Etiket arşivi: atatürk

Güler ve Batum’un Açıklamalarıyla İlgili Düşünceler


Güler ve Batum’un Açıklamalarıyla İlgili Düşünceler

Sayın Onur Ömen, " Kuzey Suriye" yerine "Suriye'nin kuzeyi" denilmesinden yanayız. Ahmet Saltık, 28.7.12

 

ONUR ÖYMEN

 
İki değerli milletvekilimizin yaptıkları önemli açıklamanın metnini aşağıda sunuyorum.

Bu arkadaşlarımızın görüş ve kaygılarına ben de katılıyorum.

Ayrıca, Anayasanın ilk 4 maddesinin güçlendirilmesnin önerilerilmesi,
bence bu maddelerin bir şekilde değiştirilmesinin öngörüldüğü anlamına gelir.

Oysa CHP kezlerce bu maddelerin değiştirilemeyeceğini açıklamıştı.

Yeni anayasaya ilgili kimi beyanlar, bu arada Öğretim Birliği ilkesine bağdaşmayan öneriler bence CHP’yi ilkelerinden ve programından uzaklaştırıyor.

Esas kaygı verici olan bazı CHP’li milletvekili ve parti yöneticilerinin
CHP’nin temel çizgisiyle bağdaşmayan beyanlarına karşı
Parti tabanından gelen tepkilerin çok sınırlı kalmasıdır.

Yerel seçimler yaklaşırken Partiyi yıpratacak beyanlardan kaçınılması gerektiği doğrudur, ama burada esas görev CHP’nin ilke ve programıyla,
Atatürk dönemindeki temel düşünce ve uygulamalara sahip çıkma görevimizle bağdaşmayan beyanlarda bulunanlara düşmektedir.

Bu çerçevede, Cumhuriyet döneminde kabul edilen il ve ilçe adlarının değiştirilmesine yönelik önerileri de şahsen çok sakıncalı görüyorum.

Onur Öymen

=============================

BASIN DUYURUSU

27 Eylül 2013, Ankara

Sayın Atilla Kart, CHP’nin milletvekili sıfatıyla CHP Anayasa taslağındaki bazı önerilerle ilişkili olarak “kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, karalama ve spekülasyonlara yol açılmaması amacıyla” bir açıklama gereği duymuş ve kamuoyuna bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklamada, CHP Anayasa taslağında “ortak vatan – tek devlet” ile “eşit yurttaşlık” önerildiğini; “ilk 4 maddenin güçlendirilmesi”nin de önerilerimiz arasında yer aldığını belirtmektedir.

Bu açıklama, Sayın Atilla Kart’ın anayasaya yaklaşımı konusunda kamuoyunda var olan CHP ilke ve değerlerine aykırılık yönündeki endişelerin haklı olduğunu ortaya sermiş ve sabit hale getirmiştir.

“Ortak vatan”, ulusal siyasetin temsilcisi olan CHP’nin değil etnik siyasetin temsilcisi olan partilerin değeridir. Vatan, üzerinde yaşayan toplumun “ulus” haline geldiği siyasi sistemlerin coğrafyasıdır. Vatanın “ortak” olması için, bir coğrafyada birden fazla ulusun tanımlanmış olması gerekir. CHP’nin temel değerlerine göre vatan, üzerinde vatandaşlık bağıyla yaşayan her bir yurttaşındır; hepimizindir. Bizim için “ortak vatan” değil “hepimize ait olan tek vatan” vardır.

“Tek devlet”, CHP terminolojisinde yer almaz. Bu da etnik siyaset yapanların kamuoyunu serinletmek amacıyla kullandıkları bir terimdir. Bizim açımızdan konu, yine etnik siyasetin ve bunun yanı sıra yeni Osmanlıcılık rüyası gören bazı dinci çevrelerin federal devlet özlemlerine karşı savunduğumuz “üniter – tekçi devlet”ten ibarettir.
“Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuki-siyasi olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır. Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir. Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır.

Sayın Kart anayasaya ve evrensel kavramlara böyle yaklaşıyorsa, anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” hedefine ulaşamayacağı çok açıktır. Üstelik tam tersine İlk 4 Maddeyi içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır. Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER      Prof. Dr. Süheyl BATUM
CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi          CHP Eskişehir Milletvekili

Seks cihadının pezevengi / Sebahattin ÖNKİBAR

Dostlar,

Sabahattin Önkibar‘ın, 27 Eylül 2013 günlü Aydınlık’ta çıkan bu konudaki
köşe yazısının başlığı: “Seks cihadının pezevengi”

Sayın Ali Serdar Bolat kaynaklı müthiş bir e-ileti..

Tunus’tan gencecik kadınlar, Cennet – para vaadi ile kandırılarak Suriye’deki isyancıların cinsel gereksinimlerini karşılamak üzere, Tunus’un sözde Arap Baharı ile başa gelen gerici yönetimi Nahda‘ya göre “seks cihadı” kapsamında gerçekte ise “fahişe” olarak gönderildi !?

İslam dini hiç bu denli kötüye kullanılmamıştı 1300 yıl içinde.

İnsanın kanı donuyor!

Dün de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı acı gerçeği açıkladı :

  • İslam Dünyası Batı’dan 300 yıl geride!

Yazıklar olsun aydın müslümanlara, yazıklar olsun içten dindarlara..
Dini bu yobazların elinden kurtaramıyorlar mı??

Diyanet İşleri Bakanlığı bu olayı neden lanetlemez??

Soylu halkımız ve AKP’ye oy verenler de görsünler; RT Erdoğan hükümeti
bu anlayıştan insan müsvetteleri ile işbirliği içinde Suriye’nin meşru hükümetine
isyan eden kan içicilere her türlü desteği vermekte.. El Nusra ve yandaşları Allahu ekber diye bağırarak kafa kesmekteler, öldürdükleri insanların göğüslerini yararrak ciğerlerini yemekteler, diledikleri kadının omuzuna el koyarak sözde nikahlarına alarak “elkoymakta” dırlar..

Ey AKP’liler, partinizin bu anlayışa vargücüyle destek olduğundan haberl misiniz??

  • Hatta kimyasal silahlar bile Türkiye’den isyancılara yollandı,
    bizzat bir bölüm isyancılara karşı kulanıldı ve Esat hükümetine iftira atıldı.. Haberler bu yönde.. Bu durum kanıtlanırsa Türkiye ne duruma düşer??
    BM ülkemiz hakkında ne karar alır??

Tunuslu bakanın itirafı :

  • “Bu kadınlar Libya üzerinden Türkiye’ye gönderiliyor ve Suriye’ye geçişte Türkiye köprü ülke olarak kullanılıyor.”

AKP’yi durduracak olanlaraın / durdurması gerekenlerin başında elbete namuslu – vicdanlı – gerçek müslüman AKP’liler geliyor..

Gereğini yapmazlarsa bu iğrenç ve yüz kızartıcı suçlamaların ortağı olacaklardır.

  • Tek ve de biricik çare : İSLAMDA REFORM ve SEKÜLER – LAİK DÜZENE GEÇİŞ.. Başka hiçbir yol -yolak yok! Herkes bu gerçeği kafasına iyice koysun..

Atatürk‘ün yüceliği bir kez daha gözler önünde..

Sevgi ve saygı ile.
30.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Seks cihadının pezevengi
Ali Serdar Bolat   
29 Eylül 2013
İslam dünyasında din maskesi altında emperyalistlerin tetikçiliğini yapanlara,
işlenen vahşi cinayetlere ve yapılan ahlaksızlıklara karşı çıkan çok sayıda din adamı vardır. Atatürk‘ün etrafında toplanan ve Vahdettin’in ihanetine ortak olmayan, Şeyhülislamın fetvalarını dinlemeyen din adamları gibi. Sürgün edilmeyi göze alarak: “Ben yalan söyleyemem, camide içki içilmedi” diyen Dolmabahçe’deki Bezm-i Alem Camisi’nin Müezzini Fuat Yıldırım gibi.
Şeyh Osman Batih
Bunlardan biri olan Tunus Müftüsü Şeyh Osman Batih19 Nisan 2013 günü
şu açıklamayı yaptı:
  • “Yaşları 16 ile 20 arasında değişen 16 Tunuslu kadın nikah cihadı adı altında Suriye’ye gönderildi. Orada isyancıların cinsel ihtiyaçlarının giderilmesi için kullanılıyorlar. Bu bir nevi fahişeliktir.”
Çok sayıda Tunuslu kadının gittiği biliniyor, bunlardan 16’sının kimliği Müftülükçe öğrenilebilmiş.

Şeyh, devamla, Suriye’de savaşmaya götürülen Tunuslu gençlerin Cennet ve para vaadleri ile kandırıldıklarını, cihadın sadece sömürgeciler ve işgal karşısında geçerli olduğunu, Suriye’deki savaşın cihad olmadığını söyledi.
Tunus’taki “Arap Baharı” ayaklanmasından sonra iktidarı gasp eden Nahda Partisi, Müslüman Kardeşler (El İhvan el-Müslimin) Örgütü’nün Tunus kolu. Şeriatçı Nahda Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Lutfi bin Ceddu, Müftü Batih’i anında görevinden aldı. Bizim müezzinin sürgün edilmesi örneğinde olduğu gibi.
Nahda kafasındaki bazı Selefi (Suudilerin Vahhabi mezhebi taraftarı) müftüler ise seks cihadının “helal” olduğuna dair fetva vermekteler.
Aynı günlerde, Yurt Dışındaki Tunuslulara Yardım Derneği Başkanı Avukat Badis Kubakci, “Bu kızlar dinci dernekler tarafından büyük şehirlerin varoşlarından toplanıp Suriye’deki cihatçılara sunuluyor”  diye açıklama yaptı ve Tunuslu ailelere “Kızlarınıza sahip çıkın” uyarısında  bulundu.
Lutfi bin Ceddu
Ancak mızrak çuvala sığmadı. Hem Suriye’den, hem Tunus içinden bu konuda
çok sayıda haber ajanslara düştü.

Bakan Ceddu, Tunuslu genç kızların Suriye’ye götürülerek “nikah cihadı” (cihad el-nikah) adı altında El Nusra canilerine sunulduğunu hem de Meclis kürsüsünden
itiraf etmek zorunda kaldı.

