Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Anayasal totalitarizme hayır!

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 07.09.2023, BİRGÜN

Adli yılı açış konuşmasında, “2011’den beri bir hayalimiz var” diyen Erdoğan, “Bu hayal, Türkiye’yi darbe Anayasasından kurtararak yarını kucaklayan, Türkiye Yüzyılına yakışır anayasaya kavuşturmaktır… Vaadimiz birinci sınıf demokrasi, ekonomi ve özgürlüklerin tamamlayıcısı, birinci sınıf anayasa olacaktır… Siyasi partiler, yüksek mahkemeler, üniversiteler, devlet kurumları, barolar ve milletimizin her ferdini sürece katkı vermeye davet ediyorum.” şeklinde konuştu.

Bu sözler ne anlama gelir?

GEÇİŞ ANAYASACILIĞI

Sosyalizm sonrası dönemden Arap baharı sürecine kadar yapılan anayasalar için “geçiş dönemi anayasacılığı” nitelemesi yapılır. Bu dö­nem, anayasa­nın üstünlüğü anlayışının ve anayasallık kültürünün gerilemesi bağlamında birçok olum­suzluğu beraberinde getirdi. Özellikle bazı Afrika devletlerinde, toplumsal gerçeklikten uzak metinler, anayasacılığı kuralların basit bir aşamalı sıralamasına indirgedi. Bu ise toplumun barışlandırılmasından çok, anayasa mahkemesi kararlarının dolanılmasını kolaylaştırdı. Usulün içeriğe, sözün öze üstünlüğü, anayasa hukukunu değersizleştirdi ve anayasanın meşruluğunu azalttı. Ya Türkiye?

NEREDEN?

Yüzyıl gecikme ile başlamış olsa da Türkiye’deki anayasal gelişmeler ve 20. yüzyıl Batı anayasacılığı arasında koşutluk açık.

Eğer bir “darbe anayasası” nitelemesi yapılacaksa, 2017 kurgusundan başkası olamaz. Çünkü 1982 Anayasası, 1987-2004 değişikliklerinde insan hakları ve demokrasi yönünde başkalaşmıştı.

NEREYE?

Geçiş dönemi anayasacılığı (1990-2015) ve Türkiye için hukuk devletini onarım dönemi (1987-2004) arasında örtüşme var. Ne var ki 2016 darbe girişimi bahanesiyle 16 Nisan 2017’de halkoyuna sunulan metin, bir  “en’ler kurgusu” oldu.

Türkiye’yi çağdaş anayasacılıktan “en çok” uzaklaştıran, kendi tarihine “en çok” yabancılaştıran ve Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti Anayasal ve siyasal gelişmelerinde “en köklü” kopuş yaratan değişiklik oldu.

Haliyle, 2017 değişikliği, hiçbir darbe Anayasasını aratmayan bir “anayasa dışı kurgu” ile sonuçlandı.

KAÇINCI SINIF?

Türkiye, “anayasal sınıflama” dışına itildi.

Bu kurgu, “Anayasa hayali” ile test edilebilir: “Birinci sınıf demokrasi ve birinci sınıf anayasa”.

Çoğulcu siyasal rejimin asgari standartları varsa rejim için  “demokrasi”, Anayasacılığın asgari gereklerinin varlığı ölçüsünde ise, “anayasal demokrasi” nitelemesi yapılır.

“Birinci sınıf” hayalinin anlamı, yirmi yıldır ülkeyi yönetenlerin, Türkiye demokrasisini  ve Anayasasını “2., 3. veya 4. sınıf olarak niteleme itirafıdır.

Ya “Türkiye yüzyılı”?

Hukuk toplumu ve Türkiye ekosistemi yüzyılı mı, yoksa yağmalanan ülke,  yok edilen birey özgürlüğü ve toplumsal özerklik yerine bir ümmet yüzyılı mı olacak?

SAYGI’YA ÇAĞRI

“Katkı çağrısı”nın en doğrudan anlamı, tartışma ve düşünce özgürlüğü demek.

Şu halde ilk koşul, “düşünce suçluları”nı özgür bırakmak ve YÜRÜRLÜKTEKİ ANAYASA’YA SAYGI olmalı.

Aksi durumda ‘hayal’, Anayasayı;

– “demokratik olmayan siyaseti meşrulaştırma” aracı olarak ve iktidar bekası için kullanmak,

– toptancı ve tek biçimli toplum ereğinde araçsallaştırmak DEMEK.

TOTALİTARİZME HAYIR!

Amaç iki sandıktan sonra ivme kazandırılan toplumu tek biçimli kılma çalışmaları, “Anayasa sandığı” ile pekiştirmek.

Yineleyelim :

  • Anayasa, erkler ayrılığı yoluyla iktidarı sınırlama ve özgürlükleri güvenceleme ereğinde, toplumun gereksinimleri ve ortak iyiliği doğrultusunda hazırlanan bir belgedir.

Herkes için uyulması zorunlu ve bağlayıcı bir temel norm, hukuk devletinin asgari gereklerini yansıtmalı. Ne var ki, çağrı sahibi için Anayasa, bir norm olmaktan çok meşruluk belgesi olarak daha çok görünüşü kurtarma ve iktidarı sürdürme aracı haline geldi.

Bu nedenle, aymazlığına kapılmadan, ‘hayal’, hesap verebilir hükümet için “demokratik Anayasa” çalışmalarına ivme kazandırma vesilesi olarak görülmeli.

Demokratik toplumun, demokrasi inşası için neden vazgeçilmez olduğu, 1 Eylül çağrısı ile bir kez daha doğrulandı. Anayasal totalitarizm için TBMM’de çoğunluk ellerinin otomatik olarak kalkması, ancak sivil toplum örgütlerinin Anayasa sorununu sahiplenmesi ve siyasal partileri kuşatma altına almasıyla engellenebilir.

Bu Meclis Yeni Anayasa Yapamaz

Dr. Cihangir Dumanlı
(E. Tuğg., Uluslararası İlişkiler Uzm.)

İktidar da, daha önce dile getirdiği yeni bir anayasa yapma düşüncesini son zamanlarda sıkça dile getirmektedir.
Anayasa hukuku açısından bu olanaksızdır.

Anayasa Nedir?

Anayasa bir devletin temel yapısını, kuruluşunu, iktidarın devrini ve devlet iktidarı karşısında bireylerin özgürlüklerini düzenleyen bir belgedir.[1]

Başka bir tanıma göre anayasa bir ülkede geçerli olan tüm siyasal kurumları kuran ve hukuksal çerçevesini oluşturan onların tümüne temel ve dayanak oluşturan ve tüm bu kurum ve kuralların üstünde yer alan belgeyi ya da kurallar bütününü anlatmaktadır.[2]

Buna göre anayasa, bir devlete hukuksal varlık kazandıran kuruluş yasasıdır. Bir şirket kurulurken şirket sözleşmesi, vakıf kurulurken vakıf senedi, aile kurulurken nikah sözleşmesi o kurumlara nasıl hukuksal bir varlık kazandırıyorsa; devlet kurulurken de anayasa böyle bir işleve sahiptir. Anayasa teriminin Batı dillerindeki karşılığı Latince kurmak anlamına gelen “constitio” sözcüğünden türemiş “constitution” kelimesidir. “Teşkilat-ı Esasiye” (temel kuruluş) aynı anlamdadır. 

 Anayasa Ne Zaman Yapılır?

Anayasa yapmak, siyasal tolumu yeniden kurmak anlamına geldiğinden, toplumların hayatında genellikle olağan bir iş değildir. Bir ülkede ilk kez veya yeni baştan anayasa yapılmasına yol açan çok farklı nedenler olabilir. Bunları bir yıkılma veya köklü bozulmadan sonra sosyo-politik ortamda taze bir başlangıç koşullarının ortaya çıktığı durumlar olarak tanımlamak olanaklıdır. Geleneksel olarak rejim değişikliği (örn. komünist rejimin sonu), savaş yenilgisinden sonra yeniden inşa (örn. 1945 yenilgisinden sonra Japonya) ve bağımsızlık kazanma (1950’ler 60’lar Afrika’sı) gibi durumların “taze başlangıç”  koşulları yarattığı kabul edilir.[3]

Aşağıda göreceğimiz gibi ilk kez veya yeni baştan anayasa yapma yetkisine sahip iktidara “asli kurucu iktidar” denilmektedir. Batum’a göre asli kurucu iktidar aşağıdaki hallerde ortaya çakabilir:

  1. Daha önce hiç anayasa yoksa, devlet yeni kuruluyorsa (örn. ABD’nin kuruluşu), ya da savaş, işgal gibi durumlarda devlet yıkılmış, yeniden kuruluyorsa (örn. 1921 anayasası).
  2. Var olan hukuk düzeninin bir savaş, ihtilal veya hükümet darbesi ile ortadan kalkması ve yenisinin kurulması durumunda (ör: 1961, 1982 anayasaları),
  3. Bir devlette siyasal sistemin ve ona dayalı hukuk sisteminin yıkılarak ya da devletin ve sistemin üzerine kurul olduğu kurucu felsefe ve ideolojinin değişerek yeni bir kurucu felsefenin egemen olması durumunda.[4]

Soysal’a göre yeni anayasa bir ihtilal veya yerleşik düzeni altüst edici bir olayın arkasından yapılır.[5]

Öğretide, bir kişi veya bir grup istediği için yeni anayasanın yapılacağına ilişkin bir öngörü yoktur. Koşullar olgunlaşmadıkça keyfi olarak yeni anayasa yapılamaz.

