

9. Türkiye’nin risk primi yükselmiş durumda. CDS primi 240’ın üzerine çıktı (bu yıla girerken 184 idi.) Yabancı yatırımcıların raporlarında Türkiye, riskleri giderek artan bir ekonomi olarak değerlendiriliyor. Böyle bir ortamda inşaat dışında yeni yatırım yapılmıyor.

10. Türkiye, tasarruf oranını artıramıyor. 2000’ler öncesindeki kaos ortamında bile tasarruf oranı %20’lerde olan Türkiye bugün %14 dolayındaki tasarruf oranıyla, dışa bağımlı,
sıkıntılı bir durum yaşıyor.

Siyasal durum, jeopolitik durum, dış dünyanın durumu ve Türkiye’nin ekonomik durumu kabaca böyle görünüyor. Bu durum son derecede sıkıntılı bir görünüm ortaya koyuyor.
Bu sıkıntılı durumu aşabilmek için iç siyasetten dış politikaya, çözüm sürecinden
yapısal reformlara dek pek çok konuda kararlı ve net adımlar atılması gerekiyor.

Bu aşamada artık kimin, nasıl, ne zaman ve niçin iktidar olacağının hiçbir anlamı yok.

Böyle bir ortamda iktidar olmak da iyi bir şey midir orası da net değil.
Kimsenin birbirini yenerek kazanç sağlayamayacağı bir noktadayız.
Bir Çin Atasözü diyor ki:

‘Kör, körü yenerse birlikte suya düşerler.’

2001 krizinden bu yana göreli olarak ileri gitmiş göründüğümüz tek alan ekonomi.
Orada da şu anda elimizde devasa bir sorunlar yumağı var. Her geçen gün hastalık ilerliyor. Müdahale geciktikçe hastalık iyileştirilmesi çok zor bir yönelime giriyor. Her geçen gün yaşananlar, her gecikilen müdahale adımı Merkez Bankası’nın faizi daha fazla artırmasına yol açacak biçimde gelişiyor. Merkez Bankası’na sürekli faiz düşürme çağrısı yapanlar, Fed faizi artırdığında bu kez faiz artırmada geç kaldığı için Merkez Bankası’nı eleştirmeye başlayacaklar.

Ağustos ayındayız. Kusursuz fırtına artık çok yakınımızda bulunuyor.

Bir Çin Atasözü diyor ki:

‘Uçurumun kenarında atın yularını çeksen de yararı olmaz.’

===================================

Dostlar,

Ne yazık ki acı ama gerçekçi bir irdeleme..

Dr. Mahfi Eğilmez ülkemize yol göstermeyi ve uyarmayı sürdürüyor..
Bu denli mi ustalıkla ve anlaşılır, etkili biçimde ağır tablo sergilenir??

Durum hiiiç iç açıcı değil..

Yaşasın 13 yıllık tek başına AKP iktidarı!
Bir de Bay RTE öve öve, şişirme rakamlarla halkımızı ve kendini kandırmaya çabalamaz mı??

Dileriz, ancak deneme – yanılma yöntemiyle öğrenebilen, okulda kalma süresi 6.5 yıl dolayında olan (ya giderek dincileştirilen ezberci eğitimin niteliği?) necip milletimiz
daha çok gecikmeden ve sona yaklaşan AKP darbesi ile tam teslim alınmadan,
“yinelenecek seçimde” AKP’den kurtulacak yönde oy kullanır…

Sevgi ve saygı ile.
11 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com



 

 

SURUÇ Bombasının 5 hedefi

 

22 Temmuz 2015, AYDINLIK

Bombanın 5 hedefi
AYDINLIK Haber Merkezi, 22.07.2015

Suruç’taki bombalı saldırının arkasından bir yandan medyadaki koro, bir yandan da siyasal partilerdeki bağlantılar harekete geçirildi. Saldırının ardından yürütülen kampanya bombanın
5 hedefi olduğunu gösteriyor.
1. BÖLÜNME CEPHESİ
Saldırının arkasından teröre karşı işbirliği görüntüsü altında toplumun bütün kesimleri bölünme cephesinde biraraya getirilmek isteniyor. Saldırının ardından medyada boy gösteren “Kobaniciler”in propagandasının hedefi, “Barış cephesi kuralım, terörü lanetleyelim” kampanyasıyla herkesi Suriye’de PYD’nin Türkiye’de PKK’nın yanında saf tutturmak.
HDP bu amaçla hızla harekete geçti. HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, TBMM’yi üç temel gündemle olağanüstü toplanmaya çağırdı. Demirtaş, yeter sayıya ulaşılması halinde açılacak Meclis’in hangi konuları görüşmesi gerektiğini ise şöyle aktardı:
“Birincisi, çözüm süreci. Çözüm süreci eğer parlamentonun dahiliyle, alacağı kararla bir selamete kavuşursa barışı sağlamamız daha da kolaylaşacak. İkincisi, Türkiye’nin Rojava bölgesiyle ilişkileri… Ne olacak? Bütün bunları Parlamentonun netleştirilmesi gerek.
Üçüncüsü, dış politika ve IŞİD tehdidi de üçüncü gündem maddemiz olmalı.”

2. AKP-CHP KOALİSYONU
ABD’nin daha seçimler öncesinden propagandasına giriştiği, HDP destekli AKP-CHP koalisyonunun kurulması dayatılıyor. Bu koalisyonun bir numaralı gündemi “açılımı devam ettirmek”. HDP bu gündemin asli takipçisi olarak bu koalisyonu desteklediğini birçok kez açıkladı. TÜSİAD, hemen devreye girdi, “Huzur, barış, için bir an önce koalisyon kurulsun” açıklaması yaptı. TÜSİAD daha önce de AKP-CHP koalisyonunu desteklediğini açıklamıştı.

3. PKK’YI MASUM GÖSTERME, YASALLAŞTIRMA
Suruç saldırısının güncel politik düzlemdeki en önemli hedefi, PKK/PYD terör örgütünü masum göstermek! Obama’nın “IŞİD’e karşı aslanlar gibi savaşan kahramanlar” payesi verdiği, “güvenilir müttefik” ilan ettiği PKK/PYD’yi yasallaştırmak, böylelikle hem Türkiye’de hem de Suriye’de aynı çizgide buluşturmak amaçlanıyor.

Saldırının hemen ardından, büyük kentlerde ve doğu-güneydoğuda bombalı saldırıyı kınama gündemiyle yaygın eylemler düzenleniyor. “IŞİD terörünü protesto” gündemiyle toplananlar, eylemleri örgütleyenlerce “PKK seviciliği” noktasına sürükleniyor.
Daha geniş çaplı eylemler ise yolda. Selahattin Demirtaş, hafta sonu İstanbul’da IŞİD’e karşı bir yürüyüş yapılacağını açıkladı. Demirtaş, “Bu yürüyüşe de IŞİD barbarlığına karşı, uluslararası yürüyüşe vicdanı olan herkesi davet ediyoruz. Barış bayraklarıyla İstanbul’da görkemli bir yürüyüşe davet ediyoruz” dedi. Terör örgütü PKK, terörü lanetleyecek(!) Amerikalıların Irak’ta izlediği politikanın bir benzeri devreye sokulmaya çalışılıyor.

