Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Aptallığın Teorisi

Almanya tarihinin en karanlık döneminden geçiyordu. Masum insanların dükkânları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar zalimce sokak ortasında aşağılanıyordu.

Genç bir teolog, Dietrich Bonhoeffer bu zalimliğe yüksek sesle itiraz etti ve bu sebeple hapse atıldı.

Hapiste uzun uzun düşündü; sayısız filozof, şair, fikir ve bilim insanı çıkaran bu kültür, nasıl olup da organize kötülüğün, zalimliğin, korkaklığın, cehaletin ve suçun merkezi haline gelmişti?

Bonhoeffer,

  • “Sorunun kökeninde kötülük değil, aptallık yatıyor.”

dedi. Hapisten yazdığı mektuplarda aptallığın yarattığı kötülüğün diğer tüm kötülüklerden daha tehlikeli olduğunu belirtti.

Kötülüğü protesto edebilirdiniz, karşı argümanlarla kötülükle mücadele etmeniz mümkündü.

  • Oysa organize olmuş ahmaklar sürüsüne karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu.

Ne protestolar, ne zorlama onlara etki ediyordu. Mantıklı gerekçeler sunduğunuzda önce reddederler, reddedemeyecek hale geldiklerinde ise önemsizleştirirler.

Aptal insanlar hallerinden memnundur fakat saldırmaya da hazırlardır. Saldırıya geçtiklerinde kötü insanlardan çok daha tehlikelidirler…

Bonhoeffer, aptallıkla mücadele edebilmek için önce aptallığın doğasını anlamaya çalıştı.

Aptallık bir zekâ problemi değildi, ahlaki bir problemdi.
Entelektüel birikimi olduğu halde aptal olan insanlar vardı.

Aptallığın doğuştan gelen bir maraz olduğu düşünülse de bu da yanlıştı.

İnsanlar belli koşullar altında aptallaşıyorlardı; daha doğrusu başkalarının kendilerini aptallaştırmasına müsaade ediyorlardı.

Yalnız insanlarda bu maraz daha az görülüyordu. Buradan yola çıkarak aptallığın psikolojik değil, sosyolojik bir problem olduğu sonucuna vardı.

Gücün tek kişide toplanması arzusuna politik ve dini hareketlerde sıklıkla rastlanırdı.
Aptallık hastalığının bulaştığı yerler, böylesi gruplardı.

Ahmaklar ve diktatörler arasında muazzam bir korelasyon vardı, ikisi de birbirine ihtiyaç duyuyordu.

İnsanların ahlaki ve entelektüel birikimleri bir anda yok olmuyordu.

  • Diktatör, gücünü artırdıkça aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve
    bağımsız düşünme yetileri kayboluyordu.

Otonom biçimde hareket ediyorlardı. Gözüne sokulan gerçekleri inatçı bicimde reddediyorlardı.

Onlarla konuştuğunuzda bir insanla değil, sloganlarla konuşan bir robotla konuştuğunuz hissiyatına kapılıyordunuz. Büyülenmiş gibiydiler, kötülük yaptıklarının farkında değillerdi… Ne yaptıklarının bile farkında değillerdi. Kullanıldıklarını, kötülük yaptıklarını onlara anlatarak bir yere varamıyordunuz.

Onları bu katatonik uykudan çıkarmanın tek yolu bağımsız-özgür olmalarını sağlamaktı.

9 Nisan 1945 günü sabaha karşı Bonhoeffer’i bir toplama kampının darağacına asarak öldürdüler. Ölümünden iki hafta sonra o kamp ABD askerleri tarafından ele geçirilerek imha edildi.

Bonhoeffer yazılarında “Yaptığımız her şeyden sorumluyuz” diyordu…
***
Kaynak: Nezevanun – 10/10 Philosophy.

Bu yazıyı çocukluk arkadaşım Tınaz Titiz gönderdi. Akabinde uzunca süre telefonla konuştuk. Zaten sık sık görüşürüz. İznini alarak sizlere aktardım. / MÜJDAT GEZEN

‘Seçim’ tiyatrosu ve CHP

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
29 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinde, bugüne kadar teokratik, monarşik, nepotist bir diktatörlük rejimini uygulayan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, “seçimi kazandı”.

Böylece bir seçim tiyatrosu daha sahnelenmiş oldu.

  • Bu seçimlerin, önceki yıllarda olduğu gibi, özgür bir ortamda, eşit koşullarda ve adil bir biçimde gerçekleşmediği açıktır.

– AKP hükümeti, olası kazanabilecek adaylardan birisi olan CHP’li İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na kumpas davasıyla siyaset yasağı getirmiştir;
– HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı hapishaneye atmıştır;
– muhalefetin propaganda olanaklarını sınırlamıştır;
– medyada büyük bir hükümet tekeli kurmuştur;
– kamu hizmeti vermesi gereken devletin televizyonu TRT’yi, AKP’nin yayın organı gibi kullanmıştır;
– devletin tüm kurumlarının olanaklarını, seçim kampanyasında kullanmıştır;
– muhalefetin afiş asmasını, ekran kurmasını, telefon mesajı yollamasını birçok yerde engellemiştir;
– muhalefete karşı yalanlara, iftiralara ve tehditlere dayalı bir kampanya yürütmüştür;
– ithal “vatandaşlara” oy kullandırmıştır.