Yeni baştan bir anayasa yapılacaksa eldeki anayasanın toplum tarafından ne derece benimsendiği dikkate alınmalıdır. 1982 anayasasının başlangıç bölümünde anayasanın “”demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet olunduğu” belirtilmektedir.

Toplumun önemli bir kesimi bu emaneti ve anayasada belirtilen cumhuriyetin temel niteliklerini özümsemiştir. Bunları yok sayıp geçerli anayasal düzenin yıkıldığı olağanüstü bir durum varmış gibi eldeki anayasayı değiştirmek, yerine yeni bir anayasa yapmak istenirse toplumun temel ilkelere bağlı kesimlerinin tepki göstermesi doğaldır.

Anayasayı Kim Yapar?

Anayasayı yapan veya değiştiren iktidara “kurucu iktidar” denilir. Kurucu iktidar iki türlü olur: İlk kez ya da yeni baştan anayasa yapan iktidar “asli (birincil) kurucu iktidar” dır. Var olan anayasayı değiştirme yetkisine sahip iktidar ise “tali (ikincil) kurucu iktidar”dır.[6]

Asli kurucu iktidarın ne zaman ve hangi koşullarda ortaya çıkacağı yukarıda incelenmiştir.

Geçerli anayasaya göre siyasal partisini kurmuş, seçimlere girmiş, seçilmiş ve bu anayasaya bağlı kalacağına ant içererek göreve başlamış bir iktidar, “Bu anayasayı kaldırıp yerine yeni bir anayasa yapayım.” diyemez. Yani “asli kurucu iktidar” değildir. Daha önce kezlerce yapıldığı gibi, Anayasada belirlenmiş kurallara göre anayasayı değiştirebilir yani “tali kurucu iktidar”dır.

Yeni Anayasa Nasıl Yapılır?.

Teziç, asli kurucu iktidarın monokratik veya demokratik olarak 2 biçimde ortaya çıkabileceğini belirtmektedir. Monokratik asli kurucu iktidar bir anayasa yapar ve yayınlar, buna “ferman anayasa” denilmektedir (1876 anayasası gibi).

Demokratik asli kurucu iktidar ise 3 biçimde ortaya çıkabilir:

  1. Halkın bu amaçla seçtiği ve yeni anayasayı hazırlayıp kabul etme yetkisini içeren “kurucu meclis” aracılığı ile (örn. 1921 anayasasını yapan Meclis “fevkalade salahiyete haiz” bir Meclis” yani kurucu iktidardır).
  2. İktidarı belli dönemde ellerinde bulunduranların hazırladıkları anayasa taslağının bir tartışma ortamı yaratmadan “evet” veya “hayır”la sonuçlanabilecek bir halkoylamasına sunulması ile (örn. 1982 anayasası).
  3. Halkın kurucu meclisi seçmesi, bu meclisin hazırladığı anayasanın sonradan halkoyuna sunulması ile.[7]

Değerlendirme:

AKP iktidarının yapay olarak gündeme getirdiği yeni bir anayasa yapılamaz. Çünkü

  • Yeni bir anayasa yapmak için anayasa hukuku öğretisinde belertilen uygun koşullar oluşmamıştır. Mevcut anayasa ile kurulan devlet ayaktadır. Anayasada istendiği zaman barışçı yollarla değişiklikler yapılabilmektedir.
  • Devletin üzerine kurulduğu kurucu felsefe ve Atatürk ideolojisi değişmemiştir.
  • Varolan iktidar anayasada değişiklik yapma yetkisine sahip tali (ikincil) kurucu iktidardır. Halk bu kimseleri asli (birincil) kurucu iktidar olarak seçmemiş, yeni anayasa yapma yetkisi vermemiştir.
  • Yeni bir anayasa yapma gereksinimi tüm toplum keslerince benimsenmemiştir.
  • Anayasanın 2. maddesinde nitelikleri belertilen Türkiye Cumhuriyeti bir savaş veya ihtilal gibi olağanüstü bir nedenle devrilmemiştir.
  • Bu anayasa şimdiki hal ile AKP’nin iddia ettiği gibi  “12 Eylül” anayasası” değildir. Üçte ikisi çoğunlukla AKP iktidarı zamanında değiştirilmiştir.[8] 2017’de önemli değişiklik yapılmıştır.
  • Mevcut anayasaya uyamayan iktidarın yeni bir anayasa talebi yersizdir.
  • Kimi iktidar temsilcileri yeni anayasanın “yeniden kuruluş anayasası” olacağını söylemişlerdir. Bunun anlamı, “Biz mevcut anayasadaki Türkiye Cumhuriyetini bir karşı devrimle yıktık veya yıkacağız. Bunun yerine yeni anayasa ile yeni bir devlet kuracağız.” dır.
  • AKP girişimi le yapılacak yeni bir anayasa ancak “karşı devrim anayasası” olabilir. Amaç cumhuriyetin temel niteliği olan laik devlet ilkesini kaldırmaktır. Bu yönde çatlak sesler duyulmaktadır.
  • AKP’nin bugüne dek sergilediği demokrasi anlayışı ve uygulamaları dikkate alındığında, demokratik ortamda tartışılamadan yeni bir anayasa yapma girişimi kargaşaya yol açar. Yapılacak anayasa meşru olmaz.
  • 21 yıllık iktidarı dönmende AKP halkı “bizden olanlar” ve bizden olmayanlar” biçiminde ikiye bölmüştür. Yeni anayasa tartışmaları bu bölünmeyi daha kalıcı duruma getirir.
  • Bugünkü gereksinim yeni bir anayasa yapmak değil, yürürlükteki anayasada Güçler Ayrılığına dayalı, denge-fren düzeneklerini içeren, hesap verebilen saydam yönetimi, bağımsız-yansız yargıyı ve katılımcı demokrasiyi getirecek değişiklikler yapmaktır.

Yeni anayasa girişiminin amacı AKP’nin “tek adam rejimi“nin süresini uzatmaktır.

Cumhuriyet değerlerini benimsemiş tüm toplum kesimlerinin bu konuda duyarlı olması ve örgütlü demokratik tepki göstermesi zorunludur.

Kaynakça
[1] Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 2020, s.10
[2] Süheyl Batum, Anayasa ve İnsan, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2011, s.21
[3] Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2015 s.44
[4] Batum, a.g.e.s.60
[5] Mümtaz Soysal,, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi,İstanbul,1979, s.7
[6] Batum, a.g.e. s.59
[7] Teziç, a.g.e. s.181
[8] Mehmet Ali Güller “ Anayasa Tuzağı, Cumhuriyet, 15 Şubat 2021.

Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan ve Gezi tutuklularından mesaj: Bu kumpas da bozulacak

CHP’li Utku Çakırözer’in ziyaret ettiği TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, gazeteci Barış Pehlivan ile Gezi davası tutukluları cezaevinden mesaj yolladı. Yanardağ bu kumpasın da bozulacağını söyledi.

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, İstanbul Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde bir dizi ziyaret gerçekleştirdi. Gezi Parkı davası tutukluları yaklaşık 6 yıldır cezaevinde tutulan Osman Kavala ve 500 gündür cezaevinde bulunan Ali Hakan Altınay, Tayfun Kahraman ve TİP Hatay Milletvekili Can Atalay ile gazeteciler Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan’la görüşen Çakırözer, ziyareti sonrasında cezaevi önünde ANKA Haber Ajansı’na konuştu.

‘BÜYÜK HUKUKSUZLUK’

Ziyaret ettiği isimlerin cezaevinde kalıyor olmasının; Türkiye’nin demokrasisinin, Türkiye’de hukuk devletinin, adaletsizliğin ölçüsünü göstermekte olduğunu belirten Çakırözer, şunları söyledi:

“Gazeteci Barış Pehlivan 3 haftadır burada; hem de bu cezaevinden, yani açık cezaevinden sürekli insanlar tahliye olurken. Hangi insanlar, hükümlüler; uyuşturucu, tecavüz, çocuk tacizi, mafya gibi suçlardan hüküm giymiş insanlar erken tahliye olurlarken İnfaz Yasası’nda yapılan düzenlemeyle, Barış Pehlivan içeriye girmek zorunda kaldı ve daha da yaklaşık 8 ay burada, açık cezaevinde yatmak zorunda bırakılıyor, Hakkında kesinleşmiş bir hüküm olmamasına karşın infaz düzenlemesinden faydalandırılmayarak. Kendisinin mesajı da var. Onları da okuyacağım. Öte yandan, kapalı cezaevinde Osman Kavala yaklaşık kasım ayı başında eğer burada tutulmaya devam ederse 6’ncı yılını cezaevinde doldurmuş olacak. Hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin haksız tutukluluk uygulandığına dair bir kararı var. Kendi mahkemelerimizin beraat kararları, tahliye kararları var. Buna rağmen 6 yıldır cezaevinde tutuluyor büyük bir hukuksuzluk ile.