Muhalefetin katılmadığı 17 Eylül 2013 günlü Meclis oturumunda Bakan Ceddu kürsüye çıkarak şu konuşmayı yaptı:
“Onlarca hatta yüzlerce savaşçı bu kadınlarla nikah cihadı adı altında ilişkiye giriyor.
Bu kızlar ülkeye hamile olarak geri dönüyorlar. Ve biz, eli kolu bağlı bir şekilde sadece izlemekle yetiniyoruz.”
Ne oldu şimdi? Madem bunlar doğru idi, Müftüyü niye görevden almıştın öyle ise? Sebebi şu. Olayı örtbas edebileceğini sanmıştı. Ancak patlayan lağımın kokuları
tüm dünyayı sarınca sanki karşı çıkıyormuş gibi numara yapmak zorunda kaldı.
Nahda, tek başına iktidar partisi. AKP Hükümeti gibi yani. Ve “eli kolu bağlı”.
Kime karşı eli kolu bağlı? Dinci sözde “sivil toplum” kuruluşları karşısında eli kolu bağlı.
Şeriatçı iktidar partisi, dinci örgütlerin Tunuslu kızları yurt dışına çıkarıp geri getirmesini önleyemiyor. İnandınız mı? Böyle “eli kolu bağlı” iktidar olur mu? Görüntüyü kurtarmak için konuşurken, partisini aciz göstermekte olduğunun farkında bile değil.
***********
Şeriatçı Bakan Ceddu devamla seks cihadı ahlaksızlığında
Türkiye’nin rolünü
 açıkladı:
  • “Bu kadınlar Libya üzerinden Türkiye’ye gönderiliyor ve
    Suriye’ye geçişte 
    Türkiye köprü ülke olarak kullanılıyor.
Sabahattin Önkibar‘ın, 27 Eylül 2013 günlü Aydınlık’ta çıkan bu konudaki köşe yazısının başlığı: “Seks cihadının pezevengi”
***********
Bakan Ceddu, Meclis kürsüsündeki konuşmasında bir itiraf daha yaptı:

“Gençlerimiz Suriye’deki cephelerde ön saflara gönderiliyor, onlara şehirlere ve köylere nasıl saldırılacağı ve nasıl yağma yapılacağı konusunda eğitim veriliyor.”
Kızlar yatağa, erkekler yağma uğruna ölüme gönderiliyor. Şeriatçı Nahda Hükümeti, sözde acz içinde eli kolu bağlı seyrederek, ama aslında el altından destek vererek süreci devam ettiriyor.” 
“Bakanlığa başladığım Mart ayından bu yana 6,000 gencimizin Suriye’ye gitmesini engelledim.” diye de övündü. Yalan tabii. Suriye’de en az 2,000 Tunuslunun öldüğü tahmin ediliyor.
Bakan Ceddu’nun bu konuşmayı yapmaktaki diğer amacı ise laik muhalefeti yatıştırmak.
Geçen sene Lutfi Necad öldürüldü.
Demokrat Yurtseverler Partisi Genel Sekreteri Şükrü Belayid bu sene 6 Şubat’ta öldürüldü.
Halk Cephesi Koordinatörü ve Kurucu Ulusal Meclis Üyesi Muhammed İbrahimi de
25 Temmuz’da öldürüldü.
Laik muhalefet infial halinde. Bordo Meydanı sabahlara kadar onbinlerce insanla dolup taşıyor. Tunus bayrakları ve Tunus’un Atatürk’ü sayılan Habib Burgiba‘nın resimleri taşınıyor.
Nahda Partisi de hükümete destek için taraftarlarını Kasbah Meydanı’nda toplanmaya çağırmıştı ama iddia ettikleri gibi 1 milyon kişi değil, ancak 100 bin kişi toplayabildiler,
o  da bir seferliğine.
İşçi ve işveren sendikaları da Nahda’ya karşı birleşmiş durumda.
  • Halk “Mursi gitti, sıra Nahda ve AKP’de” diyor.
Muhalif Kurucu Ulusal Meclis üyeleri toplantılara katılmıyorlar,
Bordo Meydanı’nda göstericilerle birlikte hareket ediyorlar.
Nahda Hükümeti korku içinde. Mursi gibi gitmemek için yobazlığa karşı sözde önlem aldıklarını göstermek suretiyle laik, yurtsever, Arap milliyetçisi güçleri yatıştırmak istiyor.
***********
Suudi Fetva Şeyhi Muhammed Orayfi seks cihadı için şu fetvayı vermişti:

Özetle:

— Cihat için cinsel ilişkiye girecek kadın 14 yaşından büyük olmalı,
— Dul olmalı, evli ise kocasının bu iş için rızasını almış olmalı
— Bu kutsal görevi yerine getiren mümin kadınlar Cennete girer.
— Kadın, bir günde 3 veya 4 mücahitle birlikte olabilir.
— Kadınlar, cinsel ilişki sırasında yüzlerindeki peçeyi kaldırabilirler.
Cihad evliliği hakkındaki ilk belgeler, Suriye Ordusu’nun teröristlerden geri aldığı Kuseyr’de ele geçmişti.
Kuseyr kentinde ele geçen belgelerde, ilişkiye giren kadınların listesi ve
hangi kadının kaç erkekle ilişki yaşadığı, en çok ilişki yaşayan kadına verilen ödüller düzenli olarak kaydedilmiş
***********

Zorla mücahit yapılan kadınlar da var.

Terörist komutan tarafından zorla mücahit yapılan bayan muhabir:

El-Cezire televizyonunun bayan muhabiri, Halep’in kuzeyinde El Nusra tarafından kurulan sözde “yerel demokratik” yönetimleri incelemek için Türkiye üzerinden bölgeye gider. El Nusra komutanı, bayan muhabire tecavüz eder ve onu uzun süre cariyesi olarak kullanır. Katarlı yetkililerin müdahalesi ile serbest kalan muhabir, basına yaşadığı dehşeti anlatır. El Nusra önce haberi yalanlar, daha sonra bayan muhabirin komutanla isteyerek cinsel ilişkiye girdiğini açıklar.

Babası tarafından zorla mücahit yapılan Suriyeli kız:

“Babam beni bir odaya hapsetti. Ardından Suriyeli isyancıları eve çağırdı. İsyancılar bana vahşice dönüşümlü ve tekrar tekrar tecavüz ediyordu. Bu konuyu babama şikayet ettiğimde babam bunun bir çeşit cihat olduğunu ve beni cennete götüreceğini söylüyordu. Bir ay boyunca bu şekilde yaşadım. Defalarca kaçmayı ama düşündüm, ama isyancılar tarafından öldürülmekten korktum. Hatta annem bile bu konuyu başkalarına anlatırsam beni öldüreceğini söyledi. Annemin kendisi de cihat nikahı için yakın köylere gidiyordu.”

http://www.turkishnews.com/tr/content/2013/09/28/seks-cihadi/

Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber, senin karın artık benimdir

Kuzey Suriye’den kaçıp İstanbul Bağcılar’a yerleşen Halil’in Vatan gazetesi muhabirine anlattıkları:

“Muhalifler geliyor, elini karının başına koyup 3 defa ‘Allahu Ekber’ dedikten sonra, ‘Senin karın artık benimdir’ diyor. Bir saat sonra da gelip, ‘Tamam yine senindir’ deyip karını veriyorlar. Hatta bazen hiç geri getirmedikleri de oluyor. Onlar için Kürt, Türkmen hiç fark etmiyor. Tek önemli olan kimi beğendikleri… Benim komşumun da başına geldi.” (http://haber.gazetevatan.com/senin-esin-artik-benimdir/571211/7/yasam)

Üç Tekbir ve: Artık bu benim karım

Gaziantep kamplarındaki mülteciler CHP Milletvekili Ali Serindağ’a anlattılar:

Bu gru­bun (Nahda) üye­le­ri, göz­le­ri­ne kes­tir­dik­le­ri ka­dın­la­rı da, yan­la­rın­da ko­ca­sı
ya da bir ya­kı­nı olup ol­ma­dı­ğı­na al­dır­ma­dan so­kak­ta dur­du­ru­yor. Bir eli­ni ka­dı­nın om­zu­na ko­yu­yor, ar­dın­dan üç de­fa tek­bir ge­ti­ri­yor ve “Ar­tık bu be­nim ka­rı­m”
di­ye­rek alıp gö­tü­rü­yor. Bu­na kar­şı çı­kan­la­rı da, he­men ora­da ya vu­ru­yor
ya da ka­fa­sı­nı ke­si­yor. (
http://sozcu.com.tr/2013/gundem/el-nusracilar-kadinlari-kocalarindan-zorla-aliyor-372010/)

***********
Aydınlık, 22 Eylül 2013. Ali Rıza Taşdelen Tunus’tan bildiriyor.

***********
http://aliserdarbolat.blogspot.com/2013/09/seks-cihadnn-pezevengi.html

Türk Aydınlanması 1: Atatürk ve Geometri Kitabı


Dostlar
,

Sn. Prof. Kemal Arı son zamanlarda birbirinden değerli yazılar yazmakta Atatürk, Aydınlanma ve yakın tarihimize ilişkin.. Sürdürmesini diliyor ve teşekkür ediyoruz.

Aşağıda, ATATÜRK’ümüzün Yazdığı Geometri Terimleri Kılavuzu hk. yazısını paylaşıyoruz.. (Görseli biz ekledik..)

Ata'nin_GEOMETRI_TERIMLERI_KILAVUZU

 

Sevgi ve saygı ile.
27.9.13, Ankara

 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Türk Aydınlanması 1: Atatürk ve Geometri Kitabı
Prof. Dr. Kemal ARI

  • Aydınlık İçinde Yat Atatürk; Sen Çağları Aşan Büyük Adammışsın!

Buyrun, buradan başlayalım:
“Müselles-i mütesaviyül adla”…
Herkes belleğini zorlasın; anlamı ne?
Yanıt veremediniz mi?
Yeni bir tanesini soralım:
“Zaviyetan-ı mütekabiletan-ı dahiletan”
Aaa!
Gene anlamadınız mı?
Pekala, yeni terimleri soralım; bunlar bizi kesmedi:
Örneğin; “Müselles kaimüz zaviye, Zûerbaatül adla, Zaviyatanı mütevafikatan…”
Kuşkum yok, gene anlamadınız.
Şimdi bir düş kuralım:

Çocuğunuz sabahleyin kalksın, kahvaltısını yapsın; körpe beyni ve her şeyi algılamaya can atan zekasıyla yollara dökülsün; okuluna gitsin… Burada derhal, yüz yıl öncesine atlayalım; düş bu ya! Onu, çatık kaşlarıyla bir karış sakalı, başında sarığı, mintanı, şalvarı ile bir muallim karşılasın. Sonra çocuğunuz, öteki çocuklar gibi yere diz çökerek otursunlar. Önlerinde birer rahle… Anlamadınızsa söyleyelim; rahle, yani okumak için üzerine kitap konulan çapraz tahtadan alet… Ve muallim, müderris, molla; her ne ise, alsa eline uzun bir çubuk ve çocukların başlarına dokunarak; onlara bu terimlerle
sözüm ona geometri ya da matematik dersi anlatmaya çalışsa!