Ancak muhalefetin seçim yenilgisi, tek başına bununla açıklanamaz.

Eğitimsiz geniş bir halk kitlesinin var olduğu bir ülkede, seçim yapmanın hiçbir anlamının olmadığı, bir kere daha doğrulanmış oldu.

Halkın % 52’sinin, faşizmi, diktatörlüğü, teokrasiyi, monarşiyi uygulayan birisini cumhurbaşkanı olarak seçmesiyle, demokrasinin, cumhuriyetin, halk egemenliğinin yaşama geçmeyeceği açıktır. Demokrasi, sandıkçılık değildir.

  • Demokrasi, demokrasiyi ortadan kaldırma hakkı da değildir.
  • Yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün; laikliğin; ekonomik ve sosyal adaletin; bu ilkelerin anlamı ve önemi konusunda temel bir eğitim seviyesinin (düzeyinin) ve bilincin olmadığı bir ülkede, demokrasi, cumhuriyet, halk egemenliği olmaz.

***
Öte yanda, halkın %48’inin, halkın yaklaşık yarısının, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinden yana tavır koymuş olması ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermesi, Türkiye’de ulusal güvenliğin ve bütünlüğün sağlanması açısından da, AKP hükümetinin mutlaka dikkate alması gereken bir durumdur.

AKP’nin ve Erdoğan’ın, bugüne kadar olduğu gibi, anayasanın 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34., 138. ve 148. maddelerini ihlal etmeye devam etmesi durumunda, AKP hükümeti, meşruiyetini kaybeder. Çünkü siyasi partiler yasasına göre, siyasi partiler anayasaya uymak zorundadır. Meşruiyet sadece seçimle değil, anayasaya uymakla da kazanılan bir şeydir.
***
Son olarak, ana muhalefet partisi olan CHP’nin yönetiminin yıllardır yaptığı hatalar da, seçim yenilgisinde büyük bir rol oynamıştır.

Genel Başkan seçildiği 2010 yılından beri girdiği tüm genel ve yerel seçimleri ve referandumları kaybeden ve CHP’nin oyunu %25’in üzerine çıkartamayan Kılıçdaroğlu’nun, artık CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılması ve bir daha genel başkanlığa aday olmayacağını açıklaması zorunlu hale gelmiştir! (AS: Bu görüşe katılmıyoruz..)

Muhalefetin, bir Aydınlanma ve sivil eğitim seferberliği başlatacak yeni bir yönetime ihtiyacı vardır!

  • CHP işgalden kurtarılmadan, vatanı işgalden kurtarmak olanaksızdır!

Kimse ülkeyi terk etmeye kalkmasın, bu vatanı Cumhuriyet düşmanlarına teslim etmesin!

Seçimi yitirenlerin ülkeyi terk etmesini isteyen, Erdoğan ve AKP’dir!

14 ve 28 MAYIS 2023, CUMHURBAŞKANLIĞİ SEÇİMILERİNDEN ALINMASI GEREKEN DEMOKRASİ DERSİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Söz konu seçimi genelde, merkeziyetçi, otoriter, muhafazakâr, gelenekçi, ve Siyasal İslamcı Blok kazanmıştır. Bu doğrudur. Halkımıza ve ülkemize hayırlı olsun. Çünkü demokrasiler, genelde toplumların ektiklerini biçtikleri rejimlerdir. Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına. Kime oy verirsen onun seni yönetmesine razı olacak ve gelecek seçimi bekleyeceksin…

Ancak bir de konuya hak, hukuk, adalet ve demokrasiyi öne çıkartan, daha özgürlükçü ve değişimden yana olan Millet İttifakı bloku açısından bakmaya çalışalım.

Eğer Türk toplumu, bu seçimlerde, bin bir türlü yalanlar, hileler, iftiralar, fırsat, güç ve olanak eşitsizliklerine karşın, Alevi kökenli bir siyasi lider olan sayın Kemal Kılıçdaroğlu‘na %48 oranında oy verebilmişse, bu toplum din, ırk ve mezhep etkenlerini, yani teokratik, feodal Ortaçağ zihniyetini büyük oranda geride bırakıp demokrasi sınavını kazanmış demektir.

  • Kötümser olmaya gerek yoktur.
  • Bu nedenle, laik ve demokratik cumhuriyet, hak, hukuk, adalet ideallerinden ve demokrasimizin geleceğinden umutluyum.

Bu nedenle, kötümserliği bir kenara bırakıp gelecekteki başarılar için umutlanmaya, güven tazelemeye, daha çok çalışmaya ve birleşerek gürleşmeye ve güç devşirmeye devam edelim.
Başarı yollarında yol kazaları olabilir. Ancak başarılar ve zaferler uzun erimli kazanımlardır.

Hiç unutmayalım; ışığın karanlığı aydınlatma gibi değişmez ve asla değiştirilemez bir özelliği vardır. Tıpkı bunun gibi, akıl ve bilimin de uzun erimde cehaleti tarihin çöplüğüne gömmek gibi üstün bir değiştirici ve dönüştürücü gücü söz konusudur. Batı toplumları bunu başarabilmişlerdir. Şimdi sıra Doğu toplumlarında, bizlerde…

Köle zihniyetli insanlar, özgürlüklerin erdemleri ve güzelliklerine; ekonomik, sosyal, kültürel olarak, aklen (ussal) ve zihnen yeterince hazır olamadıkları ya da hazır olmalarına yeterli fırsat verilmediği için özgürlüklerden korkar ve kaçarlar.

Fakat bu kaçışlar ebedi olamaz. Kölelerin ya da köle bilinçli insanların zihinlerinde de bir gün mutlaka aklın, bilimin, özgürlüğün, hukukun, adaletin ve demokrasinin şafağı atacak, zihinler aydınlanacak davranışlar rasyonelleşecek, insanın insana kul, köle olma devri sona erecektir.

Evrensel ahlaki, hukuki ve insani değerlerin, aklın ve bilimin izinden gidenler için karamsarlığa, kötümserliğe ve umutsuzluğa gerek yoktur.

Ulu Önderimiz M. K. Atatürk büyük bir Kurtuluş Savaşı kazanarak, yepyeni ve çağdaş bir devlet kurarak; bizlere çoşkulu bir vatan, bayrak ve millet sevgisi, mutlaka korunması gereken demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti, şaşmaz bir tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik reçetesi ve her konuda tüm maddi ve manevi kurtuluş, yükseliş için yurtta ve dünyada barış rotalarını göstermiştir. Eksiğimiz bu rotalara yeterince sahip çıkamamaktır.

Ancak bu seferki (kez) toplumsal bilinç tabandan, halktan geliyor. Halka mal olmuş değişimler ve devrimlerden asla geri dönülemez

Zaten yapmamız ve düzeltmemiz gereken de, daha bilinçli bireyler, daha uygar bir toplum, daha gelişmiş ve gönençli bir ülke ve daha demokratik bir yaşam için herkesin kendi üzerine düşeni yapmasıdır. Gereklerini yapabildiğimiz sürece enseyi karartmayalım.

Çaresiz değilsiniz. Çare ” SİZ” siniz.
===========================================
Dostlar,

Aşağıdaki görseli, biz ekledik. 29.05.2023

Eski ve halen HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder :

  • Bizi Kandil’e Erdoğan yolladı.

Ama aynı R.T. Erdoğan = AKP, Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turuna giderken CHP’yi
PKK – Kandil ile işbirliği yaptığı suçlaması için gerçek dışı montaj video yayınlattı ve TV’de bunu itiraf etti :

  • Erdoğan, montaj videoları kendi ağzıyla itiraf etti!

  • ‘Ama montaj, ama şu, ama bu…’

Bu vb. bir yığın manevra ile son derece adaletsiz ve baskıcı biçimde seçim “Sırrı Süreyya Önder ” görünüyor!!??..

Oysa bir seçimin en az 2 temel koşulu var : Özgürlük ve Adalet.

Bu “maç” burada biter mi??

Sevgi ve saygı ile. 29 Mayıs 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzm., Siyaset Bilimci
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

Hekimler demokrasiye ve bilime çağırıyor

26.05.2023, BİRGÜN

Türkiye tarihinde bir ilki ve pek çok yönden en kritik seçimi önümüzdeki Pazar günü yapacağız. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu. Şakası yok, Türkiye bir yol ayrımına geldi. Seçim, iktidarın tüm devlet olanaklarını istediği gibi kendi kampanyası için kullanmasından tutun seçmen sayısının açıklanamayan artışına kadar pek çok antidemokratik özellikler taşıyor. Bu da yetmiyor, cami imamları silahlanma çağrıları yapıyor.

  • Bunlara hiç bakmadan oylarımızı eksiksiz kullanmamız ve sandıklara sahip çıkmamız gerekiyor.

Neleri oylayacağımıza bakalım. Zenginlik mi, yoksulluk mu? Emeğe saygı mı, sadaka kültürü mü? Adalet mi, hukukun ayaklar altına alınması mı? Demokrasi mi, otoriterleşme mi? Cumhuriyet mi, tek adam rejimi mi? Kadınlara, çocuklara korkmadan eşit yaşayacakları ülke mi, “bir kereden bir şey olmaz” diyenler mi? Sağlık mı, hastalık mı? Barış içinde bir arada yaşam mı, çatışma mı? Laiklik mi, dinbazlık mı? Eğitimde fırsat eşitliği mi, paran kadar eğitim mi? Liyakat mı, adam kayırma mı? Doğanın korunması mı, ranta kurban gitmesi mi? Depreme dayanıklı kentler mi, enkaz altında kalmak mı? Şeffaflık mı, yolsuzluk mu? Bilim mi, şarlatanlık mı? Gerçek mi, yalan mı?

Daha çok var. Burada durup, tüm bunları gören yerden hekimlerin çağrısına bakalım.

UMUT VEREN DURUŞ

Bu hafta içinde ülkenin yüz akı uzmanlık dernekleri, TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu ve 28 uzmanlık derneği tarihsel bir açıklama yayımladılar. Açıklamada hekimler sağlıklı yaşamın koşullarını sıralıyorlar: Bilimi kılavuz edinen bir siyaset, düşünce özgürlüğü, demokratik toplum, gelir başta olmak üzere eşitlikçi bir toplumsal hayat. COVID-19 salgınının ortaya çıkardığı, bilimsel düşünce ve yaklaşımın toplumların geleceği için hava kadar, su kadar yaşamsal olduğu gerçeği hatırlatılıyor. Bilimsel ve tıbbi gelişmelerin ancak özgürlüklerin olduğu ortamda mümkün olduğu belirtiliyor.

  • Totaliter ülkelerde bireysel ve toplumsal sağlığın da kötü olduğu vurgulanıyor.

Bunlardan hareketle hekimler mesleklerinin gereğini ilan ediyor:

  • “Biz uzmanlık dernekleri olarak; bilimin ve tıbbi gelişmenin ön koşulu olan özgürlükten ve sağlıklı işleyen çoğulcu bir demokrasiden yana taraf olduğumuzu beyan ediyoruz.”
  • Kadın bilim insanlarının ve hekimlerin başarılarına değinerek kadınların tarihsel kazanımlarının ellerinden alınmasına itiraz ediyorlar:
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana taraf olduğumuzu, bilimin ve tıbbın geleceğinden kadınların kovulmasına izin vermeyeceğimizi beyan ediyoruz.”

Dahası var. Hekimler kişisel ve toplumsal erdemlere, eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye sahip çıktıklarını vurgulayıp herkesi insan olmanın gereğini yerine getirmeye çağırıyor. Bu ülkenin insanları hekimleriyle ne denli övünse azdır. Böylesine baskıcı bir dönemde bu onurlu duruşları tüm dünyaya örnek teşkil edecek (oluşturacak) niteliktedir. Devlet hastanelerinden bir türlü alınamayan randevuları parayla alıp pazarlayanların peydahlandığı bozuk sağlık sistemimizi düşününce, bu uzmanlık derneklerimizin duruşu başka bir yerdedir. Ülkemizin geleceği için umut vermektedir.

Şimdi sıra halkımızda. Unutmayalım, oyumuzu bu ülkenin çocuklarına, gençlerine, kurduna kuşuna, ağacına çiçeğine yaşanabilir bir ülke bırakmak için vereceğiz.

KIVRAK ZEKÂ

Hekimler bilime, doğruya çağrı yapadursun, Türkiye bu seçimlere meydanlarda gösterilen montajlanmış videolar ve rakip siyasal parti adına üretilen sahte broşürlerle gidiyor. Üstelik Cumhurbaşkanı, mitinglerinde gösterdiği, seçimdeki rakibini terörle ilişkili gösteren videoların montaj olduğunuiyelik bir video” olarak tanımlıyor. Oysa Türkiye’nin ihtiyacı bu değil. Gençlerin kıvrak zekâsını doğrudan, bilimden, ahlaktan yana kullanmasını ve ülkeyi yönetenlerin bunu teşvik etmesini bekliyoruz. Mümkündür; çünkü aklını iyilik, doğruluk, güzellik için kullanan gençlerimiz var, onlarla gurur duyuyoruz.

Seçime giderken gereken en önemli şeyi büyük şairimiz Can Yücel yazmış zaten:

Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.

ADD’den 28 Mayıs Seçiminde Oy Kullanma Çağrısı


BASINA VE KAMUOYUNA 

YÜCE TÜRK ULUSU!

Yarın, 28 Mayıs 2023 Pazar günü sandığa gidip oy kullanacağız.

Oylarımızla yeni Cumhurbaşkanımız’ın kim olacağını belirlemekten öte; “eğitimden sağlığa, ekonomiden dış politikaya, kadın ve çocuk haklarından iç barışa, demokrasiden hukuk devletine her alanda ciddi krizler yaratan TEK ADAM REJİMİ Mİ, yoksa barış, huzur ve refaha ulaşma yolunu açacak DEMOKRATİK HUKUK DÜZENİ Mİ ?” sorusuna yanıt vereceğiz.

Yarın kullanacağımız oylar; “uygar dünyanın onurlu üyesi LAİK CUMHURİYET olmaya devam mı edelim, yoksa Batı Emperyalizminin öksesinde Orta Doğu bataklığında debelenen bir TEOKRATİK DEVLET olmaya mı yürüyelim ?” sorusunu yanıtlayacak.

Büyük çoğunluğuyla Atatürk aydınlığına, O’nun aklı ve bilim yoluna gönülden bağlı olduğunu bildiğimiz aziz milletimizin yarın DEĞİŞİM diyeceğine inanıyoruz.

Gün yalnızca oy kullanma günü değil, çevremizin de sandığa gitmesini sağlama, son oy sayılana dek sandıkları bırakmama ve ıslak imzalı tutanaklara sahip çıkma günüdür.

Ancak o zaman “Askıda ekmek”, “Askıda fatura” utancı son bulacak,

  • HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK!

Gelin, yarın akşamı bir düğün akşamı yapalım.

HAYDİ!

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

pdf biçimi : ŞUBELERE-BASIN AÇIKLAMASI

28 Mayıs ve sonrasında Türkiye

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
26 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

İki hafta önce cuma günü, 14 Mayıs’taki seçimde geleceğe ilişkin umudu yeşertmek için Erdoğan’a karşı oy vermemiz gerektiğini yazmıştım. Aynı cümleyi bugün, 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur seçimi için kuruyorum.

28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu kazanırsa her şeyin çok güzel olacağını hiç söylemedim; her iki aday konusunda da eleştirilerimi net olarak yazdım, okuyucularımı nesnel bir tavırla bilgilendirdim, gerçeği söylemeyi ertelemedim.

Yine öyle yapacağım.

ERDOĞAN KAZANIRSA…

28 Mayıs’ta Erdoğan kazanırsa…

Devletin televizyonu TRT’ye çıkıp “Ama montaj, ama şu, ama bu” diyerek rakibine iftira atmak için montajlanan bir videoyu kampanyasında kullandığını rahatlıkla söyleyebilen, gerçeği kolaylıkla saptırabilen biri cumhurbaşkanı olacak.

Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters diyen biri tekrar cumhurbaşkanı olacak.

Kadın cinayetleri ve cemaat yurtlarındaki tacizler için “münferit” diyen bir cumhurbaşkanı olacak.

Yıllardır sürekli olarak kullandığı nefret söylemleriyle toplumu kutuplaştıran bir cumhurbaşkanı olacak.

Beşli çeteler ceplerini doldururken batan ekonominin bedeli işçi sınıfının, emekçinin sırtına yüklenmeye devam edecek.

“Adalet Sarayı” denilen binalarda adaletin esamesi okunmayacak; yargının, aydınların ve ilerici kesimlerin, hak mücadelesi veren herkesin üzerindeki baskı artacak.

Siyasal İslamcı AKP ile Hizbullah uzantıları, aşırı milliyetçiler ve dinciler arasında kurulan ittifak, Türkiye’deki karanlığı daha önce görülmedik şekilde koyulaştıracak.

  • Emperyalizmin Türkiye’de kurduğu oyunun bir sonucu olan sığınmacı sorunu, şiddetlenerek sürecek ve Türkiye’nin varlığını tehdit eder hale gelecek.

Erdoğan kazanırsa, Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen laik Cumhuriyet Devrimi’nin 100. yılında, Erdoğan’ın lideri olduğu Karşıdevrim Tarikatına teslim edilecek.

KILIÇDAROĞLU KAZANIRSA…

Kılıçdaroğlu seçilirse, 21 yıldır ülkenin üzerine çöken, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ürünü AKP’ye güçlü bir yanıt verilecek; yozlaşmış düzeni değiştirmek isteyen muhalefetin sesini duyurması için daha fazla olanak olacak.

Söz verdiği gibi ilk 24 saat içinde İstanbul Sözleşmesi’ne dönmek söz konusu olacak.

Türkiye, Şahsım Devletinden çıkıp parlamenter sisteme ve hukuk devletine dönüş rotasına girecek.

Elbette tek bir seçimle tüm sorunları çözmemiz, ideal bir sistem yaratmamız olanaklı değildir. Millet İttifakı’na ve seçim sürecinde ortaya koydukları politikalara yönelik eleştirilerim aynı şekilde devam ediyor (biçimde sürüyor).

Kim kazanırsa kazansın, laiklik, tam bağımsızlık ve güçlü bir sol için verdiğimiz mücadele hızlanarak sürecek. Üstelik de karşımızda artık tarihin en sağcı Meclis’i varken!

Ancak son tahlilde (çözümlemede) 28 Mayıs için durum nettir:

  • Erdoğan’ın gitmesi için bir kez daha oy vermek ve sandıklara sahip çıkmak,
    her vatansever yurttaşın temel görevidir. 

Gün kararsızlık günü değildir!

Kemal Anadol şiiri : NEFRONİA

ŞİİR KÖŞESİ

Kemal ANADOL
CHP eski İzmir MV

Yazdığım son şiiri sunuyorum:

 

 

NEFRONİA (**)

İyi bak bedenime
Deli kurşun yarası
Sakın bana inanma
Gördüklerine kanma
Onlar kurşun değil
Bahtımın karası
Beter mi beter
Göğsümde…
Yalancı bir madalya gibi
Duruyor
Kateter… Kateter…
*
Yapay bir köstebek
Girer damarımın içine
Kanımı çeker de çeker
Doyması için
En az dört saat yeter
İşte onun adı
Kateter… Kateter…
*
Hastayım sana Nefronia
Allah’ın cezası
Başımın belası
Soyup soğana çevirdin beni
Artık yaptıkların yeter
Bu kaçıncı kateter?
*
Anladım kurtulmak olası değil
Senin korkunç esaretinden
Ne olur sevdam bitmeden
Dostlara selam göndermeden
Canımı yakma
Dünyamı karartma
Nefronia…
Kaltak Nefronia…

(**) Böbrek hastalığı

Atatürkçülük, milliyetçilik ve demokratlık

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
25 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

İkinci tura 4 gün kala, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini resmen duyurdu.

Böylece ATA İttifakı içinde, Vecdet Öz’ün Genel Başkanı olduğu Adalet Partisi’nden sonra, ikinci parti de Kılıçdaroğlu’na destek açıklamasında bulundu.

Ümit Özdağ’ın bu ittifakın esas omurgasını oluşturan seçmenleri temsil ettiği düşünülürse, bu açıklamanın çok önemli sonuçlarının olabileceği görülür:

Bu açıklama, ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansını artırmış görünmektedir.
***
Özdağ, Kılıçdaroğlu ile olan müzakereleri hakkında:

  • “1 sene içinde uluslararası hukuka uygun, insan haklarını gözeten, Suriyelilerin Suriye’deki güvenliğini sağlayacak, uyuşturucu çetelerini okulların önünden kurtaracak bir model üzerinde kendisiyle fikir birliğine vardık ve Zafer Partisi olarak 2. turda Sayın Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı verdik.” dedi.

***
Üzerinde anlaşma sağlanan mutabakatın tam metni şöyle:

“Kapsam:
Bu protokol, Zafer Partisi ile Millet İttifakı Bileşenleri arasında, Cumhurbaşkanlığı İkinci tur seçiminde ve sonraki süreçte yapılacak işbirliği esaslarını kapsamaktadır.

Amaç:
21 yıllık AKP hükümetlerinin yarattığı
sosyal yıkım, yolsuzluk, yoksulluk, devlet krizi,
sığınmacı sorunu,
rant-borç-talan ekonomisi ve neden olduğu ağır ekonomi sorunları
ve toplumun siyasi kutuplara bölünmesine karşı devletin yeniden düzenlenmesi;
milli birlik ve beraberliğin sağlanması, yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar ve
ağır ekonomi sorunlarının çözümü, Türkiye için ağır bir güvenlik ve demografi sorunu oluşturan sığınmacı ve kaçakların gönderilmesi için ortak çalışma ve işbirliği detaylarının tespit edilmesidir.

Temel İlkeler:

1-Anayasamızın ilk 4 maddesi ve 66. maddede yer alan Türk Vatandaşlığı konusundaki tanımı ve içeriği korunacaktır.

2-1924 yılında kurulan milli-üniter-laik devletten asla taviz (ödün) verilmeyecektir. Bu değerlere bağlı kalınacaktır.

3- Başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacılar ve kaçaklar en geç 1 yıl içinde ülkelerine geri gönderilecektir.

4. Devletin varlığı ve bütünlüğünü hedef alan başta FETÖ, PKK, IŞİD olmak üzere bütün terör örgütleri ile etkin ve kararlı mücadele edilecektir.

Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir.

  • Terörle müzakere değil, mücadele edilecektir.

Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir.

5- Devletin bütün birimlerinde yapılacak görevlendirmelerde sadakat değil, liyakatin esas alınması sağlanacaktır.

6- Bütün yolsuzluklar ile hukuk çerçevesinde çok etkin bir şekilde mücadele edilecektir.

7- Devletin vatandaşına karşı şeffaf olunması ve açık davranması konularında tam mutabakata varılmıştır.”

***
Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıklayan Ümit Özdağ ile ilgili olarak:

“O mutabakat metninde bizi rahatsız eden bir şey yok” dedi.

Akşener, Zafer Partisi’ne bakanlıklar verildiğine ilişkin dedikodular konusunda ise:

“Biz henüz bakanlıklar konusunu hiçbir şekilde, Millet İttifakı’nın bileşenleri olarak, bir araya gelip konuşmadık” açıklamasında bulundu.
***
Bu destek ve açıklanan bu protokol, Erdoğan/AKP iktidarı tarafından Millet İttifakı’na ve Kılıçdaroğlu’na karşı montajlanmış sahte videolarla yürütülen kara propagandayı engelleyecek ve yapılan eleştirilere karşı da bir “emniyet supabı” fonksiyonu görecek maddeleri içermektedir:

1) Anayasa’nın ilk dört maddesi ve 66. maddesi güvence altına alınmıştır.

2) Irkçılığa dayanmayan, bütün vatandaşları eşit gören, “Milli Demokratik Devlet güvence altına alınmıştır.

3) Üniter Demokratik Devlet yapısı güvence altına alınmıştır.

4) Laiklik güvence altına alınmıştır.

5) İthal nüfus sorununun bir yıl içinde çözüme kavuşturulması üzerinde anlaşma sağlanmıştır.

6) Her türlü terörle müzakere yerine, ödünsüz bir mücadele, güvenceye kavuşturulmuştur.

7) Liyakat ilkesi güvence altına alınmıştır.

8) Yolsuzluk yapanlarla mücadele güvenceye kavuşturulmuştur.

9) Hukuk Devletinin kurulması güvence altına alınmıştır.

10) Şeffaf devlet yapısı ve işleyişi güvenceye kavuşturulmuştur.
***
Sonuç olarak bu destek, Kılıçdaroğlu’nun yolunu:

Atatürkçülük çizgisinde

Irkçılığa dayanmayan Demokratik Milliyetçilik bağlamında…

Bütün vatandaşları eşit gören, Demokratik Laik ve Hukuk Devleti olan bir Cumhuriyet idealine doğru…

Güçlendirmiş…

Ve 28 Mayıs’ta, seçmenin Aydınlık bir tercih yapması ihtimalini artırmış görünmektedir.

Oylar işte böyle çalınıyor

Barış Terkoğlu
Barış Terkoğlu
25 Mayıs 2023, Cumhuriyet

Bir yalanın örtüsü ancak gerçeği bilenler tarafından yırtılabilir.

Eski TUİK başkanı, şimdi İYİ Parti Genel Başkan Başdanışmanı Birol Aydemir bir çalışma yaptı. Yöntem şuna dayanıyor: Türkiye’de her bölgede; ortalama seçime katılım, geçersiz oy ve Erdoğan’a oy verme davranışı var. Aydemir, bunları tespit etmiş. Ardından katılımın sıra dışı şekilde yüksek, geçersiz oyların olağandışı düşük, Erdoğan’ın oylarının anormal yüksek olduğu sandıkları incelemiş.

Kimi yoruma göre 19 bin, kimi yoruma göre 22 bin sandıkta tuhaflık var. Bu sandıkların çoğunluğu; Şanlıurfa, Malatya, Erzincan, Siirt, Tokat, Maraş, Adıyaman, Hatay gibi illerde toplanmış.

Örneğin Şırnak-İdil’de, 1068 no’lu sandıkta, katılım oranı %99.6. Geçersiz oy sıfır olurken Erdoğan’a %99.6 oy çıkmış.

Peki bu tür sandıklarda ne kadar seçmen var?

Yaklaşık 6 milyon. Erdoğan’a giden anormal oy sayısı ise 775 bin ile 836 bin arası.
Bu, % bir buçukluk oy demek.

Sadece bu kadar değil…

MHP’YE YAZILAN OYLAR

Aydemir’in çalışması MHP oylarına dair de bir şey söylüyor. Toplam 10 bin 785 sandıkta, MHP’nin oy oranı, bulunduğu bölgeden en az 10 puan önde çıkmış. Bu sandıklardaki seçmen sayısı, toplamın %4.18’i. Şüpheli oylar, MHP’ye, 0.66 puan kazandırıyor.

Mesela Urfa’da MHP’nin oyu % 9.29. Ancak Harran ilçesindeki 1102 numaralı sandıkta, MHP’nin oyu %100. Erdoğan da bu sandıkta blok oy almış. Ortada bir tuhaflık olduğu açık.

Bu kadar değil…

Örneğin Malatya Battalgazi’de, 1050 no’lu sandıkta, CHP’nin 161 oyu var. Gelgelelim, Kılıçdaroğlu’na yazılan oy sadece 1. Muharrem İnce’ye ise 228. Bu da bazı oyların başka adaya kaydırıldığı şüphesini doğuruyor.

Sayılar küçümsenecek gibi değil. Kılıçdaroğlu’nun oyunun CHP-İYİ Parti toplamından en az 5 puan düşük olduğu 4 bin 318 sandık var. CHP-İYİ Parti-Emek ve Özgürlük İttifakı’nın toplamından en az 5 puan düşük olduğu tam 6 bin 469 sandık bulunuyor.

HALEN SANDIK KORUNAMIYOR

Aydemir’in önümüze koyduğu tablo bize bir şey söylüyor.

  • Muhalefet, halen tüm sandıklara en az bir görevli yerleştirmeyi başaramıyor. 

“Islak imzalı tutanaklara hâkim olmak” ile “sandıklara sahip çıkmak” arasında büyük fark var.

  • Her sandıkta en az bir görevlinin, oy kullanmayı başından sonuna takip ettiği,
  • tutanakların hazırlanmasını denetlediği, YSK’ye veri girişini takip ettiği
  • bir sistem olmadan seçimler asla güvenilir olamayacak.

Kimi kamu görevlileri, ağalar, çeteler eliyle; kimi seçmene baskıyla; kimi hileyle sandıkları teslim almaya çalışanlar var.

İşte tam da bu anda, Süleyman Soylu’nun “Oy ve Ötesi”ni hedef alması dikkatinizi çekti mi? Gönüllülerin sandığa sokulmamaları çağrısında bulundu.

DAYAK, TEHDİT, OY ÇALMA

Neden mi?

Bugünlerde çıkan bir kitap sebebini anlatıyor. Seçil Türkkan’ın Sandıkları Korumak kitabı (İletişim Yayınları), gönüllü olarak sandıkları koruyan vatandaşların hikâyelerini kendi ağızlarından aktarıyor.

Mesela avukat Deniz Güneş, İstanbul’dan kalkıp gittiği Urfa’da, yaşadıklarını anlatıyor:

  • “Kartlarının üzerinde AK Parti gözlemcisi yazan üç kadın birlikte sandık perdesinin arkasına geçiyor. 20-30 kadar mühürlü ve işin ilginci sandık kurulu mührü de olan kullanılmış oy buluyorlar perdenin arkasında, AK Partili sandık görevlisi herkesin gözü önünde bu oyları sandığa atıyor. Camdan dışarı baktığımda, silahlı kişilerin okulun çevresini sardıklarını gördüm.”
  • Silah çekilenler, dayak yiyenler, salondan çıkarılanlar…

İnsan hikâyeleri, muhalefetin her sandığa sahip çıkamadığını açıkça gösteriyor. Bundan faydalanan iktidar ise eski düzenin sürmesini istiyor. Sandık güvenliğini sağlamakla yükümlü bakanlığın başındaki Süleyman Soylu’nun, “Sandığa sokmayın” çağrısının nedeni de işte bu. Sokulmasın ki toplu oy kullanılsın, sokulmasın ki hileli sayım olsun, sokulmasın ki tehditle sandığa oy girsin! 

İşin ilginci, bugünün AKP vekili Mehmet Ali Çelebi, önceki seçimde muhalefetin sandık güvenliğini sağlıyordu, yukarıda anlatılanları o dönem bizzat kendisi anlatıyordu.

  • Demokrasiyi, akşam evde seçim sonuçlarını izleyenler değil,
  • onun için mücadele edenler kazanacak.

28 Mayıs oyu, direnme hakkına eşdeğerdir

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 25.05.2023, BİRGÜN

“İnsanın zorbalık ve baskıya karşı son bir yol olarak ayaklanmaya başvurmak zorunda bırakılmaması için, insan haklarının hukuk düzeniyle korunması gerek” (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi-İHEB).

Özgürlüklerin öncülü ve temeli olarak oy hakkı, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa güvencesinde.

Seçimler, “serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır.” (AS: Anayasa md. 67/2)

Siyasal hak değil yalnızca, bir ödev ve yurttaş sorumluluğu olan oy hakkı, devletin kurumsal yapısı içinde kullanılır.

Anayasa’ya aykırılıkların gölgelediği 14 Mayıs seçimleri henüz sonuçlanmadan balkon konuşmasıyla 2. tur kampanyasını başlatan Sn. Erdoğan’ın çağrısı: TBMM’de Cumhur İttifakı çoğunluğu aldı, ama CB adayı 2. tura kaldı. 28 Mayıs’ta oylarınızı bana verirseniz, yasama-yürütme uyumu ve istikrar sağlanır.

HUKUK ve AHLAK YOKSA…  

Anayasa ile bağdaşmayan parti başkanlığı (AS: + devlet başkanlığı),  siyasal partiler arasındaki eşit yarışma koşullarını da bozmuştu. 3. kez aday olan aynı kişi, yardımcısını ve bakanlarını da sahaya sürdü. Hiçbiri görevinden ayrılmadı. Seçmenlerin vergileri ile yaratılan Devlet olanakları, parti ve adayları lehine seferber edildi.

Hukuk saygı görmeyince eşit yarışma da zehirlendi: eşitsizlik, medyaya giriş olanakları ile sınırlı kalmadı, medya tekeli ötesinde TRT, “vergi yükümlüsü hak sahipleri” için yıldırı aygıtı olarak kullanıldı.

Devlet olanaklarını elinde tutan ve bütün kamu görevlilerinin sicil amiri olan kişi, rakibi için hazırlanan montaj afiş ve videoları meşru gördü ve kullandı.

Serbest ve eşit süreci zehirleyici etkenlere her gün yenileri eklendi. CB yardımcısı ve bakanların, 2. turda da çifte sıfatla Anayasa’yı ihlal ederek parti başkanı için çalışmaları amacıyla, TBMM’nin  and için toplanması bile geciktiriliyor. (AS: TBMM İçtüzüğü çiğnenerek!)

  • YSK eşliğindeki seçim hukuku ihlalleri sınır tanımıyor.

DEMOKRASİ DE OLMAZ

Demokratik standartların uzağında olan seçim süreci saydam yürütülemediği gibi, seçmen sayısı bile bilinmiyor; sivil toplumun katılımı engellenmeye çalışılıyor; sandık güvenliğinin sağlanması, sorun olmayı sürdürüyor.

Çoğulculuğu sönümlendiren hukuksuzluk ve ahlaksızlıkları, “maneviyatçı ve milliyetçi” söylemlerle örtme çabası sürekli. Kadın düşmanlığı pompalanarak yürütülen kampanyaya camilerde silahlanma çağrısı da eklendi.

Demokratik bir gelenek olan TV ekranlarında ikili tartışma yerine meydanlarda montaj video kullanımı, sözde Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi kurgusunun demokratik olmadığının açık bir göstergesi.

Cumhurbaşkanı sözcüsü, parti sözcüsü gibi; parti sözcüsü Devlet sözcüsü gibi konuşuyor.

  • Kişi+parti+Devlet birleşmesi, Devleti partileştirdi Parti’yi devletleştirdi.

Demokratik hukuk devleti bir yana, ortada Devlet kalmadı.

DİRENMENİN ANLAMI

Üç nedenle:

-öncesi, gelinen yer ve betimlenen tablo haliyle.

-oy verme; sandığa gitme ve oy kullanma.

-oyların sayımı; sandıkların açılması, sayım ve sonrası.

Tam 75 yıl önce yazılan İHEB’e göre,

  • “baskı ve zorbalık”, ayaklanmanın meşru temelini oluşturur.

Bunun gerekçesi ise, insan haklarının hukuk düzeni ile korunmamasıdır.

27 Mayıs 1949’da RG’de yayımlanan İHEB, ulusal hukuk ile bütünleşti:
insan haklarına dayanan devlet.

10 Mart’tan bu yana yoğunlaşan seçim hukuku ihlalleri, oy hakkının kullanılmasını, direnme hakkına eşdeğer kıldı.

Bu nedenle, oy hakkı için yurttaşların “uyanık bekçiliği”, hiçbir zaman olmadığından daha gerekli.

Sorun, 28 Mayıs günü sandık başına gitmek değil, o ana kadar olup bitenleri çok iyi izlemek,
oy günü çevresel uyanıklığı elden bırakmamak ve sayım sürecini yakından gözetmek.

Özetle; 28 Mayıs’ta Sn. Kılıçdaroğlu’na verilecek oy, diğerine göre “sayı ötesi” bir anlama sahip.

Sonuç olarak                       ;

  • Pazar günü,
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘hakiki’ yurttaşları,
  • direnme hakkını, gelecek kuşakların haklarını koruma ereğinde kullanmalı:
  • para için değil ülke ve yurttaşlık için,
  • kaçak saray saltanatı için değil Türkiye Cumhuriyeti için.