4. TÜRKİYE’Yİ ‘ABD KOALİSYONU’NA KATMA

Türkiye’deki, PYD’nin Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinin karşısındaki Suriye ilçesi Tel Abyad’ı ele geçirmesinin ardından güçlenen, PYD eliyle inşa edilen “ABD koridoru”nu önleme kararlılığını bozmak amaçlanıyor.
IŞİD’in terör eylemlerinin arkasının geleceği tehdidinin yanısıra, PKK’nın artan eylemleriyle Türkiye, Suriye’deki ABD koalisyonunun tam güdümüne sokulmak isteniyor. Aynı zamanda devlet içinde Türkiye’yi ABD’nin dümen suyuna sokmaya çalışan güçlerin eli kuvvetlendiriliyor. Türkiye, geçen günlerde resmen açıklanan İncirlik mutabakatının genişletilmesi ve yeni dayatmaların kabulüne zorlanıyor.

5. İÇ SAVAŞ TEZGAHI 
IŞİD’in Türkiye’deki terör eylemlerinin devam edeceği propagandasına paralel olarak PKK da eylemlerini artırıyor. PKK yöneticileri, “ABD koridoruna müdahale” hazırlıklarına karşı, silahlı eylemleri yoğunlaştırmıştı. Suruç bombasının ardından ise bu kez doğrudan silahlanma çağrısı yaptılar. Nitekim Suruç bombalamasını protesto görüntüsüyle İstanbul’da  kalaşnikoflarla  sokağa çıktılar.

HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Kendi güvenliğimizi almalıyız” derken KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık şunları söyledi: “Halklar, kültürler, inançlar, demokratik, sosyalist güçler bu katliamlara karşı durmak için kendi savunma sistemlerini geliştirmelidirler. Bu katliamcı güçlere karşı durarak, hesap sormalılar.
Artık bu hükümetten, bu devletten kendilerini korumalarını istememelidirler. Yaşanan olaylar ve ortaya çıkan gerçeklik halkımızın gecikmeden her alanda örgütlenmelerini tamamlayıp öz yönetimlerini kurma temelinde öz savunmalarını gerçekleştirmelerini zorunlu hale getirmiştir.”

==================================

Dostlar,

Suruç bombası ve kırımını (katliamını) yukarıda belirtilen beklentilerini boşa çıkarmalıyız..

Sevgi ve saygı ile.
23 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kontrgerilla dimdik ayakta!

Kontrgerilla dimdik ayakta!

Hakan Gülseven

Hakan Gülseven
hakan.gulseven@yurtgazetesi.com.tr
YURT Gazetesi, 19 Mayıs 2015

Mevcut iktidar döneminde pek çok müsamere izledik. Müsamerelerin en bayağısı ‘Ergenekon’ denen tasfiye harekatıydı. Birkaç mafyozun ve kontrgerilla artığının ırkçı manyaklarla ilintilendirildiği, ardından devletin millici unsurlarının dağıtıldığı bir operasyona tanık olduk. Operasyonu devletin kabuk değiştiren kontrgerillası, ‘büyük birader’ ABD’nin gözetiminde yürüttü. Şimdi aynı kuvvet HDP’yi bombalıyor.

***

Evet, HDP bombalamaları, AKP’nin hizaya çekilme sürecinin bir parçasıdır.
Amerika tarafından süpürülmeyip kullanılan AKP liderliği kontrolden çıkmıştır ve
yeniden hizaya sokulması ya da yenilenmesi icap etmektedir.
HDP olağan hedeftir. AKP, seçim kampanyasını doğuda din sömürüsü, batıda milliyetçilik üzerinden kurduğu için siyasi ajitasyonunla HDP’ye saldırıyor. Böylece dine düşkün Kürt nüfusun ve milliyetçi Türklerin oyunu en azından kaçırmamaya çalışıyorlar.
İmralı görüşmelerini unutturmaya gayret ediyorlar. Bu sebeple HDP’ye vuruyorlar…
Haliyle bombalamaların olağan şüphelisi de AKP haline geliyor.
Oysa HDP bombalamalarından en son fayda sağlayacak parti AKP’dir.
Bombalamalar kontrgerilla işidir. Kontrolden çıkan kadronun yönetemez halde olduğunu göstermek istiyorlar, konu budur.

***

Aslında doğru. AKP yönetemez halde.

Çıplak polis zorbalığına ve istihbarat teşkilatına dayanan bir iktidarla muhatabız.

Polisin ve istihbarat teşkilatının aciz hale düşmesi, doğal olarak iktidarın etkisini sarsıyor.
23 Nisan Başbakanı’nı kimse ciddiye almıyor.

Bu sebeple, cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden unsur bizzat meydanlara çıkıp çırpınıyor.

Kolay değil, sıfırlanan onca paranın, katledilen onca gencin hesabını verecek.
Tökezlediği anda kabasına tekmeyi yiyecek olan O. Şimdi, hiçbir süreci yönetemediğini göstermeyi iş edinmiş olan bir güçle muhatap. Bombalamalar da o gücün marifeti.
Bu tür kontrollü kaos eylemlerinin artacağını söylemek için müneccim olmak gerekmiyor.

***

Bombalamalar aynı zamanda Kürt hareketine mesajdır.

Kürt hareketi, ortalama ulusalcı aklın iddialarının aksine, bölgedeki emperyalist gündeme eklemlenmiş değil. HDP’nin üzerinden Kürt hareketine emperyalist bir basınç oluşturmaya çalışıyorlar. Kürtleri Barzanici eksene oturtmak istiyorlar.
Barzani’nin ABD temasları son derece önemlidir. Oyun Erbil üzerinden kuruluyor.
Emperyalist gündeme biat etmeyen önemli bir Kürt kesimin olması,
ABD açısından bir karın ağrısıdır.

***

Adi hırsızlıkların üzerini örtmek için eşelenen iktidar, bu süreci yönetemeyecektir.

Sorun, iktidarın emperyalist komplolarla mı, halk hareketiyle mi yıkılacağında düğümleniyor. Birincisi halkın üzerindeki cendereyi sağlamlaştıracak, diğeri daha demokratik koşullarda ilerlememizi sağlayacaktır.

Otomotiv işçilerinin direnişi bizi umutlandıran bir gelişme. Bombaların patlamadığı,
özgür bir ülkeyi kurmak için işçilerin üretimden gelen kudretine ihtiyacımız var çünkü…

====================================

Dostlar,

Ne söylemeli??

Tek bir noktaya değinelim..