Burada hemen bir parantez açalım:

Eğer tarihimiz açısından bakıyorsak; bu sakallı ve sarıklı molla, matematik; eski adı ile “riyaziye” dersi verecek konuma gelmişse, demek ki bu aşamada bile büyük bir devrim gerçekleştirilmiştir. Çünkü bir elli yıl daha öncesine giderseniz; orada riyasize dersinin de olmadığını; bilim adına ancak dini bilgilerin okutulduğunu göreceksiniz çünkü…

Neyse geçelim…

Yirminci yüzyılın başlarında, hatta cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda, ana kucağından kalkıp, mektebe koşan bu Türk çocukları, matematik gibi bir çağdaş ve bilimsel eğitimin temelinde yer alan bir bilim alanında, bu kavramlarla matematiği nasıl anlayacak, içselleştirecek ve onun önemine kavrayacak? Ana kucağında ise hiç işlenmemiş,
bilim yapılmamış, kaba bir Türkçe ile dimağı yoğrulmuş; beden ve ruh biçimlendirmesi buna göre yapılmış; şimdi gitmiş mektebe, Arapça’nın en ağır ağdalı bu terimleriyle matematiği anlayacak ve sonra da çağı yakalayacak ha!

Hani kimi günümüz softaları ya da molla kafalıları var; Agop Dilaçar gibi bir dil dehasını, Atatürk’ün dil devrimini gerçekleştirmesinde “akıl hocası” diye eleştirdikleri ve küçümsemeye çalıştıkları bu dahi kişinin, etnik kimliği üzerinden giderek,
olayın önemini küçümsemeye çalışırlar… Dilaçar’ı eleştirileri bile, onun “Ermeni” kimliği üzerinden küçük görme duygusu ile yapılıyor.

Bu bize kimi şeyler çağrıştırmıyor mu?

Atatürk’ün ve O’nun ortaya koyduğu çağdaşlaşma ideolojisinin temelinde, bugün
pek çok kişinin savının tersine, ırkçılık olmadığını; hangi kökten, soydan, ırktan, kabileden gelirse gelsin, herkesi ulus kimliğinde buluşturan bir anlayış olduğunu ve bu ulus bireylerinin ulusun en değerli varlıkları olarak görüldüğünü…
Evet, evet; aynen öyle…

  • Agop Dilaçar Ermeni ama bu ulusun, en değerli bilim insanlarından biri…

Kökeni Ermeni olmasına karşın, Türk Ulusu’nun çok değerli bir varlığı ve beyni…
Lütfen sözüm ona Türkiye’nin Dil Devrimi’ni küçümseyenlerin kendi kullandıkları dili şöyle bir gözden geçirin. Ve bir yandan dil devrimini eleştirirken, öte yandan
dil devriminin getirdiği sözcüklerle, meramlarını anlatmaya çalıştıklarını
derhal göreceksiniz!

Ne yaman çelişki değil mi?

Hem Dil Devrimini büyük bir tarihsel kıyım olarak görüyor ve değerlendiriyorlar;
sonra da Türk Dil Devrimi’nin Türkçeye kazandırdığı o “canım” Türkçe sözcükleri kullanmaktan da geri kalmıyorlar.
Buyurun beyler; 19. Yüzyıl Osmanlıcası ile konuşun; engel mi var?
Hemen bir örnek:

“Devletlü efendim hazretleri
İran devleti tebaasından ve Keldani cemaatinden olduğu halde bu kere arzu-yı vicdani ile kabul-i İslamiyet eylediği Mezâhib Nezaret-i Celilesinden verilip ibrâz ettiği ilm ü haberden müstefâd olan Abdulahad Efendi lisân-ı Türkî ile elsine-i ecnebiyyeye vâkıf ve ihtidası sebebiyle de âtıfet-i seniyyeye layık bir zat olduğundan nezâret-i celilelerine merbût mekâtibden birinin lisân muallimliği ve yahud buna mümasil diğer bir hizmetle ikdârı menût-ı himem-i aliyye-i dâverileridir efendim.

Fî 17 Rebiülevvel Sene 1323 ve Fî 9 Mayıs Sene 1321
Şeyh-ül islâm
Muhammed Cemâleddîn”

Anladınız mı?
Şimdi birileri şunu diyecek:
O zamanki insanlar anlıyordu.
Hayır, anlamıyordu. Ancak diplomasi dilini bilen, çok az sayıda seçkin bir grubun anladığı bu yazıyı, Anadolu’da ortalama bir insan kesinlikle anlamıyordu.
Çok merak ediyorum, acaba eski Türkçe’nin, yani Osmanlıca’nın kerametini savunanlar bu yazıyı anlıyorlar mı?

Geçelim.
Ve gelelim konunun en başında verdiğimiz Osmanlıca kalıpların anlamına:

İlki, eşkenar üçgen demek… Ondan sonraki “dış bükey açı”; ve ardı ardına sıraladıklarımız da; örneğin “Müselles kaimüz zaviye” “dikkenar üçgen”; “Zûerbaatül adla” “dörtgen”, Zaviyatanı mütevafikatan ise “yöndeş açılar” demek…

İşte Atatürk’ün en büyük hizmetlerinden biri, onun oturup; bugün bile kullandığımız matematikteki Arapça terimler yerine Türkçe karşılıklarını Türkçe’nin kurallarına göre türetip, bunları kullanarak bir geometri kitabı yazmasıdır. Tarih 1936’dır. Büyük Gazi, Türkçe ile pozitif bilimlerin yapılabileceğini göstermek ister. Ve bugün, bu zamandaş (ancak çağdışı) mollaların bile kullandığı geometrik terimleri Türkçeye kazandırır.
Ve bu kitap, ilk önce öğrencilere kaynak kitap olarak önerilir. Ardından da Türkiye’de geometri kitapları, türetilen bu Türkçe terimler kullanılarak yazılır.

İşte size bir seçki:

  • Açı, açıortay, alan, artı, beşgen, boyut, bölü, çap, çarpı, çekül, çember, dışters açı, dar açı, geniş açı; dikey, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eksi, eşit, eşkenar, gerekçe, içters açı, ikizkenar, kesit, konum, köşegen, oran, orantı, paralelkenar, taban, teğet, toplam, türev, uzam, uzay, üçgen, eşkenar üçgen, varsayı, yamuk, yatay, yöndeş…

Çok önemli olan eğitim alanında da çok şeyi biliyor ve eskiye dönme özlemi içinde tutuşuyorlar ya; ah bir de şu terimleri kaldırmayı ve yerine eski karşılıklarını koymayı deneseler…
Ah, ah…
O zaman herkes Türkiye’de Cumhuriyet Devrimi’ni çok daha iyi anlardı…
Ah, ah..
Ah ki ah!
Ah bir deneseler, ah…
İşte, yalnız bu anlatılanlar üzerine bile azıcık düşünen bir kafa derhal şu yanıtı -eğer vicdanı varsa elbet- verecektir:

  • “Aydınlık içinde yat Atatürk… 
  • Sen gerçekten, çağları aşan, büyük bir adammışsın…”

Kemal Arı
25.09.2013.

DİL DEVRİMİ

DİL DEVRİMİ

portresi

 

Ahmet GÜREL
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

 

 

Ülkemizde “Kurtuluş Destanı”nın gerçekleşmesinin ardından yapılan en büyük devrim “Yazı Devrimi” olmuştur. Yıl 1928, Türkiye’de okuryazar oranı %5-10 arasında… Birilerinin söylemiyle ülke yazı devrimi ile karanlığa karışır. Toplumumuzun ne kadarının
o tarihte karanlık olduğunu, Atatürk’ün, 9 Ağustos 1928 günü, Sarayburnu Parkı’nda yaptığı konuşmadan öğrenelim:

  • “…Bir ulusun, bir toplumun %10’u okuma yazma bilir, % 80’i bilmez türdendir, bundan insan olarak utanmak gerekir. Bu ulus, utanmak için yaratılmış bir ulus değildir; övünmek için yaratılmış, tarihini övünçlerle doldurmuş bir ulustur. Ama ulusun % 80’i okuma-yazma bilmiyorsa bu yanlış bizde değildir. Türk’ün öz yapısını anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlarındır. Artık geçmişin yanlışlarını kökünden temizlemek zamanındayız. Yanlışları düzelteceğiz. Yanlışların düzeltilmesinde bütün yurttaşların çalışmasını isterim. En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri bütün yurttaşların çalışmasını isterim. En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğreneceklerdir. Ulusumuz yazısıyla, kafasıyla bütün uygar dünyanın yanında olduğunu gösterecektir.”
Atatürk, Türkçeyi nasıl değerlendirdiğini bir konuşmasında şöyle belirtmektedir:
  • Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti, geçirdiği bunca tehlikeli durumlarda, ahlâkının, geleneklerinin, anılarının, çıkarlarının, özetle, bugün kendi ulusallığını yapan her şeyin dili aracılığıyla korunduğunu görüyor.
    Türk Dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”

1928 yılında, “Dil Kurulu” ve 1931 yılında da “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” kurulmuştur. İstanbul’da Dolmabahçe Sarayında toplanan “Birinci Türk Dil Kurultayı” 26 Eylül 1932′de gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle “Türk Dil Kurultayı”nın ilk toplantı günü olan 26 Eylül günü, ülkemizde, “Türk Dil Bayramı” olarak kutlanmaktadır.

Ülkede bu gelişmeler olurken, neredeyse tamamı okuma yazmaya layık görülmeyen ve yüzyıllarca kul olarak yaşayan halk için ne yapılıyordu? Mevcut “Türk Ocakları” ve ardından kurulan “Halk Evleri”, 1928–1935 arasında, kent ve köylerde toplam olarak 1.376.074’ü erkek, 729.818’i kadın olmak üzere toplam 2.105.892 yetişkini okuma – yazma kurslarına almıştır.

17 Nisan 1940 günü, Köy Enstitüleri Yasası kabul edilmiş ve “Köy Öğretmen Okulları”, “Köy Enstitülerine dönüştürülmüştür. 1949 yılına dek açılan “Köy Enstitüsü” sayısı 21’e ulaşmıştı. 12 (AS: 14) yılda: 18.000 Öğretmen, 2.000 Sağlık Memuru ve 8.000 Eğitmen yetiştirmişti. Ne yazık ki 1952’de (AS: 1954) aydınlanma karşıtlarınca “Köy Enstitüleri” öğretmen okullarına dönüştürülmüştür.

