Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 31 Ağustos 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI kahraman Türk ulusuna kutlu olsun!
  • Bize cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü, insanlığımızı kazandıran Yüce Önder Atatürk ve O’nun askerlerini saygıyla, şükranla anıyorum..

HAPİS

Malezya eski Başbakanı Rezak yolsuzluktan 12 yıl hapis yatacak.

Bir gün mutlaka…

MÜDAFAA

Daha önce 14 festivali iptal ettirdiklerini öne süren “Müdafaai İslam Hareketi”, hedeflerinin Malatya’da düzenlenecek Fanta Gençlik Festivali’ni iptal ettirmek olduğunu açıkladı.

İktidar ve valileri kimlerle işbirliğinde?

İslam böyle savunulur işte!..

EKONOMİST

RTE enflasyonun %19 olduğu geçen yıl bu günlerde, “Enflasyonun daha da yukarı çıkması mümkün değil“ demişti. %80’e vurduğu bu günlerde düşüş için gelecek baharı gösteriyor.

Böyle ekonomist ABD’yi bile batırır…

AKIŞ

AB hibeleri AKP’lilere aktı (Veryansıntv Eray Çelebi haberi).

Nehir gibi aksa aç gözleri doymayacak…

PİSLİK

AKP Erzurum milletvekili Zehra Taşkesenoğlu boşanma davası açtığı eşinin evlenmeden önce bir şeyi olmadığını, kendisinin 2.5 milyon Dolar sermaye verdiğini söyleyip şimdiki zengin mal varlığının dökümünü yapmış.

Kendisi 2.5 milyon Doları nasıl kazanmış?

Damat bey hangi gücü arkasına alarak karun olmuş?..

 KEFİL

Nihat Genç kefalet mesajı attı;

  • “Sedat Peker’in rüşvet çarkını ifşa ettiği saray danışmanları ve vekillerini iyi tanıyor ve kefil oluyorum! Hepsi, namazında niyazında dini bütün imanlı çocuklar, hepsi günde bir kez Yasini şerif, beş kez Ayet-el kürsi, yirmi kez Fatiha okumadan ve abdestsiz haşa iş görmezler.”

Var mı imzalamayan?..

CİMER

SPK eski başkanı, onun AKP milletvekili kız kardeşi ve Cumhurbaşkanı danışmanının rüşvet istediği iddia edilen iş kadını Mine Tozlu Sineren, rüşvet olayı ile ilgili belgeli olarak CİMER’e başvuruda bulunduğunu, hiç ses çıkmadığını açıkladı.

Uyuşturucu baronunu hapisten çıkaran Kuzu da sarayda danışmandı ya.

CİMER de Cumhurbaşkanlığı bünyesinde ya.

Ana-kadı örneği…

SORUŞTURMA

Muhalefet partileri rüşvet olayının soruşturulması için savcılığa başvurdu.

SPK da, rüşvet mağduru iş kadını Mine Tozlu Sineren hakkında suç duyurusunda bulundu.

Hangisi soruşturulur?..

SAĞLIK

Rüşvetin baş rol oyuncularından Cumhurbaşkanı Danışmanı Serkan Taranoğlu’nun sağlık sorunları nedeniyle görevinden istifa ettiği açıklandı.

Ortalıkta gözükme, unutulsun, Saray soruşturulmasın istifası…

KAÇIŞ

Sedat Peker’in rüşvet iddialarında adı geçen Cumhurbaşkanı Danışmanı Korkmaz Karaca da istifa etti.

İstifa açıklamasında AKP ve RTE’ye hizmete devam edeceğini de ekledi.

  • Dokunma gideyim.
  • Git rezil olmayalım..

KIYIM

Boğaziçi Üniversitesi’nin kayyum rektörü Naci İnci 16 öğretim üyesini uzaklaştırmış.

Kayyum mı kıyyım mı?…

NAMAZ

Deve sidiğinin şifalı olduğu söylemi ile tanınan İlahiyatçı Ebubekir Sifil, mazeretsiz namaz kılmayanların öldürülebileceğini söyledi.

Sefil…

GÜLŞEN

Yaklaşık dört ay önce verdiği konserde İmam Hatiplileri aşağılayarak toplumun bir kesimine karşı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği gerekçesiyle sanatçı Gülşen tutuklandı.

  1. Bir kişinin hatası yüzünden genelleme yaparak suçlama ve aşağılama yanlıştır. Gülşen’i kınıyorum.
  2. Gülşen’in sözlerinin kat kat fazlasını söyleyenlere gık çıkarılmaz ve dokunulmazken, Onun tutuklanması vicdan ve adalete aykırıdır.
  3. Ahlakı bahane ederek uygulamaya destek olan iktidar yalaması kişi ve örgütler, imamın mikrofonu kendilerine dönünce uyanmakta gecikmiş olacaklardır…

BAĞIMSIZMIŞ!

Gülşen kararının kamuoyunda tartışılması üzerin HSK, “Yargı bağımsızlığına saygı gösterin” mesajı verdi.

Duyduk duymadık demeyin Gülşen’i tutuklayan yargı bağımsızmış…

KANDIRMACA

Gülşen’i tutuklayanlar “ev hapsi” ile saldılar.

Sanki adaleti uyguladılar…

HUTBE

DİB‘lığının 26 Ağustos Cuma günkü hutbesinde de Zafer’in mimarı Başkomutan Atatürk’ün adı anılmadı.

Hiç olmazsa Venizelos’a, Trikupis’e dua etseler…

ASBEST

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, “NAE Sao Paulo’ adlı gemi için verilmiş olan koşullu notifikasyon onayının iptal edilmesine karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda, geminin Türk kara sularına girmesine izin verilmeyecektir.” dedi.

Daha önce bu tür gemilerinin söküm işini yapan iki ülkeden biri olduğumuzu açıklamıştı.

Toplumdan yükselen tepkiler üzerine, Mehteran Bakanı olduğunu anımsadı…

YOK

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın “Şehirlerin kurtuluş yıldönümleri kutlanıyor. Kesinlikle karşıyım.” sözlerine işaret ederek, “Buradaki alçakça niyeti herhalde sezinliyorsunuz. Kurtuluş Savaşı’nı ve onun kahramanlarını yok saymak.” diye yazdı.

Fatih Bey, söze bak söz mü diye, söyleyene bak adam mı diye?..

KUTLAMA

Eski TBMM Başkanı Kahraman şehirlerimizin kurtuluş günlerini kutlamayı doğru bulmadığını, 30 Ağustos’un zafer olmadığını işgalcilerin istediklerini alarak gittiklerini söyledi.

  1. Keşke Yunan gelseydi” zihniyetindekiler 30 Ağustos’u kutlayamaz,
  2. Şehirler işgal edilirken düşman askerini tuz-ekmekle karşılayanlar, işgalden kurtuluşu kutlayamaz,
  3. 30 Ağustos, emperyalistlere karşı çarpışan bizim atalarımızın zaferidir,
  4. İşgalcilerin istediğini Sevr’de Padişah vermişti alıp da gidemediler. Bayramı kutlamak bize, üzüntüsünü yaşamak Kahraman’a kaldı…

UTANMAZ

RTE, ”Utanmadan, sıkılmadan işsizlik var diyorlar

TÜİK utanmadan, sıkılmadan 3.5 milyon işsiz var diyor. (Gerçek rakam kaç katıdır?)

Utan, sıkıl…

SİVAS KONGRESİ’nin 103. Yılı…

SİVAS KONGRESİ’nin 103. Yılı…

Dostlar,

Bu gün 4 Eylül 2022.. Tam 103 yıl önce, Mustafa Kemal Paşa, çok ağır 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkesi (Mütarekesi) kuralları bile çiğnenerek anayurt Anadolu’nun da neredeyse tümüyle işgaline ve yalnız öz yurdun değil;

Ulusun da “yok edilme” (açık soykırım!) planlarına karşı Anadolu’da çözüm ararken, Sivas’ta bir Ulusal Kurtuluş Kongresi düzenlemişti. Erzurum’da 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 arasında Kazım Karabekir Paşa’nın büyük desteğiyle yapılan ve yerel ölçekte kalan ilk Kongrenin ardından, Sivas Kongresi hem pekiştirme, hem süreklilik hem de savaşımı ulusal ölçeğe yükseltgeme amaçlarını taşımaktaydı..