HDP kurulu (heyeti) “Kandil” e elini koluna sallaya salaya gidiiip geliyor…
Oradan İmralı’ya, terör örgütü ile ülkemiz, bölmeye çalışmaktan ağırlaştırılmış yaşam boyu hapse mahkum Apo’ya talimat almaya – kuryelik yapmaya geliyor..

Bunların binde birini sıradan bir vatandaş yapsa, Türk Ceza Yasası’nın terör örgütüne
üye olmaktan tutun örgüt kurmaya, terör örgütü ile işbirliği yapmaya, teröre yardım – destek – yataklık yapmaya… dek uzanan bir dizi zincirleme suçtan ağır mı ağır hapislere çarptırılırdı..
Hatta gerekirse sahte kanıt uydurularak Balyoz, Ergenekon vd. de yapılmadı mı?

Bu kuryeliği yapanların bir bölümü milletvekili..

Göz yuman hatta çanak tutan da AKP iktidarı ve Devletin MİT’i..

Kandil neresi??
Ülkemizi bölmeye çalışan emperyalizmin maşası kanlı terör örgütü PKK‘nın askeri üssü.
Nerede? Komşumuz Irak’ta..
Terörle gerçekten savaşan bir hükümet komşu Irak’a “Kapat şu Kandil’i!” diyemez mi,
neden demez, neden diyemez??
Stratejik / trajik müttefik (!) ABD’ye karşı neden net tutum almaz,

“Durdur şu PKK saldırısını, ülkemi bölme planlarına son ver!” demez, diyemez??

Ondan sonra da silahların gölgesinde “Çözüm süreci”! dayatması..

Bir siyasal kadro ancak bu denli zavallı – çaresiz – ihanet içinde olabilir..

Üstelik, “Sorunu çözüyorum..” yanılsaması ile halktan, özellikle Kürtler, Aleviler ve Milliyetçi tabandan oy almaya çalışarak..

Herhalde TÜRK ULUSU AKIL TUTULMASI içinde değil!?

Bu lanetli çember kırılacaktır..
Bir yandan da ekonomik yıkım..

  • 2013 Mayıs – 2015 Mayıs..
    2 yılda TL Dolar karşısında %40 değer yitirdi.

Niçin, neden, nasıl?? Nerde başarılı ekonomi yönetimi?
Kim verecek bu acı soygunun – yoksullaşTIRmanın hesabını??
Elbette fatura AKP’ye kesilecektir, 12,5 yıldır tek başına iktidardarır..

İlk hedef ve fırsat 7 Haziran 2015 seçimleridir.

Her halde bu kanlı ve insanlığa karşı suç niteliğinde politikanın 2 siyasal aktörü
AKP ve HDP’ye oy verilmeMEsi gerektiği açıktır.

Bu iğrenç oyunu bozacak tek siyasal kadro ve program VATAN PARTİSİNDE..

1000 selam olsun ATAMA, 1 oyum var VATAN’a!

Sevgi ve saygı ile.
20 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Erdoğan AYM’yi kaldırmayı planlıyor

Erdoğan AYM’yi kaldırmayı planlıyor!?

Yargiyi_gorevden_aliyorum

Erdoğan’ın talimatıyla Anayasa Mahkemesi’nin by pass edilmesi amacıyla çalışma başlatıldı. AYM’nin ‘denetleme’ yetkisinin Meclis’te kurulacak bir kurula devredilmesi planlanıyor.

CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, gelecek seçimlerde AKP’nin tek başına ya da
“çözüm süreci” çerçevesinde HDP ile birlikte Anayasa’yı değiştirebilecek çoğunluğa ulaşmasını hedefliyor.

 

Erdoğan, bu gerçekleşirse, Anayasa Mahkemesi’nin “denetleme” yetkisini
Meclis’te kurulacak bir kurula devretmeyi planlıyor. Erdoğan’ın yakın çalışma grubunun
bu yönde bir çalışma başlattığı öğrenildi. Bu durum akıllara, Demokrat Parti dönemindeki ‘Tahkikat Komisyonu’nu getirdi.

MAHKEME YERİNE KURUL BAKACAK

Aydınlık’ın ulaştığı bilgilere göre, Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten kısa bir süre sonra, çevresindeki yakın çalışma grubundan, belli konu başlıkları üzerinde “alternatifleri de kapsayan” ayrıntılı çalışma yapılmasını istedi. Anayasa Mahkemesi de Erdoğan’ın talimatıyla çalışma kapsamına alındı. Önce, mevcut sistem içinde Anayasa Mahkemesi’nin durumu incelenirken, Anayasa değişikliğine gidilmeden, bugün işleyen sistemin dışına çıkılamayacağı değerlendirmesi yapıldı. Bunun üzerine, olası bir anayasa değişikliği ile
Anayasa Mahkemesi’nin baypas edilmesi üzerine çalışma başlatıldı. Milletvekillerinden oluşacak bir kurulun, yasaları “Anayasa’ya uygunluk açısından” ön denetime tabi tutması öngörüldü. Buna göre anayasaya uygun olduğu düşünülen yasa teklifi ya da yasa taslakları
önce ilgili kurula sonra da Genel Kurul’a gönderilecek. Kurulun hangi çoğunlukla karar vereceği üzerinde ise birkaç seçeneği kapsayan çalışma yapıldığı öğrenildi.

Bu çalışma sırasında çeşitli ülkelerdeki örnekler de ele alındı. Özellikle “anayasaya uygunluk” açısından ön denetim yapan sistemler ve doğrudan yasama organı tarafından üyeleri atanan Anayasa Mahkemesi modelleri incelendi. Almanya, Belçika, Macaristan, Polonya gibi ülkelerde Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin doğrudan Meclis tarafından atandığı örneği üzerinde duruldu. Bu durum, Demokrat Parti döneminde kurulan ve 27 Mayıs Devrimi‘nin
en önemli gerekçelerinden birini oluşturan “Tahkikat Komisyonu”nu akıllara getirdi.

==============================================

Dostlar,

Haydi bakalım…. AKP – RTE… görelim sizi..
2015 seçimlerinde bakalım 276’yı çıkarabilecek misiniz??

Önce 367, olmadı Halkoyu ile 330 gerek..
HDP / BDP sizi kurtarabilecek mi??

Eridiğinizi biliyorsunuz ve tükenmeden ülkede ne denli yıkım yapabilirseniz kâr sayıyorsunuz..
Ve de bitmeyen gündem oyunları…

Sizi kimler nerede yetiştirdi bu denli Cumhuriyet – ATATÜRK karşıtı olarak??
(AYDINLIK portalı, 28.12.14)

Sevgi ve saygıyla.
28.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Yeni Yıla Girerken Cumhuriyetimizin Değerleri


Yeni Yıla Girerken Cumhuriyetimizin Değerleri

portresijpg

Prof. Dr. Kemal Arı

2013 yılını bitirmek üzereyiz… Bir yıl içinde olanlara baktığımız zaman; Türkiye’de yaşanan hızlı dönüştürme ve evirme politikalarının; Türkiye’nin kuruluş felsefesi, amacı ve hedeflerinden nerelere geldiğimizi açıkça görebiliriz.