‘TÜRKİYE’NİN AYIBI’

Yine konuştuğum Can Atalay, Hakan Altınay ve Tayfun Kahraman, 7 Eylül’de 500’üncü günleri olacak, 500 gündür içeride olacaklar. Baktığınızda henüz davaları Yargıtay’da, kesinleşmemiş durumda. Haklarındaki karar kesinleşmemiş durumdayken ve iddianameleri bomboşken maalesef burada tutulmaktalar. Gazeteci Merdan Yanardağ da yine kapalı cezaevinde haksız, hukuksuz tutulmakta. Türkiye’nin büyük ayıbı. İşte iki gazeteci, işte bir milletvekili, seçilmiş milletvekili olmasına karşın, seçimlerin üzerinden mayıstan bu yana 4 aya yakın bir süre geçmiş olmasına karşın cezaevinde tutuluyor. Türkiye’nin en iyi şehir plancılarından, yine Türkiye’nin en iyi düşünürlerinden, isimlerinden Tayfun Kahraman, Hakan Altınay cezaevinde. Türkiye’nin ayıbı, demokrasinin ayıbı ve adalet ve hukuk devleti noktasındaki eksiğimizi en iyi gösteren durum. Onların mesajları var. Onları bir bir okumak istiyorum aracılığınızla.”

YANARDAĞ: TÜRKİYE’NİN BİRİKİMİ BU KUMPASI BOZACAK

Merdan Yanardağ, Çakırözer aracılığıyla ilettiği mesajında Avrupa şampiyonu olan Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı’nı kutladı. Yanardağ, Çakırözer aracılığıyla şu görüşlerini dile getirdi:

“Kadın voleybolcularımızın şampiyonluğuna gösterilen gerici tepki bile Cumhuriyetimizin kazanımlarının bu ülke insanları için ne büyük bir erdem olduğunu ortaya koydu. Voleybol takımımızın başarısı Cumhuriyet’in bir zaferidir. Cumhuriyet kazanımları ve ilerici birikimi olmasa böyle kadın bir voleybol takımına sahip olamayacaktık. Aynısı adalet sistemimiz ve basın özgürlüğü için de geçerlidir. Türkiye, Cumhuriyetin 100’üncü yılında onun hedeflediği özgürlük ve demokrasiden her gün daha fazla uzaklaşarak karanlık, totaliter bir rejime sürükleniyor; basın ve ifade özgürlüğünün yok edildiği, adeta Nazi hukukunun uygulandığı bir ülke hâline geliyor.

Anayasa’nın güvence altına aldığı, hak ve özgürlüklerin ihlal edilerek benim hukuk dışı yöntemlerle tutuklanmam, hakkı olmasına karşın Barış Pehlivan’ın infaz indiriminden yararlandırılmaması, yine seçilmiş milletvekili Can Atalay’ın hâlâ hapiste tutulması, işaret ettiğim gerici, faşizan, totaliter rejimin önemli göstergeleridir.

  • Türkiye’nin ve bu toprakların aydınlanma ve demokratik birikimi bu ablukayı kıracak, bu kumpası da bozacaktır.
  • Demokratik ve cumhuriyetçi güçlerin birliği bunun için gereklidir,
    olmazsa olmazdır.

Basın ve ifade özgürlüğünün kararlı bir şekilde savunulması bunun ilk adımını oluşturacaktır.

  • Türkiye’nin, hukukun üstünlüğüne inanan cumhuriyetçi güçleri
    kendi evlatlarına sahip çıkmalıdır. Benim de buna inancım tamdır.”

PEHLİVAN: TECAVÜZCÜLER, ÇOCUK İSTİSMARCILARI HER GÜN ÇIKIYORLAR

Barış Pehlivan, Çakırözer aracılığıyla ilettiği mesajında şunları kaydetti:

“Ben bu cezaevinde düzenli olarak her akşam sayımdayım ve bu sayımda her gün birkaç kişinin firar ettiğini öğreniyorum. Ben, hiçbir şekilde bunu aklımdan bile geçirmeden, yani oradan firar ederim vesaireyi aklımdan geçirmeden teslim oldum. Tecavüzcüler, çocuk istismarcıları çıkıyorlar, çıkarmışlar, hâlâ her gün çıkıyorlar ancak ben hakkım olan bir yasadan faydalanmak için hâlâ infaz hakiminin karar vermesini bekliyorum. Yani haklılığımın, bana karşı yapılan hukuksuzluğun bitmesi, haklılığımın onaylanması için, hakkım olan yasadan faydalanmak için infaz hakiminin karar vermesini bekliyorum. Meclis’te çıkan bir yasadan ben faydalanamıyorum ama işte tecavüzcüler, tacizciler çıkıyor. Onlara tanınan bu hakkın bana tanınmıyor olması bu ülkenin bir ayıbıdır.”

KAHRAMAN: BU ÜLKENİN İNSANLARININ VİCDANLARINA GÜVENİYORUZ

Tayfun Kahraman da yaklaşık 500 gündür cezaevinde olduklarına dikkat çekerek “500 gündür bu hukuksuzlukla yaşıyor olsak da umudumuzu asla yitirmedik. Bu ülkenin insanlarının vicdanlarına güveniyoruz. Bizleri 500 gündür hukuksuz bir şekilde burada tutanlara karşı en güçlü ses olacaklarına insanlarımızın inanıyoruz, biliyoruz. Güzel günler çok yakında” mesajını iletti.

ALTINAY: ADALETSİZLİĞE TOPLUM KARŞI AMA…

Utku Çakırözer, Hakan Altınay’ın da sözlerini ise şöyle aktardı:

“Gezi davasında kendilerine yapılan adaletsizliğe, hukuksuzluğa aslında toplumun büyük çoğunluğunun, % 60’tan çoğunun karşı olduğunun bilindiğini ama bu adaletsizlikte ısrar edildiğini söyledi. ‘Adaletsizliğe toplum karşı ama adaletsizlikte maalesef ısrar ediyorlar’ dedi. Bu hatadan ne kadar çabuk dönülürse o kadar aslında Türkiye’nin ve kendi milletimizin yararına, çıkarına olduğunu söyledi. İddianamede haklarında hiçbir delil olmadığını bir kez daha ifade etti ve Yargıtay’dan bir an önce haklarındaki bu ilk derece mahkemesinin verdiği kararın bozulması kararını beklediklerini ifade etti.”

ATALAY: HATAY’DAKİ SU İHTİYACININ GİDERİLMESİNE YOĞUNLAŞILMALI

TİP Hatay milletvekili Can Atalay’ın mesajıyla ilgili de Çakırözer, şöyle konuştu:

“Benden önce İYİ Parti Milletvekili (Selçuk Türkoğlu) kendisini ziyaret etmişti. Öncelikle Meclis’te temsil edilen diğer partilerin de kendisine yönelik bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa karşı olduğunu görmekten memnuniyetini ifade etti. Yani bu konunun, dayanışmanın belki de bu adaletsizliklerin aşılmasında en önemli öge olacağını söyledi. Kendisi Hatay Milletvekili, 4 aydır kendisini seçen Hataylılarla kavuşamamış durumda ama Hatay’daki gelişmeleri yakından izliyor. O yüzden de iki mesajından birincisi Hatay’la ilgili. Hatay’da başta su olmak üzere temel ihtiyaçların karşılanmasında, karşılanamıyor olmasında sıkıntı gördüğünü ve bu konunun, yani bu ihtiyaçların giderilmesine yoğunlaşılması gerektiğini ifade etti. Seçim hesaplarıyla hızlıca yapılanların ya da yapılıyor görülenlerin maalesef Hataylıların acil sorunlarına çare olamadığını ifade etti.

‘ERİNÇ SAĞKAN’I SELAMLIYORUM’

Adli yıl açılışını ve orada verilen mesajları yakından izlediğini söyledi. Birinci konuşma olan avukatları ve onları temsilen Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın yaptığı konuşma için Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’a selamlarını iletti. 2022’de başlayan ve maalesef 2023’te de süren Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın adaletsizlik krizine ilişkin sözlerinin sansürlenmesini yanlış bulduğunu, kınadığını ifade etti ve şu mesajı verdi.

‘Değil yeni Anayasa; asgari, hukuki tartışma için bile bir demokratik tartışma zemini olması gerekir Türkiye’de. Bu koşullarda bile görüşlerini, eleştirilerini ifade eden avukat Erinç Sağkan’ı Silivri’den selamlıyorum’ dedi.”

Cezaevinde bulunanların mesajlarını okuduktan sonra Çakırözer,

“Ben size de ANKA’ya da ve sizin şahsınızda Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti, tabii bunların başında yer alan basın özgürlüğü için mücadele veren tüm meslektaşlarımıza, basın kuruluşlarına, gazetecilere teşekkür ediyorum. Burada özgürlükleri kısıtlanan gazetecilerin, sivil toplum savunucularının, hak savunucularının, iş insanlarının, aktivistlerin hakkını savunduğunuz için sizlere teşekkür ediyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 6 Eylül 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GERİCİ

RTE’nin konuşma yaptığı, 2023-2024 su ürünleri av sezonu açılışında kadın ve erkekler brandayla ayrıldı.