İşte, ulusal kurtuluşu örgütleyen şanlı Sivas Kongresi’nin açılışının mutlu 103. yılındayız bu gün!

G i r i ş

Dersaadet, çağın devlerinden Almanya ile bağlaşıklığına (müttefikliğine) karşın 1. Dünya Paylaşım Savaşı’ndan yenik (mağluo) çıkmış ve burnunun dibine dayatılan Mondros Silahbırakışması’nı (Mütareke) bağıtlamak (imzalamak) zorunda kalmıştı. Devletlü (!) Müdafaa Nazırı (Savunma Bakanı) Enver Paşa, 2 Alman savaş gemisini (Göben ve Breslau) Boğazlardan Karadeniz’e geçirmiş, SSCB’ye karşı bunalım (kriz) çıkmasın diye de bu 2 savaş gemisini Osmanlı Devleti’nin satın aldığı (!) açıklanmıştı; hatta anılan 2 geminin adları değiştirilerek Yavuz ve Midilli yapılmıştı!

Ne var ki, Yavuz ve Midilli mahlaslarıyla (takma ad) Karadeniz’e açılan 2 Alman savaş gemisi Kırım – Sivastopol’ü bombalayınca, “Hasta Adam” Osmanlı, parçalanmaya giden acımasız tarihsel süreçte son perdeyi oynamak üzere kendisini otomatik olarak, Almanya bağlaşıklığıyla İtilaf Devletleri ile (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Bulgaristan..) savaşır bulmuştu.

Çoook geniş cephelerde 4 yıl süren (1914-18) tarihin en kanlı savaşlarından biri olan 1. Dünya Paylaşım Savaşı yitirilmişti. Milyonlarca şehit, gazi ve yitik (kayıp) Galiçya’dan Kafkasya’ya, Libya’dan Sina’ya, Hicaz’dan Balkanlara… dek 7 cephede boğuşmuş, deyim yerinde ise “diz çökmek” zorunda kalmıştık.

Enver Paşa, tüm olumsuz tabloya karşın, gerçekçi olmaktan son derece uzak, Atatürk’ümüzün nitelemesiyle “serüvenci” liğini bırak(a)mamış, 90 (doksan!) bine yakın vatan evladını, ham hayal “Turan” ülküsü (pan-Turanizm) uğruna Sarıkamış dağlarında donmaya terk ederek yurt dışına kaçmıştı (acı ki, ülke dışında öldü) ..

1881 Muharrem Kararnamesi ile Düyun-u Umumiye’nin (Borçlar Genel İdaresi) kurularak Osmanlı Maliyesi’nin tümüyle Batı emperyalizmine terki ile başlayan “kırılma” süreci, “Hasta Adam” Osmanlı‘nın nasıl paylaşılacağına 40 yıl sonra “artık” karar verilebildiğinden, yıkım planı Mondros Ateşkesi ile yürürlüğe eylemle (fiilen) sokulmuştu (30 Ekim 1918).

Mondros Ateşkesi’nin kurallarını çok aşan işgallerin ardından SEVR dayatılacağı açıktı.. Öyle de olmadı mı? 30 Ekim 1918’in üzerinden 2 yıl bile geçmeden 10 Ağustos 1920’de, İngiliz muhibbi (sevdalısı!) 36. ve son Padişah 6. Mehmet Vahidettin, sadrazamı Tevfik Paşa’yı Paris’e yollayarak, bırakalım öbür Osmanlı topraklarını, anavatan Anadolu’nun bile emperyalist işgalle paylaşılmasına imza koymadı mı? Kuvayı Milliye’yi asi ilan edip Yunan işgaline ses çıkarılmamasını sözde fetvalarla İngiliz uçaklarından Anadolu’ya attırmadı mı? Mustafa Kemal Paşa tüm bu ihanetleri SÖYLEV’inde açıkladı ve “alçak” (den’i) “soysuz” dedi Vahdettin’e.. Yanlış mı??

Sivas Kongresi Süreci

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 30 Ekim 1918’i izleyen 6 ay, “Mütareke İstanbul’u” nda kurtuluş çareleri için çırpınmış ancak Saltanat’ın teslimiyeti hatta daha sonra SÖYLEV’inde dile getireceği açık ihaneti karşısında, tek yol olarak Anadolu’da halkı örgütleyerek bir Ulusal Kalkışmayı, anti-emperyalist özgürlük ve bağımsızlık savaşını öngörmüştü. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışını, Mustafa Kemal Paşa, verili koşulları son derece akıllıca değerlendirerek yönetti. Padişahtan Ordu Müfettişliği görevi sağladı, Genelkurmaydaki arkadaşlarının da desteği ile. Mustafa Kemal Paşa, bu süreci özellikle anılarında açıkça yazmıştır. Sonradan kitaplaştırılan, Hakimiyet-i Milliye’de Falih Rıfkı Atay’ın kaleme aldığı yazılarda, tarihe not düşürmüştür.

19 Mayıs 1919 Samsun’a çıkış, 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919), Ali Rıza Paşa Kabinesi ile Amasya Protokolü (20-22 Ekim 1919). Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu Kongreye de, Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi, askerlikten istifa etmiş, herhangi bir resmi sıfatı bulunmamasının yanı sıra, boynunda İngiliz Muhipleri (sevenleri) Derneği’nin kurucusu son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in idam fermanı ile katılmıştır. Kendisine yakıştırdığı düşündürücü nitem (sıfat) şöyledir :

“Sine-i Millette ferd-i mücahitim..”

  • Sivas’a geçiş de kolay olmamıştır.. Elazığ Valisi Ali Galip, “yakalama” ve gerekirse infaz fermanı almıştır Pay-i Taht’tan (İstanbul’dan).. (Bizim akrabamız Diyab Ağa komutasında 3000 dolayında yurtsever Dersimli, en kritik sarp geçitlerde Mustafa Kemal Paşa ve konvoyunun Sivas’a geçişi için yaşamsal önemde tarihsel koruma ve güvenlik sağlamıştır..)

Bu kez, Erzurum Kongresi yerel kararlarının pekiştirilmesinin yanında, genelleştiril-mesi de hedeflenmiştir. Ne kararlar alındı Sivas Kongresi’nde ?

Sivas Kongresi, Temsil Heyeti’ni belirler, başkanlığına Mustafa Kemal Paşa’yı getirir ve görkemli meydan okuyuşunu, özgürlük bildirgesini dünya kamuoyuna şöyle haykırır :

  • Bugün ulusça bilinmekte olan iç ve dış tehlikelerin yarattığı “u l u s a l   u y a n ı ş” tan doğan Kongremiz, aşağıdaki kararları almıştır :

1. Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan silah bırakımı (mütareke) tarihinde (30 Ekim 1918, Mondros) sınırlarımız içinde kalan Osmanlı ülkesinin bölgeleri, birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılması olanaklı olmayan bölünmez bir bütün oluştururlar.

2. Toplumun bütünlüğü ve ulusal bağımsızlığımızın sağlanması için
ULUSAL GÜCÜ ETKEN ve ULUSAL İSTENCİ EGEMEN KILMAK kesin ve temel ilkedir.

3. Ülkenin herhangi bir bölümüne (Ulusal Ant sınırları içinde) yönelecek müdahale ve işgale, hep birlikte savunma ve direnme ilkesi meşru kabul edilmiştir.

4. Osmanlı hükümeti, bir dış baskıyla ülkemizin herhangi bir kesimini terk ve ihmal etmek zorunda kalırsa, ülke ve ulusun dokunulmazlığını ve bütünlüğünü güvenceleyen her türlü önlem ve karar alınmıştır.