Cumhuriyetimiz niçin ve nasıl kuruldu?

Hemen bir durum saptaması yapalım:
Türkiye Cumhuriyeti, Sanayi Devrimi sonucu palazlanan yayılmacı kapitalist-emperyalist politikaların, Türk Ulusal varlığını ortadan kaldırmak için, Sevr Projesi’ni
(10 Ağustos 1920) Osmanlı Devleti’ne dayatması üzerine Türkleri bu
yok oluş projesine razı etmek için Anadolu’ya sürülen işgal ordularına karşı, Büyük Atatürk’ün önderliğinde Türk Ulusu’nun bir bağımsızlık savaşı vermesi sonucunda kuruldu. Bu bağımsızlık savaşı, Türk Ulusu’na modern anlamda bir ulus/ millet bilincini kazandırdı. Bu bilincin temelinde

– kökleri binlerce yıl geriye uzanan ortak yaşanılmış tarih;
– horlanıp dışlanmış olmasına karşın varlığını sürdürebilmiş Türkçe;
– ortak bir bilinç etrafında kümelenmiş Türkiye halkının, gelecekte de birlikte,
bütünleşik ve kaynaşık biçimde yaşama istenci bulunuyordu.

Bu zorlu süreç; Mustafa Kemal Atatürk’ün olağanüstü dehasıyla savaşın kazanılmasından sonra; önce “Yurtta Barış Dünyada Barış” felsefesiyle biçimlenen dış politikaya dayandırıldı. Buna koşut olarak;

– ulusal kimliğin güçlendirilmesi,
– tarihsel zamanda kaçırılmış olan Aydınlanma sürecine yönelerek bir Aydınlanma
Devrimi
ne dönüştürülmesi,
– tarım toplumlarının bir göstergesi olan feodal yapının dağıtılarak
ulus kimliğinin güçlendirilmesi..

gibi bir dizi çalışma içine girildi. Aydınlanma Devrimi’nin öz değerleri ve kurumları olan

– Millet mektepleri,
– Halkevleri,
– Köy enstitüleri,
– Devrim ocakları,
– Üniversiteler ve öbür eğitim kurumları ile
– Dünya klasiklerinin yaygın çevirisi ve dağıtımı..

gibi birçok işler başarıldı. Temel amaç, önce bireyin ilk başta kendisinin değerli olduğunu kabullenmiş bir Rönesans (Yeniden doğuş) yaşaması; sonra Aydınlanma değerleriyle aklı ve bilimi yaşamın bütünü içinde kullanması;
bu algılar dünyasında modern anlamda önce birey, ardından feodal ilişkilerin yıkılmasıyla gerçekleşmeye başlayan uluslaşma sürecinde kendini yurttaş olarak görmesini sağlamaktı.

Çünkü gerçek ulus devletleri; ancak akılcı ve bilimin üstünlüğünü benimsemiş; dogmalara ve feodal ilişkilere kendini kaptırmamış bireylerle oluşturulabilirdi.
Bunun için de laiklik ön koşuldu.

– Yurttaşlar topluluğu ulusu oluşturacak;
– Ulus kendi istencine ve egemenliğine dayanarak Cumhuriyeti en yüksek değer olarak görecek onu demokrasiye taşıyacak ve öte yandan da
– ulusal ve üniter yapısını koruyacak ve geleceğe öylece yürüyecekti.

Cumhuriyet tarihi boyunca, Türk Aydınlanma Devrimi’nin getirdiği kazanımlardan sayısız ödünler verildi. 2013 yılı içinde yaşananlara bakıldığında; önce Türkiye’nin yaşadığı terör sorununun bir uzantısı olarak, bu zamana değin hiçbir ülkede görülmemiş ölçüde, devleti oluşturan resmi kurumlar ile terör odakları arasında bir diyalog süreci yaşandı. Terörün ortaya çıkmasında baş sorumlu olan Abdullah Öcalan’la oraya gönderilen kurullar arasında kimi mutabakat metinleri oluşturuldu. Türkiye’nin sözde çözüm sürecini oluşturacak temel dayanaklar doğrudan terör örgütünün kaleminden çıktı ve bu kamuoyunun bilgisine sunulduğu gibi; Diyarbakır’da düzenlenen büyük bir toplantıda, Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamentosunda Türkiye milletvekili olan kişiler tarafından, farklı bir dil ve lehçe ile okundu.

Buna koşut olarak; çözüm süreci adına, modern ve demokratik anayasa masallarıyla, Türkiye’nin üniter yapısını ortadan kaldıracak anayasa çalışmaları yapıldı. Türk Ulusu/ Milleti; Türk, Türkiye Cumhuriyeti, Türk Kültürü, hatta Türk bayrağı ve Türk Vatanı gibi kavramlar tartışmaya açıldı. Sözde akil adamlar korosu, değişik görüşmeler yaparak, milletin genel arzusunu hiç de yansıtmayan raporlar hazırlayarak, bu sürece temel oluşturma çabası içine girdiler. Kamuoyunda Atatürk’ü, ulus kimliğini ve bu kimliğin değer ve simgelerine karşı yoğun bir nefret kampanyası başlatıldı.

Atatürk heykellerine saldırılar arttı; çöplerden Atatürk poster ve çerçeveli resimleri toplandı. Sivil toplum hareketlerinde iş, üzerinde Atatürk’ün resmi olan flama ve bayrakların toplanmasına kadar gitti. Türkiye Cumhuriyeti’nin
en temel kurumlarından “T.C.” logosu çıkarıldı. Devlet kurumları, resmi bayramlara ve kutlamalara gereken ilgiyi göstermediği gibi; sivil kurumların ve sivil toplumsal örgütlerin öncülüğünde toplumun kendi kutlama ve anma toplantılarına fütursuzca müdahaleler söz konusu oldu. Ulus devleti ve onun değerlerini savunan kişilere ve kurumlara yoğun baskılar gözlemlendi. Okullardan Atatürk Dönemi’nden beri okutulan “Andımız” yasaklandı. Okullarda din derslerinin sayısı arttığı gibi; 4 + 4 + 4 eğitim politikasıyla; bilinçli biçimde İmam Hatip Liseleri’nin sayısı alabildiğine çoğaltılarak, okul yaşındaki çocukların bu okula gitmesi için yönlendirmeler yapıldı.

Düzenlenen Kuran okuma yarışlarıyla çocuklara bilgisayar dağıtımları;
Hac ziyaretleri gibi ödüller resmi ve yarı resmi kurumlar tarafından konuldu.
Yazılan ders kitaplarında ve Milli Eğitim Bakanlığınca önerilen yardımcı kitaplarda
ulusal kimliği küçümseyici; buna karşın cihadı, laik devlet ilkesine aykırı olarak,
bir dinin tek bir mezhebinin inanç kalıpları yer aldı.