“Türk Dil Bayramı”ndan korkanlar, “Köy Enstitüleri”nden korkanlar, yani Aydınlanma karşıtları ülkeyi tekrar kara günlere sürüklemişlerdir. Bu aymazlar, Anadolu’da 600 yıl önce hüküm sürmüş Karamanoğlu Mehmet Bey’i de bilmezler mi? Karamanoğlu Mehmet Bey, divanda konuşulan ile halk arasında konuşulan dilin birbirine uymadığını görerek,
bu ayırımı ortadan kaldırmak ve ülkenin her yerinde Türkçe konuşulmasını sağlamak üzere 13 Mayıs 1277’de yayımladığı fermanında şöyle buyurmuştur;

  • “Bugünden Sonra, Divan’da, Dergâh’da, Bergah’da Meclis’te, Meydan’da Türkçeden başka Dil konuşulmaya ve defterler dahi Türkçe yazıla.”
  • Bütün bunların dışında, önemli olan bir başka nokta da, kurucusu olduğu kurumların kendinden sonra da çalışmalarını sürdürebilmeleri için Türkiye İş Bankası’ndaki parasının ve paylarının yıllık gelirlerinin, kimi kişilere verilecek aylıkların dışındaki büyük bölümünün Türk Tarih ve Dil Kurumları arasında bölüştürülmesini dileyen Atatürk’ün Vasiyetnamesinde hiçbir önkoşul koymamasıdır. Gerçekten de O’nun, ölümünden “66” gün önce kendi özgür kararı ile düzenleyip 5 Eylül 1938’de Beyoğlu VI. Noterliği’ne teslim ettiği Vasiyetname’sinin 6. maddesinde şöyle denilmekteydi:

“Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına
tahsis edilecektir. K. ATATÜRK.”

Bu ülkenin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü biraz anlayabilseydik, Devrimlerinin gerçek izleyicisi olsaydık, ülkede Türkçe konuşmayan kalmayacak ve ana dilde eğitim gündeme gelmeyecekti.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA’nın “Türkçe Katında Yaşamak” şiirinin son kıtası ile
yazımızı sonlayalım:

Seslenir seni bana “Ova”m, “Dağ’ım,
Nere gitsem bulur beni arınmış.
Bir çağ ki akar ötelere,
Bir ak … ki yüce atalar, bir al … ki ulu oğullar,
Türkçem, benim ses bayrağım

Orhan Çekiç’ten Yansılarla Özet NUTUK – SÖYLEV

Dostlar,

Marmara Üniversitesinden Sayın Yrd. Doç. Dr. Orhan ÇEKİÇ çok başarılı bir
SÖYLEV NUTUK özetlemesi yapmış..

Yansılar (slaytlar) olarak okunması da çok rahat..

Sn. Çekiç’e de bu dosyaı dağıtanlara da teşekkürler..

Tabii sitemizden okuyacak ve dağıracak sizlere de..

Nutuk’a ait çok güzel bir bilgi…

Yabancı bir gazeteci, Atatürk‘e


” Ekselans, silah arkadaşlarınızı bıraktığınız söyleniyor??” diye  sorar.
 

Atatürk çok net yanıtlar bu soruyu:

“Ben kimseyi bırakmadım. O değerli arkadaşlarımla bu yurdu bu mileti kurtarmak için yola çıktık. Onlar kendi görüş ufuklarının sonuna geldiler ve orada durdular.
BEN İSE YÜRÜMEYE DEVAM ETTİM !..”

Aşağıdaki açıklamayı ve ekli dosyayı açarak ibretle okuyacak, Nutuk’u  bir daha iyi algılayacaksınız.
 (Aydın olmak, toplum için gereken düşünsel etkinliğin gösterilmesidir.)

**************
Yansıları görmek, okumak için lütfen tıklayınız..

Sevgi ve saygı ile.
26.9.13, Ankara

 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İlkokula başlayan çocuğun ihtiyacı: Güven ve doğru bilgi

 

Dostlar,
Okullar açıldı, 17 milyon dolayında ilk ve orta öğrenim öğrencisi ders başı yaptı..
800 bin de öğretmen..Üniversitelerde 4 milyonu aşkın öğrenci ve 100 bini aşkın akademisyen de..

Yaklaşık 22 milyonluk devasa bir kitle.. Pek çok ülkenin nüfusundan daha fazla..

İstanbul nüfusunun 1,5, Ankara nüfusunun yaklaşk 5 katı..

Dolayısıyla muazzam bir yük ve ağır bir sorumluluk..

Sorunlar çok ve çeşitli.
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı nelerle meşgul?

Eğitim düzenini giderek dincileştirmek, laik – karma – bilimsel – sorgulayıcı – uygualmalı eğitimden giderek kopmak, Atatürk‘ü ve öğretisini kitaplardan çıkarmak.. vb.
Tarih ve insan hakları önünde mahçup edecek bir gündem..

Bakan Avcı, okullar açılırken, bilgece bir söylev verebilseydi keşke..

4+4+4 ucubesinin acı sonuçları ancak deneme – yanılma ile görülebildi siyasal iktidar tarafından.. Oysa bir siyasal iktidarın soyutlama ve bilimsel öngörüler – kestirimler yapabilmesi beklenmez miydi?? Pilot projelerle yol alması beklenmez miydi?

****

İlkokula başlayan çocukların temel gereksinimi GÜVEN

Bu duyguyu kırmamak, beslemek gerekiyor.
Çocuklarımızın özgüvenli yetiştirilmeleri yaşamsal önem taşımakta.
Sn. Figen Atalay’ın özlü yazısını paylaşmak uygun olacak.

Sevgi ve saygı ile.
23.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

İlkokula başlayan çocuğun ihtiyacı: 
Güven ve doğru bilgi

figen_atalay

 

FİGEN ATALAY
figen_atalay@yahoo.com

 

Anne-babalar, ilkokula başlayan çocuğunuzun güvene gereksinimi var.
Onun karşısında kaygılı görünmeyin. Okul yaşamı ile ilgili verilecek doğru bilgi
çok önemli. Çocuğunuza, kendi güzel ve neşeli okul anılarınızı anlatmanız da
çok işe yarayabilir.

Özel Mektebim Okulları Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölüm Başkanı
Dilek Yurdabak Manik, ilkokula yeni başlayan çocukların anne-babalarına,
ilk haftaların kolay geçmesi için şu önerilerde bulundu:

Kaygılarını giderin:

İlkokul 1. sınıfta, çocuğun eğitim yaşamıyla ilgili tutumları ve alışkanlıkları oluşmaya başlar. Yeni arkadaşlar, yeni bir öğretmen ve değişik bir ortama adım atacak olmak, çocukta kaygı yaratabilir. Çocuklar ilkokula hem psikolojik hem de akademik olarak hazır oldukları zaman, okula uyum sağlamaları çok daha kolay olur.

Güven aşılayın: 

Çocuklar, çevrelerini çok iyi gözlemlerler ve yakın çevrelerindeki kişilerin tepkilerinden kolayca etkilenirler. Özellikle bu noktada anne babanın yapması gereken, varsa kaygılarını en alt düzeylere indirmeye çalışarak çocuğa yeni başlangıcı için güven vermektir. Anne ve baba da kendini hazırlamalı ve ortak bir tutum içinde olmalıdır.
Bu koşul, çocuğunuzun tüm yaşamı boyunca izlenmesi gereken önemli,
vazgeçilmez bir koşuldur.

  • Anne-babanın ortaklığı çocuğa her zaman güven verir.

Okulla ilgili doğru bilgiler verin: 

Çocuğa ilkokulla ilgili doğru bilgiler vermek, çocuğun okula karşı yanlış beklentiler içine sokulmaması açısından çok önemlidir. İlkokul dönemi, çocuğa olduğundan çok zor ya da olduğundan daha kolay anlatılmamalıdır..

Öğretmenler de dikkatli olmalı: 

Anne-babanın tüm çabalarına karşın duygusal olarak hazır olmayan çocukların,
eğitim yaşamıyla ilgili tutumları olumsuz yapılanır. Bu durum, zihinsel olarak
sorun olmamasına karşın, yeterli performans alınamamasına neden olur.

60-66 aylık çocuklarda genel anlamda bu durum kaçınılmazdır.
Ailelerin ve öğretmenlerin beklentilerinin yüksek olmaması gerekir.

(Cumhuriyet Pazar Dergi, 22.9.13)

12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde SAĞLIK KONSORSİYUMLARA KURBAN EDİLİYOR!


Dostlar,

Sağlık hizmetlerinin binası ve personeliyle birlikte tümüyle yerel (ulusal diyemiyoruz!) ve uluslararası sermaye ortaklıklarına (konsorsiyum) devri, SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM masallarının AKP eliyle adım adım uygulamaya konduğu Haziran 2003’ten bu yana 11. yılına girdi. AKP, kendisini iktidar yapan uluslararası güçlerin istemlerini sadakatle yerine getirmeye çabaladı. Politik alanda yer yer başarılı olamadı.. (Kürt açılımı, Suriye’ye savaş açma, 1 Mart 2003 Tezkeresi vb.). Ama ekonomik düzlemde =
rant dağıtımı alanında (yandaşlarına ve uluslararası ortaklarına) doğrusu
son derece atak ve “başarılı” (!) oldu.

11 yılda sağlık giderleri katlanarak büyüdü, devasa SGK açıkları borçlanılarak sübvansiyone edildi. Kamu eliyle yerli – yabancı yandaş sermayeye on milyarlarca dolarlık kaynak aktarıldı, haksız kazanç sağlandı. Ama halkımızı sağlık düzeyi
90. sıralarda kaldı, kıt ulusal kaynaklar talan edildi.

Artık finale gelindi bu alanda. “Tarikatlar koalisyonu”nun, aç kurtları doyurması gerekiyor. İktidarda kalabilmesinin ağır diyetini yine bu yoksullaştırılan halk ödeyecek, ödüyor. Prof. Erinç Yeldan’ın şu saptaması ne denli acı ve yerindedir :

  • “…Sağlıkta Dönüşüm Programı özünde, gerek IMF’ye gerekse ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerine aktarılacak yeni kaynak arayışı içinde olan tarikatlar koalisyonu AKP‘nin kısa dönemde gerçekleştirmeye çabaladığı
    bir
    rant transferi ve güven tazeleme operasyonu olarak değerlendirilmelidir.”
    (Sağlıkta Dönüşüm Programı ve Gerçekler. Prof. Dr. ErinçYELDAN,
    Ekonomi Politik,
    www.cumhuriyet.com.tr, 12.01.2005)

Kamu – özel ortaklığı hakkında bu sitede epey teknik yazı yer aldı.
Uygun anahtar sözcüklerle tarandığında erişilebilir.

TBMM’deki muhalefetin halka bu sorunu etkili biçimde aktarabilmesi gerekiyor.

TTB, doğrusu son derece başarılı bir karşı duruş, halkın sağlığından yana tavır sergilemekte. Ancak kuşatılmış, satın alınmış yandaş (besleme!) basın
bu kritik uyarıları görmezden geliyor.

Eski deyimle; bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete..

  • AKP iktidarından bir “an” önce kurtumak,
    Türkiye için acil bir stratejik öncelik durumuna gelmiştir.

Tüm ulusal çıkarlar, dönüşü çok zor biçimde talan edilmektedir.

Öyle ki, Maliye Bakanı Mr. Mehmet Simsek, “SATILACAK DEVLET MALI KALMADI” buyurmuşlardır.

  • Gelinen yer; ülkenin tam da bekasıyla ilgilidir!
    Asimetrik küresel tehdit yaşamın her alanındadır..
    Tek çare TOPYEKUN SAVUNMADIR..
    Hattı müdafa yok, sathı müdafa vardır, o satıh tüm vatandır (ATATÜRK).
    TBMM’deki muhalefet olayın ciddiyetinin ayrımında mıdır?
    Topyekun toplumsal muhalefeti örmek ve örgütlemek zorundadırlar..

Bu son tümcemiz son derece kritik bir belirleme, uyarı ve çağrıdır..

Duyuluyor mu acaba??

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 13.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TTB’nin çok önemli basın açıklaması – uyarısı aşağıda, tarihe not düşüyor..

=========================================================

12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde SAĞLIK (Eski Sütlüce Mezbahası’nda)
KONSORSİYUMLARA KURBAN EDİLİYOR!

alt

Sağlık Bakanlığı, 12 Eylül günü (bugün) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde (Eski Sütlüce Mezbahası) yapılan törenle 14 ilde inşa edilecek 15 “Şehir Hastanesi” ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Binası inşaatı için, 25 yıllığına hem şirketlerin kiracısı olması hem de tüm hizmetleri taşerona devretmesinin altına imza attı!

TTB Merkez Konseyi tarafından ise törenin yapıldığı gün ve saatte İstanbul Tabip Odası’nda basın toplantısı düzenlendi. Toplantıda yapılan basın açıklamasında;

  • “12 Eylül darbesinin 33. yıldönümünde, bugün, AKP hükümeti tam da
    12 Eylül’cülerin açtığı yolda önemli bir adım atıyor.”

denilerek, AKP hükümetine “Kamu Özel Ortaklığı adı altında ‘torunlarımızın bile ödeyemeyeceği’ katrilyonlarca liralık borçların altına imza atıp sağlığı uluslararası konsorsiyumlara kurban ederek, kime hizmet ediyorsunuz?” sorusu yöneltildi.

TTB_logosu

12.09.2013
Basın Açıklaması

12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde
SAĞLIK (Eski Sütlüce Mezbahası’nda) KONSORSİYUMLARA KURBAN EDİLİYOR

Bugün Türkiye’de, ABD yapımı 12 Eylül askeri darbesinin otuz üçüncü yıldönümü.

(Dün de, Şili’de halkın oylarıyla seçilmiş ilk sosyalist Devlet Başkanı’nı deviren,
gene ABD yapımı askeri darbenin kırkıncı yıldönümüydü. Aynı zamanda meslektaşımız olan Salvador Allende’yi sevgiyle, saygıyla anıyoruz.)

Otuz üç yıl önce bugün yönetime el koyan CIA’nın “Bizim Çocuklar”ı siyasal partileri, sendikaları, aralarında Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) de bulunduğu meslek odalarını kapattılar; işçilerin-emekçilerin haklarını gasp ettiler / sofralarındaki ekmeklerini çaldılar; toplumu büyük bir terör dalgasıyla susturdular ve piyasacı-özelleştirmeci düzenlemeleri içeren 24 Ocak “Acı Reçetesi”ni halka zorla içirdiler.
(A. Saltık’ın notu; 24 Ocak 1980 kararları için sitemizde yer alan dosyaya bakılabilir.. http://ahmetsaltik.net/2013/01/28/24-ocak-1980-kararlari/, 28.1. 2013)

12 Eylül darbesinden sağlık da nasibini(!) aldı.

1961 Anayasası’nda sağlık hizmetini devletin görevi olarak düzenleyen madde
(A.S. md. 49) kaldırıldı, sağlıkta özelleştirmenin önü açıldı.

12 Eylül darbesinin 33. yıldönümünde, bugün, AKP Hükümeti tam da 12 Eylül’cülerin açtığı yolda önemli bir adım atıyor.

Sağlık Bakanlığı bugün saat 14.00’de geniş katılımlı bir imza töreni yapılacağını duyurdu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde (Eski Sütlüce Mezbahası) yapılacak törende, aralarında Ankara, İstanbul ve Kayseri’nin de bulunduğu 14 ilde inşa edilecek 15 “Şehir hastanesi” ile Türkiye
Halk Sağlığı Kurumu binası inşaatı için Sağlık Bakanlığı’nın 25 yıllığına hem şirketlerin kiracısı olması hem de tüm hizmetleri taşerona devretmesinin altına imza atılacak.

Protokolü imzalanacak şehir hastaneleri şunlar:

Adana,
Ankara Bilkent, Ankara Etlik,
Elazığ,
Gaziantep,
İstanbul İkitelli,
Kayseri,
Mersin,
Yozgat,
İzmir Bayraklı,
Konya-Karatay,
Manisa,
Bursa,
Kocaeli,
Isparta ve
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu binası.

İmzalanacak sözleşmelerin konusu Kamu Özel Ortaklığı ile yapılacak şehir hastaneleri.

Peki nedir bu Kamu Özel Ortaklığı?

Geçmişi eski. Kamu Özel Ortaklığı teorisinin müellifi Milton Friedman, 70’li yıllarda olgunlaştırdığı bu yapının “hızla” ve “kitleler uyanmadan” gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Friedman’ın ilk laboratuvarı ise 11 Eylül 1973’te darbe yapılan Şili oldu. Askeri Diktatör Pinochet’nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi.

Biliyoruz ki, 20 yıldan fazla zamandır bu yöntemi uygulayan İngiltere’de şu an itibariyle
7 hastane resmen iflas etti, tüm sağlık sistemi mali krize girdi.

Türkiye’de ise ilk ihale 2011 yılı Nisan ayında Kayseri için yapıldı. (Eylül 2011’de
temel atma töreni yapılan Kayseri Entegre Sağlık Tesisi’nin 2.5 yılda bitirileceğine ilişkin tören esnasında yapılan anlaşma açısından yalnızca 6 ay kalmasına karşın henüz inşaatın temelinin atılamadığı, tahsis edilen arazinin bataklık çıktığı biliniyor.)

  • TTB’nin açtığı davalarda Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent ve
    Elazığ şehir hastanelerinin ihalelerinin yürütmesi durduruldu.

Sağlık Bakanlığı kararlara itiraz etti, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazı reddetti. Bu üç ihaleye ilişkin Danıştay’ın yürütmeyi durdurma gerekçesine uygun yeni bir ihale yapmadan sözleşme imzalanması yargı kararına uymamak, dolayısıyla
suç işlemek anlamına gelecek.

TTB’nin önceki tüm açıklamalarında da belirtildiği gibi,
Kamu Özel Ortaklığı bir özelleştirme yöntemidir.

Üstelik Sağlık Bakanlığı bu yöntemle yaptığı şehir hastaneleri ile aslen yatak sayısını artırmıyor yalnızca yenileme yapıyor, yani aslında yatırım yapılmıyor.
(Bunu Sağlık Bakanlığı da kabul ediyor.)

Ekteki tabloda da görüleceği gibi, Sağlık Bakanlığı’nın bütün bu binaları kendisinin yap(tır)masının, Kamu Özel Ortaklığı Modeli ile yaptırmasından çok daha ucuza geleceği biliniyor.

Bu tesislerden vatandaşların ancak çok yüksek ücretler ödeyerek yararlanabileceği, burada çalışan hekimlerin-sağlık çalışanlarının güvencesiz taşeron işçisi haline getirileceği, bu hastanelerde eğitim alacak hekimlerin çalışma koşullarının belirsiz hale geleceği, katrilyonlarca liralık kamu kaynağının yalnızca bina  yenileme adı altında şirketlere dağıtılacağı, ihalelerin içine gömülü modern kapitülasyonlarla
sağlık hizmetlerinin özelleştirileceği de biliniyor.

Bütün bunlar bilindiği halde, 14 ilde 15 “şehir hastanesi” ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Binası inşaatı için sözleşmeler imzalanıyor.

TTB olarak; bu hastanelerde çalışacak hekimler-sağlık çalışanları adına,
bu hastanelerden hizmet alacak hastalar adına soruyoruz  :

* Etlik, Bilkent ve Elazığ ihalelerinin yürütmesi durdurulmasına karşın nasıl sözleşme imzalanıyor?

Soruyoruz  : Kayseri’nin sözleşmesi 10 Ağustos 2011’de imzalanıp temeli 10 Eylül 2011’de atıldı. Bu durumda sözleşme mi yoktu yoksa kira sözleşmesi mi yenileniyor?

Soruyoruz   : Yozgat’ta sözleşme imzalanmaksızın mı temel atma töreni yapıldı?

Soruyoruz  : Türkiye Halk Sağlığı Kurumu binasına ilişkin ihale, içinde Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu da bulunan bir kampüs. İhale ikiye mi bölündü ki sadece Türkiye Halk Sağlığı Kurumu için sözleşme imzalanıyor?

Soruyoruz  : Türkiye Sağlık Bakanlığı eliyle Somali’de kamu özel ortaklığı ile yapılacak hastane için görüntüleme ve laboratuvar hizmetleri “kamu” eliyle yürütülecekken, neden Türkiye için yapılan ihalelerde bu hizmetler şirketlere veriliyor?

Halk adına soruyoruz      :

KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI ADI ALTINDA “TORUNLARIMIZIN BİLE ÖDEYEMEYECEĞİ” KATRİLYONLARCA LİRALIK BORÇLARIN ALTINA
İMZA ATIP SAĞLIĞI ULUSLARARASI KONSORSİYUMLARA KURBAN EDEREK, KİME HİZMET EDİYORSUNUZ?

CEVAP VERİN!

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
MERKEZ KONSEYİ

Tablo: Sağlık Bakanlığı’nın Klasik İhale Yöntemi ve Kamu Özel Ortaklığı Modeliyle Yaptırdığı Bazı Sağlık Tesislerinin Maliyet Karşılaştırması

KLASİK İHALE
(Hak ediş olarak 1 kez ödenen)
KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI
(25 yıl ödenecek)
333 yataklı Aydın Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesini donanımı ile birlikte toplam: 37 Milyon 797 Bin 556 TL Ankara-Etlik (3566 yataklı)276.000.000 (Bina kirası)256.288.181,53 (Hizmet bedeli)

532.288.181,53 (Toplam 1 yıllık kira)

400 yataklı Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi donanımı ile birlikte toplam: 80 Milyon 115 Bin 600 TL Ankara-Bilkent (3660 yataklı)240.000.000 (Bina kirası)233.881.598,64(Hizmet bedeli)

473.881.598,64(Toplam1yıllık kira

1200 yataklı Erzurum Devlet Hastanesi
193 Milyon TL
Elazığ (1040 yataklı)94.837.104 (Bina kirası)58.451.037(Hizmet bedeli)

153.288.141,00 (Toplam 1 yıllık kira)

İl sağlık müdürlüğü, diyaliz merkezi, ağız ve diş sağlığı merkezi, 112 komuta kontrol merkezi ve istasyon ile toplum sağlığı merkezi içeren Yalova Sağlık Kompleksi: 10 Milyon 30 Bin TL Manisa (558 Yataklı)64.250.000(Bina kirası)(Hizmet bedeli henüz öğrenilemedi)
Bu 4 ihalede kira ve hizmet bedellerinin yanı sıra kapatılarak bu hastaneye taşınacak mevcut hastane binalarının da şirketlere verilmesi öngörüldü

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/12eylul-4009.html, 13.9.2013

The Young Atatürk: From Ottoman Soldier to Statesman of Turkey


Dostlar
,

AÜTF‘den (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) 4. sınıf öğrencimiz sevgili Arda Civelek,
bu yaz ATATÜRK hakkında önemli bir İngilizce yapıt okudu (Robert Kolej mezunudur). Bize de söz edince bir tür başına iş açtı. Bu değerli kitabın kısa bir özetini rica ettik. Sağolsun üşenmeden yaptı ve pdf olarak yolladı.

Can düşmanı, sırtlarını yere getirdiği Batılılar bile, Mustafa Kemal Paşa‘nın
büyük idealleri ve benzersiz görkemli başarısı önünde şapka çıkarıyor,
gerçekleri teslim ediyorlar.

Yaşamlarını, dünyaya gelmelerini bile Atatürk’e borçlu ülkemizden birilerinin
-epeyce birilerinin galiba!?- başta tarih bilgisi ekikliği ve türevi tarih bilinci yoksunluğu nedenli olmak üzere nankörlüğü ve vefasızlığı anlaşılır gibi değil.. Yazıklar olsun..

Söz konusu kitabın adı;

  • The Young Atatürk: From Ottoman Soldier to Statesman of Turkey
    (George G. Gawrych, London/NewYork: IB Tauris, 2013, (xiv) + 267 pp).

Okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Gawrych-Atatürk

Gawrych_The_Young_ATATURK

Teşekür ederiz sevgili Arda Civelek’e..

Daha kapsamlı bir özet, hatta tam çeviri
neden olmasın sevgili Arda??
Bir de Cumhuriyet KİTAP ekine
tanıtım yazısı yazılabilir


Sevgi ve saygı ile.
Datça, 13.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Demiryolları Üzerine Söyleşi

Dostlar,

Sayın Suay Karaman, TÜMÖD Genel Yazmanıdır, ADD Genel Sekreterliği yapmıştır. Gazi Üniversitesi Öğretim görevlisidir..

Eli kalem tutar, O’nun yazılarından sıklıkla yararlanırız. Bu sitede de pek çok yazısı var.

Şimdi sunduğumuz yazı, USİAD’ın (Ulusal Sanayici ve İŞ Adamları Derneği) aylık BİLDİREN dergisinde yer alan bir söyleşidir ve Türkiye’nin temel sorunlarında olan ulaştırmaya, kara ve özellikle demiryolu taşımacılığına odaklıdır.
TCDD’nin de sermayeye peş keş çekilmesi sorunun işlemektedir.

BİLDİREN‘e de Sevgili Karanman’a da teşekkür ederiz.

Hele hele RT ERdoğan‘ın Cumhuriyet’imizin ilk yıllarında kol gücü ve kazma kürekle, dış borç doğurmadan, ulusal kaynaklarla  yaptığı 4 bin + km demiryolu üretimini görmezden gelerek; günümüzün modern makinalarıyla, sıklıkla yabancı sermayeye BOT (Yap İşlet Devret, İng. kısaltması) yöntemiyle yaptırılan işletmelerle, örn. 18 km’lik Kadıköy – Kartal metro hattı açılışında geçmişin emeklerini küçümsemesi, yok saymaya kalkışması acıdır.. Karaman, bu düzeysiz saptırmalara da yanıt vernekte..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 12.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Demiryolları Üzerine Söyleşi

portresi21938’de 1 Dolar = 0.80TL(80 kuruş)

2003’te 1 Dolar = 1. 400.000TL

2013’te 1 Dolar = 2.000.000TL (2 milyonTL).
 
Atatürk sonrası iktidara gelenler ülkeyi nasıl kalkındırmış (!) görüyorsunuz. 
Üvey evlat demiryolları ne durumda ve nedenlerini Suay Karaman çok güzel anlatmış.

USİAD BİLDİREN Dergisi (Eylül 2013, sayı 65)

Demiryolları Üzerine Söyleşi

http://usiad.net/dergi/65.Sayi/Bildiren_Sayi_65.pdf

Söyleşiyi Yapan: Deniz Toprak

– Türkiye demiryolu ağı sizce ne durumda? Var olan demiryolu ağı yeterli mi?

Suay Karaman: Ulaşım, bir ülkenin gelişmişlik düzeyini saptayabilmek için önemli göstergelerden sayılmaktadır. Eğer yük ve yolcu taşımacılığı karayolu ile demiryolu arasında dengeli bir biçimde paylaşılmışsa, o ülke endüstri devrimini gerçekleştirmiş
ve gelişmiştir. Karayolu büyük çapta ağır basıyorsa, o ülke daha endüstri devrimini gerçekleştirememiştir; çok kullanılan deyimiyle “gelişmektedir.” Birinciye örnek Almanya, Fransa, İngiltere gibi Avrupa ülkeleri, ikinciye örnek ise Türkiye verilebilir.

Türkiye’de son 60 yıldır emperyalist uygulamalar sonucunda bilimdışı bir ulaşım politikası izlenmiştir. Bunun sonucunda demiryolu yerine karayolu dayatılarak,
ulaşım sistemleri birbirinin rakibi kılınmıştır. Oysa ulaşım sistemleri birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısıdır. Bu uygulamalar sonucunda Türkiye’deki durum gelişmiş ülkelerdekinin tam tersine olmuştur; demiryolları ve denizyollarının ulaşımdaki payı %40’tan %5‘e indirilirken, karayollarının payı %95’lere çıkarılmıştır.

Cumhuriyetten önce 4.559 km’lik demiryolu ağı ile birlikte 2012 yılı sonuna dek 12.008 km demiryolu ağımız bulunmaktadır. Ancak bugün ülkemizdeki demiryolu ağının durumu ürkütücüdür. Ulaşımın %75’i tek hat üzerinden sağlanmaktadır. Mevcut hatların %79’u elektriksiz hattır ve %33’ü sinyalizasyona sahiptir. Mevcut hatlardaki büküm (kurb-viraj) yarıçapları dünya standartlarının (2500 m) altındadır. %34’ünün kurb yarıçapı 2000 metreden küçüktür. Dünya standartlarında normal eğim binde 10’un altında iken, mevcut hattın %25’i, binde 10 eğimin üzerindedir. Eğimin binde 10’dan fazla olduğu yerlerde, trenlerin hızı düşmektedir ve taşıyacağı yükün ağırlığı sınırlandırılmaktadır.

Mevcut yolun %63’lük bölümünün dingil basıncı, 20 ton/dingil basıncının altındadır. Dünya standartlarında bu oran, 20 ton/dingil’dir.  Rayların dayanabileceği yükü ifade eden dingil basıncı, lokomotiflerin çekim gücü ile orantılıdır. Eğer hattın dingil basıncı düşükse, ağır yük taşıması yapılamaz ve trenlerin hızları arttırılamaz. Mevcut demiryolundaki rayların, %26’sının yaşı, 20 yılın üzerindedir. Ekonomik ömürlerini dolduran bu raylarda aşırı derecede yıpranmalar oluşmaktadır. Bunun sonucunda da kırılmalar ve kazalar ortaya çıkmaktadır.

Mevcut hattın %67’si 49,05 kg/m, %11’sı 46,303 kg/m raydan yapılmıştır.
Bunlar çeşitli boyda uzun kaynaklı raylardır. Avrupa ülkelerindeki raylar 60,0 kg/m’dir
ve ülkemizde kirayların yalnızca 22’si bu sınıfa girmektedir. Bütün bu verilere bakıldığında, mevcut demiryolu ağının teknik olarak yeterli olmadığı görülmektedir. Ayrıca mevcut demiryolu ağının uzunluk olarak da yetersiz olduğu
çok açıktır.

10. Yıl Marşı’nda geçen “Demir ağlarla ördük” sözü için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: “Neyi ördün? Hiçbir şey ördüğün falan yok. Demir ağlarla Türkiye’yi biz örüyoruz.” dedi. Peki, Cumhuriyet döneminden sonra demiryolu ağı ile ilgili önemli bir çalışma oldu mu?