5. Ülke bütünlüğümüzün bölünmesi düşüncesinden tümüyle vazgeçilerek bu topraklar üzerinde tarihsel, ırksal, dinsel ve coğrafyasal haklarımıza saygı gösterilmesini ve bunlara aykırı girişimlerin geçersiz kılınmasını, böylece hak ve adalete dayanan bir karar alınmasını bekleriz.

6. Ulusumuz, insancıl ve çağdaş amaçların yüceliğine inanır; teknik, ekonomik ve endüstriyel durum ve gereksinimimizi takdir eder. Bu nedenle, devlet ve ulusumuzun iç ve dış bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğünü korumak koşuluyla, önceki maddede açıklanan sınırlar içinde, ulusal ilkelerimize saygılı ve yayılma emeli beslemeyen herhangi bir devletin teknik, ekonomik ve endüstriyel yardımını hoşnutlukla karşılarız. İnsancıl ve adil koşulları taşıyan bir barışın kısa zamanda gerçekleşmesi, dünya ve insanlığın dinginliği için, en başta gelen ulusal emelimizdir.

7. Ulusların kendi yazgılarını kendilerinin belirlediği bu tarihsel çağda, merkezi hükümetimizin de ulusal istence bağlı olması zorunludur. Çünkü ulusal istence dayanmayan bir hükümetin tepeden inme ve kişisel kararlarına ulusça uyulmayacağından başka, bu kararların dışta da geçerli olmadığı ve olamayacağı şimdiye dek görülen eylemler ve sonuçlarıyla kanıtlanmıştır. Bu nedenle ulus, içinde bulunduğu kaygı ve sıkıntılardan kurtulmak çarelerine doğrudan başvurmak zorunda kalmadan, merkezi hükümetimizin Ulusal Meclis’i hemen ve hiç zaman yitirmeden toplaması, böylece vatan ve ulusun yazgısı hakkında alacağı bütün kararları Ulusal Meclis’in denetimine sunması zorunludur.

8. Vatan ve ulusumuzun karşılaştığı zulüm ve elemlerle ve tümüyle aynı ülkü ve amaçlar, ulusal vicdandan doğan vatansever ve ulusal derneklerin birleşmesinden oluşan genel kitleye bu kez “ANADOLU ve RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ” adı verilmiştir. Bu Dernek, her türlü particilik akımlarından ve kişisel ihtiraslardan tümüyle arınmış ve aklanmıştır. Tüm Müslüman yurttaşlarımız bu Derneğin doğal üyeleridir.

9. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği’nin 4 Eylül 1919’da Sivas’ta toplanan genel kongresi tarafından kutsal amaçları izlemek ve bütün örgütü yönetmek için bir “Temsil Kurulu” (Heyet-i Temsiliye) seçilmiş ve köylerden il merkezlerine dek bütün ulusal örgüt birleştirilmiş ve güçlendirilmiştir.

GENEL KONGRE KURULU / 11 Eylül 1919, Sivas

Sonuç ve Günümüze Bağlantı :

Her şeye karşın, emperyalizmin içeriden devşirdiği Ali Kemal’lerin, Ref’i Cevat Ulunay’ların, Refik Halit Karay’ların, Şeyhülislam Dürrizade’lerin.. ve aynı yoldaki güncel işbirlikçi takım da dahil tüm şürekanın akıl almaz yöntemlerle ahtopot örneği pek çok koldan saldırmasına karşın; Türkiye Cumhuriyetimiz dimdik ayakta. Sonsuza dek de ayakta kalacak, özgür ve onurlu varlığını sürdürecek elbette.

İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerinin aralarında para toplayarak Sivas Kongresi’ne temsilci olarak yolladıkları Tıbbiye’nin 3. sınıfındaki Hikmet (Boran), Mustafa Kemal Paşa’ya kafa tutacak denli ateşli bir tam bağımsızlık savunucusuydu. Çünkü tıbbiyeli arkadaşları O’nu bu amaçla (Tam bağımsızlık için!) Sivas Kongresine yollamışlardı. Çünkü onlar, 1915’te Çanakkale savunmasında hepsi şehit olan Tıbbiye 1. sınıf öğrencilerinin acılı ülküdaşlarıydı. 1921’de İstanbul Tıp Fakültesi hiç mezun veremedi..

Hep yineliyoruz; tarih engebeli bir yaşantı sürecidir, maratondur. “Akılcı bir sabırlılık” temel koşullardan biridir. Hele hele ülkemiz coğrafyasının ne denli belalı olduğunu uzun uzadıya irdelemek de anlamsız. Bu zor tarihsel süreçte, jeo-coğrafik konumda, bir yandan yüksek nitelikli jeo-politik konumun nimetlerini devşirirken, bir yandan da külfetlerini omuzlayacağız. Türkiye, hiç ama hiç kuşku yok büyük ve köklü bir devlettir. Son derece varsıl ve bize güç katan devlet kurma-yönetme deneyimimiz vardır ve doğallıkla genetik kodlarımıza da işlenmiştir bu yetilerimiz. Günümüzde Tek Dünya Devleti hatta hegemonyasına oynayan süper gücün yüz yüze olduğu güçlükler çok nettir. Hiç kimse, süt liman bir küresel hele bizim koordinatlarımızda bölgesel bir konjonktür düşlemesin. Bitmeyen, bitmeyecek olan -yoksa tarih de biter!- bu yaman diplomatik satranç sürecek.

Sivas Kongresi’ni en zor koşullarda, kelle koltukta başaran, Kurtuluş Savaşı’na yol ve yön veren saygın temsilcileri, Tıbbiyeli Hikmetleri, Mustafa Kemal Paşa’yı utandırmayacağız. Onları minnet, şükran ve saygıyla anıyoruz.

Hikmet_Boran

Tıbbiyeli Hikmet (Boran) (Orhan Boran’ın babası) (yanda)

Bize kutsal emanetleri Türkiye Cumhuriyetimizi sonsuza dek şanla yaşatacağız.

Atatürk Devrimleri, Türkiye topraklarında bu tarihsel gizilgücü (potansiyeli) yaratmıştır; Devrimci kuşaklar, geriye dönüşe asla izin vermeyecek güç, azim ve kararlılıktadır.

Bu böylece bilinmelidir.

Selam olsun Sivas Kongresi’ne, yiğitlerine ve kararlarına!

 

Sivas_Kongresi'ne_katilanlar

Bir milletin Cumhuriyet’ten bu yana 99 yıllık çağdaşlaşma azmi karşısında, bu girişimler zavallı Donkişot’un yel değirmenlerine saldırmasından daha zavallı değil mi??

CHP gerçekte Sivas Kongresi’nde kurulmuştur.. CHP bir yandan köklerine dönmeli ve onlara sarılmalı, onlarda güç ve yaşam bulmalı; bir yandan da, Mustafa Kemal Paşa’nın “sürekli devrimcilik”, “akla ve bilime dayalı olma” özellikle “6 Ok” .. gibi iyi bilinen ilkeleri doğrultusunda kendisini çağın gereklerine uyarlamalıdır. Bu o denli büyütülecek zor bir iş değildir ve “Yeni CHP, Y-CHP” olmayı içermez, gerektirmez de; tersine dışlar, reddeder..

  • Sürgüt kılınan OHAL rejimi altında başkalaştırılarak AKP – RTE açık darbesi ile otoriter – totaliter – hatta despotik dinci rejime savrulan Türkiye’de, kökleri Sivas Kongresine dayalı CHP’nin önemi ve işlevi olağanüstüdür.

Sivas Kongremizin 103. yılında, gelecek yıl 4-11 Eylül haftasında daha güzel bir içerik ve Türkiye gündemi paylaşma umut ve dileğiyle.. Örneğin ilk genel seçimlerde AKP’den kurtulmak dileğiyle.. Ardından RTE’ye Saray’dan indirmek ve yargılamak üzere..

Sevgi ve saygı ile. 04 Eylül 2022, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak . Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik

30 Ağustos Savaşı’nın önemi ve Cumhuriyete giden yol

Alev CoşkunAlev Coşkun

30 Ağustos 2022,
Cumhuriyet

 

30 Ağustos Savaşı, 9 Eylül 1922’de zaferle sonuçlandı. Bu savaş Türk tarihinin, yeni Türkiye’nin, Türkün geleceğinin bir dönüm noktasıdır.