Onca Anayasa Mahkemesi kararına karşın, türban bütün kamu kurumlarında serbest bırakıldı. İş, kişilerin özel yaşamlarının gizliliğine kadar uzatılarak,
bir toplumsal psikoloji ve nefret duygusu yaratıldı. Gezi Olayları’na karşı aşırı polis gücü kullanılarak; toplum kesimlerini karşı karşıya getirecek;

“Yüzde elliyi zor zaptediyorum”..

gibi sözler en üst makamlarca dile getirildi. Çok sayıda insanın ölümüne yol açan olayların temelinde ne gibi etkenler olduğunu araştırmak yerine; bu olaylara katı bir ideolojik duruşla ve polisiye tepkilerle karşılık verildi. Cemaatçilik ruhu, devletin
en mahrem kurumlarının en üst düzeylerine dek örgütlenmeyi başardı.

Bütün bu olaylar zinciri içinde 2013 yılı sonunda ulaşılan sonuç da şudur:

Millet, bütün bu olan bitenler karşısında, şiddetli bir yanıltma politika ve yandaş basının yoğun biçimde bu yönde kullanılmasına karşın, olayların nereye gittiğinin büyük ölçüde farkına vardı. Milli günler milyonlarca kişinin katılımıyla anılmaya ve kutlanmaya; cumhuriyetçi güçlerin dayanışmasına yol açtı. Ulus/ Millet, yaşanan olaylara bakarak, Atatürk’ün ve cumhuriyetin değerlerini daha iyi kavramaya başladı.
Terör gruplarının savunduğu düşüncelerin, milli değerler üzerine oturtulduğunu görerek; Atatürkçülük bilinci daha yaygın bir durum aldı. Resmi günleri anma törenlerine, örneğin 10 Kasım 2013 günü düzenlenen Atatürk’ü anma toplantı ve yürüyüşlerine milyonlarca kişi katılarak, toplum bu olup bitenler karşısında huzursuzluğunu açık biçimde ortaya koydu. Toplum bir yandan ayrıştırılırken;
öte yandan yine toplumun kendi öz istencinden kaynaklanan etkenlerle,
ulusal güçlerin birliği gibi arayışlara yöneldi.

Bütün bu olup bitenler karşısında,

  • 2014 yılının bir derlenme ve toparlanma yılı olacağı; 
  • Cumhuriyetimizin kendi öz değerlerine yeniden dönüş süreci yaşanacağı 

umudu artmıştır.

Hanımefendi; Hangi Devletin Mandasını İsterdiniz?


Hanımefendi; Hangi Devletin Mandasını İsterdiniz?

portresi.milletvekilijpg

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

İlerici, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve demokrasici, vb. vb… BDP’nin Eşbaşkanı Gültan Kışanak önemli bilgiler veriyor ve davetiyeler çıkarıyor. Yer Almanya, Berlin. Zaman ise Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşması günü.
15 Kasım 2013, Diyarbakır

Bilgiler şunlar:

1. “Çözüm süreci”nin 1. aşamasında “izleme grubu” üzerinde uzlaşma sağlanmış;
“akil insanlar heyeti” bu anlayışla kurulmuş. Ne var ki Hükümet bu heyeti,
“uzlaşmaya aykırı olarak” kamuoyu çalışması gibi yansıtmış ve süreçte eksiklik yaratmış.

2. “Çözüm sürecinde bir yıldır gözlemci konusu” konuşuluyormuş.
İmralı görüşmelerinde bu konu gündeme getirilmiş. Son bir aydır süreç tıkanmış.

Davetiye ise mandacılığa:

Gültan Kışanak “Süreçte demek ki bir sorun var. Bir hakem gerek.
Buna bir 3. göz gerek. Bunun kaçınılmaz olduğu kanıtlanmıştır.” diyor.

Oslo görüşmelerinde, bir İngiliz’in masada hakem olduğunu duymuştuk.
15 Kasım 2013 günlü Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşmasının ardında da bir ‘üçüncü göz’ olduğu sırıtıp durdu. Gültan Kışanak bu gerçekleri açığa çıkaralım diyor.

Sözlerinin devamı, kendisini de hareketini de tarihe geçirecek cinsten:

  • “Bu aşamada doğrudan bir devlet adı söyleyemeyiz. Biz bunu istiyoruz.
    Bunu yapacak bir ülkenin çıkmasını bekliyoruz. Ayrıca bu tür mekanizmalar masanın her iki tarafının oluru ile devreye giriyor. Her iki tarafın kabul edeceği
    3. bir taraf gerek”… “Kışanak, batılı ülkelerden birinin sürece dahil edilerek sürecin sağlıklı işleyebilmesi için mekanizmaların eksiksiz kurulabileceğine inandığını kaydetti.” (http://www.radikal.com.tr/turkiye/kisanak_surec_tikandi_ucuncu_goz_lazim-1161151)

İlerici, özgürlükçü, barışçı….. BDP’nin kadın eşbaşkanı açıktan açığa, emperyalist Batı merkezlerinin kendilerini koruma, kollama, kullanma şiddetini artırmalarını istediğini
ilan ediyor. ‘Gizlice yapmayın, gizlenmenize gerek yok, bizim işbirlikçiliğimiz açık,
haydi gelin, mandacılığınızı açıktan kurun artık..’ diyor.

Kendi ülkesinde yabancı yönetimini istemekte, güttüğü amaçlar için emperyalizmin kollarına atılmakta, ‘manda istiyorum’ demekte hiç sorun görmeyen bu kadın eşbaşkan, emperyalizme açık davetiyle tarihte hangi başlığa ait olduğunu
kendisi belirlemiş durumda.

Manda davetiyesine CHP imzası eklemek?

Hadi diyelim ki, bu kişi bu sözlerle kendisinin ve siyasetinin değerini ortaya koydu, kendileri için ayıp! Ne var ki, konuşan barış ve demokrasi eşbaşkanı burada durmuyor. Bu emperyalizmin mandacılığına çağrı çıkaran kişi, bir de içinde yuvarlandığı onursuzluğa CHP’yi katmaya çaba gösteriyor.

“Özellikle CHP’nin Kürt sorunu konusunda daha evrensel siyaset izleyen bir parti durumuna gelmesi gerektiği”ni buyuruyor. Yani, Kürt sorunu konusunda evrensel siyaset dediği “emperyalist siyaset”e yolladığı çağrıya  CHP olarak bizim de
adımızı eklemeye çalışıyor.

Bu öyle hayret verici bir özgüven ki, böylesine ancak kendini bilmezlik denebilir!