Durmak yok gericiliğe devam…

İLGİSİZ

Gazeteci Barış Pehlivan ile aynı koğuşta olan bir mafya üyesi, “Birçok suç örgütünün mermi kaynağı bazı polislerdir ama mafyanın en çok para yedirdiği grup hâkimlerdir” dedi.

Çakıcı çete davasından beraat etti.

Ne ilgisi var?..

TERS

Maaşların yetersizliği konusunda gösteri yapan öğretmenlere polis ters kelepçe vurdu.

Bu işte terslik var…

FETÖCÜ

AKP’li Metin Külünk, DİB Erbaş’a Fetöcülüğü ile ilgili sorular sormaya devam ediyor.

Karşıdan tık yok.

Sessizlik nedendir?..

ATIN

İ. Melih Gökçek, final maçı öncesinde milli voleybolcu Ebrar için “Atın bunu milli takımdan” yazmış.

Ebrar milli görevini en iyi şekilde yaptı, milleti mutlu etti.

Vurduğu her smaç, aldığı her sayı, “atın” diyene…

GÜVENİLİRLİK

Diyarbakır’da, kendini ‘şeyh’ olarak tanıtıp muska yazan kişinin ayda 1 milyon liradan fazla kazandığı ortaya çıkmıştı. Dolandırıcılık yaptığı gerekçesiyle gözaltına alınan şüpheli, adli kontrol koşuluyla serbest bırakıldı.

Dönemin güvenilir insanıdır. Yargı üzemez…

ÇOMAK

Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) eski yöneticisi Ramazan Aydoğdu, TÜGVA’nın MİT ve Emniyet ile ilişkisi olduğunu, bu yolla bazı isimlerin takip ettirilip bilgilerine ulaşıldığını iddia etti.

Devlet çarkına çomak sokuldu…

BİLGİSİZ

Kemal Kılıçdaroğlu, Atatürk ve laiklik düşmanı, kendisine hakaretler yağdıran Perinaz Mahpeyker Yaman’ın danışmanı olarak atanmasına ilişkin, “O günler koşullarında araştırma yapacak zamanım yoktu. Bu mesajlarını bilseydim elbette atamazdım” dedi.

Pes birader. İnsan danışacağı kişiyi bilmez mi?

İyi ki seçilmedin diyeceğim geliyor…

ÇAKAR

Menzil tarikatı liderinin aracı çakar takılı.

Emniyet-İçişleri Bakanlığı çaktı…

Karma eğitim sahipsiz değil

Nazım Mutlu | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMNAZIM MUTLU
Emekli Öğretmen
05 Eylül 2023, Cumhuriyet

Milli Eğitim Bakanlığı’nın çalışma takvimine göre 2023-2024 öğretim yılı, 19 milyon dolayında öğrenci ve 1.3 milyon öğretmenle dün anaokulu ve ilkokul 1. sınıf öğrencileriyle, 11 Eylül günü de tüm ilk ve ortaöğretim okullarında başladı. 208 üniversitemiz de 7 milyon dolayındaki öğrencisiyle eylül- ekim aylarında öğretime başlayacak.

En az on yıldır her aşamadaki eğitim kurumlarımızda artarak yaşanan nitelik yitiminin bu öğretim yılında da eksiye doğru sürmesi kaçınılmaz. Bu yılki yükseköğretim kurumları sınavlarında (YKS) 100 bin öğrencinin sıfır çekmesi, çocuklarımızın yarısının Türkçeden, dörtte üçünün fen ve matematikten dökülmesi, temel eğitimde niteliğin düzeyini gösteriyor.

OKULLAŞMA ORANI AZALIYOR

Nitelik gerilemesi, yükseköğretim kurumlarımızda da aynı hızla sürüyor. Birçok taşra üniversitesinde en az beş değişik derse giren bir öğretim üyesiyle, kadavra görebilmek için yılda iki kez en yakınlarındaki tıp fakültelerine tur düzenlemek zorunda kalan tıp öğrencileriyle nitelik artabilir mi? Üniversitelerde kadrolaşmadan başka kaygıları olmayanların yarattığı sonuçla dünyanın ilk 500’ü bir yana, ilk 1000 üniversitesine de girememekten doğal sonuç olabilir mi?

Geçen öğretim yılında yaklaşık 1 milyon 740 öğrenci örgün eğitimin dışında, açık öğretimdeydi. Bu öğretim yılında bu sayı 2 milyonu bulur. Örgün eğitimde olmamak demek, bütünüyle göstermelik sınavlarla diploma almak demektir. Okul çağındaki 2 milyon çocuk okulda olmayacaksa doğal olarak ya ucuz işgücünün ya da sokaklarda kendilerini bekleyen türlü suçların içinde olacaktır.

Sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulamasından sonra on yıl öncelerine dek ilkokul düzeyinde %99’a çıkan okullulaşma oranının yıl yıl %93’e inmesi, 4+4+4’ün ürünü değilse neyin ürünüdür?

YAPTIRIMSIZ ANAYASA SUÇU

Ortaokul ve liseler de zorunlu eğitim kapsamında olduğuna göre, okullulaşma oranının ortaokullarda %89, liselerde %88 olmasının anlamı ne olabilir? Zorunluluğa karşın, demek ki ortaokula, liseye yazdırılmayan yüz binlerce öğrenci var. Yani anayasal suç (AS: anayasayı çiğnem-ihlal) suçu işleniyor, ama bunun bir yaptırımı yok! Okullulaşmada bölgesel ve cinsiyetler arası eşitsizlikler de işin cabası. Okulöncesi ve ilkokullarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Orta ve Doğu Karadeniz illerinin önemli bölümü Türkiye ortalamasının altındadır.

Yükseköğretim de bu yıl geçmişe oranla çok daha zorlu geçecektir. Çünkü her sekiz öğrenciden ancak birinin bir devlet yurduna yerleşeceği 2023-2024 yılında her sekiz öğrenciden yedisinin çoğu ya tarikat-cemaat vakıflarının işlettiği karanlık yuvalara teslim olacak ya da kirası 10 binlerle başlayan evlerde kalacak, kalabilirlerse…

KARŞIDEVRİM SALDIRISI

Ve ekonomik yıkımın tetiklediği yığınla sorun: Ulaşım ücretleri, beslenme, 2016’da biteceği söylenen ama hâlâ %20’lerdeki ikili öğretim. Özellikle büyük kentlerde yetmeyen okullar, derslikler, altyapı… İşte bunlar ve daha nice öncelikli sorunlar ortadayken başta AKP iktidarının 9. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’le 14 Mayıs seçimlerinde hem iktidarın hem muhalefetin TBMM’ye taşıdığı yeni karşıdevrim çığırtkanlarına göre eğitimde asıl sorun karma eğitimdir!

  • Onlara göre çocuklarımızı karma eğitim işkencesinden kurtarırsak her şey yoluna girecektir!

Bu öğretim yılında AKP iktidarının 21 yıldır sürdürdüğü eğitimin bütün süreçlerini dincileştirme çabalarını karma eğitim atağıyla sürdüreceği anlaşılıyor.

  • Öncelikli amacın kızlarımızı okulun, kadınlarımızı toplumsal yaşamın büsbütün dışına itmek olduğunu anlamamak için kör olmak gerek.

Özetle karşıdevrim, bu öğretim yılında Cumhuriyete, laik ve bilimsel eğitime karşı geleneksel düşmanlıkta kararlı. Ama unutulmasın ki;

– Cumhuriyet değerlerini,
– laik yaşamı,
– bilimin kılavuzluğunu

içselleştirmiş toplumsal çoğunluk, bu değerleri korumakta daha da kararlıdır.

  • Yüzyılların kazanımlarından biri olan karma eğitim sahipsiz değildir,
    ortaçağ ilkelliğine yedirilmeyecektir.

SAHİPSİZ CUMHURİYET

72 gündür haksız – hukuksuz tutuklu..

Bugün Cumhuriyet ve onun tarihsel kazanımları sahipsizdir.
Kemalist devrimden yana milyonlarca cumhuriyetçi, bu anlamda demokrasi ve özgürlüklerden yana her sınıftan çok büyük bir yurttaş kesimi siyasal olarak yalnız bırakılmıştır. Diğer bir ifadeyle neredeyse toplumun yarısı örgütsüzdür. Kendilerini yenilmiş, korumasız ve tehdit altında görmektedir.

Cumhuriyet, yarım bırakılmış bir devrimin ürünüdür. Cumhuriyetin asker-sivil bürokrasisi ve burjuvazisi kendi devrimine ihanet etmiştir. Cumhuriyet burjuvazisi ve bürokrasisi, tarihle yaşadıkları yasak bir ilişkinin sonucu gibi cumhuriyeti cami avlusunda terk etmiştir. Cami cemaatinin bir bölümü de insaflarına terk edilen genç cumhuriyeti o avluda boğazladı. Cumhuriyetin üst bürokrasisinin ve burjuvazisinin bu ihaneti, kendi sonlarını da hazırlamış, korkaklık ve güçsüzlükleri nedeniyle siyasal iktidarı vererek, ekonomik iktidarlarını korumaya yönelmiştir. Nedeni sol korkusudur.