Atatürk, 30 Ağustos Savaşı için şöyle diyor:

  • “Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli bu savaşla atılmıştır.”

30 Ağustos Savaşı’yla Milli Mücadele’nin ilk dönemi olan “silahla savaş” aşaması zaferle sonuçlanıyordu.

Artık ikinci aşama, Cumhuriyetin ilanı, toplumsal devrim ve dönüşümler, çağdaşlaşma başlayabilirdi.

Atatürk, daha Harp Okulu öğrencisi iken “Dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan yeni bir Türk devleti yaratmaktır.” demişti.

Atatürk Samsun’a çıktığı zaman, “Milli egemenliğe dayanan, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak gerekir. Onun için ‘Ya istiklal ya ölüm’” demişti.

30 Ağustos Savaşı ve 9 Eylül Zaferi ile yalnız vatan topraklarını işgal eden düşmanlar ve onları destekleyen emperyalist devletler yenilmedi.

Bu zafer, aynı zamanda Meclis’te bulunan padişah ve halife düşüncesinin de yenilgisidir.

O günlerde Meclis’te örgütlenen ve bugünlere kadar gelip “Keşke Yunanlar kazansaydı ve halifelik yaşasaydı” diyen zihniyet de yenilmiş oluyordu. Bu zaferden sonra, Türkler bağımsızlıklarını kazandılar ve Atatürk, Aydınlanma devrimlerini başlatmak için güç ve moral kazandı.

Atatürk, 30 Ağustos Dumlupınar Savaşı’ndan iki yıl sonra 1924 yılında savaşın geçtiği yerde bir konuşma yaptı. Zaferi anlattı ve daha sonra yapılacak devrimlerden söz etti. Bu çok önemli konuşmayı gazetemiz bugün aynen veriyor. Atatürk 30 Ağustos için, Dumlupınar tepesinde şöyle diyor:

  • “Milli tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçları olan ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine de yeni hareket vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum.”

Devam ediyor:

  • “Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı. Sonsuz hayatı burada taçlandırıldı…
  • Efendiler, bu muazzam zaferin çeşitli etkenleri üzerinde en önemlisi ve en yükseği, Türk milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini eline almış olmasıdır.”

EKONOMİK BAŞARI

Atatürk, şöyle devam ediyor:

  • “Efendiler, milletimiz burada kutladığımız zaferden daha önemli bir zafer peşindedir. O zaferin anlamı milletimizin ekonomi sahasındaki başarılarıyla mümkün olacaktır.
  • Efendiler, artık bugün hayat ve insanlık bütün gerçeğiyle ortaya çıkmıştır. Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkarılmalıdır.”

Bilindiği gibi, savaş aşaması bitince Aydınlanma aşaması başladı ve devrimler birer birer gerçekleşti.

Önce saltanat kaldırıldı, sonra Cumhuriyet ilan edildi.

Daha sonra halifelik kaldırıldı. Mahalle mektepleri, medreseler kaldırıldı. Öğretim Birliği sağlandı.

Atatürk’ün 1905 yılında yüzbaşı iken söylediği, “Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden yeni ve genç bir Türk devleti kurulmalıdır.” düşüncesi gerçekleşiyordu.

15 yılda gerçekleştirilen Aydınlanma devrimleriyle, Türk toplumu laik bir hukuk düzenine kavuştu, çağdaş ve uygar bir topluma dönüştü.

DEVRİMLERİ GERİ ALAMAYACAKLAR

Atatürk Devrimlerinin özellikle çok partili sisteme geçildikten sonra kemirilmeye, tırpanlanmaya, geri götürülmeye, yok edilmeye çalışıldığı biliniyor.

DP’nin Atatürk Devrimlerini, “halkın kabul ettiği ve etmediği” diye ikiye ayırdığı biliniyor. Son 20 yıldır Atatürk’ün adının havaalanlarından, stadyumlardan, okullardan silindiği biliniyor. Ama bunlar nafiledir.

Aydınlanma devrimleri ve laik Cumhuriyet bazılarının sandıklarının tersine
bu topraklarda öyle kökleşmiştir ki ne yaparlarsa yapsınlar
bu devrimleri yıkamayacaklar, onu geri alamayacaklardır. 

Güneşi tersten doğuramazsınız, nehirleri tersine akıtamazsınız. Doğanın evrensel kuralları geçerlidir. Atatürk ne diyor?

  • “Uygarlığın coşkun seli karşısında direnme boşunadır. Ortaçağa ait düşünüş biçimleriyle ilkel hurafelerle yürümeye çalışan milletler yok olmaya ya da tutsak olmaya mahkûmdur.”
Arkadan gelen bir gençlik var. Bir dip dalgası var. Türk halkı halifecilerin, yeni
Osmanlıcıların isteklerine uyup geriye gitmeyecektir…
Kuvayı Milliyeciler ölmez, Atatürkçüler tükenmez…

30 AĞUSTOS’LARI EN İYİ ANLATAN ŞİİRLER, ATATÜRK’Ü EN İYİ ANLAYAN OZANLARIN ŞİİRLERİDİR!

Prof. Dr. Özer Ozankaya
ADD Kurucu Üyesi, 4. Gnl. Bşk.

Atatürk’ün deyişiyle Türk Devrimi, Kurtuluş Savaşı aşaması da içinde olmak üzere, bütünüyle bir Uygarlık Tasarımı niteliğindedir.

Türk Devrimini kuşaklar ve kuşaklar boyunca gönüllerde ve kafalarda canlı tutacak ozanlar, onu ideolojileri aşan bütünlüğüyle kavrayan, yani ideoloji-tutsağı olmayan ozanlarımızdır.

Ceyhun Atıf Kansu bu ozanların başta gelenlerinden birisi ve kanımca en bütünsel işleyenidir.

O’nun BAĞIMSIZLIK GÜLÜ şiiri, 30 AĞUTOS’larda tüm yurtta bayrak gibi dalgalandırılması gereken bir şiirdir, görüşündeyim.

BAĞIMSIZLIK GÜLÜ

Dr. Ceyhun Atuf Kansu

Yerden alıp o gülü
Hangi gülü?
Bir topçu neferinin
Sakaryalı yaz toprağında
Sıcak kan gülü.

Alıp koklamak o gülü
Hangi baharda?
Türkçenin özgür kırlarında
Türkülerde burcu burcu,
Bilgeliğin ana gülü!

Bir basmadan alıp o gülü,
Hangi basmadan?
Nazilli fabrikasından
Pamuğumuzdan, emeğimizden,
Dokuduğumuz halk gülü.

Hoyrat ellerinden alıp o gülü
Hangi ellerden?
Uzak Teksaslı çobanların

Bilmediği, uğruna can vermediği
Türkiyeli o çileler gülü.

Yerine koymak, kutsamak o gülü,
Hangi yerine?
Mustafa Kemal’in bahçesine
Bir ulusun suladığı beslediği
Yediveren bağımsızlık gülü!

CUMHURİYETİN KAZANILDIĞI TOPRAKLAR

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı

Ulusal Kurtuluş Savaşımız göz yaşartıcı kahramanlıklarla doludur. Bu savaşı en iyi anlatan da Nazım Hikmet’tir. Memleketimden İnsan Manzaraları adlı yapıtında en önemli bölüm Kuvayı Milliye Destanı’dır. Bu destansı savaşı anlatanlar ne yazık ki “Vatan, Millet, Sakarya edebiyatı” yapmakla eleştirilir, Hatta alay edilir.