Ama bir dakika!… Kışanak bu sözleri için belki CHP yönetiminde olup, kişisel işlere girişen kimi kişilerin çabalarından cesaret alıyor olabilir. Gerçekten de, örneğin CHP’yi bu işe ortak etmek isteyen bir Sezgin Tanrıkulu araştırma önergesi verilmiş ve AKP ile BDP buna sahip çıkmışlardır. Ancak herkes bilir ki, CHP bu önergeyi TBMM Genel Kurulu’nda tüm halkın gözleri önünde geri çekerek Tanrıkulu’nun ortaklık çabasını
boşa çıkarmıştır. Eğer Kışanak’ın cesareti bu tip çabalardan kaynaklanıyorsa,
aynı çabaların CHP bünyesi tarafından nasıl boşa çıkarıldığına da dikkat etmesi gerekir.

İki gözü de kapalı; üçüncü gözü ise hiç olmamış!

Kışanak, 3. göz olsun diye mandacılığı çağırıyor. Ama kendisinin iki gözü kapanmış. Besbelli ki “üçüncü gözü” de hiç olmamış.

Olsaydı, “Kadim efendilerimiz, biz Irak’taki kuzey yönetiminden hiç de aşağı kalmayız; siz daha istemeden biz her hizmete varız.” yalvarmalarının
‘mazlum milletler’ tarihindeki anlamını görebilirdi. Ve görebilse, işbirlikçiliğini
böyle bir arsızlıkla gözler önüne sermezdi.

  • Emperyalizmin hizmetinde olanlar, tarihte hep gericiliğin; teslimiyet ve esaretin; haksız savaş dalgalarının içinde boğuldular. Madem böyle bir çağrıya sahiptir,
    o halde barış ile demokrasi, BDP’nin yalnızca adındadır; yakışıksız bir yama gibi… [17 Kasım 2013]

DİYARBAKIR GÖRÜŞMESİ..

DİYARBAKIR GÖRÜŞMESİ..

portresi2

Onur ÖYMEN

Hükümetin olumlu bir kamuoyu algısı yaratma çabalarına karşın, Başbakanın Diyarbakır’da Barzani İle yaptığı görüşme birçok bakımdan ciddi sakıncalar yaratacak niteliktedir.

Bir kez Başbakanın muhatabı bir yerel yönetim lideri değil, Irak Başbakanıdır.
Başka bir kentte düzenlenen uluslararası toplantılar gibi ayrıksı (istisnai) durumlar dışında Başbakanın dış temaslarını yürüteceği yer, Türkiye’nin veya ilgili ülkenin Başkentidir. Barzani Türkiye’nin Başbakanı tarafından kabul edilmek istiyorsa,
kendisini Ankara’da ziyaret etmeliydi.

Suriye’deki durum gibi konular uluslararası ilişkiler kapsamına girer.
Bu gibi konuların yerel yönetim liderleriyle görüşülmesi de doğru değildir.
Türkiye’nin Irak’la arasındaki en önemli sorun, PKK terör örgütünün Kuzey Irak’taki varlığına yıllardan beri müsamaha edilmesidir ve PKK’nın fiili denetimi altında
Mahmur Kampında yaşayan 11,000 Türk vatandaşının durumdur.

BM Güvenlik Konseyi‘nin kararları ve Irak Anayasası, Irak Hükümetine topraklarında terörist faaliyetlere müsamaha etmeme yükümlülüğü getirmektedir.Oysa Irak Hükümeti de, Barzani de PKK’nın Irak topraklarını terk etmesini sağlayamamış ve özellikle
son yıllarda bu yolda hiçbir çaba göstermedikleri gibi; Türkiye’nin müdahalesini de engelleyici bir tavır içine olmuşlar, hatta Türk milletini rencide edici beyanlarda bulunmuşlardır.

Başbakanın şimdiye dek “Kuzey Irak Yerel Yönetimi” deyimini kullanırken şimdi “Kürdistan” dan söz etmesi bu bölgenin adım adım bağımsız bir devlete dönüştürülmesi çabalarına Türkiye’nin de destek olabileceği, hiç değilse
karşı çıkmayacağı izlenimi uyandırmıştır.

Barzani’nin Diyarbakır’a askeri üniformaya gelmesi dikkatlerden kaçmamıştır.
Bu kıyafet, O’nun bağımsız bir silahlı kuvvetin komutanı olduğunun simgesinin göstergesidir. Kendisinin daha önce Türkiye’ye birçok kez sivil giysiyle geldiği bilinmektedir. Diyarbakır’daki görüşmeye katılan bir ses sanatçısının da
askeri giysiye benzer bir giysiyle geldiği de göze çarpmıştır.

Eğer basının yazdığı gibi Barzani’nin toplu nikah töreninde hediye vermek üzere
üç bavul dolusu altını Türkiye’ye getirdiği doğruysa, bu da uluslararası alanda örneği pek görülmeyen ve yasalarımıza göre geçerliliği tartışmalı bir durum yaratmıştır.
Başbakanın “çözüm süreci” olarak adlandırdığı gelişme, bütün sakıncaları bir yana, Türkiye’nin bir iç sorunudur. Böyle bir konuda Barzani’den destek istenmesi
O’nu Türkiye’nin bir iç sorununa karışmaya davet etme anlamı taşır ve bu açıdan
son derecede sakıncalıdır.

Bütün bunlardan daha vahimi, Barzani’nin ziyaretinden birkaç gün önce
Atatürk’ün Diyarbakır’daki “Ne mutlu Türküm Diyene” sözlerini içeren
bir tabelanın kaldırılması
dır.

Bunu Barzani’ye hoş görünmek için ulusal değerlerimizden vazgeçebileceğimiz şeklinde yorumlayan vatandaşlarımızın ulusal duyguları incitmiştir.

  • Ülkemizin ulusal bütünlüğünü zedelemek isteyenleri memnun etmeye çalışanlar, Halkımızın ezici çoğunluğunun temel değerlerini feda etmek
    hakkına sahip değildirler.
  • Bu gelişmeler karşısında sessiz kalan muhalefet partileri de Hükümetin
    tarih karşısındaki sorumluluğunu paylaşmış olacaklardır.

RİFAT SERDAROĞLU : NEFRETİNDE BOĞULACAK


Dostlar,

Sayın Eski Sağlık Bakanı Rifat Serdaroğlu‘nun yazıları tıpkı bir “gürz” gibi..
Toplumu RTE bilerek / bilmeyerek çoooooook geriyor.
Aşağıdaki yazıyı da tam 1 ay arşivimizde tuttuk..
Günümüzden geriye bakıldıkta Sn. Serdaroğlu’nun öngörülerindeki isabet
daha da net izleniyor..

Sevgi ve saygı ile.
26.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

NEFRETİNDE BOĞULACAK

portresi


RİFAT SERDAROĞLU

Erdoğan ve Güler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanı ve İçişleri Bakanı sıfatları ile “Polis Akademisi Mezuniyet Töreninde”, birer konuşma yaptılar ve
Polis Akademisini derece ile bitiren polislerimize diplomalarını verdiler.