Suay Karaman   : Cumhuriyet’ten önce 4.559 km’lik demiryolu ağı bulunmaktaydı.
Bu demiryolu ağı, 2012 yılı sonunda 7.449 km artarak toplam 12.008 km olmuştur. Yaklaşık 90 yılda artan bu 7449 km demiryolunun 3.741 km’si 1923 ile 1950 yılları arasında, yani 27 yılda, 3.708 km’si ise 1950 ile 2012 yılları arasında, yani 62 yılda yapılmıştır. Yani  cumhuriyetten sonra 27 yılda yapılan demiryolu ile 62 yılda yapılan demiryolu birbirine eşittir. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz:

ABD’nin ülkemizi kuşatmasından sonrayaklaşık 60 yıldır, demiryolu terk edilmiş ve karayolu yapımına ağırlık verilmiştir. Bunun sonucunda, demiryolları yagısına
terk edilmiştir. Bugün teknik ömrünü doldurmuş trenler ve demiryolları yüzünden
yük taşımada ortalama 40 km, yolcu taşımada ise en fazla 60 km hız yapılabilmektedir. Günümüzde Yüksek Hızlı Tren (YHT) hattı olarak sadece 888 km.lik bir ağ mevcuttur. Bu mu Türkiye’yi demir ağlarla örmek? Üstelik yalnızca adı YHT’dir, yüksek hızlı değildir, yalnızca hızlıdır. Bu zihniyetin 22 Temmuz 2004’te Sakarya Pamukova’daki “hızlandırılmış tren” (böyle bir ifade literatürde bulunmamaktadır ve buna ‘hızlı tren’ demek olanaksızdır) kazasını yaşadık.

10. Yıl Marşı’nda vurgulanmak istenen sosyal ve toplumsal devrimlerin yanı sıra, kalkınma planları, sanayi planları, şeker fabrikaları, basma fabrikaları, demiryolları, Sümerbank ve Etibank’tır. 1929 – 39 arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye Cumhuriyeti’nde %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı
%5 düzeyindeyken, Türkiye’de %10 olmuştur.
 Mustafa Kemal Atatürk ile, ilke ve devrimleriyle kavgalı olanların, zaten 10. Yıl Marşı’ndan birşeyler anlaması olanaklı değildir. Bunlar 11 yıldır ülkemizi her konuda örümcek ağlarıyla örerek,
Ortaçağ karanlığına doğru sürüklemek çabası içindedirler.

Atatürk döneminin demir ağları tam bağımsızlığı ve emperyalizm karşıtlığını simgeliyordu. Bugünün örümcek ağları ise, emperyalizmin kuklasıdır ve karanlıkların maşasıdır. Bu gurur verici geçmişi yok sayarak, laik ve demokratik cumhuriyetle hesaplaşmak isteyen kendini bilmezler, karanlıkta boğulacaktır.

TCDD’nin özelleştirmesine ilişkin süreç şu an ne durumdadır ve demiryollarının serbestleşmesi hakkındaki yasa ne anlama geliyor?

Suay Karaman        : Ülkemizdeki demiryollarında yük ve yolcu taşıma hakkı TCDD’de bulunmaktadır. Demiryollarında 1995 yılında Booz Allen & Hamilton raporuyla başlayan özelleştirme çalışmaları Kanadalı bir firma olan Canac raporuyla devam etmiş,
bu süre içinde kurumun yaptığı pek çok hizmet özel sektör eliyle yapılmaya başlanmış, işyerleri kapatılmış, kâr getirmeyen hatlarda çalışan trenler seferden kaldırılmış ve
buna benzer pek çok uygulama yaşama geçirilmiştir.
 TCDD, 2005 yılında özel sektörün, demiryollarında faaliyet göstermesini öngören bir yönetmelik çıkarmıştı. Ancak, Danıştay bu yönetmeliği iptal etmiş ve bunun bir özelleştirme olduğunu belirtmişti. Özel sektörün yolcu ve yük taşıması yapabilmesi için yasa çıkarılması uyarısında bulunmuştu.

24 Nisan 2013’te TBMM’de kabul edilen ve 1 Mayıs 2013’te Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Türkiye Demiryolu Ulaştırmasının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun” ile tüm bu süreçler tamamlanarak demiryolu ulaştırmasının özel sektöre devri gerçekleştirilecektir.

Kabul edilen bu yasayla, TCDD, demiryolu altyapı işletmecisi olarak yeniden yapılandırılacaktır. TCDD’nin tren işletmesi ile ilgili birimleri ise ayrılarak, TCDD Taşımacılık A.Ş. kurulacaktır. TCDD, ulusal demiryolu altyapı ağı içinde yer alan ve devletin tasarrufundaki demiryolu altyapısının kendisine devredilen bölümü üzerinde demiryolu “altyapı işletmecisi” olarak görev yapacaktır.

Bu yasayla özel şirketler demiryolu ulaşımına girebileceklerdir.
Kamu tüzel kişileri ve şirketler; kendilerine ait demiryolu altyapısı
inşa etmek, bu altyapı üzerinde demiryolu altyapı işletmecisi olmak, ulusal demiryolu altyapı ağı üzerinde demiryolu tren işletmecisi olmak üzere Bakanlıkça yetkilendirilebilecektir. Şirketlerin, demiryolu altyapısı inşa etmek istemeleri halinde; yapacakları demiryolu altyapısının gerektirdiği taşınmazlar, kamulaştırma bedeli ilgili şirketten tahsil edilerek Bakanlık tarafından kamulaştırılacak ve belirtilen amaçla ilgili şirket lehine 49 yılı geçmemek üzere bedelsiz olarak irtifak hakkı tesis edilecektir.

Hükümet ve TCDD bürokratları yeni yasa ile birlikte demiryollarının hantal yapıdan kurtularak gelişen ve rekabet edebilecek bir yapıya kavuşacağını savunmaktadırlar.
Ancak demiryollarının hantal yapısının yasalar ile ilgisi yoktur, devlet politikası gereği demiryolları özellikle geri bıraktırılmıştır. Kamu hizmeti olan demiryolu ulaşımında önceliğin güvenlik olması gerekmektedir. Ancak özelleştirme ile birlikte güvenliğin ikinci plana atılarak kâr etme fikri birinci plana geçecektir. Demiryollarının gereksinimi özelleştirme değildir, asıl yapılması gereken teknik ömrünü doldurmuş bulunan rayların ve araçların yenilenmesidir.

Yukarıda teknik yetersizliklerini saydığımız demiryolu hattının, kamu kaynakları olmadan, kâr amacı güden özel sektör yatırımlarıyla yenilenmesi veya yeni hatlar yapılması olanaklı değildir. Bu durumda bulunan bir demiryolu üzerinde kâr amacı güden şirketler eliyle nitelikli kamusal bir ulaştırma hizmeti verilmesi düşünülemez.

O zaman aklımıza şöyle bir olgunun gelmesi mümkündür:

Yapılmak istenen şey ya yetersiz durumdaki mevcut demiryolu ağının bir bölümünün tasfiye ederek, karayolu ulaştırmasına dayalı bir sisteme devam edilmesini sağlamak
ya da özel sektör işletmelerinin kamu kaynaklarıyla desteklenerek emperyalist ülke şirketlerine yeni sömürü alanları açmak olduğu ortaya çıkmaktadır.

Her iki durumun da ülkemiz kalkınmasına ve bağımsızlığına hizmet etmeyeceği ortadadır.

  • Karayoluna dayalı bir ulaşım sistemi demek, dışarıya bağımlı petrol alımına devam etmektir; bu şekilde ülkemizin kaynakları boşa harcanarak,
    sömürülmesi sürdürülecektir.

Toplum, özelleştirmenin sonuçlarını çok iyi öğrenmiştir.

Dünyada bunun birçok örnekleri bulunmaktadır. Demiryollarının özelleştirilmesiyle yolcular daha yüksek ücretlerle hizmet alacak, hizmetin niteliği düşecektir, kimi hatlar kapatılacaktır ve daha da kötüsü güvenliğin gözardı edilmesi sonucunda kazalar artacaktır. Demiryollarının özelleştirilmesi aynı zamanda çalışanların iş güvencesizliği anlamına da gelmektedir.

– Türkiye için özellikle ulaşım hâlâ büyük bir sorun. Bu sorunun çözümü için
neler yapılmalı ve demiryolu ağının buradaki rolü denir?

Suay Karaman        : Türkiye Cumhuriyeti, büyük önderimiz Atatürk’ün ölümünden sonra yanlış yönetilmiştir. Özellikle sağ ve sığ iktidarların elinde, emperyalizmin oyuncağı olmuş ve her konuda bilimdışı uygulamalar yapılmıştır. İşte ulaşım da bunlardan biridir ve halen en önemli sorunlarımızdandır. Türkiye’de, öncelikle karayolu ile demiryolu arasında denge sağlamalıdır. Bugün ulaşımdaki %95 karayolu, %3 demiryoluarasındaki farkın, demiryolu lehine iyileştirilmesi gerekir. Bunun için yatırımların iyi planlanması, eldeki altyapının yenilenmesi, petrole dayalı yakıt kullanımından kaçınılması gerekmektedir. Gerçek bilimsel bir yaklaşımla, gerek kent içi, gerek kent dışı ulaşımı çözmek olanaklıdır. Ulusal tasarımlarla (projelerle),
yurtsever insanların önderliğinde bunların hepsini başarmak olanaklıdır.

Anımsamakta yarar var;

  • genç Türkiye Cumhuriyeti 6 Ekim 1926’da Kayseri’de
    Uçak Fabrikası kurmuştu
    .

1940’ta Akköprü ve 1944 yılında Etimesgut Uçak Fabrikaları kurularak, pek çok değişik uçaklar üretildi. Bunların bir bölümü başka ülkelere satıldı. 1961’de Eskişehir Demiryolu Fabrikası’nda Türk işçi ve mühendislerinin şeref anıtı olarak, 1915 beygir gücünde,
97 ton ağırlığında, saatte 70 km hız yapabilen
ilk Türk buharlı lokomotif olan ‘Karakurt’ üretilmişti. 1961 yılı Ekim ayında ise, yine Eskişehir Demiryolu Fabrikasında Türk işçi ve mühendislerin özverili çalışmaları sonucunda ‘Devrim’ adı verilen araba, 
ilk yerli otomobil olarak üretilmişti.

Türkiye gibi kalkınma sürecinde olan ülkelerde, ulaşımda öncelik otoyol ya da günümüzde moda olan bölünmüş yol (duble yol) yerine, kesinlikle demiryoluna verilmelidir.

Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk‘ün 1937’de TBMM‘yi açış konuşmasında da vurguladığı gibi; 

“Demiryolları, bir ülkeyi çağdaşlaşma ve refah ışığıyla aydınlatan kutsal  bir meşaledir.”

– Son olarak neler söylemek istersiniz?

Suay Karaman     : Türkiye’de toplam enerjinin %22’si ulaştırma sektöründe tüketilmektedir. Bunun %82’si karayoluna, %2’si demiryoluna, %2’si denizyoluna ve %14’ü havayoluna  aittir. Toplam enerjinin %82’sini tüketen karayolu ulaşımının taşımadaki payı %95 iken, toplam enerjinin %2’sini tüketen demiryolu ulaşımının taşımadaki payı %4 olmuştur. Türkiye’nin akaryakıtta dışa bağımlılık oranının %90 olduğu düşünüldüğünde, ciddi bir ulaşım politikası değişikliğinin zorunlu olduğu ortaya çıkmaktadır. Bugün sadece yük taşımacılığında demiryolunun payı %30’a çıkarılabilse, yaklaşık 10 milyon m3  petrol tasarrufu sağlanabilecek ve Türkiye ortalama  50 milyar dolarlık bir kayıptan kurtulabilecektir.

Ülkemizin öncelikli ulusal projeleri arasında bulunan Temelli – Beypazarı – Mudurnu – Akyazı geçkisi kullanılarak, Ankara – İstanbul arasında çift hat, 400 km elektrikli demiryolu yapılarak, bu iki kenti 75 dakikada gidilecek gerçek ve bilimsel bir yüksek hızlı tren projesi yer almalıdır. Yoksa siyasi iktidarın yaptığı gibi hızlandırılmış tren ya da yüksek hızlı tren adını verdiği, bilimsellikten uzak, göz boyayan projelerle emperyalizme olan bağımız artarak sürer Bu ise sürekli yoksulluk ve ekonomik kriz demektir.

Emperyalizmin oyuncağı olarak yönetilen bir ülkeden, ulusal projeler beklemek hayal olur. Emperyalizm sömüreceği için, ulusal sanayi, yerli üretim gibi isteklere karşıdır. Eğer ülkenin yöneticilerinde yurtseverlik yoksa, emperyalizmin kucağına oturarak, sürekli sömürülen, sürekli yoksullaşan ve gittikçe ulusal değerli bitirilen bir toplum olursunuz. İşte bunun için ulusal projeler çok önemlidir. 

Teşekkür ederim.

KAYNAKLAR

Karaman, S. , 2001. Yoldan Çıkan Yollarımız. Türkiye Sorunları, sayı: 41, Ekim 2001, Ankara.
Karaman, S. , Yılmazer, İ. , Bulut, C. , 2001. Ankara – İstanbul Arası Ulaşım Sorunları ve Çözüm Önerileri.Türkiye 3. Enerji Sempozyumu. Aralık 2001, Ankara.
Karaman, S. , 2004. Ulaşım PolitikasızlığıCumhuriyet Gazetesi 24 Temmuz 2004, İstanbul.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD), 2013.
İstatistik Yıllığı,  2008 – 2012 . TCDD Matbaası, Ankara.
İnternet Erişimi:
http://www.tcdd.gov.tr/home/detail/?id=266
http://www.tcdd.gov.tr/Upload/Files/ContentFiles/2010/istatistik/20082012yillik.pdf
http://usiad.net/dergi/65.Sayi/Bildiren_Sayi_65.pdf

AKP’yi Türk Milletine Şikayet Ediyoruz!

Dostlar,

Meslektaşımız, emekli deniz tabip albay Sayın Op. Dr. Aytekin Ertuğrul
heyecanlı bir ileti göndermiş..

  • AKP’yi Türk Milletine Şikayet Ediyoruz!

Paylaşmamak olmazdı..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 7.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

Op. Dr. Aytekin Ertuğrul‘un

aytekin_ertugrul

AKP’Yİ Türk MİLLETİNE ŞİKAYET Ediyoruz
Kitabından alıntı
“…Dinimiz bizatihi laik bir dindir. 
Çünkü: “Bilim Çin’de bile olsa gidin alın” Hadis-i Şerifi Yüce peygamberimize aittir. Bu Hadis-i Şerifin anlamı yukarıda açıklanmıştır. Kuran’ı Kerimin ilk emri “OKU” dur Allah kelamıdır. Viyana kapılarına kadar dayanan Osmanlı İmparatorluğunu gerileme devrine ve SEVR masasına oturtmak için batılı haçlı düşmanlarımız kutsal dinimizi kullanmada başarılı olmuşlardır. O tarihte de tıpkı bu gün olduğu gibi( Ilımlı İslam) Türk milletini yıkmak üzere hurafelerden din yaratılmış. Yüce Peygamberimizin hadisi bir kenara konulmuş. Bütün yapılan uygarlık keşiflerine “GÂVUR İCADI” denilmiştir. Böylece bütün bilimsel gelişme ve ilerlemelerden Müslüman Türk Milleti ve devletimiz mahrum edilerek SEVR masasına oturtulmuştur. Atatürk ve silah arkadaşları bilimi rehber alan ve kullanan gerçek dinimize dönmüşlerdir.
“Hayatta en hakiki mürşit bilimdir” ilkesi konulmuş yüce yaratan Allahın “OKU” emrini hayata geçirerek 15 yılda dünyaya örnek bir Türkiye Cumhuriyeti yaratılmıştır. 1950 yılından sonra maalesef batılı haçlılar Atatürk’ün deyimi ile harici bedhahlar dâhili bedhahlarla işbirliği halinde Türk milletini dininden ve bilimden uzaklaştırmak için seferber olmuşlardır. Bu konu artık Türk milleti tarafından iyice anlaşılmaktadır ki bilimden ve “Bilim Çin’de bile olsa gidin alın” diyen kutsal dinimizden uzaklaştığımız Osmanlı İmparatorluğunun son 300 yılında olduğu gibi bir dönemden geçmekteyiz. Bu yüzden ikinci bölümde de göreceğimiz gibi paramız Atatürk’ten bu yana düşman paraları tarafından 2.000.000 defa ezilmiştir. Sadece AKP döneminde altın temel alındığında hayat %650 zamlanmıştır.
Türk milleti din ve dince kutsal sayılan şeyler istismar edilerek fakr-ü zarurete sürüklenmiştir.
Bir cümle ile özetlersek bilimden ve bilimi Çin’de bile olsa gidin alın diyen dinimizden ayrılan hükümetlerimiz Müslüman Türk Milletini harici bedhahların saldırılarından koruyamamış amansız düşmanların merhametlerine teslim edilmiştir.

  • İslami Cihat çağrıları kol gezmektedir.
Cihat çağrısı yazıp Google’ye girdiğimiz zaman sayfalar dolusu haberlerle karşılaşmaktayız. EK-Z Lahika -1 Cihat çağrısı bir grup Müslüman’ca diğer gurup Müslüman’a karşı yapılamaz. Müslümanların Hıristiyanlara karşı birleştirilmesi için yapılabilir. Cihat çağrısı Haçlı seferini, kazanmak için Müslümanların Müslümanlara yaptığı birlik çağrısıdır. Bu çağrı Atatürk tarafından TBMM toplanırken Türk milletine yapılmıştır. EK-Z Lahika 2 . Müslüman’ın Müslüman’a cihat çağrısı TBMM gündemine de getirilmiştir. EK-Z Lahika–2 Ancak Müslüman’ın Müslüman’ı yok etmesi için yapılan
  • Cihat çağrılarına seyirci kalan müsaade ve teşvik eden yasal işlem yapmayan AKP iktidarının Anayasal suç işlediği her türlü izahtan varestedir.
C) Açık Bütçelerle Enflasyonla Milletimizi Anayasamızın 5., 35. ve 166 maddelerine Rağmen Açıkça  Ezmesi

Milletimiz 1950 yılından bu yana açık bütçeler ve enflasyonla mücadele içinde adeta inim inim inlemektedir. AKP iktidarı da bu politikalara devam etmiştir. Enflasyon, hayat pahalılığı ezilen işçi memur maaşları ve köylümüzün ürünlerini yok pahasına elinden alınması gibi derin sosyal bir yara olarak devam etmektedir. Bu eylem ve davranışların temeli açık bütçedir. Yani gelirden fazla gider yapmaktır. Atatürk ilkelerine göre açık bütçe yapılmamalıdır.
Atatürk diyor ki:

  • “Bağımsızlığın bütünü ancak mali bağımsızlıkla mümkündür. Mali bağımsızlığın korunması için ilk şart bütçenin ekonomik bünye ile orantılı ve denk olmasıdır.”
  • “Milli paranın kudretini beynelmilel buhrana karşı yüksek varlığını masun bulundurmak başlıca gayemizdir.”
  • “TBMM nin denk bütçe yönünde kesin karar sahibi bulunması devletin mali
    ve hatta genel politikası için büyük güvencedir.”(*)

Ne yazık ki TSK leri müdahale dönemleri de dahil Türkiye 1950 yılından sonra denk bütçe görmemiştir. Açık bütçelerin kapatılması malumlarınız olduğu gibi 5 şekilde mümkündür.

  1. Karşılıksız para basarak
  2. İç ve dış kaynaklardan borç alınarak
  3. Her türlü devlet ürünlerine hizmetlerine ve ithal mallara zam yaparak.
  4. Mal mülk satarak: Bu ihanet uygulamasına bir ad uydurulmuştur.  (Özelleştirme)
  5. Yeni vergiler koyarak mevcut vergilere zam yaparak

Yüksek malumları olduğu veçhile neden bunların birer Anayasa ihlali olduğu detaylı olarak ayrı ayrı açıklanmayacaktır. Her uygulamanın vatandaşın parasının değerini düşürmek yaşamak için tüketmek zorunda olduğu maddelere daha fazla para ödemek zorunda kaldığından insan hakları ihlali hukuk devletinin ihlali iç barışın bozulması gibi sonuçlara ulaşacağından anayasamızın 5.35. ve 166. maddelerinin ihlalidir. Bütçeleri açık yaparak açıkları mal ve mülk satarak kapatmak Cumhuriyetimizi iflasa sürüklemenin kesin delilidir. İşte bu gün bu nedenlerle doğuda bir avuç eşkıya milletvekili kaçırıyor, devlet görevlilerini rehin alıyor, yol kesiyor, toplu tecavüzler düzenliyor ve hatta okullara havan topu ile saldırmakta hiçbir engelle karşılaşmıyor.

Açıklanan nedenler muvacehesinde açık bütçeler söz konusu ağır durumların doğmasına neden olduklarından ağır bir Anayasa ihlali eylemidirler.
Sen AKP’li misin? Otur şuraya, konuşma ve dinle               :Sen yaptın Libya’da zulmü,
Sen yaptın Mısır’da zulmü,
Sen yaptın Suriye’de zulmü,
sen sebep oldun Irak’taki iki milyon insanın ölmesine 1 milyon kadının dul kalmasına..

Senin konuşmaya hakkın yok.
Dinle ve tövbe et!!!