Ulusal Kurtuluş Savaşımız gerçekte büyük ölçüde Sakarya nehri ve kolları çevresinde gerçekleşir. Benim askerlik görev sürem de işte bu coğrafyada geçti. Yedeksubay Okulum Polatlı Topçu ve Füze Okuluydu. Üstelik tam da Sakarya Savaşının yıldönümüne rastlayan günlerde… Hem savaş alanlarını çok iyi tanıdık, hem de Taktik derslerinde savaş ile ilgili ilginç değerlendirmeler yaptık. 22 gün ve gece süren savaş sırasında 15 kez el değiştiren Karatepe, Mangal Dağı ve Haymana sınırlarına uzanan savaş alanını tanıdık. Acıkır denilen çorak alanda top atışları yaptık. Şimdi Ankara yolunun kenarına dikilen çok katlı binalar nedeniyle neredeyse hiç görünmeyen Sakarya anıtı ve şehitliğini, “subay savaşı” adı verilen bu kanlı savaştaki şehitler listesi ile bu listedeki azınlıklara mensup şehitlerin isimlerini okuduk. Silah yokluğunda elbise ve silahları ile kaçanların infaz edildiği “İnfaztepe”yi gördük.

Yedeksubaylık görevimi ise Sakarya Nehrinin denize kavuştuğu Adapazarı’nda yaptım. Adapazarı olayının anlatacaklarımla pek ilgisi görünmeyebilir. Başkomutanlık Meydan Muharebesi adını verdiğimiz savaşın geçtiği alanı görenler, savaş alanının çevresindeki tepelerde taşlarla yazılmış sayılar görecektir. Bu sayılar savaşa katılan birliklerin numaralarıdır. Bu savaş alanında yakın zamanlara dek yapılmayan müthiş 30 Ağustos Zafer bayramı törenleri yapılırdı. Bu törenlere tepelerde taşlarla yazılı birliklerin sancakları ile birlik komutanları katılır, esas tören birliklerini ise savaş alanına en yakın birlikten gelen Alay düzeyindeki birlik oluştururdu. İşte savaş alanına en yakın ve savaşa katılmış birlik de bizim Adapazarı’ndaki Alayımızdı. Törenlere yaklaşık bir ay kala birliğimiz (Bir piyade alayı, bizim topçu taburumuz ve mekanize bölüğümüz) tören alanına giderek yaklaşık 1 ay bu tarihsel topraklarda çadırlarda tören hazırlıkları ile geçirdik.

İlginçtir, üniversite yıllarımda ilk stajımı da yine aynı zaman dilimine rastlayan günlerde Afyon’da yapmış ve savaş alanlarını tanımıştım. Çadırlı ordugahta kaldığımız günlerde törene katılacak bütün araçlarımızın bakımı (yeniden tümüyle boyanması dahil) tören geçiş hazırlıkları, günlük eğitimler yanında savaş alanlarını tek tek tanıdık. Savaş alanına yakın bir pınardan akmaya başlayan derecik Sakarya Nehrinin öbür kolu Porsuk nehrinin başlangıç noktasıydı. Gediz Nehri ile Küçük Menderes Nehri de bu bölgeden doğuyordu. Şimdi baraj suları altında kalan bölgeye Dumlupınar adı verilmesi de bu su kaynakları nedeniyledir. Ancak bizim ordugah bölgemizde içme suyu olmadığı için Çalköy ilerisindeki cılız bir çeşmeden kağnıları seyrederek su doldururduk.

Savaş alanı Kütahya, Uşak, Afyon illerinin kesim noktasında, ancak ıssız bir alandaydı. Her yan şehitliklerle doluydu. Kent Sancaktar Mehmetçik Anıtı, Yüzbaşı Şekip Efendi Anıtı, eski adı Küçükköy olan Yıldırım Kemal şehitliği, Çalköy müzesi, Zafertepe’deki Atatürk’ün Savaş İdare yeri ve Zafertepe anıtı, Dumlupınar’daki Atatürk müze evi. Dumlupınar meydanında “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri Anıtı (İTÜ Öğretim Üyesi Heykeltraş Prof. Dr Yavuz Görey yapmış), Büyükkalecik Köyündeki Yüzbaşı Agah Efendi Şehitliği, Tınaztepe, Kocatepe, Çiğiltepe ve sonradan yapılan Dumlupınatr şehitliği…

Çadırlı ordugahta bulunduğumuz süre içinde çevre köylüler tarlalarda buldukları savaş kalıntılarını getirip teslim ederler biz de postal, çarık, matara, kemer tokası, mermi kalıntısı kemik vb. kalıntıları Dumlupınar müzesine teslim ederdik.

Çadırlı ordugahta bulunduğumuz bir aya yakın sürede bu kuş uçmaz kervan geçmez yere neden geldiğimizi pek kavrayamamıştık. Taa ki 30 Ağustos sabahına dek. 29 Ağustos akşam üzeri savaş alanının yanındaki boş yere önce kamyonlarla satıcılar gelip satış yapacakları çadırları kurmaya başladılar. Tam bir panayır oluştu. Müthiş bir Pazar yeri kuruldu. 30 Ağustos sabahı çok erken saatlerde yoğun bir uğultuyla uyanarak çadırlarımızdan çıktık. Ortalık kamyon, kamyonet, minibüs, kağnı, at, eşek, minibüs ve otomobil kaynıyor hepsinin kasalarından adeta insan fışkırıyordu. Belki yüz bin kişi bir anda töreni en iyi seyredecek tepeleri doldurdu. Bir bölümü çadırlarımızın bulunduğu bölgeye gelip bize hediyeler veriyordu. Önemli bir kesiminin babası – dedesi savaşı yaşamış, dinlemişlerdi. Hiç bu denli coşkulu bir bayram kutlaması görmemiştim. Törene katılan kalabalık, tören geçişinin sona ermesinden sonra panayır bölgesini de gezerek saatlerce bölgeden ayrılmadı.

Aynı günün akşamı kurulan alçakgönüllü sofrada o gün rütbe alan subaylar yıldızlar altında yeni yıldızlarını omuzlarına takarak kutlamaları kabul ediyorlardı. Bu olayı yaşamadan Kurtuluş Savaşımızın kutsallığını kavramak acaba olası mıdır? Bölgeyi çok iyi tanıdığım için, yıllarca her 26 Ağustos ya da Zafer Bayramı öncesi bölgeye yapılan gezilere rehberlik yaptım. Pek çok ziyaretçi geziyi gözyaşları ile sürdürdü.

Her gezide şunu söylemişimdir: Halkımız her yıl milyonlarca Doları kilometrelerce uzaktaki “Kutsal Toprakları” ziyaret ederek “hacı” oluyor. Acaba Anadolu’nun bağrındaki bu kutsal toprakları gezip görmeden bu ülkeye sahip çıkılabilir mi?

Bir başka acı olayı da not etmeden geçemeyeceğim : Yakın yıllara dek kanlı savaşların geçtiği bu bölge, görkemli bir buğday ekim alanıydı. Tarımda ürün yerine tapuya destek verilmesi politikaları nedeniyle, artık, kanla sulanan bu kutsal topraklar verimsizliğe ve kimsesizliğe terk edilmiş durumda.

Yakın zamanlara dek Afyon kent girişlerinde çok büyük tabelalarda “Cumhuriyetin Kazanıldığı Topraklardasınız” yazısı göze çarpardı. Son yıllarda bu tabelalar bakımsızlığa terk edildi. Buna karşılık Isparta ilinde Afyon’a gönderme olarak “Saidi Nursi’nin Yaşadığı Topraklardasınız” yazıları görülmeye başladı.

  • Cumhuriyetin Kazanıldığı Topraklara sahip çıkamayanlar, Cumhuriyete de sahip çıkamaz…

Büyük Zaferin YÜZÜNCÜ YILINDA bize bu utkuyu (zaferi) armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile dava ve silah arkadaşlarını, kahraman şehitlerimizi, merhum gazilerimizi saygıyla anıyorum.

Gazi Mustafa Kemal’i görüyorum…

Erdal Atabek
Dr. Erdal ATABEK
erdalatak@gmail.com
29 Ağustos 2022 Cumhuriyet

 

Akşehir’deyiz. Kurtuluş Savaşı’nın ölüm kalım günleri. Batı Cephesi karargâhı burada. İki katlı evin üst katında küçük bir odada Gazi Mustafa Kemal komutanlarla toplanmış. Masaya büyük bir harita serilmiş. Kuvvetler, saldırı yolları, günler saatler konuşuluyor.

Gazi Başkomutan Mustafa Kemal konuşuyor:

“20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra 16.00’da Batı Cephesi Karargâhı’nda, yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmenin ardından 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana saldırı için cephe komutanına emir verdim.”

Nutuk’ta bunları yazıyor.

“26 Ağustos sabahı Kocatepe’de bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle saldırı başladı.

Efendiler, 26-27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde düşmanın Afyonkarahisar güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğundaki sağlamlaştırılmış cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar civarında kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonrasında düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve tutsak aldık. Düşman ordusunun başkomutanlığını yapan General Trikupis de tutsaklar arasında bulunuyordu.

Demek ki tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oldu.”

Yunan ordusu bozgun halinde kaçarken geçtiği yerleri yakıp yıkıyordu.

Ama 9 Eylül’de İzmir’e giren Türk ordusu başkomutanın verdiği emri,

“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini yerine getirmişlerdi.

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, bundan sonra bütün vatanın kurtuluşunu gerçekleştirecekti.

Sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu oluyordu.

Çağdaş uygar dünyanın seçkin bir örneği olarakBağımsız-Laik-Uygar Cumhuriyetkuruluyordu.

Bundan sonraki seferberlik eğitim seferberliği, sağlık seferberliği, tarım ve endüstri alanlarında seferberlik oluyordu.

Kendine yetmeyi hedefleyen üretim ve ekonomi programları, ulusal bankacılık, yeraltı ve yerüstü servetlerini devlet eliyle işletmeyi amaçlayan planlar yürürlüğe konuyordu.

YÜZ YILIN SONRASINDA BUGÜN

Yarının tarihi 30 Ağustos 2022.

1922 yılından yüz yıl sonrasında Gazi Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ü görüyorum. (1934 yılında TBMM kararıyla Atatürk soyadı verilmiştir.)

O’nu yeniden görüyorum.

Gene kararlı.

Önünde gene Türkiye haritası.

Gene düşman güçlerini hesaplıyor.

Gene düşmanı yenme planlarını yapıyor.

Yanında kurmayları.

Şimdiki kurmayları öğretmenler, doktorlar, mühendisler, hukukçular, ekonomistler, sosyologlar, sanatçılar.

Şimdiki kurmayları hep aynı;

Bilim insanları, sanatçılar, toplumun bilinçli insanları.

Atatürk’ü yeniden görüyorum.

Atatürk’ü yeniden dinliyorum.

Bir kez daha büyük.

Bin kez daha büyük.

Büyük Atatürk.

Yolun yolumuz. Biz de biliyoruz.

Sen de biliyorsun.

BU VATAN BÖYLE KURTULDU

Herkesin bir kez daha, bir kez daha bilmesi gerekiyor.

Bu vatan böyle kurtuldu.

Bu Cumhuriyet böyle kuruldu.

Şimdi soyguncuya bırakılamaz.

Şimdi vurguncuya bırakılamaz.

Şimdi goygoycuya bırakılamaz.

Şimdi cehalete teslim edilemez.

Şimdi din sömürücülerine bırakılamaz.

Şimdi dogmaya, hurafeye, yalana, talana bırakılamaz.

Nanköre, yalancıya, görmezden gelene, bilmezden gelene, yan çizene, kaçmaya hazırlanana bırakılamaz.

Siz, Atatürk’ü inkâra yeltenenler.

Sadece kendinizi inkâr ediyorsunuz.

Daralan alanınızda tepiniyorsunuz.

Artık sonucu siz de görüyorsunuz.

Zafer haklı olanındır.

Zafer vatanı kurtaranlarındır.

Zafer laik Cumhuriyeti kuranlarıdır.

  • Yüz yıl sonra da zafer Atatürk’ündür.

Yüz yıl sonra da zafer Atatürk’ün yolundadır.

Yüz yıl sonra da…

Bıktıran “Gemi” Muhabbeti

GÜNCEL26.08.2022, BİRGÜN


İ
çten içe çürümenin, zayıflamanın, yıpranmanın da ötesinde, artık tamamen iflas etmiş ve bu ülke vatandaşlarına 1 gramlık bile ümit veremeyecek duruma gelmiş olan rejim, en tepedekİ yüce otoriteden başlayarak, en sıradan emir erlerine, trolüne kadar artık bilindik bayat klişelere başvuruyor.

Son günlerde, milleti (sözüm ona) tehdit etmek için peş peşe kullandıkları ifadeler, çaresizliğin ve “bitmişliğin” somut işaretleri anlamına geliyor. Ama bir yandan da, bu zihniyeti ve bu kafayı öteden beri doğru tahlil edenlerin hep vurguladığı o “acımasızlığı, nobranlığı, kindarlığı, intikamcılığı, kibir ve küstahlığı” yine – yeniden ortaya koyuyor. Bunun “en pervasızca” örneğini de en tepedekinden duyduk hafta başında:

Kabine toplantısından sonra konuşan, her zamanki gibi kendisinden ve yönettiği-yönlendirdiği kadrolardan başka (içte, dışta) herkesi ve her şeyi suçlayan Cumhurbaşkanı, “Hepimiz aynı gemideyiz. Gemi hızla yol alırsa, kazanan hepimiz olacağız. Su alarak batarsa, hepimiz boğulacağız” deyiverdi.

Yaptığı ettiği, daha doğrusu mahvettiği her şeyin sorumluluğunu hep başkalarına yükleme adetinden vazgeçmeyen “Reis”in, aslında ortada “batmakta olan bir gemi” olduğunun da ikrarı-itirafı anlamına gelir bu sözler.

Aynı konuşmasında anlattıklarına bakılırsa, ekonomi ile ilgili tüm aktörler suçlu(!) İş çevreleri, bankalar, esnaf, perakendeciler, piyasadaki tüm iç ve dış oyuncular, hatta bir kısım bürokrat ve tabii ki “muhalefet” bile suçludur. Ama bir tek, kendisi ve çevresinde kalmış bir avuç karar verici masumdur(!) Onlar “hızla su alan, batmaya yüz tutmuş gemiyi” kurtarmaya çabalamaktadır. Eğer destek verilmezse (bunu, seçimlerde bilmem kaçıncı kez oyunuzu yine bana verin diye okumak lazım tabii) batacağız. Hem de hep birlikte!..

Yersen.

Tabii ki kimse yemiyor artık.

Çünkü bu gemi dediği geminin tarifini, kendisi ve çevresindeki bir avuç insan haricinde hiç kimse aynı şekilde yapmıyor. Bambaşka bir gemideler kendileri. Eğer “gemi”den kasıt, muazzam bir enkaz haline getirdikleri Türkiye Cumhuriyeti’ nin ekonomisi, hazinesi, kaynakları, finansal çarkları filansa, zaten suyun dibine doğru hızla yol almakta bunlar. Tamtakır hale getirdikleri rezervler, olağanüstü boyutlara varmış dış borç, alınan “saç baş yoldurucu” kararlarla her geçen gün daha da eriyen paranın değeri ve roket gibi yükselen enflasyon ve buna bağlı yaşanan ağır yıkımsa, zaten “batacak bir şey bile” kalmamıştır ortada.

Yok, eğer kendi iktidarları ve tutunmaya çalıştıkları koltuk ise o “gemi” de bizi, yani 86 milyon vatandaşı hiç ilgilendirmiyor tabii. Çünkü, milletin açlığı ve sefaleti pahasına; refahtan, zenginlikten, bolluktan nasibini alan ve iktidar çeperine sıkı sıkı tutunmuş bir avuç rantiye, şişmekten artık patlayacak hale gelmiş bankacı, 5’li, 6’lı, bilmem kaçlı çetelerin mensupları, 20 senedir “semirirken” bu “gemi” muhabbetini yapan “kaptan” dahil, hiçbiri halkın nerede olduğunu, gemide mi, filikada mı yoksa daha yola çıkılırken ıssız bir adada sahilde terk edilmiş mi olduğunu düşünmüyordu.

O nedenle, “geminiz” de, “batıp batmayacağı” da bizi ilgilendirmiyor artık, muhteremler.

İstediğiniz kadar, küstah danışmanlarınıza-beslemelerinize Yok olacaksınızmealinde demeçler verdirin.

İstediğiniz kadar, trollerinize Asarız, keseriz, boğarız diye tehditler yağdırmaları emrini verin.

İstediğiniz kadar, ona terörist, buna hainötekine satılık vb. sıfatlar yakıştıran bakanlarınızı, bademcikleri görünene kadar yüksek sesle bağırtın.

İstediğiniz kadar, daha önce aşağılayarak yanınızdan kovduğunuz bazı palyaçolara TV ekranlarından ve sosyal medyadan jelibonlu, melibonlu, Abu Bakarlı filan şaklabanlıklar yaptırıp gündemi yumuşatmaya çalışın.

İstediğiniz kadar, size biat etmeyen basın yayın organlarını, ilan geliri, yasal baskılar, soruşturmalar, ekran karartmalar, mahkeme koridorlarıhapis cezaları gibi yöntemlerle sindirmeye çalışın.

Nafile!

O geminizin, 20 yıldır millete nanik yaparak, yalılarınızın iskelelerinden yola çıkıp Boğaz’da “Lale Devri” benzeri turlar attığınız geminizin batışını bizler büyük bir keyifle izleyeceğiz. Çünkü orada değiliz. Ne kaptan köşkünde, ne makina dairesinde, ne güvertesinde, ne kamarasında, ne de depolarında, bizden eser bile yoktu hiçbir zaman.

Kendiniz çalıp kendiniz oynayarak mavi sularda seyrettiniz.

86 milyon ekmek derdinde iken, adeta milletle alay ederek kadehlerinizi kaldırırken hiç bugünkü “batış” sahnesini hesap etmediniz.

Şimdi bize parmak sallayarakBirlikte batarız ha nutukları atarken utanmıyor olabilirsiniz. Ama o da sizin sorununuz.

KOVİT-19 SALGININDA GÜNCEL DURUM.. TÜRKİYE ve DÜNYA

Dostlar,

23 / 23 Ağustos 2022 gece yarısı saat 00:00 – 00:30 arasında TELE1‘de Sn. Tuncay Mollaveyisoğlu‘nun “Anında Manşet” programına konuk olduk.

Kovit-19 salgını gündemden düşürülmek isteniyor. Ama “Virüs”, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un dokunaklı söylemiyle “.. çekip gitmiyor..”!

Sağlık Bakanlığı günlük “sınırlı” veri açıklamayı da bıraktı. Sözde haftalık “çok sınırlı” veri paylaşıyor ancak o da çok düzensiz ve sayısal verileri derinlemesine çelişkili.

Takvim şu anda 27 Ağustos 2022 (05:07) ancak Sağlık Bakanlığının resmi web sitesinde yer alan son veri aşağıda (Covid19 (saglik.gov.tr).

21 Ağustos 2022 günü paylaştığımız bir cik (tweet) iletisinde şunları yazmıştık :

  • Yurttaşlar, son 3 hafta kovit ölümleri, Bakanlık resmi verisi:
  • 25.7.-1.8 2022: 337, günlük 48
  • 1-7 Ağust. 380, günlük 54
  • 8-14 Ağust. 342, günlük 49
  • Kapalı yerlerde maske zorunlu olmalı,
  • 12+ yaş cocuklar hızla aşılanmalı.
  • Salgın hala ciddi, siz de Bakanlık da onu çok ciddiye alın lütfen.

Son 3 haftada her gün ortalama 50 dolayında yurttaşı Kovit’e kurban veriyoruz..
Resmi rakam bu, gerçeği olasılıkla bunun 2-3 katı!!??

Ancak AKP’li Sağlık Bakanlığı sus pus… Olacak şey değil..
Kağnı hızıyla ilerleyen güncellenmemiş aşılama dışında hemen hiçbir önlem yok.

Yoğun bakımda yatan hasta sayısı gene Sağlık Bakanlığı resmi verisiyle 975 ve hemen heme 2 aydır bu sayı sabit!

Oysa böylesi bir durumun matematiksel olasılığı sıfıra çoookkkk yakın!
AKP bizimle ve dünya ile dalga geçiyor. Ne söylesek boş. Uluslararası istatistiklere de veri yollamıyor. Yolladıkları ise evlere şenlik ve hiçbir tutarlık taşımıyor..

Böyle ciddiyetsizlik ve halka, dünya kamuoyuna saygısızlık olmaz! Utanıyoruz sizin yerinize. Hiçbirşey yokmuş gibi davranıyor, hiçbir önlem almıyorsunuz ve her gün “resmen” 50 dolayında masum insanımızı büyük ölçüde korunulabilecek bu hastalığa feda ediyoruz.

Çoğu önlenebilir bu ölümlerin sorumlusu AKP iktidarıdır. Ülkede her şeyi berbat ettikleri gibi, en temel insan hakkı olan YAŞAM HAKKINI bile hiçe saymaktalar.

Kimsenin yanına kalmaz.. gün olur, bu hesaplar yargıda sorulur..

2 yıldır ölüm istatistiklerini de açıklamayan ceberrut bir iktidar ile yüz yüzeyiz.

İktidar, insanların sabrı ile oynuyor ve adeta isyana kışkırtıyor, karmaşa çıksın istiyor!? Ardından da ver elini OHAL, OHAL altında seçim ya da seçimleri erteleme.. Ya sabır!
***
Yaklaşık yarım saat Sn. Mollaveyisoğlu ile bu konuları konuştuk ve soruları yantladık. Örn. 2 aydır ısrarla vurguluyoruz;

  • 12+ yaş çocuklara Temmuz ve Ağustos’ta 2 aşı… Okullar Eylül’de açılacak ve bu aşılama da yapılmadı, 27 Ağustos’a geldik..

Program 3 saati aşkın.. Bizim konuşmamız 2. saat 39. dakikada başlıyor..

Dünyada ve Türkiye’de durumu, olası gelişmeleri, rikleri ve yapılması gerekenleri sunduk. Halkın kendisini koruması gerek. Kapalı alanda maske ve aşıları zamanlı yaptırmak önemli.. Okul çocuklarının aşıları da..

  • Hep vurguluyoruz;
  • Ülkemiz AKP’nin kurgulu politikalarıyla KORKUNÇ BİR YOKSULLAŞTIRMA yaşamakta..
  • Bu koşullarda sonbahar ve özellikle kışın salgın çok ağır gidebilir ve çok can alabilir.
  • Halk yoksul, beslenemiyor, morali bozuk, işsiz, umutsuz…
  • Bu koşullar bağışık sistemi çok zayıflatır, direnci kırar..
  • Üstünde özellikle durulmalı bu çok kırılgan yanımızın..

Basın ve muhalefet salgını gündemden düşürmemeli..

TELE1’e ve Sn. T. Mollaveyisoğlu’na duyarlığı için teşekkür ederiz.
Programın izlenmesi, paylaşılması ve yararlı olması dileğiyle..

Ne var ki, bilgisayarımızın kamerası açılmadı ve görüşmede bir fotoğrafımız ekrana verilerek salt sesli yapılabildi..

Sevgi ve saygı ile. 27 Ağustos 2022, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

26 AĞUSTOS BÜYÜK TAARRUZ VE 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMININ ANLAM VE ÖNEMİ YA DA KURTULUŞ SAVAŞI NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

26 AĞUSTOS BÜYÜK TAARRUZ VE 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMININ ANLAM VE ÖNEMİ YA DA KURTULUŞ SAVAŞI NEDİR?

Kurtuluş Savaşı :

1- Türkiye Halkının Büyük Önder M. Kemal Atatürk‘ün önderliğinde toplanıp vatanını, bayrağını, namusunu ve onurunu kurtarmak için, malıyla, kanıyla ve canıyla topyekun kenetlenerek tüm gücüyle kendi ulusal bağımsızlık ve özgürlüğü için, deyim yerindeyse ise canını dişine takıp var ya da yok olma savaşımında (mücadelesinde) var olmayı, ayakta kalmayı ve yengin (muzaffer) olmayı başarmasıdır.

2- Vatanımıza yabanıl (vahşi) sırtlan sürüleri gibi saldıran emperyalist canavarların yenilmesi ve yurttan kovulmasıdır. Koşulsuz, kısıtlamasız tam bağımsızlık ve siyasal özgürlüktür. Kendi ülkesinde her yönden tam egemenliktir (hükümranlıktır). Emperyalist sırtlanlara diz çöktürmektır.

  • Lozandır, Türkiye’nin tapusu ve tabusudur!

3- Türkiye’yi bir kişi ya da ailenin; yani Osmanlı hanedanının kişisel mülkü; devleti de aynı ailenin kişisel devleti olmaktan kurtarıp toprağı bütünüyle (topyekun) ulusun vatanı ve devleti de yine ayrıksız (istisnasız) herkesin devleti yapabilmenin yollarını açmaktır. Milleti / Ulusu kendi vatanının ve devletinin öz sahibi yapmaktır.

5- Halkın çok güçlü ve çok istekli, tam bağımsızlık istencinin (iradesinin), somutlaşmış bir sonucu olarak bir HALK DEVLETİ kurabilmenin yolunun açılmasıdır. Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasıdır. Din ve vicdan özgürlüğüdür. Vicdanlara baskı yapan teokratik, dinci devlet yapısını değiştirmek, Hilafet makamına son verebilmektir. Kul ve ümmet olmaktan kurtuluş, özgür ve başı dik yurttaş ve onurlu Ulus olma yoludur. Yasalar önünde eşit yurttaşlıktır. Ulusal istençtir (milli iradedir).

6- Devleti yönetme rotasının akıl ve bilim eksenine oturtulmasıdır. Çağdaşlaşmadır, anayasal hukuk devletidir. Atatürk ilke ve devrimleridir. Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasasıdır.

7- Büyük bir zihniyet devrimidir. dünyevi, insani ve toplumsal yaşam reçetelerini akıl ve bilim rortasından giderek üretebilmenin yolunun açılmasıdır.

BU DUYGU ve DÜŞÜNCELERLE, BİZE TAM BAĞIMSIZ ve ÖZGÜR BİR VATAN ve DEMOKRATİK, LAİK ve ÇAĞDAŞ BİR CUMHURİYET ARMAĞAN EDEN, BAŞTA GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ile DAVA ve SİLAH ARKADAŞLARI OLMAK ÜZERE TÜM KURTULUŞ SAVAŞI SEHİT ve GAZİLERİMİZİ ŞÜKRAN ve MINNETLE ANARAK;

  • HERKESİN ZAFER BAYRAMINI KUTLARIM.

Ekmek, esnaf, hukuk

“Demokrasi ve anayasa sokaktaki vatandaşın umurunda değil, onun derdi mutfak ateşi…” Bu vb. sözler, hemen her akşam tv ekranlarında dillendirilir.

Bu tür görüşlerin haklılık payı ne?

BARTIN / EDİRNE / YALOVA

Son haftalarda Bartın / Edirne / Yalova’da, esnafla doğrudan temas ve iletişim olanağım oldu; “sokaktaki insan”! ile.

Birbirinden çok farklı, berberinden su satıcısına kadar, ziyaret ettiğimiz en işlek caddelerdeki yüzlerce işyeri ve mağazalar bomboş.

Viran demek, daha betimleyici. Kimi zaman işletmeci/leri bile ortalıkta gözükmüyor. Öğle sonrası saatlerde bile “siftah” yapmayanlar var. Özetle, esnaf kan ağlıyor. Ama farkında…

PARTİLER VE SEÇMENLERİ

Görüş alış-verişimiz, kimi zaman söyleşiler, eleştiri ve öz eleştiriler, “hukuk ve iktisat” ortak paydasına kayıyor.

  • Eset katil, AKP ensar, ben Nas’a bakarım, faiz neden enflasyon sonuç”

vb. söylemlerin neden olduğu iktisadi adaletsizlik ve haksızlıkların farkında esnaf. Örneğin ‘nas takıyyesi’ ve ürün fiyatlarını 6 ayda yüzde yüz-üç yüz artmış olması arasındaki neden-sonuç ilişkisi, kendilerince sorgulanıyor; alım-satım zincirinde yer alan üretici ve tüketicilerce de.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) sistemsizliğinde, Emevi camisi iştahından Suriyelilerin Anadolu istilasına, “faiz haram” söyleminden kur korumalı mevduat (KKM) yoluyla “çifte faiz uygulaması” riyakârlığına uzanan keyfi tercihlerin ülkeyi sürüklediği yer, AKP’li ve MHP’li seçmenleri de şaşkına çevirmiş.

CHP’li seçmenlerin, kendi partilerine yönelik eleştirileri de var kuşkusuz.

Kısacası, ‘

  • sokaktaki yurttaş’, adaletsizlik ve hukuksuzluk gölgesindeki çoklu baskı ve yağma yorgunu.

PARALEL’ YIKIMLAR

Sosyal devlet öncelikleri gereği çözüm arayışı bir yana, var olan ulusal birikim ve servetin silinmesine yönelik kırım ve kırımlar, ülke sathına yayılmış durumda. Birkaç örnek:

-Atatürk Havaalanı: Tarih ve güvenlik bakımından önemi ötesinde bir ulusal servet tümüyle yok edildi. Üstelik, bahçe için harcama yapılıyor.

-Çankaya CB Konutu-AOÇ: Başbakanlık konutu bahanesiyle AOÇ’de kaçak saray dikildi; sonra Çankaya boşaltıldı… Sıra, Atatürk için “bir isme mi takıldınız?” densizliği ile Millet bahçesi yoluyla AOÇ’yi yok etmeye geldi.

-Sağlık kuruluşları: R. Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatıp atıl duruma getirilen numune hastaneleri karşısında hasta garantili şehir hastaneleri inadı, Covid-19’un günde kaç can aldığı bilgisini bile kirletti.

-Havaalanları, köprüler ve KKM’nin, vergi yükümlüsü yurttaşları yoksulluğa ve ölüme nasıl sürüklediği de belli.

-SEKA’dan yüzlerce fabrikaya yüzyılın birikimi olan KİT’leri tasfiye süreci de belleklerde.

  • -Kıyıları, tarım ve orman arazilerini, yaşam alanlarını yağmalama sınır tanımıyor.

Özetle, tarihsel, kültürel ve doğal varlıklar ile ‘yerli ve milli’ değerlerin yok edilişi, halkta derin bir öfke yaratmış durumda.

ATEŞİ SÖNDÜRMEK

Şu halde mutfak ateşini söndürmek, paralel yıkımlar yoluyla ülke bütününü saran ateşi söndürmekten geçer.

Bunun için öncelikle, vatandaşın adalet ve hukuk istemi fark edilmeli. Yıkım fitili, 2017’de Anayasa ile ateşlendiğine göre, yapıma da Anayasa ile başlayacak. Çifte ateşi söndürmenin yolu, kurumlar, kurallar ve değerlere saygıdan geçer.

Şu soru örnek olsun:

  • Eğer Devlet Planlama Teşkilatı kapatılamasaydı,
  • anayasal denge ve denetim düzenekleri silinmeseydi,
  • “paralel yıkımlar” bu denli kolay biçimde gerçekleşebilir miydi?

Sonuç olarak; hukuk ve iktisat bilimi gerekleri silinerek Türkiye Cumhuriyeti’nin “kişi+parti+devlet” birleşmesiyle yönetimsizliği, alt-yapı ve üst-yapı ilişkisi bir yana, her ikisini de çökertti.

  • Hukukun olmadığı yerde çalınan ilk ürün ekmek oldu.

Sokaktaki yurttaş” ve toplumun zinde katmanı esnaf, hırsızlık sürecinin farkında; yıkım yönünde kullanılan tercihlerin tersine,

  • Ateşin, ancak Anayasa yoluyla siyaset ve hukuk yoluyla demokrasi ile söndürülebileceğinin de…