Ancak siyasal (dolayısıyla kültürel) iktidarı vermek, ekonomik iktidarı kurtarmaya yetmemiş, alan olabildiğine daraltılarak muhafazakâr-İslamcı bir sermaye sınıfı yaratılmıştır. Tarihin yasasıdır; kendi devrimini yarım bırakan ya da ona ihanet eden her güç, hareket ya da sınıf kendi mezar kazıcılarını yaratır.

  • Sol korkusu cumhuriyetin feda edilmesiyle sonuçlanmıştır.

AKP ve onun siyasal İslamcı iktidarı (aynı anlama gelmek üzere İslamcı-faşist rejim) böyle bir tarihsel sürecin sonucudur. Emperyalizmin bölgesel ve küresel hesapları ile İslamcı hareketin yerel hedefleri arasındaki konjonktürel (toplu durum) örtüşme, AKP’yi iktidara taşımış ve bu parti fırsatı son derece iyi şekilde, her yol ve yönteme başvurarak değerlendirmiştir.

KORKU ve TÜKENİŞ

  • Cumhuriyet ve başta laiklik olmak üzere onun kazanımları tam anlamıyla savunmasızdır.

Eğitimin bütünüyle imam-hatipleştirerek dinselleştirilmesi karşısında bazı meslek örgütleri ve aydınlar ile sosyalist partiler dışında kimseden ses çıkmıyor. CHP laiklik konusundaki tavırsızlığını, hareketsizliğini sürdürüyor. Muhalefet faaliyetlerini Meclis ile sınırlama tutumunda ısrar ediyor. Bir ölüm sessizliğidir bu!

Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni eğitim öğretim yılı için hazırladığı haftalık ders çizelgesinde; çeşitli müfredat oyunlarıyla zorunlu din dersleri 16 saate çıkarılıyor.

Bu süre neredeyse toplam haftalık ders saatinin yarısına denk geliyor.

Bu yeni ders çizelgesi, Anayasa’ya, laiklik ilkesine, devrim kanunlarına,
cumhuriyetin temel niteliklerine açıkça aykırıdır.

Böyle olmasına karşın, cumhuriyetin sivil kurucu gücü olan ve Kemalist mirası temsil ettiği iddiasını sürdüren- sürdürüyor mu tam emin değilim gerçi- CHP, tuhaf bir yaklaşımla olan biteni sadece izliyor. Cılız birkaç Meclis açıklamasıyla adeta yasak savıyor. Öyle ki, “Aman bizi din düşmanı zannetmesinler” korkusu -ki temelsiz bir endişedir- CHP’yi paralize ediyor.

Ayrıca, karma eğitimin kaldırılması yönündeki gerici faşist çevrelerce yürütülen kampanya, bu talebe sıcak baktığını gizlemeyen iktidarın sinsi hazırlıkları; Milli Eğitimin Müdürlüklerinin, tarikat vakıflarıyla yaptığı işbirliği protokolleri; hastane ve okullara “değerler eğitimi” gerekçesi ile imam atanması; festival ve konser yasakları; içki içilmesini sınırlama, hatta yasaklama yönündeki girişimler ve devlet kurumlarındaki liyakata değil sadakata dayalı ideolojik kadrolaşma karşısında da CHP anlamlı bir direniş sergilememiş, dahası bu alanları koruyamamıştır. Oysa tarihsel, ahlaki ve felsefi bakımdan güçlü olan kendisidir. Meşruiyetini ise doğrudan kurucu iradesi olduğu cumhuriyetten almaktadır.

ESKİ OLAN İSLAMCILIKTIR!

Eskiyi, köhne olanı, ilkelliği, tükeneni, çağını dolduran bir güç ve zihniyet olma özeliğini, gericiliği ise siyasal İslamcılık temsil etmektedir.

Bu nedenle 200-250 yıllık bir Aydınlanma ve modernleşme deneyimi ve birikimine sahip olan Türkiye’de asıl güçsüz olan, bu nedenle de gerçekte son derece korkak bir karaktere sahip hareket/akım İslamcılıktır. Siyasal İslamcılar bunun farkındadır. Habersiz olan CHP ya da ona egemen olan liberal anlayıştır.

İslamcı-muhafazakâr ideolojik ve politik saldırı karşısında, CHP’deki geriye çekilme ve sağa kayma tutumu öyle bir sınıra gelmiştir ki; bu parti neredeyse Cumhuriyeti kurduğu için “özür” dileyecektir. Bu ironi, emin olun fiilen gerçekleşmektedir. AKP’den koptuğu belirtilen muhafazakâr kesimlerin, ‘CHP’ye oy verirsek kazanımlarımızı yitiririz’ korkusu karşısında gösterilen hassasiyet -ki bu korkunun varlığı temelsiz bir iddiadan ibarettir- cumhuriyetin kazanımları konusunda gösterilmemektedir.
∗∗∗
Bu anlamda 14-28 Mayıs seçimlerinin kaybedilmesi -ki adil ve demokratik bir seçim yapılmadığını hiç unutmamak lazım- esas olarak cumhuriyetin kazanımlarını kararlı bir şekilde savunarak merkez sağ ve demokratik muhafazakâr seçmene güven verilememesidir. Bu güven 1970’lerde nasıl verildiyse, yine verilebileceğini unutmamak gerekiyor. Bunun için önce ‘kendiniz olmak’ şarttır.

Cumhuriyeti temsil eden ve onu savunabilecek son kurum CHP olduğu halde; bunu yapamamış ya da liberal bir zihin kirlenmesinin etkisiyle yapmamıştır. Maliyeti ağırdır. CHP kendi siyasal ve ideolojik çizgisi ile tarihsel misyonunun gereğini yapmak yerine kendi sağına bakarak ‘acaba ne derler’ kaygısına odaklanmıştır. Durum böyle olunca asıl güç kaynağını oluşturan, üstüne bastığı zemini imha etmeye başlamıştır.

Cumhuriyetin dramı budur.

Bu makûs talihi yenecek tek güç, yurtseverler ve devrimcilerdir.

YAZILAR ve ÖZÜR NOTU

Tahmin edilebileceği gibi yazılarımı el yazsısı şeklinde gönderiyorum. Çünkü bütün cezaevleri gibi; Silivri’de de daktilo ya da bilgisayar yok. Tutuklu ve hükümlüler koğuşlarda bilgisayar bulunduramıyor.

Bu nedenle; bir dizi yazım hataları ile çıkıyor yazılarım. Ben de burada saçımı başımı yoluyorum. Bu hatalar, kimi harf ya da kelimelerin okunamamasından bazen de bu yazıları bilgisayar ortamına aktaran ve okuyan dizgici veya editör arkadaşların dikkatsizliğinden kaynaklanıyor. Ben el yazımın görece iyi ve okunaklı olduğunu sanıyorum, ama elbette benim yazılarımın yer yer okunamamasından ya da özensiz olmasından da bazı yanlışlar oluşabilir.

Ama her ne ise, bunlar artık çok rahatsız edici boyutlara vardı. Özellikle geçen hafta -ki avukat arkadaşın gecikmesi nedeniyle pazar gününe yetişemediği için pazartesi ve salı yayımlandı- işin şirazesinin kaçtığını gördüm. Kelime, hatta satır bile atlanmıştı. Bu nedenle yazmayı bırakmayı bile düşündüm. Öyle ki, günümüzün en önemli sosyal bilimcilerinden olduğunu düşündüğüm Richard Sennett’in adı bile ‘R. Samett’ diye yazılmıştı. Hem de adı geçen her yerde. İşte o sırada ben bittim.

Bu nedenle bütün okurlardan özür diliyor, gazetedeki arkadaşlardan emekleri için teşekkür ederek, azami dikkat rica ediyorum.

Yarınki yazımda, daha doğrusu yazımın ikinci bölümünde Silivri’den kimi haberlerim ve anekdotlarım da olacak.

Politika nedir?

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
04 Eylül 2023, Cumhuriyet

Politika teriminin kökeni antik Yunancadaki polis terimine dayanır. Polis, toplumsal yaşam alanı veya kent anlamına gelmektedir.

Antik Yunan filozofu Aristoteles, insanın doğası gereği toplumsal bir canlı olduğunu söyler. Politika, toplumsal yaşamın yapısıyla, düzenlenmesiyle, yönetilmesiyle ilgili bir kavramdır.

Aristoteles’in hocası olan antik Yunan filozofu Platon, filozofların yönetici olması gerektiğini savunur.

Çünkü filozof, akıl yürüterek, bilgelik için, doğrunun ve gerçeğin bilgisini edinmek için mücadele eden kişidir.

Felsefe teriminin kökeni, antik Yunancadaki philo-sophia terimine dayanır. Philo-sophia, bilgelik sevgisi anlamına gelir.

Filozof için bilgelik (sophia), bilgi (episteme), doğruluk/gerçeklik (aletheia) ve akıl yürütme/gerekçelendirme/temellendirme (logos) birbiriyle ilişkili ve bağlantılı kavramlardır.
***
Platon’a ve Aristoteles’e göre, yaşamın amacı (telos), iyi bir ruha sahip olmaktır (eudaimonia). İyi bir ruha sahip olmak erdemli olmakla (arete) olanaklıdır. Adalet (dikaiosune) en önemli erdemlerin arasında yer almaktadır.

Toplumsal bağlamın dışında kalarak erdemli bir yaşam sürülemez. Adalet kavramından bağımsız olarak toplumsal yaşamı yapılandırmak, düzenlemek, yönetmek de olanaklı değildir.

Adaletin ne olduğunu, adaletin özünü, adaletin anlamını kavramak, ancak felsefeyle olanaklı olduğu için de, filozofların yönetici olması çok önemlidir.

Platon’a ve Aristoteles’e göre, bir başka önemli erdem de cesarettir (andreia).

Felsefi çerçevede erdemli bir yol, yaşamsal önemde bir konudur. “Güçlü olan haklıdır” paradigması ancak böyle yıkılabilir; algılar üzerinden değil, gerçekler üzerinden politika ancak böyle geliştirilebilir; yöneticilerin yozlaşmalarını sorgulayan Sokrates’in ölüme mahkûm edilmesi gibi adaletsizlikler, ancak böyle önlenebilir.

Platon ve Aristoteles, bu bakış açısıyla, teori ile pratik (kuram ile uygulama) arasındaki zorunlu bir bağlantıyı ve bütünlüğü de ortaya koyarlar.
***
Yüzyıllar sonra İngiliz filozof John Locke ve İsviçreli/Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau, toplum sözleşmesi kavramını geliştirerek, adalet mücadelesi doğrultusunda, toplumu da bu sürecin içine etkin ve örgütlü bir biçimde katmışlardır.

  • Locke, güçler ayrılığı, emekçinin mülkiyet hakkı, laiklik gibi ilkeleri geliştirerek, monarşinin, feodalizmin ve teokrasinin yıkılması doğrultusunda çok önemli adımlar atmıştır.
  • Rousseau bu süreci, halk egemenliği ve yasalarla güvence altına alınan kamusal yarar ilkesiyle tamamlamıştır.
  • Alman filozof Karl Marx, sanayi devriminden sonra, mülkiyet sorununu yeniden ele alarak, değişen üretim biçimlerini de ve üretim araçlarını da dikkate alarak, kapitalist sömürünün önlenmesi için, sanayi tarzı üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılmasını savunmuştur.
    ***

Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk, bu felsefi ve tarihsel süreci, Türkiye’nin özel ve tarihsel koşullarını da dikkate alarak, teori ve pratik (kuram ve uygulama) bütünlüğü içinde, entelektüel bir bakış açısıyla, sentezlemiştir.

Atatürk;

  • Cumhuriyetçilikle monarşiyi yıkmıştır;
  • Halkçılıkla oligarşiyi yıkmıştır;
  • Devletçilikle/kamuculukla özelleştirmeciliği ve serbest piyasacılığı yıkmıştır;
  • Laiklikle teokrasiyi yıkmıştır;
  • Milliyetçilikle/ulusçulukla ümmetçiliği yıkmıştır;
  • Devrimcilikle muhafazakarlığı ve statükoculuğu yıkmıştır.

Sosyal demokrasi ve demokratik solculuk da, ekonomik ve sosyal adalet anlayışıyla, karma ekonomik model önermesiyle, Atatürk’ün halkçılık ve devletçilik ilkelerini olumlamıştır.
***
Politika aslında, felsefi bir eylemdir.

Ancak politikayı politika olmaktan çıkartan güç odakları ve sahte politikacılar, ne yazık ki, politikanın, başka bir deyişle siyasetin, kötü bir biçimde anılmasına neden olmuşlardır.

Atatürk’ün ilkelerinden ve ideolojik yaklaşımdan uzaklaşan bugünkü CHP yönetimi de, siyasetin yüzeyselleşmesinde büyük bir rol oynamıştır.

CHP’nin ve Türkiye’nin, yeniden felsefi bir eyleme ihtiyacı (gereksinimi) vardır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Politika nedir?4 Eylül 2023

TÜRKİYE’DE LAİKLİK İLKESİ ANAYASAL KORUMA ALTINDADIR : HEM SİYASAL İKTİDAR HEM DE MUHALET PARTİLERİNİ BAĞLAR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

11 Eylül 2023’te, orta dereceli okullar açılıyor. Yetişekteki (müfredattaki) haftalık din kültürü ve ahlak bilgisi ders öğretiminin haftada 8 saatten 16 saate yükseltildiği açıklandı.

Ayrıca, Anayasanın temel ilkelerine ve Devrim yasalarına aykırı olarak, karma eğitimden vazgeçilme sesleri arttı. Üstelik ÇEDES (Çağdaş Eğitimi Destekleme) projesi (??!!) adı altında cemaat ve tarikat örgütlerinin, siyasal iktidar eliyle, dolaylı yoldan, Milli Eğitim yetişeğine (müfredatına) müdahaleleri söz konusu olacaktır. Bu iş için yönetmelik hazırlandı ve üç ilde (Tekirdağ, Eskişehir ve İzmir) pilot uygulamalar başlıyor.

  • Oysa devlet yönetimini din ve dince kutsal değerlere göre düzenlemeye Anayasa izin vermiyor…

Bu yazıda, resmen yürürlükte olan 1982 Anayasamızın laiklik konusundaki kesin bağlayıcı olan hukuk çerçevesini kamuoyu ve sizlerle paylaşmak istedim. Ayrıca Anayasamızın BAŞLANGIÇ metni de Anayasaya dahildir ve devletin üzerine bina edildiği temel felsefeyi, anayasal düzenin temel gerekçesini açıklar.

Anayasamızın BAŞLANGIÇ, yani varlık gerekçesinde, devlet yönetimde iktidar olanlara;

  • “Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk Milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşında koruma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştıramayacağı,”

nı temel görev olarak vermiştir.

Anayasa madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Anayasa madde 6 – … Egemenliğin kullanılması hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Anayasa madde 10- Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle, ayrım gözetmeksizin, kanun önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Anayasa madde 14- Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri Devlete veya kişilere, anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyetlerde bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler kanunla düzenlenir.

Anayasa madde 24- Herkes dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar, yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne surette olursa olsun, dini veya din duygularını, yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

Anayasa madde 66- Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.

Anayasa madde 90- Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.

Anayasa madde 174- Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacı güden aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin anayasaya aykırı olduğu şekilde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.

Devrim yasalarına, öğretim birliğini (tevhidi tedrisat) düzenleyen yasa da dahildir
Yani bu 174. madde ile devrim (inkılap) kanunları hiçbir koşulda değiştirilemez ve Anayasa’ya aykırılıkları ileri sürülemez.

Önce bir konunun altını önemle çizmek gerekir :

– Laiklik olmadan din ve vicdan özgürlüğü olmaz.
– Sivil topluma geçilemez.
Yine laiklik olmadan çoğulculuk olmaz.
– Gerçek ve çağdaş demokrasi olmaz.
– Hukuk devleti olmaz.
– Aķıl ve bilim özgürlüğü olmaz.
– Çağdaş eğitim olmaz…. çağdaş uygarlık hedefine gidilemez.

Anayasamız ve demokrasimizin siyasal, hukuksal, ekonomik, yönetsel (idari), ekinsel (kültürel) …ve eğitim yapımızın temel vazgeçilmezi laiklik ilkesidir.

Şimdi laikliği kısaca açıklayalım                   :

1- Bireysel açıdan laiklik din ve vicdan özgürlüğüdür. Kişiye istediği inancı seçme ya da inançlar dışı olma özgürlüğünü birlikte sağlar. Başkalarının inançlarına karışma ve müdahale etme hakkını engeller.

2- Toplumsal açıdan laiklik farklı inançlar, dinler mezhepler ya da farklı düşünenlerle dostça ve birlikte yaşama kültürü sağlar. Laiklik bu anlamıyla inanç demokrasisi demektir. Laik bir toplumda hiç kimse kimseyi dinsel ve vicdani tercihlerinden dolayı kınayamaz ve dışlayamaz.

3- Devlet açısında laiklik anlayışına gelince :

A- Devlet düzeninin ve siyasal iktidarın meşruluğu din kaynaklı olmaktan çıkar.
Laik devlette siyasal iktidarın meşruluk kaynağı din değil halktır, ulusal egemenliktir, milli iradedir. Siyasal egemenliğin kaynağı din ve dogmatik değerler değildir. Devlet teokratik yapıyı terk ettiği oranda laikleşebilir.

B- Devlet açısından, laikliğin ikinci anlamı, resmi devlet faaliyet ve işlerini din kuralları üzerine bina etmekten özenle vazgeçmektir. Hukuku laikleştirmektir. Her türlü devlet hizmetlerini laik hukuk, özgür aķıl, çağdaş bilim ve teknolojiyi kullanıp üretme ve dağıtma yoluna gitmektir. Din ve devlet işlerini ayırmaktır.

C- Laikliğin devlet açısından en temel ve vazgeçilmez uygulaması da din, mezhep, statü, yaş, cinsiyet, siyasal ve düşünsel (felsefi) seçim ayrımı yapmadan kamu hizmetlerine katılma ve yararlanmada tüm yurttaşlara eşit uzaklıkta durmaktır. Tarikat ve cemaatleri devlet yönetiminden ve kadrolarından uzak tutmaktır. Devlet hizmetlerine girmede, insanlardan ehliyet, liyakat ve yetenekten başka hiçbir koşul aramamaktır. Herkese fırsat eşitliği sağlamaktır. Yansızlıktır.

Suriyeli ilahiyatçı Adonis diyor ki: İslam ülkeleri ve toplumları

a- Çoğulculuğu yani laiklik ve gerçek demokrasiyi,
b- Özgür aklı ve deneysel bilimi içselleştirip bir toplum ve devlet politikasına dönüştürmeden

barışa, huzura ve gönence (refaha) kavuşamazlar.

Atatürk devrimleri ve ilkeleri iyi anlaşılacak olursa yapılan tam da budur. Atatürk o büyük vizyonu ve dehası ile özgür aklın, deneysel bilimin ve laikliğin önemini 100 yıl önce görmüş ve devlet politikasına dönüştürmüştür.

Türkiye Cumhuriyetinde siyasal iktidar ya da muhalefet olanların siyasal uzgörüleri (vizyonları) ve özgörevleri (misyonları), anayasal – hukuksal ve siyasal görevleri, toplumu ve devlet yönetimini teokratik – feodal değerlere, ümmet kültürüne, din devleti anlayışına geri döndürmek değildir. Yürürlükteki Anayasamız nasıl bir yönetim anlayışı benimsediğini apaçık göstermiştir. Üstelik milletvekili, Bakan ve C. Başkanı olmak için bir de Anayasaya sadakat yemini etme zorunluluğu vardır (Anayasa m. 81 ve 103).

Zaten yukarıdaki Anayasa maddelerini de bu nedenle, sizlerin dikkatlerine sunarak anımsatmak için yazdım.

104. yılında Sivas Kongresi

Alev CoşkunAlev Coşkun

04 Eylül 2023, Cumhuriyet

 

Bu gün Sivas Kongresi’nin 104. yıldönümüdür. Cumhuriyet gazetesi böyle önemli günlerde daima, Kuvayı Milliye tavrını ortaya koyar.

Sivas Kongresi, Milli Mücadele tarihimizde çok önemli bir yere sahiptir. Mustafa Kemal’in, Anadolu’ya çıkışının üzerinden henüz 19 gün geçmişti. Havza’da iken İstanbul’a geri çağrıldı.

Mustafa Kemal bu aşamada yaşamsal derecede önemli bir karar aldı. Kararın esası şudur:

“Kuvayı Milliye ile ilgili faaliyetler kişisel olmaktan çıkarılmalıdır.”

Amasya Bildirisi bu kararın ürünüdür. Bu bildiride “vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığının tehlikede” olduğunu belirtiyor, her ilden seçilecek üç kişinin Sivas’ta toplanarak kongreye katılması isteniyordu.

İSTANBUL HÜKÜMETİNİN KONGREYİ ENGELLEME GİRİŞİMLERİ

Önce o günün koşullarındaki çok önemli bir konu üzerinde duralım. Erzurum Kongresi’nin başarıyla sonuçlanması, Kuvayı Milliye örgütlenmesinin Anadolu’da etkin bir biçimde sürdürülmesi, Mustafa Kemal’in liderliğini Kuvayı Milliyeciler arasında perçinlemişti.

İstanbul hükümeti, Sivas’taki kongreyi kesin olarak engellemek istiyordu. En etkin yol Mustafa Kemal’in tutuklanmasıydı. İstanbul hükümeti, bu yoldaki talimatlarını telgrafla valilere bildiriyor, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının girişimlerinin memleket yararına olmadığını ve bu nedenle tutuklanmaları gerektiğini belirtiyordu.

Kongre öncesi Sivas’ta bulunan Fransız jandarma müfettişi Binbaşı Brunot, Sivas Valisi Reşit Paşa’yı ziyaret etti ve kongrenin toplanmasının doğru olmadığını, kongreyi engellemek için kente bir Fransız birliği getirileceğini bildirdi.

Baskı altında kalan Sivas Valisi Reşit Paşa, bu bilgileri Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal’e telgrafla bildiriyor ve “kongrenin başka bir kentte” yapılmasını öneriyordu. Mustafa Kemal, valiye verdiği yanıtta kongrenin muhakkak toplanacağını belirtiyor ve “Fransız Binbaşı Brunot’ nun tehdit anlamında söylediklerini tümüyle blöf sayarım.” diyordu.

ALİ GALİP PROJESİ

İstanbul hükümeti, Sivas Kongresi’nin engellenmesi için her türlü önlemi alıyordu. Emekli Yarbay Ali Galip, Elazığ Valiliği’ne getirildi, kendisine paşalık unvanı verildi. Kongrenin bir askeri birlikle basılıp dağıtılması için Elazığ Valisi Ali Galip başkanlığında, Malatya’da yapılan hazırlıklar sürüyordu. Bu alçakça düzenlenmiş proje, İstanbul hükümeti ve İngiliz Gizli Servisi tarafından hazırlanmıştı. Sivas Kongresi yaklaşırken İstanbul hükümeti İngiliz Gizli Servisi ile birlikte önlemler alıyordu.

  • Padişah Vahdettin İngilizlerden medet umuyor, veliaht Abdülmecit de
    Anadolu hareketini “delilik ve hainlik” olarak suçluyordu. 

‘KUMANDAYI KESİN OLARAK TERK ETMEYİNİZ’

Sivas Kongresi’nin toplanmasından bir hafta önce, Ankara’daki Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy görevinden azledildi.

Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa’ya gönderdiği telgrafta, “…Kumandayı kesin olarak terk etmeyiniz.” diyordu.

KONGREYE KATILIM

Erzurum Kongresi bir doğu illeri kongresiydi, Sivas Kongresi’nin tüm Türkiye’yi kapsayan bir nitelik taşıması isteniyordu. Kongre delegeleri de Sivas’a gelmeye başlamışlardı.

Kongreye katılan iller ve delege sayıları şöyledir:

Afyon 3, Alaşehir 1, Bursa 2, Samsun 2, Çorum 2, Denizli 4, Erzurum 1, Erzincan 1, Eskişehir 3, Gaziantep 1, Hakkâri, İstanbul 5, Kastamonu 1, Nevşehir 1, Niğde 1, Tokat 1, Yozgat 1, İstanbul Tıp Fakültesi 1 olmak üzere 31 delege.

Buna göre, kongreye 15 vilayet ve 3 mutasarrıflık katılmıştı.

Kongreye katılan delege sayısı beklenenden az olmuştu. Tam sayı 40 kişiyi geçmiyordu. Trakya ve Güneydoğu Anadolu illeri, kongreye delege gönderemedi. Valiler İstanbul hükümetinden çekindikleri için kimi illerde delege seçimini, kimi illerde ise seçilen kişilerin Sivas’a gitmesini engellediler.

BAŞKANLIĞI ENGELLEME GİRİŞİMİ VE MANDACILAR

Kongrenin açılış günü, Mustafa Kemal’i kongre başkanı yapmamak için girişimler başlattılar. Bu girişimleri, Türkiye’nin Amerikan mandasına verilmesini savunan mandacılar yapıyordu.

Sivas Kongresi’nde Atatürk’ün karşılaştığı en zor konu mandacıların etkinliğidir.

Manda yönetimi isteyenler kürsüye egemen olmuşlardı. “Manda yönetimi bağımsızlığı bozmaz, çünkü manda ile bağımsızlık birbirine mani değildir” diyorlardı. Mandacılığı, özellikle Kara Vasıf ve Albay Refet Bele ve onları alttan destekleyen Rauf Orbay savunuyordu.

Sivas Kongresi’nin bilinmeyen en önemli yönü, Mustafa Kemal kongreyi yönetirken aynı zamanda kongrenin basılması tehlikesiydi. Yukarıda da belirtildiği gibi İstanbul hükümeti, İngiliz Gizli Servisi, ayrılıkçı Bedirhan aşireti bu tehlikeli projeyi yürütmeye çalışıyorlardı. Atatürk, aldığı önlemlerle, Malatya’da toplanan bu grubu dağıtmayı başardı.

SİVAS KONGRESİ’NİN BAŞARILARI

4 Eylül 1919’da başlayan, 11 Eylül’de sona eren Sivas Kongresi’nin başarıları ve Milli Mücadele’ye katkıları şöyle sıralanabilir:

1- Her türlü engele karşı kongre toplandı ve önemli kararlar alındı.
2- Kongrede etkin bir biçimde çalışan mandacı görüş başarılı olamadı. Kongre manda görüşünü kabul etmedi. Alınan kesin karar şudur: Manda ve himaye kabul edilemez.”
3- Kongreyi basıp dağıtmak, Mustafa Kemal’i tutuklamak ya da öldürmek için tasarlanan İngiliz planı başarıya ulaşamadı.
4- Sivas Kongresi ile dağınık Kuvayı Milliye örgütlenmeleriAnadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı ile bir çatı altında birleşti.
5- Kongrede seçilen “Temsilciler Kurulu” Kuvayı Milliye’nin kurumsal sözcüsü durumuna geldi.

ÖNÜ AÇILDI

Artık Kuvayı Milliye hem İstanbul hükümeti hem de yabancılar tarafından bir gerçek olarak kabul ediliyordu. Nitekim 17 Eylül 1919’da İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri John D. Robeck, Londra’ya gönderdiği raporunda “Mustafa Kemal hareketi, Anadolu’da bağımsız bir cumhuriyete doğru gelişiyor.” diyordu.

İstanbul’da sadrazam Damat Ferit istifa ediyor ve artık Milli Mücadele’nin yeni aşaması başlıyordu.

Mustafa Kemal’in önü açılmıştı. Yeni atanan Salih Paşa hükümeti, Sivas’taki “Temsilciler Kurulu”nu tanıdığını ilan ediyordu. Kuşkusuz bu son derece önemli kazanımdı. Artık Milli Mücadele’nin yeni aşaması başlıyordu.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Beyaz kod ya da vasatın zalimliği-2

ImageBeyaz kod ya da vasatın zalimliği-2

Merdan Yanardağ
TELE1 İzleyici Hattı
29 Ağustos 2023

Türkiye son yıllarda hızla statü kaybettiği bir siyasal tarih sürecinden geçiyor. Ülke nitelik kaybına uğruyor toplumun geliri bile sadece son 20 yılda reel olarak yarı yarıya düşüyor. Akılcılık ve bilim ile kamu düzeninin ilişkisi kopuyor. Halk, kör inanca dayalı bir düzene doğru kontrolsüz bir sürükleniş yaşıyor. İnanç merkezli bilgi anlayışı yaşamı kuşatıyor. Dinsel referanslar asıl düzenleyici toplumsal ve ahlaki norm haline geliyor.

Bu tablo Ortaçağa savrulmanın, aydınlanmadan ve moderniteden kopmanın işaretidir. Ülke cumhuriyet ve çağdaşlaşma birikimi ile ilgisini keserek, hızla kıytırık bir Ortaçağ emirliğine, en iyi olasılıkla bir “hurma cumhuriyetine” dönüşüyor.

  • Kutsal mazlumluk kompleksinin intikamcı bir kutsal zalimlik haline; diğer bir ifade ile dinsel referanslara dayalı bir zulüm düzenine dönüşmesi, İslam’ın istismarı ile siyasallaştırılması sonucu gerçekleşiyor.

Dayanaklarını yine bu toplumun içindeki kötülükte buluyor. Çünkü toplumsal iyiliği örgütleyebilecek güçlerin bir türlü toparlanamadığı günlerden geçiliyor.

Leonidas Donskis “Akışkan Modernlikte Duyarlılığın Yitimi” alt başlığıyla, küçük insanların sosyoloğu Z. Bauman ile bir diyalog yöntemi izleyerek birlikte yazdıkları, ”Ahlaki Körlük” kitabında çarpıcı bir saptama yapıyor.
***
Kötülük, bize sanki başka yerde yaşıyormuş gibi geliyor. İçimizde değil de dünyanın belli yerlerinde, bize düşman olan yahut içinde insanlığı tehlikeye atan şeylerin yaşandığı bölgelerde saklandığını düşünüyoruz. Bu naif kuruntu ve kendini aldatma biçimimiz, iki-üç yüzyıl önce olduğu gibi bugün de varlığını koruyor.” (Zygmut Bauman – Leonidas Donskis, Ayrıntı Yay. 2020, s.14)

YENİ BİR AYDINLANMA

Biz siyasal İslamcı bir iktidar altında yaşadığımızı, islamo-faşist bir rejimin inşa edildiğine tanık olduğumuzu unuttuğumuz gibi; İŞİD ve Taliban’ı çok uzaklardaki tehditler olarak görmüyor muyuz? Oysa Silivri cezaevinde bile daha şimdiden en kalabalık tutuklu ve hükümlü gruplarından biri bu kesimlerden oluşuyor. S. Zizek, “Taliban’ın 21. yüzyılda büyük bir ülkede iktidar olduğu dünyada aydınlanma ve modernitenin zamanını doldurmuş ve dönemi geçmiş projeler olduğu ileri sürülemez.” diyor. Marksist felsefecinin bu yaklaşımı, başka her yerden çok uzayan bir Ortaçağın içinden geçen İslam dünyası için geçerlidir. Dünyanın yeni bir aydınlanma atılımına ihtiyacı olduğu açıktır. Bu, soldan gelen bir aydınlanma, yeni bir akılcı silkiniş olacaktır.

Geri kalmışlığın nedenini, kutsal bir kısır döngü içine düşerek, dinden uzaklaşmaya bağlayan; çözüm olarak daha fazla İslam’a sarılmayı öneren ve böylece geriye savrulma sürecini derinleştiren bir ideolojik tarihsel açmaz; doktor döverek aşılabilir mi? İslamcı – muhafazakar oligarşi, inanç merkezli bir bilgi anlayışını-ki Ortaçağa özgüdür-ülkeye yerleştirerek, devlet kurumlarını ve kamusal yaşamı dinselleştirerek kalkınabileceğini, tarihsel haksızlık ve yanlışı düzelterek adaleti sağlayabileceğini sanıyor. Büyük ve vahim hata da tam bu yaklaşımın içinde bulunuyor.

YIKICI BİR DÖNÜŞÜM

İslamcı faşizm, toplumun çöküşe, acılı bir intihara sürüklediğinin farkında değil
ya da buna aldırmıyor. Vasatın egemenliğine giren iyi ve nitelikli olanın
modernleşme dönemini de içeren Cumhuriyet’in kurumsal birikimi imha ediliyor.
Süreç giderek yıkıcı bir toplumsal felakete dönüşme eğilimine giriyor.

Öyle ki “eziklik” kompleksinden beslenen ilkel ve yıkıcı bir hune kültürü, ülkenin ütün pırıltısını söndürüyor. Laiklik ve özgürlük alanlarını yok etmeye yöneliyor. Rüküş bir toplumsal ve kültürel ortam oluşuyor. 1908 Hürriyet ve 1923 Cumhuriyet devrimleriyle Doğu-İslam dünyasının makus talihini yenerek aydınlanma çağını yakalayan en gelişmiş Müslüman ülke olan Türkiye giderek Pakistanlaşıyor.
***
Cumhuriyet kültürü ve demokratik kazanımlar yerini, büyük ölçüde kabile asabiyesine bırakıyor. Bu durum, solun ve demokratik kitle örgütlerinin ayaklarını bastıkları zeminleri de yok ediyor. Sokak röportajı veren hanımın

  • “Tabi iktidardan memnunuz doktor dövebiliyoruz daha ne olsun..”

şeklindeki ifadesi; hem yeni düzenin niteliğini hem kitle temelinin özelliklerini hem de ülkenin içinde devindiği tehlikeyi ortaya koyuyor.
***
Bu toplumsal, siyasal ve ideolojik hareket ile salt ekonomik talepler ve tezler üzerinden (hayat pahalılığı, yoksulluk, gelir adaletsizliği.. gibi) mücadele edilemez. Defalarca (kezlerce) vurguladığım gibi, esas olarak, saldırıyı ideolojik – kültürel alanda karşılamak ve yenilgiye uğratmak zorunludur. Açık ve cepheden yürütülecek bir ideolojik mücadele şarttır.

Geçmişte, ezildiğini, dışlandığını, iktidardan ve toplumsal servetten pay alamadığını düşünen; dahası bu durumu dindar olmasına bağlayan kitlenin “eziklik kompleksi” devrimci bir seçeneğin güçlü olmadığı koşullarda kolaylıkla “kutsal zalimliğe” evrilir. Bu toplum kesimleri dinci bir ajitasyonla ve kolaylıkla çağdaş, akılcı ve bilime dayalı kurumlara karşı intikamcı ve saldırganlığa sevk ediliyor.

Bu saldırıların hedefi bazen sağlık çalışanları, kimi kez içkili mekânlar, sıklıkla giyim ve kıyafetleri “açık” bulunan kadınlar (Ankara’daki iki polis ve bir bekçinin yoldan geçen üç kadına saldırışını hatırlayın) ve çoğu kez de yasaklanacak festival ve konserler olabilir.

YENİDEN ÜRETİM SÜRECİ

Bu ilkel ve yönlendirilmiş tepki; İslamcı otoriteye rıza üreten ve güçlendiren bir işlev de görür. Bu bir gönüllü kulluk durumudur. Richard Semett, bu büyük boyun eğiş ve otoritenin yeniden üretim sürecini şöyle anlatır:

“Otorite (…) itaat görmek için kaba kuvvet kullanan bit tirandan farklıdır. Otorite sahibi kişi, gönüllü itaate yol açar, uyrukları ona inanır. Haşin, zalim, adaletsiz olduğunu düşünebilirler, ama (…) aşağıdaki insanlar kendilerinde eksik bulunan, otorite figürünün tamamlayacağına inanırlar.” (R.Semett, Yeni Kapitalizm Kültürü, Ayrıntı Yay. 2015, s.47)