Bir gün evvel aynı saatte, Türkiye Cumhuriyeti’nin Şırnak İlinin Cizre İlçesinde,
PKK’ya bağlı Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) asayiş birimlerinin kuruluşunu, törenle ilan etti. Tören aynen Askeri Kurallara uygun olarak yapıldı ve asayiş üyelerine, Merkez Komite tarafından asayiş üyelerine diplomaları verildi.

PKK’nın Haber Ajansı Fırat Haber Ajansı‘nın haberine göre, şehirde kimlik denetimi yapan gençlere, T.C. Polisleri müdahale etti. Fakat daha sonra T.C. Polisleri çekildi ve ellerinde Telsiz”  üzerlerinde Abdullah Öcalan fotoğrafı olan üniformalı YDG-H’li gençler, gece yarısına dek tüm ilçede kimlik denetimini sürdürdüler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Biriliğinden – Bütünlüğünden – Egemenliğinden
birinci derece sorumlu Cumhurbaşkanı – Başbakan – Genelkurmay Başkanı makamlarında oturan kişiler bu rezilliği görmezden gelip desteklediler.

Başbakan Erdoğan’ın kafası attığında kimseyi dinlemeyip, tekme-tokat giriştiğini
iyi bildikleri için, Gül ve Özel ağızlarını açamadılar ve makamlarına kapandılar.
Hâlbuki Cizre’de Türk Devletine bu yapılan hakaret, bu makamdakileri yatırıp
enselerine tokat atmaktan çok daha ağır bir hakaretti.

Başbakan Erdoğan ise, Türkiye Cumhuriyetine şimdiye dek yapılan en büyük hakareti “Çözüm Süreci” kapsamında saydığından görmezden geldi ve tüm ülkeye
nefret saçmaya devam etti;

RTE; üzerinde “Atatürk” olan Türk Bayrağını yasakladı!
Osmanlının eski bayrağını evine astı, İmralı canisinin posterlerinin taşınmasını
serbest bıraktı.
-Canını kurtarmak için camiye sığınan ve orada gönüllü doktorlar tarafından
ilk tedavileri yapılan yaralı Türk gençlerini, camiye postallarıyla giren
Yunan Ordusuna benzetti.
-Anayasanın verdiği demokratik gösteri hakkını kullanan insanlarımızı,
talan yapan çapulculara ve işgal ordusuna benzetti.
-Kendisine, TV canlı yayınında

  • Başbakan RT Erdoğan; “Ben Erdoğan’ın ‘gö…ün kılıyım’..
    diyen meczubu yüceltti
    ,

Türk Bayrağını üzerinde taşıyan Türk Kızlarını yerlerde sürüttü.

-Son 20 gün içinde, Türk Milleti’nin gözüne baka-baka, aynı konuda üç farklı ifade kullandı.

Değerli Okurlar;

Yaşanan bu kadar çirkinlikten sonra Erdoğan ve ekibinin ne olduğunu anlamayan kaldıysa onları bırakın, bildikleri gibi yapsınlar.

Erdoğan kendisinin de dediği gibi hiçbir zaman değişmedi. Baştan beri kafasına koyduğu “Federe İslam Devletini” kurmak için eşbaşkanlık görevinin gereğini
yerine getirmeye devam ediyor.

Elbette ki başaramayacak. Bunların sonları da dedeleri gibi ibretlik olacak.
Daha şimdiden insan içine çıkamaz oldular. Sadece kendi adamlarının ücretsiz taşındığı ve bedava yemek verilerek toplanan kalabalığa, yüksek ve uzak bir yerden konuşabilirler.

Erdoğan bundan böyle İstanbul-Ankara-İzmir-Antalya-Bursa-Kayseri gibi illerde yapılacak hiçbir futbol maçına gidemez. Yuhalanacağını, protesto edileceğini bildiği için gidemez. Akdeniz Oyunlarında olduğu gibi, Mersin’de tüm biletleri önceden satın alır ve yandaşlarına dağıtabilirse, o başka.

  • Erdoğan ve ekibi Türkiye’nin önümüzdeki döneminde olmayacaklar.
  • Eğer onlar iktidarda kalmaya devam ederlerse,
    Türkiye bir ve bütün olarak kalamayacak. 

AKP; Demokratik yoldan gönderilinceye kadar, Erdoğan Türk Milletine olan nefretini kusmaya devam edecek. O’nun kumaşı budur.

Fakat Türk Tarihi, kendi milletine nefret kusanların, kendi kusmuklarında boğulduğu olaylarla doludur.

Önümüzde çok zor günler var, çok zor. Allah’ın izniyle bunu da aşacağız.

Sağlık ve başarı dileklerimle.
(25 Haziran 2013)

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35
0 532 211 00 11

TÜRKİYE KAÇ ÜLKEDİR, KİM YÖNETİR, KİM KORUR?

Dostlar,

E. Tümg. Naci Beştepe’nin yürekler acısı feryadı..
AKP iktidarının çifte standardı ile Türkiye’yi iç savaşa ve bölünmeye sürüklemesi..
TSK’nın teslimiyeti..
Açlık grevine giden yıllardır tutuklu askerler

Kapkara bir tablo..
Sürdürülemez..
Mutlaka ve hızla durdurulması gerek..
Ülkemizin sağlıklı ve sağduyulu güçleri bu lanetli gidişe “dur” diyecek.
Halk meşru direniş hakını kullanacak, kullanıyor.
Önderini de doğuracak, yakındır..
Eminiz.. Çünkü tarih bunu öğretiyor..
Keşke AKP kendine bir iyilik etse de hükümeti bıraksa..

Yiğit ve gerçekçi komutan Naci paşaya acı saptamaları içiin teşekkür ederek..

Ha gayret halkım..

Sevgi ve saygı ile.
1.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

    TÜRKİYE KAÇ ÜLKEDİR, KİM YÖNETİR, KİM KORUR?


Naci_Bestepe_portresi
Naci BEŞTEPE
E. Tümg.
 
Son bir-iki haftada yurdumuzun bir bölümünde meydana gelen olayları anımsayalım;
  – Diyarbakır’da KUZEY KÜRDİSTAN Birlik ve Çözüm Konferansı düzenlendi. Bölünme amaçlı istekler açıklandı.
  – Sınır ötesine geçmekte olan PKK’lıları uğurlamaya giden vatandaşlara asker su verdi, ancak askerin ortalıkta görünmesine bile kızdılar.
  – Bir terörist için düzenlenen törene, PKK’lılar silahlı olarak katılıp gösteri yaptılar.
  – Generallerin bulunduğu bir helikoptere PKK’lılar ateş açtı, dört mermi isabet etti.
  – Lice’de, karakol binası yapılmasını istemeyen halk inşaatı bastı, çadırları yaktı, olayda bir kişi öldü. Sonrasında yol kesen örgüt bir uzmanı kaçırdı.
  – Pülümür’de PKK maden ocağını bastı, araçları yaktı, bazı işçileri kaçırdı.
  – Cizre’de yerel asayiş birimi diploma töreni düzenlendi, poşulu,özel giysili asayişçiler caddelerde kimlik kontrolü yaptı.
 
  Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş sınırları içinde oldu.
  Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarına aykırı olarak gerçekleştirildi.
 
  Bu olanlara karşı ülkeyi yönetenler ne yaptı?
  Kulağının ve gözünün üzerine yattı.
  Hiçbir tepki göstermedi.
  Lice’de, 1937 Dersim isyanını anımsatan, devlet otoritesini reddeden olaydan sonra, T.C. Hükümeti adına “Yeni karakol yapmıyoruz, aynı yere yeni bina yapıyoruz, dokuz adet karakolu da kapattık” açıklaması yapıldı.
  “Biz sizin istemediğiniz bir şeyi yapmayız, devlet kontrolünü sürekli azaltıyoruz, merak etmeyin” der gibi. 
  Gibisi fazla.
  Bu yapılanların hiçbiri, devlet olan yerde yenilip yutulamaz.
  Devletin yasal güçleri derhal gerekeni yapar.
  ÇÖZÜM SÜRECİ bozulursa diye korkmanın kime ne yararı olacaktır?
  Çözümden amaç ” Kavga etmeden, kan dökmeden bölünmeyi sağlamak” ise o başka. 
  O zaman da bu kararı verenler halka hesabını da verirler.
  Verebilirler mi? Orasını düşünmeliler.
 
  Başka ne yapıyor devleti yönetenler?
  Bu olaylara tepki gösterecek gücün yasal yetkilerini elinden alıyor.
  Neymiş, 35. madde darbeye dayanak sağlıyormuş?
  Darbe yapana dayanağa gerek varmış gibi?
  Darbe dayanağını kendi bulur, boşuna olayı saptırmaya çalışmaya gerek yok.
  Bu düzenleme ile yapılan TSK’nın PKK’ya karşı adım atmasını engellemektir. Bölünmeye engel olacak asli gücü engellemektir.
  TSK komuta kademesi zaten elleri havaya kaldırmış. 35. madde ile kendisine verilen görevi unutmuş. Siyasi iktidarın dümen suyuna girmiş.
  Sokakta sopa yiyen ama karşılığını veremeyen cılız-korkak çocuğun “Anne şu çocuk beni dövdü” demesi gibi salya sümük ağlıyor.
Helikopterin KAÇMA MANEVRASI ile kurtulduğunu açıklıyor.
  Sen karşılığında ne yaptın? Ne yapman gerekirdi? diyen vatandaşına verecek yanıtı yok.”İktidar öyle istiyor” dese, yutturamayacak, biliyor.
 
  Başka ne yapıyor devleti yönetenler?
  İç güvenliği polisle yapma manevrasına sarılıyor.
  Saflar bile inanmaz.
  Polis kırsalda, dağda asker gibi kullanılamaz. Kullanılmıştır. Özel Harekat timleri yararlı da olmuştur. Ancak askerle beraber ve asker kontrolünde kullanılmıştır. Sayıca sınırlıdır. Pek çok da sorun yaratmıştır.
  İçi güvenliğin tamamen polise devri; silah-teçhizat-eğitim-deneyim- yönetim- yaş ve fiziki yeterlilik gibi pek çok sorun getirir. Maddi yükü de çok pahalıya patlar.
  Karşılığında yararlı olacak olsa neyse.
  Oysa görünen köy kılavuz istemez.
  İstanbul’da sokak eylemleri dört-beş gün sürünce polislerin aç ve uykusuz kaldıkları açıklanmadı mı?
  İstanbul’un göbeğinde polisin aç kalması ne demektir?
  Şimdi bu yüzden ödül veriliyor.
  Tam tersine, onları aç-susuz-uykusuz bırakan amirleri de, yasal yetkilerini aşarak kendi halkına acımasızca saldıran, hakaret eden, işkence yapan, tacizde bulunan, ölüm ve yaralanmalara neden olan polislerin hepsi cezalandırılmalıydı.
  
  Başka ne yapıyor devleti yönetenler?
  Türkiye’nin bir bölümünde, ülkeyi bölme yolunda yapılanları görmezken ülkenin neredeyse tamamında vatandaşların demokratik tepkilerini
polisin aşırı güç kullanımı ile engellemekle övünüyor.
  Vatandaşların çok açık olan istek ve şikayetlerini göstermesini;
dış güçlere, ülke ekonomisine, ülkenin büyümesine-gelişmesine
engel olmak isteyen kötü niyetlere bağlıyor. 
  Sorunun çözümü ile ilgilenmek yerine sorunun arkasına dolanarak
puan almaya çalışıyor.
  Yasal yetkilerini aşan polisi ödüllendirerek vatandaşa göz dağı veriyor.
  Dünyanın gözü önünde bir gencin öldürülmesinde, çocukların bile kanmayacağı düzmece bir polis raporunu (Polisin eline taş gelmiş de onun için bileği bükülmüş de, Sarısülük ondan vurulmuş da polis suçsuzmuş) Bakanlar Kurulu bildirisi olarak sunuyor. Utanmadan.

  • “Biz, AKP’ye karşı geleni öldürtürüz, failini koruruz, bizim demokrasimiz budur.” diyor açıkça.
  Cinayet sanığı polisi serbest bıraktırıyor.
  Suçu belli olmayan ama AKP’ye karşı olduğu bilinen yüzlerce aydını yıllarca tutuklarken.
  Bu yapılanlara da ileri demokrasi diyerek, demokrasilerle alay ederek.
 
  Sanki Türkiye’de iki ülke var.
  İki  bölgeye farklı davranan bir yönetim var.
  Yönetimin yasa dışı uygulamalarına ses çıkarmayan, asli görevini yapmayan, ülkeyi yasaların verdiği yetki çerçevesinde korumayan kurumlar var.
  Ülkeyi, anayasa ile belirlenmiş cumhuriyeti koruyacak kurumlar aymazlık içinde.
  Tek direnen halk.
  Halk gereğini yapacak, mesajını verdi.
  Herkes dersini almış olmalı.
  Alanlar almayanlara anlatmalı.
  Anlamayanların sonu iyi olmayacak gibime geliyor.
 
  ŞİRİNYER’den sonra HASDAL’daki silah arkadaşlarım da
üç günlük açlık grevine gitti.
  Hukuksuzluklara karşı gösterilecek tepkinin üst sınırıdır yaptıkları.
  Sağlıklarını, canlarını ortaya koyuyorlar.
  İnsanlık, hak-hukuk, vicdan gibi değerlerini kaybetmemiş olanlar anlasın diye.
  Saygılar sunuyorum tüm direnen aydınlara.

  DİREN HASDAL, haksızlığa ve hukuksuzluğa…
 
  Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE